hakan karagÖz* - hkmo.org.tr

8
01/05/2003 tarihinde ülkemiz tekrar afeti yaşadı.Afeti yaşadı demek aslında Türkiye gerçeklerini gözardı etmek anlamına geliyor.Türkiye'nin bir afet ülkesi olduğu gerçeği bir kez daha gözler önüne serildi. Bingöl depremi ile bazı noktalarda ulus olarak bilinçlenme çabası içinde olduğumuz görülmesine rağmen genel anlamda afetlerle yaşama bilincini tüm toplum olarak kazanmadığımızı söyleyebiliriz. Burada olayın iki ayrı boyutu hakkındaki fikirlerimi Bingöl depremi sonrası Çeltilsuyu Yatılı Bölge Okulu enkazında yapılan çalışmalarda bulunan bir kişi olarak ele almak istiyorum; Bingöl depremi 01/05/2003 tarihinde saat 03,27 de richter ölçeğine göre 6.4 büyüklüğünde gerçekleşti.Aynı günü saat 17.45 de arama kurtarma çalışmalarına AKA (Arama Kurtarma Araştırma Derneği) olarak katılmak üzere vardığımızda ilk göze çarpan nokta hafif hasarlı(cam kırığı, sıva çatlamaları v.b.).binaların yanında ağır hasarlı ve tamamen çökmüş binaların bulunmasıydı. Bu ülkemizde Harita ve Kadastro Mühendisleri odasının çalışmalarının da önemle üzerinde durduğu mesleki denetimin ve mesleki kuralların hayata geçirilmesinin önemini tüm çıplaklığı ile ortaya koymaktadır.Bingöl şehir merkezinde ayakta duran 6 katlı bir binanın yanında tamamen çökmüş bir enkaz oldukça düşündürücüdür ve Bingöl depremi sonucunda , şehir merkezi ve çevresindeki yerleşimlerde hayatını kaybeden vatandaşlarımızın tümünün bu enkazlar altında hayatını kaybettikleri gözler önündedir. Bu yapıların uzmanlar tarafından yapılan değerlendirmeler sonucunda gerekli tüm kanun ve yönetmelikler var olmasına rağmen yapan ve denetleyen kurum ve kuruluşların sorumluluğu dahilinde olduğu apaçık ortadadır.Yine Çeltik Suyu YİBO'da hayatlarını kaybeden gencecik insanların kader kurbanı olmadıklarının çok açık olduğu gibi. Üzerinde özenle durulması gerektiğini düşündüğüm konuların bir diğeri de Arama kurtarma çalışmalarıdır. Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de arama kurtarma çalışmalarına halkın ve gönüllü kuruluşların katılımının önemidir.17 Ağustos depremi ve sonrasında Hakan KARAGÖZ* çalışmalarını sürdüren AKA ve AKUT, GEA gibi tamamen gönüllü çalışanlardan oluşmuş kuruluşların önemi daha da fazla ortaya çıkmıştır.Arama kurtarma çalışmalarının son derece önemli olduğu ilk 72 saat düşünülürse bu gönüllü kuruluşların yanında halkın temel afet bilincine sahip mahalle bazında afet planları olan ve zaman zaman gerekli tatbikatlarla peki ştirilmi ş çal ışmaların içinde olmaları kaçınılmaz bir gerçektir.Yine İl sivil savunma müdürlükleri , sivil savunma birlikleri illerde kurulan afet kriz merkezleri arasındaki koordinasyonlu çalışmanın ne kadar önem kazandığını bu afette tekrar gördük.Bölgeye ulaşan arama kurtarma ekiplerinin doğru yönlendirilmesi, uygun görev yerlerine şevki bu çalışmaların içinde bulunan ekiplerden en üst düzeyde fayda sağlamasını getirecektir. Yine afete uğramış bölgelerde önemle üzerinde durulması gere ken bir konu da bölgede ivedilikle psikososyal çalışmaların profesyo nel ekiplerce ilgili mercilerin yönlendirilmesiyle yapılması gereğidir. Afeti yaşamış insanların içinde bulundukları travmanın en hafif şekilde geçirilebilmesinin ana çıkar yolu burada yatmaktadır. Bingöl depremi sonrası yapılan bilimsel çalışmalar bu konunun üzerinde önemle durmaktadır (1 Mayıs 2003 Bingöl Depreminin Sosyal ve Psikolojik Yönleri Üzerine Gözlemler A. Nuray Karancı ve Bahattin Akşit Orta Doğu Teknik Üniversitesi Psikoloji ve Sosyoloji Bölümleri ve Afet Yönetimi Uygulama ve Araştırma Merkezi.) Bu tür çalışmalar mülki idareler tarafından önemle incelenmeli ve olası afet durumları için acil önlem planları güncel olacak şekilde hazırtutulmalıdır. Yine unutulmamalıdır ki bir afet ülkesi olan Türkiye'de HERKESİ N YAPABİ LECEĞİ Bİ R ŞEY VARDIR .......... AKA ARAMA KURTARMA ARAŞTIRMA DERNEĞİ Nurettin Ali Berkol Sokak No: 23 Erenköy İst. Tel: 0.216.3601010 Afet Kriz Yönetim Merkezi Ataşehir- Kadıköy İst. Tel: 0.216.4559905 [email protected] ANKARA İRTİBAT: İ . DOĞAN ERTUĞRULOĞLU TEL: 0.312.2304756 FAX: 0.312.2304766 GSM:0.532.2149946 [email protected] www.aka-arama.org "Harita Müh.

Upload: others

Post on 24-Nov-2021

28 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: Hakan KARAGÖZ* - hkmo.org.tr

01/05/2003 tarihinde ülkemiz tekrar afeti yaşadı.Afeti yaşadı demek aslında Türkiye gerçeklerini gözardı etmek anlamına geliyor.Türkiye'nin bir afet ülkesi olduğu gerçeği bir kez daha gözler önüne serildi.

Bingöl depremi ile bazı noktalarda ulus olarak bilinçlenme çabası içinde olduğumuz görülmesine rağmen genel anlamda afetlerle yaşama bilincini tüm toplum olarak kazanmadığımızı söyleyebiliriz. Burada olayın iki ayrı boyutu hakkındaki fikirlerimi Bingöl depremi sonrası Çeltilsuyu Yatılı Bölge Okulu enkazında yapılan çalışmalarda bulunan bir kişi olarak ele almak istiyorum;

Bingöl depremi 01/05/2003 tarihinde saat 03,27 de richter ölçeğine göre 6.4 büyüklüğünde gerçekleşti.Aynı günü saat 17.45 de arama kurtarma çalışmalarına AKA (Arama Kurtarma Araştırma Derneği) olarak katılmak üzere vardığımızda ilk göze çarpan nokta hafif hasarlı(cam kırığı, sıva çatlamaları v.b.).binaların yanında ağır hasarlı ve tamamen çökmüş binaların bulunmasıydı. Bu ülkemizde Harita ve Kadastro Mühendisleri odasının çalışmalarının da önemle üzerinde durduğu mesleki denetimin ve mesleki kuralların hayata geçirilmesinin önemini tüm çıplaklığı ile ortaya koymaktadır.Bingöl şehir merkezinde ayakta duran 6 katlı bir binanın yanında tamamen çökmüş bir enkaz oldukça düşündürücüdür ve Bingöl depremi sonucunda , şehir merkezi ve çevresindeki yerleşimlerde hayatını kaybeden vatandaşlarımızın tümünün bu enkazlar altında hayatını kaybettikleri gözler önündedir. Bu yapıların uzmanlar tarafından yapılan değerlendirmeler sonucunda gerekli tüm kanun ve yönetmelikler var olmasına rağmen yapan ve denetleyen kurum ve kuruluşların sorumluluğu dahilinde olduğu apaçık ortadadır.Yine Çeltik Suyu YİBO'da hayatlarını kaybeden gencecik insanların kader kurbanı olmadıklarının çok açık olduğu gibi.

Üzerinde özenle durulması gerektiğini düşündüğüm konuların bir diğeri de Arama kurtarma çalışmalarıdır. Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de arama kurtarma çalışmalarına halkın ve gönüllü kuruluşların katılımının önemidir.17 Ağustos depremi ve sonrasında

Hakan KARAGÖZ*

çalışmalarını sürdüren AKA ve AKUT, GEA gibi tamamen gönüllü çalışanlardan oluşmuş kuruluşların önemi daha da fazla ortaya çıkmıştır.Arama kurtarma çalışmalarının son derece önemli olduğu ilk 72 saat düşünülürse bu gönüllü kuruluşların yanında halkın temel afet bilincine sahip mahalle bazında afet planları olan ve zaman zaman gerekli tatbikatlarla pekiştirilmiş çalışmaların içinde olmaları kaçınılmaz bir gerçektir.Yine İl sivil savunma müdürlükleri , sivil savunma birlikleri illerde kurulan afet kriz merkezleri arasındaki koordinasyonlu çalışmanın ne kadar önem kazandığını bu afette tekrar gördük.Bölgeye ulaşan arama kurtarma ekiplerinin doğru yönlendirilmesi, uygun görev yerlerine şevki bu çalışmaların içinde bulunan ekiplerden en üst düzeyde fayda sağlamasını getirecektir.

Yine afete uğramış bölgelerde önemle üzerinde durulması gere ken bir konu da bölgede ivedilikle psikososyal çalışmaların profesyo nel ekiplerce ilgili mercilerin yönlendirilmesiyle yapılması gereğidir. Afeti yaşamış insanların içinde bulundukları travmanın en hafif şekilde geçirilebilmesinin ana çıkar yolu burada yatmaktadır. Bingöl depremi sonrası yapılan bilimsel çalışmalar bu konunun üzerinde önemle durmaktadır (1 Mayıs 2003 Bingöl Depreminin Sosyal ve Psikolojik Yönleri Üzerine Gözlemler A. Nuray Karancı ve Bahattin Akşit Orta Doğu Teknik Üniversitesi Psikoloji ve Sosyoloji Bölümleri ve Afet Yönetimi Uygulama ve Araştırma Merkezi.) Bu tür çalışmalar mülki idareler tarafından önemle incelenmeli ve olası afet durumları için acil önlem planları güncel olacak şekilde hazırtutulmalıdır. Yine unutulmamalıdır ki bir afet ülkesi olan Türkiye'de HERKESİN YAPABİLECEĞİ BİR ŞEY VARDIR ..........

AKA ARAMA KURTARMA ARAŞTIRMA DERNEĞİ Nurettin Ali Berkol Sokak No: 23 Erenköy İst. Tel: 0.216.3601010 Afet

Kriz Yönetim Merkezi Ataşehir- Kadıköy İst. Tel: 0.216.4559905 [email protected]

ANKARA İRTİBAT: İ. DOĞAN ERTUĞRULOĞLU TEL: 0.312.2304756 FAX: 0.312.2304766

GSM:0.532.2149946 [email protected] www.aka-arama.org

"Harita Müh.

Page 2: Hakan KARAGÖZ* - hkmo.org.tr
Page 3: Hakan KARAGÖZ* - hkmo.org.tr
Page 4: Hakan KARAGÖZ* - hkmo.org.tr

HKMO B ü l t e n i • Haziran 20Ö3

TMMOB, Bingöl Depremini Değerlendirdi B A S I N A VE K A M U O Y U N A

1 Mayıs 2003 günü saat 03.27'de Kandilli Rasathanesi Deprem Araştırma Enstitüsü verilerine göre; Bingöl'ün Kuzey Batısında ve kente yaklaşık 15 km uzaklıkta, 10 km derinlikte 6.4 büyüklüğünde bir deprem meydana gelmiştir. Deprem Doğu Anadolu Fay zonunda oluşmuştur ve orta büyüklükte bir depremdir.

Bu orta büyüklükteki deprem yine can kaybına neden olmuştur. Doğal bir afet yine felakete dönüşmüştür. Çeltiksuyu Yatılı İlköğretim Okulunda çocuklarımızın hayatlarını kaybetmesi bu depremin en dramatik yanını oluşturmaktadır. Normal bir kentleşme ve yapı güvenliğinde, bu büyüklükteki depremin bu kadar yıkıcı olmaması gerekmekteydi. Bir kez daha anımsatmakta yarar görüyoruz: bilim ve mühendislik, yapıları, çok daha şiddetli depremlerde can ve mal kayıplarına neden olmayacak şekilde tasarlayacak ve yapacak düzeye erişmiştir. Sorun, bu yeteneğin halkın can güvenliğini sağlayacak şekilde kullanılmasını sağlayacak politikaların eksikliğinde yatmaktadır.

Depremden hemen sonra, TMMOB ve Odaları deprem bölgesinde incelemelere başlamışlardır. 1 Mayıs günü inşaat Mühendisleri, Jeoloji Mühendisleri Odalarımızdan ve Diyarbakır İl Koordinasyon Kurulundan yöneticilerimiz Bingöl'e ulaşmışlardır. Bugün TMMOB 2. Başkanı Oğuz Gündoğdu da deprem bölgesinde olacaktır. Ayrıca, inşaat Mühendisleri Odamız bölgeye laboratuar cihazları ile teknik sorumlularını da, yapım hatalarını saptamak üzere Bingöl'e göndermiştir.

Yapılan ilk saptamalarda hasarlı binaların teknik şartlardan uzak yapıldığı belirlenmiştir. Bu ilk incelemenin sonuçları ekte sunduğumuz raporda yer almaktadır.

Bir yıl önce Sultandağı (Afyon) depreminde sonra yaptığımız açıklamada, "6 büyüklüğündeki bir deprem Türkiye'nin herhangi bir yerinde herhangi birzamanda olabilecek bir depremdir. Türkiye'nin olağan bir doğa olayında can kaybına uğraması yine maddi hasarların söz konusu olması henüz deprem gerçeğinin tam olarak kavranamadığını göstermektedir. Her seferinde yapılaşmaya uygun olmayan alanlardaki plansız gelişmeler, projesiz ve denetimsiz yapılaşmalar, doğal afetlerin felaketlere dönüşmesine yol açmaktadır" görüşünü dile getirmiştir. Ne acıdır ki, bugün bu sözlere eklenecek çok az şey bulunmaktadır.

Bilim insanlarımız ve üyelerimiz son aylarda Doğu Anadolu'ya dikkat çekmişlerdir. Jeoloji Mühendisleri Odamız 2002 Eylülünde Bingöl'de yaptığı Deprem ve Kentleşme Sempozyumunda, bu bölgedeki riske dikkat çekmiştir.

Üzülerek belirtmek istiyoruz ki, geçen iktidar döneminde olduğu gibi bu iktidar döneminde de ülkemizin deprem riskinin büyüklüğüyle orantılı politikalar ve programlar geliştirilmemiştir ve geliştirilmesi yönünde de bir irade görülmemektedir. Bundan önceki iktidar büyük iddialarla Yapı Denetimi Yasasını çıkarmakla yetinmiştir. Bingöl'ün 1. derecede deprem bölgesinde olmasına karşın (aynen son depremlerin olduğu Tunceli, Çankırı, Afyon gibi) Yasa kapsamının dışında tutulması, aslında yasanın denetimi etkinleştirmekle ilgisinin olmadığını ve sadece bir kamu hizmetinin özelleştirilmesini sağladığını bir kez daha yinelemek durumundayız. Kaldı ki, son depremlerde gündeme gelen kamu yapılarının hasara uğraması konusunda da, kamu yapılarının Yapı Denetim Yasası kapsamında olmadığını da anımsatmakta yarar vardır.

Şimdiki İktidar Partisinin de, ne Seçim Beyannamesinde ne de Acil Eylem Planında deprem ve doğal afet sözcükleri yer almamaktadır. 58. Hükümet Programında konu "Deprem, sel, yangın, toprak kayması gibi doğal afetler sonucunda ülkemiz büyük oranda can ve mal kaybına uğramaktadır. Bu kayıpların asgariye indirilmesi için her türlü tedbir alınacaktır" şeklinde yer almakta, 59. Hükümet Programında ise "doğal afetlere karşı uygun tedbirler alınacaktır" denilmektedir. Özetle, konu geçiştirilmiştir.

Oysa, bilim insanlarının, mühendislerin, Ulusal Deprem Konseyinin bu konuya ilişkin ayrıntılı raporları bulunmaktadır. Topraklarımızın %98'i önemli deprem riski taşımaktadır. Buna karşın varolan yapılarımızın büyük bir kısmı, olması gereken denetimden nasibini almadan üretilmiştir. Gerek 3194 sayılı İmar Yasası'nda varolan denetim anlayışı, gerekse 4708 sayılı Yasa kapsamında 19 ilde uygulamaya konan Yapı Denetimi Yasası, yapılarımızın denetlenebilir olmasını sağlayacak argümanlardan yoksundur.

Yapı denetimi ile ilgili bir sistemden söz etmek ise mümkün değildir. Bir kez daha görülmüştür ki, mühendislik tekniğine uygun yapılar en ufak bir hasara uğramazken diğer yapılar yerle bir olmuştur. Yapı üretiminde uygulanması ve uyulması zorunlu yapı standartları geliştirilerek, yapı denetimine esas olacak ölçütler oluşturulmalıdır.

Yapı üretim süreci bölgesel ve kentsel planlamadan başlayan, projelendirme ile devam eden, yapımı ve denetimi de kapsayan bir süreçtir. Bu süreçte bütün mühendislik ve mimarlık disiplinlerinin ortak çalışması gerektiği halde bunun başarılamadığı ortadadır. Ülkemizdeki yasal düzenlemeler böylesine bir sürece elverişli değildir. Yapı üretim sürecinin temel bileşenlerinden denetim sürecinin kamusal bir perspektifle ele alınmadığında amacına ulaşamayacağı da açıktır.

Mevcut sistem her türlü çağdaş yapılanmayı dışlamaktadır. Yapı Denetim Yasasına göre denetçilik belgeleri, TMMOB ve Odalar dışlanarak Bakanlık tarafından verilmektedir. Kamuda çalışanlar ise Oda üyesi olmak zorunda dahi değildir. Bu anlamda denetim yapan mühendislerin mesleki yeterliliklerini ve denetim etkinliklerini denetleyecek merci dahi bulunmamaktadır. Ayrıca, Bingöl Bayındırlık ve İskan Müdürlüğünde 26 mühendis, mimar, şehir plancısı kadrosuna karşın sadece 11 eleman çalışmaktadır.

TMMOB'nin, daha önce de kamu oyuna duyurduğu önerilerini bir kez daha yinelemek istiyoruz. Öncelikle yapı stokunun depreme dayanıklılığının belirlenmesi, depremsellik açısından irdelenerek güçlendirme politikalarının oluşturulması ve gerekli görülen güçlendirme ya da yıkım çalışmalarının yapılması en öncelikli uygulama olmalıdır. Tüm deprem bölgelerindeki depreme dayanımı yetersiz yapıların takviyeleri için gerekli finansman-yapım-denetim politikaları oluşturulmalıdır. Bu alandaki gerekli eğitim standartları belirlenerek, ilgili kurumlar aracılığıyla eğitim programları tasarlanmalıdır. Eğitimler sonucunda çeşitli düzeylerde belgelendirilmiş mühendis ve mimarların ülkedeki yapı stokunu depreme dayanıklı hale getirecek hizmetler üretmesi sağlanmalıdır.

Bu konuda bir noktaya daha değinmek istiyoruz: son günlerde yeni bir imar affından söz edilmektedir, imar atlarının nelere mal olduğunu daha önce yeterince belirttiğimiz kanısındayız. Depremlerde can ve mal kayıplarının bu kadar yüksek olmasında imar atlarının birincil derecede önemli olduğu artık biliniyor olması gerekir. Bütçenin nakit ihtiyaçları halkımızın can güvenliği riske atılarak çözümlenemez.

Tüm gözlemlerimizi değerlendirdiğimizde, sosyal devletten ve toplum yararı ilkesinden vazgeçilmesinin sonuçlarının her alanda olduğu gibi Bingöl depreminde de karşımıza çıktığını söyleyebiliriz.

Her depremden sonra olduğu gibi, bu kez de üzgünüz. Bu kez de isyan içindeyiz. Ülkemizdeki deprem gerçeğini görmek, halkımızın doğal afetler karşısında çaresiz kalmamasını sağlayacak önlemlerin alınması için daha kaç bin kişinin ölmesi gerekiyor? Daha kaç bin çocuğumuzu yitirmemiz gerekiyor?

iktidarı sorumluluğunun gereğini yerine getirmeye çağırıyoruz.

Kaya GÜVENÇ Yönetim Kurulu Başkanı

Page 5: Hakan KARAGÖZ* - hkmo.org.tr

19 YIL 2 AY SONRA SEİE AYNI DİLEKÇE

Türkiye'de Demokratik üzene İlişkin Gözlem ve İstemler

5 Mart 1984: Aziz Nesin önderliğinde bir gurup aydın(*), Cumhurbaşkanlığı ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına sonradan Aydınlar Dilekçesi olarak adlandırılan- "Türkiye'de demokratik düzene ilişkin gözlem ve istemler" başlıklı altı sayfalık bir dilekçe vererek Türkiye'de demokratik düzene ilişkin gözlem ve istemlerini duyurmuşlar, bu nedenle haklarında davalar açılmış, hapse girmekten zor kurtulmuşlardı. Aradan geçen bunca yıla ve her biri demokrasi ve özgürlük vaat eden birçok hükümetin gelip geçmesine rağmen, aynı sorunların, hatta daha da kemikleşmiş halde süregeldiğini görmekten üzüntü duyuyoruz.

Aynı dilekçeyi -yalnızca tarih ve muhatabını değiştirerek-devlete bir daha veriyoruz.

(*) Dilekçe, yazar Aziz Nesin, sanatçılar Esin Afşar ve Bilgesu Erenus, Milli Eğitim eski bakanı Prof. Fehmi Yavuz, Genel Cerrahi Profesörü Hüsnü Göksel ve Anayasa Hukuku Profesörü Bahri Savcı'dan oluşan altı kişilik bir heyet tarafından Cumhurbaşkanlığı ve TBMM başkanlığına sunuldu. Ertesi gün basında bu olayla ilgili tek satır olsun çıkmadı. Bu olay, o günün medyası için "Haber" bile değildi. Eğer bir hafta kadar sonra zamanın Cumhurbaşkanı Kenan Evren dilekçeyi ve dilekçecilerl "Vatan hainliği" ile suçlamasa, belki de kimse duymadan YOK sayılacaktı. Ama Evrenin hedef göstermesiyle mahkemeler harekete geçti. Yaratılan terör ortamında birkaç dilekçeci "Aaa, ben onu toplu konutfonu dilekçesi sanmıştım" gibi acıklı gerekçelerle kendilerini kurtarmaya çalışmadı değil. Ama büyük çoğunluğu imzasına ve onuruna sahip çıktı. Zamana yayılan dava aklanma ile sonuçlandı, günümüze bir ibret örneği olarak kaldı. 02.06.2003

2 Haziran 2003 Pazartesi 10:00 Cumhurbaşkanlığı 11:00 Anayasa Mahkemesi 12:30 Başbakanlık 13:30 TBMM Başkanlığı ve 14:00'te de TBMM İnsan Hakları Komlsyonu'nu ziyaret edeceğiz.

Katılımcılar: (Soyadına göre alfabetik sıralama) Metin Bakkalcı (Tıp doktoru, Türk Tabipler Birliği 2. Başkanı) Fikret Başkaya (Ekonomi Doçenti, Açık Üniversite) Bülent Deniz (Avukat, Tüketiciler Birliği) Âbdurrafıman Dilipak (Gazeteci, yazar) Hrant Dlnk (Gazeteci, AGOS Yayın yönetmeni) Yılmaz Ensaroğlu (Sendikacı, MAZLUM DER Genel Başkanı) Kazim Genç (Avukat. Pir Sultan Abdal Dernekleri Bask., Alevi Bektaşi Fed. 2. Bşk.) Kaya Güvenç (Makine Mühendisijürkiye Mimar ve Mühendis Odaları Birliği Bşk.) Veli Lök (Tıp Profesörü, TİHV İzmir Şb. Bşk.) Hasan Mollaoğlu (Avukat, Türkiye Gönüllü Teşekküller Vakfı) Ali Nesin (Matematik Profesörü, Bilgi Üniversitesi) Hüsnü Öndiil (Avukat, İnsan Hakları Derneği Gen. Bşk.) Şanar Yurdatapan (Müzisyen, İnsan Hakları gözlemcisi)

Sevgilerimizle

T.C. Altındağ 1. Noterliği No: 7826

5 Mart 1984 Türkiye'de Demokratik Dizene İlişkin Gözlem ve İstemler

(Cumhurbaşkanlığı ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı Yüksek Katlarına ayrı ayrı sunulmak üzere yazılan, bir sayfalık "Sunuş" bölümüyle, altısayfalık "Türkiye'de Demokratik Düzene İlişkin Gözlem ve İstemler" bölümlerinden oluşan Dilekçe.)

Türkiye, henüz atlatamadığı en ağır bunalımlarından birini yaşamaktadır. Kuşkusuz, bu büyük bunalımdan toplulumuzun bütün kesimleri, katmanları ve görevlileri ortaklaşa sorumludur. Biz Türk aydınlan, eksiklerimizin ve sorumluluğumuzun öneminin ve önceliğinin bilincindeyiz. Bu bilinç, bize toplulumuzun sağlıklı ve güvenli bir düzene geçişiyle ilgili görüşlerimizi açıklama görev ve hakkını vermektedir.

Varolan düzenlemeler ve 2969 sayılı yasanın suç saymadığı çerçeve içinde görüşlerimizi açıklamayı gerekli görüyoruz. Bizler bu sınırlamaları benimsememekle birlikte, bu çerçeve içinde hareket etme durumundayız.

Bizler toplulumuzun akılcı yöntemler kullanarak aydınlık bir geleceğe ulaşacağına coşkuyla inanıyoruz. Bu inançla ve ortaklaşa sorumluluğumuzu üstlenip, kaynağını Anayasa'da bulan dilekçe hakkımızı kullanarak, kamu ile ilgili gözlem, düşünce ve istemlerimizi devletin en yüksek katlarına saygıyla sunuyoruz.

Page 6: Hakan KARAGÖZ* - hkmo.org.tr

Aşağıda İmzası Bulunanların Türkiye'de

Demokratik Dizene İlişkin Gözlem ve İstemleri

Demokrasi, kurumlan ve ilkeleriyle yaşar. Bir ülkede demokrasinin temel harcını oluşturan kurum, kavram ve ilkeler yıkılırsa bunun zararlarını gidermek güçleşir.

Demokrasiyi kendi öz değer ve kurumlarına yabancılaştırmak, biçimsel olarak koruyup içeriğini boşaltmak, onu yıkmak kadar tehlikelidir. Bu nedenlerle tarihsel birikime dayalı devlet yapımızı ayakta tutan kurum, kavram ve ilkelerinin korunmasını ve demokratik ortam içinde güçlenmesini savunmaktayız.

Halkımız, çağdaş toplumlarda geçerli insan haklarının tümüne layıktır ve bunlara eksiksiz olarak sahip olmalıdır. Ülkemizin, insan haklarının güvenceleri yurt dışında tartışılır bir ülke durumuna düşürülmüş olmasını onur kırıcı buluyoruz.

Yaşam hakkı ve insanca yaşama, örgütlü ve toplumsal varolmanın çağımızda hiçbir gerekçe ile ortadan kaldırılamayacak baş amacıdır; doğal ve kutsal bir haktır. Bu hakkın anlam kazanması, düşünceyi özgürce açıklamaya, geliştirmeye ve etrafında örgütlenmeye bağlıdır. Bireylerimizin yeni ve değişik düşünce üretmelerini, gösterilmeye çalışıldığı gibi, bunalımların nedeni değil, toplumsal canlılığın gereği sayıyoruz.

İnsanların son sığmağı olan adalet, insanca yaşamın da başlıca dayanağıdır. Bunun gerçekleşmesinin çağdaş hukuk devletinde geçerli yollan, adalet arayışının hiçbir şekilde engellenmemesini ve adalete ulaşmada olağanüstü yargı yollanna ve olağandışı yöntemlere başvurulmamasını gerektirmektedir. Olağanüstü yönetim biçimlerinin olağan sayılan dönemlerde süreklilik kazanmasının çağdaş demokrasi anlayışıyla bağdaşmayacağı görüşündeyiz.

Yargı karan olmaksızın yurttaşlann haklarının kısılması, tartışılması mümkün olmayan tek yanlı idari işlemlerle suç oluşturulması, siyasal haklann ellerden alınması, ve genel suçlamalar yapılması, toplumsal yıkımlara yol açmaktadır. Dernek, kooperatif, vakıf, meslek odalan, sendika ve siyasal partilere girmenin ve açıklandığı zaman suç sayılmayan düşüncelerin sonradan egemen olan anlayışa göre, suç sayılması hukuk devleti kavramıyla bağdaşmaz.

Türkiye'nin yaşadığı yoğun terör eylemlerinden demokratik sistemin kendisi sorumlu tutulamaz. Her örgütlü toplumun şiddet eylemleriyle mücadele etmesi kaçınılmaz görevidir. Ancak, devlet olmanın temel

niteliği, terörle mücadelede hukuk ilkelerine bağlı kalmaktır. Terörün varlığı, hiçbir zaman, devletin de aynı yöntemlere başvurmasının gerekçesi olamaz.

Varlığı yasal kararlarla da kanıtlanan işkence insanlığa karşı suçtur. İşkencenin yargısız, peşin ve ilkel bir cezalandırma alışkanlığına dönüştürülmüş olmasından endişe ediyoruz. Aynca, özgürlüğü sınırlama amacını aşan cezaevi koşullarım da eziyet ve işkence sayıyoruz.

İşkencenin büsbütün ortadan kaldınlması için gerekli önlemler alınmalıdır. Savunma, soruşturma ve suçlama ile birlikte başlamalıdır. Her türlü soruşturma ve kovuşturmada, hukuk devleti kurallan dışına çıkılır ve yargısal yöntemlerde en başta sanık mahkûm oluncaya kadar masumdur ilkesiyle vurgulanan evrensel güvenceler yok sayılırsa, keyfilik, özellikle siyasal davalarda yargılamanın temel unsurlarından biri olur.

Terör eylemlerinin oluşmasmda toplumun bütün kesimlerinin sorumluluk payının olduğu gözönüne alınarak, ölüme dayalı çözüm düşüncesinin ortadan kaldınlması için, kesinleşmiş idam kararlarının infazlarının durdurulması ve ölüm cezalarının kaldınlması gereğine inanıyoruz.

Gecikmiş adaletin adaletsizlik olduğu evrensel gerçeğine dayanarak, görülmekte olan davalann bir an önce sonuçlandınlması gerektiği görüşündeyiz.

Suçlan oluşturan, toplumsal ve siyasal koşullardır. Türkiye'nin içinde yaşadığı çalkantılı donemin topluma yüklediği sorumluluk unutulmamalıdır. Bu nedenlerden ötürü ve sosyal barışa katkıda bulunmak için kapsamlı bir affı kaçınılmaz görüyoruz.

Kamu yaşamında iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan ayırmanın yolu olan siyaset, toplumun tümünün yönetime katılmasıdır. Güncel siyasetin her ülkede görülen ve kaçınılmaz olan aksaklıklan, herkese açık olması gereken siyaset yoluyla topluma hizmetin engellenmesinin ve belirli zümrelerin, kişinin ve kişilerin tekeline bırakılmasının nedeni olamaz. Siyaset yalnızca idari kararlara indirgenemez.

Page 7: Hakan KARAGÖZ* - hkmo.org.tr

Milli irade ancak, toplumun bütün kesimlerinin özgürce örgütlenebildiği düzenlerde anlam ifade eder. Kimsenin siyasal kam ve felsefi düşüncesinden ötürü suçlanmadığı, hiçbir yurttaşın dinsel inançlarından dolayı kınanmadığı ülkelerde milli irade en üstün güçtür. Bu üstün gücün meşruluğu, temel hak ve özgürlüklere karşı takındığı tavra bağlıdır.

Çoğunluk iradesinin özgürce belirlenmesini engelleyen koşullar demokrasiye aykırıdır. Bunun gibi, çoğunluk iradesini bahane ederek temel haklan yok etmek de demokrasi ile bağdaşmaz.

Tarihsel gelişim süreci içinde demokratik anayasaların amacı, kişi hak ve özgürlüklerini güvence altına almaktır. Bireyi devlet karşısında güçsüzleştiren düzenlemeler, hangi ad altında getirilirse getirilsin, demokrasiden uzaklaşma anlamına gelir. Bu durumda, demokratik yaşamın kaynağı olması gereken Anayasa, demokrasinin engeli olur.

Başta siyasal partiler olmak üzere, sendikalar, mesleki kuruluşlar ve dernekler, demokratik yaşamın vazgeçilmez dayanaklarıdır. Mesleki örgütlenmeler, üyelerinin dayanışma ve ekonomik çıkarlarını savunmakla görevli oldukları kadar, siyasal partilerle birlikte, birey ve grupların demokratik özgürlüklerini korumanın ve yönetime katılmalarının aracı ve etkeni de olmalıdır. Bu nedenle, örgütlenme ve katılım haklarının anayasal düzenlemeler içinde en geniş güvencelere kavuşturulması gerektiğine inanıyoruz.

Bir toplumun yaşayışında, özgürlük, çeşitlilik ve yenilik öğelerinin bulunması, toplumun geleceği ve gelişmeye açık tutulması için zorunludur. Bu bakımdan her türlü düşünce üretimi korunmalı, yeni öneriler kamuya özgürce sunulabilmelidir.

Özgür basın, demokratik düzeni bütünleyen temel öğelerden biridir. Bunun sağlanması için, bağımsız, denetimsiz ve çok yanlı olarak toplumun kendinden haberli olması, değişik düşüncelerin özgürce yansıtılması ve her türlü eleştirinin basında yer bulması zorunludur. Çok yönlü kamuoyu oluşması ve yönetimin demokratik denetimi ancak böyle bir basınla gerçekleştirilebilir. Yine bu nedenlerle ve yansızlığın en koşulu olarak TRT'nin de özerkliğinin sağlanması gerektiğine inanıyoruz.

Eğitimin temel amacı, özgür düşünceli, bilgili, becerili ve üretici insan yetiştirmektir. Bunun tersine, tek tip insan yaratmaya çalışmak, çağdaş gelişmeler ve çoğulcu demokrasiyle bağdaşmaz. Çağdaş demokrasi, dünyaya eleştirel gözle bakabilen insan yetiştirmeyi amaçlar.

Toplumun en yetişkin kesimi olan üniversitelerin özerklikten yoksun bırakılarak kendi kendilerini yönetmeye layık olmadıklarının ileri sürülmesi, ülkemizde demokrasinin işleyebileceğini inkâr etmek anlamına gelir. Bütün yüksek öğretim kurumlarının, atamalarla oluşturulan aşın yetkili bir kurulun buyruğuna verilmesi, hem gençlerin iyi yetiştirilmesini, hem de bilim yapılmasını şimdiden engellediği gibi ülkenin geleceği için büyük kaygılar da doğurmaktadır. Bu nedenle, YÖK düzeninin bir an önce seçim ilkesine dayalı özerklik yönünde değiştirilmesini gerekli görüyoruz.

Fikir ve sanat ürünlerinin serbestçe oluşmasını engelleyen hukuki ve fiili sınırlan kaldırmak ve her yurttaşla birlikte, düşünce ve sanat adamlarını da genel güvencelerle donatmanın bir uygarlık koşulu olduğunu önemle belirtmek isteriz. Sağlıklı bir toplumsal gelişme, her türlü sanat yapıtlarının üretiminde ve yayımında özgürlüğü, kültürel yaratıyı son derece sınırlayan sansürün toptan kaldınlmasını, hiçbir konunun tabu haline getirilmemesini, ceza sorumluluğunun yalnız olağan yargı mercilerince saptanmasını gerektirir.

Bütün bunların ışığında, topluma karşı sorumluluklarının bilincinde olan bizler, çağdaş demokrasinin, ayn ayn ülkelerin özel koşullarına göre uygulamadaki değişikliklere karşın, değişmeyen bir özü olduğuna bu özü oluşturan kurum ve ilkelerin bizim ulusumuzca da benimsenmiş bulunduğuna, bunlara aykın düşen yasal düzenleme ve uygulamaların demokratik yöntemlerle ortadan kaldınlması gerektiğine, yaşadığımız bunalımdan, böylelikle, sağlıklı ve güvenli olarak çıkılacağına olanca içtenliğimizle inanmaktayız.

XXX

Bu dilekçe, ilgili makama, Avrupa Konseyi'nin Türkiye'deki demokrasi ve insana haklarına ilişkin kararından sonra sununlacaktır. Bunun nedeni, bu dilekçenin verilmesinin çeşitli çevrelerce bilerek ya da bilmeyerek yanlış yorumlanmasını veya kötüye kullanılmasını önlemektir.

Bu dilekçe 1300 aydın tarafından imzalanmış olup imzalı kopyalar Ankara, Altındağ 1. Noteri'ne emanet olarak teslim edilmiştir.

X X X

Page 8: Hakan KARAGÖZ* - hkmo.org.tr

Anayasanın 135.maddesi çerçevesinde 6235 sayılı Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği yasasına göre 1954 yılında kurulan odamız 2004 yılı içerisinde 5O.yılını dolduracak.Odamız ve aynı dönemde kurulan diğer odalarla (9 oda) birlikte TMMOB bünyesinde ortak 5O.yıl etkinlikleri Ekim 2004 yapılması planlanmaktadır.Bu kapsamda TMMOB'de çeşitli çalışma grupları oluşturulmuştur.

Konuya yönelik Odamız bünyesinde de bir çalışma gurubu oluşturularak, çalışmaların TMM0 ile paralel yürütülmesi yanında odamız arşiv düzenlenmesi, sözlü tarih oluşturulması, oda tanıtım filminin hazırlanması vb. gibi etkinliklerin gerçekleştirilmesi amaçlanmıştır.

Genel Merkez bünyesinde başlatılan çalışmalar şubelerimiz ile de iletişim kurularak yürütülecektir.

TMMOB bünyesinde kurulan 50. yıl etkinlikleri yürütme kurulunda odamız adına Genel Başkan Hüseyin Ülkü görev alırken Genel Merkez bünyesinde kurulan komisyon ise; Genel Sekreter A.Fahri ÖZTEN'in koordinatörlüğünde Mehmet Ali ALGANCI (Başkan), Arslan ABANOZ (Sekreter), Saadet TOKDEMİR (Sekreter Yar.), Erdal AKDAĞ, Ayhan KALYONCU, Muhittin İPEK, Namık GAZİOĞLU, Muzaffer ŞERBETÇİ, Ahmet YAŞAYAN1 dan oluşturulmuş olup, çalışmalarda ayrıca şubelerimizin katkısı istenecektir.

Komisyon çalışmalarına; arşiv taraması, Odamızın yazılı tarihi mi yada sözlü tarihinin mi yazılması konusunda inceleme ve araştırma yapılması, şubelere konu hakkında açıklayıcı yazı göndererek bilgi, belge ve öneri istenmesi ve odamızın kuruluşundan bugüne dek görev yapmış oda başkanlarına çağrı yaparak konuya ilişkin görüş ve öneri oluşturma çalışmalarını gerçekleştirdi.

Odamızın sözlü tarihinin yazılması, elde edilen bilgi, belge ve dokümanlar kullanılarak oda arşivinin oluşturulması ,bütçe durumuna göre de oda filminin yaptırılması gibi görüşler olgunlaşmaya başlamakla birlikte sözlü tarih sürecinde yer alacak yaşayan canlı tanıklara yöneltilecek soruların tarih bilinci çerçevesinde oluşturulması da tamamlanmak üzeredir. Çalışmalar devam etmekte olup sürece katkı koymak isteyen tüm üyelerimizden destek bekliyoruz.

Oda Başkanları Nisan 2003- ANKARA