beyaz gul-genc-kiz

14
Bu e-kitap mobidik.com’da yaratılmıştır. Tüm hakları yazara/yayıncıya aittir. Bu e-kitap size özel olarak lisanslanmıştır. E-kitabın satışı ya da başka kişilere dağıtılması yasaktır. Bu e-kitabı başka kişilerle paylaşmak için mobidik.com üzerinden hediye edebilirsiniz. Eğer bu e-kitabı satın almadan veya mobidik.com üzerinden indirmeden okuyorsanız, lütfen e-kitabı mobidik.com üzerinden satın alınız veya indiriniz. Yazarın hakkına ve emeğine saygı duyduğunuz için teşekkür ederiz. www.e-kitap.biz www.e-kitap.in

Upload: kdr-hms

Post on 12-Apr-2017

77 views

Category:

Law


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: Beyaz gul-genc-kiz

Bu e-kitap mobidik.com’da yaratılmıştır. Tüm haklarıyazara/yayıncıya aittir.

Bu e-kitap size özel olarak lisanslanmıştır. E-kitabın satışı ya da başkakişilere dağıtılması yasaktır. Bu e-kitabı başka kişilerle paylaşmak için

mobidik.com üzerinden hediye edebilirsiniz.

Eğer bu e-kitabı satın almadan veya mobidik.com üzerindenindirmeden okuyorsanız, lütfen e-kitabı mobidik.com üzerinden satınalınız veya indiriniz. Yazarın hakkına ve emeğine saygı duyduğunuz

için teşekkür ederiz.

www.e-kitap.biz

www.e-kitap.in

Page 2: Beyaz gul-genc-kiz
Page 3: Beyaz gul-genc-kiz

Yazar: Em Chainey

BEYAZ GÜL & GENÇ KIZ dedim bu hikayeye, ya da BEYAZ

GÜLÜN LANETİ

Hangisini daha çok sevdiyseniz o olsun, keyifli okumalar….

Bu hikaye bir Self Publishing eseridir ve sadece yazarı onu

dilediği mecralarda paylaşabilir. Her hakkı saklıdır.

https://www.goodreads.com/book/show/20657555-beyaz-g-l-ve-

gen-k-z

Beyaz bir gülün bile karanlık bir tarafı olabileceğini kim

bilebilirdi ki?...

Rozi Fanus'a bir şeyler oluyordu. On yedi yaşına basmasına

haftalar kala ruhundaki karanlık taraf uyanmaya başladı. Ömrü

boyunca beyaz güller içinde yetişmiş ve gül bahçesinden başka

bir şey görmemiş olan kız, şimdi içinde büyüyen karanlık ile karşı

karşıya kalmıştı. Artık her şey tehdit altındaydı. Lanet gerçek

olmak üzereydi. Bir hayat pahasına tüm hayatlar kurtulacaktı.

Ancak ya o hayat dünyaya tutunacak ve intikamını alacak kadar

güçlüyse?

Page 4: Beyaz gul-genc-kiz

İKİ SON, BİR BAŞLANGIÇ

Averdas Ülkesi’nin en gözde şehrinde, başkent Whitus’ta sıradan bir günün sabahında

ülkenin en güzel beyaz güllerini üreten botanik bahçesinin sahibi Milva Fanus

atalarından kalan ihtişamlı bahçesini denetime çıkmıştı. Çalışanlar işlerinin başına

geçmişlerdi ve bitkilerin ihtiyaçlarını büyük bir özenle karşılıyorlardı. Çoğu Dominus

denilen üst tabakanın görevlendirmiş oldukları Minuslardandı bu işçiler.

Minuslar, Versusların bir üst tabakası idi, Dominusların ise bir alt tabakasıydılar.

Dominuslar ülkenin en güzel yerlerinde yaşayan, en güzel giysileri giyen, hatta en güzel

güllerin onlar için yetiştirildiği bir ırktı ve bulundukları bu ada ülkesini onlar

yönetiyorlardı. Minuslar ise onların yanında çalışan ve nimetlerinden az da olsa

faydalanan bir topluluktu. Versuslar ise en alt tabakaydılar ve deyim yerinde ise en pis

işleri onlar yapmaktaydı. Averdas’ın kenar bölgelerinde oturuyorlar ve ailelerinin

asgari ihtiyaçlarını sağlamak için gündüz-gece çalışıyorlardı.

Milva bir minus idi, ırkının en gözdelerindendi. Babası Kirva ve annesi Silva da öyle.

Milva’nın sevgili eşi Hirna ise birkaç yıl önce ölmüştü. Milva onun gizemli hastalığını iyi

edecek bir bitki bulamamıştı.

Milva –hayatta tek büyük isteği bir çocuk sahibi olmaktı- evliliğinden yıllar ancak sonra

hamile kalabilmiş ve çocuğu ölü doğurmuş, onu ağlayarak ve kahrolarak onu toprağa

vermişti. Tam da o gün dominuslar için çalışan kız kardeşi ve ikizi olan Jilva ona anasız-

babasız kalmış bir bebek getirmişti. Milva bu bebeğin kimin bebeği olduğunu öğrenince

çok şaşırmıştı. İlk önce bebeği kabul etmek istemedi, ne de olsa bundan dolayı başı çok

büyük derde girebilirdi ve o dominuslara karşı gelenlere neler yapıldığını birinci elden

bilen biri olarak bunu asla göze alamazdı.

Kızın annesi olan genç kız ile konuşmaya gittiğinde onunla görüştürmediler ve hasta

olduğunu söylediler. Sonra da onun ölüm haberi tüm Averdas’ta yayıldı. Milva buna çok

üzüldü, şimdi bu kızı bırakamazdı, onu derhal himayesine almıştı. Bu kız onun için

gelmişti besbelli ki. Kıza Rozi Fanus adı verilmişti. Rozi gerçek annesi gibi menekşe rengi

gözlere, gül rengi dudaklara ve bembeyaz bir tene sahipti. Rozi Fanus… Küçük menekşe

gözlü güzel Rozi…

Page 5: Beyaz gul-genc-kiz

Aylar geçtikçe dehşet verici bir şey ortaya çıkmıştı. Kızın saçları beyazdı, hem de

bembeyaz. Bu da kendini bildi bileli Averdas’ta her yerde anlatılan talihsiz bir ırk ile

ilgili söylentiyi aklına getirdi: “Yasak hükme karşı gelenlerin dünyaya getirdiği kırmalar,

beyaz saçla doğarlar ve bembeyaz saçlarla ve dilsiz bir mevcudiyet ile lanetlenirler. Ve

lanet herkese zarar vereceği için hemen öldürülmelidirler.”

“Peki, neden?” demişti Milva genç bir kızken annesine. Annesi ise şöyle cevap vermişti:

“Üç ırktan herhangi ikisi eğer birbiri ile ilişki kurup bir de kırma bir çocuk dünyaya

getirmeye vesile olurlarsa, anne-baba lanetlenir, delirirler ve intihar ederler. Çocuk ise

bu laneti üstüne alır ve on yedi yaşına gelene kadar hala öldürülmemiş ise dili açılır;

ancak öyle şeyler söyler ki karanlık bir zihnin ürünü olur bu sözler. Kırma hem kendine

hem de etrafına zarar vermeye başlar. Zihni bulanır, karanlık tarafa geçer ve kendi zihnin

ürettiği zehir ile mükemmel insanlığımızı zehirlemeye başlar. Bu noktada dominuslar

devreye girer ve kırmayı infaz ederler; ancak bunun da bir bedeli vardır: Kırma idam

edildiğinde karanlık varlığı dominus ırkından birine geçer. Eğer bir dominus yeterince

güçlü değilse ve bu karanlığa yenik düşerse işte o zaman her şeyin sonu gelir…”

Milva kızın annesini hatırladı. Tanıdığı bu genç kız nasıl böyle bir yanlışa düşmüştü? Kıza

baktı ve babasını merak etti. Kimdi acaba? Artık ölmüş olmalıydı. Ah Jilva ah… Kıza

saplantılı derece bu denli bağlanmışken, bir an olsun onu yanından ayırmak istemezken

onu unutması imkansızdı. Milva bu talihsiz söylentiyi unutmak ve unutturmak için

bitkilerden kıza saç boyası yaptı ve her seferinde kızın saçlarını kendi saç rengi olan

kestane rengine kusursuz bir şekilde dönüştürmeyi başardı. Ve kızın sessizliğine de bir

çözüm bulmuştu –ki lanetin gerçekleşmesinden de onu koruyacaktı, kimse onu görmezse

ne olabilirdi ki? Onu herkesten sakınıyordu, kız ile kimseyi görüştürmüyordu. Rozi

etrafına örülmüş bembeyaz güllerden örülü bir bahçenin içinde, değil Averdas’ı

kocaman Fanus bahçesini bile bilmeden yaşadı yıllarca. Yıllar birbirini kovaladı ve Rozi

Fanus’un on yedisine girmesine sadece birkaç hafta kalmıştı.

***

Rozi, dalındaki nadide beyaz güle baktı. Bir an sanki gülün yapraklarının alev aldığını

ve gülün içine kan dolduğunu görür gibi oldu. Şaşkınlıkla gözleri açıldı. Ellerini uzattı ve

uzun bir diken uzattığı parmağına battı. Parmağını çektiğinde kendi kanının siyah

olduğunu gördü, kanı akıyor, güle damlıyor ve oradan da toprağa karışıyordu. Rozi,

Page 6: Beyaz gul-genc-kiz

büyülenmiş ve dehşete düşmüş bir şekilde parmağından oluk oluk akan kana baktı. Kan

gittikçe artıyor ve gülü simsiyaha boyuyordu. Parmağı da morarmaya başlamıştı. Rozi

başının döndüğünü ve boğazının yanmaya başladığını hissetti.

“Rozi, sen neye bakıyorsun tatlım? İyi misin, bir şey mi var?”

Genç kız bir an Milva’ya baktı, daha sonra da parmağına baktı ve orada hiçbir şey

olmadığını gördü. Parmağı sapasağlam yerindeydi, en küçük bir iz bile yoktu. Mide

bulantısı da geçmişti, yine eskisi gibiydi. Beyaz gül de bütün ihtişamı ve mükemmelliği

ile karşısında duruyordu. Dış yaprakları neredeyse şeffaftı ve ipek gibi parlıyordu. Rozi

yok bir şey der gibi elini salladı ve kadına güzel bir gülümseme bahşetti.

Milva genç kıza gülümsedi ve gelip ona sıkıca sarılıp yanağına bir öpücük kondurdu.

Bembeyaz bir gül kadar narin olan bu kız kadar masumunu, iyisini ve güzelini

görmemişti. Onun Rozi’si nasıl kötü olabilirdi ki, nasıl lanetli olabilirdi?

***

Rozi içinde uyanan yeni hislere bir anlam veremiyordu. Her geçen gün yeni bir

huzursuzluk baş gösteriyordu. Üç gün önce uykusunda ona kötü şeyler fısıldayan biri

vardı. Ona şöyle seslenmişti:

“Öldür onları! Onlar seni öldürmeden sen öldür onları! Ailenin intikamını al! Annenin,

babanın… Onlar sadece aşkın kurbanı değiller, masum bildiklerinin de kurbanı onlar…

Şimdi… öldür onları ROZİ!!!”

Rozi dehşet içinde uyanmış ve etrafına bakmıştı. Gül bahçesinin içindeki odasındaydı.

Gizli eller kalbini sıkıyor, zihnini allak bullak ediyordu. Kalktı ve küçük bahçenin

kapısına gitti. Kapı kilitliydi, ne kadar açmaya çalışırsa çalışsın yapamadı. Duvarın

dibine çökmüş ve saatlerce uyanık bir biçimde zihninde yankılanan sesleri dinleyerek

ağlamıştı.

Sonraki gün kollarındaki yaralar baş göstermişti. Milva’ya kollarını göstermiş ama Milva

ona öylece bakmış ve “Ne oldu tatlım, kolların mı ağrıyor?” demişti. Görmemişti, Milva

kollarında gittikçe artan mor renkli yaraları görmemişti. Ancak garip bir şekilde o

yaralar birkaç saniye sonra birden kaybolmuştu.

Page 7: Beyaz gul-genc-kiz

En sonuncusu en kötüsüydü. İki kişi çığlık atıyordu. Bir kadın, bir erkek. Rozi gecenin

karanlığını yırtan bu çığlıkları durdurmak için odasından çıkmak istemişti, ancak kapıyı

açamamıştı.

Ertesi gün genç kız çok durgundu. Milva dışarıdaydı. Rozi de çok huzursuzdu ve

hayatında ilk defa içini kemiren bir meraka kapılmıştı. Dışarıda ne vardı? Bu bahçe gibi

bir bahçe miydi dışarısı? Onun gibi başkaları var mıydı? Rozi iç bahçenin kapısına gitti,

kilitliydi. Anahtarlar hep Milva’nın yanında olurdu. Rozi birkaç yıl önce ölen yaşlı

hizmetkar Jorgus’un sesini duydu: “Yedeği var sevgili Rozi, en sevdiği sandalyesinin

minderinin altında…”

Jorgus neden onunla konuşmaya başlamıştı? Zihnindeki seslere anlam veremiyordu ama

Jorgus’un ona söylediğini yaptı ve anahtarı buldu. Kapı açıldı! Rozi hayatında ilk defa

bahçenin dışına çıktı. Aynı anda hem rahatladı hem de huzursuz oldu. Rahatladı çünkü

merakını giderebilecekti, huzursuz oldu çünkü bilmediği her şey onun için bir tehditti.

Farklı farklı bitkileri gördü, bunları daha önce hiç görmemişti: kırmızı yapraklılar, beyaz

tomurcuklular, mavi taç yaprağına sahip olanlar ve daha bir sürü rengarenk bitki.

Arkasında bir takım ayak sesleri duyup hızlandı. İçgüdüleri onu bahçenin güneydoğu

köşesine sürüklüyordu. Gittikçe hızlandı, hızlandıkça bahçedeki türlü bitki kokuları

burnuna doluyor midesini bulandırıyordu. Birden çıkıp gitmek istedi. Bu bahçeyi terk

etmek ve buranın dışında olan yerleri görmek. Annesi Milva neden onu küçücük bir

bahçeye kilitlemişti? Neden hiç dışarı çıkarmamıştı? Acaba hiç konuşamadığından

mıydı? Diğer insanlardan farklı mıydı? Hasta mıydı? Şimdiye kadar buna çok önem

vermemişti ama şimdi içinde Milva’ya karşı kabaran kötücül bir his vardı.

Rozi tereddütlü adımlarla yoluna devam etti, ta ki bir şey onu durdurana dek. Birden

sağa saptı. Önünde bir labirent vardı. Hiç tereddüt etmeden labirente daldı. Labirente

girince vücudunu bir ürperme yaladı geçti. Burası çok sessizdi. Yaprak bile

kıpırdamıyordu. Ama içgüdüsel olarak ilerledi. Labirentte hangi yollardan geçeceğini

biliyor gibiydi. İçinde yeni bir kişilik peyda olmuştu sanki. Onu yönlendiriyordu. Bir an

durdu. Buna bir son vermek istedi. Kötü bir şeyler olacak hissi tüm ruhunu esir almıştı.

Sonrasında ise yine Jorgus’un, o çok sevdiği sırdaşının güven veren ve teşvik eden sesini

durunca kararlı adımlarla ilerleyip labirentin en sonunda bir kapı buldu.

Page 8: Beyaz gul-genc-kiz

Üzerinde beyaz bir gül motifi olan bir kapıydı bu. Kilidi yoktu, sürgüsünü çekip içeri

girdi. Aşağıya doğru inen merdivenler hafif bir ışıkla aydınlatılmıştı. Merdivenleri inince

onu bir sera karşıladı. Şaşkınlıktan ağzı açık kaldı. Buradaki beyaz güller muhteşemdi.

Parlak, neredeyse şeffaf ve bembeyazlardı, taç yaprakları mordu bunların. Her biri o

kadar güzeldi ki insan saatlerce onları izlemek isteyebilir ya da onlardan

düzinelercesinin resmini yapsa bile asla bıkmazdı.

Rozi etrafına bakınarak ilerlerken az ileride çeşitli cam şişeler ve düzenekler gördü ve

ileride de tahta bir kapı daha vardı. Düzeneğin içinde şeffaf bir sıvı vardı, kapağı açınca

yoğun bir gül ve keskin bir şeyin daha kokusu burnuna geldi. Parmağını uzatıp sıvıya

değdirecekti ki kapının açılma sesini işitti ve ayak sesleri duymaya başladı. Hemen

ilerideki duvarın arkasına saklandı karanlıkta görülmeyeceğini umarak. Kalbi hızla

atmaya başladı.

Biraz sonra bir erkek sesi duydu: “İksirler hazır mı?”

Milva, “Hepsi hazır efendim. Hem de istediğiniz kalitede,” dedi.

Adam birkaç adım attı. “Jilva ile Versus Bölgesine gönderin. Jaanus onları asilere

içirecektir. Jaanus’un yardımcı artık Letus oldu, o sizi bulacaktır.” Bir anlık bir sessizlik

oldu, bir cam sesi ve tok bir ses duyuldu. “Her zamanki gibi bunu sessizce yapın,

kimsenin haberi olmadan,” dedi aynı erkek sesi.

Milva’nın sesi acımasıza cevap verdi. “Nasıl isterseniz efendim. Şey… benim….”

“Emeğinin karşılığını alacaksın. Önce işler hallolsun.”

“Peki efendim.”

Ayak sesleri merdivende duyuldu ve giderek ses kayboldu. Birden bir kişinin daha sesi

geldi. Bu Jilva idi.

“Milva, bu iş bizi sıkıntıya sokuyor. Kaeren efendimize söylesen de…”

“Olmaz! Kaeren ve meclistekiler asla kabul etmez. Zarar görmek istemiyorsak yapmak

zorundayız. Hem böylece göze batmıyoruz, bize karışmıyorlar Jilva. Rozi’yi öğrenecek

olsalardı ne olurdu sonra, bizim bu işteki rolümüzü. Ya onun bir kırma olduğu ortaya

çıkarsa.”

***

Page 9: Beyaz gul-genc-kiz

Kırma… Kırma… Zihninde yankılanan bu kelimenin anlamını çocukluğunda Jorgus’un ona

anlattığı karanlık masallardan birinde duymuştu. Söylentiyi de tabii ki. Kırmalar, hasarlı

insanlar, doğmaması gerekenler... Gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı. Haykırmak

isteyerek boğazına sarıldı. Sesi çıkmıyordu. Kendinden nefret etti, Milva’dan nefret etti,

Jilva’dan, güllerden, her şeyden… Milva ve Jilva arkalarını dönmüş giderken Rozi ortaya

çıktı. Masanın üzerindeki düzeneğe atıldı ve hepsini yere doğru itti. Cam düzenek bin bir

şangırtıyla yere düşerken iksir de yere döküldü. Milva ve Jilva ağızları açık bir şekilde

kalakaldılar. İksire değmemeleri gerekiyordu ama iksir neredeyse tüm yere dağılmıştı.

Rozi ağlayarak yere çöktüğünde çıplak dizi iksire değdi. Acıyla kendini arkaya attı.

“Rozi geri çekil, o iksir zehirli!”

Konuşan Milva’ydı. Jilva koca bir torba yalıtoprak almaya gitmişti. Bununla iksirin

döküldüğü yerin üstünü kapatacak ve iksiri etkisiz hale getirecekti. Rozi kafasını iki yana

deli gibi sallamaya başladı. Onun annesi ve teyzesi… insanları zehirliyorlardı.

Dominuslar için insanları öldürmek üzere zehir üretiyorlardı. Hem de masum beyaz

güllerle. İçinde duyumsadığı bir güçle yerde yarı dökülmüş bir cam tüpü kavradığı gibi

Milva’nın üzerine attı. Kadın geri çekilmeye fırsat bulamadan yüzünün büyük bir kısmı

zehre maruz kalmıştı. Jilva elindeki yalıtoprağı düşürdü ve Milva’nın yanına koştu.

Rozi fırsattan istifade daha önce gözüne ilişen arka kapıya doğru gitti ve açınca önünde

ışıklarla aydınlatılmış bir uzun koridor çıktı. Genç kız arkasına bile bakmadan içindeki

öfke, kırgınlık ve boşluk ile nereye gideceğini bilmediği ve dahi umursamadığı bu

koridorda yürüdükçe yürüdü, yürüdükçe yürüdü.

Yolun en sonunda bir kapı daha vardı onu açtı…

***

Rozi karanlık bir yere çıkmıştı, bir köşe ve sonrasında evlerin bulunduğu bir avluya

doğru ağrıyan dizi ile birlikte üstü başı perişan halde yürüdü. Bir köşede durup dizine

baktı, dizinin üst derisi tamamen soyulmuştu ve etinin bir kısmı da siyahlaşmıştı. Genç

kızın midesi allak bullak oldu, içindekileri dışarı çıkardı. Hem üşüyordu, hem de

korkuyordu. Sokağın ucundan bir çocuk sesi geldi, iç paralayıcı bir şekilde ağlıyordu.

“Sustur şu çocuğu artık!” Kaba bir erkek sesi duymuştu.

Bir kadın sesi ağlamaklı bir şekilde cevap verdi. “Açlıktan ağlıyor. Ben de açım.”

Page 10: Beyaz gul-genc-kiz

Sesler alçaldı ama adamın şöyle dediğini duydu. “Ben de. Yarın ortak pazara gider bir

şeyler satarım.”

Rozi sokakları geçtikçe sefaletin farkına varıyordu. İnsanlar hala sokaklardaydı ve

çoğunun üstü başı perişan haldeydi. Birden bir karışıklık oldu. Bir genç erkek ve bir genç

kadın meydandaki heykele tırmandılar ve erkek kalabalığa hitap etmeye başladı:

“Versus Halkı… Halkımız… Sizi susturmalarına izin vermeyin. Bu ülkede siz de söz

hakkına sahip olmalısınız… Sabahtan akşama kadar canınızı dişinize takarak

çalışıyorsunuz, oysa ne oluyor sefalet içinde boğuluyorsunuz. Ses verin. Versuslar…

Sesinizi…”

Üniformalı giysili bir grup insan bu iki kişiyi indirdiler ve ağızlarını kapatarak

arabalarına doğru sürüklemeye başladılar. Gençler direndikçe onları götürenler daha

da sert davranıyorlardı. Rozi, Versus halkını bilmiyordu. Onların yaşadığını Jorgus’un

ona gizli gizli anlattıklarından biliyordu ama durumlarından haberi yoktu. Ağlayan

çocuklar, üstü başı pis ve yırtık insanlar, üzgün suratlar… Sanrıları da gittikçe

kuvvetleniyor, bir yandan da bilinci açılıyordu sanki. Acımasız bir güç onu bu yeni

dünyanın içine sürüklüyordu. Dominusları ve Minusları biliyordu ama Versuslar…

Onların bu sefil halleri ve Dominusların kolluk kuvvetleri üzerilerinde “Huzur Kuvvetleri”

yazan insanlar ile yeni tanışmıştı. Huzuru sağlamakla görevli olan bu insanlar çok

acımasızlardı. Rozi ise izole hayatında hiç şiddet görmemişti. Öne doğru atıldı:

“Bbbrakin onlari!”

Dondu kaldı. Konuşmuştu. Ağzını eliyle kapattı, şaşkınlıktan eli ayağı birbirine dolandı.

Şimdiye dek binlerce kere denemişti ama yapamamıştı. Şimdi ise bir şeyler söylemişti!

Konuşabilmişti! Huzur Kuvvetleri’nden iki kişi ona doğru geldiler, daha kaba olanı sordu:

“Sen de kimsin küçük versus pisliği?!”

Rozi adamın gözlerine direkt baktı ve korkusuzca cevap verdi: “Rroozi.”

Adam hastalıklı bir kahkaha attı. “Rroozi! Rroozi de ne halt oluyor be?!”

“Milva Fanus… onun yani kalıyordu, kızı ben.”

Page 11: Beyaz gul-genc-kiz

Adamın suratı birden ciddileşti. Fanus ailesini duymuştu. Dominuslar için çalışıyorlardı,

ama onun bir kızı olduğunu duymamıştı. Kızı kolundan tuttu. “Gel bakalım Fanus, seni

annene götürelim…”

***

Milva, yanmış yüzüne panzehri sürmüştü, bir kısmı geçmişti ancak yine de suratında açık

pembe büyük bir leke kalmıştı. İçinden lanetler okudu, kızı hiç almamalıydı. Jilva o kızın

kim olduğunu söylemişti; o da babasını bilmiyordu, kimse bilmiyordu ama yine de kızı

almamalıydı! Kendi kızı ölmüş, Rozi’yi onun yerine koymuştu. Şimdi inanmak istemese de

bunca yılın üstüne kabus gerçek oluyordu. Bu kız herkese zarar verecekti. Kaçamazdı

artık. Huzur Kuvvetleri’nin başı olan Kaeren bahçesine geldiğinde adamın sert

bakışlarından her şeyi anladı.

“O kız zararlı, derhal öldürülmeli!”

Kaeren gelip Milva’yı kollarından tuttu. “Milva Fanus, Averdas Ülkesi adına tutuklusun.

Suçun ülkene karşı gelmek. Cezan ise infaz.”

***

Genç kız içinde kaynayan duygularla boğuşuyordu. Atak yeniden geldi. Düşünceler yine

zihnine üşüşmeye başladı. Bu sefer ağzından da dökülüyordu bu sözcükler:

“Öldür onları! Onlar seni öldürmeden sen öldür onları! Ailenin intikamını al! Annenin,

babanın… Onlar sadece aşkın kurbanı değiller, masum bildiklerinin de kurbanı onlar…

Şimdi… öldür onları!!!”

Elleri alnının iki yanını kavradı, başı zonkluyor, boğazı yanıyordu. Kalbi deli gibi hızla

atmaya başladı, neredeyse göğüs kafesinden fırlayacak gibiydi. Kızı özel bir şeyle

yıkadıklarından saçlarının beyazı ortaya çıkmıştı. Onun kırma olduğunu biliyorlardı,

kimin kızı olduğunu da.

***

“Onlara işkence ediyorsunuz. Onları öldürüyorsunuz.”

Rozi’ydi bunları söyleyen. Averdas’ın kralı Estas Kalkerus kıza bakınca kızını görmüştü.

Biricik kızı güzeller güzel Perlas’ı… Kızı kaçtığında onu bulmak için elinden geleni

Page 12: Beyaz gul-genc-kiz

yapmıştı. Dominus Casuslarını görevlendirmişti, kızının ilgili olduğu her yeri arattırmıştı

ancak kızını bulamadı. Kızını bulduğunda ise çok geçti. Perlas Kalkerus aklını yitirmiş

bir vaziyette sayıklıyordu. “Bebeğim… bebeğim” deyip duruyordu. Bebek düşüncesi

Estas’ı çılgına çevirmişti. Perlas’ı soylu dominus erkeklerinden biri olan Tetras ile

evlendirmeyi planlarken kızı başka birine gitmişti; ama bunun başka bir ırktan biri

olabileceği aklına bile gelmemişti. Kendi kızı yasak hükme karşı çıkmıştı.

Kraliçe İstas kızının hastalığına çare olması için tüm iyi şifacıları görevlendirmişti ancak

ne yaparlarsa yapsınlar kız gittikçe kötüleşti ve acı içinde delirerek kendini zehirledi,

bembeyaz fanus güllerinden yapılma zehir ile. Onlardan habersiz Minus evlerinden

birinde dominuslar için sarayda bahçıvanlık yapan Ulius adında bir genç de aynı

hastalıktan muzdaripti. Ulius da evden kaçmış ve aylar sonra parça pinçik giysileri ile

ormanın kenarında bir ağaca kendini asmış halde bulunmuştu. Ulius’un kardeşi ve

minusların gizli lideri Ilius ise bunu dominuslardan bilmiş ve bunu ödetmeye yemin

etmişti.

Perlas ve Ulius… İki aşık bile bile birlikte yasak hükme karşı gelmişlerdi. Ve Rozi yasak

hükme karşı gelenleri nasıl bir son beklediğini görecekti.

***

Genç kızın gözleri menekşe renginden siyaha dönmüştü, infaz odasında Milva ve Jilva

yan yana duruyorlardı. Kraliyet ailesi, Kaeren ve başcellat Tedius ve yardımcısı garip

görünüşlü Isirus da zindandaydılar. Estas, İstas ve oğulları, geleceğin kralı olacak –her

ne kadar henüz kendini kanıtlayacak cesareti göstermemiş olsa da- olan prens Ortas

bembeyaz saçlı ve kapkara gözlü kıza bakıyorlardı. Perişan halde görünen genç kız

kendi kendine bir şeyler mırıldanıyordu. Kötü, karanlık şeyler: “O geldi, her şey bitti; O

gülüyor, karanlığı seviyor; O kalacak, sizi alacak.” Kızın hastalıklı kahkahası zindanda

çınladı, Ortas ürperdi ve bir adım geri çekildi. Milva ise sessizce ağlıyor, kendine lanet

ediyor, sonra Rozi’ye bakıp onun bu haline üzülüyordu. Fanus bahçeleri yok olacaktı,

güller solacak her şey sonsuza dek yitecekti.

Estas öne çıkıp cellada ve yardımcısına infazın gerçekleşmesi için emir verdi.

Jilva bağırdı: “Perlas… Benim güzel Perlas’ım, aşkım. Onu çok sevmiştim. Onun kızı… ah

onun o menekşe gözlerinde onu gördüm. Onu öldüremezdim. Elveda benim güzel

Page 13: Beyaz gul-genc-kiz

Perlas’ım” Ses kesildi. Kan tahta düzenekten aşağı akıyor Jilva’nın gövdesinin önünde

bir kan gölü oluşturuyordu. Zindanın kapısı çaldı.

“Bu ne hadsizlik!” Estas resmen gürlemişti. Kaeren reverens yaparak kapıya gitti. Gelen

diğer yardımcısı olan kadın suikastçi Aneus’tu.

“Ne var?!”

“Bağışlayın efendim. Kralı görmem lazım. Versus Bölgesinde her şey çok karıştı.

Büyük bir isyan var. Huzur Kuvvetlerinden birçok askerimizi öldürmüşler. Ve…”

“Ve ne?”

“Efendim… Bir anda ne oldu anlayamadık. Minus’lardan da ayaklananlar var,

başlarında Ilius diye biri var. Krallık Hizmet Binalarını ateşe vermişler.”

Kaeren bir anlık büyük bir şok yaşadı. Hemen kralın yanına giderek durumu

bildirdi. Estas bunu tahmin etmişti, yıllardır kaynayan bir kitle vardı. Ne yaptıysa onları

durduramamıştı. En sonunda Milva ile anlaşıp şüphelileri sessizce zehirliyorlar ve Uzak

dağlara gömüyorladı. Ruhları her gün kabuslarında onu ziyaret ediyordu. Binlerce

kadın-erkek, genç-yaşlı, yetişkin-çocuk. Yıllar evvel infaz ettiği Versus liderleri Bartus ve

Laetus ile minus lideri Sifius ona her gece kabuslarında haykırıyorlardı, tıpkı

meydandaki gibi cesurca ve öfkeyle: “Tiranların sonu gelecek!”

Estas içindeki paniğe karşın sakin durmaya çalıştı, cebinden iksirini çıkarıp bir yudum

aldı, anında rahatlayarak Kaeren’e derhal duruma tüm Kraliyet Güçleri ile müdahale

edilmesini emretti. Başcellada infaza devam et işareti yaptı. Sıra Milva’ya gelmişti. Milva

hiçbir şey söylemeden bağını eğdi ve başı ile gövdesi birbirinden ayrıldı.

Şimdi kendi kendine söylenen Rozi de idi sıra. Genç kız bağlanmış ellerinden

kurtulamaya çalışıyor, yarı ağlıyor yarı ise gülüyordu. Jorgus ona fısıldamaya devam

ediyordu, zihninde her şey karmaşıktı ama tek bir şey netti: “Yasak hüküm, tek bir

durumda yok olur, karanlık zayıf hakim gücü esir aldığında ona yenik düşerse.”

“O geldi, her şey bitti; O gülüyor, karanlığı seviyor; O kalacak, sizi alacak.”

“Kapa çeneni.” Konuşan Prens Ortas’tı. Suratından tiksinme ve korku bariz bir

şekilde görülebiliyordu.

Page 14: Beyaz gul-genc-kiz

Rozi başını genç prense doğru kaldırdı, siyah gözlerini onu esir almak

istiyormuşçasına ona dikti ve anlaşılmaz bir şeyler mırıldandı. İkisinin gözleri bir

anlığına kenetlendi. Genç kız haince gülümsedi. Darbe geldiğinde kimsenin

duyamayacağı biçimde şunları söylüyordu: “Zalimler en zayıf noktalarından vurulsun,

mazlumlar şahlanıp zaferlere boğulsun!”

Ortas içinde garip bir şey hissetti. Sanki bugünden sonra farklı bir şey onu esiri

altına alacakmış gibiydi. Dışarıda bir patlama sesi duyuldu, ve insanların bağrışmaları

kulaklarına kadar ulaştı. Babasının boynu bir anda ona çok zararlıymış gibi görünmeye

başladı, o tombul boynu sıkmak bir ihtiyaç gibi geldi ve elleri terli tombul boyna

uzanırken dışarıdaki sesler gittikçe artıyordu.

“Beyaz bir gülün bile karanlık bir tarafı olabileceğini kim bilebilir? Kim bilebilir

sonsuz iyi nedir, ya da sonsuz kötülük kimdedir? Hangi diyarda olursa olsun, iyiler ya

da kötüler, zalimler ya da mazlumlar, kaybeden tek bir taraf olur genelde: masumlar. Ve

bazen sırf masum olduğunuz için ölürsünüz…”

BİRKAÇ SON VE MİLYONLARCA BAŞLANGIÇ…