bursa' da dünden bugüne -...

23
Bursa' da Dünden Bugüne Tasavvuf Kültürü-3

Upload: leque

Post on 11-Apr-2019

232 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Bursa' da Dünden Bugüne

Tasavvuf Kültürü-3

BURSA KÜLTÜR SANAT VE TURİZM V AKFI YA YINLARI

BURSA K.İTAPLIGI:17

Bursa'da Dünden Bugüne TasavvufKültürü-3

ISBN

975-7093-15 -7

Birinci Basım

Ekim2004

Y ayına Hazırlayan

Dr. Hasan Basri Öcalan

Kapak

Hicabi Gülgen

Baskı

F.Özsan Matbaası

İzmirYolu No:22 ı Beşevier-BURSA

Tel: (O 224) 44ı 33 82

e-mail:[email protected]

••

Açıkhava Tiyatrosu Yanı, Kültürpark-Bursa

Tel: (O 224) 234 49 ı2 (3 hat)

Faks. (O 224) 234 49 ı 1

E-posta:[email protected]

TÜKETİM ÇlKMAZINDAKi İNSAN

VETASAVVUF

• "* Zafer ERGINLI

Tüketim Çağının Genel Görünümü

Çağımıza getirilen eleştiriler, modern dünyaya bireycilik ve ilkesizliğin hakim olduğunun altını çizmektedir. Bu eleştirilerden bazılarına göre, bireycilik ve ilkesizlik, dünyaya anormal bir nitelik vermekte, günümüz insanını canavarlaştırmakta, birey dışındaki her türlü otoriteyi reddetmektedir. Bireyciliğe zemin hazırlayan temel unsur, bölünme ve çokluğun asıl kökü olan maddedir ve bu bölünme hayatın her aşamasında kendini göstermektedir [Guenon, 1986, 99-100, 106-107, 130 vd.].

Bireyciliğin dünyaya hakim hale gelmesiyle, sahip olma ve tüketim karakterleri arasında sıkı bir ilişki bulunmaktadır. Birbirinin zıddı iki eğilim olarak takdim edilen ve son iki yüz yıla damgasını vuran sahip olma ve tüketim olguları, önce insanı tahrip etmiş, onun karakteri üzerinde silinmez izler bırakmıştır [Fromm, 1992, 97]. Bireyde niceliğin niteliğe üstün gelmesi, her şeyden önce basitleşmesi demektir. Bu durum, bireyi diğer bireylerden koparmakta, "bireyleşme" adı altında tekbiçimleşmeye yol açmaktadır [Guenon, 1990, 60].

İnsanın aşırı tüketime yüreklendirilmesinin ardında, kendi benliğini gerçekleştirmesinin yerine hayat standartlarının yükselmesinin esas alınması gösterilmektedir [Illich, 89-90]. Öte yandan insanı, evreni ve tabiatı anlamak için, sadece duyuların yeterli olduğunu ileri süren varsayımların hakim olduğu ve bu hakimiyetin de tüketim çıkmazına yol açtığı ifade edilmektedir [Gürdoğan, 1987, 27-28].

Geçerli ekonomi anlayışlarında, isteklerle ihtiyaçlar arasındaki sınırlar kaybolmuş, istekler ihtiyaçların yerine geçmiştir. Buna bağlı olarak mutluluk, daha çok eşyaya sahip olmak ve daha çok harcamakla

• Y ard .Doç. Dr. KTÜ Rize ilahiyat Fakültesi Tasavvuf Anabilim Dalı

67

eşitlenıniştir. Ancak tüketim, insanın ihtiyaçları sınırını çoktan aşmış

olmasına rağmen, yine de insanı mutlu edememektedir.

Günümüze hakim olan davranış biçiminin sosyal yönüne bakıldığında şu gerçekler göze çarpmaktadır: Paylaşma olgusu yerine, "maddeye ihtirasla sarı/ma" anlamı içerisinde sahip olma olgusu: öne çıkmıştır. 'Bu da açgözlülüğü ve buna bağlı rekabeti daha çok beslemektedir. Bu çerçevede insanları tüketime sevk eden reklam mesajları, kişilerdeki sahip olma duygusunu harekete geçirmekte ve uyandırdığı mahrumiyet duygusu yoluyla tüketime yöneltınektedir [Çetinkaya, 105].

Zenginlik kültürü ve zengin davranışı, toplum üzerinde derin etkiler yapmakta, özellikle orta tabakalar üzerindeki tüketim tutkusunu daha da kamçılamaktadır. Zengin'in tutum ve davranışı, topluma örneklik etme niteliğine sahip olduğundan, zenginliği artırma politikalarının zenginleşme özentisini artırdığı, ancak kural tanımayan zenginleşme arzularının haksızlık, yolsuzluk ve huzursuzlukları çoğaltınaktan başka bir işe yaramadığı ifade edilmektedir [Gürdoğan, 1985, 77-78]. Ekraniara yansıyan zenginlik tutum ve davranışları, sosyal değişimleri olumsuz yönde etkilemektedir.

•• Tüketime yönelik üretim, zengin kültür için tasarlanan hizmetleri tekelleştirerek ihtiyaçları tatmin edilemeyecek hale getirmekte ve tüketimi bitmeyen bir susuzluğa dönüştürmektedir [Illich, 33, 98-99]. Böyle bir süreç, insandaki paylaşma, infak etme gibi duyguları ve dostluk, yardımlaşma ve dayanışmayı ortadan kaldırmakta, kişiler, sosyal gruplar, toplumlar ve devletler arası barışı da tehdit etmektedir. Paylaşmayı engelleyen cimrilik, ahlaki ve manevi gelişmeye engel olmaktadır [Abdülmennan, 1980, 513].

Tüketim kültürü, magazin ve reklam sektörü aracılığıyla pekiştirilen bencilliğin de etkisiyle rekabeti körüklemekte, böylelikle bencilliğin daha da artmasına yol açmaktadır. [Fromm, 1991, 163; Çetinkaya, 120-124]. Maddeye deyulan şiddetli rağbet, kişisel arzuları kamçıladığından,

kıskançlık, rekabet, sömürü ve düşmanlıkları da beraberinde getirmektedir [Gazzaü, 2000, III, 99; Orman, 74; Fromm, 1991, 121].

Günümüzde insanın kolay harcanabilir bir varlık olarak görüldüğü, bizzat batılı yazarlar tarafından da yazılır çizilir hale gelmiştir [Henry, 67-68]. Mevcut ekonomik yapıdaki kazanç ilişkilerine, taraflar arasında birinin kazanırken diğerinin kaybettiği bir dengesizlik durumu hakimdir [Illich, 29-30]. Artık dürüstlük, yerini sahip olma ve tüketme yolunda her yolu mübah görmeye bırakmış görünmektedir.

Özetle tüketim çılgınlığı, bireyleşme çukurundaki insan iç dünyasının, en görünür alan· olan madde üzerindaki yansımasından ibarettir. Hayatın amacı olarak görülen mutluluk, "maksimum hazza ulaşma" tarifi içinde ele

68

alınınca, ortaya çıkan tüm istek ve ihtiyaçların tatmin edilmesi arzusu bencilliği beslemekte, insanlar yalnız kendi çıkarlarını düşünmeye,

açgözlülüğe ve sahip olma ilitirasma kapılmaktadır. Alışkanlık haline gelen bu tutum ve davranışlar, önce kişilerin karakteri, daha sonra toplumun ayırd edici niteliği haline gelmektedir. Bu sürecin sonucunda endüstri çağının temel varsayım ve vaadleri de gerçekleşmiş olmamakta, böylece insanlık bir kısır döngüye hapsedilmektedir [Fromm, 1991, 19-20]. Bu süreçte en büyük zararı gören de bizzat insanın kendisi olmakta; bu zarar zamanla toplumları da etki altına almaktadır.

Dünyada çeşitli imparatorlukların aşırı harcama ve lüksün getirdiği fakirleşme ve ahlaki çöküşten dolayı tarih sahnesinden çekildiği

bilinmektedir. 1974 yılında New York'ta yirmi beş saat süren elektrik kesintisi sırasında hemen hemen bütün satış yerlerinin yağmalanması, tarihin, batı medeniyeti için de benzer sinyaller verdiğini göstermektedir [Gürdoğan, 1985, 39-40]. Bu çerçevede, 80'li yıllara kadar Türk toplumuna rengini veren temel niteliklerden kanaat ahlakının, yerini 80'lerden itibaren tüketime bırakmış olması [Çetinkaya, 50-51], ülkemiz insanı adına oldukça düşündürücüdür. iyiliği malda ya da güç ve kudrette değil, ahlak zenginliğinde arayan medeniyetimizin temel ilkeleri, manevi hayattaki bozulmanın er ya da geç maddi gelişmeyi de durduracağını öngörmektedir [Abdülmennan, 1980,466, 504].

Bu noktada şöyle bir soru sorulabilir: Acaba geçmişte ekonomik hayatımızın temel taşlarından biri olarak gösterilen ve bireyciliğin beslediği açgözlülük ve doymazlık hastalıkianna savaş açan tasavvuf düşüncesi, tüketim çıkınazı karşısında bir çıkış noktası gösterebilir mi? Bu soruya cevap aramadan önce, tüketim çıkmazını hazırlayan teorik çerçeveye, yani günümüz ekonomi anlayışiarına bir göz atmak gerekecektir.

Modern ekonomi teorilerine temel teşkil eden Protestanlığın, üretimi bir erdem olarak gösterdiği, sermaye birikimine katkı sağladığı, lüks tüketimi sınıriandırdığı ve tasarrufu zorladığı görüşlerine [Weber, 137-138]; Protestan ahlakın, bütün öğretisel temelleri saf dışı ederek ahlaki dinden tamamen kopardığı, böylece dinlerin de içinde bulunduğu geleneği ortadan kaldıran, fakat dinden de tamamen vazgeçemeyen bir yapıya büründüğü görüşleriyle karşılık verilmektedir [Guenon, 1986, 108]. Bunun daha ileri noktası da, "bırakınız yapsınlar" felsefesinin bireysel özgürlüklerin kuralı haline gelmesi, bununla da kalmayarak materyalizmi körüklemekle inançları ortadan kaldıran bir ortamı hazırlamasıdır [Malik b. Nebi, 115-116;Ulich, 93]. Gerçi, ekonominin "insanların ne istemeleri gerektiğini değil, ne istediklerini" inceleyen bir sosyal bilim dalı olarak görüldüğü ifade edilmekte, "ne istenmesi gerektiği'' sorusunun estetik, ahlak ve din; "ne isteneceği" sorusunun ise ekonomi bilimi tarafından cevaplanması gerektiği

69

ifade edilmektedir [Özel, 363]. Oysa tüketim sisteminin katalizörü konumundaki reklamlar, artık insanlara ne istemeleri gerektiğini öğreten birer buyruğa dönüşmüş, dolayısıyla tüketim, vazgeçilmez bir kültür haline gelmiştir.

Günümüzde artık bir çıkmaz halini alan bu kültürün üç anahtar kavramı göze çarpmaktadır: ekonomi, tüketim ve tüketici. Günümüz anlayışlarının ekonomi ve ekonomik faaliyet tanımında "kıt kaynaklar" "sınırsız ve rakip kullanımlar" "sınırsız ihtiyaçlar", "ihtiyaç tatmini'' "çok yönlü ilişkiler toplamı" gibi kavram grupları dikkat çekmektedir [Ülgener, 30; Özel, 361-363].

İkinci önemli kavram olan tüketim, "iktisadi mal ve hizmetlerin, insan ihtiyaçlarının doğrudan doğruya tatmin etmek üzere kullanılması" şeklinde tanımlanmakta, bedelsiz olarak elde edilen her türlü değer, iktisadi mal ve hizmet tanımının dışında tutulmaktadır. Dolayısıyla tüketim, "tatmin duygusu'', "tatmin vasıtaları" ve "harcamalar" denilen üç temel ayak üzerine oturtulmakta [Aren, 7; Arslan, 181-182], böylece tatmini hedeflenen insan ön plana çıkmaktadır.

Ekonomi dilinde insana verilen "tüketici'' ismi de üçüncü önemli kavramdır. Bu insan psikolojik boyutuyla madde karşYsında bir tavra sahip olmakta, sosyal boyutuyla alışveriş ilişkileri içinde başka insanlarla karşı karşıya gelmekte ve maddi kaynakları kullanırken, gelecek kaygısı

taşımakta, yani maddeye zamansal ya da tarihsel bir boyutta yaklaşmaktadır [Ülgener, 30]. İşte tüketim, bu her üç boyutlada doğrudan ilgilidir ve bu üç boyut da birbirinden tamamen bağımsız olmayıp, sıkı sıkıya ilişkilidir. Bu üç boyuttan ilki olan psikolojik boyut, her zaman için diğer iki boyutta üzerinde de etkilidir. Üstelik insanoğlunun mal karşısında daima istekli oluşunda bu boyutun çok büyük rolü vardır.

Tüketen İnsanın Psikolojisi·

Burada şu soru sorulabilir: İnsanı tüketim çıkmazına sürükleyen şeyin kaynağı, maddenin bizatihi kendisi midir, yoksa insanın tabiatı mıdır? Sorunun bir adımı da şudur: Eğer mal karşısındaki tavır insan tabiatından kaynaklanıyorsa, buna etki eden şey insanın özünde midir, yoksa kültürlenme sonucu elde edilen yapı mıdır?

Sorunun birinci adımına cevap veren İslam'ın temel kaynakları, insanın fıtratı itibariyle mala düşkün bir yapıda olduğunu ifade etmektedir [Al-i İmrfuı 3/14; Adiyat 100/8; Kehf, 18/46; Buhar!, Rikak, 10; Müslim, Zekat, 116, 119]. Bu yapı üzerindeki tasvirler, aşağıda görüleceği gibi, mutasavvıflar tarafından da incelenerek daha ileri noktalara götürülmüştür. Esasen dünyanın ve dünyevi işlerin devamını sağlayan da bu yapıdır [Gazzall, 2000, nı, 277, V, 198; Orman, 79-80]. Ancak, insan, zaman zaman

70

bu yapıya bir sınır çizemediği için büyük bir açgözlülükle dünyayı cehenneme çevirmektedir. İşte günümüzde karşılaşılan sorunların kaynağında tüketim açlığı ve dizginlenemeyen bu tutkular yer alır [Gürdoğan, 1985, 142-143; 1987, 29].

Mutasavvıflarla yakınlığı olan zahidler, genellikle malın tabiatında insanı büyüleyici bir taraf olduğunu kabul ederler. Tasavvufta da, insanı manevi hedeften saptıran her türlü varlık "dünya" diye adlandırılır. Arapça kökü itibariyle "alça!C' ve "aşağı" gibi anlamlara gelen dünyanın dış yönünü mal, mülk ve mevki, iç yönünü ise insanın özündeki eğilimler oluşturur [Muhasibi, 1986, 248-249; Gazzall, 1994, 42]. Mevlana'nın tabiriyle gerçek anlamda dünya "mal, mülk vs. değil, kişiyi Allah 'tan uzaklaştıran her şey"dir. Ancak bu son yaklaşım, konunun insan iç dünyasından bağımsız olmadığı fikrini taşımaktadır. Sı1filer genel olarak konunun tamamıyla insanın iç dünyasında kilitlendiği, zühdün doğrudan doğruya insanın iç dünyasında başlayıp bittiği sonucuna varmışlardır. Buna gare, mal ya da servet, fayda ve zararı bir arada içerir, dolayısıyla sadece iyi ya da sadece kötü olarak nitelenemez. Dolayısıyla mal ve servet, bazı durumlarda iyi, bazı durumlarda kötü olur [Mekkl, I, 532, n, 41; Gazza.li, 2000, n, 78 vd.; Orman, 98]. Demek ki bir şeyi iyi veya kötü yapan şey, sadece o şeyin kendisi değildir. Bazı şeylerin iyi ya da kötü olması, insan iç dünyasının kalitesine göre belirlenir. O halde insanın hedefi, dünyayı terk edip ruhbanca bir hayat yaşamak değil, dünyayı bir amaç olmaktan çıkarmaktır.

Sorunun ikinci adımıyla ilgili olarak, günümüzde yaygınlaşan bazı görüşlere göre, insan eşyayı doğrudan algılayamaz. Eşyanın algılanışında belirleyici olan şey, bireyin geçirdiği kültürel süreçtir, öğrenmedir, yani çevresel etkiler altındaki bireyin kendisidir [Fromm, 1991, 122]. Sufiler, bu kültürel süreçlerin önemini inkar etmemekle birlikte, daha çok nefsin niteliklerine ağırlık verirler.

Sufi yazariara göre, tasavvufun hedeflerinden biri de, bireycilik yüzünden kişinin kendisini fıziksel boyuta hapsetmesinin getirdiği kısır

döngüyü kırmaktır. İşte tüketim çıkmazının psikolc~ik temelini oluşturan şey de bu kısır döngüdür. Tasavvuf düşünce ve yaşantısı, maddeye değil, sahibine kul olmayı, gösteriş harcamalarına karşı çıkmayı, her konuda olduğu gibi, eşya karşısında da kontrollü olmayı öğreten unsurlarla yoğrulmuştur. Bu süreç, böyle bir çıkınaza yuvarlanan insanın, kendisini ve kendisini oluşturan çevreyi tanımasıyla başlar. Yani her şeyin başında, yaşantıyı etkileyecek doğrudan bir bilgi (marifet) gelir. Dünyaya bağlanınayı engellemenin yolu dünyayı iyi tanımaktır. Dünyayı tanımak da, ondan ve ona düşkün olan kimselerden uzaklaşmayı gerektirir [Muhasibi, 1991, 1 12]. Dolayısıyla tasavvuf düşüncesi, belli bir noktaya kadar insanı çıkınaza

sürükleyen kültürel ve sosyal çevreyi de hesaba katmaktadır.

71

Son tahlilde problemin çözümlenebilmesi için, insanın eşyaya bakışını belirleyen iç yapısını ve bu yapıyı oluşturan kültürel süreçleri sorgulamak gerekmektedir. Bu da, kişiyi tüketim çıkmazına sürükleyen varsayımların değiştirilmesi gerektiği sonucuna götürecektir.

Günümüzün tüketim çıkınazındaki insanı şöyle tasvir edilm(;iktedir: doyumsuzca isteyen, kolaylıkla fıkir · değiştirebilecek kadar değişken, tamamıyla pasif, uyuşuk, kafası karışık, geleneksel gerçeklerden uzak, değerlere kayıtsız, içinde bulunduğu anda kişisel yetersizliklerini kapatabileceğini düşündüğü şeyi elde etmek için kolaylıkla ikna edilebilen bir insan tipi [Henry, 65-66]. Bireyciliğin somut görünümü olarak adlandırılabilecek bu portre tahlil edildiğinde, ben-merkezcili.k, açgözlülük:, değer tanımazlık, kişilik zaafı ve bu zaafın köklü bir şekilde değil, pansurnan tedbirlerle, yani yine madde yoluyla kapatma eğilimi fark edilmektedir. Tatminsizlik ve çırpınış içindeki bu insan, hiç büyümeyen bir bebeğe benzetilmektedir. Bu psikolojinin son nl)ktası şudur: "Ben sahip olduğum ve tükettiğim şeyler dışında bir hiçim!" [Fromm, 1991, 50-51]

Tüketim çıkınazındaki insanın iç dünyasına hakim olan duygu ve düşünceler bununla kalmaz. Bireyleşmeyle sıkı sıkıya ilişkili olan bencillik duygusunu körükleyerek insanı daha çok tüketmeye yönlendiren araçlar -•• günümüz için reklam faktörü-, insanı duygusal yönden yakalar ve yaşadığı hayattan memnun olmadığı duygusunu harekete geçirir. Böylece birey, hayatında bir eksiklik duyar ve ürünü tüketmekle hayatının daha iyi olacağına inanır. Yani reklam, insanda, kendisinde bulunmayan şeyin huzursuzluğu üzerinden hedefıne ulaşır. Bu mesajda gerçekle gerçek dışı birbirine karışmıştır [Çetinkaya, 100, 123].

Tüketim ideolojisi tüm dünyayı yutma arzusuyla doludur [Fromm, 1991, 50]. Nitekim adına nefs-i emmlire denilen iç dünyamızın canavarının en büyük başı dünya sevgisidir [Eşrefoğlu, 202]. Bu da, böyle bir insanın psikolojisinde kanaat ve şükür duygularına yer kalmadığını göstermektedir. Şükür eksikliği ya da şükürsüzlük:, elindeki nimeti yeteri kadar tanıyamamakla ilgilidir. Dervişler bunun, nimetin sahibine karşı kusur ve gaflet olduğunu vurgularlar [Mekki, I, 420]. Nimeti tanımayan ve şükrü unutan günümüz insanı nimete sabretmeyi de becerememekte, onu ya gereksiz yerlerde harcamakta ya da kötü yollarda kullanmaktadır [Sühreverdi, 280].

Yapı itibariyle kolayı zora tercih etmeye yatkın olan insanın [Beled 90/11-12] en ufak bir kanaat ve şükür kırıntısı bile, reklam mesajının etkisi altında dumura uğramaya mahkUm hale getirilmektedir. Oysa insan, sahip olmanın hayatın belli bir parçasıyla kısıtlı olması yüzünden, her şeye sahip gibi görünse de gerçekte hiçbir şeye sahip değildir. İhtiras sahibi kişi hiçbir

72

zaman yeterli şeye sahip olamaz, mutluluk, hoşnutluk ve doyuma ulaşamaz [Fromm, 1991, 116, 163].

Mutasavvıflar kavgaların temelinde bütünü görememenin, kendi benliğine takılmanın, yani bireyciliğin ve maddi boyut dışına çıkamamanın yattığını söylerler. Tasavvufta insanın doymazlığı "şereh", açgözlülüğü "tamah" olarak adlandırılır. Tamalı ve hırs "sürekli fakir/ik" getiren bir duygudur [Muhasibi, 1991, 38]. Hırsın getireceği fakirlik, farklı bir boyutta da olsa, günümüz aydınlarınca üzerinde durolan bir konular arasındadır. Servet düşkünlüğünün kültüre yerleşmesi modem yoksulluğu getirmektedir [bk. Illich, 32]. İnsandaki hırs ve tamaha sebep olan şehvet, günümüzde genel olarak anlaşıldığı gibi, sadece cinsel arzuyla sınırlı bir duygu ya da güç değildir. Şehvet, nefsin arzu duyduğu şeye ulaşmak için harekete geçmesidir [Gazzali, 1983, 77]. En alt basamağında beslenme, üreme ve büyüme gibi bitkisel dürtüler yer alır. Hedef bunların yok edilmesi değil, insanın, dünya hayatını sürdiirmesine yardımcı olmaktan öte bir değer taşımayan bu yönlerine aşırı derecede sapianmasını engellemek ve onu bu sapiantıdan kurtarmaktır.

İnsanın bu bitkisel yönüne sapianma sebebi, buna eğilimli bir tarzdaki yapısıdır. Bu yapıda yer alan eğilimin genel adı, nefsin temel niteliği olan hevadır. Reva, insanı sürekli olarak kötülüğe götürür [Hucviri, 321-322]. Bu niteliklerinden dolayı, insandaki nefıs, eğitilmediği sürece kötülüğün kaynağı olarak kalır. Demek ki insan başı boş bırakılması halinde, sonu gelmez bir hırsla, dünyayı ele geçirecek bir yapıya sahiptir.

İnsanı aldanışa sürükleyen durumlardan biri de geçici rahatlık duygusudur. Tüketim sürecinde, kişinin tükettiği şeyin elinden alınamaması, tüketen kişinin korku duygusunu azaltmaktadır. Ancak korkuyu azaltan madde, tükendiği andan itibaren kişiyi tatmin edemez hale gelmekte, bir kısır döngü oluşturarak tüketimi daha çok kamçılamaktadır [Fromm, 1991, 50-51]. İşte reklam ve magazİn, kişiyi, canlı ve cansız çeşitli araçlarla, bu duygu üzerinden harekete geçirir, kişide, toplum içerisinde yer edinebilmesi için tüketmesi gerektiği sanısı oluşturur [Çetinkaya, 78].

İnsandaki sahip olma güdüsünün güçlü olmasının bir sebebi de "ölümsüz/ük duygusunun tatmini''dir [Hümeze, 104/3]. Kişi, kendini sahip olduğu şeylerin bütünlüğü olarak kabul edince, onların yok olmazlığı, kendisinin de ölümsüzlüğünü sağlayacaktır. Eski Mısır'daki mumyalama ve piramit kültürüyle, günümüzde ölmeden önceki "son iste/C', bunlara örnek olarak gösterilmektedir. Böylece, ölümünden sonra da malı üzerinde tasarruf edecek ve ölümsüzlüğü elde etmiş olacaktır [Fromm, 1991, 123-124]. Nitekim insan da ölümsüzlük vaadine kanarak cennetten uzaklaştırılınasına sebep olan hatayı işlemiştir [Araf, 7/20; Çetinkaya, 107]. İnsanın

73

ölümsüzlüğe hasreti ve bu duygusunu bilinçsiz bir biçimde, madde yoluyla tatmine çalışması, günümüz insanının dikkate değer bir özelliğidir.

Gerçi maddenin maneviyata, niceliğin niteliğe üstüq kılındığı bir ortamda ölümsüzlüğe özlem duymanın bir paradoks oluşturduğu

söylenebilir. Bu noktada şunu ifade etmek gerekir: Kendi özel yapısı

içerisinde İslam ve tasavvuf düşüncesi, insanın ölümsüz bir öz 'taşıdığı, dolayısıyla ölümsüzlük düşüncesinin, insanın doğasında var olduğu

konusunda genel olarak fikir birliği içindedir. Nitekim, tüm insanlığın dini ve ahlaki tecrübesi göstermektedir ki, insan manevi ve ahlaki değerlerin kaybolmasını kabullenmek istememektedir [Koç, 222-225]. Kaldı ki, ruhun ölümsüzlüğü hakkında ileri sürülen görüşler gibi, fena-beka anlayışları

bunun en çarpıcı örnekleri arasında yer alır. Ancak ölüm duygu ve düşüncesiyle yüzyüze gelmeden ve bunlarla hesaplaşmadan ölümsüzlük duygu ve düşüncesine varmak da mümkün değildir. Ölümü görmezden gelmek ve g0zden kaçırmak, günümüze hakim olan kültürlerin ayırd edici nitelikleri arasında yer alsa da insan, ölümü hayattan uzaklaştırdıkça dünyayı cehenneme çevİrınektedir [Gürdoğan, 1991, 41].

İki dünya savaşının ardından, günümüze damgasını vuran felsefe, modern ve radikal hedonizmdir [Fromm, 1991, 19; Çetinkaya, 104-105]. Yani tasavvuftaki ibnü'l-vakt anlayışının bir çeşit' tersine çevrilmesi durumuyla karşı karşıyayız. "Anı yaşa" ifadesi, günümüzde daha çok, hayatın ve geçen günlerin bir daha geri gelmeyeceği düşüncesiyle, canının istediğini yapmak olarak anlaşılmaktadır. "Hayvanlar gibi özgür olmak:' fikri de buradan gelmektedir. Bu fıkrin ardında, tasavvufta adına "tul-i emer' denen duygu yer alır. Bu duygunun ardından, her türlü iyiyi bir kenara atma, bu düşünüş tarzını alışkanlık haline getirme, maddeye karşı aşırı tutkulu olma ve bu karakterin kalıplaşması gelir [Gazzal'i, 1994, 97; Uludağ, 1996, 537].

Tasavvuftaki ibnü'l-vakt anlayışı ise, insanın her anının hakkını

vermeyi gerektirir [Ülgener, 110; Uludağ, 1996, 257; Cebecioğlu, 1997, 382]. Bu şöyle de ifade edilmiştir: "Sen içinde bulımduğun zaman diliminin sana yük/ediği görevleri yaşamakla mükellefsin Dün geçti. Yarının ne olacağı bilinmez. Dem bu dem, an bu andır." [Cebecioğlu, 2001, I, 70]

Ölüm ve ölümsüzlük karşısında insan tavrını belirleyecek temel disiplin, ölümün öncesi ve sonrasıyla ilgili soruların cevaplarını içinde taşıyan dindir. Tüketim kültürünün insana verdiği aldatıcı ölümsüzlük duygusunun, insan içindeki boşluğu daldurmakta yeterli olmadığı,

günümüze hakim olan manzaradan açıkça görülmektedir. Tasavvufta dünya sevgisinden kurtulmanın yolu ölümü hatırlamaktır [Eşrefoğlu, 202-203]. Diri bir hayata sahip olmanın yolu olarak nefsin disiplin altına alınabilmesi

74 1

t

için zühde yönelmek, terk ahlakıyla ahliiklanmak, kötü ahlakı yenerek iyi ahlaka sahip olmak ve fiini olduğunun bilincine varmak da "ölüm" kavramıyla açıklanır [Demirci, 10].

İnsan, oto-kontrole yönelmedikçe, kendisini tüketime sevkedecek dış etkilere açık durumdadır. Çünkü açgözlülüğün insanın iç dünyası ve edindiği kültürle ilgili olduğu hususu, en azından reklamcılar tarafından da tespit edilmiş olduğundan, bu sektör, insanları tüketime sevketmek için, modern psikoloji teorilerinden yararlanarak faaliyet gösterir. Nitekim, tüketim davranışını açıklamada psikolojik davranış teorileri, insan davranışlarını

şekillendiren kişisel özellikler üzerinde durmakta, insanların ihtiyaç ve güdüleri, öğrenme süreci, kişiliği algılama yapısı, tutumları ve inançlarını, bütün bunlara bağlı olan davranışlarını ele almaktadır. Bu konudaki veri ve bilgiler, kişilerde belli bir mala ihtiyaç hissettirmeyi, bu ihtiyaçla ilgili mesajlar göndererek satın almaya yönlendirmeyi sağlamakta

kullanılmaktadır [Dinçer, 176]. Nitekim reklam bilgilerinin hf}r şeyder. önce psikolojinin uğraşı olduğu açıkça ifade edilmektedir. Bu çerçevede şartlı refleks anlayışı, motivasyoncu yaklaşımlar [Mattelart, 60-62], bilinçaltı

teorisi, öğretme ve bilinçaltını etkileme yolları, ayrıca ortak bir dil üzerinden tüketimi hıziandırma yollarıyla bilhassa normal zekanın altındaki maddeye kolay bağlanan insanların tüketime yönlendirilmesi sağlanmaktadır [Çetinkaya, 90, lll, 128-129, 130].

Kişinin iç dünyasındaki zayıflık mesajdan doğrudan doğruya değil, dalaylı yollardan etkilenmesini de getirebilmektedir. Bu da tüketici davranışında sOsyolojik teorilerce ele alınmaktadır. Yani kişinin ihtiyaçlarını, güdülerini, tutum ve davranışlarını, geniş ölçüde içinde yaşadığı sosyal ortamın şekillendirdiği varsayımı [Dinçer, 177], fertleri, onları yönlendirecek sosyal çevre üzerinden tüketime yöneltıneyi

hedeflemektedir. Sonuç olarak insan benliğindeki sahip olma tutkusu, bilince gönderilen doğrudan ve dalaylı mesajlada tüketime yönlendirilmektedir.

İnsan davranışı açısından olaya bakıldığında şöyle bir tablo ortaya çıkar: Bu konumdaki bir insan, kendi zaafları yüzünden, kendisini eyleminin aktifbir öznesi olarak değil, bir ürünü olarak görme eğilimindedir. Bu tür bir davranış da ''yabancı/aşmış aktivite" olarak adlandırılmaktadır. Yani kişinin eylemlerini kendisi değil, kendi dışındaki güçler yönlendirmektedir. O zaman kişinin ben'i, eylemlerinin sonucundan ayrılmış olur. Ama çoğu kez bunun böyle olduğunun farkına varamaz, hipnozlu kişinin kendi iradesiyle hareket ettiğini sanması gibi bir yanılgıya düşer [Fromm, 1991, 133-134]. Bu yabancılaşmış aktivite, insanın dışındaki çeşitli güçler tarafından kullanılır.

75

Tüketime kapılmayı ve köleleşmeyi getiren psikolojik etkenierin başında insanın tüketici olarak doğduğu ve bütün hedeflerine satın alarak ulaşabileceği düşüncesi gelir. İnsan bir kez bu sürece kendini kaptırınca, ekonomik modellerin gerçek kullanım değerlerini görmezlikten gelmeye başlar. Oysa insan için ihtiyaçlarının farkında olmamak ve ihtiyaçlarını tespit etme noktasında başkalarının etkisi altında kalmak ciddi bİr anti­sosyal davranış olarak görülmektedir [Illich, 60, 66-67].

Buna karşı önerilen yabancılaşmamış aktivite ise kişinin kendini eylemdeki özne olarak yaşaması, yani aktivitesinde kendi güç ve yeteneklerinin dışa yansıması, kendi aktivitesi ile bir olmasıdır. Asıl verimli olan eylem de budur [Fromm, 1991, 135]. Ancak böyle bir aktivite, özgürleşmiş bir bilinç yapısına sahip olmayı gerektirir.

Özgürlüğe Doğru

Özgürlük nedir, neye karşı ve niçin olmalırtır? Güntimüzde çok farklı anlaşılan özgürlük kavramı için, bu sorular hayati sorulardır. Çünkü bugün, bir ara çokça moda olan "kuşlar kadar özgür olma/C' deyimi unutulmuş, artık "hayvanlar kadar özgür olma/C' şeklindeki bir olgu, kendilerine "aydın" denilen kişilerce savunulabilir hale gelmiştir. Oysa bazı modern dünya düşünüderi tarafından anlaşılan özgürlük, bu anl:ışılandan çok farklı bir anlamdadır. "Key.fince yaşama/C' olarak anlaşılan türde bir özgürlük, sufilerin dilinde "nefte esir olma"nın ta kendisidir. Modern düşünürlerden bazılarının anladığı anlamda özgürlük "insanın kendi öz yapısına uygun gelişme imk{mına sahip olması" demektir. Bu özgürlüğe giden tek yol, "içsel bağımsızlığa u/aşmaktır." [Fromm, 1991, 120-121]

Buradaki özgürlük kavramı, eşya karşısındaki tutum itibariyle tasavvuftaki hürriyet kavramını hatırlatmaktadır. Tasavvuf tariflerinden biri de "hürriyet'tir [Hucvlr1, 123]. Yaratıcı 'ya kulluğun son noktası olan hürriyete ulaşmanın şartı, iç dünyanın temizlenmesidir [Serrac, 364; Kuşeyr!, 364-365]. İnsan nefıs, hevft, şehvet, dünya, gurur ve şöhret gibi iç dünyasını tahribata uğratacak her türlü duygu, düşünce ve araçtan bağımsız hale gelmelidir [Ankarav!, 248]. ·

Ahlaki gelişim ve özgürlük için, istek, öfke ve farkındalık gibi, hayvanlarla ortak olduğumuz duygulara ek olarak, bizi onlardan ayıran iki temel unsur daha gereklidir: bilgi ve irade [Gazzali, 2000, IV, 101 vd.; Orman, 71-72]. Tasavvufta irade kökünden gelen mürfd kavramı, değişimi kendi istek ve iradesiyle kabul etmenin, dolayısıyla, memnun olmadığı

yönlerinin değişmesi uğrunda her şeye razı olmanın ifadesidir. Yani o, adetlerinden kurtulma iradesi ortaya koyabilmiş, şehvet ateşine karşı, kendisini irade ateşine atabilmiş kişidir [Kuşeyr1, 345-347]. İrade, insanı

76

dünya karşısında tavır almaya götürecek bir uzaktaşma ( vera) yoluyla güçlendirilebilir [Muhasibi, 1940, 9; Kuşeyri, 247 vd.].

İnsanın, iradesini ortaya koyarak insani zenginliklerini geliştirmesi, maddeye yakın olan "sahip olma"ya karşı, insana yakın olan "olmalC' kavramıyla ifade edilir. Mistikler, "kendini boşaltma/Ç' ve "yoksullaşma/Ç' kavramlarının bunu ifade ettiğini söylerler. Olmanın önündeki engeller; sahip olmak, dolayısıyla maddeye yakın ya da saplanmış olmak, maddesiz yapamayacağı sanısına sahip olmaktır [Fromm, 1991, 130-132]. "OlmalC', modern düşünceden farklı olarak tasavvufta bilmek ve bulmaktan sonra gelen en son aşamayı ifade eder. Madde karşısındaki bağımlılık, "olmalC' önündeki en büyük engeldir.

Kalpten dünya sevgisini silmek sorumluluk duygusunu besler. Böylece sorumlulukları karşısında dünya önemini yitirir. Her şeyden önce gereken sabırdır. Kişi, karşısına çıkan engeller karşısında ayak dirediği oranda başarıya ulaşır ve zamanla sabır onun karakteri haline gelir [Sühreverdi, 280]. Dünya sevgisini silmeye yardım edecek diğer aletler de, sadece fakr, eşya azlığı, oruç, namaz, hac ve mücahede değil, aynı zamanda bunlara eşlik eden tefekkür, emel i azaltmak ve tokgözlülük, tevbe, manevi ve maddi boyutlarıyla temizlik (taharet), tevazu, takva, sürekli hüzün (hiizn-i daim) gibi araçlardır. (Muhasibi, 1991, 100)

Tüketim ekonomisinin hakim olduğu toplumlarda fedakarlık duygusu ortadan kalkarken, dünyayı hiçe sayınayı ilke edinen dervişlik kültürü, eldekini çoğaltınayı değil, paylaşmayı temel alarak tüketim ekonomisine karşı koymanın yolu haline gelir [Gürdoğan, 1985, 141;1991, 126-127]. Gerçek zenginliği malda ve mülkte değil, gönül zenginliğinde gören bir dinin [Buhari, Rikak, 15; Müslim, Zekat, 120; Tirmizi, Zühd, 40; Debbağoğlu, 209] mensupları olarak mutasavvıfların dünya karşısında bir umursamazlıkları, sufi ve tasavvuf tariflerine de yansımıştır. Tek bir tarifi bulunmayan tasavvuf, "nefs in hazlarını terkeden", "Allah 'ı tercih eden ve Allah tarafindan da tercih edilen", "dünyayı arkasına atan", "istemekle yorulmayan, elinden bir şeyin alınmasıyla kırılmayan", ''yoklukta sükiineti bozulmayan, varlıkta fsar eden", yani başkalarını kendisine tercih eden, "malik ve memliik olmayan", yani bir şeye sahip olmadığı gibi, kendisine de hiçbir şeyin sahip olamadığı ya da her şeye sahip olsa da, hiçbir şeyin kendisine sahip olamadığı kişilerin yoludur [Serrac, 24-25; Kelabazi, 6 vd., 63; Kuşeyri, 452].

Malın varlığı ve yokluğu karşısında sevinç ya da üzüntü duymayacak bir kayıtsızlığa erişebilmek ideal bir tutumdur [Gazzall, 2000, IV, 235; Orman, 1 05]. Nitekim günümüzde de tüketim ve azgelişmişliğe karşı kayıtsızlık ahl§.kı önerilmekte, mevcut eğilimin tersine çevrilmesinin tek

77

yolu olarak, "kabul ettiri/miş çözümlere, yine bunları gerekli kılan talepleri değiştirebilmek için aldırış etmemeyi öğrenmek" gösterilmektedir. Buna göre, "sadece özgür insanlar kendi zihniyetierini değiştirebilirler" [lllich, 108-109]. Bu tavır, tasavvuftafiitüvvet ve hürriyetle iç içe olan melamet tavrıdır. İkiyüzlülüğe karşı ihHisı öne çıkaran ve insanların kınarnş.larına aldırmayan melfuni tipi [Sühreverdi, 48], sahip olma ve tüketim kültürünün esir aldığı kitlelerin, kendisini tüketime kaptırmadığı için sade bir hayat yaşayan kişileri küçümseyip kınarnalarma aldırış etmemeyi günümüz insanına öğretebilir. Melami, bir yandan dünya ticaretiyle meşgul olurken, diğer yandan Hakk'la meşgul olmayı, dolayısıyla Hakk'la meşguliyeti sayesinde ticari hayatta da temiz kalmayı ilke edinmiştir.

Olmak için maddeden uzaklaşıp sıyrılmanın tasavvuftaki genel adı zühddür. Zühd, dünyaya ve dünyalığa sahip olmamak, yani sahip olunmayan şeye rağbet etmemek değil, sahip olunan varlığa da bağlanmarnak; zahid ise bir şeye sahip olmayan deği!, hiçbir şeyin kendisine sahip olamadığı kimsedir [Kelabazi, 65; Mekki, I, 534; Kuşeyri, 252 vd.].

Zühdün bilgi yönü, insanın maddeden uzaklaşmasının doğru tavır olduğunu bilmesi, eylem yönü ise, maddeden uzaklaşarak Allah'a yönelmesidir [Gazzali, 2000, IV, 266 vd.; Orman, 85 .. 86]. Nitekim fena­bekii, mahv/nehy-isbiit gibi kavramlardan anlaşılabilecek şeylerden biri dünyayı amaç olmaktan çıkarmaktır [Kuşeyri, 204-205; Hucvlri, 529-530; Sühreverdi, 31 0]. Zühdün bir uzantısı olarak "Allah 'tan başkasına muhtaç olmamak:' biçiminde tanımlanan ve kişiyi tevekküle götüren fakr ve "Allah 'tan başkasıyla huzura ermemek:' demek olan gma, "başkasını kendisine tercih etmek:' anlamına gelen fsar ile iç içedir [Hucviri, 301 vd.].

Zühd ve fakra eşlik edecek muhasebe, insanın kendisini, isteklerini, davranışlarını ve hedeflerini ve sonuçlarını hesap etmesini gerektirir. Bunun sonucunda kişi, davranışlarının geçmişteki yansımalarından da dersler çıkararak, yanlış davranışlarının iç dünyasındaki kaynaklarına ulaşabilir ve bu noktada gerekli değişiklikleri gerçekleştirme şansına sahip olabilir. Bu süreç içerisinde kötü arzularının (heva), davranışlarını oluşturan tutumlarını nasıl etkilediğini fark edebilir, kötü arzularını gemleyerek niyet ve tutumlarında belli bir düzelme sağlayabilir [Muhasibi, 1940, 12, 60; Gazzali, 2000, V, 138-139].

Muhasebeye, "arzulara (heva) muhalefet etmek:' demek olan mücahede eşlik eder. Mücahede, bedeni istila eden istek ve tutkularla, bunların getirdiği alışkanlıklara karşı organize bir direnişi gerektirir. Bedene yapılan bu kısıtlamaların genel adı riyazettir.

Riyiizet, bilinci esaret altına alan her türlü maddi unsurdan kaçmaktır. Halvet ve uzlet, bedenin hareket, riyiizet ise nimetlerden hesapsızca istifade

78

etme serbestiyetini sınırlandırır. Y erne-içme, konuşma, cinsel hayat, dinlenme gibi doğrudan bedeni ilgilendiren ihtiyaçlar, fizik ve sosyal çevreyle ilişkiler sınırlandırılır. Kişinin bedeninden ve o ana kadarki kalıplarından sıyrılması, o güne kadar oluşturduğu manevi yapısını; kişisel paradigmasını, yani özetle kabuğunu kırması gerekir. Bunun yolu da nefsin bütün etki ve eğilimleriyle parçalanıp yeniden inşa edilmesinden geçer. İşte sözü· edilen bedeni kısıtlamalar bir amaç değil, bu hedefe yönelik birer araçtır.

Ancak, bu konuda aldanışlara düşülebilir. Bazen zühd ve inziva, samimi duygularla yapılmamakta, çok güçlü bir sahip olma ve tüketme arzusunun şekil değiştirmesiyle ortaya çıkabilmektedir. Sufilerin sıkça dile getirdikleri bu hususa günümüzde de işaret edilmektedir. Bazı durumlarda zühd ve riyiizet hayatında, tüketme ve sahip olma duyguları terbiye edilememekte, bastırılmaktadır. Böyle olunca kişinin ilgi alanı yine tüketme ve sahip olma olmakta, fakat bu arzu inziva kisvesine bürünmelctedir [Fromm, 1991, 126]. Böyle bir zühd gerçek zühd değildir. Gerçek zühd hevaya karşı gerçekleştirilen zühddür. Bu da nefsin terbiye edilmesini gerektirir [Mekkl, I, 532]. Zühdün hedefi, kişinin nefsine/kendi özüne karşı ziihid olmasıdır. Böyle bir zühdün göstergeleri arasında, söz ve davranışlarda hiçbir beklenti taşımayacak kadar saflık ve en ufak bir miktarda bile baş olma sevdasına kapılmamak yer alır [Kuşeyri, 255].

Riyiizetin bir şubesi olan yemenin azaltılması tutkuları zayıflatır, diğer bir şubesi olan az uyku iradeyi güçlendirir, üçüncü bir şubesi az konuşma ise kişiyi seliimet düzlüğüne çıkarır. En güç boyutu olan eziyetlere katlanmaksa kişiyi mutluluğa kavuşturur [Gazzall, 2000, m, 94 vd.]. En azından eziyetler karşısında kazanılan kayıtsızlık, kişinin hem mutsuz olmasını hem de başkalarını düşman gibi görmesini engeller.

Bu arada göz ve kulak başta olmak üzere, kişinin iç dünyasında kirlenmelere yol açabilecek mesajiara dikkat etmesi, hatta gerektiği yerde duyularİnı bu mesajiara kapalı tutması gerekmektedir. Çünkü kişinin algı "havuzu", mesaj bombardımanlarının oluşturduğu "nehirlerle" kirlenmekten kurtulamamaktadır. Bu nehirlerin iç dünyaya akması da duyular yoluyla olmaktadır. Riyiizet, .ahliikın temeli olan itidale, yani orta yola ulaşmanın aracıdır [Gazzall, 2000, m, 68 vd., 82 vd., 129 vd.; Orman, 74-75]. Riyazeti, kendini sorgulayabilmek ve ahiili dönüşümü sağlayabilmek için geçici olarak sosyal hayattan uzak kalmak demek olan halvet destekler.

Nefıs bir bütün olduğundan bedeni arzuları kısıtlayıp zihin dünyasını serbest bırakmak sonuç getirmez. Aynı zamanda bedeni kısıtlamaları destekleyecek manevi araçlar da gereklidir. Açlığa oruç, uykusuzluğa gece ibadeti, konuşma kısıtlaması ve sessizliğe zikir (hatırlama), halvet ve

79

yalnızlığa da tefekkür (düşünme) eşlik etmelidir. inançlı bir insan, gerçekte bir imkan, bir araç ve malzeme olarak gördüğü malın verdiği hazla değil, o malın hakkını vermek ve sorumluluğunu yerine getirmekle ilgilenir [Karakoç, 38]. Zikir doğruyu ve doğruyu emreden Yaratıcı'yı hatırlamaya, tefekkür hayatın, ölümün, geçmişin, şimdinin ve hesap verilecek qir uzak geleceğin, kendi benliğinin, Yaratıcı Kudret'in, etkileri ve sonuçlarıyla bu kudretin tezalıürlerinin düşünülmesine ve bunlardan ibret alınmasına

yardımcı olur.

Demek ki mutasavvıflar, madde karşısındaki kayıtsızlık ahlakına, bedeni kısıtlamalar ve zihn1 süreçlerin sağlayacağı bir bilinç farklılaşmasıyla ulaşılabileceği görüşündedirler. Zihin dünyasındaki arınma, ahlaki arınmayı beraberinde getirir ve ortaya çıkan ahlak bir denge ahlakı olur. Çünkü ahiakın hedefi, insanın zihin dünyasındaki sevgi, nefret, arzu, öfke, bilgi ve fikir gibi unsurlar arasında adaleti sağlamaktır [Gazzall, 2000, m, 68-71]. Bu d::ı her bir unsuru yerli yerine oturtmak ve bunları ker..di kişisel arzularının tatmini uğrunda değil, yüce değerler doğrultusunda kullanınakla mümkündür.

Dünyaya adalet dağıtaeağını ilan eden bir toplum, kendi iç dünyasında adaleti gerçekleştirmedikçe, zulniü yaygınlaştırmaki• ve kurumsal hale getirmekten başka hiçbir şey yapamaz. Dünyaya hakim olma ve kaynakları ele geçirme arzusuyla harekete geçirilen, bilinci sahip olma ve tüketim kültürü içerisinde şekillenmiş bireylerden oluşan ordular, karşılarına çıkan canlı ve cansız her türlü varlığı da tüketmekte, insan ve insanlık adına yapılmadık zulüm bırakmamaktadırlar. Savaş esirlerine bile insanca davranan ordular, ancak ve ancak hayatın en önemli amaçları arasında tüketmeyi ve öldürmeyi değil, yaşatmayı ve değer katınayı gören medeniyetlerin yetiştirdiği bireylerden oluşur. Bu birey, canlı varlıklardan başka, cansız varlıkların bile hakları olduğunu düşünerek, hiçbir varlığı kötüye.kullanmaz ve hakkını gaspetmez [Karakoç, 33-34].

Özgür İnsan Karakteri

Ahiili gelişme ve dönüşüm sonucunda, kendini beğenen, kibirli, sabır ve şükürden mahrum, doymaz derecede açgözlü, cimri, kendini düşünen, madde alanında yarışan, sahip olma ve tüketmeyi meziyet sayan insandan; mütevazı, sabırlı, şükreden, kanaatkar, hakkına razı, cömert, başkasını kendi yerine tercih edebilen, değer üretmek, dağıtmak ve iyilik yapmakta yarışınayı tercih eden bir insan ortaya çıkar.· Medeniyetimizde kanaat ve gönül zenginliği, gerçek zenginlik olarak anlaşılagelmiştir [Buhar!, Rlkak, 15; Müslim, Zekat, 120; Tirmizi, Zühd, 40; Debbağoğlu, 209]. "Çoğu

80

istemeden eldekiyle yetinmeR' ve "elde olmayana tamah etmemeR' olarak tarif edilen kanaat, aynı zamanda rızanın ilk adımı olan tasavvuf ahlakıdır [Serrac, 48; Kuşeyri, 299-300]. Bu husus, yeni bir fert ve toplum yapısı arayan batılılar tarafından daha yeni keşfedilmiş görünmektedir [Illich, 36-37].

Madde karşısındaki kayıtsızlık ve özgürlüğe giden yolda, kişinin

uğrayacağı duraklardan biri de tevekküldür. Tevekkül, çalışmayı ve tedbir almayı bir kenara bırakarak her şeyi başkasından beklemek demek değildir. Sufıler böyle bir tevekkül anlayışını eleştirirler ve gerçekte tevekkülün çalışıp kazanmayı engellemediği konusunda hemfikirdirler [Kuşeyri, 302' vd.; Gazzall, 2000, IV, 320 vd.; Orman, 93; Uludağ, 1996, 531-532].

Tevekkül cömertliği de kuvvetlendirir. Nitekim sevgi, cömertlik ve paylaşliİlın, sahip olma ve tüketme arzusunun getireceği çatışmalara karşı, olmak ilkesinin mutluluğu getirecek araçları olduğu günümüzde de kabul görmektedir [Fromm, 1991, 121]. Cömertligin ilk basamağı, kişiye verme olgusunun zor gelmemesi ve az da olsa gerçekleşmesi (sehii), ikinci basamağı alışkanlık haline gelmesi ve miktarının çoğalması (ciui), üçüncü ve son basamağı ise kendi zararına bile olsa, başkalarını kendine tercih etme (fsiir) ahlakıdır [Kuşeyri, 411 vd.; Hucviri, 457-458].

Sözlükte tercih etmek ve diğerkamlık anlamına gelen fsiir, dünya ve ahiret nimetleri konusunda her zaman için önceliği başkalarına vermek demektir. Ancak sufiler, sahip olma ahiakındaki kişilerin isarını sağlıklı

bulmamışlardır [Hucviri, 302; Sühreverdi, 311-312; Uludağ, 1996, 272]. Isarın Yaratıcı'ya bakan yönü O'nu ve rızasını tercih etmektir. Böylece kişi, isar davranışının farkında olma durumundan, bunun sonucunda isarla kibirlenmekten kurtulur ve isar onun karakteri haline gelir [Herevi, 21-22]. Böyle bir kişinin, toplum içindeki isar davranışı da her türlü benlik, riya ve kendini beğenme duygusundan arınmış olur.

Isar konusundaki incelikleri çok ileri noktalara götüren sufiler, dualarında, insanların ceza görmemesi için cehennemde yanınayı bile göze almışlardır [Uludağ, 1994, 1 Ol vd.; 1996, 272]. Bu tür bir isar, teviizu ahlakıyla da iç içedir. Teviizu, başkasına yardımda bulunurken, şeklen de bile olsa kendisini başkasından üstün görmemeyi sağlar.

Ne kadar gelişmiş görünürse görünsün, başkalarını hiçe sayarak, yalnızca kendilerini düşünen bireylerin hakim olduğu toplumların, uzun süre ayakta durabilmeleri mümkün değildir. Kendisini düşünmeyen, başkasını kendisine tercih edebilecek bir ahlaka sahip olan bireylerin hakim olduğu toplumlar ise, büyük sıçramalar yapabilir ve dünyanın kalbine seslenebilecek bir konuma gelebilir.

81

Mürfiet ya da mürüvvet de denen cömertlik, tevazu ve isar, fütüvvet ahlakı arasında yer alır [Serrac, 227, 232; 25, 27, 91, metin 12, 16, 18, 110]. "Gençlik:' anlamına gelen jütüvvet ve "adam/ık:' anlamına gelen mürüvvet kavramları, "delikanlılık:', "insanlık:' gibi, bugün unutulınaya yüz tutmuş kavramlardır.

Fütüvvetin temel özelliklerinden biri, kötülüğe kötülükle değil, iyilikle karşılık vermektir [Sülemi, 89, metin 108]. Bu, aslında bazı hadislerde, hem de ticaret hayatıyla ilgili olarak tavsiye edilen bir peygamber ahlakıdır: "Sizi aldatanı siz de aldatmayımz" [Ebil Davud, İcare, 79, 3534; Darimi, Buyi'ı, 57, 2600; Çapra, 71] emri, sadece birey planındaki güzel ahlakı göstermekle kalmaz, aynı zamanda, toplum düzeninin korunması yolunda da güzel bir ilke öğretmektedir. Fütüvvet ahlakı atasözlerimize kadar yansımıştır:

"Kötülüğe kötülük her kişinin ktirıdır, kötülüğe iyilik er kişinin ktirıdır."

Geçmişte fütüvvet, bu ahiakl ilkeler içerisinde ekonomik hayatımızın merkezine oturmuş, geleneksel ekonomi ilkelerimiz olan adalet ve ilisan unsurlarını, istismar ve sahtekarlığa en müsait alanlardan biri olan ekonomik ve ticari hayatta görünür hale getirmiştir. Böylelikle "Allah 'ı görüyormuş gibi hereket etmek:' tanımı içerisinde ihsanla aynı anlama gelen tasavvuf, ticaret hayatındaki yolsuzluk ve sahtekarlıklarla cıhaksız rekabetiere set çekmiş ve böylelikle sosyal denge unsurları ortaya koyan hareketlere kaynaklık etmiştir [Çağatay, lll].

İhsan, Allah'ı hatıriarnayla (zikir) bağlantılı bir kavramdır. Nitekim Allah'ı zikretmeyi emreden ayetlerden biri [Cuma 62/10], "alışveriş sırasındaki meşguliyetlerin ahireti unutturmaması" olarak tefsir edilmiştir [İbn Keslr, XIV, 7887; Çapra, 27]. Bu emir fütüvvet ehlinin rehberi olmuş, fakat fütüvvet teşkilatları, müşterinin aldatılması durumunda, onu yalnızca esnafın vicdanına ya da günümüzde olduğu gibi, tüketici derneklerinin kimi zaman sonuçsuz kalan çabalarına terk etmemiştir. Döneminin esnaftüzükleri olan fütüvvetnamelerde, esnafı (ahfyi) fütüvvetten düşüren kusurlar arasında hırsızlık ve haram yemek gibi ticari yolsuzluklardan başka, her türlü gayrı ahiakl ililin de yer alması, iş hayatında, ancak iç dünyasını dengeye kavuşturabilıniş insanların bulunması gerektiği inancının kuruıniaşmış ifadesidir. Fütüvvetten düşmek, esnaflıktan kaydının silinmesi ve çoğu zaman alet ve edevatının elinden alınması demektir. Bu tür kusurları işleyenierin teşhir edilmeleri ve bu suçu diğer esnafın işlernemesi için ibret gösterİlıneleri de söz konusu olmuştur [Gölpınarlı, 323-325; Torun, 201-203]. Bilindiği gibi, dilimize yerleşen "Papucu dama atılmak:' deyimi de bu uygulamanın ürünüdür.

Bu tür yönleriyle, ahiakl ve ruhi derinleşmeyi öne alırken, hayatla da bağlantıyı koparınayan tasavvuf, geleneksel ekonomik yapımızın kaynakları

82

arasındaki yerini almıştır [Debbağoğlu, 36]. Nitekim "tasavvuf yolunda yürüme/C' anlamına gelen süliik kavramıyla, ''yapılan iş" anlamına gelen meslek kavramının aynı kökten gelmesi de, tasavvuf ve ticaret dünyası arasındaki ilişkiye örnek gösterilmektedir [Ülgener, 42].

Fütüvvet ehli, dünya için çalışmayı esasları arasına almış olmalarına rağmen, kazanma konusundaki bu teşvik, yine de ah'iyi dünya malına sahip olma konusunda büsbütün serbest bırakmamıştır. Ahi ne kadar kazanırsa kazansın, kazandığının on sekiz dirhemden fazlasını dağıtınakla yükümlüdür [Gölpınarlı, 90]. Önemli olan, bu güzel davranışların farkında olunamayacak saflığa ulaşmaktır [Sülemi, 31, metin 27-28].

Bütün bu nimetler şükrü gerektirir. Şükrün üç boyutundan dile ait olanı nimeti itiraf etmek ve onu asla azımsamaınak, bedene ait olanı Allah'ın emirleriyle uyum içinde olmak ve O'na hizmet etmektir. En üstün şükür ise, kalben şükür duygusunu yaşamaktır [Mekki, I, 416; KeHibazi, 71; Kuşeyrl', 314-315]. Şükredebilmek için, insanların elindeki çoğu az saymak, kendi elindeki azı ise çok görmek gerekir [Muhasibi, 1991, 44]. Dolayısıyla şükür, mala bakış ve zühdle sıkı sıkıya ilişkilidir. Kanaat ve tevekkülün ileri derecesi olan şükrün bir boyutu da, kulun dünya konusunda kendisinden aşağı olanlara bakmasıdır [Mekki, n, 416-417]. Şükrün bir iç huzuru olarak getirdiği tevekkül ve rıza, duyguları da kişinin genel tavrı haline gelir [KeHibazi, 72]. Tevekkün en üst düzeyi olan rıza, tam bir doygunluk halidir.

Mal karşısındaki kayıtsızlık ve Allah'a duyulan mehabbet, topluma sevgi getirir. Sevginin aHimetlerinden biri zikir, yani sevdiğini sıklıkla hatırlamaktır 1);1ekki, n, 100 vd.]. Günümüzde sevgi vurgusunun her kesim tarafından, her fırsatta yapılıyor olması en az iki boyutlu bir durumun habercisidir. Tüketim toplumundaki bu sevgi vurgusu, bir yandan insanların sevgiye hasretini göstermektedir. Ancak diğer yandan, bilinci maddeye bağımlı olan insanın sevgi adına konuşması boş bir iddiadır. Gerçek sevgi, kendi aleyhinde bile olsa, sevdiğinin arzusu dışına çıkınarnayı gerektirir. Çünkü sevgi hiç bir çıkar, kayıt ve şaıta bağlı olamaz [Mekkl, n, 107 vd.]. İnsanların birbirine maddeyle bağlandığı toplumlar değil, hasbi bir sevgi bağıyla birbirine bağlı bireylerin oluşturduğu toplumlar gerçek mutluluğu yakalayabilir.

Böyle bir toplumda, yarışma, sahip olma ve tüketme konusunda değil, bilgi ve ahlak konusunda yapılır. Çünkü ekonomik rekabet, ahlaki değerleri zedelemektedir. Ama müşteriye yönelik sorumluluğun sonucu olan ahlaki rekabet, hem kaliteyi artırır, hem de müşteriyi memnun eder [Çetinkaya, 121]. Ekonominin eski dildeki adı olan iktisad, ifrat ve tefritlerden sakınma; muktesid, "her türlü aşırılıktan sakınan kişi'' anlamını kazanır [Sühreverdi, 280;Cebecioğlu, 1997, 515].

83

Sonuç

Tasavvuf, eşyaya bakış ve insan-eşya ilişkileri üzerinde köklü değişiklikler getiren bir eğitim modeli sunmaktadır. Sufiler, bu eğitim sürecinde daima ideali aramışlar, dünya karşısındaki tavırlarıyla, dünyanın değil, O'nun sahibinun kulu olmak gerektiğine dikkat çekmişlerdir. bnlara göre her türlü kötülüğün kaynağında, insanın yaratılışındaki maddeye düşkünlük bulunmaktadır.

Kendini, dünyayı, toplumu, hayatı ve ölümü tanımak, oto-kontrol yapmak, sabırlı olmak, elindekine şükretmek, kanaat sahibi olmak, mütevekkil davranmak, dürüst davranmak, bu yolda kınamalara aldırmamak ve buna benzer her türlü güzel ahlak, onlardan bize kalan, unutulmaya yüz tutmuş geniş bir mirasın unsurlarıdır. Bütün bu tutumlar, insanı tüketim çıkınazından kurtaracak reçeteler sunmaktadır.

"Dünyaya entegre olma" ve "küreselleşme" çığlıklarının atı ldığı bir dünyada, bu kültürün mirasçıları olarak bizlere bazı görevler düşmektedir. Yapmamız gereken şey, bu değerlerle aramıza mesafe koymak değil, bunları sahiplenmek ve yaşanır kılmak için elimizden geleni yapmaktır. Aksi halde, hem bizi, hem de dünyayı karanlık bir geleceğin bek]Gdiğini söylemek bir kehanet olmayacaktır. Sahip olduğumuz hazineyi dünyanın hizmetine sunabilmekse, ona öncelikle bizim sahip çıkmamızı gerektirmektedir.

KAYNAKLAR

ABDÜLMENNA:N, Muhammed; İslam Ekonomisi Teori ve Pratik, tre. Bahri Zengin-Tevfik Ömeroğlu, 4. baskı, Fikir Yayınları, İstanbul 1980; İslam ve Çağdaş Ekonomik Konular, tre. Ali Zengin, İstanbul 1984.

ANKARA vi, İsmail; Minhfıcü '1-Fukarfı, sadeleştiren Saadettİn Ekici, İnsan Yayınları, İstanbul 1996.

AREN, Sadun; IOO Soruda Ekonomi El Kitabı, Gerçek Yayınevi, İstanbul 1990.

ARSLAN; M. Hanifi, "Tüketim", Sosyal Bilimler Ansiklopedisi, Risale Yayınları, İstanbul 1990, c. IV, s. 181-182.

CEBECİOGLU, Ethem; Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Rehber Yayıncılık, Ankara 1997; Allah Dostları, 20. Yüzyıl Evliya Menakıbı, c. I, Alperen Yayınları, Ankara 2001.

84

ÇAGATAY, Neşet; Bir Türk Kurumu Olan Ahi/ik, Selçuk Üniversitesi Yayınları, Konya 1981.

ÇAP RA, Ömer; İslam 'da İktisadi Nizam, tre. Hu1usi Yavuz, Se bil Yayın ları, İstanbul 1977.

ÇETiNKAYA, Yalçın; Reklamcı/ık, Ağaç Yayıncılık, İstanbul 1992.

DEBBAGOGLU, Ahmet; İslam İktisadına Giriş, Dergah Yayınları, İstanbul 1979.

DEMİRCİ, Mehmet; "Ölümdeki Hayat (Tasavvuf Düşüncesinde Ölüm)", Tasavvuf İ/mf ve Akademik Araştırma Dergisi, yıl 2, sy. 4 (2000), s. 9-16.

DİNÇER, Ömer; "Tüketici Davranışı", Sosyal Bilimler Ansiklopedisi, Risale Yayınları, İstanbul1990, c. IY s. 176-178.

EŞREFOGLU RUMI; Müzekki'n-Nüfiis, hazırlayan Abdullah Uçman, İnsan Yayınları, İstanbul 1996.

FROMM, Erich; Sahip Olmak Ya da Olmak, tre. Aydın Arıtan, Arıtan Yayınevi, 3. Baskı, İstanbul 1991; Yeni Bir İnsan Yeni Bir Toplum, tre. Necla Arat, İstanbul 1992.

GAZZALI, Ebu Hamid Muhammed b. Muhammed el-; Mizanü '1- 'amel, Daru'l-kütübi'l-Arab!, Beyrut 1983; Minhacü'l­'abidfn, nşr. Muvaffak Fevzi el-Cebr, el-Hikme, Beyrut 1994; İhyau 'uliimi'd-dfn, I-V, Daru Sadır, Beyrut 2000.

GÖLPINARLI, Abdülbak!; "İslam ve Türk İllerinde Fütüvvet Teşkilatı ve Kaynakları", İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Dergisi, c. ll, sy. 1-4 (1949-1950), s. 6-354.

GuENON, Rene; Modern Dünyanın Bunalımı, tre. Mahmut Kanık, Risale Yayın ları, İstanbul 1986; Niceliğin Egemenliği ve Çağın Alametleri, tre. Mahmut Kanık, İz Yayıncılık, İstanbul 1990.

GÜRDOGAN, Ers in; Teknolojinin Ötesi, Akabe Yayınları, İstanbul 1985; Kültür ve Sanayileşme, Nehir Yayınları, İstanbul 1987; Görünmeyen Üniversite, İz Yayıncılık, İstanbul 1991.

HENRY, Jules; Bir Felsefe Sistemi Olarak Reklamcılık, tre. Burçak Dağıstanlı, Çıdam Yayınları, İstanbul 1989.

HEREvi, Ebu İsmail Abdullah b. Muhammed el-Ensarl el-; Meniizilü's-sa'irfn ile'l-Hakk 'azze şe'nüh, Mısır 1966.

85

ILLICH, Ivan; Tüketim Köleliği, tre. Mesut Karabasan, Pınar Yayınları, İstanbul 1990.

İBN KESİR, Ebu'l-Fida İmamüddin İsmail b. Ömer; Hadisler/e Kur'an-ı Kerfm Tejsiri, tre. Bedrettin Çetiner-Bekir Karlığa, Çağrı Yayınları, c. XIV, İstanbul 1993.

KARA, Mustafa; Mahabbet Mektupları, Emin Yayın ları, İstanbul 2004.

KARAKOÇ, Sezai; İslam Toplumunun Ekonomik Strüktürü, Diriliş Yayınları, İstanbul 1987.

el-KELABAzl, Ebu Bekr Muhammed b. İshak el-Buhari; et­Ta 'arruf li mezhebi ehli 't-tasavvuj, nşr. Arthur John Arberry, Kahire 1929.

KOÇ, Turan; Ölümsüzlük düşünces;, İz Yayıncılık, İstanbul 1991.

KUŞEYRİ; Tasavvuf İ/mine Dair Kuşeyrf Risalesi, hazırlayan Süleyman Uludağ, Dergah Yayınları, İstanbul 1991.

MALiK BİN NEBİ; Ekonomi Dünyasında Müslüman, tre. Mehmet Keskin, Hicret Yayınları, İstanbul 1976.

MATTELART, Armand; Reklamcılık, tre. Fatoş Ersoy, İletişim Yayınları, İstanbul ts.

el-MEKKİ, Ebu Talib; Kütü 'l-kulub fi mu 'ameleti '1-mahbub ve vasfi tarzki'l-mürzd ila makami't-tevhfd, I-II, nşr. Said Naslb Mekarim, Beyrut 1995.

MUHAsiBI, Ebu Abdullah el-Haris b. Esed el-; Kitabü 'r­ri '{ıye li hukükillah, thk. Margaret Smith, London 1940; Ves{ıya, nşr. Abdülkadir Ahmed Ata, Beyrut 1986; Adabü'n-nüfus, nşr. Abdülkadir Ahmed Ata, Müessestü'l-kütübi's-sekafıyye, Beyrut 1991.

NAKVİ, M. Haydar; Ekonomi ve Ahlak, tre. İlhan Kutluer, .... ..Jnsan Yayınları, İstanbul 1985.

ORMAN, Sabri; Gazaif'nin İktisat Felsefesi, İnsan Yayınları, İstanbul 1984. ·

ÖZEL, Mustafa; "Ekonomi (İktisat)", Sosyal Bilimler Ansiklopedisi,Risale Yayınları, İstanbul1990, c. I, s. 361-363.

SERRAC, Ebu Nasr Serrac Tusl; el-Luma' İslam Tasavvu.fu, tre. Hasan Kfuniİ Yılmaz, Altınoluk, İstanbul 1996.

86

es-SÜHREVERDİ, Şihabüddin. EbU Hafs Ömer b. Muhammed; 'Avarifü 'l-ma 'arif, I, nşr. Muhammed Abdülaziz el­Halid!, Daru'l-kütübi'l-ilmiyye, Beyrut 1999.

es-SÜLEMİ, Ebu Abdi'r-Rahman Muhammed İbn el-Hüseyin; Tasavvufta Fütüvvet, tre. Süleyman Ateş, AÜİF Yayınları, Ankara 1977.

TORUN, Ali; Türk Edebiyatında Türkçe Fütüvvet-nameler, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1998.

ULUDAÖ, Süleyman; Bfıyezid-i Bistami, Ankara 1994; TasavvufTerimleri Sözlüğü, Marifet Yayınları, İstanbul 1996.

ÜLGENER, Sabri F.; Zihniyet ve Din: İslam, Tasavvuf ve Çözülme Devri İktisat Ahlakı, Der Yayınları, İstanbul 1981.

WEBER, Max; Proteston Ahliikı ve Kapitalizmin Ruhu, tre. Zeynep Aruoba, Hil Yayınları, İstanbul 1985.

87