emeĞİn sanati e-dergİ 173. sayi

130

Upload: emeginsanatidergisi

Post on 24-Jul-2016

260 views

Category:

Documents


8 download

DESCRIPTION

KASIM 2015 YIL:9 SAYI:173 Sosyalist Sanat ve Kültür Dergisi Socialist Art and Culture Magazine

TRANSCRIPT

Page 1: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI
Page 2: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI
Page 3: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

EMEK VERENLER / İÇİNDEKİLER

ÖN KAPAK1

BERTOLT BRECHT DİYORKİADNAN DURMAZ

GÖRSEL 2

EMEK VERENLERİÇİNDEKİLER

3EMEĞİN SANATI’NDAN 173.

MERHABAADNAN DURMAZ

SUNU YAZISI4

BU SAYININ SAVSÖZüGÜLTEN AKIN

5Hüzün Senfonisi

ADNAN DURMAZNEHİR ŞİİR

6Halk Yüzlü ZârTAN DOĞAN

ŞİİR15

Su'dan Saf Olmayı İstemekFEYYAZ KADRİ GÜL

ŞİİR16

HâlbukiMUHAMMET DEMİR

ÖYKÜ17

Kül Kendine Dönmemiştir GecedirBÜLENT AYDINEL

ŞİİR18

EsmeliHASİBE AYTEN

ŞİİR19

Yirmi Bir Aralık GecesiydikA.UĞUR OLGAR

ŞİİR20

“Zum Wohl!–Şerefe!”NECMETTİN YALÇINKAYA

ÖYKÜ21

Anne Beni ÖldürseneSERKAN ENGİN

ŞİİR24

Akrep Burcuna Sorun ÖlümüİRFAN SARİŞİİRİç İçeMERİÇ AYDINŞİİR29(Ba)aab (Ba)aaaÖZLEM KESKİNÖYKÜ30Bir Bulut OlabilseydimABDULLAH KARABAĞŞİİR35Asılın KüreklereERTAN ŞAHİNŞİİR36BakmayınHALİL MANAPŞİİR37Kara GölgeBERİVAN YILDIZÖYKÜ38Zaman Uçurum KenarıBEKİR KOÇAKŞİİR40Kanayan DağlarABDULLAH ORALŞİİR41Sessiz Bir Yolculuk İşteMUSTAFA DEMİRELEŞTİRİ42Eflatun KaçışlarHALDUN HAKMANŞİİR44Değişir DevranNECİP TIRPANŞİİR45Politik Dil Ve Sanat Dili Bir BütündürASIM GÖNENİNCELEME46

Aşka Yapıldı DarbeŞİİR

SEMA LALE57

YerindeÖZER GENÇ

ŞİİR58

ÇerçiCEM EREN

ŞİİR59

Yaşadığımızı GörmekALİ ZİYA ÇAMUR

DENEME61

ZılgıtERCAN CENGİZ

ŞİİR63

Günebakan ŞiirTEMEL KURT

64Terazi

HAYDAR DOĞANŞİİR

65Sanatçı Tarihe Nasıl Not Düşer?

ADİL OKAYELEŞTİRİ

66Anneler Çıldırmıştı

GÖKMEN SAMBURŞİİR

69Acının Coğrafyası Olmaz

SEVGİNAZ İNAL ŞİİR

70Geçmişin Yankıları

YAVUZ AKÖZELÖYKÜ

72Umut

SEÇKİN ZENGİNŞİİR

77

İnfilağın Vaktini Size BildireceğimOĞUZ ATEŞOĞLUŞİİR78

Dizelerde “Şiir ve Şair”A.Z.ÇAMURSEÇKİ80Yaşam ve Sanatta Bir Ayın İzdüşümüSANAT HABERLERİ-ANMA81Kasım Ayında Önemli Günler90YANNİS RİTSOS ŞİİRLERİÖzgürlükYANNİS RİTSOSÇEVİRİ ŞİİR125KadınlarYANNİS RİTSOSÇEVİRİ ŞİİR126Son İstekYANNİS RİTSOSÇEVİRİ ŞİİR127Dünya Şairleri(Yannis Ritsos) Kısa BiyografisiKÜNYE128Two Provision Of The ObjectionNEVZAT ÇELİK'tenİNGİLİZCEYE ÇEVİRENSERKAN ENGİNÇEVİRİ ŞİİR129İtirazın İki ŞartıNEVZAT ÇELİKKONUK ŞİİR130

A.UĞUR OLGARABDULLAH KARABAĞABDULLAH ORALADİL OKAYADNAN DURMAZASIM GÖNENBEKİR KOÇAK

BERİVAN YILDIZBÜLENT AYDINELCEM EREN ERCAN CENGİZ ERTAN ŞAHİNFEYYAZ KADRİ GÜLGÖKMEN SAMBUR

HALDUN HAKMANHALİL MANAPHASİBE AYTENHAYDAR DOĞANİRFAN SARİMERİÇ AYDINMUHAMMET DEMİR

MUSTAFA DEMİRNECİP TIRPANNECMETTİN YALÇINKAYAOĞUZ ATEŞOĞLUÖZER GENÇÖZLEM KESKİNSEÇKİN ZENGİN

SEMA LALESERKAN ENGİNSEVGİNAZ İNAL TAN DOĞANTEMEL KURTYAVUZ AKÖZELALİ ZİYA ÇAMUR

Page 4: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

EMEĞİN SANATI’NDAN 173. MERHABA

Merhaba,

Doğal olmayan ölümün ; yani insanın insanı öldürmesinin çok sıradan olduğu, normal görüldüğü başka birülke ve bu sıradanlaştırmayı umursamayan başka bir yönetenler kütlesi var mıdır acep?..

On yıllardır kan veren katledilen Filistin bile böylesi can verip can almayı sıradan olarak yaşamıyor...Başkalarının yasından “bana ne’ci” bir güruha dönüştük... Daha bir ay önce Ankara’da yüzden fazlagencecik insan kuşbaşı et gibi paramparça edildi... Ve şimdi her gün, Güneydoğu’dan gelen gencecikaskerler Güneydoğu’da per perişan edilen çoluk çocuk insanlar...

Alçakça ve kirli bir savaşı sanki başka, uzak bir ülkedeymiş gibi tv’lerden haber veriyorlar. İnsanlar bir arakulak kabartıp, tekrar akıllarını ellerindeki iskambil kağıtlarına boşaltıyor; ya da derbi maçlara taktığı beynihakemin yaptığı haksızlıktan nefret ediyor... Nefret başka bir yana kanalize ediliyor. Kadın cinayetleri, alkol,kumar, boşanma patlaması... Bütün bunlar yokmuş gibi, can derdine düşmüş din maskeli karanlık tipler...Kişisel egolarını tatmin her şeyden daha ileri geçmiş anlayış...

Klavye başında iki dakka önce güya tepki koymak adına onlarca kişinin paylaştığı zulmü kınayan kanlıfotograflarla sunulmuş gazete kupürleri. .. Hemen arkasından konuyla alakasız bir karikatür veya müzikparçası; kahvede oyun oynarken haberlerde kanlı cesetlere bir dakka beyin ayıran kişiden farksız bir tavır...Belki duyarlı insanların zulme karşı hiç bir şey yapamamasının verdiği bir kendini koruma güdüsü.. .

Lanet olsun!.. Bir yanımız ölü sevici, geçmişte katledilmiş devrimciler yeniden yeniden içimizdekanamaktayken.. Diğer yandan birbirine kırdırtılan Anadolu çocuklarının günlük ölüm haberleri... Yarayakurt düşmüş ve elbet bir gün bu kurtlar birbirini yiyecekler... Yoksul halkların zulme evlat vermemek içinkucaklaşıp kenetlenmekten öte çaresi yok!.. Burası insanın başkalarını inancından dolayı yaktığı yer...Burası sokak ortasında vurulan aydınların katillerinin elini kolunu sallayarak gezdiği yer... Ama burası bizimülkemiz... Ne aşiret reisi feodal ağanın, ne de her koşulda biz aç kaldıkça kâr eden kan emici kapitalistin...

Ancak sosyalist temelde ezilenlerin kardeşliği bilincinde kanımızı emen engerek susturulabilir... Hokkabazlıkoyunundan ibaret seçimler, artık yönetilemeyen kapitalizmin kendi aldatmacasıdır ... Ve zulüm bu ihtiyarkaranlığın yıkılma korkusundan saldırmasıdır... Çocuklara terörist diyen ve her türlü yalanı aşikârkullananlar daha da ayakta kalma derdinde... Ve elbet tüm dünyayı kana bulayan karanlık çeteler kuruphalkları kırdıranlar, bir gün mutlaka tarihin lağımına dökülecek... Bu bilinçle insanlığın kurtuluşu bizgöremesek de sosyalizm olacaktır!..

YAŞASIN HALKLARIN KARDEŞLİĞİ!

YAŞASIN SOSYALİZM MÜCADELEMİZ!

KAHROLSUN FAŞİST DİKTATÖRLÜK!

ADNAN DURMAZ

Page 5: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

BU SAYININ SAVSÖZÜSANATTA ÖZ VE BİÇİM

Nedir sanat eserinde öz? Sanatçının bilgi ve bilinç birikimine, dünyayı algılamadakieğilimine göre seçilmiş ve yönlendirilmiş KONU’dur. Yani her konu öz olamaz.Konunun ÖZ’lüğe yükselebilmesi için, SEÇİLMİŞ olması bile yetmez. Sanatçınınanlağındaki bilgi birikimiyle ve bilinciyle YÖNLENDİRİLMİŞ olması da gerekir.BİÇEM,osmanlıca deyimle ÜSLUP, bu yönlendirmenin dışta yani sanat eserinde görülütyüzüdür. Sanatçının tavrıdır, tutumudur..

Anlam da buna göre değişir.

Serginin birinde bir resim görmüştüm. Büyük kentlerin gri beton yığını yapılarınıgösteriyordu. Yanyana, üstüste. Bu bir anlam içerir. Karamsar, umutsuz bir anlam.Ama resimci, çeşitli grilerden oluşan geometrik yapıların birinin balkonundan birsaksıdan renkli çiçekler sarkıtmıştı. Kırmızı, mavi, sarı, mor. Küçük küçücük ama külrengi bir kent ölüsünün karşısına çıkarılacak, onu silecek kadar güçlü bir dirim. Buumudun geliştirdiği anlamdır işte. Bu dirim, bu dirimi resimde taşıyan anlam, çarpıkbüyümüş bir beton yığmalar düzenini çatlatacak bir anlamdır.

Bir de alışılmış köy konusu örneği verelim: köy yaşamı çeşitli sanat türlerinintiyatronun, resmin, müziğin, romanın, şiirin konusu olmuştur.

Bir sanatçı, köy denilince, çobanı, kavalı, kıvrılarak akan ırmağı, bacasından dumantüten şipşirin evleri, kırmızı yanaklı Ayşeleriyle, yeşil, mavi anlatıvermiştir. Bir başkasıköy rengi diye sarı ve bozu kullanmıştır. Yorgun insanları, güçsüz hayvanları, solgunçocukları, kuru dereyi, yoksulluğu ağırlıklı olarak yazıp çizip söylemiştir.

Birincisi, ezber, basmakalıp, gerçeğe uymayan bir konuyu işlemiştir. Bu konu gerçeğeuymadığı gibi, gerçeğin, sanatçı anlağında oluşturduğu bir ön bilgi, bilinçsınamasından da geçmemiştir. ÖZ katına yükselememiştir. İkincisiyse öz olmuştur.Gerçekten kaynaklanm ıştır ama, duruk, donuk bir saptamadır, o kadar. Eleştirmiştirama içinde geleceği barındırmamaktadır.

Ben, bir sanat yapısının konusu ne olursa olsun, bağrında bir umut çiçeğitaşımasından yanayım. Ne köyler öylecene kalacak, ne kentler. Her şey değişecek hiçkuşkusuz. Değişmeyen ise, resimden resime, şiirden şiire geleceğe aktarılan çiçekolacak. Ama ustalıkla, ama incelikle, derinden derine.

GÜLTEN AKIN(Şiiri Düzde Kuşatmak, İstanbul, 1983, s. 15-16)

Page 6: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

HÜZÜN SENFONİSİ [NEHİR ŞİİR ]

ADNAN DURMAZİLM KESBİYLE RÜTBE-İ RİF'ATARZÛ-YI MUHÂL İMİŞ ANCAKAŞK İMİŞ HER NE VÂR İSE ÂLEMDE,İLİM BİR KIL-Ü KAAL İMİŞ ANCAK..

Fuzûlî

Senin güzelliğin kızımEski bir söylencede anlatılırdıHava gül sarhoşu keser yürüdün müydüDağlı yürek taştan taşa çalar kendini

Aşkın ki şaki eder insanıDinden imandan çıkarırDağa düşürürBir gülüşün nicesinin dirimiBir bakışın nicesinin ölümü

Kan tutmazKorku tutmazUyku tutmazGözlerin tutar...

1-Aşktan Evler

Dik gözlerini kalbin olsun gözlerinM. Celaleddin Rumi

yel savurur-dalga çalarkumdan evler kurmayalımyıkılmayan yapı mı vartaştan evler kurmayalım

gel kadınımaşktan evler kuralımufkunda gülüşün açsın her sabahlacivert gecelerde ay doğsun bakışların

duvarı dünya olsuntavanı gökyüzüher an:patlayan bir tomurcuk aşkın dalındane dün- ne yarın...nerede olursak olalımyürekten bağlı kalalımgül diye büyüttükçe yürekte hüznümüzühükmü yok ayrılıkların...

2- Bakışın

bana işte öyle bakışın var yakahverengi kahverengi akışınkendini gözlerinle sunuşunöpüşün var ya haniöpüş susuşunsevişin var ya öylesınırsız teslim oluşunbakıp bakıp gözlerimde ölüşün

Emeğin Sanatı 173. Sayı

Page 7: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

bilmezsinnasıl yolunurnasır tutmuş yüreğimneyim varsabırakırımfırtınanatalan olurbu kentin yasemen akşamlarındakendini bir ince sızı bırakıpbeni alırbeni alırgidersin

kalırımçaresiz ıssızlığındaöyle kolları kopuköyle yaralı...

bana işte öyle bakışın var yaher şeyin silindiğigözlerinle beni öyle sarışıngövdeme kendini giydirişinseni soluyuşum senin içindeyağmalanıp tükenişim derinlerindeyitişim...

yitişimkoskoca bir kentin sana dönüştüğündesokakların orta yerinde sensizöyle kolları kopuköyle yaralı...

sendendir bu lacivert gecelerdedenizin masmavi dile gelmesiyıldızların sağnak sağnak inivermesidilim lâ'l kesilir gözlerinde.susar ellerimbana kendini giydiripsonra da böyle öksüz bırakmayalım mavimnazlı yarimyanışım

bir tür çiçek açıştı gözlerindesürüklenir sürüklenir giderimyavri yavribu kadar insafsız akma...

3- Küçük Yıldız

kumdan evler kurmayalımbirlikte düşler kurmayalımdeneyemedik, diyeağlamayalımhüzünlü küçük yıldızımhep orada kal sengizemli masmavi sonsuzluktaben buradaıssızlıkta

birsevgimiz olsundalgalar yıkamasınyeller savuramasınvarsıniçimizde kalsın..

1995 izmir

4- Kıyamet

biz nerede ayrılırsakkıyamet orada başlarmavidir senin hüznüncoşkun bir yürekçatırdaroradan başlaryarım kalan bir bedeninkendini sonsuzlukla tamamlamasıve susarkellesi kopartılmışçarpınan bir cesetgibi rüzgârbiz nerede ayrılırsakkıyamet orada başlar

sen gidersiney gönül büyücüm

Sayfa 7

Page 8: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

ben kalırımbir de son öptüğün yerdegözlerindeki esrarbırakırım geri kalan nem varsakıyasıya yağmalar

canlanır orada nice geçmiş ayrılıkeski bir plaktakırgın bir müzeyyen senarsessizliğin sinesindemavi bir sezen aksukanar

nereye gidiyorsunkadınımbüyücümküçüğümsöyle banabeni böyle akşamların ortasında yaralıparçalanmış bir yürekle koyup böylenereye

ömrünün en küheylan çağıylatalan edip içimdeki cennetiçaylar gibi aka aka nereye

zamanı parçalayıp bakışlarınlacehennem ateşleri koyup döşümenereye gidiyorsunkadınımyumuşak kirpimkahverengi denizimbeni nerde bırakırsankıyamet orada başlar

kalakalırız oradabaşı kopartılmış rüzgârbuz tutmuş hüzünkuruduğu tüm kıyılarkahverengi bir denizintam senin yanıbaşındaey güngörmüş yaşlı çınarsöyle bana büyük aşklarbüyük ayrılıklarla mı tanımlanırlar

biz nerede ayrılırsakkıyamet orada kopar...

5- Tanık

gelip geçtiler binyılların yokuşlarındannice sevgililer el ele -omuz omuzakelebekler-martılar-uğur böcekleri gibigeldiler gittileryanıbaşında durdularçoğunu yaşlı palmiyeler bile anımsarnasıl da unuttusaçlarından esen ölümsüz kokuyu rüzgâr

nice öpüşlerin tanığısıney yaşlı çınarki söylekaç öpüş vardehşetinden yer sarsılırgök çatırdar..

unutmasana değeno çocuk parmakları

yaşam ile ölüm onlarda kesişirdio gözler ki sonsuzluğa uzanansevgiye susamış kurak topraklardılarkadınçocukdişideli tayıntaştan taşa sekişiydilerrahmiydiler içimdeki ateşinsonsuz hasretimin kalesiydiler

sen tanıksınyüreğimeyapıştılarteslim oldularteslim aldılar

Emeğin Sanatı 173. Sayı

Page 9: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

artık sonsuza dek oradan bakacaklar

6- Haritamın Yırtıldığı Yer

ansızın gideceğim bu kenttenkimse farkına varmadanbeni sapkın ilan etmenin tam sırasıdır şimdiçünkü fırlattım denizeokuduğum tüm kitaplarısonra dalgaların peşine düştümbaktım ki asıl sevdiğim şu gökyüzüattım kendimi sonsuzamavi kesildimtepeden tırnağa

inkâr ettim kitapların söylediği ne varsadenizlere fırlattım yüreğimi degayri martılar dinlensin üstündebana yeterkelebeğin kanadında coşan ürpertikuralla-yasayla-teraziyle-tartıylakim varsa sevdiğimterkettim tümünü de

özgürlüğü öğrendimyalnızlığın kollarında

haritamın yırtılıp kanadığı noktadaorada öğrendim aşkı dabütün aşklarımın sahtekarlığınıöğrendiğim ansevgilim bana dedi ki‘nasıl da ısırıyorsüt gelmezseanasının memesinidişi yeni çıkmış çocuklar’

sonsuzlar ortasındao an kırık bir çöptümdalgalar tanıktır bunagözümde bir damla su

deniz deryaya kestiarı oldumgül öptüm

7- Dudağı Dudağımda Ay Aylasıydı

yüreği yüreğimdeyırtılan bir göğün gürlemesiydidudağı dudağımdagül goncasıcan yongasıaşk huzmesiydi

oysa nice kumdan evler kurmuştumyellerde savruldualdı dalgalargün oldu unuttu bakışlarımıardımdan ağlayanlarbaşka hesaplarlabaşka adamlarlazamanda kayboldular

tanıksın yaşlı çınardudağı dudağımdaay aylasıydıöpüşü toprağımdasu damlasıydıbüyüdüpatladıve orada aşk çatladıkıyamet başladı

bu kentin sokaklarıbenim yokluğumun farkında olmayacakardımdan hüzün kusacak denizey gökyüzü kardeşim-ey yaşlı çınaransızın yanınızdanbir kelebek olarak geçtiğimdehayrete düşeceksinizgözlerinizin önündekendimi ateşe attığım zaman

Sayfa 9

Page 10: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

yanışıno müthiş güzelliğiniyalnızca siz göreceksiniz...

2l-5-l997- İzmir

8- Tarlakuşuydu Jülyet

sevgilim bana dedi ki-ikimizi koparan bütün engeller kalksayürek ferahlığıyla el ele versekaşkımıza dost düşman tanık olsabaşımızın üstüne el koyup yemin etsek

sevişmeler de tavsar aslanımyitirir büyüsünü en derin bakışlar dadönüşüverir jülyet basit bir tarla kuşunasen öpüşmeye doymuş dudaklarınla

dersin ki-sevgilimkaldır şu güzelim poponu dayemek yap yiyelimçamaşır-bulaşık yıka

aşklar da tarazlanır aslanımtükenir en fazla beş yıl sonra

akşamdıve sahili boynuzluyordu denizyukarda gökyıldız bahçesihavada esrik bir rüzgârjülyet şişman bir kadın olarak geçti

yanımızdanromeo bunamış bir ihtiyar

dedim ki insanyalnız da olsa ihtiyarlarbir yaşam hasretle kanamaktansabir gün tükense de aşklarbirlikte yürümeli insangittiği yere kadar

kuşlar bilekanatları birbirine bağlıyken uçamazlaryürekten yüreğe kelepçe vurmayanlaraşkı bir onlar yaşar

aşk ki sonsuz gökyüzüysekuşlar yanyana uçar

9- Keşke

keşke bu aşk bahçesinehiç gelmeseydimgüneş delirmeseydibu haziran güzeli yağmurbeni böyle ince incedamla damla öpmeseydisoluğun imbat kokmasaydısaçların esmeseydiben bu güzel kentihiç görmeseydim...ne olur öteki kadınlara benzeseydinevde kalmış olsaydınbacaklarına ağda sürüpsakallarını cımbızla alsaydınbeyaz atlı prensini bekleseydingözünü aynalardan ayırmasaydınaslında beni sevmeseydinseviyor gibi yapsaydınçok sürmese seni terketseydim

bir gün ayrılacağımızı başından bilseydimonun sen olduğunu bilmeseydimseni hoyratça sevseydim

10- Bir Mavi An

anımsa

deniz rıhtıma çıkmıştı coşkudandeliydi saçlarında fırtına esen rüzgâröpücük tufanıydı boşanan sağnak

Emeğin Sanatı 173. Sayı

Page 11: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

aylardan nisandı- günlerden pazaryalı kahvesindeyüreğin bir tuhaf ıslakunufak etmeğe yeterdi kentiyaralı bir hayvan gibi gözlerindeki esrar

buralarda bahar ansızın giderakşamları sokaklarda çiçek açar insanlaraçılsam maviliğegönlümü en ıssız koylara demirlesemkaçış yokdalgalar hep senin sesinadı bilinmedik sokaklardan geçsem

bilirimbütün kavşaklarda beklersin...

nasıl da isterdino çocuk ellerininöylece kalmasını avuçlarımdave gözbebeklerinde yitip yitip gitmeyiçıkarmağa gücü mü yetmedi aşkımızın.sen gelmeden önce giyindiğim geceyi

hani demiştin ya- insan aşkınısonunu düşünmeden kuralsız yaşamalıhesapsız-kitapsız-utançsız-arsızşimdi bilmiyorum ben mi korkağımyoksa bu nasırlı yürek mi tutarsız

demiştin ya yıkmadan kurallarıdeli sağnaklar gibi yar sarılamaz mıçiğneyip geçmeden birinin gözyaşınıgerçek sevgilere varılamaz mı

anımsaakşamın leylağındaöpüşmek rengiydi baharne zaman o geceyi yaşasamavuçlarım ellerinin sıcaklığını duyar

işte o demiştimakşamları batıdan doğanen parlağı yıldızlarınkaranlık gecelerde yol göstereniserüvencilerin ve hırsızlarınşairlerin yüreklerine dökülen esinişte o demiştim Venüs yıldızı

aşkın tanrıçasıSensin

anımsanazlı bir kızdı mayıshava su berrakbillurunda yalnızlığım nemleniryıldızları indirdim Karşıyaka’yaötesinde lacivert dokuyan dağlarsoldu gün ömrümüzün dalındaimge yakamozlayan şu denize ne denirgümüşselviler uzuyor tüm kıyılardakarşıda bir yerlerde sanki Attila İlhanmaviden maviden mısra demlenirgüneşin battığı yerde öpüştü renklergeride yumşacık bir yeşil dinlenir

rüzgâr okşar dallarını palmiyelerinotobüsler ışıklar içindeinsan yüzleri dinginneon lambaları rengarenkzaman ellerde yüzlerdemavi mavi dökülüyorbir kız kelebekler gibitelefon ediyor sevgilisine

mavimasmavi gülüyor...

akşamdıgelmesenbüyü bozulacaktıeski bir plakta yinehicran yine hicran çalacaktı

Sayfa 11

Page 12: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

gelmesenmavikan içinde kalacaktı

bilmezsinuzak dağ başlarında karanlık geceleriüç haneli köylerdeağır ağır tükenmeyi hiçliktenne gece kuşları -ne rüzgârın uğultusuhiç bir şey tutamaz insanının yerinikendinle buluşup boğuşman boşsilemezsin unutuluş sisinibilemezsin korkunçturyaşarken ölmek duygusugecen ölümlerden ıssızyüreğin delik deşikışığın loşyararsızbütün saatleri kırsançıldırsanhırsından bin parçaya ayrılsanen güzel an da düşerömrümüzün dalındankimseler tutamaz çetelesini

oysa uzak bir sonradanoturup geriye baktığın zamanbelki parmak uçlarında tozu bile kalmayangizi gülümseyişin taç yaprağında saklananbelirli anlar vardırinsanı tanımlayan...

geceydinazlı bir kızdı mayısyıldızlar yağmıştı karşı sahilegeldinelin yüzün ben geldinsanki gerçek değildinama gerçekten geldingözlerin tüm bakışların bahçesi

hey palyaçomgecemi çıldırtan aymasalımın prensesihoş geldinellerini ellerime gül diye bırakhalin halimle tamambir şiir okuyayım yüreğime bakarakölümsüz olsun şu anki ben bu müthiş anıbir daha yakalayamam.

11- Yağmayan Gök Sancısı

omzunda ağır yüküylegeceyi bekleyen acı suskunlukdüşlerinde sarar diri gövdeni

yağmayan gök sancısı.gözlerimde gördüğünbilmezsinbubenim ağlamam

uzaklık dediğin aşılıryol tepilirdağ yıkılırtamamyüreğin ne kusuru var sevme faslındasen beyaz duruşuna hayran olduğum kuğuben çöl kartalıbazan sevmek ayrılmaktır aslında

nereye düş eksek orda kuraklıkkural koyucular peşimiz sıraayak izlerimiz kannar çiçeği gülüşlüm var git yolunayüreğim bulur senine zaman beni ansan

Emeğin Sanatı 173. Sayı

Page 13: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

ah bilmez miyim oysao dişi aklığın teslim olur deli sularımauzansamgül olur tomurcuğunçöl demez toprağımayangınıma kanat vurur yüreğincansuyum olursun canıma aksan

aşılır tüm engellerşu firavunlar sultasısokaklar dolusu lağım faresihatta yalnızlıklar bileyıkılır sınır surlarısevmeyi biliyorsan

yağmayan gök sancısıgözlerimde gördüğünbilmezsinbubenim ağlamamaramızda bir şey var ki aşılmazbir ona yetmez gücümzaman...

12- Aşk Ermişi

yüzünhüzün değilbir çocuğun muzip gülümseyişikadıninsançiçekdişiinsanlar geçiyor mimiklerindenyüzünün sahnesindesayısız figürantıpa tıp kaç kişi

gülüşünceylanın taştan taşa sekişisusuşunmehtabın suya inişi

küsüşünayçiçeğin boyun eğişigelişinyüreğimin gül kesilişi

gözlerinde gördüm bakışlarımıdedin-bırak öpsüngözüm gözünüki sensin aşk ermişi...

13- Oysa Beni Al İsterdim

bir hazan sessizlik kaldı gözlerindenakşamın sinesi kanadı gidişinlegülüşün sustusu berrağı sesinden geriyeo vesveseli yalnızlık kirüzgârların dilindeyine hicran makamından şarkılar söylemekte

saçlarına takayım diyeellerimi uzatsam kopartırım diyordumgittin ki yıldızlardenizin yüzüne döküldüdalgın bakışlarının kaldığı maviliktehepsi de bir bir öldü

gittinyerle bir oldu her şeyyüreğimde patlayan bu kıyametibaşından biliyordum...

oysa beni al isterdimdeli sokuluşlarınlagünüm denizine batsınayım yitsin bulutundanar çiçeklerinin dalında rüzgârtoprağının sinesindenisan yağmurun olayımbeni alsın dalgaların

Sayfa 13

Page 14: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

beni sarsınkayalara çarpa çarpaparçalasın isterdimnabzınadamarlarınakanına karışayım

gecene taşınırım şimdi tüm trenlerlesonsuz çöllerine-sana en uzak yereşimdi yıldızsız yokluğundakaranlığı kanatmak var şiirlerleanlatılmaz sancılara boğmak varben duramam buralarda giderim gayribelki ardımsıra gelir gözlerinbir de saçlarına sevdalı rüzgâr...

uzak kıyılarda öpücüklerlekurmayı düşlediğimkumdan evler kaldıyıldızlar inecekti saçaklarınadeli dalgalar aldısöylenmemiş bir masal vardısana-bana ilişkinsen deliliğe vurdunben sürgünlüğe çevirdim yolumu

o uzak kıyılarboğazlanan düşlerle debelendibirlikte seçtik biz bu kıyametiayrılık tam öptüğüm noktada yakaladısevdamız hançerle ertelendi...

ayrılıkseni ilk tanıdığım gün gözlerindeydigülüşünün kıvrımına saklanmıştıdalgın dalgın duruşunausul usul gelişinebundandır her buluşmamızdayarın gidiverecek bir yolcu gibi

sarıldın banabin yıldır yollarıma bakıp daumudu doğmadan ölenkadınım baktım

oysa beni al isterdim

aktınöylesine hasretlerleaktınhep hazin bir biçimde kanattın aklığınıtutsam ellerimdeydin her defasındasuyaşamaşktınçöl kaldım sana cansuyumkollarımdayken uzaktın...

ayrılık kirpiklerinde titreyen vesveseydibakışının ardındaki dünyanıngirişindeydikanayan yaraydı gülüşünün kıyısındabeni gözlerinle sarışındaydıgönlüme gövdeni giydirişindegözümün bebeklerinde ölüşündeydiyavri yavribilemedim ayrılıkkıyametler koparanbir damla öpüşündeydi

oysa beni al isterdim..

ADNAN DURMAZ(Ben Gidersem Ay Sen'deler,Art Yay,Ank.)

Emeğin Sanatı 173. Sayı

Page 15: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

tan doğan

halk yüzlü yâr

bir halkın hüznü yüzündeboşuna mı diyorum sanki sana ‘gül’

tarih kandır kanatır ‘insan’ıdünya zâlimle zulüm arası bir gündür

bin halkın hüznü yüzünde‘yazgının toprakları’nda dört mevsim ‘eylül’

tanrı kör şeytan sağır ‘hayat’ tekerrüraşk yoluna yanan ‘insan’ sürgündür

her halkın hüznü yüzündeumutsuz yaşamak küfürdür

RESİM: ADNAN DURMAZ

Sayfa 15

Page 16: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

SU'DAN SAF OLMAYI İSTEMEK

Daha safolmak istiyorsun dabardaktaki sudan

Ama bir türlü kurtulamıyorsungeçmişindekibalçıklı bilinçaltından

'Tarih tekerrürden ibarettir ' diyenlere inanıyorher şeyi olduğu gibi kabul ediyorsunuyanmıyorsun bir türlüo kan uykundan

İki hidrojen bir oksijen atomuyeter mi özlemlerinetarih affeder mi senialınterini katmazsan yaşam denizine

FEYYAZ KADRİ GÜL

Emeğin Sanatı 173. Sayı

Page 17: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

HÂLBUKİMuhammet DEMİRZamanla insan her şeye alışıyor. Ya da

şöyle söylemeliyim sana. Ben zamanla herşeye alışıyorum. Herhalde “Galibaalışıyorum” demeliyim.

Alışkanlıklar ruhuma işliyor. Bedenimisarıyor. O kadar benimsiyorum ki. Sankialışkanlıklarımdan sıyrılırsam üşüyeceğimgibi geliyor bana.

Tuhaf... Zaten son zamanlarda oldukçatuhaf oldum. Bu belki de beklentilerimingerçekleşmemesinden dolayıdır. Kim bilir...Evet, çok doğru beklentilerimin hiç birisigerçekleşmedi. Tuhaf değil mi? Sence de.Hâlbuki sen biliyorsun o kadar çok çabave zaman harcadım ki.

Alıştım diyorum ya sana. Sen bunainanma. Hiçbir şeye alışamadım ben. Oalışkanlıklarımdan bahsettiğim ve terk et-

menin bana ne kadar da zor geldiğini söylediğim cümlemi ciddiye alma. Alışamıyor insan.Alışamıyorum hiçbir şeye.

İşte asıl bu tuhaf değil. Bilirsin sen beni. Ben de seni biliyorum ya. Korkuttum seniçoğunlukla. Korkmanı istemedim hâlbuki. Neden bu kadar zor ki hayat. Yani benim hayatımneden bu kadar zor. Bu soruya cevabım çok. Ama net bir sonuç yok. Sen, ama sen başkasın.Hep başkaydın zaten. Kime diyorum ki ben. Sen başka havalardasın yine. Yine başkaâlemlerdesin. Dalmışsın yine o gaip düşüncelere, gaip eylemlere.

Bir yudum daha almalıyım bardaktan. Bir lokma daha kopartmalıyım ekmekten. Bir kaşıkdaha almalıyım çorbadan. Sonra. Sonra kusmalıyım yine...

MUHAMMET DEMİR

Sayfa 17

Page 18: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

KÜL KENDİNE DÖNMEMİŞTİR GECEDİR

Kendini inkar etmiş bir Tevrat gibiTutarsız mahallelerin yetim sokak çocuklarıTutuşur ve düşer yenidenİsa eskitirken çarmıhlarını

Mezapotamya'da üvey kaldıkMısır'da kin sakladı tabletlerMardin'de eski havuzlarKadıköy'de rediflerİstasyonları ateşe verilmiş banliyö trenleriİskelesiz kalmış gemilerVe duvarlar ve demirlerSarmaşığa sarılmış bir ağaçAdları ay çiçeği yüzü nar çiçeği gibilerHepsi gitti birer birer

/Yüzümü yıkamaya utanıyorumSeni seviyorum demeye utanıyorumDoğulu bir türküde cayır cayır yanıyorum/

GelirsinHer şey bir gün gelirZulüm gibi ölüm gibiBazen intikam gibi yaşanır sevdalarDoğan gün gibiBugün gibiÖtesi boran ötesi fırtınaÖtesi mahpus hücrelerinde tipiMecburiyetlerin alışkanlık haline çevrildiğiBir aşk nasıl yaşanılır ki

Sevdaları saklıyoruz yağmalanmasın diyeAdlarımızı saklıyoruzArdından ağlanmasın diyeÇocuklarımızı saklıyoruzAğıtlar yakılmasın diyeO zaman bu tulum bu kemençe bu bağlamaBu zurnalar bu davullar ne diye

/Elinde bir testi suÇoktan gelmiş uykusuTam çömelip içerkenOrda kurulmuş pusu/

Sevda böyledir işteGün ışığı gibi gelirMezar ile bir olurAma sevdayı savunanKefen ile doğrulur

/Kül kendine dönmemiştir gecedirBiz geceyi yazıyoruz nicedir/

BÜLENT AYDINELGÖRSEL ÇALIŞMA: ADNAN DURMAZ

Emeğin Sanatı 173. Sayı

Page 19: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

ESMELİ

Bir harman gibi serdikBekleyişlerle büyüyen sevgileriAcıları tınaz gibi yığdık

Şimdi sarı bir rüzgâr esmeliSavurmalıyız hüznün saçlarını

HASİBE AYTEN

Sayfa 19

Page 20: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

YİRMİ BİR ARALIK GECESİYDİK

kıyıdan gitgide uzaklaşan tekneye bakıyordukgözü yaşlı mendiller biriktiriyorduk toprağa

ayaktaydık

altımızda fay hattı, yukarıda gürültülü gökbekliyorduk denizin yarılmasını, firavunlar gelmeden

ne bu kadar kalabalık görmüştük kumsaldaki ülkeyine çiçeğine su veren elin direncini kendimiz bilmiştikyalıyarlarda

nefesimizi tutmuştuk, üstümüze ağ atıldığındatırnaklarımızı bilemiştik ay ışığıyla

susmuştuk

okaliptüsler uzadıkça uzuyordu tekne yittikçe gezdenbir kedi çevikliğinde tırmanıyorduk umuda

düşlüyorduk bir güz ağacı altında oturup dasarı bir yapraktan bir kitap oylumu şiir çıkarmayı

yirmi bir aralık gecesiydikaydınlığı dakika dakika sağacaktık

ma’kus karanlığımızdanen azından bunu biliyordukönümüzün bahar olduğunu

ve ayaktaydık bu yüzden

A.UĞUR OLGAR

Emeğin Sanatı 173. Sayı

Page 21: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

“ZUM WOHL! –ŞEREFE!”Necmettin YALÇINKAYA

Saat 10.40’tı beni alıp götürdük-lerinde… Hemşire bir hap uzattıbana. ‘‘Yut bunu’’ dedi, ‘‘sakinleştirirseni.’’

İki hemşire altımdaki tekerlekliyatağımı asansöre taşıdılar. Oradanzemin kata, ameliyathaneye… Kısaboylu, esmer tenli, tıraşlı yüzüyle birigördü beni. Yatağın üzerine asılılevhada ismimi okuyunca, sordu:

‘‘Dersimli misin?’’

‘’Bir yanım Dersimli’’ dedim.

Gülümsedik birbirimize.

Narkozcu kadınla göz göze geldik.

‘‘Narkozu belden aşağı yapın’’ dedim.

‘’Olmaz.’’ dedi kendinden emin bir sesle. ‘‘Dayanamazsın.’’

‘‘Daha öncekilere dayandım ama.’’

‘‘Onların süresi kısaydı…’’ dedi gülümsedi, elimi tuttu. Bir anne, bir abla şefkatiyle başımıokşadı. Masmavi gözleri ışıl ışıl yanıyordu. ‘‘Bana güven’’ dedi, ‘‘içini serin tut.’’

‘‘Tamam’’ dedim çaresizce.

Damarlarıma iğnelerin batırıldığını hissediyordum… Bir süre sonra gözlerim kendiliğindenkapanmaya başladı. Koca bir karanlık üstüme abandı. Kendimden geçmişim. Sonrasınıhatırlamıyorum.

Kendime geldiğimde duvardaki saat üçü gösteriyordu. Etrafıma bakındım. Diğer hastalarıfark edince yoğun bakımda olduğumu anladım. ‘Demek ameliyattan çıkmışım’ diye geçirdimiçimden. Hayatta olduğuma sevindim. Gözlerim telaşla karışık bir korkuyla ayağıma gitti.Yerinde duruyordum. Parmaklarımı oynattım. Rahatladım birden. Camdan dışarıya baktım.

Sayfa 21

Page 22: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

Karşı kıyıların ışıkları Zürich Gölü’nün üzerine düşüyordu. ‘Demek saat sabahın üçü olmuş’diye geçirdim içimden. Saati hesaplamaya çalıştım. Ameliyatımın üzerinden on altı saatgeçmişti. Her yerime hortumlar takılı. Serumun birisi bitiyor, yerine yenisi takılıyordu hemen.Duvardaki saat çok yavaş ilerliyor, zaman durmuştu adeta. Bir hastabakıcı telefonu getirip,kulağıma dayadı. ‘‘Baba geçmiş olsun’’ dedi kızım Ezgi, ‘‘bizi çok korkuttun… Ameliyatındokuz saat sürmüş, ama ‘umulandan daha güzel geçti’ dedi doktorun.’’ Eşim Nuran’ın sesikarışıyor Ezgi’nin sesine. ‘‘Söylesene kız, çok merakta kaldık… Bana da ver telefonu ben desesini duyayım babanın.’’

‘’Sırası değil şimdi anne’’ dedi Ezgi. ‘‘Yormayalım babamı.’’

‘‘Odama çıkınca ararım ben sizi’’ dedim, ‘‘ağrılarım var, ağzımın tadı kaçmış. İçim dışımnarkoz ve ilaç kokuyor…’’

‘’Tamam baba, ameliyatının iyi geçmesine çok sevindik’’ deyip telefonu kapattı Ezgi.

Birkaç saat sonra odama çıkardılar beni. Pencereden dışarıyı izlemeye başladım. Her yerıslanmış. Sabah kadar yağmur yağmış anlaşılan. Dağların üzerinde sis bulutu var. Göl çoksakin. Gemiler sessizce yolcu taşıyor. Manzara desen bir harika. Hızla vuran kilisenin çanıZürich şehrinin sakinliğini dağıtıyor bir anda. Bir karga gelip camın pervazına kondu.Bakışıyoruz. Bana aldırmaksızın pervazın kenarına biriken yağmur suyunu içiyor. Günemerhaba diyor bir çift serçe. Öyle ürkekler ki… Eşofmanlarını giymiş birkaç kadın hızlıadımlarla asfaltları aşındırıyor.

Başım gökyüzüne kayıyor… Küme küme gri bulutlar tüm Zürich şehrinin üstünü kapatmış.İçim kararıyor birden. Tekrar Zürich Gölü’ne kayıyor bakışlarım. Bir gemi gölün suyunu yarayara ilerliyor. Birkaç martı takılmış peşine.

‘‘Tam balık yakalama zamanı’’ diyen birkaç adam oltalarını suya atmış, sabırla balığınvuracağı anı bekliyor. Her şey tam yüz metre kadar ilerimde oluyor, ama onca güzelliğinarasına -çok istememe rağmen- katılamıyorum. Hayıflanıp ‘‘Kahretsin’’ diyorum.

Sağımdaki yatakta yatan hasta uyanıp, ‘‘Geçmiş olsun’’ diyor bana.

‘‘Size de…’’ diyorum.

O sırada doktorlarım geliyor yanıma. Halimi hatırımı soruyorlar. Hemşirelere neler yapmalarıgerektiğini söylüyorlar. Onları selfi yapmadan salmıyorum. Zafer işareti yapıyorum. Gevrekgevrek gülüyorlar.

Ağrılarım bir yana gazdan ötürü karnımda müthiş kuru bir sancı var. Resmen kıvrandırıyorbeni. Karnımı ovuyorum. Bir hemşire yanıma yaklaşıyor. Karnıma masaj yapıyor. ‘‘Sal gitsin’’diyor, ‘‘rahatlarsın.’’

Emeğin Sanatı 173. Sayı

Page 23: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

‘‘Ama sizden utanıyorum’’ diyorum.

Gülüyor. ‘‘Ama siz hastasınız’’ diyor. ‘‘Utanmayın.’’

Yanımdaki hastayı gösteriyorum. Bakıyor. ‘‘Kulaklık var kulağında müzik dinliyor, sal gitsinduymaz sizi.’’ deyip gidiyor.

Ikınıp zorlanıyorum. Sonunda gaz çıkarmayı başarıyorum. Karnımdaki kuru sancı bir andadağılıyor, gazını çıkarmış bir bebek kadar hafif hissediyorum kendimi.

Akşama doğru bu kez yanımdaki hasta başladı gaz çıkarmaya. Gaz çıkarmıyor, top atıyorsanki mübarek. Bakıştık. Elimdeki su bardağını kadeh kaldırır gibi havaya kaldırdım.

‘‘Zum Wohl –şerefe-’’ dedim.

Kıkır kıkır gülmeye başladık.

NECMETTİN YALÇINKAYA

Sayfa 23

Page 24: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

ANNE BENİ ÖLDÜRSENE*

“Kendime 40. yaş hediyesi”

Nasıl kovduysan beni karnından Bu gam harfleriyle örülü dünyayagibi kan, gibi cehennem, gibi lav

Anne beni öldürsene!

Kendimi ıskaladıkça biriktiğim yeisSesime çöl geceler yankısı fluUzaklardan azalıyorum mavinin her tonunaIssızlığa taranan saçlarımda hecelenen çile

Anne beni öldürsene!

(Annemle papatyaların bileşkesi sıfırSerçelerle toplasam hiç çıkıyor annem)

Anne 40 el dizeyim hayatın kalbine sıkılmışBelki “40 şair birden olsam yazamam bir hevesi”¹Ama serçelerin kanat seslerine ilikli bir bahar sabahıyımBir lunapark ikindisiyim çocukların neşeli avuçlarında

Emeğin Sanatı 173. Sayı

Page 25: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

Ama sen beni yine yarına unut, bugüne hiçle, dünden eksiltAnne 40 satır mıyım sana 40 hayal kırıklığı mı“Ben severdim apoletlerimi bir gün”² diyemedim diye

Anne beni öldürsene!

Umudun tarihçesine kanıyor yüzümün meridyenleriKaranlığı susan sakallarımda genleşen öfkeGözlerimin geometrisi cinnet alfabesini sayıklıyorSokağın alnından öpülüyor iç kanamalı gençliğimAnne nasıl 40lanır artık bunca kimsesizliğe bulanmış kalbimAman mülkün eskimesin, sen beni azalt evinden yine

Anne beni öldürsene!

(Annemin türevini alsam serde var kederYağmurla toplasam hiç çıkıyor annem)

Nasıl kovduysan beni karnından Bu gam harfleriyle örülü dünyayagibi kan, gibi cehennem, gibi lav

Anne beni öldürsene!

SERKAN ENGİN

* “Usta Beni Öldürsene” Barış Pirhasan¹ Haydar Ergülen² Turgut Uyar

Sayfa 25

Page 26: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

AKREP BURCUNA SORUN ÖLÜMÜİrfan SARİ

ben dağların rüzgarını seviyorumyalan yokkurşun gibi üşüyenadamlar anlayamaz bunu

kaç kez anlatmaya çalışsanız dagül dalına esimden anlayamazlar

sorsankasımdır der duvarda kaldıysa takvimonuncu gün sayfası paramparça çocuk isimleri dolu

kasım sadece bir ay adı değil amakasım ölüm kokandarmadağınbir dünya içinde kalmışoldukça eski bir düşmanlık hikayesi

sarsıntıbir bataklığın en çok içine çekilme meselesidirbubalçığa gömülüp boğulmaya yarar sadece

cenneti arayanlara ulaşınca gözlerini götürmemelerini söyleyinbu tarif daha çok yedinci yaşında ölmüş çocuklara baktıkları içindirgenç kadınların Pazar Pazarçuval dolusu köleliğe satıldığını gördüklerindendir

ölümü canlılar çalarhayata dair kabristandan bir mezarı kazarak çıkmışızhatırlaüstümüz başımız yakılmış

Emeğin Sanatı 173. Sayı

Page 27: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

bir köy evinde kimimizkimimiz bir asit kuyusundakimimiz kentlerin en mistik otel odasın dakimimiz bir dağ başındakimiz ana kentlerin en aşina yerin dedevletin çalmış olduğu petrol ilesömürülmüş alınterimizemeğimizlekimimizlime lime edilmiş bombalarla

her karşılaşmada namlular barutşarapnelyaşamak bu kadar güzelken ve anlamlıykenkısa çizgilerleuzun iniltiler duymak isteyen caniler gider ağrına insanın

bu denge değiltuzakyasak kanatlı ateş püsküren canavarların işi

geceleri uyandırıyor bu gürültübilir misincahil sulardan yaratılmış küçük insancıklar uyanmazait olduğun düşkırılmış

ama yaralı bir kuşun göğünü hep maviye boyadı kadınlaryani serçe kuşu yuvası oldu memelerinin arasıçünkü onlar aşktan yaratılmıştıdiğerleri taştan

uyanırdıbedenlerinden uzuvları kopmuş çocuklartanrı tek kelam etmiyorduduası hazır olanlar saklandı

Sayfa 27

Page 28: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

an karave kan pususu kilit taşlarındaoluk oluk kırmızı

dindikindarın öfkesi

kara tahtaya fiziğikimyayımatematiğibilenler kalkar ve tebeşirle yazardıgülerdi aygüneş çekilirdi keyfinegökten yağan yıldızlar sarardı etrafını hayatınsorma ne seyranlar sererdi yerküreye toprak ana

tutmazdı yeminlerseven ellerin bir birini tuttuğu kadar

o sulh seven ellerpaslı zincirleri ölümüne koparırdıölümüneaçılan yaralardan durmadan akardı kan

amakorkardıkirli kokardı fabrika ayarı verilmiş düşman takımıtertemiz sabahların üstüne yağardılar

kasımdıana kentin beton bloklarından

topladılar sevdalılarıuzak kilometreli şehirlere doğruyumruk ellerdik duruşlarve sloganlara yazılmıştılartoprak açılıyorduekin ekilecekti yakın baharlara

yasak pankartların burcu akrep oldukaçak elektrikli şehirlerde deama kimse yalnız ölmüyorkimse yalnız kurşun yemiyorve yalnız parçalanmıyorburçlardan akrepama biz çokuz

(İ.S.)

İRFAN SARİ

Emeğin Sanatı 173. Sayı

Page 29: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

İÇ İÇE

ey gökyüzünün mavisinde yağmuru arayan kişieğilde kendi yüreğine bakher yürek şimşek taşır içinde

şimdi bir bulutur içim dağılır durur hasretimin dehlizindenehirler denizlere akarben kendi içime

ben kimi saklasam da sarıp sarmalasam alıp soksam içimeönce kendisi ölürsonra bir başkası içimde

ben bir ölürüm bir ölürüm ki hep bir ölümsüzlük kalır içimdeölüler ki hep ölümsüzdürölümsüzlük katar ölülerin içine

MERİÇ AYDIN

Sayfa 29

Page 30: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

(BA)AAB (BA)AAAÖzlem KESKİN

Memleketinden kilometrelerce öteyeçıkıp gelmişti biri iş bulmaya. Geridebir kadın, iki çocuk… Bir kenarcıktakalakalmıştı İnebolu. Ölçsen biçsenelli kiloyu geçmeyecek oğlununardından bakarken dalgalıydı yine. Bukaçıncıydı böyle. Kaçıncı giden evlat?

Şehir ki bırakılamayan ama çocukla-rını doyuramayan, eteğinin altınasığdıramayan…

Karadeniz kadını kadar asi veçalışkan bir dişi midir yoksa adamıkadar yoksul bırakılmış bir erkek mibilinmez ama her dem gurbetçileribekler İnebolu. Her dem karanlıktırdenizin yüzü, her dem yaşlı.

Şehir gidenlere alışık edasıylabekleye dursun önce bir iş bulacaktırbiri. En az paraya saatlerce çalışılacakda olsa bir iş. Küçük bir ev, eldendüşme eşyalar… Sonra da çolukçocuğu toplayacaktır yanına.Çocuklarıyla aynı şehirde solukalabilmek için günlük yirmi saatçalışmaya razı olunabilecek bir iş…

İşsiz kalmak için doğmamıştı ya. İşsizlik için yaratılmış olamazdı. Hani insanlar doğarkenverilen o nasip paketi vardı ya. Arayıp bulmalıydı onu. Neredeyse bu nasip, bedeli neyseçıkarmalıydı ortaya.

Nasip=10 saat+güvensizlik

Nasip=12 saat+güvencesizlik

Nasip=14 saat+garantisizlik

Nasip=16 saat+kadercilik

Emeğin Sanatı 173. Sayı

Page 31: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

Nasip=18 saat+geleceksizlik

Nasip=20 saat_ekmek

İşte bu;

20 saatten ekmek çıkınca kalan başkasının nasibi olmalıydı. Ona ilişecek değildi. Zaten oderin hesaplar da yapamazdı. Orta iki terk… Olsun ama; istiyordu o ekmeği. Ekmeğiniistiyordu, çok şey değil. Bedeli ne olursa olsun. On saat, on beş saat, yirmi saat. Ekmeğiniaramaya gelmişti.

Bir diğeri çok oluyordu ayrılalı baba evinden. Can havliyle kaçmıştı hatta köyünden. Altıaylıktı büyük oğlan ilk ayrıldıklarında. Bebeleri gözlerinin önünde can çekişerek ölmesin yada vakitsiz anasız, babasız kalmasın diye kucakladıkları gibi karlı bir kış günü atmışkilometresi yaya başlamışlardı yolculuklarına.

Onların ardında paramparça kalmıştı şehirleri. Gözleri kanlı, dağları ölüme gebe…

Hemen bir ev tutmuştu onlar. Kirayı da ödüyorlardı işsiz kalana dek. Başka bir şehirde, kirasıödenmemiş kiralık evde bırakıp karısını, çocuklarını o da gelmişti şimdi kilometrelerce.

Bedeli ne olursa olsun o da ekmek istiyordu ve çocuklarıyla aynı şehirde soluk almak…

Gelir gelmez iş buldu o. Para filan konuşmadı hiç. Tamam, dedi her söylenene. Çalıştığıdükkânda yatıp, kalkacaktı birikmiş kirayı ödeyene dek. Sonra da alacaktı çocukları.

Hemen başladı çalışmaya. Bütün hünerlerini göstermek istiyordu hemen. Kendini sevdirmek,çok çalışmak oraya tutunmak…

Ondan üç gün sonra ulaştı oraya biri. Üç gündür aralıksız çalışıyordu bir diğeri. Soluksuz,uykusuz…

-Yeni başladı, dedi öteki. Ben de yeni açtım burayı zaten. İş çok. Önce tezgâhı dolduracak.Ama adam soluk bile almıyor valla. (yazınla ifade edilemeyecek tiksinç bir kahkaha)Tepesindeyiz. İyi çalışıyor. Ama ona vereceğimi sana veririm. Sabahtan gel bak işine yarın.Beğenmedik der göndeririz. Sen başlarsın. Benim işim görülsün, senin de…

Ev, elden düşme eşyalar, iş, çocuklar birdenbire hepsi paramparça oldular. Göz göze geldi biri ile birdiğeri. Kasanın başına yürüdü öteki.

Sezmişti bir diğeri. Daha bir hırsla yumuldu işine. Çalıştı geceye dek. Sabaha dek. Hiç uyumadı gece.

Biri de hiç uyumadı; vardı geldi çocukları ve çocukluğu arasında. İş ve işsizlik arasında... Doymak veadamlık arasında… Sabaha karşı aynaya baktı bir ara korktu kendinden. Üretken ellerinden korktu.

Sayfa 31

Page 32: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

Yüzüne yapışmış babalıktan korktu.

- Bez bitti.

- Mama yok.

- Baba etek al.

- Çanta al baba.

- Çikolata, şeker al.

- Parka gidelim.

- Baaab baaaa.

Yüklendiği siparişlerden korktu. Düşündü bir diğerini. Ömründe hiçbir şeyi düşünmediğikadar uzun düşündü. Onun sipariş listesini, onun babalığını, onun evini… Her şeyi düşündü.

Yarın sabah gel, işine bak. Beğenmedik, der göndeririz demişti öteki. Gitmekle gitmemekarasında gitti geldi yine. Adamlıkla babalık arasında… İş ve yokluk arasında. Dayanamadıçıktı yola. Kafasıyla bedeni birbirlerinden ayrı yürüyorlardı. Önce ayakları vardı dükkâna.Kafası ayaklarını çok geriden izledi.

Böyle gitti… Enkaz halindeydi. Adamlığı engelleyemedi içindeki gitme isteğini. Çalışmayadevamdaydı bir diğeri. Yüzü yüzlükten, elleri ellikten çıkmıştı. Uykusuz çalışmanın dördüncügününe başlamıştı. Göz göze geldiler yine. Çocuklar koşturuyordu iki çift gözün önünde.Çaresiz ve korkarak bakıyordu bir diğeri. Biri ondan daha korkak, daha çaresiz…

Toparlandı biri. Dünyanın düzeni bu, dedi içinden. Gözümü açmazsam işsizliğe, yokluğadevam. Benim de işimi elimden alanlar oldu. Ne yapabildim? Hiç.

Bir diğeri daha önce de yaşamıştı böyle şeyler. Bilirdi tası tarağı toplayıp ayrılmanın sızısını.Aynı sancı geldi oturdu içine…

Bakmaya devam ediyorlardı birbirlerine. İki iç savaş başlamıştı işte. Vurulup vurulupdüşüyordu çocuklar. Yağlı ekmekler ve tandır ekmekleri, annelerin tertemiz elleri, sapanlastikleri, kuzular, koyunlar, yalnızca çocuklara gülümseyen balıklar ölüyorlardı art arda.

- Bu gün gönderir beni.

- İşi iyi değil, demeliyim.

- İyi değil işin, derler.

Emeğin Sanatı 173. Sayı

Page 33: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

- İyi çalışmış ama…

- Para da vermez. Denedim, der.

- Parası yoktur bu adamın. Ne ile gider geri?

-Ne ile giderim?

- Bu işi de kaçırırsam ben ne yaparım?

- Adamın da vardır hesapları. Keyfinden çıkıp gelmedi ya…

- Ya adam çalışmış. Çalışıyor işte. Ne diyecekmişim çalışamıyor, diye. Adam ustaca çalışmış.

Uzadı iç sesler. Büyüdü düşünceler. İkisi de hazırladı kendini. Ellerini kuruladı bir diğeri.Derinden soludu. Dört gündür ilişmediği sandalyeyi çekti oturdu. Silkindi biri. Yirmi altı yılönce ilk cümlesini kurar gibi; işte o kadar acemi eşeledi beynini.

- Kolay gelsin abi.

- Sağ ol.

- Abi ustalığına bakıyorum. Nerelisin sen?

- Mardinliyim kardeş. Sen nerelisin?

- İneboluluyum.

- Sen de mi ustasın? Orada mı yetiştin?

- Öyle. Ama çalışacak iş yok be abi.

- Sorma, her yer aynı.

- Neyse abim, Kaçayım ben.

- Bir çayımı iç derdim ama yeni başladım ben de. Bilinmez adamların huyları.

- Sağ ol. İçmişe beraber. Kolay gelsin.

- Eyvallah.

İkisinin de yüzünde balıklar gülümsüyordu. İkisi iki adamdı şimdi. İşine devam etti bir diğeri.Ötekiyle hiç karşılaşmadan yürüdü gitti biri. Yemeğin üzerine erkenden uyuyup kalmıştı öteki

Sayfa 33

Page 34: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

kalkamamıştı henüz…

Kıştı. Serin serin gülümsüyordu İnebolu. Mardin çocuklarından habersiz ölüm kusup karaltından ağlıyordu.

İki adam onurun ılıklığında çocuklarını aradılar.

- Çalışıyorum babacığım. Paramı alınca alıp yollayacağım…

-İş arıyorum babacığım. Bulayım, hemen alacağım…

Aylar geçti şimdi. Biri iş bulamadı henüz. Aynı hızla, o garip hırsıyla çalıştı bir diğeri. Alamadıparasını henüz.

Ürperten bir oyun oynuyor çocuklar hâlâ babalarıyla aynı şehirde soluk almaya dilektutulan…

ÖZLEM KESKİN

Emeğin Sanatı 173. Sayı

Page 35: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

BİR BULUT OLABİLSEYDİM

Nasıl olabilir: Bir uçurumdan saçılmıyorduAkın, grinin, karanın yığınsal dalgalanması!Sular, sulara karışarak doruklara mı akıyorduKüme küme yumrulaşıp ay gibi yüzleşerek,Yuvarlanıp yumaklaşarak yamaçtan yamacaAtılırken kırılıp veya yorulup kalmıyorlardı,Öyle hızlı ve biteviye hareket halindeydiler kiKatarlarına katılmak isterdim koşup uçarakEğer onlar gibi fırtına bir bulut olabilseydim.

Olmayınca onlardan bir bulut, en altta bizler,Uçuşun sancısı içimde, burgulanan arzularlaKarmakarışık duyguların rampasında rötarlı.Zor bilekli rüzgâr kapatıyor açık kanatlarımı,Sarılıp kuşatılıyor gökten özgür dağ başlarıDalga dalga; kabulsüz, izinsiz, pasaportsuz!

Kalıyorum havada; ne tutsağım, ne de yaralıSonra bir başınayım: Ne rüzgâr var, ne bulut.Dağın zirveleri çekmiş cefayı çileyi, sana ne!

ABDULLAH KARABAĞ

Sayfa 35

Page 36: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI
Page 37: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

BAKMAYINBakmayın siz böyle ç(b)ağırdığıma

Keşke karanlığa bir kibrit çakabilsemSözlerin havada gölgelendiği iklimlerde

Bir hayal olup DonkişotlaşsamZaferden zafere koşsamŞiirden ezgiler yaksam

Buralarda Şairlikte havaDizelerin içi kaynar

yerinden fırlardurmuyor ki (içimdeki) sanki cıva

İnanmayın sözlerimesarılmayın dizlerimebakın gözlerim(d)e

gizlenmiş savaşların tarihçesibuğulanan aynalarda dans etmekte

Düşünün aydın zekalardan üreyen bilimleDüşünün aklı başında bir Nuşi Revan adaletiyle

Vicdani kalplerde büyüyen demokratik bir kanaat ileGökyüzünün maviliği kadar gerçek bir netlikle

yağmurlar kadar bereketli bir aşkın özgürlüğü gibiİsterseniz yeni yaşamlara yeni kavramlar türetelim

Eskilerin gerekçeli polemiklerinden uzakNet olmalı yaşamın en insanı yanı (net)…

Kırılsın zihinleri köleleştiren set

HALİL MANAP

Sayfa 37

Page 38: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

KARA GÖLGEBerivan YILDIZ

Rengi solmuş, eski elbisesi ve ayağındayırtık naylon ayakkabısıyla oturmuştuçeşmenin başına Dine. Dizlerini karnınaçekmiş, kollarıyla sarmıştı. Ayrılık,yaşadıkları kor gibi gelip yüreğineyerleşmişti yine. Bir yerlerde bir şeyunutmuş, bırakmış, kaybettiği şeyi arıyor,özlüyor, korkuyor, ara ara içten içesöyleniyordu. Dine dili dönmez, sesiçıkmaz, konuşamaz bir divaneydi işte.

Güneş daha doğmadan, sabahın ilksaatlerinde gelir çeşmenin başına oturur,hava kararınca eve dönerdi. Köydekileronu bilir, iyi tanırdı. Kimi zaman çocuklarınkovaladığı, büyüklerinse pişkin pişkingülerek dalga geçtikleri köyün deli kızıDine'yse habersizce anlamsız bir şekildegülümser geçerdi. Köy meydanında, saçıbaşı dağılmış, kirden yüzünün rengianlaşılmayan, yalınayak dikenlere, taşlarabasa basa yürüyen yirmili yaşlarında olanbu kızı gören yabancılar; korku ve telaşiçinde onlara eşlik eden rehberlerinedönerek: "Kim bu?" diye sordular. Rehber

kırgın ve acıyan bir ses tonuyla:" Haa! O mu? Deli Dine'dir o. Doğduğu günden bugüneböyledir. Korkmayın, sakindir kimseye karışmaz. "dedi.

Annesi, öğlen saatlerinde içine peynir ve tereyağı koyduğu bir parça ekmeği çeşme başındaoturan Dine'nin eline tutuşturup evine dönerdi. İçi yansa da, gözleri dolsa da kızının buhaline alışması yıllar olmuştu.

Günlerden bir gün köyde düğün vardı. Ev halkı diğer köy ahalisi gibi koşarak düğün evinegitmişti. Düğün evinden gelen seslerle beraber köyün sessizliği de dağılıp bozulmuştu.Dine'yse tüm ısrarlara rağmen evde kalmıştı. Daha sonra dışarı çıktı. Köyün üstünü gri, incebir sis tabakası kaplamıştı. Bu matemi renk onu ürküttü. Bahçede bir ceviz ağacının altınabüzülmüş, soğuk ve sert esen rüzgârda elindeki sopayla toprağı eşeliyordu. Önünde

Emeğin Sanatı 173. Sayı

Page 39: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

kocaman bir kara gölge belirdi. Her zamanki gibi masum ve ürkek gözleriyle baktı.Hayatında ilk defa korkuyordu Dine. Karşısındaki adamın yüzü görünmüyordu, ufak adımlarlaona çok yaklaşmıştı. Kalkıp eve doğru yöneldi. Tüm gücüyle onu tutup samanlığa atmıştıkara gölge adam. Dine konuşamıyordu, bağıramıyordu. Karşısındaki dikenli kollarıyla onasarılan, sıkan bir şeydi. Bir an ürperdi, dudakları kurudu, tüm vücudu kasılmıştı. Üzerindekiağırlıkla beraber nefesi kesilmiş, göğsü acıyla inip kalkıyordu...

Gözlerinden akan yaşlar yanaklarından süzülüp boynuna, boynundan göğsüne bir ırmak gibiakıp gidiyordu. Canı çok yanmıştı, ayağa kalkmaya takati yoktu. Zalimce, vahşice, canicesaldıran kara gölgenin ona tarif edilemez bir acı, bir ağrı verdiğinin farkındaydı. Saatler sonraöylece uykuya dalmıştı.

Her zaman olduğu gibi babası, annesi, kardeşleri günün işlerine dalmıştı, Dine'den habersizve ilgisizce... Dine’nin karnı normal olmayan bir halde büyüyordu, büyüyordu. Ve günlerolmuştu onun kendi dünyasının çıkmazında boğulmaya terk edilişi. Ona tarifi olmayan birkötülük olduğunun farkındaydı. Ürkek, dalgın, kırılgan... Öylece dağılıp gidecekmiş gibiduruyordu. Bilinmezdi, ona bu vicdansızlığı yapan belki de bazen onunla dalga geçen, gülenbiriydi. Bu nedenle iyi niyetle yaklaşan insanlardan bile kaçıyordu. Hayatında ne zamandineceğini asla bilmediği acı karnının büyümesiyle artık başka hallerle başladı. Her şeydenhabersizce karnı, bir bebekten çok gaddarca dövüleceği, aç bırakılacağı, ahıra kilitleneceğigünlere gebeydi. Ailesi için utanç olan bu bebekten kurtulma yolları çok çok fazlaydı.Günlerce tekme tokat dövüldü. Esasında az olan şefkat kaybolup gitmişti çevresindekiinsanların yüreğinden. Haber çok çabuk duyulup yayılmıştı. O artık Deli Dine'yle berabergünahkâr Dine olmuştu. Sorgulanan yalnızca oydu. Ahlaktan, insan olmanın erdemlerindenbahseden bu insanlar, aslında insanlığa ne kadar ihanet ettiklerini bilmiyorlardı. Dine tümolanlara karşı sessiz, savunmasız, kimsesiz ve çaresizdi. Gözlerindeki yaşlar belirsiziniltilerine karışıyordu. Bazen titreyen elleriyle karnına dokunur, anlamsız bir gülümsemeyleuzaklara dalar giderdi.

Kişiyi insanlığından utandıran, ruh dünyasını paramparça eden tecavüze uğramış, hamilekalmıştı. Kim olduğunu ne kendisinin ne de ailesinin bilmediği bir kara gölgenin saldırısınauğramıştı. Geldiği karanlıktan tekrar o karanlığa gömülen biriydi. Geçen bu zamanda neleryapıldıysa da bir türlü çare olmadı doğması ve yaşaması asla arzu edilmeyen çocuğa. Karabulutların kapladığı gökyüzüne zifirî bir karanlık çökmüştü. Her adım yeni bir adımı, hersoluk yeni bir soluğu güçlükle var ediyordu Dine'de. Onun için mabetleşmiş samanlığa gitti.Annesinin getirdiği ebe kadının yardımıyla kurtulmuştu o şişlikten ve de yükten. Doğrulmayaçalıştı bir an. Elini annesine uzatarak bir şeyler mırıldandı, bebeği almak, görmek istiyordu.Ama olmadı, ebe kadın ona söylendiği gibi kucağında bebekle karanlıkta kayboldu. Tıpkı canıyanan kara gölgeli gece gibi. Hafiflemişti bedeni ama zihni, ruhu, yaşamı aslaunutamayacağı karanlıklarla dolmuştu...

BERİVAN YILDIZ

Sayfa 39

Page 40: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

ZAMAN UÇURUM KENARIkutsalım güneş rengim bakır tunç sevdasıbiraz hitit biraz sümer yabanıl tablettoprak altı beklenen hasret o günden bugüne aranan patika gözleri iris güzeli sularmavisi alı kaya yontusu kibele nasıl söylenirki burcu geyik başlı yiğit tan vakti ünlerbabil'e av dönüşü gılgameş namus belası enkidu kadeş öncesi mi sonrası mı hitit ezmesiüzüm kaçıncı kapıda esrik sefa yürekten yüreğe ulaşan hem bilinen yaşam öykülericennet cehennem süt akı söz gömütler

ruhu şarap ekşisi toprak taslar ayla yıldızlatanrı takasında hikmeti kendinden menkulmezatı buğday sarısı mavi bocuk hayali yolçeker döner sözünden ur uruk kemendi elindemarduk dicle kıyısında kırk tilkili belleği gılgameş'eenkidu ateşler fitili o zamandan üç güllü yoncayonca say kökünde beslerken mazlumu mağdureden petrolü tanrı gözünde alev çemberi günahıgeceyi aşıp gündüze ulaşmak aşkın neyse pahasıtay toynağında kuşluk vakti uzayıca gölgelerzamanı kovalayan şaşkınlk bakır kabın kırgın yüzütanrıçalar ağında alfabesinde zehrin anılar er meydanıdüşlenen kuş çelengi gılgameş'in narası enkidu'nunkıllı göğsü sarsar koca kenti ölüme beş var

büyü bozulacak derken yergilere boyun eğditutkular ezginin acının tuttuğu yer kadarciğer delen mızrak ok ve sadak kan içinde takvimler zaman uçurum kenarı ayna şavkıkirpikler alabildiğine nazar elinde anlamı büyükterazi hamurabi çığlık başımızda yarenim gülderenim bugün varsa yarın da olacaktır doğurgankısrak besler terkisini güzel gözleriyle güzel günler arar vicdan karası devran evel ezelyaradır süt tadı ot acısı ağıda hazır boyun bükükgöz yaş mezopotamya kimsesizliği ar başı naçaralev ateş karanfil dağı düzü gül kokulu anaçrahmi döl çoğulu tanrı gözü bereket muştusumutluluk sandığı lavanta kokulu gelinlerbirer birer iner dicle'ye ceylanlar kıskanır yeryüzüuyanır gökyüzü tanrı kulağında küpe barış kaynaşması kandan baruttan öte dünya haritasısevda enleminde gül fidanı çocuklar gülün oynayınişte uçurtmalarınız bizim size borcumuz var

BEKİR KOÇAK

Emeğin Sanatı 173. Sayı

Page 41: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

KANAYAN DAĞLAR

Kaç tarih sığar bir takvimeVurulur duvarların önünde

Akşamlar saklar sesini namlununÇıplak bedenler döner durur yivlerde

Yada kaç umut tutsakNişangahında Soğuk namlununKanayan dağlarında yurdumun

Eksik kalıyor bütün anlatımlarKollarına düştüğüm nehirler bilirŞarapnel yemiş gibi hırçın.Hançerlenir gözlerimde kamaşan sular.

Ağzımda sızılı tadı pas tuttu tütününEy kendine çekilmiş gözlerim uyan.

Seni benden sökmek isterlerBakışlarımı silmek gülüşlerimdenKent ayaklanıyor fırtına sesiyleYüreğim kabına sığmıyor gayrıAlıcı kuşlar pek te severler ölüm çığlığını.

ABDULLAH ORAL

Sayfa 41

Page 42: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

Sessiz Bir Yolculuk İşteMustafa DEMİR

Yavuz Aközel ile görüşemeyeli çok zamangeçti ama o aklımdan hiç çıkmadı. Nezaman iyi bir öykü okusam onuhatırladım, öykülerini yayınlasa da toplucaokusam diye hayıflanıp durdum.

Dostluğumuz seksenli yılların başlarındafilizlenmişti. 12 Eylül askeri faşistdarbesine karşı kültür cephesindenmücadele yürüten Kültür ve Sanat DergisiYABANEL’i çıkarıyorduk, bir avuç insan.Yabanel 13 sayı yayınlandı. CuntaTürkiye’ye girişini yasakladı. Yılmaz Güneycuntanın duvarlarına “vız gelir” deyipözgürlüğe adım atınca da dergiyi farklı birişlevle MAYIS adıyla yayınlamayabaşladık...

Yabanel’e çok güzel bir el yazısıylayazılmış bir mektup, bir de öykü geldipostayla. İlk fırsatta yayınladık öyküyü.Yavuz Aközel’in öyküsü bizi çarpmıştı.Dergimize olan inancımızı pekiştirmişti.Duru, diri dili, yoksulların sesi olan içeriği

bizi yüreklendirmişti. Bu halkın böyle yazarlara ihtiyacı vardı ve biz dergiyi çıkaranlar bubuluşmaya katkı sunuyorduk.

Sonra telefonlaşmalar, yazışmalar, tartışmalar, buluşmalar, karşılıklı ziyaretler... Ortakdeğerlerimiz, sosyalist dünya görüşümüz bizi çabuk yakınlaştırdı birbirimize.

Sessiz bir yolculuğa çıkmış olan Ayten Hanım’ı bu dönem tanıdık eşimle birlikte. Böyle yüreğitemiz bir insanı tanımış olmak bugün de onurdur bizim için...

Yavuz’la neden ve ne zaman kesildiğini hatırlayamadığım ilişkimiz onun beni, sosyal medyaaracılığıyla yeniden bulması sonucu yeniden başladı. Sanki ilişkimize hiç ara vermemişgibiydik. Yine öyküler üzerine yazıştık, yine sohbetimiz edebiyat üzerineydi ve elbetteülkemizin geleceği konuluydu.

Emeğin Sanatı 173. Sayı

Page 43: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

Peki Yavuz Aközel’in öykülerini bana unutulmaz kılan özellikleri nelerdi?

Öncelikle; hayatın tüm alanlarını konu ediyordu. Yoksullar, çaresizler kahramanlarıydı. Sonrayalın ve sahici bir anlatımı vardı. Diri ve zengin bir dille anlatıyordu öykülerini. “Yalınlıktayeniliğe her zaman daha çok yer vardır. Ama yalınlıkla yavanlık arsındaki fark kıl payı olduğuiçin, bu yalınlığın şöyle bir uğranmış değil, kazanılmış, ulaşılmış bir yalınlık olması gerekir.”diyor Murathan Mungan. Yavuz Aközel öykülerinde özenle ulaşıyor yalın anlatıma...

Yavuz Aközel’in öykü kahramanları çocuk işçiler, yoksullar, eşit iş yapmalarına rağmen eşitücret alamayan kadınlar, yaşlı emekçiler, çöplükten geçim çıkaranlar, işsizler, failleri belli-meçhul evlatlarını arayan Cumartesi Anneleri, eş baskısından bıkmış kadınlar, babakorkusuyla büyüyen evlatlar, olanaksız gecekondulular, politik tutsaklar, aileleri, Rumlar,Süryaniler, Kürtler, çeşitli uluslardan evlilikler, parçalanan aileler, savaş ve faşizm karşıtıAlmanlar, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Almanya’ya göçen, Almanca bilmeyenAlmanlar, Ermeniler, emeklilerin dramları... Bilumum dışlanmışlar...

Bu öyküleri Emeğin Sanatı Yayınları arasında yayınlanan Sessiz Bir Yolculuk adlı E-Kitaptantopluca okudum. Emeğin Sanatı Dergisi bizim yayınladığımız Yabanel gibi ezilenden yana,sömürüsüz bir dünya için yayınlanıyor. Bir de yayınevi oluşturmuşlar, E-Kitaplar yayınlıyorlar.Bu beni ayrıca sevindirdi. Yavuz Aközel Can Yücel, Dostevski, Kafka gibi büyükedebiyatçılarla ilgili kapsamlı araştırmalarını da Güney Kültür Sanat Edebiyat Dergisi’ndeyayınlıyor.

Öykülerinde engin bir halk sevgisi işleniyor. Bu sevgi doğa ve hayvan sevgisiyle bütünleşiyor.İnsanı çevresiyle birlikte seviyor. Bütün öykülerine sınıfsal bakış sinmiş. Bu bakış YavuzAközel’de gelip geçici bir heves, bir modaya uyma değil. Zengin diliyle, sahici yalınanlatımıyla bir oya gibi işlemiş öykülerine. Enternasyonalist bir birikim ve ruhla, evrenseldüzeyde yazıyor öykülerini...

Umudu derin kuyulardan çıkarıyor... Dışlanmış insanın isyan duygularını haykırıyor onlaradına... Ötekileştirilmişleri, varlıkları görmezlikten gelinenleri gündeme sunuyor. Sesleriniduyuramayanların acılar içinden süzülen umutlarını, öfkelerini ve isyanlarını bayraklaştırıyor,öykünün sunduğu olanaklarla...

MUSTAFA DEMİR

Sayfa 43

Page 44: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

EFLATUN KAÇIŞLAR

anladımsürahiler dolusu rakılar içmişsin gene..

gözlerin çelik çelikPotemkin zırhlısı'nıngövdesince parlıyor...

topa tutuyorsun kışlık sarayımermilerin ıslak ıslakmartı tüyü gümüşiliğinde ıslıklıyorsun havayı...

kan rengi çıbanlar gibi gülüşündermansız bakışlar yakalayıpsuratlara patlıyor..

anladım, gene rakılar dolususürahilere kırılıyorsun,kırıyorsun yorgunluğun en dibindebirikmiş anıları..

nereye bu yolculuksormadan edemedimnereye bu eflatun kaçışlarbu maviyi yeniden çalışlarbu serzenişlerbu sevi'ye yeniden dönüşlerbu mahvoluşlar...

nereyenereyesormadan edemedim.

HALDUN HAKMAN

Emeğin Sanatı 173. Sayı

Page 45: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

DEĞİŞİR DEVRAN

Korku süzülmez susmalarımdan,aldanma, gözlerim iki ölü ışık yuvası.Ormanıma dalmış yabandır, dalından yakılmış rüzgar,boşuna değil, saçlarımda sonbahar.Buluttan beslenir toprakyarına yürür bağbozumları.Değişir devran,doğum sancısı gibidir muştusu,ufka saplanmış bıçaktır, umudun bilediği.Şafağı beklemez dalar, dört taş duvarımabeyaza kesilir zindan,eğmem başımı, sen geç rüzgarzorbanın namlusundan havalansa da alıcı kuşlar…

NECİP TIRPAN

Sayfa 45

Page 46: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

POLİTİK DİL VE SANAT DİLİ BİR BÜTÜNDÜRAsım GÖNEN

Politika ile sanat yapılmazAma sanat ile politika yapılır

VAN GOGH “Kültür Bütünüyle Politiktir”

Materyalizmin dördüncü maddesi:

Şiir başta olmak üzere bütün sanat dalları bilgi, kültür, sevme, güzellik duygusuna yoğunbiçimde sahip olma işidir. Bu vesileyle sanat yaşamın manevi estetik yansımasıdır. Maraşkatliamı, Sivas katliamı, Roboski, Suruç olayları ne kadar politik ve siyasal eylemlerse, sanatda bu olayların sorumlularıyla iç içe olduğu bir yaşamı paylaşma gerekçesiyle, o kadar politikve siyasal eylemdir. Asgari ücretin belirlenmesi, işsizlik ve yoksulluk ve sevenlerinkavuşamaması ve her türlü ayrılık ne denli siyasal gidişle ilgiliyse, sanat da bunlarla iç içeolarak o kadar siyasal ve politik içeriklidir. Darbeler ne denli siyasal içerikli ise sanat da yineo denli politik içeriklidir, bunlardan bağımsız düşünce duygu yoğunluğu ve güzellik duygusuolamaz. Bu vesileyle şiirin dili ile politikanın dilini birbirinden koparıp birini alt dil, diğerini üstdil diye ayırmak ve bunları birbirinin karşısına koymak, asla doğru değildir, yanlışyönlendirmedir.

Emeğin Sanatı 173. Sayı

Page 47: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

Eğer şiirde öz diye bir şey varsa, şiirde politik dil diye de bir şey vardır. Politik dil şiir dilineuygun değildir demek, sanat diliyle politik dili birlikte kullanmayı beceremeyenlere göredeğerlendirme yapmak, ya da doğrudan şiirde anlama saldırmak demektir.

Hangi ihtiyaca cevap veriyor özü arka plana itip biçimi öne çıkarmak? Nasıl bir ilerlemeyekatkı sunuyor? Böyle bir gereklilik olmadığı halde, asıl olanı ikincil ilan etmenin bir amacıolmadığı da söylenemez. Bu eninde sonunda idealizme katkı sunmaktır. Karşıtlarınmücadelesini karşıtların birliği ile nötrleştirmek gibi bir açmaza girmektir aynı zamanda.Çünkü karşıtların birliği karşıtların mücadelesinin ön koşuludur . Karşıtlık olmadan karşıtlarınmücadelesi olmaz. Karşıtların birliği karşıtların uyumluluğu değildir. Şiirde biçimi özün önünegeçirmek ya da anlamı parçalayıp yok derecesine indirmek, karşıtların uyumluluğunuçağrıştırır. Olur mu böyle bir değerlendirme? Bilime de ters düşmektir anlamı parçalamak.Bilimle sanatın bağının geri plana itilmesi, sanatın da gerçekliğin de arka plana itilmesidir.Bilinmelidir ki sanatta gerçeklik estitiğin olmazsa olmazıdır. Şimdi pek çok yerde doğruyuiçinde açmazları barındırarak savunmak alışkanlık haline geldi.

Koşulları sınıflar belirler. Her türlü yaşamsal sorunun kökünde koşulları belirleyen sınıfıngerici ve çıkarcı siyaseti vardır. Şimdi bütün acıların kaynağında bu varken, kaynağıgörmeden acıyı anlatmanın, acıya bağımlı kalmanın önemi olur mu? Bilimsel gerçeklikkoşulları insan doğasına uyumlu hale getirmek olmalıdıdr. Yaşamın ilerlemesi ile üretimilişkilerinin ilerlemesini uyumlu hale getirmektir asıl olan. Üretici güçlerin gelişmesi, üretimilişkilerinin gelişmemesi bu gelişmemeyi sanatın da merkezine koyar. Ama moda oldu bugerçekliği, bu bilimselliği sanattan itelemek. Sanatın estetik yapısına tersmiş. Sanatçı ogerçeği bilmezse, duyarlığı bu gerçeklikten kopuksa, elbette o gerçeklikle estetiği de uyumluolmayacaktır ve sanatı güdük olacaktır. Şimdi olumsuzluk ideoloji ya da politik içerikte mi,yoksa o gerçekliği sanatına yediremeyen, o bilinçten yoksun, ya da o alana kapalı olansanatçı da mı? O politik yetkinliği olan sanatçıda yetenek de varsa, şiirde kullandığı sanat vepolitik dilin birlikteliği asla şiiri kabalaştırmaz.?

1-Kendi özgül koşulları içerisinde baharda ağacın çiçek açması ve açmaması meselesinde içve dış etkenler söz konusudur. Belirleyici olan ağacın iç dinamiklerdir.

2-Neslini devam ettirmede bir hayvan doğum yapacaksa iç ve dış etkenler bu doğumdabelirleyicidir ama birincil durumda olan yine hayvanın iç dinamikleridir.

3-Bir toplumun bir ileri yaşam biçimine geçmesinde yine iç ve dış etkenler söz konusudur.Emperyalizm, işbirlikçiler ve emek cephesi gibi. Burada da belirleyici olan o toplumun içdinamikleridir.

4-Yaşamsal ilerleme mi sanattaki ilerlemeyi sağlar, sanatsal ilerleme mi yaşamsal ilerlemeyisağlar ikileminde ikisi de sarmal olarak birbirini etkiler ama birincil olan yaşamdakiilerlemenin sanattaki ilerlemeye neden olduğudur.

5- Yine sanatta öz mü biçimi belirler biçim mi özü belirler ikileminde, özün biçimi belirlediği

Sayfa 47

Page 48: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

bilimsel bir gerçekliktir. Bunu tartışmak bilimsel olarak tespit edilmiş bir gerçeği tartışmaktır.

Benzer biçimde böyle karşıt etkileşimlere pek çok örnek verilebilir.

Yukarıda açmaya çalıştığım karşıtlıklar, belirlemede öncelikler benim görüşüm değil, bilimselgelişmeler sonucu genel kabul görmüş gerçekliklerdir.

Bu doğruları buraya alış nedenim özellikle sanat dergilerinde ikinci yeni etkisiyle özü, yaniiçeriği, yani şiirde anlamı yok saymak, geri plana atmak ve biçimi, şiiri belirlemede öneçıkarmak gibi bir fırtınanın estirilip duruyor olmasıdır. Bu havanın etkisiyle dergilerintamamında anlamın gizli tutulduğu, kaybolduğu, hatta tamamen anlamsız bir yapının öneçıktığı şiirler, tek anlayışın ortak değeri olarak gündemi belirliyor.

Anlamın çok derinlerde olduğu biçimindeki görüş şiirin de çok derinlikli olduğu anlamınagelmez. Çünkü anlamı derinlerde olan şiirler derin ruh yoğunluğunu gerektirir. Derin ruhyoğunluğu karşıtların mücadelesinde ileri olanla geri olanı, bilimsel olarak sindirmeyigerektirir. Yani siyasi, bilimsel, ekonomik, ideodlojik, politik, felsefi bakımdan ve bunlarıkarşıtlarıyla birlikte ele alarak derin bir kültür birikimi olmadan anlamı derinlerde şiiriyaratmak olmaz. Felsefe karşıtların mücadelesinde ileri, bilimsel, diyalektik ve tarihimateryalizm olarak ileri uç ve bilimsel olmayan, idealist, metafizik değerlerle hareket edengeri uç biçiminde karşıtlığı içerir. Aynı şey politia, siyaset, ideolojik alanlarda da geçerlidir vehepsinde ilerici alan ve gerici alan olmak üzeri birbirine karşıt biçimde mücadelehalindedirler.

Toplumsal var oluşun ileri veya geri konumda olması, yukarıda saydığım karşıtlıkların birininötekine baskın olmasıyla da ilgilidir. Bu ilgiden dolayı sanat, hassasiyet, saflık, haktan yanaoluş, bilimden yana oluş, acı çektirmeyen yapıyı bünyesinde barındırma özelliğinden dolayıileri değerlerden yana olma durumundadır. Yani sanatçı barbarlıkla bağdaşamaz, talanadayalı savaşlar karşısında barış, özgürlük ve ileri yaşamın yanında barıştan yana savaşır.

Sanatçı var olan yaşam biçiminin olumsuzlukları karşısında ufukta görünen ileri yaşambiçiminin parıltılarını görür. O yaşama geçiş isteği, duygularını olağanüstü bir güçle odoğrultuda yoğunlaştırır. Bu konularda, karşıtların mücadelesinde, derin bilgi birikimi şairişiirin anlamı konusunda belirler. Yaşanılan anın büyük olumsuzlukları ve ileri yaşamın olumlugörüntüleri arasındaki engel şairi gerer. Bu gerilim bilmeyle, kültür birikimiyle doğrudanilintilidir. Ondan dolayı oluşan gerilim, şaire müthiş enerji, istek ve duygu derinliği, duyguyoğunluğu yükler. İşte şiirde derinlik buradan gelir. Biçimi öne çıkaran, anlamı yok sayan,anlamı arka plana iten anlayış da anlamın, yani bilginin pek önemi yoktur. Bu durumda buşiir için anlam derinlerde demek yanlış bir değerlendirmedir. Yüzeyden gelen, duyarlığı veduygu yoğunluğu yetersiz olan sanat çabası, hafif müzik düzeyinden öteye gidemez. Bununbir tek örneği yoktur. Burada anlamın kaybolması, bulandırılması şiirin derinlikli olduğuanlamına gelmez.

Elbette bu derinliği pekiştiren en önemli etkenlerden öbürü de sevmek ve sevdiklerinin o

Emeğin Sanatı 173. Sayı

Page 49: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

gelişmiş yaşama ulaşmasını istemekle ilgilidir. Bu halk sevgisinden, ülke sevgisine, hayvansevgisine kadar uzanan geniş bir alandır. Yine çok önemlidir, tüm sevdiklerine acı çektirengerici üretim, çıkarcı paylaşım siyasetini uygulayan kapitalizme karşı olma ve sevdiklerindenyana olma sorumluluğuyla da iç içe bir olgudur. Yani şair bir şeye karşıysa aynı zamanda birşeye de taraftır. Karşı ve taraf olma, karşıtların mücadelesinde olduğu gibi sanatta da üstyapı kurumu olarak yerini alır.

Bu gerekçeye uygun olarak sorunların ağır yıkımı, buna karşın çözüm, bilmeyi, anlamı öneçıkarır. Şair bireysel bir anlayışla birey sorunlarını gündeminde öne çıkarsa bile çözümtoplumsaldır. Çünkü sorunları yaratan koşullar ve o koşulları yaratan da egemen ideoloji veonun siyasi uygulamalarıdır. Kapitalizm bireysel, yani tek başına bir gücün egemenliğideğildir. Bu bir sınıf uygulamasıdır. Trafik sorununa karşı çıkan, aynı zamanda bu sınıf salüretim ve paylaşıma da karşı çıkıyor demektir. Çünkü bütün sorunların var oluş nedenikapitalist üretim ve paylaşımla ilgilidir. Çünkü her şey birbirine bağlıdır. Öyleyse bireyselmutluluk toplumsal kurtuluştan geçiyor. Ha bunun dışında sömürme olanağına sahip olankendini mutlu hissetdebilir, eğer mutluluk oysa tabi.

Dar kapsamda ifade etmeye çalıştığım konular doğrultusunda Mühür Dergisinin TemmuzAğustos sayısındaki yazısı nedeniyle Aydın Şimşek’le görüş ayrkılıklarımı gündemegetireceğim. Konu başlığı şöyle POLİTİK BAKIMDAN YARARLI OLANLARLA ESTETİKBAKIMDAN YARARLI OLANLAR. Sanat ortamında bence bunları birbirinden ayrı birer bütünolarak düşünmek yanlış. Sanatsal bir değerde politik yararla estetik yarar iç içe ve birbirineyedirilmiş durumdadır. Sanat eserinde birinin yararı öbürünün de yararıdır. Birbiriylekenetlenmiş bir olgudur bu. Bir binayı örmede birinin tuğlası öbürünün malzemesi oluyorsa,örülen bina da diğerinin güzelliği oluyor demektir. Binanın olması için tuğla, güzelliğinoluşması için düşünceler bir arada olmak zorundadır. Van Gogh’un şu özlü sözü bu konuyaçok uygun düşüyor.

“Politika ile sanat yapılmaz,Ama sanat ile politika yapılır.”

Sanatımı politikadan uzuk tutuyorum diyenlerin hiçbir anlam ifade etmeyen, tarafsız görünensöylemi ve eseri, aksine politiktir ve taraflıdır. İçini açmaya gerek yok. Yazının baş kısmındakibir değerlendirme şöyle:

“Kimi zaman ideolojiler tarafından belirlenmiş bir sonuç olarak görülen edebi metinlerden,amacının dışında işlevler yüklenmeleri beklenmiştir. Böyle durumlar karşısında yazarın,metnin amacını koruyacak kimi tutumlar geliştirmesi gerekir.”

Karşıtların mücadelesi bu başlangıcın kilit noktasıdır. Edebi metnin amacının dışında kimitutumlar yüklenmesini kim bekler? İki ideolojiden ya ilerici olanı ya gerici olanı. Eğer yazarideolojik ve politik olarak ilerici üretimden yana siyaset ve gerici üretim ve çıkarcıpaylaşımdan yana siyaset konusunda yeterli donanıma sahipse, kimsenin yazarı şöyle ya daböyle belirlemesi söz konusu değildir. O bu konuda kendi kendini belirleme durumundadır

Sayfa 49

Page 50: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

zaten. Bu alanda kendi bilinç ve yeteneğiyle dev ürünler vermiş sanatçıları saymaya gerekyok sanıyorum. Ben devrimci bir örgütlenmenin, yazarı ideolojik olarak kendi istekleridoğrultusunda kontrol altına alacağına ihtimal vermiyorum. Bu bir kere kendisinindeğişimden yana ideolojisiyle çelişir. Sovyetlerdeki bazı değerlendirmeler için İlyaEhrenburg?un anılarının okunması bu değerlendirmelere ışık tutacaktır sanıyorum. Aydınşimşek?in şu paragrafı doğruluk açısından yukarıdaki görüşüyle çelişiyor tabi..

“Biliriz ki her şey ideolojik alanın içerisindedir. Bu nedenle yazarın ve yazının da ideolojikboyutu vardır. Estetik alanın kendisi de sonuç olarak ideolojik alandan kopamaz. Estetikproblemler de toplumsal ve bireysel hayatın problemlerinden bağımsız düşünülemez.??Biliyoruz ki yazıyı, yazı değerlerini ideolojik alanlardan yalıtma çabası bir sonuçvermeyecektir.”

Elbette ideolojinin alanı politik alandan çok daha geniş kapsamlıdır. Yalnız, buradanhareketle şiirde politik tutumun, anlamın önemli olmadığı bir değerlendirmeyle gerilereiteklenmesini doğru bulmuyorum. Burada önemli bir durum da kendini gösteriyor. Sanateserinde anlam denilen şey politikanın kendisidir ve ideolojiktir. Özellikle darbelerden sonraşiirde öz, biçim tartışması, şiirde biçimin öne çıkarılması gibi bir anlayışın birincil durumagelmesine neden oldu. Belirleyici olanın öz olduğu arka planlara itildi. Çok güzel birdeğerlendirme. ?Her ideoloji kendi meşruiyeti için mücadele verir ve araçlarını örgütler.?(Aydın Şimşek) Mücadeleyi veren insan değil de ideoloji olunca, o ideolojiyi benimseyenörgütsel yapı gelir akla. Hem örgütsel yapı kendi ideolojisini örgütleyecek hem de şair ya dayazar bu ideolojik yapının karşısında metinlerini koruyacak tutumlara girecek. İşte yazar veörgütlülük arasında böyle bir çelişki söz konusu olamaz. Oluyorsa ya yazarda bir sorun varya da örgütsel yapıda bir sorun var. Çünkü aklın yolu birdir.

“İdeoloji gerçekliğin üzerinde kurulurken, yazar da bu gerçekliğin içerisinde kalır.”

Yazar bu gerçekliğin içerisinde kaldığına göre, o ideolojiyi örgütleyen bir örgütle de ideolojikolarak görüş birliği anlamı var ki bu doğrudur. Ama bu doğru, aynı ideolojiyi paylaştığıörgütsel yapının, metni baskılaması ve yazarın önlemler alması ifadesiyle çelişiyor. Çünküböyle bir baskılama asla söz konusu olamaz. Bu görüş özellikle Sovyetler birliğindediktatörlük olarak ilan edilen sosyalizmi karalamak adına gündeme getirilen karşıt ve yanlışbir görüştür.

Sanatla ilgili okur olsun sanatçı olsun, sanatçı her zaman aykırıdır gibi bir anlayışla ciddi birgündem oluşturdular. Aslında bu anlayışın ötesinde bir ideolojik duruştur da. Sanatçının herzaman aykırılığı sistem ve iktidara karşıysa ki bu karşılık baskıcı, sömürü düzeninin iktidarıolduğunda aykırı olmak geçerli olur; ama iktidar tüm toplumun mutluluğu için üretim vepaylaşım siyasetinin uygulayıcısı ise, karıncanın desteğine bile ihtiyacı vardır. İşte yukarıdaandığım gündemi bu şekilde belirlemek ilerici bir iktidarın iktidarında da aykırılığı gündemegetiren bir anlayıştır. Kaçıştır. Bunu birbirinden ayrımak gerekir.

“Ancak, yazar yine de bir özne olarak toplumsal alanlara karşı olan duyarlıklarını yazı cinsin-

Emeğin Sanatı 173. Sayı

Page 51: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

den vurgular. “ Ancak, yazar yine de bir özne olarak “Halbuki yazma eyleminin belkemiğidir yazarın toplumsal alanlara yönelmesi ama bu ifade, ama ancak yine de gibi bir deyişle basite indirgeniyor, arka plana itiliyor. Bu durum yazarın toplumsal alana karşı yönelttiği vicdanıdır. Ve bu vicdan yazarın her yapıtının içerisinde açık/ örtük yer alır.? “ Aydın Şimşek) Yukarıdaki ifadeyi bu cümle kurtaramıyor artık.

Aydın şimşek o vicdanı Oktay Rıfat’tan aktardığı bir şiirden bir bölümle örnekliyor. İşte bu konu çok önemli bence. Bu vicdanın boyutu ne? Yangın toplumun bütün kesimlerini sarmışken, sarmadan öncesi de var elbette, topluma vicdani gönderiler mi? Bu vicdanı gönderiler bütün parçalanıp anlamın yok edildiği, anlamın gerilere itildiği, şiirden kovulduğu, hatta anlamsızlığın savunulduğu bir uygulama mı? Bir parti önderi memurların geniş kapsamlı bir eyleminde: ”Memurlar haklı, inin sokaklara ve hakkınızı aramaya devam edin,”?demişti. Aslında onları örgütleyip, bilinçlendirip sokaklara indirmek sorumluluğundan kaçmaktır bu. Şimdi şairin topluma gönderdiği vicdanı sorumluluğu Aydın Şimşek’in örneklediği şu şiir ne kadar karşılayabilir.

Güneşimi arılar yedi gecesiz kaldımDört köşe taşların üstündeDenizin çarşısında yeşil zeytinBalıklar geçti düdük çala çalaYaşamaya başladım kaldığı yerdenYosunlu kapıların ardında gizliİkiz martıları bulmak için

Oktay Rıfat

Şiirin hiçbir bölümü çağrıştırdıklarıyla, okuyucunun bu çağrıya denk düşecek yaşantılarına,bu yaşantıların oluşturduğu duygulara yanıt veremiyor. Eğer şiir acıyla ilgiliyse veokuyucunun benzer bir acısının ifadesi olabiliyorsa, okuyucu için önem kazanır. Mutluluklailgiliyse de aynı şey geçerlidir. Ama okuyucunun yaşantılarıyla ve bu yaşantılarınduygularındaki izleriyle şiirin bir bağ kurmasının olanağı yok. Arılar güneşi yiyor ve gecesizkalıyor. Güneş gittiğine göre niye gecesiz kalıyor? Arılar emeği temsil ediyorsa, niye böyle birşey yapsınlar? Balıklar düdük çala çala geçiyorlar. Demek ki güneşin kaybolması ve geceninolmaması balıklar için önemli değil. Onlar düdüklerini çalıp oynaşıyorlar. Şiirdeki baş karakterbaşladığı yerden yaşamaya devam ediyor ama bu devam ediş ikiz martıları bulmak için. Ozaman niye aramıyor da bekliyor? Arayacaksa niye gecesiz kalmaktan yakınıyor? Bütünmesele ikiz martıları bulmak. İyi de nedir ikiz martılar? Okuyucunun da istekle, özlemlebeklediği bir şey olmalı ama öyle bir duygu uyandırması mümkün değil.Hani anlamderinlerde ya, ama anlamın derinlerde olması bu değil. Şiirde derinlik etkileyen etkilenenikilisinin ilişkisiyle ilgilidir. Etkileyenin etki gücü ve etkilenenin etkilenme düzeyinin şairinruhsal alanında kendi boyutlarında bırakacağı iz, bu derinliğin temelini oluşturur. Etkilenen,etkileyenin konumuna bağlı olarak ya hafif ya da çok sarsıcı duygu yoğunluklarına girer.

Bu ruhsallık şairin bütün bilgi birikimiyle daha geniş boyutlara ulaşır. Bağlantılar zincirlemebüyür. Etkileyen deprem olsun. Etkilenen depremi, depremden önceki gelişmelerden kopa-

Sayfa 51

Page 52: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

ramaz. Neden deprem oldu, neden bunca mal ve can kaybı oldu gibi? Peşi sıra nedenönlemler alınmadı? Yer seçimi ve para kazanma hırsı, binalardan malzeme kaçırılması, yanidepreme uygun yerleşim politikalarının bütün olumsuzlukları etkilenenin düş alanında yerinialır. Ne olsaydı, nasıl bir yaşam biçimi kurulsaydı bu depremde mal ve can kaybı olmazdı? Buolaylara sebep olan her şey, şairin duygu dünyasında yerini alır.Olayın büyüklüğü, ihmalinbüyüklüğü, ruh yoğunluğunun, etkilenmenin büyüklüğüdür, daha da önemlisi kaynakyetersizliği ve bunun nedenleri. Olay zincirleme sömürülen bir ülke ve tam bağımsız birTürkiye emel ve özlemine kadar gidiyor. Şair o büyüklüğe denk düşen estetik büyüklükleruhsal alanının derinlerinden imgeler ve şiirin öbür kıstaslarını getirir. O bir sağnaktır. Artıkşiir o müthiş özle, gürül gürül bir biçime bürünerek açığa çıkar. Etkileyen buna karşıt olarakhafifse, ona bağlı olarak biçimde hafif hafif olma konumuna düşebilir. Şiirde derinlik başka,anlamsızlık ve anlamı yok edecek kadar anlamı gizlemek başkadır.

Anlamın derinlerde olması, şiirin içeriden daha büyük sarsıntılarla, müthiş bir duyguyoğunluğuyla gelmesinin içindeki imgeler ağıdır. Burada hemen eklemekte yarar var,yukarıda alıntılanan Oktay Rıfat’ın şiirindeki anlaşılmama imgeyle ilgili değil, anlamdankaçışla ilgili. Örneğin, birinci dizede güneşimi kelimesinin yerine yenecek bir nesne koyun,üçüncü dizedeki denizin kelimesinin yerine bir mekan adı koyun, balıkların yerine bir müzikgrubunun adını koyun, şiirde hiçbir değişiklik olmaz. Halbuki imge olsaydı bu söylediklerimşiirin yapısını bozardı. Anlaşılma bakımından okuyucunun imgelerle bağıdır belirleyiciolan.Çünkü bu konumda şairin yüzü yaşama, onu değiştirme eylemine de dönüktür. İmgeleryaşama dönüklüğün dışa vurumu olduğu için anlaşılır imgelerdir. Burada anlaşılmama gibi birsorun varsa, okuyucunun sanattan kopukluğuyla ilgilidir. Yukarıdaki şiirde olduğu gibi eğerşair yaşamı değiştirme ve o mücadeleyi verenlerle zayıf bağlar içindeyse, imgeleriniyaşamdan kopuk, hapsettiği kendi içselliklerinden getirecektir ki burada anlaşılmama şairleilgili bir sorundur. Şimdi Oktay Rıfat’ın şiirinden alınan bir bölümle, diğer şairlerin şiirlerindenalınan bölümleri, derinlik, anlam, özün biçim üzerindreki belirleyiciliği, coşku, ideoloji,politika ve siyasal içerikle biçimin birliğini, yani özle biçimin birliğini, etkileyenin etki düzeyini,etkilenenin bunlara bağelı olarak bilgi birikimi ve duygu yoğunluğunu kıyaslayalım.

Yanlış çekilmişti kol.Düğmelere yanlış dokunulmuştu. Ters çalışıyordu mekikler. Gözlerim görmüyordu o akşam. Ellerim kör bir dokumacı, Torda balıktı ayaklarım.H.H.Korkmazgil

Yeryüzüne tohum gibi saçmışım ölülerimi,Kimi Odesa?da yatar , kimi İstanbul?da, Prag?da kimi. En sevdiğim memleket yeryüzüdür.Sıram gelince yeryüzüyle örtün üzerimi.Nazım Hikmet

Emeğin Sanatı 173. Sayı

Page 53: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

Bir ağaç gibi tek ve hürVe bir orman gibi kardeşçesineNAZIM HİKMET

Sen şairliğimsin ve hürriyetimsinÇıplak bir yaz gecesi gibi yanan etimsinSen memleketimsin. NAZIM HİKMET

Demirden bir dünyadan geldim.Altından bir dünya yaratmak için.CERVANTES

Şiirler de n?olacak yani.Bir ağulu hançerin ,İçimize işlediği bu gece için,Olmadıktan sonra.Şiirler de n?olacak yani,Bu tan kızıllığı içinOlmadıktan sonra. İnsanın vurulmuşyüreğininÖlüme hazırlandığıŞu viran köşe için olmadıktan sonraŞiirler de ne olacak yaniNERUDA

Gece ve çıldırasıya yalnız Külleri ısıra ısıraGölgeyi dumanı unutmayıSiyah bir honiyle yığıbalseydimNERUDA

Bizim hiçbir hürriyetimiz yok.Hiçbir hürriyetimiz.Ne çalışmak ne konuşmak ne sevmek,Sen orda bağrına bas dur en büyük çileyiBen burada en büyük çileyi doldurayım Ekmeğe muhtaç, hürriyete muhtaç, sana muhtaç,Sen orada dalından koparılmış bir zerdalı gibi dur.Ben burada zerdalisiz bir dal gibi durayım.A.KADİR

Sayfa 53

Page 54: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

Görüldüğü üzere şiirler ne kadar politikanın diliyseler o kadar da şiirin dilidirler, yine nekadar şiirin diliyseler o kadar da politikanın dilidirler. Dilin bu işlevini birbirinden koparmak,sözde politik olmadığı iddia edilen bir şiirin bile politik olduğu gerçeğini inkar etmektir.

İki anlayış ve bunun şiirde kendini göstermesi bu kadar birbirinden farklıdır.

“Yazar kendi ideolojisinin yanında olabilmek için metni apaçık politize ediyor. Ortaya sahiciolmayan kaba, salt gerçeklik çıkıyor. Dış gerçekliğin taklidinden ileri gidemiyor bu anlatı.Birüst dil ya da yaratıcı dilin yerini gündelik dil alıyor. Edebi bir metinde olması gereken derinlik,çok anlamlılık, olasılık daha baştan kaybedilmiş olayor. Yerini politikanın eskimiş, çözülmüştek düzeliği alıyor. Alışkanlıklarından vaz geçmeyen tutucu bir çerçeveye yöneliyor yazar.”(Aydın Şimşek)

Özellikli bu tutucu çevre kim sorusu geliyor akla. En çok okuyan, araştıran, inceleyen kültürdüzeyi yüksek insanlar. Yazar da bu çevreye yöneliyor. Eğer yazar bu denilen ideolojiyledonanımlı ise yöneldiği yer bir kere bu çevre değildir. Sınıfsal olarak bu çevre değildir. Ha buçevreyle ortak bağları olabilir. O ayrı bir konudur. Bir kere şiir dış gerçekliğin iç gerçekliktekioluşumudur. Bu gerçeklikten sahici olmayan, salt kaba bir gerçeklik nasıl çıkar ortaya?Bunun birtek nedeni var o da o gerçekliği şairin o konudaki beceriksizliğine ve o alandakiyeteneksizliğine vermek. Şair bunu yapamayınca sorumlu tutulan politik dil ve şiir dilininbirlikteliği değil, şairin beceriksizliği olmalıdır. Şairin bu konuyla ilgili birikim eksikliğidir.

Yukarıda alıntıladığım şiirlerin tümü yoğun politik ve siyasi içeriğin baskın olduğu şiirleridir.Demekki şair ustalığını ve birikimini o mükemmel duygu yoğunluğuyla birleştirirse böyleaksaklıklar çıkmıyor. Demek ki sorun siyasal, politik içerikte değil, şairin birikimi vebecerisindedir.

Özel birkaç durumu bu biçimde genelleştirerek aynı konumdaki bütün eserlere buolumsuzluğu yüklemek haklı bir yaklaşım değil. Burada başarılı olmuş yüzlerce eserdenörnek verilebilir. Karakterler,imgeler politik bir tavırla karakterize edildiklerinden,imgeleştirildiklerinden dolayı eserin kabalaştığı, basitleştiği, tek düzeliğe düştüğü söz konusuolmuyor. Çok başarılı eserlerin böyle ortaya çıktığı bir gerçektir. Sorun eserde değil, konuyuele alış biçiminde değil. Ele aldığı konuyu estetikle birleştirmekte sorun. Sorun beceride.Konuyu o biçimde ele alıp başaramamak asıl sorun. Tersinden ele alırsak, başarı düzeyidüşük yine yüzlerce örnek verilir; hiç de politik karakterler yaratılmadığı halde estetikdeğerinin çok yetersiz olduğu az mı eser var? Eseri başarılı ya da başarısız yapan metindekipolitik ağırlık değil, metin yazarının yetersizliğidir. Bu durum sanatla politika yapmaya aslaengel değildir. Bu durumu engel olarak göstermeyi doğru bulmuyorum. Aynı şey şiir için degeçerlidir. Politik donanımı olmayan, politik, ideolojik, siyasi birikimini ufukta görünen yeni veo muzzam yaşama geçişle bütünleştiremeyen şair, elbette şiirinde bu yaşama denk düşen obüyüklükte bir şiir yazmaya kalkışsa, şiir, şairin konumuna uygun olarak kaba, hantal, tekdüze olacaktır. Şimdi sorun şiirde ele alınan politik tavırda mı, ya da becerip becerememektemi?

Emeğin Sanatı 173. Sayı

Page 55: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

Genel bir görüş haline geldi. Şiirde anlam, özün öncü oluşu, şiirde ideoloji şiirle barışıkdeğildir anlayışı. Bence sorun burada değil. Sorun sanatla yaşamın ilişkisini kuranideolojilerin farklılığında. Yaşamın gelişmesi ne kadar sanatın gelişmesine katkı sunarsa,sanatın gelişmesi de yaşamın gelişmesine o düzeyde katkı sunar. Şiirde ideolojiyi, politikayı,anlamı ve içerik karşısında biçimi öne çıkarmak sanatın bu yönüne ne kadar katkısunacaktır?

“Çoğu zaman yazı dilini ve anlam deneyimlerini kendi sınırları içerisinde tutup, yenisöylemlere engel olan politik yapılar..” Aydın Şimşek.

Politik yapı yeni söylemlere niye engel olsun ki? Eğer o politik tutum yazarın ideolojik olarakbakış açısıysa, o bakış açısı dünyanın, toplumun bütün alanlarına açılan bir bakış açısıdır.Futbol topu bile siyasidir der Politzer. Şimdi politik bakış yazarı, çiçekli bir daldan mıkoparıyor, bir yangından ya da bir aşk olayından mı koparıyor. Aşkla siyasetin ne ilgisi vardırdenecek şimdi, biliyorum. Ama ileri siyaset uygulansaydı aşk acısı olmayacaktı ve sevenlerbirbirlerine kavuşacaklardı. Gerici siyaset uygulanır olunca evlilik bilinci, iş ve aş derdi sözkonusudur. Bu durumda şair ya da yazar aşk konusunda yaşamın özünü böyle belirleyenuygulamalara karşı politik çözüm yolunu öne niye çıkarmasın ki? Bu eseri boğmaz daha dabaşarılı kılar.

“Politik dil ise gündelik, yaygın dilin içerisinde kalmak zorunda ?dır. Varlığınıtoplumsallaşmaya borçlu olan politik dil ait olmanın, mülkiyetin dilidir.” (Aydın Şimşek)

Politik dil neden gündelik yaygın dilin içerisinde kalmak zorunda olsun. Politik dil basit, kaba,hantal, bir dil değildir. Üst dil denen sanat dili nasıl gündelik dilin içinden, yani halkın vetoplumun kullandığı dilin içinden seçilerek kullanılıyorsa, politik dil de ustalığın verisi olaraksanat diline niye çevrilmesin? Az mı örneği var bunun? ?Bir ağaç gibi tek ve hür, ve birorman gibi kardeşçesine.? Baştan aşağı politik bir dildir bu ve sanat bu dilin içinde politikayıiçine olabildiğince sindirerek sanatı yüceleştirirken politik amacını da öylesineyüceleştirmiştir. Bence politik dil ve sanat dili diye bir şey yoktur. Önemli olan var olan dilinbütün verileriyle o dilden sanat üretmektir. Ustalık ve birikim, emek ve sevmek bunubaşarmanın önemli kıstaslarıdır. Pilitik dil denen dille şiir yapma konusundaki olumsuzlukdilde değil, şairdedir.

Sanat dili elbette üst bir dil. Şiirin biçimine ve içeriğine bağlı olarak kelime ve cümlelerakışın ve anlımın özüyle birlikte estetiği belirler. Yani sanat dili ne denli seçim gerektiriyorsa,politik dil de kendi kapsamı içinde kültürel ve bilimsel bir gereksinimin dilidir. Önemli olanşiiri bu dille birleştirebilme ustalığı. Yoksa politik gündelik dil söylemleriyle sanat dilinibirbirinden koparmak, yanlış bir seçim olsa gerek.

Eğer yazarın ideolojisi, politik tavrı, bir örgütün,bir siyasi partinin siyasetiyle, ideolojisiyleörtüşürse, o şair ya da yazar o örgüte ait olmuş oluyor ve şairin taraf olma olgusueleştiriliyor. Böylece şairin ya da yazaran özgürce sanat yapma olasılığı elinden alınıyor veyukarıdan gelme emre itaat ederek sanat yapması söz konusu oluyor. Bence, doğrudan,

Sayfa 55

Page 56: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

haklıdan, ezilenden, ileri bir üretim ve adil bir paylaşım biçiminden yana oluşun dışlandığıideoloji ile bütünleşen bir değerlendirme. İleri bir ideoloji bu durumda örgütsüzlüğü eleştirirve yazarın örgütlü bir toplumun eserleriyle birlikte parçası olmasını savunur. Aydın Şimşek inyazısının bir bölümünde ifade ettiği gibi Nazım Hikmet, Aragon, Eluard, Brecht, Eliot. EzraPound,, Thomas Mann, Abbert Camus. Tolstoy Politik kimlikleriyle bilinirler ve de hiçbiri birörgütten ödünç dil almamıştır. Bu yazar ve şairlerin çoğunun dünya görüşleri de birbirindenfarklıdır. Bir örgütün belirlediği bir anlatı hiçbir zaman olmamıştır. Bu biçimde ciddi bir sorunolmadığı halde varmış gibi bu görüşü yaygınlaştırmak, çok ciddi sorunlar yanında doğru birdurum olmasa gerek. Diyelim ki ilerici bir parti, ileri üretim ve adil bölüşümün, kalkınmanınkimliği olarak iktidara geldi veya iktidara yürüyor. Bir de sanatçının özünde muhaliflik var ya;ister iktidarda olsun, isterse muhalefette, yüz de üçlük , yüzde onluk yanlışları olsun oiktidarın. Yazar bu yanlışlara muhalif olurken, yüzde doksan yedi veya yüzde doksandoğrulardan dolayı o yapıya bütünüyle muhalif mi olmalı.

Şimdi sonlara doğru Aydın Şimşek?in belirlediği bölümden bir alıntı yapmak istiyorum.Çünkü bu bölüm yukarıda ifade etmeye çalıştığım politik değenlendirmelerle doğru olduğuiçin çelişiyor. Yani Aydın Şimşek?in bu doğrusu, görüşlerinin epeycesiyle çelişiyor.

“İnsanın doğasi gereği ait olduğu dış gerçeklik, ideolojik gerçekliktir. Ve yazar dışarıylagirdiği ilişkilerin içerisinde kendi reflekslerini, ilişkilerini kendisine açtığı alanları yazınınkaynağı olarak kullanır.” (Aydın Şimşek)

Evet tam da böyle yapar. Yazar dışarıyla girdiği ilişkilerde kendi reflekslerini kendisiylepaylaşmaz. O görüşler, yani o ideolojinin verilerine ihtiyacı olanlarla birlikte paylaşır. İnsantoplumsal bir varlıktır ve toplum değişik çıkar gruplarından meydana gelir. Yazarın bu gruplariçinde kendi ideolojisine denk düşenlerle güçbirliği içinde olması toplumsal yaşamın doğasıgereğidir.

ASIM GÖNEN

Emeğin Sanatı 173. Sayı

Page 57: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

AŞKA YAPILDI DARBE

O günden beri kimse anlatamadıŞirine ne oldu Aslı yaşamakta mı Leyla nerede

Haber de veremiyoruz kiFerhat Kerem MecnunAyrı hapishanelerde

Dünya bile güler nasıl oluyor dersenAylardan eylülYıl bin dokuz yüz seksen

SEMA LALE

Sayfa 57

Page 58: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

YERİNDE

biliyor musuno düşlediğimiz ülke vardı yahala duruyor oradaayın ondördü gibiyerli yerindebiz eksildik - şimdilik-sadece

gidenlerin hikayesinidağlara haykırsabır nasılsadolaşıyor damarlarımızdayaşama nedenimiz budurölmekle bayılmayıbirbirine karıştırmamız bundanacılar kin olup aktarılır

mahir ellerinle kurulacak her şey yenidengidenlerin gençliğinidenizlere haykırkalanlar kendini anlatır

ÖZER GENÇ

Emeğin Sanatı 173. Sayı

Page 59: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

ÇERÇİ

saçlarımda ihtiyar yoksulluklarellerimde mor utançlardilimde yolculuklar

uykuya doyamamış... iş telaşlarıgurbetten yeni dönmüş adam sevinci... iş çıkışları

kokusu yitik sabah gazetelerisabah çaylarında eksiltilen şekerlerbeyaz ve yumurtanın ashab-ı keyfi...

kutsanmış törenlerle gömülü tanış ölülersokaklarda toz pınarları...v e araba sevdalısı recaizade mahmut delikanlıları...

Sayfa 59

Page 60: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

plastik yeniği, yağmur çürüğü ahşap doğramalarşaraba gebe kalıp düşük yapan üzümler...sabah salâları...ve yeni ölüler...

sevdiğim çiçek adlarını aklıma getiren kokunfelsefik fesleğenleravaze şarkıcılar...

artezyen düşlerimin önünde arkasındasaklambaç ebesi ense kökün-ki bir kez daha boynunlayız, iki erzincanlı serserisenin en sayısız ve saygısız yerlerinlecemal süreyaile...

ilenerekdevlet izniyle resmi sevişmeler coğrafyasına

eksiten ve acıtan ne varsa şimdi yamalı ...bohçamda

annemin dikiş kutusunda saklı anı yırtığı bir yürektirsana kalankanankanayan...

ula beni ömrüne...

CEM EREN

Emeğin Sanatı 173. Sayı

Page 61: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

YAŞADIĞIMIZI GÖRMEKA. Z. ÇAMUR

Yağmurlar, yalnızlıkları ıslatıyor. Mevsimler bakışlarımızda eriyor. Anılarımızbulutlara sarılıyor. Kar ve buz, yüreklerimizin baharında eriyor. Hüzünlerbuharlaşıp uçuyor. Yeni bir yıla daha umutla bakmanın mutluluğu okunuyorgözlerimizde.

Özlemler damlıyor her yağmurda topraktaki tohuma. Bu özlem, bir debakıyorsunuz, dağların üzerinden umutlarımıza rengârenk bir köprü kuruyor. Biryağmur sağanağı, bir güneş ve renk renk açan gök kuşağı çiçeği… Yaşam daböyle değil midir? Her fırtınanın sonunda kırıldığı yerden çiçekler yeni bir filizvermez mi? Her gecenin sonunda şafağın altın yüzü bizim korku ve kaygılarımızıtemizlemiyor mu?

Evet, yorulmaz işçileri olmalıyız, sevginin, umudun ve özlemlerimizin. Gökyüzün-den toprağa düşen ince koku burnumuzda; ırmağın köpüğüne karışan türkülerkulaklarımızda; yaz günlerini özleten Gecenin ayazında sobanın çıtırtısıtenimizde; sevginin uyandırdığı terde denizlerin tuzu dilimizde; yemyeşilgölgesini anımsatan sarı çınar; soframızda ekmeğin tohumunu taşıyan buğday,geçmiş yüzyılların anısı, bir yıkıntı gözlerimizde yankılanmalı. Güzel günlerin vetüm güzelliklerin hatırına…

Sayfa 61

Page 62: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

Umudu küçücük bir tohuma sığdırıyor köylüler. İşçiler, bileklerinin dönencesindealın terlerini süzüyor gelecek için. Bir kalemin dar gölgesine sığdırıyor umutlarınımemurlar. Kadınlar, genç kızlar; bir iğnenin gözüne, ya da bir tığın, bir şişinucuna sığdırıyorlar kaygılarını, özlemlerini, korkularını, dileklerini...

Ağır uğraşların yorgunluğunda, yaka paça kavgaların soluğunda, gecede çığlıkçığlığa yankılanan sorularda yaşamın yüklendiğimiz ezici ağırlığını atmanın yoludaha önce ilgi ve dikkatle bakamadığımız durumlara yüreğimizin merceğindenbakmak, kısaca yaşadığımızı görmek değil midir?

Sevinç yüzlü bir çocuğun bir ırmak kıyısında taştan taşa sekmesi ya da denizkıyısında taş sektirmesi. Mavi gökyüzündeki buluta sıçrayan dalga, çoraktoprakta yeşeren tohum, karanlık yer altından aydınlık yeryüzüne patlayan çiçek.Taze koparılmış bir ekmeğin kokusunda gülüşlerimize sinen sevgi. Suyunışıltısındaki umudun pırıltısı...

Yaşama bu yüzle baktıkça dışımızda çizgiler, içimizde ezgiler çoğalır. Uzaközlemler yakınlaşır. Yürünecek yerler çoğalır. Penceremiz hep gündoğumunaaçılır. Yenilgiler, yaşam adlı bir sonsuz çalkantının köpüğünde erir. Turnalargeçer çizerek mavi atlaslara özgürlüğün resmini, taşır terkilerinde bulutları.Türküler öyle işler ki yüreğe, söker tüm dikenli telleri.

İşte yaşamak, her gün yeniden başlamaktır doğanın sonsuzluğuna. Yaklaşmaktırölüme her gün yeniden kıl payı. Her gün dünyayı yeni baştan kuruvermektir.Duman duman bir perde ardından güneşe bakıvermek, sevginin mumunusevgisizliğin kandilinde her gün yeniden yakıvermektir

Ve yaşamak, direnmektir zulmüne sevgisizliğin. Karanlığın içinde bir kıvılcımçakmak; gerekirse Kerem gibi yanarak yok etmektir gücünü sessizliğin. Dengeyikurmak, sevgiyle sevgisizliğin, bilgiyle bilisizliğin hesabını yapmak, derin derinsoluk almak, pay koparmaktır dünyadan.

ALİ ZİYA ÇAMUR

Emeğin Sanatı 173. Sayı

Page 63: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

ZILGITZılgıtlar içinde şahin bakışlar yatıyorZılgıtlar içinde ağlayan çocuklarAnnesinin eteğine yapışmış titriyorZılgıtların dışında çakal sesleriÇocukların sesini mi bastırır

Teninden mi çocuğumRenginden miKöşe başlarını yabancılar tutmuş

Parolasız bir kadın dalıyor sokağın içineŞafak söker sökmezSokakta kan izleri, boş kovanlarKırılan taşlar serpilmiş akşamdanKöşe başlarını yabancılar tutmuşVe çakallar böyle zamanlardaKarınlarını doldurmaya gelmişler

Zılgıtlarda şahin bakışlıZılgıtlar ateş topuGöğe doğru yükselir...

ERCAN CENGİZ

Sayfa 63

Page 64: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

GÜNEBAKAN ŞİİR

'yaban balı özgürlük kokar' bilirimbilirim nicedir eşek arılarının derdinibilirim de bulamam ben demumların sarı ışıkta parladığı o uzak yeri.

bir boşluk büyür içimdeVan Gogh sarısı bir bela sarar benliğimişu erguvan şehrindekaybetmişimdir sende kendimi…

TEMEL KURT

Emeğin Sanatı 173. Sayı

Page 65: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

TERAZİ

Teraziye konulan yürekKim durur karşında ? Hangi çocuk daha hafif düşer ?Hangi renk utancından geceye dönüşür ?

Bozuksun teraziNe ekmekte dengen varNe toprakta. Kirli ellerin yüküdür daranda taşıdığın.

Kaç gösterir ondört yaş sende ?Onbeşin var mı sen de karşılığı ? Açlık ne ile dengelenir ?Ya tartabilir misin ölümü ?

BozuksunHilelisin ey terazi.

Kaça gider şu çıplak beden ?Şu akan kanGözleri korku ile bakan çocukKaç çeker ?

HAYDAR DOĞAN

Sayfa 65

Page 66: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

SANATÇI TARİHE NASIL NOT DÜŞER? VE “SOL” SOSUNA BANMIŞ ELEŞTİRİLER…

Adil OKAY

Dersim, Zilan, 6-7 Eylül, 12 Eylül, 19 Aralık,Sivas, Soma, Roboski ve/veya diğer katliamlariçin –unutulmasın, hakikat-lerle yüzleşilsindiye- kitap hazırlıyorsunuz, belgesel filmçekiyorsunuz, tarihe not düşüyorsunuz.Elbette bu çabalarınız için karşılıkbeklemiyorsunuz. Özellikle “maddi” karşılıkbeklemeniz de almanız da söz konusu değil.Tersine zamanınızı ve belki de çocuklarınızaveya sevgilinize - tatilinize ayıracağınız parayıharcıyorsunuz. Geri dönüşümünün olmadığını– olmayacağını bilerek.

***“Telif hakkı ve korsanlar” başlıklı bir yazıhazırlamıştım 10 yıl kadar önce. Bu konuya oyazıda da ucundan değinmiş, şöyle demiştim:“Bir sanatçı beste veya resim yaparken,

heykel yontup, fotoğraf çekerken, aşkına veya toplumsal bir olay hakkında şiir yazarken;parayı veya aynı anlama gelecek telif hakkını düşünmez. Paylaşılmak, izlenmek, onanmak,ego tatmini zaten yaratılan eser için bir ödüldür. Karşılıktır. (Kimi sanatçıların ücret karşılığısipariş üzerine yaptığı çalışmalar, ders kitapları yazanlar veya ‘evet ben bu işi para içinyapıyorum’ diyenler konumuz dışıdır.)”

***10 yıl sonra yine aynı görüşteyim. Ama geri dönüşümün maddi olmasa da manevi olduğunuda tekrar vurgulamalıyım. Tatmin mi… evet “tatmin” de söz konusu ama o kadar da olsunartık değil mi? Bu, benim için, “görevimin küçük bir bölümünü yaptım” rahatlamasıdır.“Dışavurum”, hangi akım ve biçimle olursa olsun. Elbette kimi zaman “iğneyle kuyukazdığımızın, elimizi taşın altına koyduğumuzun” da bilincindeyiz. Elimiz de eziliyor bazen.En yakın polis merkezine çağrılıyoruz. Neden çağrıldığımız yazmıyor polisin ikametgâhımızayolladığı davetiyede. Gidene kadar kafamızdan bin bir olumsuz düşünce geçiyor. Hadi eşi -dostu ara, avukata haber ver. Tamam kendimizden eminiz, temiziz ama memlekettekomplocu devlet var. Hakkımda açılan (aylarca süren tacizden sonra kapanan) “Salyangozdavası” gibi vakalar var.

***Bunları neden yazıyorum şimdi: 37 yazar bir araya gelip, Soma katliamı için kitap hazırlıyor.Diğer yandan başka bir grup da “Maden” konulu kolektif bir kitap çalışması yapıyor. Katkıistiyorlar. Yazarların çoğunu tanımasanız bile konu belli. Siz de doğal olarak katkısunuyorsunuz. Sözlerinizi – imgelerinizi hep aşka ayıracak değilsiniz ya. Sizin olmasa da

Emeğin Sanatı 173. Sayı

Page 67: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

komşunuzun evi yanıyor. Tavır almazsanız olmaz. Kendinizle, ilkelerinizle çelişir. Katkı sonucuortaya bir eser çıkıyor. İlk tepkiler geliyor. Teşekkür ve takdirin yanı sıra “eleştiri”sayılmayacak sövgüler geliyor. En acısı da, (daha kitabı okumadan) “sol” sosuna batırılmışucube değerlendirmeler. Birkaç örnek vereyim. “Kapitalist sistem işte. Ölümü depazarlıyorlar…” veya “Yazarlar arasında bizden olmayanlar var” gibi. Tabi bu yaklaşımlar yenideğil. “12 Eylül Ve Filistin Günlüğü” adlı kitabım yayınlandığında, daha okumadan, “elinesağlık” demeden “eleştirenler” vardı. (Yıllar sonra da olsa alanının en önemli kitaplarındanbiri olduğu söylenmeye başlandı.) Yine Türkiye’nin Mandela’larından dediğim HasanGülbahar’ın hapishaneden bana gelen ilk mektubunu paylaştığımda, “Böyle biri yok. Busanal mektup arkadaşıdır” diye sağa sola ihbar mektubu yollayan tipler olmuştu. Akıllaraziyan bir saldırıydı. Hasan Gülbahar Türkiye’nin hatta dünyanın tanıdığı, hapishanede 31.Yılına giren bir tutsak. Halen Osmaniye T tipi hapishanesinde. Gerçek ortaya kısa süredeçıktı ama “belki istemeden bu saldırıya alet olanlar”dan bile bir özür gelmedi.

Bu tür “saldırılar" eleştiri sayılmaz tabi ki. Ciddiye almadığımı da okuyucular biliyor. Hepsöylediğim gibi “Herkes beni nasıl biliyorsa öyleyim”. Ama genç arkadaşlar etkileniyor. Bizisavunmak adına öfkeyle kalkıp düzeyleri düşsün istemiyorum. Teşvikleri kırılsın istemiyorum.İşte bu nedenle onların talebi üzerine üç beş laf etme ihtiyacı duydum. Öncelikle sormakgerekiyor: Ne yapacaktık. Susacak mıydık? Örneğin hapishanelerde F tipi hücreler veölümler hakkında film çekmeyecek miydik, Dersim belgeselini yapmayacak mıydık? Sivas’ıyazmayacak mıydık? Gezi- Haziran direnişini betimlemeyecek miydik? Soma ve Roboskikatliamlarını mısralarımıza taşımayacak mıydık. Bu resimleri – fotoğrafları sergilemeyecekmiydik? Derleme - kolektif kitaplar hazırlamayacak mıydık?

Elbette en zor zamanda konuşmayan- yürümeyen “bir yaralı parmağa işemeyen” sanatçılarda var. Onların reyting uğruna, kırk yılda bir yaşanan katliamlar karşısında ses çıkarmasıveya bu tür sanatçılardan “toplama kitap” yapılması eleştirilebilir. 12 Eylül’de havadan sudanromanlar yazan ya da “yaranmak” için solculara saldıran yazarları unutmadık. En zorzamanda Kürtleri görmezden gelen ama artık ödenen ağır bedeller sonucu “Kürtler” görünürolunca yazmaya başlayanları unutmadık. “Cumartesi Anneleri”, kar kış demeden ısrarla herhafta oturum yapar ve polisin saldırısına uğrarken onları yok sayanları unutmadık. Oysa bu“tanınmış sanatçılar- yazarlar”ın bir cümlesi bizim bin cümlemizden daha çok yer bulurdubasında. Ama sustular. Şimdi konuşmaları samimi bulunmayabilir. Ama bu da bir kazanımdırdiyor bazen aynı imza kampanyalarında buluşuyoruz bu insanlarla.

***Sanatçı- her zaman bilinçli yapmasa da- tarihe not düşer. Resmi tarihin yalanlarına karşıgerçek tarihin yazılımına katkı sunar. Nezahat ve Kazım Gündoğan, “Hay Vay Zaman’ı yazıpsonra da belgesel filme uyarlamasalardı Dersim katliamının boyutlarından, Ahmed Arif de“33 Kurşun”u yazmasaydı “Muğlalı katliamı”ndan haberdar olamayacaktık. “Zilan katliamını”Necmettin Salaz yazmasa, Merhaba Sanat Tiyatrosu sahnelemeseydi bu trajediyi birçoğumuzbilmeyecektik. Nazım Hikmet, “Şeyh Bedrettin Destanını” yazmasaydı duymayacak ya datarih kitaplarının yalanlarına inanacaktık. Genco Erkal Sivas 93’ü sahneye koyarak bukatliamı bilmeyenlere göstermiş oldu. gerçek tarihin yazılımına katkı sunar. Nezahat veKazım Gündoğan, “Hay Vay Zaman’ı yazıp sonra da belgesel filme uyarlamasalardı Dersim

Sayfa 67

Page 68: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

katliamının boyutlarından, Ahmed Arif de “33 Kurşun”u yazmasaydı “Muğlalı katliamı”ndanhaberdar olamayacaktık. “Zilan katliamını” Necmettin Salaz yazmasa, Merhaba SanatTiyatrosu sahnelemeseydi bu trajediyi birçoğumuz bilmeyecektik. Nazım Hikmet, “ŞeyhBedrettin Destanını” yazmasaydı duymayacak ya da tarih kitaplarının yalanlarına inanacaktık.Genco Erkal Sivas 93’ü sahneye koyarak bu katliamı bilmeyenlere göstermiş oldu.

***Ben, “Karanlığın İçinde Aydınlık Yüzler- Ölülerimiz Konuşuyor” adlı oyunu yazarak kendimcetarihe not düştüm. Oyunumu hem Merhaba Sanat Tiyatrosu hem de Denizli Edebiyatdostları sahneye koydu. Tüm ülkeyi dolaştı. (Oyun 80 kadar kentte- ilçede 100’e yakın defasahnelendi.) Amacına ulaşmış oldu. Telif almadım. Bir kaç kente oyunu izlemeye davetedildim. Yol masrafım karşılandı o kadar. Fazlasını talep etmedim.

“Ben çıkana kadar büyüme e mi… Hapishane kapılarında büyüyen çocuklar” adlı belgeselkitabımla da yakın hapishane tarihini –kendimce- anlatmaya- aydınlatmaya çalıştım. Özelliklesözünü ettiğim bu kitabın hazırlık aşaması, dayanması zor gerçeklerle - karabasanlarlayüzleşmeme neden oldu.

Bizim “Soma ve Maden” temalı hazırlanan “dosyalara katkı sunmadaki ilk amacımız: "tarihenot düşmek"ti. Zira hangi akımdan yazarsa yazsın yazar –şair, “Yaşadığı dönemin tanığı vevicdanıdır” deriz. Ya da öyle olmasını umarız. Bu saptama neo-liberalizm dönemine kadarbir gerçeklikti. Ancak 12 Eylül darbesinden sonra yaratılan korku ikliminde “edebiyat”önemli ölçüde “kamunun vicdanı” olmaktan çıktı. Neo-liberalizmin sanatı ve sanatçıyı“piyasa” yapmasından etkilenen yazarlar, eserlerinden gerçekliği ve insanı çıkardılar. Buduruma direnen ve toplumcu çizgiyle, estetiği de ihmal etmeden -farklı akımlarla da olsa-üretmeye devam eden yazar ve şairlerimiz halen var. İyi ki de var.

***Biz yazar ve çizerler “iş kazası - fıtrat – kader” safsatalarına karşı bunların iş cinayeti hattakatliam olduğunu dolaylı – metaforlarla - estetize ederek anlatmaya çalıştık. Bu çabamızkarşılığını bulacaktır. On yıllar sonra da olsa. Arada çatlak sesler çıksa, devletin yanı sıra hiçbeklemediğimiz yerden saldırılar gelse veya kimi eleştirmenlerce yok sayılsak da yazmaya,çizmeye, yontmaya, fotoğraflamaya, oynamaya, film çekmeye devam edeceğiz.

Daha iyisini yapanlar mutlaka olacaktır. Bu durumda bize de sevinmek düşer. Haset etmek,açık aramak değil.

Sonuç olarak “Sonsöz”ü okuyucular söyleyecektir. Ve tarih…Biz de yola devam edeceğiz. Yollarımızın kesildiği karanlık zamanlarda bile.

Yazıya konu olan kitaplar:18 Yazardan Maden Öyküleri, Babek Yayınları, İstanbul, Şubat 2015.“Ölüm vardiyası, 37 Yazardan Soma’nın Öyküsü”, Tilki Kitap, İstanbul, 2015.

12 Eylül ve Filistin Günlüğü, Adil Okay, Ütopya Yayınevi, Ankara, 2009.

ADİL OKAY

Emeğin Sanatı 173. Sayı

Page 69: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

ANNELER ÇILDIRMIŞTIEmine Cansever Anne'ye ve annelerimize.

Anneler çıldırmıştıOğlum kızım haydi kalkın

Sirkeli puşiler, limon, su, krem,Maske, geceden doldurulmuş

Cep telefonlarıBir iki tişört

Sırt çantalarında birazcık azıkKapı kenarında hazır

Haydi kalkın ev, mahalle, şehir, ülkeDoğaya, insana borcumuzdur

Sokak çağrıyorYeni bir ülkeye...

Ana, kız, oğul el eleVardiya sonrası baba

Zulalarda sapanBuluşma yerleri,

Ayrı düşersek Yapılan planlar.

Anneler çıldırmıştıSıkıysa gelin cürreti

Dalga dalga büyürken Bir diktatör hiç bu kadar korkmamıştı.

Ellerde sağlam kaldırım taşlarıBarikatların en önünde onlar

Sonra Kızları

Oğulları. Sahiplenmişlerdi

Vurulmak korkusu da neymiş, Gez, Göz, Arpacık mesafesinde...

Anneler çıldırmıştıVe savaş hiç bu kadar kadın görmemişti.

Kapı önlerinde süt, su,Açık bırakılmış apartman girişlerinde sevincli bir iş

bitirmişlik.Bakabilecekti yaralarını sardığı çocuklarının gözlerine,

Uğurlarken yeniden kavgaya

Anneler çıldırmıştıVe bir halk ancak anneler çıldırınca güzeldi.

Gezi'de en çok anneler güzeldi.

GÖKMEN SAMBUR

Sayfa 69

Page 70: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

ACININ COĞRAFYASI OLMAZ

Ah güzel coğrafyam yine kana buladılar seni tam yüreğinin orta yerinden oluk oluk kan akıttılar... kan nehri oldu, Ankara 'nın Tren Garı...

hayalini kurmak zordur; acının duyumsamak ise boğazımda koca bir yumru... görmemeyi dilerdim,yakınını yitirenlerin resmini... yazmasam, parçalanmış cesetleri, kolları,bacakları, darmadağın yığınları... yazmasam paramparça insanları...canları.. yazmasam delireceğim... On Ekim İki bin on beşi yazmasam şairliğimden utanacağım... yazsam; onlarca,yüzlerce, binlerce acı... acı,çığlık,ağıt..elem.................. sözcüklerim yaşanılanları anlatmaya öksüz kalıyor... mutsuzluğun,acının,elemin resmini yaptılar be usta...

Emeğin Sanatı 173. Sayı

Page 71: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

Ah benim güzel ülkem Atamın yadigarı gözbebeğim parçalamaya,bölmeye çaşılıyorlar seni... kökü içerde,kökü dışarıda... ne çok,ne çok düşmanın var senin -ağıt yakmaya yetmez dilim-şair; yarınlara özgü umut diler 'güzel günler göreceğiz' der 'ölüsünü bulanın sevindiği bu ülke' de gelecekte aydınlık bir Türkiye olmayacak kaygısındayım... ya ben bir deliyim ya da şair değilim...

Ankara'nın orta yeri sanırsın ki; kurban yeri... oluk oluk kan akacak,diyen birileri oldukça... bu acı,bu elem, bu yas bitmez... ateş düştüğü ülkeyi yakıyor,görmüyor musunuz? ?

SEVGİNAZ İNAL

Sayfa 71

Page 72: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

GEÇMİŞİN YANKILARIYavuz AKÖZEL

Bugün Urla’da Kasım ayı’nın 6’sı olmasına karşın 20 dereceye yakın sıcaklık var. Güneş pırılpırıl ve her tarafı bir anne sevecenliğiyle sarıp sarmalıyor. Urla’da, durakta otobüsbekliyorum. Saat 15.00! Akşama doğru hızla yol alıyoruz. Kanepelerde kadınlı erkekli 15 kişioturuyor ve oturanların tümü de yaşlı. 20’den fazla kadınlı erkekli, yaşlısı genci insan ayaktaotobüsün gelmesini bekliyorlar. Serçe kuşları insanlara öylesine alışmış ki insanlara hiçaldırış etmeden yerdeki yiyecek kırıntılarını gagalamakla meşguller. Biri uçuyor, biri konuyor.Hele köpekler tam durakta kanepelerde oturan yaşlıların ayak diplerinde boylu boyuncauzanmış, güneşin ve insanların hoşgörülerinin tadını tembel tembel çıkarıyorlar. ‘ Ne güzel’diye kendi kendime mırıldanıyorum. ‘Her şey ve her olgu bu görüngü gibi olsa: Hep birliktebarışçıl, kardeşçe, yarınlardan kaygulanmadan ve birbirimize güvenerek, birbirimizdenürkmeyerek, korkmayarak!’

Otobüs durağının hemen yanıbaşında çeşitli sebze ve meyvalarını yaya kaldırımını ve telefonkabinini işgal ederek sergileyen bir manav dükkȃnı var. Meyve ve sebzelerde insana ferahlıkveren sonbahara özgü turuncu renk egemen. Bal kabağı, havuç, portakal, mandalina,cennet hurması, limon, lahana, nar, pırasa, brokoli, aluç, kırmızı biber, mısır tezgahın başköşelerinde gülümsüyorlar. Durağın hemen karşısında da benim hemen hemen her günuğrayıp birkaç bardak demli çay içip gazetelere göz gezdirdiğim çayevi var. Buraya genel

Emeğin Sanatı 173. Sayı

Page 73: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

olarak emekliler, rençberler, inşaat işçileri, yağlı boyacılar, belediye işçileri takılır. Bu karmaşıkinsanlarla sıkı ilişkiler kurmuşumdur. Onların yaşamlarından çok ilginç kesitler dinlerim. Herbirinin kendine özgü ve gerçekten dinlemeye, yazmaya, hatta destanlaştırmaya değeröyküleri vardır. En sıradan gibi görünen öykülerde bile müthiş bir tayf çelenginin o görkemlirenkleri göz kamaştırır.

İşte o otobüs durağının karşısındaki ‘On Numara Çay Evi’nde bugün 1 Kasım 2015 genelseçimleriyle ilgili bir tartışma vardı. İlginç bir tartışma! AKP’nin %49 gibi bir oy ile 7 haziran2015 seçimlerinin aksine tek başına iktidar olması bizim kahve müdavimleri arasında hınçlıbir diyaloğu da gündeme getirdi.

Söze, her zamanki gibi 90’lık Hamdi dayı elindeki kehlibar tesbihi şakırdatarak başladı:

‘Ahh! Ahhh! Biz neler gördük neler! Savaşlar gördük, kıtlık gördük, açlık nedir bilirmisiniz?Açlık gördük.

Korku nedir bilirmisiniz? Eğer çocuklarınız, karınız, ananız, babanız kardeşleriniz ve diğermasum insancıklar gözünüzün önünde ölüyorlarsa ve siz çaresizseniz ve elinizden hiçbir şeygelmiyorsa... İşte bu korkudur. Korku kendinizin ölümle burun buruna gelmesi değildir.Masum insanlar için hele hele bebekler, çocuklar ve kadınlarımız için bir şeyleryapamamanın yarattığı çaresizlik duygusudur.

İkinci Dünya Savaşı daha başlamadan buralarda kıtlık başladı. Bizler küçük toprakları olantarım ve hayvancılıkla geçinen Urla köylüklerinde yaşıyan rençberlerdik. Atatürk ölmüş,İnönü reisicumhur olmuştu. Savaşta değildik ama savaşan halkların durumundan hiç defarkımız yoktu. Her şey karneye bindirilmişti. Kıtlık, açlık, hastalık bizleri bitirip tüketiyordu.İlaç! Adı bile bize ürküntü veriyordu. Belli başlı ilaçlar karaborsada fahiş fiyatlarla satılıyordu! Biz kim, İlaç kim! Haa, bakkaldan kinin alır içerdik. Her derde deva kinindi. Yedi yaşındakikız kardeşim önce günlerce ateşler içerisinde titreyerek, inliyerek yattı sonra gözleriminönünde can verdi. Çok geçmedi birader de aynı akıbete uğradı. Alaman harbiydi işte.Köylerde jandarmalar evlerimizi didik didik arıyor, buğday, yulaf, arpa vb. stok yapıpyapmadığımızı araştırıyordu. Elimizdeki tahılı vermek zorundaydık. Hatta Urladakideğirmenlere mühür vurup kapattılar ki gizli stoklarda tahıl varsa değirmene gidip deöğütülmesin! Bir de varlık vergisi çıkaradurdular. Vergisini ödeyemiyeni de alıp götürdüler,zorla çalıştırdılar. Tabii babam da zorla çalıştırıldı. Diyorum ya, bırak vergi ödemeyi, açtık aç!Evden bir ay içerisinde iki cenaze çıkmış. Neden çıkmış? Sefaletten elbette ki... Alaman,İngiliz dünyanın nimetlerini paylaşmak için savaşıyor, bizler açlıktan, hastalıktan telef oluyor,kırılıyoruz. Hani bir türkü var:

‘Bu fasulye yedibuçuk liraHem kaynasın hem oynasınYandan Halimem yandanSeviyom seni candanSeviyorsan candan boşan gel kocandan

Bu fasulye yedibuçuk liraHem yağlıdır hem pahalıdırYandan Halimem yandanSeviyom seni candan ’

Sayfa 73

Page 74: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

İşte bizim o yıllardaki durumumuzu bu türkü traji-komik olarak anlatıyordu. Buğday, arpa,yulaf, çavdar yoktu ki ekmek de olsun. Ekmek yerine fasulye yiyorduk. Neyseki pahalı mahalıfasulye bulunuyordu. Evet kilosu yedibuçuk liraya fırlamıştı. Ama ne edip edip o parayı bulupbuluşturup fasulyeyi alıyorduk. Bu türkü şimdilerde bir dizi filiminin baş müziği olmuş!Duyduğuma göre film bayağı da tutmuş yani! Bu türküyü de hani şişko, tipsiz bir artist varya, şimdilerde star olmuş şu Ata Demirer! Sözde onun bestesiymiş. Türkü birden bire çokdeğerlendi yahu! Edirneli meşhur klarnetçi Deli Selim’in oğlu da olayı mahkemelere taşımış,türkü’nün babasına ait olduğunu iddia ediyor. Oysa bu türki 1940’larda biz çala kaşıkfasulyeye talim ederken ve kilosuna da yedibuçuk lirayı toslarken dilden dile dolaşıyordu.Yanibizim traji-komik gerçeğimizdi...

Evet seçimdi konumuz, nerelere alıp götürdüm muhabbeti. Ama yine seçimle bağlayacağımtabii ki. Geçmişle kıyaslaması içerisinde. Ne oldu sonra? İnönü kaybetti. Menderes, CelalBayar Demirkırat’ı kurup 400 milletvekili ile meclise girdi. İnönü’nün sadece 80 veya 90milletvekili vardı. İktidarları 10 yıl bile sürmedi. Yani yeğenim bu hükümetlerin ne olacağınıyalnız bir allah bilir. Yarın bakarsın üç-beş kişiyi ipte sallayıverirler. Burası Türkiye. Hele gözübir türlü servete, görkeme doymayan yöneticiler iş başındaysa iş daha da beter yani..Ayakkabı kutularında milyonlarca dolarlar, engin denizlere açılmış gemicikler, rant sağlamakiçin yağmalanan ormanlar, kamu arazileri yine ormanları yok edip de ortasına dikilen 1500odadan ibaret küçücük saraycıklar. Bizim kıtlık yıllarında söylediğimiz bu türküyü şimdiyeniden söylemenin tam zamanı değil mi ?

Bu fasulye yedibuçuk liraHem kaynasın hem oynasınYandan Halimem yandan

Seviyom seni candan

Hamdi Dayı pantolonunun saat cebinden gümüş zincire takılı ‘Serkisof’ marka, arka kapağındabuharlı lokomotif(şimendifer) kabartması olan saatini çıkarıp bakıyor. Elini tutuyorum,yanağına bir öpücük konduruyorum. Caddeden aşağıya doğru ağır adımlarla yürüyor, Yaşınıhiç de göstermiyor, hâlâ dinç! Ne de olsa eski maya! Gözlerimle onu izliyorum. Necati Cumalicaddesinin ucunda gözden yitiyor.

Bu otobüs hep böyle yapıyor. Zamanında geldiği neredeyse hiç olmuyor. Hep gecikmeli hattabazen de hiç gelmediği oluyor. Sorduğumda da o saatteki sefer otobüsü bozulmuştu da vb.saçma yanıtlar alıyorum. Durak giderek kalabalıklaşıyor. Yoldan geçen İzmir, İskele,Zeytinalanı, Çeşmealtı, Gülbahçe’ye giden dolmuşlar ağırlaşıyor, yolcu almaya çalışıyorlar. Çokaz kişi biniyor, çünkü durakta bekliyenlerin çoğunluğu 65 yaş yukarısı emeklilerden oluşuyor.Otobüsün ücretsiz oluşu gerçekten biz, az bir maaşla geçinmek zorunda olanlar içinazımsanmıyacak nimet.

Nihayet otobüs karşıdan göründü. Durakta bir dalgalanma oluyor. Otobüse önce binebilme,binip de yer kapma dalgalanması bu. Ben biraz geride kalıyorum, ayakta gitmeyi gözealmışım. Yarım saatlik bir yolculuğum olacak. Kalabak’ta ineceğim. Sıkışarak zor bela

Emeğin Sanatı 173. Sayı

Page 75: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

biniyorum otobüse, hemen şöförün yanında ayakta duruyorum. Yine de durumumdanhoşnutum çünkü geçtiğimiz yerleri tam cepheden olanca görkemiyle görme olanağım var.

Otobüs duraklarda ara sıra duruyor, inenler binenler oluyor. İskelede yelken kulübününönünden geçiyoruz. Palmiyeler salkım salkım meyvalarını sarkıtmışlar. Martılar denizinüzerinde süzülüyor sonra kümeler halinde kumsalda pati pati yürüyorlar. Yolculardanyükselen uğultuyu ara sıra çalan telefon (zilleri mi desem melodileri mi desem ) bölüyor.

O günleri anımsıyorum. Hani Hamdi Dayı’nın anımsattığı o eski günlerden bir yaprağı !

Babam Etibank Ergani Bakır İşletmesinde Teknik Ressam olarak görev yapıyordu. Bizler işçisınıfından yalıtılmış Tenis sahası, Lokali, bekçisi, kapıcısı,servis otobüsleri olan Tenislojmanlarında oturuyorduk. Lojmanların hemen önünden 1930’larda inşa edilmiş gösterişli,taştan yapılma iki tane köprü vardı.Bu köprünün üstünden tren geçer altından da Dicle çay’ıakardı. Dicle çay’ı ile lojmanların arasında da koca dut ağaçları ve oldukca görkemli bir cevizağacı vardı. Dicle çay’ı boyunca da söğüt ağaçları dallarını yazın sakin, yağışlarınbaşlamasıyla hırçın akan çay’a sarkıtırlardı. Çingeneler(karaçiler)her yıl 10-15 eşek kafilesi ilegelir, dut ağaçlarının duldasına çadırlarını kurup, kablarımızı kalaylar, bakırdan şövalyeyüzükleri yaparlardı. Kadınlar çay boyunca söğüt ağaçlarının dallarını keser sonra da değişikmodellerde sepetler örerlerdi. Kalayladıkları tabak, tencere, tas, legen, tavaların karşılığı

Sayfa 75

Page 76: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

olarak parası olan kadınlardan para, olmayandan da buğday, bulgur, pirinç, eski eşya vb.alırlardı. Kalay yaptıkları kenarları açık yayvan büyük çadırlarının yanında oturur, onlarınkablarımızı kalaylamalarını ve şövalye yüzüklerine nasıl şekil verdiklerini merakla izlerdim.Pazarlama işlerini sırtlarına, göğüslerine bohçaladıkları bebekleriyle kapı kapı dolaşankadınlar yapardı. Tenis lojmanlarına gelen çingeneler 5-6 aileden oluşurdu. Bu 5-6 ailedenoluşan grubun büyüklü küçüklü 30-40 çocukları da olurdu. Giysileri yırtık-pırtık, kat katyamalı ve pislik içerisindeydi. Kalay yaparken türküler söyler, bizlerle de dalga geçmeyi,şakalaşmayı ihmal etmezlerdi. Düşünüyorum da o sefalet içerisinde yaşamın güzel yönlerinetutunmayı başarabiliyorlardı. Hep beraber çalışıyor, hep beraber yiyip-içiyorlar, kazandıklarınıeşit bölüşüyorlardı. Çocuklar ayırımsız hepsine aitti. Kazançlar ayırımsız hepsine aitti. Yarindudağından gayri herşey müşterekti anlıyacağınız.O yıllara ilişkin Anımsadığım bir başka şey de akşamları babamın Yassıada mahkemesisaatlarini radyodan merakla dinlediğiydi. Sadece babam değil tüm lojmanlar Yassıadamahkeme saatlerine kilitlenirdi. Mahkeme’nin açılışı şöyle olurdu : (aradan neredeyse 54 yılgeçmiş ve hala ezberimde) ‘ Sanıklar getirildiler, bağlı olmıyarak yerlerini aldılar. Müdafilerhazır, açık olarak duruşmaya devam edildi. Sanık ve sakıt Adnan Menderes söyler misiniz?’‘hatırlamıyorum efendim‘...

Komşular ikiye bölünmüştü. CHP’liler ile DP’liler. DP’liler oldukça sessizleşmişti. CHP’lilerbazen radyoyu sonuna kadar açıp DP’lilere nisbet yapıyorlardı.. Her akşam rakı sofrası kuranSaadet Hanım teyzenin beyi Zülküf Bey Amca koyu CHP’liydi. ‘ Oh olsun, bana az mınisbet yaptılar “vatan cephesi falan” diye. Şimdi sıra bizde, inşallah hepsini kazığa oturturlarda görürüm günlerini ’ diyordu.

Kazığa oturtmadılar ama Adnan Menderes ve iki arkadaşını idam ettiler. Hamdi Dayı’nınanımsattığına geldik işte sonunda.

Otobüs’den Kalabak’da inip eve doğru yürüyorum. Erzincanlı Ahmet’in küçük marketindenbir ekmek alıyorum. Sonra içimi bir efkar basıyor, geriye markete yeniden geri dönüyorum.Hani şu Can Yücel’in müdavimi olduğu ‘Evin’ şarabı var ya tutup 1,5 litreliğini daha ucuzolur diye alıyorum.Gökyüzü masmavi, berrakİçimde geçmişe ilişkin bir keder.

YAVUZ AKÖZEL* Devamı var.

Emeğin Sanatı 173. Sayı

Page 77: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

UMUT

Aşkla vur çekici örseİğneyle işle geleceği oyanaumutla başla güneciğerlerine henüz paralı olmayangökyüzünü boşaltmerhaba de doğan güneşesokakta sağa sola koşan insanlaratürküler söyle içinden gelerekher gün yeniden kurulan dünya ışıklarını adil dağıtmadığın insanlarbir gün yeni baştan kuracaklar senigözlerimiz toprak olsa daelimizi verdiğimiz çocuklarseni yeniden kuracaktır elbet

SEÇKİN ZENGİN

Sayfa 77

Page 78: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

İNFİLAĞIN VAKTİNİ SİZE BİLDİRECEĞİM

Ben kendi nefretimi maddeleştirmeye geldim! Kafatası kulesini taaccuba raptederek; zehirlerden devşirdiğim darpolmuş dipçikleri, mezarların betonarme esvabına gömerek… Ben kendi nefretimi görünür kılmaya geldim! soykırım kazanında katliam şahlandığında, zehirli böcekler zehirleyip durduğunda; ey çelikle darpedilen sömürülen şehir! İntikamın vaktini size bildireceğim!çünkü lanet kadrajında şeytani kabuslar çığlıkla açılıyor, kancık konferanslar belkemiğimde soykırım patlatıyor Şimdi kirli pusatlardan kurşuni örümcekler biçiyorum Kurşunun zulümleri günahın kalibresine bölündükçe duruyorum ejderha çığlığını sapanlarla cenabet şakkından vuruyorum aa alnı parçalanıp çarmıhlara gerilen şeytani krallıklar çıkıyormilyonlarca militan çarmıhlara öykünen kurşuna geriliyorcenabet hafızada illüminati küreselleşen bir komplo teorisi değil mi? deccaliyet sadece bir kabus ambiyansı değil mi lan? ! sanayi atmığında bataklıklar kaynar, baykuşlar paramparça; toplukatedral şeytanları satanist haçlarla vesvese çiziyor bağrıma tersinden çiziliyor millitarist şeytanlık leviathan boynuzuna; Latinceden ezoterik ilahiler gürültüyle tersinden okunuyor işgal kudurtuluyor diktatör uzviyetten ortadoğu apışına dölyataklarından partizan ceninler azınlık kamplarında neşterli kancalara geçirilip kürtajlanıyor morglarda, ah! Küfürbaz makamlar patlatıorum müntehir kuşlarımla birleşmiş safsatalar,lanetli kumpanyalar,kancık konferans, illüminati küresel bir komploteorisi değil mi tapınağında lannn?

deccal diktatörlüğü bürokratik mekanizmayla açılıor; ve çelikten uçurumda gerilla kuşlarıyla düşüyoruz paramparça! Düşüyoruz gladyo örgütünün kabusuna elemle;Şeytanlarla ifritleri bilinçaltıçukurunda çiftleştirsemimparatorluğun tercümesi tersinden çıkıyor latincede

Emeğin Sanatı 173. Sayı

Page 79: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

ama ejderhakanatları pentagonun sırtından çıkıyor ülkelerde belki de kehanetin antichristi o! zakkumların zehrindefısıldanan antichrist kahinlerin kehanetinden fışkırıyor pandoranın kutusundan kötücüllük çığlıklarla sızıyor İşte ustasıyım ateşlerin lanetinden dumanlarla gelmenin spawnım ey barbar militanlık! çelik zırhlanması bu görünmenin kurşuni makamda çekirdeğinden soyup pusatlanmış hisleri sen ey yüce zırhlanma! Görünür kıl kristalde görkemli nefretimi!şakırdayan harmaniler gibi! görünür Kıl Metafizik kinimi! Kristalbirkubbeninrahminden haşmetle İneceğim şimdi! İneceğim pandoranın kutusundan mağmasına işkencenin!

çünkü aşağılık sömürüyle emperyalist nefretin çınarları fışkırıor sömürülmüş tohumda nükleer sürüngenin palazlanmış dilleri; kırbaçlıor mahlukatı azap kumpanyasında; kafatası kulesini taaccuba raptederek; zehirlerden devşirdiğim kokuşmuş dipçikleri, nefretin betonarme esvabına gömerek; benkendi nefretimi görünür kılmaya geldim! beni vahşi kasırganın burgacına çekip burgaçlanmış kinimi katliamla ürpertin; intikamcı tufan kılın ürkütücü pençemi! soykırım kazanında katliam şahlandığında, zehirli böcekler zehirleyip durduğunda; ey darplanmayla uluyan sömürülen şehir!

İnfilağın vaktini size bildireceğim..

OĞUZ ATEŞOĞLU

Sayfa 79

Page 80: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

ŞİİR-ŞAİRPOETİKA

Sözün ipiyle eğirir şairkalp ritmiyle o kirmeniaşk ile döne dönegüzelleşsin diye dünya

F.KADRİ GÜL

(Şiirde) çok konuşmasuskunluğa yakın dur.

SABAHATTİN KUDRET AKSAL

ve sevsinler diye insanlar birbirleriniyitsin saltanatı paranın diyesavaşır durur şiir

İSMAİL GENÇTÜRKBir şiir, fabrika kapısın da tan vaktiuykusuz bacakları geceyi kıskandıran

savrulan sıcak külleri Ankara’nın ÖZDEMİR İNCE

Şiir ölümün gölgesidir,yaşamanın örtüsü.

Çocuğun savunmasıdır şiir.ÜLKÜ TAMER

Ve sessizliğiyle göğü eritenKayanın içindeki fırtınayıVe suyun kaynayacağıO anı haber verir

İSMAİL UYAROĞLU

Çala kalem,Çala çala...Biyolojik bir saat demek ki şiirVe ölünceye dekDakik...”

CAN YÜCEL

Bir şiir, yaralı omuzlardan sızan**yorgunluk ve acının dinlendiği umutsırtlardaki kırbaç gibi duyulan

ÖZDEMİR İNCE

Kutup yıldızı gibiGideceğimiz yönü gösterir şiirNereye akar geceleriBir şarkı gibi nehir

İSMAİL UYAROĞLU

Öksüz bir yüreğin çözülüşüdür şiir.Yalnızlığına kapanan anın kör ışığı değil.

ALİ ZİYA ÇAMUR

ey şairkolların bir çöl akşamıgibi bırak yalnız kalsınyüzünü hüznüne yasladüşün sana yar olmasınrüzgarlar sarsın yaranıkolun yare sarılmasın

ADNAN DURMAZ

DERLEYEN:A.Z.ÇAMUR

Emeğin Sanatı 173. Sayı

Page 81: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

YAŞAM VE SANATTA

1 AYIN İZDÜŞÜMÜŞİİRİMİZİN BAŞEĞMEZ ANASI GÜLTEN AKIN’I

YILDIZLARA UĞURLADIK.

Şair ve İnsan Hakları savunucu Gülten Akın’ı 82 yaşında sonsuzluğa uğurladık.

Gülten Akın, 23 Ocak 1933 yılında Yozgat’ta doğdu. Ortaöğrenimini Beşiktaş Atatürk AnadoluLisesi ‘nde tamamladı. 1955'te Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. 1956’da YaşarCankoçak’la evlendi. Beş çocuk büyüttü. 1958-1972 arasında kaymakam olan eşinin görevinedeniyle Anadolu’nun çeşitli ilçelerinde yaşadı. Gevaş, Alucra, Gerze, Saray ilçelerinde veKahramanmaraş’ta yardımcı avukatlık, avukatlık ve öğretmenlik yaptı.

1972'de Ankara’ya yerleşerek Türk Dil Kurumu Derleme ve Tarama Kolu’nda çalıştı. KültürBakanlığı Yayın Danışma Kurulu üyeliğinde bulundu.Demokratik kitle örgütlerinin yenidenkuruluşu çalışmalarına katıldı. İnsan Hakları Derneği, Halkevleri, Dil Derneği gibi örgütlerdekurucu ve yönetici olarak görev aldı.

Son haber gazetesinde ilk şiiri 1951'de yayımlandı. Ardından Hisar, Varlık, Yeditepe, Türk Dili,Mülkiye gibi dergilerde çıktı. Başlarda şiirlerinin konusu doğa, aşk, ayrılık, özlem iken, dahasonraları ise toplumsal sorunlar ağır bastı. 1980 öncesinde halkın yaşadıkları, onun dahayatına ve şiirine yansıdı. Daha sonraki şiirlerinde toplumsal sorunlara yöneldi. Gezip

Sayfa 81

Page 82: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

gördüğü yerlerden aldığı esinle zenginleşen ve coşkulu bir insan sevgisiyle yoğrulan şiiri,toplumsal sorunları, yaşam-halk ilişkisini öne çıkardı.

Şiirlerinde büyük ölçüdü folklor öğelerinden yararlandı. Şiir üzerine yazılarını bir arayagetiren “Şiiri Düzde Kuşatmak” (1983) kitabında, halk kaynağına inme isteğini, “Halkta varolan öz ve biçimi diyalektik olarak yükseltmek, şiiri yükseltirken halkın yaşamının veyaşam biçimlerinin yükselmesine yardımcı olmak” sözleriyle açıklar. Şiirleri pek çok dileçevrildi ve kırktan fazla şiiri bestelendi.

Gülten Akın’ı, A.Z.Çamur’un Emeğin Sanatı Dergisinin 01.03.2008 tarihli sayısındayayınlanan “Şiirimizde Kadın Sesi” (http://emeginsanati.blogcu.com/siirimizde-kadin-sesi-ali-ziya-camur/3083950 yazısında şöyle anlatıyor:

“Şiirimizde kadın sesi deyince, ilk akla gelen adlardan birisi Gülten Akın’dır elbet.Suya düşmüş bir arıyı gözleyen dünyada, kalabalığın ortasında hayatı sarmalayan vepaylaşan bir gözlemin izlerini sürdü şiirlerinde. Çevresini saran kalabalığın taşıdığıkaygı, korku ve gelenekleri yırtarcasına “Kestim kara saçlarımı” dedi: “Uzaktı dönyakındı dön çevreydi dön/Yasaktı yasaydı töreydi dön/İçinde dışında yanındadeğilim/İçim ayıp dışım geçim sol yanım sevgi / Bu nasıl yaşamaydı dön “

Bozuk mu düzgün mü belli olmayan tartıların egemenliği içindeki evrendesöylenmemiş, anlatılmamış, söylenememiş olanı anlaşılır kıldı şiirindeki duruşu.Şiirlerinde yaşamın aydınlığa dönük egemenliğini savunurken duyarlıklarımıza, kimizaman ölümlerin ardındaki ağıtlarda Anadolu kadın yaratıcılığının izleğini sürdü.Dilimizden düşmeyen, kulaklarımızdan silinmeyen ODTÜ kapısında katledilen ErtuğrulKarakaya’yı da ölümsüz kılan şiirini kim unutabilir: “Gökte bulut yan yan gider /Yaralarından kan gider / Töresi batası dünya / Kahpe kalır şahan gider” Ya eşiöldürülen bir Güneydoğu kadının dilinden insan duyarlığını kilitleyen dizeleri: "İlk busabah / İlk bu sabah göğü görmedim / İlk bu sabah kaysı çiçeklerini / Hüzün ilk kezkonuk gibi gelmedi / Efendim, ev sahabım”

Gülten Akın, insan duyarlığının toplumla kesiştiği noktada ördü şiirini hep. Kimi zamanpanzerlere karşı savrulan taş oldu şiirleri, kimi zaman sevginin kavurduğu yürekten akan yaşoldu. O insanı insana bağlayan güvenci hep saklı tutarak, eskitilmiş alanlarda yitik fidanlarayeni sürgünler aşıladı şiiriyle. Aşılamaya da devam ediyor.

Gülten Akın, sanata bakışını şu sözleriyle anlatıyor bizlere:

“Ben, bir sanat yapısının konusu ne olursa olsun, bağrında bir umut çiçeğitaşımasından yanayım. Ne köyler öylecene kalacak, ne kentler. Her şey değişecek hiçkuşkusuz. Değişmeyen ise, resimden resime, şiirden şiire geleceğe aktarılan çiçekolacak. Ama ustalıkla, ama incelikle, derinden derine.”

Emeğin Sanatı 173. Sayı

Page 83: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

Sayfa 83

Page 84: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

Emeğin Sanatı 173. Sayı Emeğin Sanatı 173. Sayı

FİLİSTİNLİ ŞAİR ASHRAF FAYADH SUUDİLERCE KATLEDİLMEK İSTENİYOR.

Suudi Arabistan, yaklaşık iki yıldır hapistetuttuğu Filistinli şair ve sanatçı AshrafFayadh’ı ‘ateist fikirleri yaydığı gerekçesiyle’ölüm cezasına çarptırdı.Ashraf Fayadh’ı desteklemek için bir imzakampanyası açıldı, şuradan destekverebilirsiniz.https://secure.avaaz.org/en/petition/Amnesty_international_Save_the_palestinian_poet_and_artist_Ashraf_Fayadh/?pv=0

Fayadh’ın bir şiirinin çevirisi:

FRİDA KAHLO’NUN BIYIĞI

Çamur kokusunu duymazdan geleceğim, yağmuru paylama ihtiyacını, ha bir de uzun zamandır göğsüme yerleşmiş olan yanmayı.Halime uygun bir teselli arıyorum, o hal ki ne dudaklarını gönlümce yorumlamama izin veriyor,Ne de o buğu damlalarını senin kırmızımsı taç yapraklarından süpürüp atmamaYahut, tam şu anda yanı başımda olmadığını fark ettiğimde beni esir alan saplantı düzeyini bir adım geri almama.Ve de olmayacağını… Gecenin cezalandırıcı suskunluğunda halime bir gerekçe bulmaya zorlandığımda.Dünya suskunmuş gibi davran, biz onu uzaktan görürken, aramızda geçen her şey, altı üstü fazla ileri gitmş kötü bir şakaymış gibi davran!

Ne düşünüyorsun sensiz geçirdiğim günler hakkında?Ağır acımın içinden, böyle çabucak buhar olup giden sözcükler hakkında?O zamanlar, göğsümün dibine kurumuş su yosunları gibi çöken düğümler hakkında?Söylemeyi unuttum, yokluğuna alıştım artık ben (teknik anlamda)Dilekler de senin arzularına çıkan yollarını kaybediyor artıkHafızam aşınmalardaSöylemeyi unuttum, ışığı kovalıyorum ben hâlâ, görmek için değil, karanlık korkutucu olduğundan… ona alışsak bile!

Özrüm kafi gelir mi acep? Ben iyi bahaneler uydurmaya çalışırken olup biten her şey için?

Göğsümde kıskançlığın uyanışı için,Karanlık günlerimin bir yenisinin yeisle mahvoluşu için?Adalet’in adet ağrısına tutulacağını ve Sevgi’nin ömrünün sonbaharında sertleşme sorunu yaşayan budala bir adam olduğunu söylediğim için!

Hafızamı pas geçmekVe iyi uyuduğumu iddia etmek zorunda kalacağım.Mantıklı bir açıklama arayarak gelen soruları, ikna edici yanıtlar bulmaya gelen sorularıYırtıp atmam gerekSon derece şahsi sebeplerden ötürü, olağan noktalamanın iflasından sonra gelen soruları.

Bırak da sana ayna izah etsin, sen ne kadar güzelsin!Tozlu sözcük yığınlarını kaldır ortadan, derin derin nefes al.Seni ne kadar sevdiğimi hatırla, ve her şeyin nasıl da devasa bir yangın çıkarabilecek bir elektrik cereyanına döndüğünü… boş bir depoda!Çeviren: Zeynep Yeter

Page 85: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

BALKANLAR’DAN ANADOLU’YA ESEN UNUTULMAZ BİR SANAT YELİ: İSMAİL GÜMÜŞ

Öykücülüğü resim ve heykeltraşlığıyla öneçıkan çok yönlü sanatçı İsmail Gümüş’ü 9Kasım günü sonsuzluğa uğurladık.

1938 yılında Kırklareli'nin Demirköy ilçesindedoğdu. İlkokulu doğduğu ilçede okudu. 1938,Kırklareli doğumlu olan Gümüş, 1950 yılındaKepirtepe Köy Enstitüsüne girdi. Bu okuldaResim öğretmeni Selahattin Hüsnü Taran’dandesenin önemini kavradı. 1954 yılında İstanbulöğretmen Okulu’nun resim seminerine girdi.Malik Aksel, İlhami Demirci’den dersler aldı.1957'de İstanbul Çapa Öğretmen Okulu'nu,1963'de Gazi Eğitim Enstitüsü ResimBölümü'nü bitirdi. 1960 yılında Gazi EğitimEnstitüsünde Refik Epikman’dan desen eğitimi,Şinasi Barutçu ve Nevide Gökaydın’danbiçimsel güzellik ve Adnan Turani den soyut veboyanın detaylarını öğrendi.

Öyküleri Varlık, Türk Dili, Bilim ve Sanat gibi çok sayıda dergide yayınlandı. İlk öykü kitabıBoşnak Türküsü 1984'te, ikinci öykü kitabı Deli Balkan Yeli 1995'te çıktı. 2001'deEdebiyatçılar Derneği'nin düzenlediği Behzat Ay Öykü Yarışması'nda "Sular Hâlâ Yanıyor"adlı dosyasıyla birincilik ödülünü kazandı.

İsmail Gümüş’ün Kepirtepe Köy Enstitüsü’nde başlayan aydınlanma süreci, İstanbulÇapa’daki resim dersleriyle sanatsal bir derinlik kazanmış ve 1957’den başlayarak daöğretmenlik serüveniyle zenginleşmişti. 1974’te Gazi Eğitim Enstitüsü’nde hocalık yapmayabaşlayan sanatçı, burada sanatsal etkinlikleri yanında siyasi baskılarla da savaştı. 1981’ekadar süren bu uğraşısı, haksız görevden alma girişimiyle sekteye uğradı. Bu kez sanatsalçalışmalarını ve siyasi-toplumsal mücadelesini dışarıda sürdürdü. 1986’da gündeme gelendemokratik öğretmen hareketini yeniden örgütleme sürecinin ilk basamağı olan “AbeceDergisi”nin isim babası olur. Daha sonra kurulan Eğit-Der’de görev alır, tabelasını yapar vesöz konusu dergide Gazi ve İsmail Güneş müstear adlarıyla yazılar kaleme alır. Böylesineörgütçü bir geleneği de olan sanatçının, daha sonra (1990’lı yıllarda) Sanat Kurumu’nunbaşkanlığını da üç dönem yürüttüğü, Edebiyatçılar Derneği’nin Ahmet Say başkanlığındakuruluş sürecine katkıda bulunduğu da biliniyor.

80′li yıllarda yaptığı Aşık Veysel’in heykeli tanınmış işlerindendir. Daha sonraki yıllarda buheykel,Ankara'da korumaya alınacak 10 heykelden biri oldu. Ayrıca eğitim enstitüleri için

Sayfa 85

Page 86: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

estetik kitapları kaleme alan Gümüş, bütünleşik sanat yapmanın örneği olarak edebi alandaöyküler vermiş bir yazar. Sanata bakışı tek bir eğilim ile sınırlı kalmayıp sanatçı yetiştirenhoca kuşağının özgün isimlerindendi.

Eserleri: Boşnak Türküsü (öykü), Deli Balkan Yeli (öykü), Hançer (roman), Bego DayınınIslığı (roman), Sular Hâlâ Yanıyor (Yayınlanmamış öykü dosyası)

Bir olayı, durumu, insanı, ağacı, suyu resmeder gibi öyküleyen Gümüş’ün ailesi Bosna-Hersek’ten gelip Demirköy’e yerleşen bir Boşnak çocuğu olarak öykülerinde Balkankültürünün ortak özelliklerine yer veren, halk kültür ve edebiyatından örnekler sunan ya daizler taşıyan İsmail Gümüş’ün, yüreğinin bir tarafında hep o uzaklardaki insanlarından ayrıkalmanın burukluğu var gibidir. Deli Balkan Yeli kitabındaki şu cümleler bunu açıkçayansıtıyor: “Deli Balkan yeline birlikte göğüz geren, birlikte gülen, birlikte ağlayan, Balkaninsanlarını şaşırtan, donduran olaydı Meho’nun Hayriz’i öldürmesi. Çünkü çoğuna göre buinsanlarla yaşamak, doyumsuz ve güzeldi.Ölümse, ağrısı dayanılmaz, iğrençti.” (s.9)

Melih CevdetAnday’ın İsmail Gümüş’ün “Boşnak Türküsü” kitabı üzerine şunları yazıyor:

“İsmail Gümüş'ün öykülerinde, Boşnaklığa bir de göçmenlik eklenmektedir ki, yapıtındramatik öğesini yüklenen belli başlı izleklerden biridir bu. Ama kimieleştirmenlerimizin dediği gibi, büyük öykücümüz İsmail Gümüş, dramatik öğeyiyüreğimizi burkmak için kullanmıyor, hatta hiç kullanmıyor, biçeminde öylesineağırbaşlı ve temkinli ki, eğer biraz üstümüze düşse bütün etki bir anda yok olacaktır.Bunun gibi, İsmail Gümüş'ün biçemini şiirli diye nitelemek de yanlış bence; yazarımız,daha çok klasik bir yazarın ya da bir tragedya yazarının soğukkanlı ve hesaplı anlatımıiçinde kalmaya dikkat etmektedir. Yüreğimizin burkulması ve şiir tadı, işte bu tutumunve dikkatin sanki istenmeden ortaya çıkmış bir yan ürünüdür."

OĞUZ TANSEL 2016 ŞİİR ÖDÜLÜ

Üç Kanatlı Masal Kuşu Oğuz Tansel, Türkçe ’ye olan tutkudüzeyindeki sevgisiyle görkemli bir şiir dili yaratmıştır. KemalÖzer’in “sanatsal ve siyasal kuşatmalar altındaki 1940kuşağının ortak söyleyişler, ortak içerikler taşıyan ozanlarıarasında, söz konusu genel görünümün dışına en çokçıkanlardan biri “olarak gördüğü OĞUZ TANSEL 1940kuşağının lirik ve özgün sesidir. Salâh Birsel’in tanımıyla: “doğavurgunu, dağlarda duman duman ormanlardan, karlıuçurumlarda mavi sabahlardan geçip giden” Oğuz Tansel’ianılarda yaşatmak, devrimci kişiliğini, toplumcu düşüncelerinive yapıtlarını gelecek kuşaklara aktarmak, genç kuşakların dilduyarlılığını artırmak, yazınsal becerilerini değerlendirmekamacıyla, Oğuz Tansel Şiir Ödülü verilecektir.

Emeğin Sanatı 173. Sayı

Page 87: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

Ödül, Folklor/Edebiyat Dergisi, Troya Folklor Araştırmaları Derneği ve Ankara AydınlığıGirişimi’nin çabalarıyla gerçekleştirilmektedir.

Ödüle katılım koşulları şunlardır: 1- Ödül 2016 yılında şiir alanında bir yapıta verilecektir. 2-Ödüle aday yapıtın 01.01.2015-31.12.2015 tarihleri arasında yayımlanmış kitap;yayımlanmamışsa, kitap oylumunda dosya olması gerekmektedir. Yayımlanmış yapıtlardanoluşan toplu şiirler dosyası/kitabı ile ödüle başvuru kabul edilmemektedir. 3- Ödüle sonbaşvuru tarihi 31.01.2016’dır. 4- Ödül, düzenleme kurulu ve seçici kurul üyeleri dışında tümkatılımcılara açıktır. 5- Ödül tek yapıta verilecektir. 6- Yapıt daha önce yayımlanmış ise 6adet gönderilmelidir. Daha önce yayımlanmamış yapıtlar, A4 boyutunda kâğıda,12 punto ve1,5 satır aralığıyla bilgisayarda yazılmış 6 ayrı dosya biçiminde düzenlenmiş olarakkargo/posta ile gönderilecektir.7- Katılımcı, kısa özgeçmiş, iletişim bilgileri ve bir adetfotoğrafının bulunduğu ayrı bir zarfı yapıtıyla birlikte ulaştıracaktır. 8- Ödül tutarı 2.000 TLolarak belirlenmiştir. 9- Ödüle birden fazla yapıtla başvurulabilir. Ancak ödül, tek bir yapıtaverilir. 10- Ödüle katılmak için gönderilen eserler iade edilmeyecektir. 11- Ödül töreni 15Nisan 2016 (Cuma) ’da Ankara’da Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezindeyapılacaktır. 12- Seçici kurul Müslim Çelik, Ergül Çetin, Prof. Dr. Cevat Geray, İlhan Gülek veMetin Turan’dan oluşmaktadır. 13- Başvurular şu adrese yapılacaktır: OĞUZ TANSEL ŞİİRÖDÜL KURULU, Folklor/Edebiyat Dergisi, Konur Sokak 36/13, Kızılay, 06650 Ankara ...Ayrıntılı bilgi için: [email protected] [email protected] ve Oguztansel.org.tr

CEYHUN ATUF KANSU 2016 ŞİİR ÖDÜLÜ...

Ceyhun Atuf Kansu Şiir Ödülü’ne 2016 yılı içinkatılma koşulları açıklandı.

Her yıl düzenlenen Ceyhun Atuf Kansu ŞiirÖdülü’ne, 2016 yılı için katılma koşulları şöyle:1.Ödüle aday olan yapıtlarda Ceyhun AtufKansu’nun şiir anlayışı göz önüne alınarak, çağdaşbir dünya görüşü ve dil bilinci temel ölçüt olacaktır. 2.1 Şubat 2015 - 1 Şubat 2016 tarihleri arasındayayımlanan bütün şiir kitapları ödüle katılabilir.Ayrıca, Ödül Yazmanlığı, bu kitaplar arasından,çeşitli nedenlerle katılamayan kimi yapıtları da, ödüleaday olarak gösterebilir. 3. Çeşitli nedenlerle kitaphalinde basılmamış, ancak kitap bütünlüğü taşıyan

şiirlerle de ödüle aday olunabilir. 4.Seçici kurul; Cengiz Bektaş, Adnan Binyazar, Bahar Gökler(ailesi adına), Emin Özdemir, Ahmet Özer, Çiğdem Sezer ve Ferruh Tunç’tan oluşmaktadır.5.Ödül kazanan yapıt, Ceyhun Atuf Kansu’nun ölüm yıldönümü olan 17 Mart 2016 tarihindeaçıklanacaktır. Ödüle son katılma ve aday gösterilme tarihi 1 Şubat 2016’dır. 6.Ödül, tek birşiir yapıtına (kitap ya da kitap bütünlüğü taşıyan şiirlere) verilecektir. 7. 2016 yılı için ödülünparasal tutarı 500 Türk Lirası’dır. 8.Ödüle aday olacak yapıtlar, şairin adı, açık adresi ve kısa.

Sayfa 87

Page 88: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

yaşam öyküsüyle birlikte 7 adet kitap ya da 7 kopya dosyayla (Işık Kansu, Ahmet RasimSok. No: 14 Çankaya/ANKARA) adresine gönderilecektir. 8. Ödüle katılan yapıtlar,sahiplerine geri gönderilmeyecektir

2015 CEVDET KUDRET EDEBİYAT ÖDÜLÜ, B. NİHAN EREN’İN

2015 Cevdet Kudret ödülü bu yıl öyküdalında verildi. B. Nihan EREN, "KörPencerede Uyuyan" kitabıyla buödülü kazandı.

Ferit Edgü, Nursel Duruel, İbrahimYıldırım, Handan İnci ve FarukDuman’dan oluşan Seçici Kurul,Eren’in öyküsünü “Öyküyüoluşturan konuyu çok değişikaçılardan geliştirmiş olduğu veişlenmiş bir dille öykü türünekatkıda bulunduğu” gerekçesiyleödüle değer buldu.

Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan Yavaş ile dikkati çeken Eren, Kör Pencerede Uyuyan’dahayatların tehlikeye girmesi üstüne kurulu öyküler anlatıyor. Kitap on bir öykülü Gece iledokuz öykülü Gün’ü içeriyor. Geçip giden zamanın yarattığı binbir çeşit kaygı; insanlar, evler,eşya; doğa ve kent Eren’in kaleminde acı bir alaya dönüşüyor. Kör Pencerede Uyuyankendini bulmuş bir yazarın en yeni verimleri olarak görülüyor.

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Cevdet Kudret Ailesi ve TÜYAP işbirliğiyledüzenlenen ödül töreni 14 Kasım 2015 tarihinde TÜYAP Kitap Fuarı’nda yapıldı. Töreninardından “Öykü Dergilerinin Dünü, Bugünü, Geleceği” konulu bir panel gerçekleştirildi.Handan İnci yönetimindeki panele İbrahim Yıldırım, Faruk Duman ve Ercan Yılmaz katıldı.

2015 DÜNYA FELSEFE GÜNÜ KUTLANDI...

UNESCO'nun 2002 yılından beri düzenlediği Dünya FelsefeGünü, her yılın Kasım ayının 3. Perşembe günü bütün dünyadakutlanıyor. Bu yıl 19 Kasım’da kutlanan 2015 Dünya FelsefeGünü dolayısıyla Türkiye Felsefe Kurumu(TFK) Başkanı Prof. Dr.Ioanna Kuçuradi bir mesaj yayınladı.

“2014 Dünya Felsefe Gününden bu yana dünyamızadamgasını vuran, daha çok vahşileşen eylemlerin yarattığıterör olayları ve bu terörden kaçanların denizlerde yitişlerioldu.

Emeğin Sanatı 173. Sayı

Page 89: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

Türkiye ve daha birkaç devlet onlara sığınanları kabul ediyor, bazı sivil toplumkuruluşları yardım eli uzatıyor; bir kısım devlet ise kendi ülkelerinden kaçıpsınırlarına gelen insanlar ülkeye girmesin diye tel örgüler yerleştiriyor, duvar örüyor;birkaç Avrupa devleti de, küçük Aylan’ın resmi dünya basınında yayımlandıktansonra,belirli sayıda mülteci kabul ediyor.

Denizin kıyıya vurduğu çocuğun resminin yayımlanması –bildiğiniz gibi– tartışmakonusu olmuştur. Kimilerine göre bu, çocukların resimlerini yayımlamayı yasaklayanetik normun bir ihlaliydi; kimilerine göre ise böyle bir ihlal yoktu. Evet,ihlal yoktu. Busavın gerekçesi de, bu normu getirmenin amacında bulunabilir: Niçin çocuklarınresimleri yayımlanmamalı? Bu normun temelinde çocuklara zarar vermemek kaygısı,onları koruma düşüncesi yatıyor. Hangi zararı verebilirdi bu resim küçük Aylan’a?Üstelik bu resim, bazı devletlerin mülteci kabul etme kararını bir an önce vermelerinisağladı.

Şimdi tartışılması, sonra da gerçekleştirilmesi gereken, insanların ölümü göze alarakülkelerinden kaçmamaları için, o ülkelerin ve uluslararası topluluğun alması gerekenuzun ve orta vadeli önlemlerdir.Aynı şekilde, insanların terörist olmamaları ve sayısıgitgide artan canlı bombaya dönüşmemeleri için, alınması gereken orta ve uzunvadeli önlemleri tartışmak ve gerçekleştirmek gerekiyor.

Ülkemizi ziyareti sırasında Uruguay’ın eski Devlet Başkanı Jose Mujica’nınHürriyet’te yayınlanan bir söyleşisinde şu söyledikleri –bu bağlamda ‘kültür’ teriminidoğru anlamak koşuluyla– bilgece bir saptamayı dile getiriyor: “Kültürüdeğiştirmezsen, hiçbir şey değişmiyor ve en zoru da kültürü değiştirmektir. Yeni vefarklı bir kültür yaratmanın merkezinde de felsefe ve etik yatıyor”.

Bizim işimiz, açıklığa kavuşturduğumuz kavramlara ayaklarımızı basarak, gerçekliğingözünün içine baka baka, bıkmadan-usanmadan ve umutsuzluğa kapılmadan, felsefîbilgi ortaya koymak ve amacına uygun gerçekleştirilen felsefe eğitimininişleviniyerine getirmektir.

Değerli meslekdaşlarım, Sizlerin ve bütün felsefe sevenlerin 2015 Dünya FelsefeGünü kutlu olsun.”

Sayfa 89

Page 90: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

KASIM AYINDA ÖNEMLİ GÜNLER

İNCE DUYARLIKLARIN GÜÇLÜ ŞAİRİ ÖZEL ARABUL

Bir dönemin önemli şairlerinden şair, oyun yazarıÖzel Arabul’u 4 Kasım 2014 günü kaybettik.

Sahne ve radyo oyun yazarı, Şair İstanbuldoğumluydu. Asıl adı Fatma Özel Arabul’du. İzmirKız Lisesini bitirdikten sonra bir süre AnkaraHukuk Fakültesine devam etti. Sanatla ilgisi şiirlebaşladı. Şiirleri çeşitli edebiyat dergilerindeyayınlandı. Ders kitaplarında ürünlerine yerverildi.

Yazdığı çok sayıda radyo oyunu Ankara, İstanbulve İzmir radyosunda (TRT) seslendirildi. 200 denfazla Arkası Yarın Ve Radyo Tiyatrosu yazdı.Dramatize oyunları TRT İzmir, İstanbul, Ankararadyosunda 20 küsur yıldır yayınlanmaktadır.Yine radyo ve TRT televizyonunda eğitim

programlarında çalıştı. Ankara Radyosu “Uykudan Önce” programlarının masal saatiprogramını başlattı. Otantik masal derlemeciliğinin yanı sıra özgün masallarıyla TRT-TV deyayınlanan Adile Naşit’in masal programlarını hazırladı. Cumhuriyet Çocukları ile gençlikprogramı senaryo yazarlığına başladı ve ardından TRT,TRT-INT kanallarında gösterimegiren dört bölümlük GÜNEŞİN BATTIĞI YER adlı dizi tv senaryosu ile ödül aldı.

Daha sonra tiyatro sahne oyunları yazmaya başladı. Devlet Tiyatroları sahnesinde oynanan“Rüzgârlı Kadın”, “Foto Bahar”, “Deniz dibinde Zil Sesi” adlı sahne oyunları İngilizceyeçevrildi. “Rüzgârlı Kadın” adlı sahne oyunuyla İnönü Vakfı Ödülü’nü, “Gecenin Tadı” ile SanatKurumu Övgüye Değer Yazar ödülünü aldı. 2006 yılında Bakü-Azerbeycan’da Kukla MilliÇocuk Kurumu tiyatrosunda “Deniz Dibinde Zil Sesi”/”Deniz Dibinde Zeng Sesi” adıylamüzikal olarak sahneye kondu. Aynı yıl yine Bakü-Devlet Tiyatrosunda “FOTO BAHAROYUNU” sahnelendi. Türkiye Milli Eğitim Bakanlığının yayınladığı Ayçiçeği adlı masal kitabıAzeri diline çevrilmiştir

YAPITLARI: "Yılan Uykusu" (ŞİİR), "Ay Öldü"(ŞİİR), “Ayçiçeği" (Masal-Milli Eğitim BakanlığıYayınları), "Güneşe Uçan Kuş" (masal), "Düş Pazar"(Masal),"Mendilimde Gül Oya"(KültürBakanlığı Yayınları-Sahne Oyunu), "Rüzgârlı Kadın"(Sahne Oyunu-İnönü Vakfı Ödülü-KültürBakanlığı Yayınları), "Taş Aynalar Yok Artık"(Sahne Oyunu-Kültür Bakanlığı Yayınları),"Gecenin Tadı"(Sahne Oyunu-Sanat Kurumu Ödülü-Kültür Bakanlığı Yayınları), "Foto Bahar"(Sahne Oyunu-Kültür Bakanlığı Yayınları) "Kırlangıçlar" (Sahne Oyunu)….

Emeğin Sanatı 173. Sayı

Page 91: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

Özel Arabul, Sesimiz Dergisi Yazı İşleri Müdürlüğü, Yenigün Gazetesi Haber Müdürlüğüyaptı. Türkiye Yazarlar Sendikası ve Edebiyatçılar Derneği Üyesiydi.

Sayfa 91Emeğin Sanatı 173. Sayı

Page 92: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

12 EYLÜL FAŞİZMİNİN KATLETTİĞİ İLHAN ERDOST,FAŞİZME KARŞI DİRENCİMİZDE YAŞIYOR!

12 Faşizminin aramızdan aldığı değerlerden,yayıncı, yazar İlhan Erdost, aradan geçen 31 yılakarşın unutulmadı hiç. Hep onurla, sevgiyle,hasretle, özlemle anıldı. İlhan ve ağabeyi MuzafferErdost’un adını, Türkiye’de az çok devrimci,demokrat, sol literatürle tanışan herkes biliyor. Solaydınlanmanın oluşumunda, sosyalist klasiklerinyayınlanıp geniş okur kitlesine ulaştırılmasındabüyük emeği geçen İlhan Erdost’u, ölümünün 32.yıldönümünde saygıyla anıyoruz.

Düşünceye vurulan kelepçeyle, ortaokul yıllarında,

Ankara Merkez Kapalı Cezaevi’ne konulan ağabeyi Muzaffer İlhan Erdost’un başına gelenlerile tanıştı. Lise eğitiminin ardından Ankara Üniversitesi Hukuk Bölümü’ne girdi. MuzafferErdost’un kurduğu Sol Yayınları’nın başına geçen İlhan Erdost, fakültedeki tek dersiniyayneviyle yakından ilgilenmekten dolayı veremedi. Ağabeyi Muzaffer İlhan Erdost 12 Mart1971 askeri darbesinin hemen ardından tutuklanıp hüküm giyince, Sol ve Onur yayınlarınınyönetimini üstlendi. 12 Eylül 1980 sonrası yasak yayın bulundurmak iddiasıyla gözaltınaalınan İlhan Erdost, Ankara Mamak Askeri Cezaevi’nde 7 Kasım 1980’de faşist cuntanınişkencecileri tarafından dövülerek katledildi. Ağabeyi M. İ. Erdost’un ona yazdığı şiirden:

Emeğin Sanatı 173. Sayı

Page 93: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

KAVGANIN VE BİLİNCİN DEVRİMCİ ŞAİRİ: AYDIN HATİPOĞLU

Yaşamı boyunca devrimci şiirin izini sürensosyalist şair Aydın Hatipoğlu’nu 11 Kasım 2010günü sonsuzluğa uğurlamıştık. Onun şiirleri,kavgamızda pankart olmaya devam ediyor hâlâ…

Behçet Necatigil’in “Kavganın ve bilincin etkilişiiri” sözleriyle tanımlar Aydın Hatipoğlu’nunşiirini. Hatipoğlu, 1960 Kuşağı şairlerinin ilkhabercilerin-dendir ve şiirleri en erkenyayımlananlarındandır.

Şükran Kurdakul’un yönettiği Yelken dergisinde1958’de şiirleri yayımlanmaya başladığındahenüz 18 yaşında bir lise öğrencisiydi. Ülkenin

toplumsal ve siyasal sorunlarından haberli olan bir kuşağın içinden geliyordu. Bu yüzdensosyalist gerçekçi dünya görüşünü benimsedi. Şiirinin ilk döneminde ya da başlangıçdöneminde İkinci Yeni izleri görülmekle birlikte Tevfik Fikret’in, 1940 Toplumcu Gerçekçikuşağının yolunu izlemiştir. Şiirini değerlendirirken “halk duyarlığı, toplumsal çelişkiler,beklenmedik yerlerde beliren duygusal ağırlık, şiirinin en belirgin yanlarıdır” der yazar ErayCanberk ve devam eder:

“Şiirde ustalık döneminin ürünü olan “Yalnız Karanfil Sokağı” (Evrensel Basım Yayın, 2003)adlı kitabına bakıyorum: Hatipoğlu’nun şiirlerinde başlangıçta olduğu gibi yine gerçekçilik,toplumsalcılık ve siyasal olaylar var ama bütün bunlar sanki bir şiir süzgecinden geçirilmişgibi. Şiirleştirmek kolaylığı yerini şiir kılma ustalığına bırakmış. Kitaplarından birinin adı olan“Beynim Yüreğim” onun şiirde gözettiği düşünce ile duygu dengesinin en kısa ve en çarpıcıanlatımıdır bence.”

1960 Kuşağı içinde, sosyalist şiirdeki gücü üçüncü kitabıyla belirginleşti. İmge örgüsündekisıkı doku, inançlı bir kararlılık, beklenmedik yerlerde beliren duygusal ağırlık, neyi nasıl, neölçüde söyleyeceğini bilişi, tüketmek bilmez yarın umudu, yöresel özellikleri çağdaşlıkpotasında eritme, anlamı ve sesi şiirin bütününe yayma özellikleri şiirinin en belirgin yanlarıoldu.

Kuşaktaşı Sennur Sezer’de onu şu sözlerle anlatıyor: “Aydın Hatipoğlu ise bizim 1960kuşağı toplumcu şairleri arasında imge örgüsündeki sıkı doku, inançlı bir kararlılık,tükenmek bilmez yarın umudu kadar anlamı ve sesi şiirin bütününe yaymaözellikleriyle öne çıkan şiirler yazmayı sürdürdü.”

Sayfa 93

Page 94: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

Emeğin Sanatı 173. Sayı

Page 95: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

SOSYALİST EDEBİYATIMIZIN ADSIZ ÖNCÜLERİNDENFAHRİ ERDİNÇ’İ UNUTMAYACAĞIZ!

1940 sosyalist yazarlar kuşağının adı çok öneçıkarılmamış şair ve öykücülerindendir FahriErdinç. İnönü faşizminin baskıları karşısında, ikiarkadaşıyla birlikte Bulgaristan’a kaçtı. “KardeşEvi” dediği Bulgaristan’dan yazmayı sürdürdü.11 Kasım 1986'da Sofya'da öldü.

Erdinç, 1938-39 ders yılında baba mesleğinibırakarak, sınavını kazandığı Ankara DevletKonservatuarı Tiyatro Bölümü'nde öğrenci oldu.Bu bölümde öğretim üyesi olan Sabahattin Ali iletanıştı. Aynı yıl yazmaya başladığı ilköykülerinde, onun öğütlerinden çok yararlandı.Orhan Kemal’in 1. olduğu yarışmada 2. oldu.Erdinç, Konservatuardaki katı yönetime ve bazıayrıcalıklara itirazları yüzünden, biraz da geçimsıkıntılarının zorlamasıyla, öğrenimini bırakmakzorunda kaldı. Yeniden mesleğine döndü. Amaarada yedek subaylığını yaptıktan sonra, 1943'te

mesleğinden tamamen ayrıldı. Bir süre yapı yerlerinde (taşeron kâtibi ve puantör olarak)çalıştı. Böylece, daha ilk yazı denemelerinde toplumun tabanındaki insanların yazgısınıkonu edinen Erdinç, onları köyde, kışlada ve kentte, iş yaşamında yakından tanımış oluyor,gözlem ve izlenimlerini arttırıyordu.

1946'da Ankara'da bir yapı yerinden, sınavını kazandığı devlet radyosuna geçti. Temsilkolunda üç yıl çalıştı. Bu arada Şen Olasın Halep Şehri (İstanbul-1945) adlı şiir kitabındansonra Ankara'da "Seçilmiş Hikâyeler Dergisi" (1948, sayı 8) onun öyküleriyle özel sayıçıkardı. Başkentte ilerici sanatçıların çevresinde görünmesiyle, bazı dergilerde yayınladığıöyküleriyle zamanın faşist çevrelerinin dikkatini çeken Erdinç, 1947'de kendisini devletbaşkanına dille hakaret etmiş durumuna düşüren bir çatışma yüzünden tutuklandı veaklanmayla sonuçlanan yargılaması boyunca cezaevinde kaldı. Ankara cezaevindeyazgılarını konu edindiği insanların kimilerini daha yakından tanıma fırsatını buldu. Bazıkomünistlerle de ilk önce burada ilişki kurdu. Cezaevinden çıktıktan sonra da Erdinç dirlikbulamadı. 1948'de çok sevdiği Sabahattin Ali'nin Bulgaristan sınırında öldürülmesi Erdinç'ibüyük acılara boğdu. Bu acı olay bir yandan da onu esinledi. Kısa bir süre sonra, 1949Eylül'ünde, Erdinç, iki arkadaşıyla (Ziya Yamaç ve Tuğrul Deliorman) birlikte, gizliceBulgaristan'a geçti. Bulgaristan'da Erdinç ve arkadaşlarına politik göçmen olarak sığınmahakkı verildi (1949 Ekim). Böylece, onun, yurt dışında ölümüne kadar sürecek olangöçmenlik dönemi başladı.

Sayfa 95

Page 96: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

Erdinç, yazınsal çalışmasına yetecek ölçüde Bulgarca, pratik olarak da Almanca ve Rusçaöğrendi. 1965'te Bulgaristan vatandaşı, 1973'te Bulgaristan Yazarlar Birliği üyesi oldu. Yurtdışına çıkışından 1969'a kadar, yapıtları kendi ülkesinde okura ulaşamadı. 1970'li yıllardaTürkiye'deki dergilerin şiir ve öykülerine yer vermesiyle yeniden okur önüne çıktı. Buyıllardan ölümüne değin kimi yapıtları kitap olarak da yayınlanma fırsatı buldu. Ama bugirişimler süreklilik göstermediği gibi, son yirmi yılda yine kesintiye uğradı.

Kemal Özer, “Sökmüş ve sökecek bütün şafakların habercisi” olarak nitelendirdiği FahriErdinç’in sanat anlayışını şöyle belirtiyor: “Sanatsal ve siyasal yönleriyle bir yazgıadamının kimliği var karşımızda. Onu tanımak, aynı zamanda, o kimliği oluşturan vedireniş diye niteleyebileceğimiz temel öğeyi tanımak anlamına geliyor. Kökleri1940’lara giden, kendisine odak aldığı Sabahattin Ali ve Nâzım Hikmet’in sanatanlayışlarıyla yoğrulmuş bir toplumcu geleneğin halkası. Kendi yaşamındakizorluklara yenik düşmeden üretimini sürdüren ödünsüz bir yazar ve ozan. Yapıtları,hem yazıldığı döneme göre, işlenişiyle, ele aldığı sorunlarla bir ileri aşamayı gündemegetiriyor, hem de kendinden sonrasına dil ve anlatım bakımından bir düzey hazırlıyor.Kitaplarını, 1980 sonrası koşullarının edebiyata getirdiği genel görünüm açısındanbakıldığında, yaşamdan beslenen bir edebiyatın geçmişine ilişkin örnekler olarakokuyabileceğimiz gibi, onlarda yaşanan koşulların aşılması doğrultusunda önemliipuçları da görebiliriz.”

Emeğin Sanatı 173. Sayı

Page 97: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

ŞİİRİMİZİN ÖZGÜN VE NAİF SESİ: NAHİT ULVİ AKGÜN

Şiirimizde taşralı naif şiirin özgün temsilcilerinden olanŞair Nahit Ulvi Akgün’ü, 12 Kasım 1996’da yitirmiştik.

Nahit Ulvi Akgün, yalın bir dille yazdığı şiirlerinde kentinsanlarının günlük kaygılarını dile getirdi. Garip şiiriyleparalel ama kendine özgülüklerle yazdığı şiirlerle öneçıktı. Yetenekleri ile şiiri arasında bir denge kurmayıbaşardıktan sonra dilini, şiir yapısını rahatsız edenengellerden korumasını bildi. Toplumsal çevre içindebireyin türlü hallerini, üstüne düşülmemiş izlenimini veren,kendiliğinden bir biçimsel titizlikle yansıttı.

Şükran Kurdakul’a göre: bireyin Hallerini yansıtmayıdenedikçe küçük burjuva insanının toplum karşısında

duya geldiği tepkileri içtenlikle yansıttı. Şiirini geliştirdiği dönemde doğa ve evrensorunlarına bağlı durumları işleyen deneylere girişti. Bu evresinde de belli bir başarıçizgisinin altına düşmedi.

Nahit Ulvi'nin şiiri, bağırışın çarpıcılığına bağlı değildir. Dili yalındır ve konuşma diline yakınbir yalınlık bulunur onun şiirinde. O doğanın ve doğa içindeki insanla bitkilerin ve öbüryaratıkların şiirini verir. “Ağaçlar Uyanınca” kitabında olduğu gibi bazı şiirlerinde insanıtoplum içinde yakalar. Bazen ise toplum içinde yakaladığı kişileri, toplumsal dengesizliğiniçinde karşı karşıya buluruz. O, çevremizde olup bitiveren, apansız yitiveren olayların,görüntülerin, duyguların bir avcısıdır. 1966’da yayınladığı “Evren Türküsü” adlı kitabıyla 1967TDK şiir ödülünü kazandı.

Sayfa 97

Page 98: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

SOSYALİST ÖYKÜ VE ROMANCILIĞINÖNCÜSÜ: SADRİ ERTEM

12 Kasım 1943'te yitirdiğimiz Sadri Ertem, sosyalistedebiyatımızın çok bilinmeyen ama Sabahattin Ali, OrhanKemal gibi sosyalist öykücü ve romancıların yolunu açanönemli bir yazardır.

Konularını toplumsal sorunlardan alan; işçilerin yaşamlarını,sömürülmelerini, kapitalizmin rekabetçi döneminin üretimilişkilerini, bunun sonucunda küçük üreticinin zor durumadüşmesini anlattığı "Bacayı İndir Bacayı Kaldır" adlı kitabıyazarın edebiyata bakışının da yansımasıdır aynı zamanda.Sosyalist gerçekçilik akımının önde gelen yazarları arasındayerini alan Sadri Ertem, yazılarında edebiyatın çeşitlisorunlarını maddeci felsefenin etkisinde ve sosyalist gerçekçibir sanat anlayışı doğrultusunda kuramsallaştırmayayöneldi.

1940 kuşağı şair ve yazarlarından Ömer Faruk Toprak, Ertem'in “Çıkrıklar Durunca” kitabını'Cumhuriyet'in en önemli 10 romanından biri' olarak değerlendirmişti. Toprak, SadriErtem’in romanı hakkında şu değerlendirmede bulunuyor: “Fabrika malı satanlarla,dokumacılar arasındaki mücadeleyi belirten bu kitabı, 'sosyal roman' nev'ine ait ilk tecrübeolarak görüyoruz. Eser, bu mücadelede kadına ve paraya duyulan hırs ile, o sıralardaisyanların açtığı yaraları, bir bir anlatan canlı sayfalarla doludur. Memleketimizi iktisadensarsan fabrika asrının, ne gibi reaksiyonlar uyandırdığı; ve anadolu'da dal budak salan eskiinanışların ne müşkül şartlarda terk edileceği 'Çıkrıklar Durunca'nın başlıca hüvviyetini teşkileder...”

Atilla İlhan da Ertem'i Cumhuriyet Dönemi'nin, sosyalist ve gerçekçi, ilk yazarları arasındakabul ediyor. Asıl mesleği gazetecilik olduğu için gözlemlerini keskin, öykülemelerini iseçarpıcı olarak niteliyor. Yazı tarzını ise biraz 'röportaj'a benzetiyor. Feridun Andaç ise Ertem'iNabizade Nazım ile başlayan gerçekçilik akımının Ömer Seyfettin ile Sabahattin Ali arasındayer alan boşluktaki temsilcisi olarak görüyor.

Ertem’in “Bacayı İndir Bacayı Kaldır” öyküsü, ölümünden 68 yıl sonra bugün Dil Ovası çevrekirliliğine, Nükleer ve Termik Santrallere direnen Anadolu halkının başına gelenleri büyük biröngörüyle anlatıyor: http://emeginsanati.blogspot.com/2011/10/sadri-ertem-bacay-indir-bacay-kaldr.html

Emeğin Sanatı 173. Sayı

Page 99: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

İNCE DUYARLIKLARIN SOSYALİST GERÇEKÇİ ŞAİRİ:NEVZAT ÜSTÜN…

Edebiyatımızın gözden uzakta bırakılmış şair ve yazarı NevzatÜstün’ü 32. ölüm yıldönümünde sevgiyle selamlıyoruz.

Geleneksel Türk ve çağdaş Batı şiirlerinin özelliklerindenyararlanarak özgün bir anlatım geliştirdi. Öykülerinde gözleme,yalın bir anlatıma önem verdi, çoğunlukla Kayseri yöresi veGüneydoğu Anadolu insanının kaygılar ve yoksulluklar içindekiyaşamını anlattı. Kent ile köy arasında sıkışıp kalmış olançıkmaz hayatların içine giriverir. Büyük kentlerin gölgesindekalmış köylerin ve kasabaların hayatlarına tanıklık ettiğindekaldığı ikilemler aslında bir bakıma onun şairliğini beslemekteolan en önemli destek oldu.

Toplum sorunlarıyla hep ilgilenen, sanatını siyasal düşüncelerinisavunmak, yaymak için kullanan toplumsalcı bir şairdi. Ama serbest nazım akımında değilde, daha yeni bir şiir olduğuna inandığı Garip akımından yola çıktı. Seçtiği tarzın etkisiyleönceleri pek belirginleşemeyen toplumsalcı eğilimleri, giderek şiirinin temel ereği oldu.

Köylerde ve taşrada yaşayan insanların ahlaki çatışmalarını, kaygılarını ve yoksulluklariçindeki yaşamlarını gözlemleyip kaleme alarak toplumcu şairler arasında anılan NevzatÜstün, Türk Dili dergisinde yazan Salâh Birsel’e yazdığı mektupta toplumcu gerçekçilikle ilgilişunları yazar: “Dört beş kez okudum Haydar Haydar‘ı. Güzel yazmışsın doğrusu. Elinesağlık. Belki seni yadırgatacak ama Haydar Haydar bana kargaşa günlerinin Fransa’sınıgetirdi. Villon gibi, acı bir mizah dolu. Senin şiirlerinde var olan aklın duyguya üstünlüğü iyicebelirginleşiyor bu kitapta. Değinme yoluyla güç kazanan gerçek daha etkili oluyor. Banasorsalar Salâh Birsel toplumcu ozan derim kızarlar biliyorum olmadık sözler ederler amanedir toplumcu olmak? Gereksinimleri bağırma yolu ile söylemek mi? Bu kısa cümleleri biryazıya dönüştürmek istiyorum.”

Salâh Birsel ise bu mektuba yanıt olarak şu satırları kaleme alır: “… Ben elbet toplumcu,yergici bir ozanım. Bunu eski kitaplarım da koyar ortaya. Ama artık şiir kitaplarınınokunduğunu, şiirin sevildiğini sanmıyorum ben. Şiir yazanlarda şiir yazmak için kendilerinisıkıya sokmuyorlar. Bir iki uyduruk sözü yan yana getirdiler mi işi oldu bitti sanıyorlar. Nedir,kendilerini ‘toplumcu ozan’ diye ilan etmeyi yeterli buluyorlar. Okurlarda buna eyvallah diyor.Çünkü onlarında şiir okumaya vakti yok. Şiire bakıp bir ozanın toplumcu mu değil miolduğunu araştırmadan ‘ben toplumcu ozanım’ diyen sahtecilerin ardından gidiyorlar.Güzeldir toplumcu ozan olmak, şiirini toplumun sesine göre ayarlamak ama her şeyden önceşiir yazmak gerekir. Diyeceğim bir ozanın ‘toplumcu ozan’ adına ulaşabilmesi için ilkin ‘ozan’adına ulaşması gerekir. Yoksa Bekçi Memo, Makasçı Rafet, Sucu Metin, Kahveci Tekin,Lostromocu Hasan da toplumcudur. Bunların ozan diye anılması için ‘ozan’ olması gerekir.”

Sayfa 99

Page 100: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

Emeğin Sanatı 173. Sayı

Page 101: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

ŞİİRİMİZE HALKIN DUYUŞLARINI KATAN ŞAİR:ORHAN VELİ KANIK

14 Kasım 1950’de yitirdiğimiz, Garip ya da Birinci Yenidenilen akımın öncüsü, kuramcısı Orhan Veli Kanık, 13Nisan 1914 tarihinde İstanbul'da doğdu. Galatasaray'dabaşladığı öğrenimini, babasının atandığı Ankara'da Gaziİlkokulu ve Ankara Erkek Lisesi'nde sürdürdü. Lisesıralarında Oktay Rifat ve Melih Cevdet'le arkadaş oldu.Liseyi bitirince İstanbul'a dönerek, Edebiyat FakültesiFelsefe Bölümü'ne girdi (1932), ancak yüksek öğreniminiyarım bıraktı (1935). 1936'da Ankara'ya döndü ve askeregidinceye dek PTT Genel Müdürlüğü Telgraf İşleriReisliği Milletlerarası Nizamlar Bürosunda memurlukyaptı. Yedek subaylığını tamamlayınca, iki yıl kadar, yineAnkara'da, Milli Eğitim Bakanlığı Tercüme Bürosu'ndaçalıştı. 1947'de, Hasan Âli Yücel'in yerine ReşatŞemsettin Sirer'in bakan olarak atanması üzerine, MilliEğitim Bakanlığında "antidemokratik bir hava" esmeye başladığını söyleyerek, görevindenistifa etti. 1 Ocak 1949-15 Haziran 1950 tarihleri arasında yirmi sekiz sayı süren, on beşgünde bir yayımlanan, iki sayfalık ' Yaprak' dergisini çıkardı.

Yirmi sekiz sayı süren Yaprak serüveni öncesinde, Ankara Erkek Lisesi'nde okul kooperatifinparasıyla Oktay Rifat ve Melih Cevdet ile birlikte Sesimiz dergisini çıkarmışlardır. Biçeminibelli eden ilk şiirlerini, yine, arkadaşları Oktay Rifat ve Melih Cevdet ile birlikte Varlıkdergisinde yayımladı ve müthiş bir ilgi gördü. Şiir ve yazıları, Varlık dergisinden başka İnsan,Ses, Gençlik, Küllük, İnkılapçı Gençlik, Ülkü, Demet, İşte, Aile gibi dergilerde yayımlanmıştır.İkinci Dünya Savaşına katılmayan ve katılmış kadar etkilenen Türkiye'de, Türk şiirini birtakım kalıp ve klişelerden, şairanelikten, yıpranmış benzetmelerden kurtardı, kısa ve basitama vurucu bir söylem -eda- geliştirdi. Şiirin bilinen ve kabul gören sınır taşlarını yerindenoynattı. Yalın bir halk dili kullandı, yergi ve gülmeceden yararlanarak, sıradan yaşantılarınşiirinin de yazılabileceğini gösterdi.

Yeni bir zevk ortaya çıkarabilmek için eski olan her şeyden uzak duran Orhan Veli, hece vearuz ölçülerini kullanmayı reddetti. Kafiyeyi ilkel; mecaz, teşbih, mübalağa gibi edebisanatları gereksiz bulduğunu açıkladı. "Geçmiş edebiyatların öğrettiği her şeyi, bütüngeleneği atmak" amacıyla yola çıkan Kanık'ın bu arzusu şiirinde kullanabileceği teknikolanakları azaltsa da şair, ele aldığı konular, bahsettiği kişiler ve kullandığı sözcüklerlekendine yeni alanlar oluşturdu.[6] Yalın bir anlatımı benimseyerek şiir dilini konuşma dilineyaklaştırdı. 1941 yılında, arkadaşlarıyla birlikte çıkardıkları Garip adlı şiir kitabında bufikirlerinin örnekleri olan şiirleri yayınlandı ve Garip akımının doğmasına sebep oldu. Buakım özellikle 1940-1950 yılları arasında Cumhuriyet dönemi şiirinde büyük etki bıraktı.Garip şiiri hem yıkıcı hem de yapıcı özelliği ile Türk şiirinde bir mihenk taşı kabul edilir.

Sayfa 101

Page 102: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

Her ne kadar Garip döneminde yazdığı şiirleriyle öne çıksa da Orhan Veli "tek tür" şiirleryazmaktan kaçınmıştı. Durmadan arayan, kendini yenileyen, kısa yaşamı boyunca uzun birşiir serüveni yaşayan Kanık'ın edebiyat hayatı farklı aşamalardan oluşmaktadır. Oktay Rifatbu durumu "Orhan Fransız şairlerinin birkaç nesillik şiir macerasını kısacık ömründe yaşadı.Türk şiiri onun kalemi sayesinde Avrupa şiiriyle atbaşı geldi." ve "Birkaç neslin belki arkaarkaya başarabileceği bir değişmeyi o birkaç yılın içinde tamamladı." sözleriyle açıkladı.

Emeğin Sanatı 173. Sayı

Page 103: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

Sayfa 103

Page 104: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

KERİM KORCAN: CESARETİN VE BAŞKALDIRININ ÖYKÜCÜSÜ...

Devrimci edebiyatımızın cesur yüreklerinden KerimKorcan, öykü ve romanlarında sınıfsal bilinci öne çıkardıhep. Tüm engellemelere rağmen, içinden çıktığı sınıfınsesi oldu. Yaşamında da örgütlü devrimci savaşım içindeoldu.

Döneminin birçok edebiyatçısı gibi zor günler geçirenKerim Korcan cezaevlerinde ağır koşullarda 12 yılgeçirdi. İçinde bulunduğu koşulları estetize eden KerimKorcan yaşa-dıklarını birer sanat yapıtına dönüştürür.Eserlerinin çoğunda cezaevi gerçeğini anlattığındanezilenler, başkaldıranlar, idamlıklar kitaplarınınkahramanı olmuştur. Kerim Korcan’ın yazın tarzında“Halk Hikâyeciliği” niteliklerine sıkça rastlanır, eserleriningenelinde kahraman-larının şivesiyle sade anlatımlarlaokuru sıkmaz, kolay okunan bir tarza sahiptir.

Kerim Korcan'ın okurları, çelişkilerin siyah beyaz çizgilerikalınlaştırılmış bir dünyada bulurlar kendilerini. Yaşadıkları dünyanın, yazarınaynasından böyle yansıyabileceğini sezseler de neden böyle bir dünyada yaşandığının,yaşanmak zorunda olduğunun sorusunu edinirler okuduklarıyla. Kısacası Kerim Korcan'ınanlatıları, Şükran Kurdakul'un da vurguladığı gibi, çağdaş bir bakış açısından destek alır“Yayımladığı roman ve öykülerinde diri, canlı, doğal bir anlatım içinde, yer yer kişilerin içhesaplaşmalarını yansıtarak sosyalist gerçekçi akımın başarılı örneklerini verdi.«

Kerim Korcan, kendi yazarlığını şöyle anlatır:“Ben üniversite kürsülerinde vatandaşların hak ve hukuk eşitliği için ağlayan ama içerideinsanların anasını ağlatan adaleti, tekmil ters uygulamalarıyla mahpushanede cürmü meşutettim, suçüstü yakaladım. Madem ki adalet mülkün temelidir, ben de toplum sorunlarına,başlangıç olarak oradan yaklaşmayı uygun buldum. Başkaları ne düşünür bilmem. İyi birgiriş yaptığım inancındayım ve devam etmek isterim. Tatar Ramazan’ın benim ilk eserimLinç’ten evvel kaleme alındığını açıklayabilirim. Dil konusunda tartışmaya girmek istemem.Hem birazda bineceğim dalı kesmek gibi olur bu. Dilde arınmaya gitmeye çalışıyorum ve bugayreti sürdürenlerle esasta mutabıkım. Ancak zorlamaya kaçmaktan da sakınırım”

Bir eserinden:“Gözyaşı dökeceksin düşmanlara göstermeden, ter damla damla, kan avuç avuç,uzun yıllar mahpus da olacaksın. Dola kardaşım kolların demir parmaklıklara,mehtapları ağlatan yanık türküler çağır, bil ki sevdiklerine mevsimlerce hasretkalacaksın! Zaman mı aşınır? Yoksa insan mı? Düşün bakalım düşün. Şu var kipaslanmayan zincir, aşınmayan lale, kırılmayan demir kapı yoktur...”

Emeğin Sanatı 173. Sayı

Page 105: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

SOSYALİST SANAT FELSEFESİNİN ÜLKEMİZDEKİ ÖNCÜLERİNDEN AZİZ ÇALIŞLAR…

Marksist felsefe ve sanat konusunda yazdığı kitaplar, yaptığıçevirilerle sosyalist edebiyatımızın düşünsel temelinde önemliemeği olan Aziz Çalışlar’ı 17. ölüm yıldönümünde saygıylaanıyoruz. 27 Kasım 1995’te yitirdiğimiz Aziz Çalışların,sanatımızda, öncelikle değer yaratan bir düşünce adamı olarakanılması, anımsanması gerekir. Bıraktığı ürünleri, üşenmeyipsayarsak, yazar ve çevirmen olarak imzasına rastladığımız 35dolayında yapıtla karşılaşıyoruz. Bunlardan 14'ü tiyatroyla ilgili.Yazılmış, uyarlanmış, çevrilmiş oyunlar. Felsefe, kültür, estetikiçerikli kitaplarının sayısı da bir o kadar. Sözlük, ansiklopediçalışmalarını bunlara kattığımızda, ortaya çıkan görünüm, yoğunbir emek birikimini ve üretken bir çalışkanlığı sergilemiş oluyor.

Yaptığı çevirilere baktığımızda Materyalist Felsefe Sözlüğü'nden Suchkov'un GerçekçiliğinTarihi'ne, Kagan'ın Güzellik Bilimi Olarak Estetik ve Sanatı'ndan Redeker'in EdebiyatEstetiği'ne, Marx-Engels-Lenin'den Sanat ve Edebiyat derlemesine kadar, nasıl bir bilinçliseçimle, yaşadığı dönemi aydınlatmaya yöneldiğini görüyoruz. Çevirmenliğin ötesinde, bukaynaklardan sanat-edebiyat dünyamızda nasıl yaralanacağımızı, yaşanılan sorunları nasıltartışıp hangi sonuçlara varacağımızı Günümüzde Kültür Sanat ve Estetik, Sanatsal Kültürve Estetik, Gerçekçilik Estetiği, Ulusal Kültür ve Sanat gibi kitaplarıyla da gündeme taşımıştı.Özellikle 1980 sonrasında, ülkemizde yaşananların kültür, sanat, edebiyat dünyamızdayaptığı "tahribat"a karşı bir direniş odağı içinde Aziz Çalışlar'ın yeri çok önemliydi.

“Sosyalist gerçekçi sanat, sanatsal gücü, yan tutarlılığı ve halka bağlılığı ile tüm derinliği veçeşitliliği ile halkın yaşamında etkin bir rol oynamaya, sosyalist kanılarla sosyalist yaşamsaltasarım ve ilişkileri, güzellik duyusunu ve idealini biçimlendirmeye çalışır… Sosyalistgerçekçilik yöntemi, sürekli değişimi ve ileriye doğru gelişimi içinde gerçekliği sanatsal olarakiçselleştirmeye çalışır.”(Ansiklopedik Kültür Sözlüğü/Aziz Çalışlar)

“Sosyalist gerçekçi sanat, sanatsal gücü, yan tutarlılığı ve halka bağlılığıile tüm derinliği ve çeşitliliği ile halkın yaşamında etkin bir rol oynamaya,sosyalist kanılarla sosyalist yaşamsal tasarım ve ilişkileri, güzellikduyusunu ve idealini biçimlendirmeye çalışır… Sosyalist gerçekçilikyöntemi, sürekli değişimi ve ileriye doğru gelişimi içinde gerçekliğisanatsal olarak içselleştirmeye çalışır.”(Ansiklopedik Kültür Sözlüğü/AzizÇalışlar)

Sayfa 105

Page 106: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

Ahmet Kaya’yı yitireli 14 yıl oldu. Ama o türküleriylekavgamıza direnç ve umut katmaya ediyor, devamedecek. 12 Eylül sonrası, sazlar ve seslersusturulmuştu. Kasetler, plaklar ya toplatılmış ya dakorkudan yakılmıştı. Topluma arabeskvurdumduymazlığın pompalandığı o günlerde gürbir ses, sinmiş umutları yeniden yeşertti. Gürül gürülsesinden akan türküler, 12 Eylül faşizmininzindanlarından, işkencehanelerinden yükselen bugür türküler, şarkılar devrimci umudu yenidendiriltmeye, özlemleri tazelemeye başladı.

O dört dörtlük bir insandı. Sevmesini bilir, sevgisinihak edenlere sevgisini en yürekten sunardı.Sevgisini en güzel şarkılarıyla düşmanlarına daduyurur ve önyargılara, haksızlıklara karşı en insani

AHMET KAYA, TÜRKÜLERİYLE KAVGAMIZA SES VERMEYE DEVAM EDİYOR!

tepkisini göstermekten geri durmazdı. 1985’ten 1990’lara değin her albümü ayrı bir patlama yapmış, albümler hep liste başı olmuştu.

Kürt halkına baskıların yoğunlaştığı, Kürtçe konuşmanın suç sayıldığı bir dönemdeMagazinciler Derneğinin ödül gecesinde de duyduğu ve düşündüğü gibi konuştu. Kürtçe birklip yapacağını söylüyordu. Birden düğmeye basılmış gibi burjuvazinin beslediği sanatçı,gazeteci bozuntularının ve faşist basının saldırısı başladı. Kürtçe şarkı yapma, Kürt dilinisavunma çabasında çatal bıçak yağmuruna tutulurken, kimi Kürt kökenli burjuva sanatçıları,devrimcilere seslenen müzikleriyle köşe olan sahte demokrat sanatçılar, sonradan Kürtçeşarkılar söyleyerek şov yapacak olan şarkıcılar kös dinlemiş gibi sus pus bu saldırıya seyircikaldılar. Onların çoğu Ahmet Kaya ve diğer sanatçıların kanını, canını verdiği bu savaşımüzerinden bugün Kürtçe şarkı söylemenin rantına talip olmaya başladılar.

Toplum ve kendi yaşamında gördüğü haksızlıkları, müziğiyle, türküleriyle protesto eden,doğru bildiklerini söylemekten çekinmeyen, düşündükleri ve söyledikleri şeyler için bedellerödemiş, sürgün edilmiş bir sanatçıyı, Ahmet Kaya’yı ölümünün 15. yılında türküleriyleanıyoruz.

Bulvara dökülen bildiriler Harcanan bunca emek, bunca değer Fokurdayan metal potası İşleyen rotatifler Cesetleri iğnelemek gibi bir şeydir Ve zaman usulca göz kırpıp telaşına Homurdanarak çekip gitmiştir Yani bu

Aşağılık bir dramdır artık Çünkü jarjurunaBoş kovanları dolduran adam En azından kendinden utanmalıdır Yani yetsin diyorum Şarkılarınızı dağlarıma sürün diyorum Uzatın ellerinizi diyorum Uzatın tanışalım Helallaşalım...............

Emeğin Sanatı 173. Sayı

Page 107: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

KIRK KUŞAĞININ ÖNCÜ VE ÖZGÜN ŞAİRİ:ERCÜMENT BEHZAT LAV…

17 Kasım 1984’te sonsuz Şair Ercüment Behzad Lav, çokyönlü bir sanatçıydı. Aktörlük, tiyatro yönetmenliği ve radyodaspikerlik ve yayın şefliği yaptı.

Türk şiirinin gelişiminde sürekli öz ve biçim arayan ErcümentBehzad Lav, Şiirimizde 40 kuşağının öncüleri arasındadır,özgür koşuğu ilk kullananlardandır. Onun şiirlerininmalzemesi içinde fütürizm ve sürrealizm’in yanındakübizmin ve sosyalizmin öğelerine de rastlanır. Çoğunluklatoplumsal bir duyarlığın izini sürmüştür. Şiirlerinde kimizaman ironi öne çıkar, kimi zaman üstü örtülü, sürrealistlerinçizgisini taşıyan buluşlar öne çıkar. Ataol Behramoğlu’nagöre, “1930�lu yılların başlarında yayınladığı kitaplarıylaErcüment Behzad Lav�ı da, Batı ülkelerindeki modern şiirbiçimlerini yerli temalara uygulayan deneyci, yenilikçi bir şairolarak anmak gerekir. Ercüment Behzad Lav, çağdaş şiirimizde önemli yeri olan ironik şiirtürünün de şiirimizde ilk önemli temsilcisi” sayılabilir.

Doğan Hızlan nitelemesiyle, "kimselere benzememiş, hep kendi açtığı yolda yalnız yürümüş"bir şairdir. Şiirinde belli bir tavrı sahiplenip üzerinde yürüme yerine, her şiirinde farklıarayışlar ortaya koymuştur. Onun monografisini yazan Eser Demirkan’a göre de: “Bin kişilikşairdir” o. Her şiirinde yeni bir Ercüment Behzad Lav bulursunuz. Bir tane de ‘ondan bubeklenirdi’ diyebileceğiniz şiiri yoktur. Her biri ayrı bir sürprizdir. Çünkü her birinde ayrı birşair yatar. Belki de bu yüzden onun eserlerini okurken siz de çoğul hissedersiniz."

Sayfa 107

Page 108: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

SOSYALİST GERÇEKÇİ 40 KUŞAĞININ ÇOK YÖNLÜ ŞAİRİ: SUAT TAŞER

Sosyalist 1940 kuşağı şiirinin kendine özgü şairlerinden biridir Suat Taşer çok yönlü birsanatçıdır. Ankara Devlet Tiyatrosu'nda oyuncu,Ankara Radyosu'nda spiker olarak çalıştı.

Şiirlerinde, 1940 kuşağının ortak tavrı olarak sosyalist gerçekçilik ön plandadır. Buna karşınşiirlerinde özgün bakış ve duruşundan da ödün vermemiştir. Biçim ve üslûp olarak diğer kırkkuşağı şairlerinden farklıdır.

1942–1950 yılları arasında yayınlanan, ilk dönem şiirlerinde toplumsal konulara yönelirkencoşkulu bir anlatımı benimsedi. Ancak 1950'den sonraki şiirlerinde mizah ve ironi öne geçti.Yeryüzü dergisinde yayımlanan bir şiiri nedeniyle Türk Ceza Kanunu'nun 142. maddesineaykırı davranmaktan yargılanıp aklandı. Bu davadan sonra daha göze batmayacak şiirleryazmaya başladı. Sonra bir dönem şiiri tümüyle arka plana iterek tiyatro ve tiyatro eğitimiüzerine çalıştı.

17 Kasım 1982’de aramızdan ayrılan Suat Taşer, sosyalizm mücadelesinin öne çıktığı 70’liyıllarda yeniden şiire döndü, 70’lerin havasını taşıyan toplumsal şiirler yazdı. Şiirin yanı sıratiyatro yazıları, incelemeler, çocuk kitap, gezi yazıları da yazan Suat Taşer, dünyaca ünlüşairlerin şiirlerini de dilimize kazandırdı. 1982’de ölümünden kısa süre önce, Stanislavski'dençevirdiği 'Bir Karakter Yaratmak' adlı çalışmasıyla 1982 yılında Yazko çeviri-incelemeözendirme ödülü almıştı.

Emeğin Sanatı 173. Sayı

Page 109: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

ŞİİRİMİZİN PROMETHEUS’U ENVER GÖKÇESINIF KAVGAMIZDA YAŞIYOR!

Enver Gökçe, şiir ve sosyalizm uğruna akıl almazçile ve işkencelerle edebiyatımızınPrometelerinden biridir. Öyle ki, yazdığı şiirlerinçoğunluğu kaybolur. 1951 tutuklamasından sonraadının silinmesine çalışılır edebiyatımızdan…Ağızdan ağza dolaşan şiirleri 1970'te kitaplaşmaolanağı bulur. Bu tarihten sonra dergilerdeyayınlanan şiirleri ve hakkında yazılanlarlatanınmaya başlanır.

Enver Gökçe, hayatın içinde her gün sayısız keretekrar edilen kelimeleri, yaşayan Türkçeyi, halkdilini şiire ilk defa sokmayı becerebilenşairlerdendi. Halk şiirinden Divan şiirine,Nazım’dan Dede Korkut’a uzanan bu birleşimi1943’lerde tutturdu. Şiir yükü yoğun sözcüklerseçmede, bunları dizelemede, destelemede EnverGökçe bu geleneklerin hepsinden fayda gördü.Ustaca söylemenin yoluna girmişti. Daha 23yaşlarındaydı. Verimli şiir yazma yılları ancak yediyıl sürdü. Sanatını daha da geliştirecek, en olguneserlerini verecek çağa girmişti. Harbiye

mahpusuna düştüğünde 30 yaşında idi. Böyle başlayan ve uzun süren çileli hayat ve hapislikEnver Gökçe’nin yalnız sağlıklı yaşamasının değil, şiir ve sanatçı hayatının da sonu oldu.Arkadaşı İlhan Başgöz bu konuda şöyle diyor: “Onun 1960’tan sonra yazdığı şiirleri vesöylediklerini okudum. Hiç biri Enver değil bunların. Çalışamayan, okuyamayan ve en kötüsüartık düşünemeyen bir adamın kesik kesik sözleri bunlar. Enver’i genç yaşında budadılar.”

Enver Gökçe, kardeşçe bir yaşamı kurmanın devrimden geçtiğini söyleyen ve devrimcisanatçıya yakışır bir şekilde yaşayan bir şairdi. Şiire başladığı 1940 yılından ölüm yılı olan19 Kasım 1981'e kadar sanatını devrime adamış olan Enver Gökçe, "İnsan nasıl yaşarsaöyle düşünür. Yani düşüncesini onun sosyal hayatı ve sosyal pratiği belirler..." diyerek,düşünce ve eylemin birliğini somutluyordu kendinde. Yaşamının her anını devrimci kavgaiçinde geçiren şair, yapıtlarında işçi sınıfından yana olan tavrını şöyle vurguluyordu:“Ben, sınıf edebiyatı yapıyorum. Yani Türk halkının, hayatın her döneminde aktif olan,güzel olan, büyük olan bu halkın sanatını yapmaya çalışıyorum. Bence sanat,herşeyden önce bu sınıfın yaşam kavgasındaki gücünü, kudretini ortayakoymasındadır. 1940 yılına gelinen yıllarda Türkiye'de çeşitli sanat görüşleri varolmuştur. Ben, gayet tabii olarak bu toplumcu yanı kuvvetli olan akımın içindeydim veiçinde olacağım.”

Sayfa 109

Page 110: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

Kırk karanlığını, şiirin ışığı ile aydınlatmaya girişen sosyalist kuşağın unutulmaz şairlerindenolan; edebiyat ortamına egemen gerici ve yoz anlayışlar tarafından on yıllar boyugörmezden gelinen, antolojilere, şiir yıllıklarına alınmayan Enver Gökçe, halkın belleğindeçoktan unutulmaz yerini aldı. O’nu unutmayacağız, unutturmayacağız.

Emeğin Sanatı 173. Sayı

Page 111: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

Sayfa 111

Page 112: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

FELSEFENİN PENCERESİNDEN GÜÇLÜ BİR ŞAİR: MELİH CEVDET ANDAY

29 Kasım 2002’de yitirdiğimiz Melih Cevdet Anday, Garipserüveninden sonra şiirimizde ayrı bir ses, ayrı bir bakış getiripfelsefeyi şiirle buluşturarak kendi şiirinin özgün temellerini attı.Pablo Neruda, onun hakkında, “Nazım Hikmet'ten sonra çok büyükbir Türk şairi daha buldum. Bütün gece gözüme uyku girmedi"dedi. Anday, şiirini toplumsal bir duyarlılığa ve bilince ilkaçanlardan birisiydi.

Melih Cevdet şiiri, öznel, az yerel, evrensel temalar içeriyordu.Savaş yıllarının yoksulluğunu küçük insanın dünyasına taşırkenöfkeliydi, suçlayıcı bir tavır takındı. Rahatı kaçan dünyada, rahatıkaçmış insanın bazen ironik, bazen yergi dolu dili, Anday’ın şiirindede etkisini hissettirdi. Telgrafhane ile başlayan şiirlerinde yenibenzetmelere, yeni temalara, düşünceyle duyguyu kaynaştırma-ya yöneldiği görüldü. Doğayı imgeye dönüştürmeye başladı. Özyaşamsal deneylerini şiirdiline dönüştürüyor; barış, doğa, çağ, doğanın çeşitli varlıkları, doğa-insan diyalektiği öneçıkmaya başlıyordu. İroninin yerini zaman zaman coşku, tepki ve düşünce aldı. AmaAnday’ın poetiğinde duygu da, düşünce de, bilgi de şiirin kendi değildir; sadecebahaneleridir. Bu konuda şöyle düşünüyordu: “Hiçbir konu, hiçbir tema gerçekte şiiriyaratmaz. Ortaya çıkarmaz. Onla birer bahanedir. Şiir asıl yazılırken ortaya çıkar.” Bir dünyaşiiri mirasçısı olduğunu düşünerek, şiirinde evrensel temaları derin bir bilinçle ele aldı, özgünşiirsel yaratıcılıkla ortaya koydu.

Melih Cevdet Anday, şiirlerinin yanı sıra oyunları, romanları ve denemeleriyle geleceğe kalanönemli kültür zenginliğimizdir.

Emeğin Sanatı 173. Sayı

Page 113: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

Sayfa 113

Page 114: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

Emeğin Sanatı 173. Sayı Emeğin Sanatı 173. Sayı Emeğin Sanatı 173. Sayı

Page 115: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

SOSYALİST ROMAN VE ÖYKÜCÜLÜĞÜNDORUKLARINDAN SEVGİ SOYSAL’I UNUTMAYACAĞIZ…

Roman ve öykücülüğümüzde sosyalist duruşunöncü yazarlarından Sevgi Soysal’ı yitireli 35 yıloldu. 12 Mart faşizminin zindanlarındayakalandığı kanser hastalığı nedeniylearamızdan ayrıldığında kırk yaşındaydı.

Edebiyatımızda, kendine özgü yere sahip olanSevgi Soysal, siyasal ve toplumsal olanabakışıyla, öğretici olmayan ama sorgulamaktanda geri durmayan diliyle, bazen alaycıanlatımıyla ve henüz daha ortalarda yokkenkadınlık sorununu ele alışı, öne çıkarışı,arkasında duruşuyla farklılığını ortaya koydu.Devrimcilik kavramına yaklaşımı ve kadınkonusunu ele alışı, basit bir feminizm yerine,derinlikli bir sorun çözümleme tavrı yarattı.Kadın yazar olmaktan öte sosyalist kadınyazardı.

Kadınlığını suç apoletleri gibi değil dik ve ödünsüz taşıyan, politik bilincini duruşa tahviledebilmiş insanca bir direniştir Sevgi Soysal. 12 Mart faşizminin bile "dize" getiremediği,cümlelerinin sonundaki her noktada saklı soru işaretleriyle aklımıza sızıveren, "yanlışını bileboyutlandırabilen" başka bir kalemdir. Tükenmek ve beklemek arasındaki sarkaçta asılıkalma hakkını ne kendine, ne de okuyucusuna tanımayan bir gözü pektir. “Kadın kimliğinipatriyarka ve sistem karşısında yeniden ve inatla kurmayı deneyen, kendi gelişim çizgisindesonrasında "sınıf"la buluşan ve yıkıcı-yıktığı oranda da yapıcı bir gözle 70'li yıllarınTürkiye’sine bakan, kitaplarında kimi zaman Yenişehir’in tam ortasında devirdiği bir kavakağacıyla, kimi zaman da baskınların ve sorgulamaların ardından getirdiği şafağıyla ülkenin,sistemin ve en çok da insanın anlatıcısına dönüşen devrimci bir yazardır.”

Romanları, hikâyeleri ve diğer eserlerinde belirleyici iki temel unsur vardır. Bu da “kadınınözgürlüğü” kavramı ile “bilimsel sosyalizm”dir. Soysal, ilk eserlerinden itibaren kadınınpsikolojik sorunlarını ele alır. O, herkesin girmeye cesaret edemediği cinsellik dâhil birçokkonuyu kamuoyunun gündemine taşır. Baskın kişiliğinden yola çıkarak kadının birey olmasıiçin çalışır. Kendi deyimiyle kadını “şaşkın ördek”likten kurtarma çabası içine girdi. Bununyanında 12 Mart faşizmini kimin zaman simgelerle kimi zaman açıkça eleştiren öyküleryazmaktan hiç çekinmedi:

“…Bu kent, ortaçağdan bu yana idam seyretmeye bayılırdı. Çoluk çocuk güle eğlene,fındık-fıstık yiyerek idamları seyrederdi. İdam edilene hakaretler savururlar, başı

Sayfa 115

Page 116: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

kesilirken alkışlarlardı. Çocuklar günlerce idamcılık oynardı arkadan. Köklü bireğlentiydi bu. Ama sonra, baş kesildikten bir süre sonra kesilen başa özel bir sevgiduyulur, bu haksızlığı işleyen cellât lanetlenirdi. Cellât bütün haksız ölümlerin teksuçlusuydu. Bu neşeli ölümlerin. Kentin cadılarının, kiliseye, tanrıya karşı gelenlerin,kralın savaşlarından kaçanların, prense vergi ödemeyenlerin, ırz düşmanı papazlarınbaşını bazen prenslerine ayaklanan halkın başını hep bu aile kesti. O hem hükümsürenlerin hem başkaldıranların cellâdıydı. Hüküm sürenlerin ve başkaldıranlarınsomut haksızlığıydı. Kesilen her baş için bir ağıt yakıldı. Bu ağıtta cellât düşmancaanıldı. Ta ortaçağdan bu yana.”(“Cellât Fuchs Kent Halkına Nasıl Karıştı”öyküsünden)

ŞAFAĞIN, SEVDANIN, KARDEŞLİĞİNVE ÖZGÜRLÜĞÜN ŞAİRİ: PAUL ELUARD…

“Aşk ve devrim şairi” sıfatını hak edenşairlerinden başında gelen Paul Eluard’ıKasım 1952’de sonsuzluğa göçüşünün 60.yıldönümünde saygıyla selamlıyoruz.

Sürrealizmin dört kurucusundan biridir.Şafağın, sevdanın, kardeşliğin veözgürlüğün büyük savunucusu olur ömrüboyunca. Birinci ve İkinci Dünya savaşınıyaşadı.

Arkadaşlarıyla, 1. Dünya Savaşı’nda onmilyon insanın ölümüne neden olanmedeniyetin yarattığı bu korkunç savaşakarşı ortak çalışmalara girişti. BunlaraTristan Tzara da katılınca Fransa’yı da aşanDadacılık akımı kuruldu. Sonra tatminolmadılar ve terk ettiler Dadacılığı. 1919 daUyku ve bilinçaltı gibi çalışmalardan sonraOtomatik yazıyı icat ederler, bir nevipsikanalitik şiire yönelirler. Bu da onlarısürrealizm akımını kurmaya kadar götürdü.

1 Aralık 1924 de “Sürrealizm Devrim”in ilk sayısı çıkarıldı. 1925 de “Açın zindanların kapısını,Askere teskere verin!” diye haykırdı Eluard. Sürrealistler böylece Komünistlerle bağdaştı.Eluard 1926’da Fransız Komünist partisine üye olurken aradığı ortamı bulmuş ve en güzelşiirlerini yazmaya başlamıştır bile. Sürrealizmin ikinci manifestosu yayınlanınca RobertDesnos, Michel Leiris, Jacques Prevert, Raymond Queneau ve bir kaçı ayrılırlar. Ama Bunuel,Rene Char, Salvador Dali gibi yeni katılımlar olur ve ideolojik çizgilerini belirtmek için dergininadını “Sürrealizm Devrimin Hizmetinde” diye değiştirilir. İlk sayısı 1930’da çıkar.

Emeğin Sanatı 173. Sayı

Page 117: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

Paul Eluard’ın sürrealizm için dile getirdiği şu görüşler, bizim yeni sosyalist gerçekçilikanlayışımızın da ana çerçevesini yansıtmaktadır: “Sürrealizm bir savunma aracı olduğukadar kuşatma aracıdır, insanın gün ışığına kavuşturması gereken depderin vicdanıdır.Sürrealizm, düşüncenin herkeste mevcut olduğunu göstermek, herkesi düşünmeyeçağırmak için çaba harcamaktadır; insanlar arasında var olan farkı azaltmak için absürt birdüzene, eşitsizlik, aldatmalar alçaklıklar üstüne kurulmuş bir düzene hizmet etmeyireddeder. Hele insan kendini tanısın, kendinin farkına varsın, o zaman şimdiye kadarmahrum bırakıldığı zenginlikleri, nice acılar içinde teşkil ettiği bir kaç sağır ve kör büyükadam adına biriktirdiği maddi ve manevi bütün zenginlikleri ele geçirebileceği gücü bulurkendinde...”

Nazi işgali boyunca direnişçi olarak savaştı. Her an yer değiştirmek, tanınmamak, ortayaçıkmamak gereken bu yeraltı dünyasında Eluard, her gittiği yere müthiş geniş kütüphanesinide götürdü. Fransız direnişçilerini, uçaktan atılan onun güzelim şiirleri umutlandırdı.

Güncel sözcükleri alışılagelmemiş bir şekilde işleyip kendine has bir şekilde imgelerkurması; dizelerine yön verdi ve onu farklı kıldı. Klişe dizeler Eluard’ın imgeleminde esiningülüşleriyle büzüldü. Onun şiirleri, Yaşar Doğan’ın deyişiyle: “Bozulmamış bir meyvenin tiftiğigibidir. Utkun bir kelebeğin göz kamaştıran kanadının şafağıdır, evrensel gençliktir.” Bunitelikleriyle Eluard, 20. yüzyılın en büyük şairleri arasında yerini almıştır.

Sayfa 117

Page 118: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

Emeğin Sanatı 173. Sayı

Page 119: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

KOMÜNİST ŞAİR RİTSOS ŞİİRLERİYLE YOLUMUZU IŞITMAYA DEVAM EDİYOR…

Yunan komünist şair Yannis Ritsos, 11 Kasım 1990'daAtina'da sonsuzluğa yürüdü. Şiirleriyle barışın diliolmaya devam ediyor.

Dünyaca tanınan komünist şairlerden YannisRitsos'un aramızdan ayrılışının 24. yılında, büyükşairin halkla birlikte güçlü melodilere dönüşen şiirlerihala özgürlük ve eşitlik mücadelesinden ayrıdüşünülmüyor.

Yannis Ritsos için 'çağımızın en büyük şairidir'demiştir, Louis Aragon. İkinci Dünya Savaşı sırasındafaşizme karşı kendi yurdunda direnişe katılanRitsos'un şiirleri yine kendi yurdunda yasak edilir,Ege adalarına sürgün edilir. Epitaphios (1936-Yazıt Mezar Yazıtları ) adlı kitabı faşist cuntatarafından Zeus Tapınağı'nda törenle yakılır.

1 Mayıs 1909’da Yunanistan'ın Monemvasia kentinde doğan Ritsos, 1934 yılında ilk şiirleriniVladamir Mayakovski'den esinlenerek yazmaya başlar, ilk şiir kitabının adı Traktör’dür.Yannis artık hayatı boyunca işçi sınıfı mücadelesi için çalışır.

11 Kasım 1990'da Atina'da hayatını kaybeden Yannis Ritsos'un şiirleri 80'den fazla dileçevrilmiştiir. Türkçe'ye çevrilen eserleri şöyledir: Alışkanlıklar Da Değişir, Umarsız Penelope,Yaşlı Kadınlar ve Deniz, Helena ve Nöbetçi, Boyun Eğmeyen Ülke, Graganda, Erotika,Dikkatli Ariostos (Anlatı/Roman), Seçme Şiirler, Tüm Şiirleri, Ölü Ev, Taşlar, Yinelemeler,Parmaklıklar, Bir Mayıs Günü Bırakıp Gittin

Sayfa 119

Page 120: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

Emeğin Sanatı 173. Sayı

Page 121: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

BÜYÜK EKİM DEVRİMİ YOLUMUZU AYDINLATIYOR!

Büyük Ekim Sosyalist Devrimi kutlu olsun...

İnanıyoruz ki, Bir dahaki devrim, bir deneme olmayacak; sürdürülebilir yeni bir ateş yakacağız!

Büyük Sosyalist Ekim Devrimi, emperyalist burjuvazinin korkulu rüyası olan devrimdüşüncesinin gerçekleşmesinin adıdır.

Ekim Devrimi Lenin’in deyimiyle "buzu kıran, yolu açan ve gösteren" devrimdir. BüyükSosyalist Ekim Devrimi ile emperyalist zincir en büyük kapitalist, emperyalist ülkelerdenbirinde, proletaryanın iktidarı ele geçirmesi ile ilk kez parçalandı; emperyalizm çağının ilkproleter devrimi olarak, yeni bir çağı, ‘emperyalizm ve proleter devrimleri çağı’nı başlattı.

Sınıflı toplumların ortaya çıkışı kadar eskidir, sınıflar mücadelesi. Tarih bu mücadelenindinamikleri üzerinde yükselir. Karanlık ve ışığın mücadelesidir bu. Baskının, zulmün,sömürünün sahipleriyle buna hayır diyen isyancıların mücadelesidir. Ve sınıflar tarihi kadareskidir sömürüsüz, eşit özgür bir dünya düşü. Bu düşle başkaldırır “tarihin ilk gerillası” ilkisyancısı Spartaküs. Bu düşle uzatırlar başlarını korkusuzca Bedrettin ve Börklüce. Bu düştürkü olur dillerde pir sultanca. Sınıflı toplumların son durağıdır kapitalizm ve sömürücüsınıfların son temsilcisidir burjuvazi. Sömürülenlerin tarihindeki son sözü söyleyecek, düşügerçeğe dönüştürüp burjuvaziyi mezara koyacak olandır proletarya. Lyon’da dokumaişçilerinin barikat savaşlarıyla daha manifaktür özellikler taşıyan el işçileri olarak. İngiltere’denispetten gelişmiş sanayinin örgütlü Cartistleri olarak.

Almanya’da “kulübelere barış, saraylara savaş” diye haykırarak çıkar mücadele alanlarına.Geçici zaferlere ağır yenilgiler eşlik eder. Her ileri sıçrayışının ardından ağır yenilgilerleyeniden geri düşer.Ama her yenilgiden öğrenir ve inatla haykırır özgürlük diye. Ve tarih

Sayfa 121

Page 122: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

1871’ i gösterirken Paris ellerindeydi proletaryanın. Bu tarihsel düşün, gerçekliğin somutunailk iz düşümünün adıydı, bu Marks’ın işte proletarya diktatörlüğü dediği Paris komünü idi.74gün. Sosyalizmin, proletarya diktatörlüğünün, sosyalist demokrasinin ilk ön sözlerininyazıldığı onlarca yıla bedel 74 gün. Onlar da yenildiler, çünkü nesnel şartlar dahakapitalizmin ortadan kaldırılmasına denk düşmüyordu. Yenildiler çünkü hiçbir toplumsalsistem gelişebileceği en üst seviyeye ulaşmadan tarih sahnesindeki yerini terk etmiyordu.

Tarih 20 yüzyılın başlarını gösterirken, “Emperyalizm kapitalizmin en yüksek aşamasıdır dediLenin… Devam etti; “Emperyalizm çan çekişen kapitalizmdir” Ve son noktayı koydu: “Emperyalizm proleter devrimler çağıdır”

Yenilgilerle dolu tarihi içinde en son büyük zaferini ve yenilgisini yaşadığı Paris komünündensonra proletarya tarihsel rolünü yerine getirmek için harekete geçerken artık koşullar ondanyanaydı. Sözün bittiği yerdi artık. Milyonlarca topraksız köylünün, yarı proleter emekçilerinproletaryanın öncülüğündeki eylemiyle yıkmak, parçalamak ve yeniden kurma zamanıydı.Tarihin ebesi zor işbaşındaydı, durmak cinayetti, durmak ihanetti. Durmadılar. “Onlar ki birkez yorgun dizlerinin üstünde doğrularak ayağa kalkmışlardı” Durmadılar ve tarih 24 Ekim1917'yi (Bugünkü takvimle 07 Kasım 1917) gösterirken devrim ve sosyalizm bir düş değildiartık.

Ekim Devrimi ezilenlerle ezenlerin arasındaki tarihsel mücadelede gerçekleşen ilk toplumsaldevrim olarak tarihsel bir dönüm noktasıdır.21. yüzyılın sosyalizminden söz ederken başkalimanlara kulaç atanların unutmak ama en çokta unutturmak istedikleri bir gerçektir. Ekimdevrimi; insanlığı sömürüye ve kapitalizmin yarattığı karanlığa mahkûm etmeye çalışanlarınen büyük korkusudur. Çünkü Ekim Devriminin 20. yüzyıldan 21. yüzyıla yansıyan ışığıkapitalizmin yıkılabileceğini, yeni ve sömürüsüz bir dünyanın yani sosyalizmingerçekleşebileceğini gösterir. Ekim Devrimi; “elveda proletarya” ve “tarihin sonu”sahtekârlıklarının suratına vurulan bir tokat gibidir.

Sınıflar mücadelesini proletarya diktatörlüğüne kadar götürme gerçeğini inkâr edenlere karşıher gün kendini yeniden ortaya koyan bir gerçektir ve gerçekler inatçıdır… Sivil toplumculukprojelerine, “kitle partisi” karikatürlerine karşı proletaryanın öncü savaşçı partisinin hayatiönemini yaşadığımız dönemin özellikleri bakımından bu günde yakıcı bir yanıt ortaya koyar.Bu gün Ekim Devrimini böyle bir perspektifle sahiplenmek, Paris Komününden EkimDevrimine oradan da günümüze uzanan komünizm mücadelesinin ve Komünist olmanıntemel ölçütlerinden biridir.

Ekim Devriminden çıkarmamız gereken bir diğer derste iktidarı ele geçirmenin devriminbaşlangıcı olduğunu ve sınıfsız topluma giden yolda yapılacak hataların geri dönüşü deberaberinde getirebileceğini göstermiş olmasıdır. Bu anlamıyla Ekim Devrimi başarıları kadarbaşarısızlıklarıyla da elimizdeki zengin bir deney birikimidir.

Ekim devrimi, sınıflı toplumlarına hâkim olan düşünsel normların yıkılarak; komünalemek/dayanışma fikirlerinin yeşerten “Yeni/Özgür İnsana” ulaşma çabasıdır.

Emeğin Sanatı 173. Sayı

Page 123: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

Sayfa 123

Page 124: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

Emeğin Sanatı 173. Sayı

Page 125: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

YANNİS RİTSOS ŞİİRLERİ

ÖZGÜRLÜKÇam pürleri ve kozalaklarla kaplıydı dağın yamacı.Tepede durup aşağılardan gelen sesleri dinledik.Uzaktan çınarlı koyağın uğultusu geliyorduırmakların ve vahşi kuşların sesleriyle. Arada,bir karatavuğun yalvaran cıvıltısı serpiliyordudonmuş akşamın üstüne o büyük uğultu içinde.

Burada çiftleşti o mağrur atlar,sevgiye ve babalığa bağlanmaksızın. Sınırsızbir kişnemedir ufuk. Diz çökmekbağışlanma getirmez bu tepede.

Yalvarışlara aldırmadan ölümü bilmekve bilmemek neyse, onun bekçisiydi dağın ruhu,amaçsız ve sınırsız şimdiki zamanıngururuyla dimdik.

Boş kantinimizin damındazafer davullarını döver gibio korkunç soğuğun çarpan parmaklarını duyduk.

YANNİS RİTSOSÇeviri : Cevat ÇAPAN

Sayfa 125

Page 126: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

KADINLAR

Kadınlar çok uzakta. "İyi geceler" kokar çarşafları.Masaya ekmek koyarlar yokluklarını hissetmeyelim

diye.Sonra anlarız suçun bizde olduğunu. Sandalyeden kalkıp"Bugün çok yoruldun," deriz ya da "Boş ver, lambayı ben

yakarım."

Kibriti çaktığımızda, o yavaşça döner ve tarifsizbir dikkatle mutfağa yönelir. Sırtı nice ölülerle,kamburlaşmış, hüzünlü bir tepe-aileden ölüler,onun ölüleri, senin kendi ölümün.

Adımlarının gıcırtısını duyarsın eski döşemede,bulaşık telindeki tabakların ağlayışını duyarsınsonra da treni, askerleri cepheye götüren.

YANNİS RİTSOSÇeviri : Cevat ÇAPAN

Emeğin Sanatı 173. Sayı

Page 127: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

SON İSTEK

Şiire, aşka ve ölüme inanıyorum, diyor,işte bu yüzden ölümsüzlüğe de inanıyorum.Bir dize yazıyorum, dünyayı yazıyorum; ben varım; dünya

var.Bir ırmak akıyor serçe parmağının ucundan.Yedi kere bu ırmak gökyüzünün mavisi. Yenidenilk gerçek oluyor bu arılık, bu benim son dileğim.

YANNİS RİTSOSÇeviri : Cevat ÇAPAN

Sayfa 127

Page 128: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI

EMEĞİN SANATI E-DERGİAylık Sosyalist Kültür/Sanat E-Dergisi

Kasım 2015 Yıl: 9 Sayı: 173

Not: e-dergimize yapıt göndermek isteyen dostlar, [email protected] gönderebilirler. Facebook grup adresi: https://www.facebook.com/groups/emeginsanatidergisi/?ref=ts&fref=tsTwitter adresi: http://twitter.com/emeginsanatiEmeğin Sanatı E-Kitaplığı: http://issuu.com/emeginsanatiEmeğin Sanatı E-Dergi: http://issuu.com/emeginsanati-dergi

DÜNYA ŞAİRLERİNİN KISA ÖZGEÇMİŞLERİ:

Yannis RİTSOS’un yaşamı ile ilgili bilgiler "ÖNEMLİ GÜNLER" bölümünde verilmiştir

KAYNAK: Umarsız Penelope ve Başka ŞiirlerÇEVİRİ : Cevat ÇAPANİş Bankası Yayınları, Mart, 2002, İstanbul

Yayın, Tasarım, Düzenleme: A.Z.ÇAMUR

Ön Kapak: ADNAN DURMAZ, Öniç Kapak: ADNAN DURMAZ

Arka Kapak ve Arka İç Kapak Düzenlemesi: A.Z.ÇAMUR

Yayınlayan: Emeğin Sanatı Kolektifi

© Dergide yayınlanan eserlerin her türlü hakkı şair ve yazarlarına, görsel sanatçılarına aittir.Kaynak gösterilmesi koşuluyla alıntı yapılabilir

Page 129: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI
Page 130: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 173. SAYI