ikinci dunya savasi nda dogu cephesi ve turkiye the eastern front and turkey during the second world...
TRANSCRIPT
İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDA DOĞU CEPHESİ VE TÜRKİYE
Burak Çınar
Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Tarih Ana Bilim Dalı
Doktora Tezi
Ankara, 2007
i
KABUL VE ONAY
Burak Çınar tarafından hazırlanan “İkinci Dünya Savaşı’nda Doğu Cephesi Ve Türkiye”
başlıklı bu çalışma, 28 Mayıs 2007 tarihinde yapılan savunma sınavı sonucunda başarılı
bulunarak jürimiz tarafından Doktora Tezi olarak kabul edilmiştir.
Prof. Dr. Mustafa Türkeş (Başkan)
Doç. Dr. Mehmet Seyitdanlıoğlu (Danışman)
Prof. Dr. Mehmet Öz
Doç. Dr. Gümeç Karamuk
Doç. Dr. Mehmet Özden
Yukarıdaki imzaların adı geçen öğretim üyelerine ait olduğunu onaylarım.
Prof. Dr. İrfan Çakın
Enstitü Müdürü
ii
BİLDİRİM
Hazırladığım tezin/raporun tamamen kendi çalışmam olduğunu ve her alıntıya kaynak
gösterdiğimi taahhüt eder, tezimin/raporumun kağıt ve elektronik kopyalarının
Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü arşivlerinde aşağıda belirttiğim
koşullarda saklanmasına izin verdiğimi onaylarım:
Tezimin/Raporumun tamamı her yerden erişime açılabilir.
Tezim/Raporum sadece Hacettepe Üniversitesi yerleşkelerinden erişime açılabilir.
Tezimin/Raporumun …… yıl süreyle erişime açılmasını istemiyorum. Bu sürenin
sonunda uzatma için başvuruda bulunmadığım takdirde, tezimin/raporumun
tamamı her yerden erişime açılabilir.
6 Haziran 2007
Burak Çınar
iii
ÖZET
ÇINAR Burak. İkinci Dünya Savaşı’nda Doğu Cephesi Ve Türkiye, Doktora Tezi,
Ankara, 2006.
Almanya’nın, 22 Haziran 1941’de Sovyetler Birliği’ne saldırmasıyla açılan Doğu
Cephesi, batıdan, kuzeyden ve doğudan Türkiye’yi tehlikenin odağındaki bir dayanak
noktası haline getirmiştir. 1941 Aralık’ına kadar süren harekâtta saldırı inisiyatifine
sahip olan Almanlar kazanıyor gözükürken, Aralık’ta Sovyet karşı-saldırısı ile başlayan
1941-42 Kış Taarruzu Kızılordu’nun geçici olarak cepheyi dengelemesine yol açmıştır.
Kış geçtiğinde Almanlar saldırı inisiyatifini tekrar ele alarak Kafkaslar’daki petrol
yataklarını hedefleyen 1942 Yaz Taarruzu’nu başlatmışlar ve Türkiye sınırına oldukça
yaklaşmışlardır. 1942 sonbaharında Kafkasya’da önemli bir Alman yayılması mevcuttu
ve Türkiye 1941 ilkbaharında Almanlar’ın Balkanlar’ı işgal etmesiyle yaşadığı kabus
dolu günlere geri dönmüştü. Bu arada Alman Ordusu’nda Sovyet esirlerinden oluşan
anti-komünist lejyonlarda bir çok Türk te yer almaya başlamıştı. Almanlar’ın Kafkasya
harekâtının başarıya ulaşması Türkiye’yi Mihver tarafında savaşa zorlayacak en büyük
etkendi. Zira, Almanlar İran ve Türkiye üzerinden Ortadoğu’ya sarkmayı
amaçlamışlardı.
Ancak 1942 Kasım’ında Almanlar’ın pek beklemediği bir Sovyet karşı-saldırısının
getirdiği başarı, önemli bir mihver gücünün Stalingrad’da yok olmasıyla sonuçlanmış ve
Almanlar Kafkasya’yı boşaltmışlardır. Devam eden 1942-43 Kış Taarruzu ile Sovyet
orduları büyük bir mesafe katederek Almanlar’ı Ukrayna’ya kadar geri atmışlar,
Almanlar ise 1943 Şubat’ında Kharkov karşı-saldırısı ile cepheyi sabitleyerek saldırı
inisiyatifini tekrar ele geçirmişlerdir. 1943 Temmuz’unda Almanlar’ın Kursk Saldırısı
başarısızlığa uğrayınca saldırı inisiyatifi bir daha değişmemek üzere Sovyetler’e geçmiş
ve Kızılordu’nun artan gücü savaşın yönünü kesin olarak doğudan batıya doğru
çevirmiştir. Ruslar Doğu Cephesi’nde ilerlerdikçe Müttefikler de Türkiye’yi savaşa
sokma çabalarını artırmışlardır. Sovyet liderleri özellikle 1943’te düzenlenen
iv
konferanslarda Türkiye’nin savaşa sokulmasının sağlanmasını batılı müttefiklerden
sürekli talep etmişlerdir.
1943 Temmuz’unda İtalya’da ve 1944 Haziran’ında Fransa’da, Avrupa’nın yeni
cephelerinin açılmasıyla Doğu Cephesi’ndeki güç dengesini sağlayamayan Almanlar,
ardı gelen harekâtlarla geri atılmaya başlamış, 1944 Eylül’ünde Bulgaristan’ın Kızılordu
birliklerince işgal edilmesiyle Türkiye ile Almanya’nın bağlantısı kesilmiştir. Cephe
hızla Macaristan ve Polonya’ya kaymış, 1945 Ocak’ında Kızılordu Polonya’daki Alman
birliklerini adeta silip süpürmüştür. Böylece Ocak 1945’te Boğazlar’dan Sovyetler’e
yardım gitmesini kabul etmiş olan Türkiye, Alman tehdidinden iyice uzaklaşarak 23
Şubat’ta Mihver ülkelere savaş ilan etmiştir. Kısa bir süre sonra da Sovyet orduları
Berlin’e girmiş ve bir kaç gün sonra da 8 Mayıs 1945’te Almanya teslim olmuştur.
Doğu Cephesi’ndeki karşılıklı harekâtlar Türkiye tarafından da yakından izlenmiş, Türk
Hükümeti cepheye zaman zaman askerî eyetler yollayarak birinci elden izlenimler elde
etmiştir. Bu izlenimler ve diğer bazı siyasî faaliyetler sayesinde -özellikle Stalingrad ve
Kursk gibi kesin muharebelerin cereyan ettiği dönemlerde- Türk Dış Politikası’nın
belirlenmesinde yer yer etkin olmuş ve savaşın gidişatı boyunca Türkiye ilk zamanlarda
Mihver, sonrasında ise Müttefik yanlısı gözükmüştür. Aynı durum Türk kamuoyuna da
benzer bir şekilde yansımıştır.
Anahtar Kelimeler: İkinci Dünya Savaşı, Doğu Cephesi, Türkiye, Almanya, Sovyetler
Birliği
v
ABSTRACT
ÇINAR Burak. The Eastern Front and Turkey During the Second World War, PhD
Thesis, Ankara, 2006.
The Eastern Front, which was opened by the German offensive on 22 June 1942, made
Turkey a fulcrum that was focus of hazard from west, north and east. The Germans
seemed to be winner when they got initiative of offense until December 1941, the front
temporarily stabilized after the Soviet Winter Offensive of 1941-42, started with the
Red Army’s sudden counter-offensive.
When the winter passed, the Germans taking up the initiative, started the 1942 Summer
Offensive aimed at oil basins in Caucasus, and aproached very close to the Turkish
border. There was an important German spread in the Caucasus in Autumn 1942, and
Turkey came back to the days of nightmare that it had had in early 1941. Meanwhile,
many Turks who were ex-Soviet prisoners appeared in anti-communist legions in the
German Army. German success in Caucasian operations was the most important factor
to push Turkey into the war on the Axis side. Because, the Germans had aimed to
proceed to the Middle East via Turkey and Iran.
However, a success outcome from a Soviet counter-offensive that the Germans had not
expected much, resulted in destruction of a considerable amount of the Axis forces
around Stalingrad, then the Germans evacuated the Caucasus. During lasting Winter
Offensive of 1942-43, the Soviet armies traversing a long distance, pushed the Germans
back to Ukraine. Nevertheless the Germans stabilized the front and earned back
initiative by the Kharkov Counter-Offensive in February 1943. In July 1943, when the
German assault on Kursk failed, initiative passed to the Russians last, and rising
strength of the Red Army definitely changed the direction of the battles towards west.
As the Russians advanced in the Eastern Front, the Allies increased their efforts for
Turkey enter the war. The Soviet leaders continously demanded the Allies provide
Turkey’s participation to the war, particularly during confereces in 1943.
vi
After new European fronts opened in Italy in July 1943 and in France in June 1944, the
Germans those were not able to establish the balance of power in the Eastern Front in
any case, began to be routed by incessant operations, and their link with Turkey was cut
after the Soviet invasion of Bulgaria. The frontline rapidly retreated to Hungary and
Poland, and in January 1945 the Red Army overrun the Germans in Poland. So, Turkey
opened the straits for transit do support to the Soviet Union, and after it had left the
German threat Turkey, declared war on the Axis countries on 23 February. A short time
after that the Soviet armies entered Berlin, then in a few days, on 8 May 1945 Germany
surrendered.
Mutual operations in the Eastern Front had been watched by Turkey at a close range
that the Turkish Government occasionally sending military delegates to the front
collected first hand accounts. By those impressions along with some other political
actions, especially during periods in which decisive battles like Stalingrad and Kursk
were taking place, were effective for determination of the Turkish Foreign Policy
occasionally, so that Turkey had been appeared pro-Axis during early times, and later
pro-Allied. This was also reflected to the Turkish public opinion.
Keywords: Second World War, East Front, Turkey, Germany, Soviet Union
vii
İÇİNDEKİLER
ÖZET...............................................................................................................................iii
ABSTRACT.....................................................................................................................v
İÇİNDEKİLER .............................................................................................................vii
KISALTMALAR ...........................................................................................................xi
EKLER LİSTESİ ..........................................................................................................xii
ÖNSÖZ..........................................................................................................................xiv
GİRİŞ ...............................................................................................................................1
1. KONUNUN AMACI, SINIRLANDIRILMASI VE YÖNTEM..........................12. ARAŞTIRMA VE BAŞVURULAN KAYNAKLAR ...........................................2
BİRİNCİ BÖLÜM: ALMAN SOVYET SAVAŞI’NI HAZIRLAYAN ŞARTLAR
VE TÜRKİYE .................................................................................................................7
1.1. ALMAN-SOVYET SAVAŞI’NIN ARKAPLANI .............................................71.2. İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NIN İLK YILLARINDA ALMAN ZAFERLERİ.......................................................................................................................................81.3. İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NIN İLK YILLARINDA SOVYET YAYILMACILIĞI ......................................................................................................91.4. SAVAŞIN BAŞINDA TÜRKİYE .....................................................................10
1.4.1. Barbarossa’ya Doğru Türkiye .......................................................................111.4.2. Türkiye’nin Durumu .....................................................................................15
1.4.2.1 Savunma Yapılanması.............................................................................151.4.2.2. Türk Ordusu’nun Durumu Ve Silâhlanma.............................................171.4.2.3. Siyasî, Ekonomik Ve Sosyal Yapılanma ...............................................261.4.2.4. Türk Basını.............................................................................................32
İKİNCİ BÖLÜM: DOĞU CEPHESİ HAREKÂTLARI ...........................................34
2.1. RUSYA’YA SALDIRI DÜŞÜNCESİ VE RUSYA’YI İSTİLÂ PLANI .......342.2. ALMAN ÜSTÜNLÜĞÜ.....................................................................................43
2.2.1. Barbarossa Harekâtı’nın Başından Tayfun Harekâtı’nın Başarısızlığına Kadar Geçen Dönem (22 Haziran - 5 Aralık 1941) ................................................43
2.2.1.1. Alman Hava Taarruzu’nun Sonuçları ....................................................442.2.1.2. Brody-Dubno Muharebeleri (Haziran 1941)..........................................462.2.1.3. Bialystok-Minsk Muharebeleri (Haziran 1941) .....................................462.2.1.4. Smolensk Muharebesi (Temmuz-Ağustos 1941)...................................472.2.1.5. Roslavl Muharebesi (Ağustos 1941) ......................................................502.2.1.6. Kiev Muharebesi (Ağustos-Eylül 1941) ................................................502.2.1.7. Leningrad Kuşatması (Eylül 1941-Aralık 1941)....................................522.2.1.8. Finlandiya (1941) ...................................................................................56
viii
2.2.1.9. Kırım Muharebeleri (Ekim 1941-Nisan 1942).......................................582.2.1.10. Rostov Muharebeleri (Kasım 1941).....................................................602.2.1.11. Tayfun Harekâtı’nın Başlaması ve Vyazma-Bryansk Muharebeleri (Ekim 1941) ........................................................................................................612.2.1.12. Moskova Muharebesi (Ekim-Aralık 1941) ..........................................63
2.2.2. 1941-42 Kışı’ndaki Sovyet Karşı-Saldırısı (5 Aralık 1941 - 4 Temmuz 1942)70
2.2.2.1. Moskova Çevresindeki Sovyet Karşı-Saldırısı (Aralık 1941-Nisan 1942).............................................................................................................................702.2.2.2. Velikiye Luki, Demyansk Ve Holm Kuşatmaları (Ocak-Haziran 1942).............................................................................................................................732.2.2.3. Ruslar’ın Harkov Saldırısı (Mayıs 1942) ...............................................74
2.2.3. Sivastopol’un Alınması ile Stalingrad’daki Sovyet Karşı-taarruzu Arasındaki Dönem (4 Temmuz 1942 - 19 Kasım 1942) ...........................................................76
2.2.3.1. Sivastopol’un Zaptı (Haziran-Temmuz 1942) .......................................762.2.3.2. Leningrad Muharebeleri (1942) .............................................................782.2.3.3. Voronej Muharebesi (Haziran 1942) .....................................................802.2.3.4. Kafkas Muharebeleri (Temmuz 1942-Şubat 1943)................................812.2.3.5. Stalingrad Muharebesi (Ağustos 1942-Şubat 1943) ..............................85
2.3. YIPRATMA VE BEKLEYİŞ............................................................................922.3.1. 1942-43 Kışı’ndaki Sovyet Karşı-taarruzu (19 Kasım 1942 – 16 Şubat 1943)
922.3.1.1. Uranüs Harekâtı (19 Kasım-12 Aralık 1942).........................................922.3.1.2. Manstein’ın Karşı-Saldırısı (Aralık 1942) .............................................962.3.1.3. Stalingrad Direnişinin Sonu (Ocak- Şubat 1943) ..................................972.3.1.4. Don Muharebeleri (Aralık 1942-Şubat 1943) ......................................1012.3.1.5. Leningrad (1943)..................................................................................1032.3.1.6. Vyazma-Rjev Ve Demyansk Muharebeleri (Şubat-Mart 1943) ..........104
2.3.2. Harkov Muharebeleri’nden Kursk Taarruzu’nun Başarısızlığına Kadar Olan Dönem (16 Şubat - 17 Temmuz 1943)..................................................................105
2.3.2.1. Harkov Karşı-Saldırısı (Şubat-Mart 1943)...........................................1052.3.2.2. Kursk Muharebesi (Temmuz 1943) .....................................................1092.3.2.3. Prokhorovka Tank Muharebesi Ve Sonrası (12-19 Temmuz 1943) ....118
2.4. SOVYET ÜSTÜNLÜĞÜ .................................................................................1202.4.1. Kursk Karşı-saldırısı’ndan Bulgaristan’ın İşgali’ne Kadar Olan Dönem (17 Temmuz 1943 - 8 Eylül 1944) ..............................................................................121
2.4.1.1. Sovyet Karşı-Taarruzu (19 Temmuz-Ağustos 1943) ...........................1212.4.1.2. Mius Muharebesi (30 Temmuz 1943)..................................................1232.4.1.3. Sovyet Genel Taarruzu (Ağustos-Aralık 1943) ...................................1232.4.1.4. Taman Yarımadası Muharebesi (Eylül-Ekim 1943) ............................1272.4.1.5. Bukhrin Köprübaşı Muharebeleri (Eylül-Kasım 1943) .......................1282.4.1.6 Kiev’in Kurtarılması (Kasım 1943) ......................................................1282.4.1.7. Ukrayna’nın Kurtarılması (Aralık 1943-Nisan 1944)..........................1302.4.1.8. Leningrad’ın Kurtarılması (Ocak-Mart 1944) .....................................1372.4.1.9. Kırım’ın Kurtarılması (Nisan-Mayıs 1944) .........................................1382.4.1.10. Slovak İsyanı (Nisan-Ekim 1944)......................................................1402.4.1.11. Turgu Fromos Tank Muharebesi (Mayıs 1944) .................................1402.4.1.12. Bagration Harekâtı’nın Başlaması (Haziran-Ağustos 1944)..............141
ix
2.4.1.13. Bobruisk Ve Vitebsk Yarmaları (24-29 Haziran 1944) .....................1442.4.1.14. Minsk Çevirmesi (5-11 Temmuz 1944).............................................1452.4.1.15. Polonya’ya Doğru İlerleme (Temmuz-Ağustos 1944).......................1462.4.1.16. Varşova Ayaklanması (Ağustos-Ekim 1944).....................................1492.4.1.17. Güney Polonya Harekâtı (Temmuz-Ekim 1944) ...............................1512.4.1.18. Brody-Lvov Muharebeleri (13-27 Temmuz 1944) ............................1532.4.1.19. Lapland Savaşı (Haziran-Eylül 1944)................................................1542.4.1.20. Baltık Koridoru Muharebeleri (Temmuz-Ağustos 1944) ..................1562.4.1.21. Romanya Harekâtı (Ağustos 1944) ....................................................1572.4.1.22. Yaş-Kişinev Muharebeleri (20-29 Ağustos 1944) .............................1582.4.1.23. Bükreş’in Düşüşü (31 Ağustos 1944) ................................................1592.4.1.24. Bulgaristan Harekâtı (Eylül 1944) .....................................................160
2.4.2. Savaşın Son Safhası (8 Eylül 1944 – 11 Mayıs 1945) ................................1602.4.2.1. Yugoslavya Harekâtı (Eylül-Ekim 1944).............................................1602.4.2.2. Doğu Karpatlar Harekâtı (Eylül-Ekim 1944).......................................1612.4.2.3. Baltık’ta Sovyet Taarruzu (Temmuz 1944-Nisan 1945)......................1622.4.2.4. Doğu Prusya Harekâtı (Ocak-Nisan 1945) ..........................................1632.4.2.5. Königsberg’in Düşüşü (Nisan 1945)....................................................1652.4.2.6. Polonya Harekâtı (Ocak-Mart 1945)....................................................1662.4.2.7. Macaristan Muharebeleri ve Bükreşin Düşüşü (Ekim 1944-Şubat 1945)...........................................................................................................................1732.4.2.8. Macaristan’da Alman Karşı-Saldırısı (Mart 1945) ..............................1752.4.2.9. Avusturya Muharebeleri (Mart-Nisan 1945) .......................................1772.4.2.10. Berlin Muharebesi (16 Nisan-8 Mayıs 1945).....................................1782.4.2.11. Almanya’nın Teslimi (Mayıs 1945)...................................................1852.4.2.12. Çekoslovakya’da Son Direniş (Mayıs 1945) .....................................186
2.5. DOĞU CEPHESİ’Nİ ETKİLEYEN DİĞER FAKTÖRLER ......................1882.5.1. Alman Ordusu’nda Gönüllü Ruslar ............................................................1882.5.2. Partizanlar ...................................................................................................1902.5.3. Arktik Konvoylar ........................................................................................191
2.6. DOĞU CEPHESİ’NDE YIKIM......................................................................1932.7. TÜRKİYE’DEKİ ASKERİ TERTİPLENMENİN DOĞU CEPHESİ’NE GÖRE DEĞİŞMESİ ...............................................................................................195
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: DOĞU CEPHESİ VE TÜRKİYE ..........................................198
3.1 DOĞU CEPHESİ HAREKÂTLARI SIRASINDA TÜRKİYE’YE YÖNELEN TEHDİDİN DEĞİŞEN YÖNÜ ..........................................................198
3.1.1. Alman Üstünlüğü Safhasında Değişen Alman Tehdidi ..............................1993.1.2. Sovyet Üstünlüğü Safhasında Artan Sovyet Tehdidi..................................207
3.2. TÜRKİYE’Yİ SAVAŞA SOKMA ÇABALARININ DOĞU CEPHESİ BAĞLANTISI..........................................................................................................210
3.2.1. Stalin’in Türkiye’ye Yerleşme Siyaseti ......................................................2103.2.1.1. Karadeniz’de Batırılan Türk Gemileri .................................................212
3.2.2. Almanlar’ın Doğu Cephesi Siyaseti Ve Türkler .........................................2143.2.2.1. Almanya’nın Doğu Siyaseti ve Dış Türkler.........................................2143.2.2.2. Alman Ordusu’nda Türkler ..................................................................2183.2.2.3. Turancılık .............................................................................................223
x
3.2.2.4. Türkiye’de İstihbarat ve Alman Propagandası:....................................2283.2.2.5. Türkiye ve Almanya’nın Ekonomik Karşılıklı-Bağımlılığı.................236
3.2.3. Türkiye’nin Savaşa Girmesini Etkileyen Güneydoğu Avrupa’daki Mihver Varlığı ...................................................................................................................240
3.2.3.1. Güneydoğu Avrupa’da Luftwaffe’nin Gücü ........................................2433.2.3.2. Bulgar Hava Kuvvetleri (Vozdushni Voiski).......................................245
3.2.4. Türk Dış Politikası’nın Kararlılığı ..............................................................2483.3. TÜRKİYE’NİN SİYASÎ TUTUMUNUN DOĞU CEPHESİ HAREKÂTLARINA BAĞLI OLARAK FARKLILAŞMASI ...........................251
3.3.1. Türkiye’nin Tarafsızlığı (1941)...................................................................2513.3.2. Türkiye’nin Mihver Yanlılığı (1941-1943).................................................2543.3.3. Türkiye’nin Müttefik Yanlılığı (1943-1945) ..............................................270
SONUÇ.........................................................................................................................284
KAYNAKÇA ...............................................................................................................287
EKLER.........................................................................................................................310
xi
KISALTMALAR
ADD: Sovyet Uzun Menzilli Hava KuvvetleriADD: Uzun menzilli hava gücü.DNO: Halk milisleri.FHO: Fremde Heere Ost, Yabancı Doğu Orduları, OKW’nin Doğu
Cephesi istihbaratından sorumlu birimi.Flak: Flugabwehrkanone, uçaksavar topu.FW: Focke-Wulf.KMG: Süvari-mekanize grubu.KONR: Rusya Halkları’nın Kurtuluşu Komitesi.LwB Mt: Luftwaffenbefehlshaber Mitte, Alman Hava Kuvvetleri Merkez
Komutanlığı.Lwkdo Süd Ost: Luftwaffenkommando Süd-Ost, Alman Hava Kuvvetleri
Güneydoğu Avrupa Komutanlığı.MAH: Millî Amele Hizmetleri.MP 41: Mobilizasyon Planı 1941.MPVO: Yerel hava savunması.NKVD: Narodvyy Komisariat Vnutrennikh Del, İçişleri Halk Komiserliği,
Sovyet İç İstihbarat Birimi.OKH: Oberkommando des Heeres, (Alman) Kara Kuvvetleri Yüksek
Komutanlığı.OKW: Oberkommando der Wehrmacht, (Alman) Savunma Kuvvetleri
Yüksek Komutanlığı.Pak: Panzerabwehrkanone, tanksavar topu.PCNL: Polonya Komünist Halk OrdusuPz: Panzer.PzBefWg: Panzerbefehlswagen, zırhlı komuta tankı.RM: Reichsmark.SD: Sicherheitsdienst, SS Güvenlik Servisi.SS: Schutzstaffeln, muhafız birlikleri.Stavka: Sovyet Yüksek Komutanlığı.THK: Türk Hava Kurumu.TOMTAŞ: Tayyare ve Motor Türkiye Anonim Şirketi.TSK: Türk Silâhlı KuvvetleriUSAAF: United States Army Air Force.V-VS: Voyenno-Vozdushny Sili, Red Air Force.
xii
EKLER LİSTESİ
TABLOLAR:Tablo 1: Mayıs 1943’te Lw Kdo Süd Ost’un uçak envanteri .......................................244Tablo 2: Mayıs 1944’te Lw Kdo Süd Ost’un uçak envanteri .......................................245Tablo 3: Almanlar Tarafından Karadeniz’de Batırılan Sovyet Savaş Gemileri ...........315Tablo 4: Sovyet Uçak İmalâtı (1938-1940) ..................................................................320Tablo 5: Sovyet Ağır Silâh Üretimi (1941-1944) .........................................................320Tablo 6: Kızılordu’nun Savaş Kuvveti (1941-1945) ....................................................320Tablo 7: Kızılordu Kayıpları (1941-1945)....................................................................321Tablo 8: Küçük Mihver Ülkeleri’nin Doğu Cephesi’ndeki Kayıpları (1941-1945) .....321Tablo 9: Kızılordu Ağır Silâh Kayıpları (1941-1945) ..................................................321Tablo 10: Millî Savunma Bakanlığı’na ayrılan bütçeler (1938-1945) (TL) .................322Tablo 11: Dış Ticareti Verileri (1939-1945) (milyon dolar).........................................322Tablo 12: 1939-1945 Arası Krom Üretimi (ton)...........................................................322Tablo 13: 1943-1945 Arasında Basında Tiraj Durumu.................................................323Tablo 14: 1939-1945 Arasında Gazeteleri Kapatma Kararları .....................................323
ŞEMALAR:Şema 1: 1943 Ocak Sonlarında, Don Sektörü’ndeki Sovyet Kuvvetleri (Güneybatı Cephesi).........................................................................................................................310Şema 2: 1943 Ocak Sonlarında, Don Sektörü’ndeki Alman Kuvvetleri ......................310Şema 3: Şahika Harekâtı Alman Muharebe Düzeni .....................................................311Şema 4: 7 Ağustos 1943’te Kursk’un Güney Kesimindeki Sovyet Gücü ....................314Şema 5: 7 Ağustos 1943’te Kursk’un Güney Kesimindeki Alman Gücü.....................314Şema 6: “E” Ordular Grubu Yapılanması (Ocak 1943)................................................316Şema 7: “E” Ordular Grubu Yapılanması (Haziran 1943)............................................316Şema 8: “E” Ordular Grubu Yapılanması (Ordu Seviyesinde, Ekim 1943) .................317Şema 9: “E” Ordular Grubu Yapılanması (Ordu Seviyesinde, 26 Aralık 1943) ..........318Şema 10: “E” Ordular Grubu Yapılanması (Ordu Seviyesinde, 15 Haziran 1944) ......318Şema 11: Barbarossa Harekâtı Öncesinde Türk Kara Kuvvetleri Yapılanması ...........324
HARİTALAR:Harita 1: Barbarossa Harekatı 1941 ..............................................................................326Harita 2: Stalingrad Ve Kafkaslar 1942........................................................................326Harita 3: Kursk Muharebesi Öncesi Tarafların Durumu 1943......................................327Harita 4: Sovyet Taarruzları 1943-1944 .......................................................................327Harita 5: Kırım’ın Kurtarılması 1944 ...........................................................................328Harita 6: Kızılordu’nun Bulgaristan’a Girişi ................................................................328Harita 7: Sovyet Taarruzları 1945.................................................................................329Harita 8: Berlin İç Savunma Hattı’nın Çöküşü 1945 ....................................................329
xiii
BELGELER:Belge 1: Savaş Sırasında Gelen Alman Silâhları ..........................................................325
RESİMLER:Resim 1: Krom Karşılığı Alınan Pz-IVG......................................................................330Resim 2: Savaş Başındaki Sovyet Menşeli T-26B-2 Tankı ..........................................330
xiv
ÖNSÖZ
Türkiye, İkinci Dünya Savaşı’nda Doğu Cephesi yakından takip etmiş ve zaman zaman
izlediği politikaları buradaki olaylara göre ayarlamıştır. Türkiye’de İkinci Dünya
Savaşı’nda Doğu Cephesi ve Türkiye arasındaki bu etkileşim üzerine henüz bir çalışma
yapılmamıştır. Görünen o ki, sadece Turancılık sorunu ile ilgili çalışmalarda yer yer
Doğu Cephesi ile bağlantı kurulmaktadır.
Türkiye’de çok yaygın olmayan Askerî Tarih çalışmaları içinde, bu dalda belki de en az
rastlanan araştırmaların söz konusu olduğu İkinci Dünya Savaşı çalışmalarına katkıda
bulunacağını düşündüğümüz bu araştırma, bir yandan Doğu Cephesi harekâtlarını ele
alırken, bunların Türkiye ile bağlantısını göstermektedir.
Bu çalışmada Doğu Cephesi’nde yapılan muharebeler bazı detaylarla birlikte harekât
seviyesinde anlatılırken, Türkiye’nin bu muharebeleri yakından takip ettiği daha çok
stratejik seviyede incelenmiştir. Bazı kesin muharebeler, yarattıkları etkin sonuçlar
yüzünden Türkiye’deki Doğu Cephesi bağlantılı gelişmelerin olduğu bölümlerde
vurgulanmıştır.
Yazım sırasında yapılan ek araştırmalar sayesinde, tümenler incelenirken tek tek
kuruluş, yok ediliş ya da lağvediliş, tekrardan kuruluş tarihleri ve savaştıkları yerlerin
tarihlere göre uygunluğuna dikkat edilmiştir.
Aynı şekilde komutanların verilişinde birliğin o zamanın tarihi ve durumu ile ilişkisinin
yanı sıra, rütbelerini aldıkları tarihlere dikkat açısından titizlik gösterilmiştir.
Çalışmam sırasında bana yardımcı olan, öncelikle tez danışmanım Doç. Dr. Mehmet
Seyitdanlıoğlu’na teşekkür ederim. Aynı şekilde yardımlarını esirgemeyen Prof. Dr.
Özkan İzgi’ye, Doç. Dr. Mehmet Özden’e ve Doç. Dr. Gümeç Karamuk’a da teşekkür
ederim.
xv
Araştırmam sırasında sağladıkları kolaylıklardan dolayı Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi
çalışanlarına da ayrıca teşekkür ederim.
Tezin yazımı sırasında benden maddi, manevi desteği esirgemeyen anneme ve
yazılarımı bilgisayara aktarmamda yardımcı olan Mehtap Çamkerten ile Uygar
Umulu’ya da minnettarım.
1
GİRİŞ
1. KONUNUN AMACI, SINIRLANDIRILMASI VE YÖNTEM
Bilindiği üzere tezin konusu İkinci Dünya Savaşı’nda, Doğu Cephesi’nde Almanlar ve
Ruslar arasında sürdürülen mücadele ile Türkiye’nin bu mücadeleden etkilenmesi
olarak seçilmiştir. Dolayısıyla önce birbirinden bağımsız olarak Türkiye’nin şartları ile
ardından Doğu Cephesi’nde yaşanan muharebeler verilerek, sonrasında aradaki
etkileşmenin anlatılması suretiyle konuya ışık tutulması hedeflenmiştir.
Konunun seçilmesinin öncelikli sebebi, Türkiye’de İkinci Dünya Savaşı ile ilgili özgün
araştırmaların sayılı olması, Doğu Cephesi üzerine ise olmamasıdır. Halbuki, İkinci
Dünya Savaşı boyunca açılan cepheler arasından, 1941 Haziran’ı ile 1945 Mayıs’ı
arasında Türkiye’yi en çok etkileyen Doğu Cephesi olmuştur. Konuyla ilgili bu
boşluğun doldurulmasında bir adım olacağına inandığımız bu araştırmada, Türkiye ile
Doğu Cephesi olaylarının Türkiye’yi nasıl etkilediği anlatılarak, Doğu Cephesi’nin ana
aktörleriyle Türkiye’nin ilişkileri konusunda bilgiler sunulmaktadır.
İkinci Dünya Savaşı, Dünya Savaş Tarihi’nin en muazzam savaşı, Doğu Cephesi de bu
savaşın en büyük cephesi olmuştur. Burada en büyük denirken, sadece Doğu
Cephesi’ndeki muharebelerin büyüklükleri değil, karşılıklı asker ve sivil nüfusun,
kayıpların, coğrafi genişliğin, teknolojik ivmenin ve hizmetlerin de en büyük olduğu
vurgulanmaktadır. O devirde böylesine büyük niteliklere sahip bir cephede, önemli
çıkarları olan tek tarafsız devlet sadece Türkiye idi. Bu yüzden Doğu Cephesi’nin
Türkiye açısından yakından incelenmesi gözden uzak tutulmaması gereken bir
zorunluluktur.
Araştırmada Doğu Cephesi muharebeleri özellikle odak noktası olarak kabul edilmiştir.
Çünkü, bu muharebelerin sonunda Doğu Cephesi’nden çıkacak kesin sonucun
Türkiye’nin kaderini çizeceğine yoğun bir şekilde inanılmaktaydı. Dolayısıyla hem
2
Türkiye’nin savaşa girip girmeyeceği, girerse kimin safında yer alacağı, bu durumda ne
gibi kazanımları olacağı gibi soruları, hem de Türkiye niye savaşa erken girerek
elindeki bazı fırsatları değerlendirmedi gibi diğer spekülatif soruları sormak için Doğu
Cephesi’nde yaşanan olayların gelişimini ve boyutunu iyi tahlil etmek gerekmektedir.
Çalışma boyunca yoğun istatistik verilere başvurulması, Doğu Cephesi’nin ve
taraflarının boyutunu gözler önüne sermektedir. Aynı doğrultuda, geniş savaş
potansiyeli olan aktör ülkelerin neden bazı küçük devletlere ihtiyaç duydukları
konularının açıklanması da sözlü ve sayısal verilerle desteklenmektedir.
Konunun sınırlandırılması ise otomatikman hem bölge, hem de zaman olarak Doğu
Cephesi’ne bağlıdır. Coğrafi alan Almanya’nın doğu kesiminden Urallar’a kadar olup,
Bulgaristan, Avusturya ve İskandinavya da dahildir. Ancak çalışma, cephenin etki ya da
harekât açısından ilişkilendirildiği Yunanistan ile Yugoslavya’yı da kısmen
kapsamaktadır. Zaman sınırlandırması ise Barbarossa Harekâtı’nın başladığı 22 Haziran
1941 ile Çekoslovakya’daki son silâhın susup, son Alman gruplaşmasının teslim olduğu
12 Mayıs 1945 arasındadır. Ancak Türkiye’nin, Almanya’nın ve Rusya’nın hazırlığı
açısından 1941 öncesi bilgilerine de kısaca başvurulmaktadır.
2. ARAŞTIRMA VE BAŞVURULAN KAYNAKLAR
Konu üzerine doğrudan yazılı bir esere rastlanmamıştır. Genellikle alt konular ile ilgili
ve az sayıda kitap çalışlması mevcut olup, İkinci Dünya Savaşı genelini anlatan bazı
çalışmalar bulunmaktadır. Yabancı yayınlarda Doğu Cephesi üzerine eserler mevcutken,
Türkiye’de çıkan yayınlarda savaş zamanında “Türkiye’nin dış politikası” ve aynı
dönemde “Turancılık ve dış Türkler” konuları üzerine çalışmalara rastlanmaktadır.
Konuya ilişkin arşiv çalışması, Türkiye’deki Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, Meclis
Arşivi’nden döneme ait Kavanin Mecmuası ve TBMM Zabıt Ceridesi sayılarından elde
edilen resmi belgeler ve Millî Kütüphane Arşivi’nden yapılan gazete taramasından
oluşmaktadır.
3
Ayrıca Ö. Andaç Uğurlu’nun 1939 ve 1944 arasında Sovyet ve Alman dışişleri
bakanlıklarının arşivlerinde Türkiye ile ilgili yer alan belgelerden derlediği “2. Dünya
Savaşı’nda Türkiye Üzerine Gizli Pazarlıklar” kitabındaki belgelerden ve Joseph
Stalin’in savaş sırasındaki önemli konuşmalarının toplandığı “The Great Patriotic War
of the Soviet Union” adlı kitaplar da mevcuttur “Soviet Documents on the Use of War
Experience” ve “Soviet Tactical Doctrine in WWII” araştırmada kullanılan diğer arşiv
bilgisi içeren kitaplardır.
1940’lardan kalma Signal, Cephe ve Der Adler dergilerine, ender olsalar da
rastlanmaktadır. Bu dergiler savaş sırasında propaganda amacıyla çıkarılmış süreli
yayınlardır. Alman kaynaklı Signal bir çok dilde çıkartılarak Avrupa’ya dağıtılırken,
Kahire’de basılan Cephe ise İngilizler tarafından Türkiye için hazırlanmıştır. Bunlar
cephelerden verilen haberler ile, yurt cephelerinden bilgilerin yanısıra kültür ve moda
gibi bir çok konuda tanıtım sağlamaktaydı.
Konuya ışık tutan ikinci grup kaynaklar ise savaş sırasında görev yapan, askerler ve
siyasetçilerin hatıralarını anlatan kitaplardır. İlişkin konularda çalışan araştırmacıların
öncelikli olarak kullandıkları bir kaynak “Halder’in Günlüğü” olup, Charles Burdic ve
Hans-Adolf Jacobsen tarafından düzenlenmiştir. Bu kaynak, 1941 ve 1942 boyunca
Doğu Cephesi’ndeki çarpışmalarla ilgili notların yanısıra stratejik planların da gün gün
anlatıldığı bir hatırat olup, Doğu Cephesi ve Türkiye bağlantısı ile ilgili önemli ipuçları
vermektedir. Bunun arkasından Heinz Guderian’ın iki ciltlik “Bir Askerin Anıları” ile
Mareşal1 Erich von Manstein’ın “Kaybolan Zaferler” adlı anı kitapları gelmektedir ki,
özellikle Manstein’ın kitabında muharebelere bağlı olarak Türkiye’ye bazı göndermeler
1 Farklı ülkelerin ordularında kullanılan rütbeler, bazı karışıklıklara neden olmaktadır. Örneğin İngiliz Hava Kuvvetleri’ndeki “Marshal” hava kuvvetleri generali olup, birçok çeviride yanlış bir şekilde mareşal olarak çevrilmektedtir. Alman rütbelerinde ise, Generalmajor, Generalleutnant, General der Infanterie/Artillerie/Panzer/Flieger, Generaloberst şeklinde artan general rütbeleri, Amerikan ordusunda Brigade General, Major General, Lieutenant General ve Colonel General olarak, Türkiye’de ise Tuğgeneral, Tümgeneral, Korgeneral ve Orgeneral olarak karşılık bulmaktadırlar. Burada en çok karşılaşılan sorun, Alman Generalleutnant rütbesinin Amerikan Lieutenant General rütbesine değil, Major General rütbesine, Generalmajor rütbesinin ise Brigade General rütbesine denk olmasıdır. Sovyetler Birliği’nde ise Mareşal rütbesinin basamakları bulunmaktadır. Mareşal, Almanya’da Generalfeldmarschall, İngiltere’de Field Marshal, Sovyetler’de ise Marshal of the Soviet Union rütbesiyle birdir. Bu konularda daha çok İngilizce kaynaklı eserlerden çeviri yapıldığı için, bazı Türkçe çeviri kitaplarında ya da alıntılarda İngilizce kaynaklardaki hatalar tekrarlanmaktadır.
4
mevcuttur. Doğu Cephesi’ndeki muharebelerde yaşananları, hem yaşayanların anılarını
toparlayarak, anlatan hem de o sıralarda Almanya’da üst düzey resmi görevlerde
bulunduğu için stratejik ve harekât düzeylerinde konuları takip eden Paul Carell’in
Doğu Cephesi muharebelerini hem taktik seviyedeki olaylardan örnekler vererek, hem
de stratejik ve harekât düzeylerinde bilgilerini ve yorumlarını sunarak üç ciltlik
“Barbarossa Harekâtı” eseri de öncelikli kitaplar arasına alınmıştır. Ek olarak B.H.
Liddell Hart’ın iki ciltlik “Hitler’in Generalleri Konuşuyor” kitabında da bir çok Alman
generalinin anıları mevcuttur. Mareşal Georgiy Jukov’un anılarından oluşan “Mareşal
Jukov”, Orgeneral Sergei M. Shtemenko’nun anılarından oluşan “İkinci Dünya
Savaşı’nda Rus Harekâtı” ve Orgeneral V. I. Chuikov’un “The End of the Third Reich”
kitapları da Sovyet tarafı ile ilgili olayları birinci elden aktarmaktadır.
Aynı dönemde yaşayan Türk devletadamlarının yazdıkları anı kitapları da mevcuttur.
Öncelikle Hüsrev Gerede’nin 1941 ve 1942’deki Doğu Cephesi ve Türkiye bağlantısına
doğrudan kanıtlar sunan anı kitabı “Harb İçinde Almanya” sayılabilir. İsmet İnönü’nün
“Hatıralarım” ve notlarının kaydedildiği “Defterler”, Faik Ahmet Barutçu’nun “Siyasî
Anılar” ve Necmi Osten’in “2. Dünya Savaşı’nın Bilinmeyen Yanları”, Feridun Cemal
Erkin’in “Dışişlerinde 34 yıl” kitabının birnici cildi ve Kazım Karabekir’in “Ankara'da
Savaş Rüzgarları: II. Cihan Harbi: CHP Grup Tartışmaları” yazıda kullanılan
kaynaklardandır.
Çalışmanın Türk Ordusu ile ilgili bölümüne katkısı olan “Türk Subaylarının İkinci
Dünya Savaşı Anıları”, Doğu Cephesi’nde savaşan ve yaşadığı olayları Türkiye ile
bağlantılı olarak anlatan Cabbar Ertürk’ün “Bir Türk’ün II. Dünya Savaşı Hatıraları” ve
savaşa katılan Türklerle yapılan röportajları aktaran Cengiz Özkarabekir’in “Her
Cephe’de Savaştık” kitapları araştrmada kullanılan bazı anı kitaplarıdır.
Konuya yardımcı üçüncü kaynak grubu ise ikincil kaynakların oluşturduğu kitaplar ve
dergilerdir. Bu kaynaklar, gün geçtikçe İkinci Dünya Savaşı ile ilgili yeni bilgilerin ve
yorumların belirdikleri düşüncesiyle geç tarihlerde yapılan araştırmalarla artmaktadır.
Örneğin, 1989’da Sovyetler Birliği’nin dağılmasının yeni bilgiler ışığında yapılan yeni
yorumlarda geniş bir payı olduğu görülmektedir. Ayrıca askerî tarihçilerin öncelik
5
verdikleri ve önerdikleri çalışmalar da bulunabilirlikleri oranında temin edilerek
kullanılmıştır. Bunların arasında David M. Glantz’ın “When Titans Clashed”, “The
Siege of Leningrad 1941-1944” ve “From the Don to the Dnepr”, Peter G. Tsouras’ın
“Fighting in Hell: The German Ordeal on The Eastern Front” ve The Great Patriotic
War., Paul Carell’in “Stalingrad”, “Stalingrad'ın Sonrası”, “Kursk Savaşı”, John
Keegan’ın “Barbarossa”, B.H. Liddell Hart’ın “The Red Army” ve iki ciltlik II. Dünya
Savaşı Tarihi”, Richard J. Overy’nin “The Air War 1939-1945” ve “Russia's War Blood
Upon the Snow”, Kenneth Macksey’in”Panzer Birlikleri”, “The Partisans of Europe in
World War II” ve “Military Errors of World War Two” kitaplarını sayabiliriz.
Doğu Cephesi muharebelerinin geneli hazırlanırken, rehber olarak John Keegan’ın
genel editörlüğünü yaptığı “The Times Atlas of the Second World War” 2. Dünya
Savaşı atlası, yine John Keegan’ın editörlüğünü yaptığı “The Rand McNally
Encyclopedia of World War II” ve Bryan Perrett’ın savaş sözlüğü “The Battle Book” ve
diğer savaş sözlükleri ön plana çıkmaktadır.
Türkiye’de basılan ve İkinci Dünya Savaşı konusunda en kapsamlı kitaplar olduğunu
söyleyebileceğimiz Osman Öndeş’in “2. Dünya Savaşı 1939-1945” ve Kâmuran
Gürün’ün “Savaşan Dünya ve Türkiye: 3 SAVAŞ 1939-1945” kitaplarıyla yine o
dönemin Türkiyesi ile ilgili yazılmış olan en kapsamlı kitap olan Cemil Koçak’ın iki
ciltlik “Türkiye’de Millî Şef Dönemi” göze çarpmaktadır.
Ek olarak, araştırma içinde Yücel Güçlü’nün hazırladığı “The Life and Career of a
Turkish Diplomat: Cevat Açıkalın”, Michael Bloch’un hazırladığı “Ribbentrop” ve
Albert Seaton’ın hazırladığı “ Stalin” gibi biyografi kitapları da mevcuttur.
Konu ile ilgili istatistikler için doğrudan John Ellis’in “The World War II Databook”
çalışması mevcut olup, Alexander Werth’in “Russia at War”, John Erickson’un “The
Road to Berlin”, “David Glantz’ın “When Titans Clashed” ve John Keegan’ın “The
Times Atlas of the Second World War” kitaplarında özellikle yer verilmektedir.
6
Yardımcı kitaplar arasında konuyla dolaylı ilgisi olan çok sayıda sözlük, teknik kitaplar
ve ansiklopediler de mevcuttur. Örneğin Almanca teknik terimler için orjinali 1944’te
Amerikan Savaş Bakanlığı tarafından basılan İngilizce çevrimli “German Military
Dictionary” ve 1904’ten günümüze askerî harekâtların kod isimlerini içeren
“Codeworde Dictionary” kitapları mevcuttur.
7
BİRİNCİ BÖLÜM: ALMAN SOVYET SAVAŞI’NI HAZIRLAYAN
ŞARTLAR VE TÜRKİYE
1.1. ALMAN-SOVYET SAVAŞI’NIN ARKAPLANI
Almanlar’ın doğu yayılmacılığının teorik çerçevesini ünlü jeopolitikçi Profesör Karl
Haushoffer henüz 1920’lerde çizmişti. Hitler Almanyası’nın, Lebensraum diye
adlandırılan yaşam alanı politikasının uygulanması için açıkça Sovyetler Birliği’nin
Avrupa’da bulunan topraklarına ihtiyacı vardı. Hapiste “Kavgam” kitabını hazırlarken,
Haushoffer kendisiyle görüşmeye gelmiş ve Adolf Hitler’i etkilemişti. Dolayısıyla
Barbarossa Operasyonu’nun temeli de teorik olarak 1920’lerin sonlarında atılmış
oluyordu.
1930’lara gelindiğinde Avrupa’da savaş rüzgarları esmeye başlamıştı.1932’de İnönü ile
görüşmesinde Stalin, “büyük bir harp için hazırlandıklarını” söylemişti (İnönü
2001:253). Sovyetler öncelikli güvenlik önlemlerini Almanya’yı tehdit görerek
alıyordu.Ancak 1939 Ağustos’unda Almanya ve Sovyetler Birliği bir pakt imzalayarak
sırtlarını birbirlerine dayamış ve çevrelerindeki güçsüz ülkeleri işgale başlamışlardı.
Hitler, Rusya’yı eninde sonunda yokedecekti. Molotov-Ribbentrop Paktı’nın
imzalanmasıyla hayal kırıklığına uğrayan Japon Büyükelçisi General Oshima’ya,
Hitler’in “Müsterih ol, müşterek düşmanımız Moskova’ya karşı birlikte çalışacağımız
zaman uzak değildir” dediği bilinmektedir (Gerede 1994:313). Ankara çevrelerinde de
Alman-Sovyet Paktı’nın sürekli olamayacağı kanısı vardı. Birinci Dünya savaşından
Almanya’nın elinden alınan müstemlekeler ve Hitler’in “Kavgam” kitabında yeni
yerleşim yerlerini Rus topraklarında araması, er geç iki devletin savaşacağının bir
işaretiydi (Osten 1992:84).
8
1939’un ilk yarısında Avrupa’daki birçok küçük devleti de korumasına alacak İngiliz-
Fansız-Sovyet Paktı’nın imzalanmasına yaklaşılırken, Almanya ile Rusya’nın ani
yakınlaşması bu çabaları bir anda yok etmiştir. Alman Dışişleri Bakanı Joachim von
Ribbentrop ve Sovyet Dışişleri Bakanı Molotov tarafından hazırlanan Alman-Sovyet
Paktı 23 Ağustos 1939’da imzalandı. Pakt, ilk meyvesini sekiz gün sonra verdi ve
Almanya Polonya’ya savaş ilan etti.1
1.2. İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NIN İLK YILLARINDA ALMAN
ZAFERLERİ
Almanya 1 Eylül 1939’da Polonya’ya saldırdı. İki gün sonra İngiltere ve Fransa
Almanya’ya savaş ilan ettilerse de Polonya’ya yardım edemediler. Ülke üç hafta kadar
kısa bir süre içinde düştü. 17 Eylül’de de Sovyet birlikleri ülkenin doğusuna girerek
işgal ettiler.2 Polonya iki ülke arasında paylaşılmış oldu. 1939-40 kışı sakin geçtikten
sonra Müttefikler’in Norveç’e çıkacaklarını anlayan Almanlar 9 Nisan 1940’ta
eşgüdümlü bir harekâtla Danimarka ve Norveç’i denizden ve havadan işgal etmeye
başladılar. Danimarka işgalin başladığı gün düşerken, Norveç’in tamamının istilâsı
Haziran başını buldu.
Bu arada beklenen asıl savaş, 10 Mayıs 1940’ta Batı Cephesi’nin açılmasıyla başladı.
Kış boyunca hazırlanman Alman birlikleri, eşzamanlı bir harekâtla Hollanda, Belçika ve
Lüxemburg’u çiğneyerek Fransa’ya saldırdı. Yeni savaş anlayışının gerisinde kalmış
olan Fransa da ancak beş hafta dayanabildi. Akabinde gözlerini Britanya’ya diken
Hitler, Luftwaffe’yi yoğun bombardımanla buradaki hava gücünü yokederek yapılacak
Alman çıkartması için gerekli şartların hazırlanmasını istedi. Ancak Britanya Hava
Savaşı’nda istediğini alamayan Almanlar, 1941 Eylül’ünden sonra tekrar doğuya
yöneldi.
1 İnönü, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’na Almanya ve Rusya arasındaki pakt ile ilgili fikirlerini sorduğunda, Yakup Kadri Almanlar’ın bunu o kadar ciddiye almadıkları ve Finlandiya’da Kızılordu’nun düştüğü durumun Almanya’yı heveslenirebileceği doğrultusunda iki farklı Berlin izleniminden bahsetmişti (Karaosmanoğlu 2004:222).2 Sovyetler, 1939’da Polonya’ya girişlerinde 996 ölü ve 2002 yaralı vermişlerdir (Glantz 1995:17).
9
Almanlar, Sovyetler’in Balkanlar, Boğazlar ve Baltık çıkışı ile ilgili sıkıntılarını bilerek,
bu bölgelerdeki etkilerini önlemek isiyorlardı. Macaristan, Romanya ve Bulgaristan’ın
1940-41 kışında Mihver’e katılmasıyla Sovyetler’in Balkanlar’a doğru yayılmasına ilk
önlem alınmış oldu. Baltık çıkışındaki Kattegat ve Skagerrak boğazları zaten 1940
Nisan’ındaki Weserübung Harekâtı ile Almanlar’ın kontrolüne geçmişti. Geriye
Ruslar’ın Avrupa’da öncelikli çıkarı olduğu tek konu Boğazlar kalmıştı ki, burası
Ruslar ile Almanlar’ın kesin olarak ayrıldığı nokta oldu. Buna dayanarak Boğazlar’ın
İkinci Dünya Savaşı’nın kaderini değiştirecek olan Doğu Cephesi’nin açılmasında
önemli bir rol oynadığını düşünebiliriz. Ancak Doğu Cephesi’nin açılmasındaki asıl
neden, Rus-Fin Savaşı’nda Kızılordu’nun düştüğü durumdan dolayı Sovyet gücünü
yanlış hesaplayan Hitler’in, Kızılordu’nun işini henüz güçlenmeden bitirerek Rus
Stepleri’ni Lebensraum için faaliyete geçirme isteğiydi.
1.3. İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NIN İLK YILLARINDA SOVYET
YAYILMACILIĞI
Almanlarla pakt imzalarken Mançurya’da Japonlar ile çatışma halinde olan Kızılordu,
bu pakt sayesinde yayılmacılıklarını Avrupa’da da sürdürme fırsatı buldular. 17
Eylül’den başlayarak Polonya’nın doğu kesimini işgal eden Ruslar, 30 Kasım’da
Finlandiya’ya saldırarak buradaki taleplerini güç kullanarak elde etmeye çalıştılar.
Ancak Finlandiya kış şartlarını son derece verimli kullanarak Ruslar’ı durdurmayı
başarınca, savaşın ikinci aşamasında daha çok birlik yığarak ve korkunç kayıpları göze
alarak Fin savunma hattını yarmayı başaran Sovyetler, 13 Mart’ta Finler’e taleplerini
kabul ettirerek antlaşma imzaladılar. Kızılordu 15-17 Haziran 1940’ta Letonya,
Litvanya ve Estonya’yı da işgal ederek düzenledikleri seçimlerle buraları Sovyetler
Birliği’ne kattılar. 30 Haziran’da ise Sovyet birlikleri Romanya’nın Besserabya ve
Bukovina bölgelerine girdiler.
1939-1940 yıllarında, Avrupa’daki Sovyet yayılmacılığı Almanlar’ı düşündürüyordu.
Polonya’nın doğusunu işgal ettikten sonra Finlandiya’ya da saldıran ve istediklerini alan
Ruslar Fin Körfezi’nin güvenliğini sağlamışlar, Baltık ülkelerini işgal ettikten sonra da
10
Baltık’ın doğu kesimi Sovyet donanmasının kontrolüne girmişti. Ayrıca Sovyet silâh
teknolojisinin de hızlı atılımlar içinde olduğu bilinmekteydi. 1940 Kasım’ındaki Berlin
görüşmelerinde Molotov, Ribbentrop’un teklifini reddetmiş, görüşmeler artık fazla bir
şey getirmeyeceğinden kesilmişti (Bloch 2003:343).1 Türkiye’deki Alman Büyükelçisi
Franz von Papen ise Molotov’un taleplerini Türkler’in öğrenmesinden “Türkler
Müttefikler’in tarafına kayar” diye endişe duyuyordu (Gerede 1994:158).
1.4. SAVAŞIN BAŞINDA TÜRKİYE
Türkiye bir yandan yetersiz olanaklarını hızla güçlenmeye seferber ederken, diğer
yandan da dış ilişkilerini kontrollü bir şekilde geliştirerek ittifak kurma peşindeydi.
Kendini yakın gördüğü Batılı Müttefikler’den beklediği ittifak, savaş başladıktan kısa
bir sonra gerçekleşmiş2 ve 19 Ekim 1939’da Türk-İngiliz-Fransız Antlaşması
imzalanmıştı. Ancak savaşın başı Batılı Müttefikler’in istediği gibi gitmemiş,
Avrupa’nın en güçlü ordusu olarak kabul edilen Fransa’nın 1940 yazında çökmesiyle
sadece İngiltere ayakta kalabilmişti. Bu da yetmezmiş gibi İngiltere’den sonra
Avrupa’nın en güçlü donanmasına sahip olan İtalya da Almanlar’ın yanında savaşa
girdiğinden, dengeler İngilizler’in aleyhine tamamen bozulmuştu.3
1 12-14 Kasım’daki Berlin görüşmelerinde Ribbentrop, Molotov’a Sovyetler’in sıcak denizlere açılmasının İran Körfeai ve Arap Denizi üzerinden olması gerektiğini söylerken, belirsiz bir şekilde Türkiye’nin Boğazlar’dan Sovyetler Birliği’ne geçiş serbestliği sağlayabileceğini de eklediğinde, Molotov’dan “... açıklığın nüfuz alanlarının sınırlandırılması açısından gerekli olduğu” şeklinde bir yanıt almıştı. Berlin görüşmeleri çıkmaza girdikten kısa bir süre sonra, 26 Kasım’da Molotov Alman Büyükelçisi Schulenburg’a taleplerini “Sovyetler’in İran Körfezi’ne genişlemesi, Finlandiya’yı ilhak etmesi Bulgaristan’ın korumacısı olması, Türkiye’de üsler kurması ve Japonlar’dan Güney Sahalin’i alması” olarak bildirmiş, Hitler ise bu teklif karşısında Ribbentrop’a yanıt göndermemesini söylemişti (Bloch 2003:341-343).2 Molotov-Ribbentrop Paktı’nın imzalanmasından sonra, İngiltere ve Fransa Türkiye’nin de bu pakta kaymasından endişelenerek acilen Türkiye’yi somut bir antlaşma ile kendi taraflarına bağlamak istiyorlardı (Deringil, 1994:81-82).3 Bir Fransız falcı, Türkiye’de 1939’da büyük bir deprem olacağını söylemiş ve o sene içinde Erzincan Depremi meydana gelmişti. Aynı falcı 1940’ta Rusya’nın parçalanacağını, İtalya’nın yenilerek perişan duruma düşeceğini ve Türkiye’nin bir yılda geçireceği değişikliğin büyük bir imparatorluk olarak kendini göstereceğini, İngiltere’nin dağılma tehlikeleri geçirdikten sonra tahta çıkacak Kral Edward sayesinde eski gücüne kavuşacağını ve Almanya’nın yenilmiş bir Hitler yönetiminde küçüleceğini, dolayısıyla demokrasilerin galip geleceğini söylemiştir (Barutçu 1977:329).
11
1.4.1. Barbarossa’ya Doğru Türkiye
Molotov, 7 Nisan 1939’da İngilizler’e gönderdiği metinde İngiltere, Fransa ve
SSCB’nin özel bir karşılıklı yardım antlaşması için Türkiye ile birleşik görüşmelere
girmesinin gerekliliğinin kabul edilmesini istemiş, 15 Nisan 1939’da Türkiye’deki
Sovyet Maslahatgüzarı’na gönderdiği telgrafta Karadeniz ve Balkanlar’daki yeni
duruma ilişkin Türkiye ve SSCB arasında karşılıklı danışmalarda bulunmak ve saldırıya
karşı olası savunma önlemlerini belirlemeyi düşünüyor, Tiflis ya da Batum’u
Türkiye’ye verebileceğini söylemişti (Uğurlu 2003:36). Türkiye ise “Mihver’in
Avrupa’da üstünlüğü elde etme politikasına karşı mücadele etmeyi görev sayıyor,”
Almanya’ya karşı Alman saldırısının kendisine doğrudan bir tehdit oluşturması
durumunda harekete geçeceği de biliniyordu (Uğurlu 2003:41-44). Ancak pek
güvenmediği Rusya’ya karşı da temkini elden bırakmıyordu.
Almanlar’ın Moskova Büyükelçisi 17 Eylül 1939’da Berlin’e gönderdiği mektubuyla,
Stalin’in ağzından “Türkiye’nin Rusya ile Boğazlar ve Balkanlar ile ilgili bir yardım
paktı imzalanmasını teklif ettiğini” iletmişti. Ribbentrop, bunu Türkiye’yi
Müttefikler’den kopartabileceği için olumlu bulup, Molotov’un konunun üzerine
gitmesini istedi. Ancak Molotov bundan Ekim başında vazgeçmişti (Aydemir 2000:168-
170). Sovyet liderlerle görüşmek için 21 Eylül’de yola çıkan Dışişleri Bakanı
Saraçoğlu, 25’inde Moskova’ya vardı (Jaescke 1990:17). Ancak bir dizi görüşmelerden
sonra 20 Ekim’de, yaptığı görüşmelerden hiçbir şey elde edememiş bir şekilde geri
döndü (Aydemir 2000:121).
19 Ekim 1939’da 15 yıl süreli olan Türk-İngiliz-Fransız İttifak Antlaşması imzalandı.
İttifak öncelikle İtalya’ya karşı ve Akdeniz sahnesinde alınmış karşılıklı bir tedbirdi.
Ancak protokol maddesinde Sovyetler’den gelebilecek ikinci bir tehdide karşı alınmış
bir önlem de söz konusuydu.İttifakın maddelerinde Avrupa’dan gelecek bir tehdit üstü
kapalı olarak belirtilmişti. Yine de Almanya, Türkiye’ye o zaman için uzaktı ve
dolayısıyla Almanya’ya karşı savaşa girmek düşünülmüyordu.Bunun yanında,
antlaşmanın ikinci protokolünde Sovyet tehdidinin belirtilmesinde, Boğazlar konusu
yüzünden Türk-Sovyet görüşmelerinin kesilmesinin önemli rolü vardır.
12
1939 Ekim’inde Stalin, Saraçoğlu’ndan hem Türk-İngiliz-Fransız Antlaşması’nın
Sovyetler lehine düzeltilmesini, hem de Boğazlar’ın ortak savunulması için bir pakt
imzalanmasını istemiştir. Ayrıca Almanya’nın Türkiye’ye saldırması halinde
Sovyetler’in serbest kalmasını da sunduğu antlaşma taslağına eklemişti (Deringil
1994:92).1 Stalin, ayrıca görüşmelerde Boğazlar’ın ortak müdafaasını ve Karadeniz’e
sahildar olmayan devletlere ait harp gemilerinin Boğazlar’dan geçemeyeceğine dair
Türkiye’nin Rusya’ya garanti vermesini talep etmiştir (Özbey 1999:538).
1939 sonlarına doğru, Fransızlar ve İngilizler Bakü’deki petrol yataklarını
bombalayarak stratejik bir kazanç elde etmeyi düşünüyorlardı. Von Papen, Fransızlar’ın
Finlandiya’yı kurtarmak için Bakü’yü bombalamak istediklerini ancak Türkler’in kabul
etmeyeceklerini söylemişti (Jacobsen 1988:104, 26 Şubat 1940). Gerçekten de
Saraçoğlu, Müttefik uçaklarının 1940’ta Bakü’deki petrol üretim tesislerini
bombalaması düşüncesini desteklemiş, ancak İran üstünden olmasını istemişti. Türkiye
üzerinden böyle bir saldırının yapılması ise Türkler’i bir “fait accompli” ile savaşa
sokmak demekti (Deringil 1994:100-103). Savaşın gitgide yaklaşacağını hisseden
yetkililer, halkı bilinçlendirmek için 27 Şubat 1940’ta pasif savunma ile ilgili,
İstanbul’da 400.000 yazı dağıtmışlardır (Jaescke 1990:25).
1940 sonbaharından itibaren doğuya dönerek Balkanlar ile ilgilenmeye başlayan güçlü
Almanya için bile Türkiye’ye saldırmak o kadar kolay değildi. Hitler’e göre Bulgaristan
ile birlikte Almanya, Türkiye’ye baskıda bulunsa da, Türkiye Rusya’nın yardımıyla
sessizliğini koruyacaktır (Jacobsen 1988:279, 4 Kasım 1940). Hitler, OKH Kurmay
Başkanı Franz Halder’e Boğazlar’ın Rusya yenildikten sonra halledebileceklerini
söylemiştir. Aynı zamanda Türkiye’ye saldırmanın Rusya işinin ertelenmesine yol
açacağını belirtmiştir. Von Papen de Saraçoğlu’na, “Türkiye’nin topraklarına ve
bağımsızlığına saygı göstermekte olduklarını” söylemesinin Türkiye’nin Avrupa’daki
yeni düzenle işbirliği yapmasını sağladığını söylemiştir (Jacobsen 1988:287-289, 28
Kasım 1940).
1 Bu madde Molotov-Ribbentrop Paktı’nın bir sonucuydu (Deringil 1994:93).
13
Molotov, Almanlar ile imzalanan pakt sayesinde Türkiye’ye karşı pek dostça olmayan
bir tutum sergilemekteydi.1940 Haziran’ında Türkiye’nin Rusya ve Mihver ülkelerine
karşı aldığı tavırdan bahsediyordu. Stalin de, Türkiye’nin Karadeniz’e hakim rol
oynamak istemesi ve Boğazlar üzerinde hakimiyet kurmak istemesi yüzünden
Türkiye’ye karşı Sovyet şüphesinin yoğunlaştığını, Türkiye’nin Batum’u tehdit ettiğini
sezdiğini, Akdeniz’deki İtalyan hakimiyetini tanımasına karşın, Sovyetler’in de
Karadeniz’deki hakimiyetinin tanınması gerektiğini, düşünüyordu (Aydemir 2000:171).
Bu arada Fransa’nın yenilgisiyle birlikte, İnönü’nün von Papen ile görüşmesi “Alman
zaferinin Türkiye’nin siyasetinde bir değişikliğe neden olduğu ve Almanlar’a
yakınlaşmaya başladığı” izlenimini doğurmuştur (Barutçu 1977:106-107).
Berlin, 3 Temmuz 1940’ta Ruslar’a, Fransa’da ele geçirilen bazı belgeleri açıkladığında
bunların arasında Bakü Planı da bulunuyordu. Almanya bunu Türk-Sovyet ilişkilerinin
kopması için yapmıştı ve öylede oldu. Sovyetler Birliği’nin Ankara Büyükelçisi
Terentiev Moskova’ya geri çağrıldı.1 Bununla birlikte Türk basını da Almanya’nın
aleyhine döndü (Koçak 2003, 1:502-503).
Molotov, 1940 Kasım’ındaki görüşmelerin sonunda Finlandiya, Bulgaristan ve
Boğazlar, İran ve Japonya’nın Kuzey Sahili’ndeki hakkı ile ilgili dört maddeli bir
ültimatom niteliğinde bilgi vererek -ki, von Papen’e göre Türkiye Mihver’e katılmazsa
dört devletin Türkiye’ye karşı ortaklaşa harekete geçmesi de bildiriye dahildi,- Hitler’in
Doğu Cephesi hazırlıklarını bir kat daha artırmasına ve 18 Aralık’ta Barbarossa
Harekâtı için emir vermesine yol açmıştır (Gerede 1994:165).2 Hemen ardından 25
Kasım 1940’ta Sovyet temsilcisi Sobolev, Bulgaristan’a giderek Bulgar Kralı Boris’e,
sınırlarında yığınak yapmış Türk birliklerine karşı yardım, hatta Midye-Enez Hattı’na
kadar sınırlarını genişletmeyi teklif etmiş, Kral Boris ise bunu reddetmiştir (Hergüner
1999:192).
17 Ocak 1941’de Sovyet Elçisi Dekanozov Alman Dışişleri’ne bir nota vererek”
Sovyetler Birliği’nin Boğazlar’a ve Balkanlar’a yabancı askerî birliklerin girmesini,
1 11 Eylül 1940’ta Terentiev’in yerine Vinogradov atandı. Vinogradov, 3 Ekim’de güven mektubunu sundu (Jaescke 1990:35-36).2 Molotov’un Berlin’deki görüşmelerinde Finlandiya’daki Alman birliklerinin çekilmesi de sorun olmuştur.
14
kendi çıkar ve güvenliklerine bir darbe sayacaklarını bildirdi (Gerede 1994:169). 17
Şubat 1941’de karşılıklı güven ve dostluğun vurgulandığı Türk-Bulgar Ortak
Beyannamesi yayınlandı (Soysal 2000:641)1 ve Bulgaristan bu sayede 1 Mart’ta
Mihver güçlerine katıldı. Hitler’in İnönü’ye yolladığı 4 Mart 1941 tarihli mesajda söz
ettiği “silâh kardeşliği” ve “arkadaşlık”, aslında artık bir “iktisadi dostluk” şekline
bürünmüştü (Glasneck:15).
Lend-lease kanunu, 11 Mart 1941’de ABD Temsilciler Meclisi’nde kabul edildi.2 ABD
Kongresi bu kanun çerçevesinde yedi milyar dolarlık bir ödenek ayırmışsa da,
Türkiye’ye yardım pratikte İngiltere aracılığı ile yapılacaktı (Barkay 2001:51).
Bu arada Ruslar, Almanlar’ın Doğu Avrupa’daki hareketlenmesinden şüphelenmeye
başlamışlardı. Bu sayede Türkiye’ye karşı yine bir yumuşama politikası gütmeye
başladılar. Bunun sonucunda 25 Mart 1941’de Türk-Sovyet Ortak Beyannamesi
açıklandı. 1925’teki Türk-Sovyet Saldırmazlık Paktı’na atıf yapan beyannamenin
metninde, Türkiye’nin yabancı bir saldırıya maruz kalması durumunda Sovyetler
Birliği’nin anlayışına ve tarafsızlığına güvenebileceği yazılmıştır (Soysal 2000:644).
İngilizler, Türkiye’nin bir rol oynayabileceğini, eğer Rusya savaşa girerse Mihver’in
Avrupa’da çevrelenebileceğini düşünüyorlardı (Jacobsen 1988:303, 13 Aralık 1940).
İngilizler, Ruslar ile müttefik olmak isterlerken, Eden de Türkiye’deki Sovyetler’in
neden oldukları şüpheleri azaltmak istemiş, ancak Molotov’un Berlin’i 1940 sonundaki
ziyareti bunu engellemiştir. Çünkü Türkiye, 1939’daki Alman-Sovyet ittifakının kendini
de yutacağı konusunda antlaşmaya varacaklarından korkmaktaydı (Gorodetsky
1999:284). daha önce bu işlemiş, Polonya, Finlandiya, Beserebya ve Baltık Ülkeleri de
bunun ilk kurbanları olmuştu.
1 Beyanname’nin imzasından sonra Başbakan Refik Saydam’ın verdiği beyanata göre, Türkiye’nin Bulgar sınırındaki yığınağı Bulgarlar’ı endişelendiriyor, Mihver siyasetini etkiliyor ya da bunu bu şekilde gösteriyorlardı. Türkiye ise Bulgaristan’a yönelik tehdidinin bulunmadığını söylüyordu. Beyanname’ye göre Bulgarlar Balkanlar’da her türlü taarruza girişmemek tahhüdünde bulunurlarken, Türkiye’nin de diğer devletlere olan taahhütlerini bozmama şartıyla savunma amaçlı siyasetinin gereğini ifade ediyordu (Barutçu 2001, I:437).2 Önce Amerikan Senato’sundan 60 kabul ve 31 red oyuyla geçen Lend-lease kanunu, 11 Mart 1941’deki oturumda da ABD Temsilciler Meclisi’nde 317 kabul ve 71 red oyuyla kabul edildi (Barkay 2001:51).
15
Ancak Almanya, Balkanlar’da iki aya yakın süren harekât döneminden sonra Türkiye
ile anlaşmayı tercih etti. Öncelikle Rusya’nın işi bitirilecekti. Von Papen 14 Mayıs
1941’de, Ribbentrop’a “İnönü’nün eski dostluk bağlantılarını kurmayı garanti eden bir
anlaşmaya hazır olduğunu” bildirdi (Uğurlu 2003:156).
Barbarossa öncesinde Sovyetler, Türkiye’yi Alman tuzağı konusunda uyararak,
Sovyetler’i şüphelendirecek, gücendirecek ya da Stalin’i Almanlar’a yaklaştıracak bir
hareket yapmamasını söylediler (Gorodetsky 1999:284). Ancak Türkiye çıkış yolunun
Almanlar ile anlaşmakta yattığını bilyorlardı. 17 Haziran’da Bakanlar Kurulu,
Saraçoğlu’nu Türk-Alman Saldırmazlık Antlaşması’nın imza için yetkilendirdi.1
Türkiye, 18 Haziran 1941’de Almanya ile on yıl süreli bir saldırmazlık paktı imzaladı
(Oğuz 1983:359). Antlaşma, 25 Haziran 1941’de hükümet tarafından kabul edilerek
yürürlüğe girdi.2
Alman-Rus karşılaşması Türkiye’yi Rus işgalinden kurtarabilecek bir durumdu. Sonuçta
Ruslar da, Türkler de Almanlar’ın bir diğerini işgal etmesini tercih eder
pozisyondaydılar. Artık Türkiye’ye ortaya çıkacak yeni durumu sömürmek düşüyordu.
1.4.2. Türkiye’nin Durumu
1.4.2.1 Savunma Yapılanması
Türkiye’nin savunma yapılanmasında ciddî eksiklikler mevcuttu. Ordunun yapısı
genelde sağlamdı ve iç güvenlik sorunları tehdit haline gelmeden giderilebiliyordu.
Ülkenin savunma sanayînde de önemli atılımlar yapılmış, Türk mühendisi ile işçisi uçak
üretiminde çeşitli tecrübeler kazanmıştı. 17 milyona varan nüfus, gerektiğinde bir ila bir
buçuk milyona kadar asker çıkartabiliyordu. Batıda yaşanan askerî elişmeler yakından
izleniyor, bir çok büyük devlete askerî öğrenciler yollanıyordu. Her şeye rağmen
ekonomik imkansızlıkların körüklediği yetersiz sanayileşme ve kalifiye işgücünün
1 BCA: 18.01.08.95.51.102 4072 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı, Kavanin Mecmuası DEVRE: VI Cild-22:752-753.
16
azlığı ve bunlara bağlı bir çok yapısal sorun, ulaşımdan kaliteli silâh üretimine kadar
silâhlı kuvvetlerin donanımını son derece olumsuz etkiliyordu. Yerli üretimin sayı ve
kalitesinin kısıtlı oluşu silâhta ihracatı körüklüyor ve bu da ekonomiye sekte vuruyordu.
1921 yılında kurulan Askeri Fabrikalar Genel Müdürlüğü, Anadolu’daki ilk ve ciddî
savunma sanayî altyapısının temelini oluşturmuştur. 1924’te Ankara’da hafif silâh ve
top tamir atölyeleri ile fişek ve marangoz fabrikaları, 1927’de yeni mühimmat
fabrikası, 1928’de pirinç fabrikası, 1931’de Kırıkkale Elektrik Santrali ve Çelik
Fabrikası, 1936’da barut, tüfek ve top fabrikaları, 1943’te de gaz maskesi üretimi için
Mamak Gaz Fabrikası kurulmuştur (Savunma Sanayii 2001:32-33).
Deniz Kuvvetleri, bir ülkenin silâhlanmasındaki en pahalı bölümü oluşturmaktadır.
Buna rağmen Cumhuriyet döneminde kısıtlı da olsa bazı altyapı atılımları yapılmıştır.
1924’te Yavuz Muharebe Kruvazörü’nün bakımı için Gölcük Tersanesi kurulmuş,
1941’de ise Taşkızak Tersanesi tekrar faaliyete geçirilmiştir.
Alman Heinkel, Junkers ve Dornier uçak üreticileri, iki savaş arası dönemde Rusya,
İsveç ve Türkiye’de kurdukları fabrikalarda, Versailles Antlaşması’nı delercesine uçak
üretmişlerdi (Neillands 2003:24). Bu sayede, Türk havacılığı için üretim altyapısının
hazırlanması da TOMTAŞ’ın 1926’da kuruluşu ile başlamıştır. Alman desteği ile
kurulan firmanın Kayseri’de kurduğu tesisler 1928 yılında üretime geçmişti.1 1936’da
özel girişimci Nuri Demirağ’ın İstanbul’da kurduğu uçak fabrikasında da “Nu.37”
koduyla uçak üretimine başlanmış ancak bu fabrika 1943’te dağılmıştır.2 1930’lu
yıllarda, İstanbul Haliç yöresinde özel sektör olarak kurulmuş olan Nuri Killigil tesisleri
de dönemin silâh üreten iki özel firmasından biri olmuş ve burada tabanca, 81 mm.
havan ve mühimmatı, çeşitli tahrip kalıpları, patlayıcı ve yanıcı maddeler ile piroteknik
maddelerin üretimi gerçekleştirilmiştir.
1 Tesislerde 1939’a kadar 15 Alman Junkers A-20, 15 Amerikan Hawk savaş uçağı, 10 Amerikan Fleding eğitim uçağı ve 15 Alman Gotha irtibat uçağı olmak üzere 112 uçak üretilmiş, 1939’dan sonra Hava Kuvvetleri Komutanlığı’na ait uçakların bakımı yapılarak uçak üretimi durdurulmuştur.2 Bu uçaktan 24 adet ile çok sayıda da planör üretilmiştir.
17
Havacılık sanayîndeki ilk büyük girişim Türk Hava Kurumu’nun 1941’de Ankara’da
kurduğu uçak fabrikası olup, bu fabrika 1944’ten itibaren üretime başlamış,1 ayrıca
İkinci Dünya Savaşı sırasında İngiltere’den satın alınan uçakların bakım ve onarımı için
1942-43 yıllarında Malatya’da uçak onarım atölyeleri kurulmuştur (Savunma Sanayii
2001:32-33).
Tüm bu gelişmelere rağmen Türk Harp Endüstrisi zayıftı. Askeri fabrikalarda sadece
tüfek mermisi, havanlar ve küçük çaplı bir tür tanksavar silâhı üretiliyor, atların nal ve
mıhı gibi zorunlu ihtiyaç bile İsveç’ten sağlanıyordu. Savaş öncesinde Beykoz
Fabrikası’nda sığır derisinden yapılan postallar bile kalitesiz olup, bunlar savaş
sırasında İngiliz postallarıyla değiştirilmişlerdir (Türk Subayları 1999:51-52).
Savunma sanayî, çağı yakalamak için yakın takipte olmakla birlikte, hacim ve kalite
olarak gelişmiş ülkelerin oldukça gerisinde kalmıştır. Araştırma ve üretim gayretleri son
derece kısıtlı olduğundan TSK’nın elindeki silâhlar daha çok yabancı ülkelerden ithal
edilerek sağlanmaktaydı.
1.4.2.2. Türk Ordusu’nun Durumu Ve Silâhlanma
Türk Ordusu’nda Ordu İstihbaratı, Deniz Kuvvetleri, Hava Kuvvetleri ve Kara
Kuvvetleri Alman sistemine sahipti. Ancak Deniz Kuvvetleri ve Hava Kuvvetleri
savaşın ilk üç yılında İngiliz sistemine geçmişti. Türk Ordusu’nda Almanya’ya karşı
güçlü bir sempati vardı.2 Alman askerî sisteminin gücü ve yeteneği Türk Ordusu
tarafından yakından takip ediliyordu (Koçak 2003, 1:406-408). Ancak ordu Alman
modelinde olmasına rağmen, genç askerler daha ziyade Müttefik yanlısıydı (Seydi
2006:28). Bu arada Ordu Donatım Teşkilatı henüz mevcut değildi. Genelkurmay
1 Bu fabrikada 80 İngiliz Miles Magister eğitim uçağı, bir miktar iki motorlu ambulans uçağı, THK-10 hafif nakliye uçağı, 60 adet çift kişilik uğur eğitim uçağı ile çok sayıda çeşitli planör üretilmiştir.2 Türkiye’nin Almanya ile ortak bir yanı vardı. Her ikisi de emperyalizme karşı başarılı olmuşlar, biri Yunanlar’ı, öbürü ağırlıklı olarak Fransızlar’ı bozguna uğratırken aslında İngiltere’nin sömürüye dayanan dış politikasını yenmişlerdi. Ancak Almanya, Polonya, Hollanda, Belçika, Lüksemburg, Danimarka ve Rusya gibi ülkelere saldırdığı için kendisinin de emperyalist emeller beslediğini ortaya koymuştur. Türkler ise kendi anavatanlarında savaşarak galip gelmişlerdi. Temelde biri saldıran, diğeri savunan konumunda olduğundan, Türkiye’nin Almanlar ile birlikteliğinden elde edebileceği önemli çıkarlara rağmen Almanya’ya hala şüpheyle yaklaşmış olması son derece doğaldır.
18
Başkanlığı ise önceleri Cumhurbaşkanı’na bağlıyken, 5 Haziran 1944’te Başbakanlık’a
bağlanmıştır (Jaescke 1990:97).
İnönü, katıldığı 12-19 Eylül 1942’deki Çatalca Manevraları’nda yeni tertipte taarruzu
izlemişti. Manevralarda topçuyu kullanmanın eksikliği ve tertipsizliğini, tankların
dermansızlığını, uçakların taarruza katılımının ve kullanımının zayıflığını, top
mevzilerinin hava savunmasının yetersizliğini görmüştü (İnönü 2001:340-341).
Bununla birlikte hem İngilizler, hem de Almanlar, TSK’nın personel sayısını
önemsiyorlardı. Schellenberg, anılarında Türkiye’ye yaptığı seyahatte geçtiği her yerde
Türk Ordusu’na ait birlikler gördüğünü ve bunun kendisini çok etkilediğini söylemiştir
(Schellenberg 1956:382). Ancak bu kadar kişinin askere çağrılmasıyla tarım sektöründe
üretim düşmüş, savaşın tam ortasında ekmek bile karneye bağlanmıştı. Bu durum
orduya da yansımış, 1942 Şubat’ında Türkiye’de ekmek istihkakları % 20 azaltılırken,
ordunun ekmek istihkakı da asker başına 750 grama indirilmişti (Cebecioğlu 1998:353).
11 Mayıs 1942’de ise bu oran günde 600 grama kadar çekilmiştir.1
Barbarossa’nın henüz ilk aylarında 18.000 Sovyet tankını ve 10.000’i aşkın Sovyet
uçağını tahrip etmiş olan Almanya için Türkiye’nin elindeki 200-300 tank ile 200-300
uçağın üstünde durmaya bile değmezdi.2
Ordunun donanımı ağırlıklı olarak bir çok farklı ülkeden ithal edilen silahlardan
oluşuyordu. Bununla birlikte yerli üretim sayesinde kazanılan silahlar da
bulunmaktaydı.3
1 BCA: 10.50.324.27.2 Türkiye’nin hava gücü, uçak ve pilot sayısı ve kalitesi açısından kendisinden daha iyi olan Polonya’nın hava gücüyle karşılaştırılabilir. Polonya’nın hava gücü 1939 Eylül’ünde elinden gelen başarıyı sergilemekle birlikte, Luftwaffe tehdidini bertaraf edememişti.3 Orduda Fransız Hotchkiss ve İngiliz Bren hafif-makinelitüfekleriyle Sovyet Maxim, Fransız Hotchkiss ve Alman Schwartlöse ağır makinelitüfekleri, Somon topu ve 25 mm. Kırıkkale tanksavar topu, Alman Mauser tüfekleri (max. menzil 1200 m., etkili menzil 400 m.), çeşitli tabancalar mevcuttu. Mantelli, Schneider, Krupp topları ile 75/20’lik Bofors dağ topu, Rus ve Alman obüsleri, 105/30’luk Rheinmetall, 105 mm.’lik İngiliz Sahra topu, 150/24’lük Çek Skoda sahra obüsü, İngiliz Vickers-Armstrong uçaksavar topu ve statik mevzilere konuşlandırılmış diğer toplar bulnuyordu (Türk Subayları 1999:51-52). Alman Hükümeti’nin hibesi olarak 1943 Eylül sonunda gönderilen 108 adet 50 mm.’lik Pak-38 tanksavar topları IV. Kolordu’ya verildi. Bunlar, 1.000 m. mesafeden 80 mm.’lik bir zırhı delebiliyorlardı. Bu topların o zamana kadar TSK envanterine giren en iyi toplar olduğu anlaşılmaktadır. Bunlara ait traktörlerin verilmesi de önerilmiş ancak alınmamışlardır (Türk Subayları 1999:249-251).
19
31 Ocak 1944’ kadar Müttefikler’den alınan tanksavar toplarının sayısı da oldukça
artmıştır.1 İngilizler, ayrıca 1940’ta İtalyanlar’ı bozguna uğratmış, çok sayıda hafif ve
ağır silâh ele geçirmişlerdi.Bunlardan tank, top, orta çapta makineli tüfek ve piyade
tüfeğini cephaneleriyle birlikte Türkiye’ye göndermeye söz vermişlerdi.2
Savaş boyunca Türkiye’nin silah ve ekipman ihtiyacını karşılamak için tek ithalat
kaynağı Müttefikler olmamıştır. Ordu envanterindeki eksikliklerin giderilmesi amacıyla
savaş boyunca Almanya,3 İsviçre4 ve diğer bir çok ülkeden de çeşitli silâhlar alınmıştır.
Hatta Türkiye’nin Almanya’dan silâh talebi 1942 Ağustos’unda 400.000.000 RM’ye
ulaşmıştır. Almanlar Bakır ve Krom karşılığında bu talebin karşılanmaya çalışıldığını
belirtmişlerdir. Bu talep Alman üretiminin cepheye göndermekte olduğu ihtiyat
ekipmanı baltalayabilecek oranda yüksekti (Koçak 2003, 1:638-639).5
1 1.500 adet 37 mm., 400 adet 57 mm. ve 38 adet 75 mm.’lik tanksavarlar, 75, 87 ve 155 mm.’lik İngiliz ve Amerikan top ve obüsleri ile 97 mm’lik uçaksavarlar da gelmişti. Ancak bunların bazı parçaları noksandı (Cebecioğlu 1998:367). Bu arada Çanakkale Boğazı’na 305 mm.’lik İngiliz Vickers-Armstrong ve Çekoslovak Skoda topları konuşlandırılmıştı (Koçak 2003, 1:409). 1943’te İngilizler, 350 tank, 48 otomatik silâh, 300’e yakın tanksavar topu, 300 sahra ve orta çaplı top, 200 havantopu, 500’e yakın tanksavar silâhı, 99,000’e yakın otomatik silâh ve diğer silâh türleri, 420 hafif çaplı havantopu ve bir milyona yakın tank mayınının da bulunduğu 80 milyon dolarlık yardım göndermişlerdi (Weisband 2002:147). İngilizler, 1943 Mart’ında 100 lokomotif ve 2.500 adet 15 tonluk vagonu iki parça halinde göndermeyi kararlaştırdıkları zamanise, kömür sıkıntısı çekmeyen Türkiye’nin deniz nakliyatının sekteye uğramış olmasından dolayı güneye yeterli kömür gönderemediğini fark ettiler (Weisband 2002:144-145).2 1941 Şubat’ına kadar İngilizler’den 500 adet 13,9 m’lik tanksavar tüfeği ve 125.620 adet mermisi, 7,7 mm.’lik hafif makineli tüfek için 24 milyon adet mermi, 750 adet 7,9mm. Vickers ağır-makineli tüfek, 76 adet 94mm. uçaksavar ve 76.000 adet mermisi, 75mm.’lik uçaksavar için 6.000 adet mermi, 94mm. uçaksavarlar için 15 adet 1,5 tonluk kamyon, aynı toplar için 99 adet arazi aracı, bir adet tamir aracı, 100 adet sepetli motorsiklet, iki adet 60 metrelik köprü dubası, 20 adet köprü dubası traktörü ve diğer bir çok çeşit gereç alınmıştı (Koçak 2003, 1:326-331, ara ek III).3 Almanya’dan 1938-1939’da sipariş edilen silâhlardan bir çoğu gelmemiştir. 1939 Eylül’üne kadar gelenler; 28 adet 105/52 top ve mühimmatı, 104 adet 75/42 koşulu sahra topu, dört 75/42 motorlu sahra topu, iki adet 150/55 top, 56 adet 37/50 sahra obüsü, 12 adet 37 mm. kara ve hava topu, 80 adet 150/24 obüs, iki 240/28 ağır obüs, bazı uçaksavarlar için dokuz komuta aracı, 434 adet T-6, 40 adet T-7 ve 16 adet T-9 traktör ve bazı diğer malzemeler gelmişti (Koçak 2003, 1:320, ara ek III).4 21 Mayıs 1942’de, 26.160 kilo rafine Bakır satışına karşı, İsviçre’den 20 mm’lik Oerlikon topları için 50.000 zırh delici mermi, 25.000 yangın mermisi ve 25.000 tahrip mermisi ithal edilmesi kararlaştırıldı (BCA:18.01.02.98.42.12).5 Bunların içinde 200 orta sınıf tank ve 1/3’ü modern avcı ve bombardıman uçağı olan 200 uçak, 200 adet 37 mm.’lik Flak 36/37 uçaksavar, 200 adet 20 mm.’lik Flak 30 ya da Flak 38 uçaksavar, 100 adet 75 mm. Pak-40 tanksavar topu ve cephaneleri mevcuttu. 200 tank Almanlar’ın zaman zaman Doğu Cephesi’nde ihtiyaç duyduğu son bir tank tümeninden % 25 daha fazlası demekti. Ayrıca makineli tüfekler, askerî araçlar, tamir araçları, yedek parça, optik araçlar, mayın ve askerî fabrikalar için araç-gereç te talep listesinde mevcuttu. Hitler, talebin düşündüğünden daha geniş kapsamlı olduğunu ama hepsini karşılamaya çaba harcayacaklarını belirtmiştir (Koçak 2003, 1:638-639). Von Papen’in listesine göre Türkiye’nin Almanya’dan verdiği siparişin içinde göze çarpanlar 60 adet Pak 38, 265 adet MG-34, 32 adet Pz-IIIM, 3 adet PzBefWg-IIIK, 35 adet Pz-IVG, bir adet ağır taşıt aracı onarım ve bakım atölyesi ve 60 adet Focke-Wulf 190 idi (Glasneck:193). 1943-1944 yıllarında ise Almanya’dan toplam 72 Focke Wulf FW 190 Aa3, 32 Pz-IIIM, üç PzBefWg-IIIK, 35 Pz-IVG, 108 50mm’lik Pak-38 tanksavar topu, bir
20
Tanklar, İkinci Dünya Savaşı’ndaki silâhlar arasından ana unsur olarak öne çıkmıştır.
Almanlar’ın Blitzkrieg teorisiyle parlayan panzer birlikleri (zırhlı birlikler) savaşın ilk
yarısında muharebelerde baskın rol üstlenmişlerdir. Ancak TSK bünyesindeki tank gücü
az olup, mevcudiyetin çoğu daha savaşın başında modası geçmiş olan Sovyet, İngiliz ve
Fransız tanklarıydı. Halbuki Türkler tanklarla daha Birinci Dünya Savaşı’nda Gaza
Muharebeleri sırasında tanışmışlardı. Bu yeni sınıf, İngilizler tarafından ilk savaşta
geliştirilmiş ve tecrübe kazanmıştır. Ancak İkinci Dünya Savaşı’nda İngilizler, kalitesi
Almanlar’dan çok daha düşük tanklara ve tankı piyade desteği olarak gören klasik
zihniyete sahiplerdi.
İlk kez 1928’de tank alımına giden Türkiye, savaş başlayana kadar Fransız, İngiliz ve
Sovyet menşeli iki savaş arası dönemin tank ve zırhlı araçlarından az bir miktara sahip
olabilmiştir.1 Savaş sırasında daha modern İngiliz, Amerikan ve Alman tankları
TSK’nın envanterine girmişse de, Doğu Cephesi’ndeki acımasız tank teknolojisi
yarışına ayak uydurabilecek kalite ve sayıdan uzak kalmıştır.2 Ayrıca tank gücünü
destekleyecek motorize birimlerle de ilgili ciddi aksaklıklar mevcuttu.1
adet Takım Ağır Seyyar Tamirhane, 20 adet 75 mm L/42 Krupp sahra topu, çok sayıda yedek parça, gereç, Askeri ya da Hava fabrikaları için malzeme ve mühimmat gelmiştir (BCA: 10.52.344.9).1 1928’de Fransa’dan bir miktar 1918 model FT-17 tankı alınmış, 1932’de ise Sovyetler’den 64 adet makinelitüfekli T-26 Model 1931 (T-26A-2) piyade destek tankları ile T-27 tanketleri (makinelitüfekli ve paletli hafif zırhlı araç) ve 43 BA-6 zırhlı arabası tedarik edilmiştir. 1932’de Kara Kuvvetleri bünyesinde ilk tank taburu Süvari Binbaşı Tahsin Yazıcı komutasında 1934’te 64 makinelitüfekli Model 1931 ve 45 mm.’lik toplu T-26 Model 1933 (T-26B-2) tanklarıyla, Lüleburgaz’da kuruldu. Sonradan taburun alay seviyesine çıkartılmasına karar verildi. İlk tank alayı hazır olsa da, üç farklı ülke menşeli tanklar bölüklerde çeşitlilik yarattığından, alayın idamesinde çok büyük güçlüklerle karşılaşılıyordu. İlk zırhlı tugay ise 1937’de Lüleburgaz’da, Albay Zekai Okan komutasında aynı tanklardan kuruldu. 1939’da Fransızlar’dan 37 mm.’lik toplu 100 Renault R-35 ve İngilizler’den 20 mm. toplu 16 Vickers zırhlı keşif aracı satın alınarak zırhlı gücü artırıldı (Cebecioğlu 1998:331 ve Okçu 1996:70). Envanterdeki bu tanklar o zamana göre yeni olsalar da 1941’deki Alman ve Sovyet tank teknolojilerine göre işe yaramazlardı. Doğu Cephesi’nde 1941 boyunca yaşanan tank muharebelerinin tecrübelerinden sonra, T-26 tankları 1942’de envanterden çıkartılarak taretleri Çatalca ve Erzurum’daki müstahkem mevkilere kondular. Renault R-35 tankları ise 1944’te envanterden çıkartılarak havaalanlarına yakın koruma olarak dağıtldılar (Okçu 1996:71).2 İngilizler, 1942 Kasım’ına kadar Türkiye’ye 200 tank gönderdiler. 24 Şubat 1943’e kadar 1. Ordu’ya gönderilen tank sayısı 49’u Valentine ve 102’si Stuart 151’i buldu (Cebecioğlu 1998:356-358). 1942’den itibaren gönderilen 60 150 Scout Car zırhlı keşif arabası ile 1943’ten itibaren gönderilen 60 İngiliz Bren Carrier zırhlı keşif aracı da Türkiye’nin bu alanlardaki ihtiyaçlarını karşıladı. Ek olarak bir miktar 25 poundluk (87,6 mm.) İngiliz Bishop kendinden kundaklı top geldi (Okçu 1996:71). 1943 yılında ise Mart’ta 81, Nisan’da 131, Mayıs’ta ise 151 tank daha İngilizler tarafından Türkiye’ye gönderildi (Cebecioğlu 1998:359). 31 Ocak 1944’e kadar Türkiye’ye 200’ü Valentine ve 176’sı Stuart 376 tank gönderilmiş, buna 25 adet Sherman eklenmiştir (Cebecioğlu 1998:366-367). 1943 ve 1944’te ise Almanlar’dan 35 Pz-III ve 35 Pz-IV tankı alındı (BCA: 10.52.344.9). Bu arada 1943’te Kırıkkale’de üretilerek Ford motoru konan ilk Türk tankı denenmeye başladıysa da, çeşitli nedenlerden dolayı program
21
Bütün bunlara ilaveten, tank sınıfının eğitimiyle ilgili de önemli bir sıkıntı olduğu
gözlenmektedir. 1940’ta Harp Okulu’nda tank dersi pek yapılmıyordu (Türk Subayları
1999:41). 1941’de ise birliklerde zırhlı araç olmadığından tanklarla muharebe talimi
yerine, tanklar arasından gelen piyadelere atış muharebesi talimi yapılıyordu (Türk
Subayları 1999:222).
Savaş öncesinde Almanya’dan tank alımı yapılmaması ve bunun yerine kalitesi daha
düşük olan Fransız, İngiliz, Çek ve İtalyan tankları ile ilgilenilmesinin birden çok sebebi
olduğu söylenebilir. Öncelikle yeni kuşak savaş tarzını -çağının bir çok klasik düşünceli
askerî liderleri gibi idrak edemeyen- Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak,
tankların savaşalanlarında geçici olduğunu ve İspanya İç Savaşı’nda etkisizliklerinin
kanıtlandığını düşünüyordu. 1922’deki “Büyük Taarruz’un” cesurane ve o zaman için
yenilikçi olarak tanımlanabilecek planını hazırlayan komutanını, Blitzkrieg ile gelen
yeni savaş tarzına yabancı kalması ile suçlamak haksızlık olur. Çünkü bir kaç asır
üzerine geliştirilerek savaş tarzını tamamen değiştiren bu sistemde tanklar savaşın ana
unsuruydu ve üstün ateş kaabiliyeti ile zırhları sayesinde düşman hatlarını önce deliyor,
sonra da arkadan çevirerek kitleler halinde teslim olmaya zorluyorlardı. Sanki
Ortaçağ’ın şövalye saldırılarına taktik anlayış kazandırılarak bir sisteme oturtulmuş
gibiydi. İngiltere’de J.F.C. Fuller ve B.H. Liddell-Hart ile gelişen bu akımın ilk
denemesi 1932’de Salisbury Ovası’nda İngiliz Tuğgeneral Hobart tarafından tatbikatte
gerçekleştirilmişse de, İngilizler bu tarzı benimsemeyerek tankları piyade destekçisi
olarak görmeye devam etmişlerdi. Charles De Gaulle ve Georgi Jukov ise, Blitzkrieg’in
yakın takipçileri olmuşlardı. Fransız askerî liderlere bu yeni tarzı kabul ettiremeyen De
Gaulle, 1940’taki Fransa Seferi sırasında bir karşı hücumla Almanlar’a zor anlar
yaşatmaktan ileri gidememişti. Ancak De Gaulle’ün bu denemesinden 10 ay kadar önce
Jukov, Mançurya’da uyguladığı Blitzkrieg benzeri denemesi sayesinde Khalkin Gol yarım kaldı. 1942’de ise Tank Talimgahı kuruldu ve 26 Eylül 1943’te Tank Okulu’na çevrilerek tankçı sınıfı oluşturuldu. 1944’te ise ilk tankçılar mezun oldular (Okçu 1996:71).1 Türk Ordusu’nda motorlu araç sayısı çok az ve çok çeşitliydi (Weisband 2002:144, dipnot 33). Ordu’da 28 farklı kamyon mevcuttu (Aydemir 2000:133). Şoför sayısı da azdı. Suriye üzerinden İngilizler’den alınan yardımla ulaşan kamyonlar bu yüzden sorun yaratmıştı. Ayrıca 1944’te TSK envanterinde 114 çeşit top mevcuttu ve bunlar arasında 1905’ten kalma olanlar bile vardı (Cebecioğlu 1998:367). Elde bulunan bazı top mermilerinin miadını doldurduğundan ve su altında kalmış olduğundan hedefe 500 m. kadar kısa düştüğü ya da patlamadığı bilinmektedir (Türk Subayları 1999:191). Bu durum, savaş sırasındaki harekâtları etkileyecek ciddî bir lojistik sorunlarının habercisi olup, böyle bir çeşitlilik savaş sırasında savunma sanayî kuvvetli olan bir ülke için bile başağrısı yapacak niteliktedir.
22
Zaferi’ni kazanmış, ancak Sovyet Komutanlığı da tankları piyade destekçisi olarak
kullanmakta ısrar etmişti.
Bu tarzın sadece Almanlar tarafından başarıyla ve seri bir şekilde kullanılması,
öncelikle Almanlar’ın bu tarza şiddetle ihtiyaç duymasından yatar. Hitler gibi
revizyonist ve idealist birisi, Avrupa’yı istilâ etmeyi kafasına koyduysa yeni bir savaş
tarzını kabullenmeye hazır demekti. 1930’ların başlarından itibaren Almanlar bu sayede
zırhlı birlikleri sürekli geliştirerek 1940’ların başarılarını hazırlamıştır. İspanya İç
Savaşı ise tankların ilk basit modellerinin deneme alanı olmuştur. Yine de Guderian’ın
Blitzkrieg teorisini geliştirerek Wehrmacht’a kabul ettirmesi olmasaydı, İkinci Dünya
Savaşı belki de Birinci Dünya Savaşı gibi statik savunmaların belki biraz daha
esnekleştiği benzer bir savunma sistemi savaşı olacaktı. Blitzkrieg’in önemini anlayan
tek ülke Almanya idi ve diğerleri Almanlar’a yenilmedikçe bu sistemi benimsemediler.
Yenilerek benimseyen ülkeler ise özünde kuvvetli bir askerî teknolojiye sahip olup,
bunun çıktılarını nasıl kullanacağını bilmeyen ülkelerdi.
Türkiye’de askerî teknoloji yok denecek kadar azdı. Kendi tankını üretemeyen bir
ülkenin başkomutanının yeni savaş şeklini anlaması beklenemezdi. Sadece ülke dışında
eğitime gönderilen askerî öğrencilerin bir kısımının bu gelişmeleri anladığını
düşünebiliriz. Öte yandan Birinci Dünya Savaşı’nda Gazze Muharebeleri’nde savaşan
Türkler burada İngiliz tanklarıyla tanışmış ve bazılarını tahrip etmişlerdi. Osmanlı
Ordusu’nun ise hiçbir zaman tank gücü olmamış ve Kurtuluş Savaşı’nda da tank
tecrübesi yaşanmamıştır.1
Bunların yanında savaşın başında Almanlar’ın kullandıkları tanklar ağırlıklı olarak hafif
tanklardı ve bir çoğu basit tanksavar topları ile durdurulabiliyordu. Ancak hava desteği
ve hızlı muhabereyi de tank doktrinine eklemiş olan Almanlar, bu sayede karşılarına
çıkan orduları yıkıp geçmiştir. Hafif tankların, zaten ekonomik zorluklarla boğuşan
Türkiye tarafından önemsenmemesi anlaşılabilir bir şeydir. Bununla birlikte Alman
başarıları gelişip kağıt üstünde daha üstün gözüken Fransız Ordusu bir buçuk ay içinde
çökünce, tankların değeri iyice ispatlanmış oldu. Daha Polonya Seferi’nin sonucunda
1 Bugün bile Türkiye hala tank savaşı tecrübesi olmayan bir ülkedir.
23
tankların üstünlüğünü kabul etmiş olan Çakmak, bu konudaki açığı gidermek için
zamanla danışmanı olan genç subaylara başvurdu. Aslında yeni savaş tarzının önde
giden başarısını zamanın tüm liderleri de ya hayretle ya da endişe ile karşılıyorlardı.
Hayretle karşılayanların birisi de şüphesiz Hitler idi. Öyle ki, 1940 Haziran’ında
Guderian’ın emrindeki zırhlı tümenlerden biri Fransa’nın kuzeybatısından yola çıkıp
kısa süre içinde İsviçre sınırına kadar ulaşınca Hitler buna inanmamış, bunun üzerine
Guderian bizzat Hitler ile telefon görüşmesi yaparak durumu kabul ettirmişti.
Hava gücü, tank yarması için yapılan taktik bombardımanlar ile cephe hattının belli
kesiminin zayıflamasını sağlayan en büyük destek unsuru olup, harekatın bu safhadan
sonra devamında ise düşman sevkiyatının engellenmesinde ve düşman kuvvetlerinin
yıpratılmasında önemli bir rol oynuyordu. Türk Hava Kuvvetleri 1911 yılında kurulmuş
olup, dünyanın ilk bir kaç hava gücünden biriydi. Birinci Dünya Savaşı’nda ağırlıkla
Almanya’dan gelen uçaklar sayesinde etkin olup ilk pilot ve teknisyenlerine kavuşan
Hava Kuvvetleri, iki savaş arasında özellikle Atatürk’ün verdiği önemle, kısır bir
güçlenmeyle çağın sektörel gelişmelerini takip ederek etkin bir güç olmaya çalışmıştır.
Yerli uçakların üretimine ve Türk Hava Kurumu’nun olağanüstü çabalarına rağmen,
ancak sınırlı bir hava gücü oluşturulabilmişti.
1928’de Hava Kuvvetleri Müfettişliği lağvedilmiş, Eskişehir’de bir uçak taburu
kurulmuştu. 1930’da çoğalan uçak bölükleri birleştirilerek üç tabur olarak örgütlendi. 1.
Tabur İzmir’de konuşlandırıldı. Bu arada Yeşilköy’de de bir Hava İstihbarat Bölüğü
mevcuttu. Zamanla bu üç tabur alay seviyesine çıkartıldı. Eskişehir’deki 1. Alay’ın bir
taburu Kütahya’ya kaydırıldı ve bu, daha sonra kurulacak 4. Alay’ın çekirdeğini
oluşturdu. Yeni alınan uçaklarla Bursa’da 5. Alay, İkinci Dünya Savaşı’nın
başlamasıyla da Merzifon’da 7. ve Erzincan’da da 8. alaylar kuruldu (Cebecioğlu
1998:332). Hava Kuvvetleri harekât ve eğitim yönünden Genelkurmay Başkanlığı’na,
ikmal bakımından ise Millî Savunma Bakanlığı’na bağlanmıştı (Türk Subayları
1999:53).
Hava gücünün deniz ve kara nakliyatını koruması bekleniyordu. Ancak 1939’da bunu
başaramayacağı da biliniyordu (Cebecioğlu 1998:332-333). Sonuçta uçak ve pilot sayısı
24
oldukça sınırlıydı. 23 Mayıs 1940’ta THK Başkanı Şükrü Koçak’ın 2.500 uçağa ve
15.000 pilota ihtiyaç olduğunu açıklaması bu sıkıntıyı ortaya koyuyordu (Jaescke
1990:28).1 Bu yüzden savaş sırasında uçak alımlarına önem verildi.2 Türk pilotları,
savaş öncesi ya da savaş boyunca eğitim için İngiltere, Almanya, Fransa, ABD ve
Japonya’ya gönderilmişlerdi.3 Öte yandan savaş boyunca yeni pistler ve çeşitli tesisler
inşa edildi.4 Buna rağmen havacılıkta yetersizlikler, savaş sırasında Müttefikler’in Türk
yetkililerle hava birimleri üzerine yaptıkları pazarlıkları yer yer kızıştıracak
nitelikteydi.5
Ovalarda tank ve uçak ikilisinin önünde durabilecek bir engel yoktu. Buna dayanarak
Batı Trakya gibi bir yerin ana savaş alanı olacağı düşünülürse, Türk Ordusu’nun ne
1 1938’de Eskişehir, İzmir ve Diyarbakır’da üslenen 160-200 adet keşif ve muharebe uçağı mevcuttu (Türk Subayları 1999:53). 1939’da hava gücü 175’i eğitim uçağı olmak üzere toplam 432 uçaktı ki, bunların birçoğu eski ve modası geçmişti. Türk Hava Kuvvetleri, savaşın başında 298’i savaş, 189’u eğitim uçağı olmak üzere toplam 487 uçağa sahipti. 1940-1944 arasında çoğu ikinci yada üçüncü sınıf olarak değerlndirilebilecek 625 savaş, 28 nakliye ve 145 eğitim uçağı olmak üzere toplam 798 uçak satın alınmıştır (Cebecioğlu 1998:332 ve Uçarol 1998:528). Bu uçakların çoğu İngiliz, Fransız ve Amerikan yardımlarıyla, bir kısmı da Almanlar ile yapılan kredi anlaşmalarıyla tedarik edilmiştir. THK ise, kuruluşunun 15. yılı olan 16 Şubat 1940’a kadar orduya 53 milyon lira değerinde 331 uçak satın almış (Jaescke 1990:24), 7 Kasım 1940’ta ise bu sayı 450’yi bulmuştu (Jaescke 1990:38).2 İngilizler 1939 sonlarında 80, 1941 başlarında ise 36 uçağı Türkiye’ye vermişlerdi. Fransızlar ise sadece 30 uçak verebilmişlerdi. 1942-1945 arasında 55 İngiliz ve 96 Amerikan uçağı daha Türk Hava Kuvvetleri’ne katılmıştır (Koçak 2003, 1:338-339, ara ek III). Savaş ortasında açılan 100 milyon Reichsmarklık Alman kredisi sayesinde alınacak Focke-Wulf FW 190 A-3 uçakları ile ilgili olarak, 1943 Mayıs’ında bu uçakları almadan önce eğitim görmek için Almanya’ya gidecek altı pilot, bir mühendis, bir sivil tercüman, dört yer personeli, bir telsizci, bir ekipman görevlisi ve bir silâh uzmanından oluşan 15 kişilik bir kafile hazırlandı (BCA: 18.238.607.1943) Son düzenlemelerden sonra 1943 yazında altı subay pilot, bir mühendis ve yedi yer personeli eğitim için Almanya’ya gönderildi (BCA: 18.01.02.101.34.2). Verilen ilk 60 adet FW-190 siparişine sonradan 12 adet daha eklenerek, 72 FW-190 Türk Hava Kuvvetleri envanterine kazandırıldı. 1943-1944 yıllarında teslim alınan 72 FW 190, Bursa-Mudanya yolu üzerine yerleştirilen hava alayına verilmiş, ancak bunlardan iki tanesi izleyen günlerde düşmüştür (Türk Subayları 1999:86). Ayrıca 18 Nisan 1943 tarihli Türk-Alman Ticari Antlaşması çerçevesinde 1.534.000 TL kıymetinde beş adet Junkers Ju-52 yolcu uçağı da alınarak, Devlet Havayolları Genel Müdürlüğü’nün hizmetine verilmiştir (Kavanin Mecmuası DEVRE:VII Cild-26:678). Bu uçaklar 2 Nisan 1944’te İstanbul’a gelmişlerdir (Jaeschke 1990:96).3 Savaş çıktığında Türk Hava Kuvvetleri’nde 470 subay mevcuttu. 1940 yazında 450 pilota ve 50 yedek pilota sahipti. 1941 Ocak’ında, bu sayı toplamda 650’ye çıkmıştır. Savaş boyunca 300 pilot İngiltere’de eğitim görmüştür (Koçak 2003, 1:338-339, ara ek III).4 Savaş sırasında 38’i İngilizler tarafından yapılan 94 havaüssü hizmete girmiştir. Savaşın başında başlıca havaüsleri Balıkesir, Bandırma, Çanakkale, Akhisar ve İzmir/Çiğli’de bulunuyordu. Üslerden 15’i Marmara Bölgesi ve İstanbul’da, altısı ise İzmir’deydi (Koçak 2003, 1:338-339, ara ek III). 1943 ortalarına gelindiğinde, İngilizler tarafından Türkiye’de 25 hava meydanı hazırlanmaktaydı (Cebecioğlu 1998: 361).5 Türkiye savaşa girmek için İngilizlerden öncelikle 50 filo istiyordu ki, bu da 1.000 uçaksavar bataryaları ve iki de zırhlı alay eklenecekti (Weisband 2002:141). “Hardihood” kod adlı yardım harekâtının can damarını ise 16’sı bombardıman filosuyla 45 uçak filosu oluşturacaktı. Ancak Türk üsleri bu kadar uçağı (tahminen 800-900 uçak) değil ancak 25 filoyu (tahminen 450-500) barındırabilecek durumdaydı (Weisband 2002:145).
25
Çakmak Hattı’nda ne de Çatalca Hattı’nda Almanlar’a karşı başarıyla direnebilmesi için
en ufak bir şansı yoktu. Yani Türkiye’nin 1941’de savaşa girmesi demek, boğazların
çok kısa bir sürede Mihver hakimiyetine girmesi demekti.
Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı Donanması’nın mirasina sahipti. 1924 yılında
Cumhuriyet Donanması’nın ilk savaş gemileri sipariş edilmiş, iki savaş arası dönemde
sadece gemi sayısı değil, yeni gelişen cihazlar alınarak gemilerin kalitesi de artırılmıştı.1
Bu dönemde eski gemilere yeni yetenekler kazandırılırken, bir yandan da Hollanda,
İtalya ve Almanya gibi ülkelerle yerli kızaklarda üretilen yeni gemiler Türk
Donanması’na katıdılar.2 Almanlar’dan ayrıca eğitim konusunda yardım da alınmıştır
(Cebecioğlu 1998:331-332). Savaş sırasında önemli miktardaki Müttefik yardımı
denizden geliyor ve güvenlik açısından Türkiye’nin güney limanlarına ulaştırılıyordu.
Bu yüzden İngiltere, savaş sırasında İskenderun’daki kıyı tesislerinin yapımına ve
buranın karadan Ulukışla’ya bağlanmasına da yardım etmiştir (Oğuz 1983:360).
Türk Ordusu’nun sadece silâh kalitesi ve donanım açılarından değil, ikmal açısından da
son derece zayıf olduğu açıkça ortadaydı. Savaşın ortalarında bile Zonguldak’taki
kömür yataklarından güneye kömür ikmali yapılması imkansızdı ki, bu durum stratejik
açıdan ciddî bir zaaf olup, harekât sırasında belli bir aşamadan sonra birliklerin hareket
1 Deniz Kuvvetleri bir eski muharebe kruvazörü olan Yavuz, üç eski kruvazör olan 1906 yapımı Berk-i Satvet, 1906 yapımı Peyk-i Şevket ve 1903 yapımı Hamidiye, üç yeni muhrip, üç torpidobot, üç mayın arama-tarama gemisi, bir ana yatak gemisi, bir yağ gemisi, bir kömür gemisi ve yedi denizaltından oluşuyordu. Savaş başlayınca deniz yollarından üç yolcu gemisi ile bir de şilep alınarak donanmaya katılmıştı. Harp sırasında da dört İngiliz Muhribi alındı. Ünlü Hamidiye Kruvazörü okul gemisi olarak hizmet veriyordu (Türk Subayları 1999:52-53 ve Öndeş 1976:735).2 23 Temmuz 1938’de suya indirilen Saldıray denizaltısı, donanmaya 5 Haziran 1939 katılıdı (Metel 1960:156). 16 Temmuz 1939’da Kiel’den İstanbul’a geldi (Jaescke 1990:7). Bir adet 105. mm.’lik top, iki adet 20 mm.’lik uçaksavar ve torpidolarla donatılmıştı. 80 metre uzunluğundaki denizaltı su yüzeyinde saatte 20 mil hız yapabiliyordu. Yedi subay, 25 astsubay, 30 erden oluşan 62 kişilik mürettebata sahipti. Saldıray, 1958 kadrodan çıkartıldı (Metel 1960:156). 28 Ağustos 1939’da Yıldıray, üç gün sonra da Batıray denizaltıları Kiel’de kızaktan indirilmişlerdir (Jaescke 1990:16). Ancak Batıray, 27 Şubat 1940’ta ilk seferinde batmıştır (Jaescke 1990:25). İstanbul’da inşa edilen ve 1939’da kızaktan indirilen Atılay da 12 Temmuz 1942’deki eğitim dalışı sırasında batmıştır (Öndeş 1976:735). Türk-Alman ilişkilerindeki soğuma yüzünden 1940 Mart’ında Türkiye’ye verilmeyen U-bot “UA” ise, 1940 Mayıs’ında, Atlantik’e sefere çıkmıştır (Blair 1996:144). İngilizler’den alınan Işıl denizaltısı ise 30 Ocak 1943’te İskenderun’a vardı (Jaescke 1990:83). 1941 ve 1942 yıllarında İngiltere’ye ısmarlanan gemilerden üç muhrip, iki denizaltı, iki mayın döşeme gemisi, 12 araba vapuru ve sekiz mayın temizleme gemisi donanmaya katıldı (Cebecioğlu 1998:332). Ayrıca İngiltere’nin Vichy Fransası’na bağlı Suriye’yi işgalini müteakip, 1941 yazında Fransız donanmasından 11 gemi Türkiye’ye gelerek iltica ettiler. Mersin Limanı’na gelen gemiler enterne edilerek Erdek’e gönderildiler (Cebecioğlu 1998:352).
26
kabiliyetlerini son derece olumsuz etkileyebilirdi.1 Böyle bir durum bir orduyu modern
harbin hareketli savaş tarzına, statik ya da az hareketli bir cephe savunması ile karşılık
vermesini gerektirirdi ki, bunun sonucunun yenilgi olması da kaçınılmazdı. Statik
savunma ise, 1943 yazındaki Kursk Savaşı’nın güney kesiminde Alman ilerleyişini
tamamen engelleyemediği gibi, 1944’teki Normandiya Çıkartması’nda da Batılı
Müttefikler’i de engelleyemeyecekti. Bu tür savaş tarzı ancak İtalya gibi yoğun dağlık
bölgelerde geciktirici etkiye sahip oluyor ve zayiatı ciddî bir oranda artırıyordu.
Türk Ordusu 1945’te, 1939’dakine oranla çok daha güçlenmiş, ekipmanının kalitesi ve
sayısı muzzam artmıştı. Buna rağmen 1939’da diğer ordulara karşı güçsüz konumunun
1945’te değiştiğini söyleyemeyiz. Çünkü jet uçakların, roketlerin, araçların çoğu eski
kalıyordu. Buna rağmen İkinci Dünya Savaşı’nda TSK’da yaşanan kuvvetlenmeyi
Türkiye’nin dünya ülkeleri ile bu alanda arasının sürekli açılması durmuş, savaş sonrası
en modern silâhlara ve taktiklere kavuşmak açısından bir fırsat doğmuştu.2
1.4.2.3. Siyasî, Ekonomik Ve Sosyal Yapılanma
Kurulalı henüz 16 sene olan Türkiye, zayıflıklarını gidermeye çalışırken patlak veren
savaşı ancak siyasî manevralarla atlatabilirdi. Türkiye’nin şansına jeopolitiği ve bunu
iyi tahlil eden tecrübeli bir siyasî yönetim kadrosu mevcuttu. Türkiye Cumhuriyeti’nin
savaş sırasındaki siyasî kadrosu son derece tecrübeli olup, savaşı ve siyasî işleri iyi
bilmektedirler. 1939-45 arasında önemli mevkilere gelmiş kişilerin neredeyse tamamı,
daha önce ülke yönetiminde az veya çok etkin olmuş şahsiyetlerdi (Deringil 1994:58).
1 Polonya ve Fransa hareket kabiliyetinde Almanya’nın çok gerisinde kalmıştı ve her ikisi de bir ay civarında dayanabilmişlerdi. Kızılordu’nun erken yenilgilerinde de aynı durumla karşılaşılmış, Rusya’yı kurtaran ise bir açıdan stratejik derinliği ile şansı olmuştur. Başka bir deyişle Almanlar’ın savaş üstünlükleri ile belirledikleri hedefler arasındaki uzun mesafeler, yüzyılda eşine az rastlanır bir kış ile birleşerek Alman Ordusu’nun zafere ulaşmasını engellemiştir.2 Ancak silâh kalitesi savaş bittiğinde bile yeterince gelişmemiştir. Türkiye’nin ordusundaki kaliteli ekipmanın savaş sırasında yeterince gelişmemesini, Alman ve Sovyet ekipmanları yerine İngiliz ekipmanlarına ağırlık vermesine bağlayabiliriz. Çünkü kesintisiz kara savaşının ve buna bağlı olarak daha kaliteli silâh geliştime mücadelesinin doruğa çıktığı geniş Doğu Cephesi’nin aksine, Batılı Müttefiklerin üstünlük mücadelesine bağlı olarak kara araçlarını geliştirme çabalarında önemli bir ivme yakalayabilmesi, Batı’da sürekli kara savaşı şartlarının oluştuğu 1944’ün ikinci yarısını bulmuştur. Bu da Doğu Cephesi’ndeki bu teknolojik yarışın üstesinden gelebilecek kadar büyük bir ivme değildir.
27
26 Aralık 1938’deki CHP’nin 4. Olağanüstü Kurultayı’nda yeni başkan seçilen
İnönü’ye, en genç iki milletvekilinden biri olarak Kurultay Katibi seçilen Adnan
Menderes’in sunduğu Kurultay’ın İnönü’ye Bağlılık Bildirgesi, İnönü’nün elindeki
yetkileri de açığa vurmuş oluyordu: “Partimizin değişmez Genel Başkanlığı’na intibah
olunan Türkiye Devleti’nin büyük reisicumhuru ve kahraman Türk Ordusu’nun yüce
başbuğu, Millî Şef İsmet İnönü’ye Büyük Kurultay’ın yürekten saygı ve bağlılığının
arzına karar verilmesini ve bu kararın kendisine sunulmasını, derin saygılarımızla arz
ederiz” (Aydemir 2000:38-39).
İnönü, Millî Şef seçildiğinde yaklaşmakta olan savaş şartlarına öncelikli bir önlem
olduğunu düşünecek olsa gerek, Atatürk ile çatışan ve küsen eski silâh arkadaşları ile
barışarak güvenliği geliştirdi, hem de bunların devlete hizmete dönmelerini sağlayarak
rejimin idari gücünü artırdı.
1942’de Dr. Refik Saydam ölünce, kabineyi kurma görevi savaşın ilk yarısında dışişler
bakanı olan Saraçoğlu’na verilmişti. İnönü ve Menemencioğlu ile sıkı bir uyum içinde
çalışan Saraçoğlu, Doğu Cephesi’ndeki olayları yakından takip ediyordu. Bu dönemde
Saraçoğlu ve Menemencioğlu’nun siyasetteki belirleyiciliği önemliydi.
1942-1944 yılları arasında Dışişler Bakanlığı’nı yürüten Numan Menemencioğlu, bu
makamı adeta meslek edinmiş bir şahsiyetti. Bakanlığa sahipti ve sıkı bir şekilde
yönetiyordu. Saraçoğlu resmi programına başlarken her sabah saat 9.00’da
Menemencioğlu ile görüşür ve sonra kamuoyuna karşı tek bir ağızdan konuşurlardı
(Weisband 2002:36-37).
Cevat Açıkalın Dışişleri Genel Sekreteri olduktan sonra, toplanan dışişleri mesajları
doğrudan İnönü’ye gitmeye başladı. İnönü, hükümetin filtresinden geçmeyen bu
mesajları şahsi olarak inceliyor ve bu da kuşkusuz şahsi düşünceyle karar vermesini
artırıyordu. Dolayısıyla savaşın ikinci yarısında hükümetin “Millî Şef” üzerindeki etkisi
bu yolla azalmıştır diyebiliriz (Weisband 2002:21).
28
Büyükelçi Feridun Cemal Erkin ise “İnönü’nün İkinci Dünya Savaşı esnasındaki dış
politikası konusunda gerçeklere uygun söz söylemek mevkiinde olanlar, başta İnönü
olmak üzere, Şükrü Saraçoğlu, Numan Menemencioğlu, Mehmet Cevat Açıkalın, ben
ve Bakan’ın yeğeni ve en yakını Turgut Menemencioğlu’dan ibarettir” (Erkin 1987:136)
diyordu.
Bu kadro, hem 20. yüzyılın ilk yarısının deneyimine, hem de o 1940’ların çağdaş
kültürüne sahipti. Trablusgarp Savaşı, 1930’lardaki İtalya kuşkusunun temelini atmış,
Balkan Savaşları ise 1941’deki Çakmak ve Çatalca hatları arasındaki çekilişe bir öngörü
kazandırmıştı. Birinci Dünya Savaşı’ndaki Alman-Türk ilişkileri ise İkinci Dünya
Savaşı sırasında Türkler’in Almanlar’a olan güvensizliklerini getirmiştir (Deringil
1994:58).
Cumhuriyetin ilanı ile İkinci Dünya Savaşı arasındaki 16 yıllık dönemde özellikle tarım
alanında çok yol kateden Türkiye, yine de savaş yıllarının ekonomik yetersizliklerinden
kurtulamamış, ekonomisini bilimsel olarak yönlendirebilecek bilgi birikimi ve
teşkilatlanmayı sağlayamamış, sanayi ürünleri için dış borcu artmış, bütçe açıklarını
kapatacak yatırımları sağlayamamış, özel sektörünü geliştirememiş ve ekonomik
sıkıntılara bağlı olarak silâhlı kuvvetlerinin ihtiyacını karşılayamamıştı (Yiğit 1999:410-
411).
Türkiye’nin öncelikli bir sorunu, yıllık bütçesinin kısıtlı olmasıydı.1 Savaş sırasında
savunma bütçesinin genel bütçedeki oranı önemli miktarda artarken, toplumsal
1 Bütçenin % 90’ı vergiden karşılanıyordu (Koçak 2003, 2:537). Bunu artırmak için çok tartışılan 1942’de çıkartılan Toprak Mahsülleri Vergisi ile Varlık Vergisi damgasını vurmuştur. Toprak Mahsülleri Vergisi’nin çıkarılmasının bir amacı tarım dışı kesimden alınan Varlık Vergisi ile denge sağlamasıydı (Çetin 1999:291). Toprak Mahsülleri Vergisi için de önce % 8, sonra % 10 oranında vergi uygulanmış ve bundan da 110-130 milyon TL gelir beklenmişti. Ancak geçim sıkıntısı çeken köylüler ürününü toprağa gömerek gizlediğinden bu vergide de istenilen rakama ulaşılamamıştır (Arı 1998:456-457).
Varlık Vergisi, 11 Kasım 1942’de 4305 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile çıkartıldı. Vergi, servet ve kazanç sahiplerinin servetleri ve fevkalede kazançları üzerinden bir defa alınacaktı (Kavanin Mecmuası DEVRE:VI Cild-24:1). 114.368 yükümlüyü kapsayan Varlık Vergisi sayesinde 465.384.820 liranın on beş gün içerisinde toplanması gerekiyordu ki, bu bütçenin bir yıllık geliri oranına yakındı. Verginin İstanbul’daki 317.275.642 liralık bölümünün ise sadece 221.317.642 lirası tahsil edilebilmiştir (Arı 1998:455-456). Vergiyi ödemeyenler baskılı davranışların sergilenmediği toplama kamplarına gönderilmişlerdir.
29
hizmetler, eğitim, sağlık ve bayındırlık gibi diğer alanların oranları da buna paralel
olarak azaldı.1 Hatta Doğu Cephesi’nin en hararetli zamanı olan 1941-1944 arasında bu
hizmetlerin büçedeki oranları asgariye indi (Metinsoy 2007:55, tablo 1).
Ordunun asker sayısının geniş tutulması, tarım çalışanlarının azalmasını sağladığından
bu konuda ciddî sıkıntılar başgöstermiştir.2 Ordunun ihtiyaçları sayesinde daha da artan
talebi karşılamak için Refik Saydam Hükümeti hububat3 ve diğer yiyecek maddeleri ile
giyim maddelerine fiyat kontrolleri uygulamış ve yeterli stok temini sağlamıştır.4 Deniz
taşımacılığı büyük ölçüde azaldığı için, tüketim mallarının ithalatı da neredeyse durmuş,
arz-talep dengesi bozulunca da yükselen talep karşısında çoğulukla kanunlara aykırı
olarak kurulan özel fabrikaların sayısı hızla artmıştı. Bu ortamda gelişen fırsatçılık
sayesinde özel sektörde kısa zamanda zenginler türemişti (Arı 1998:450-451). Bütün Şükrü Saraçoğlu, II. Saraçoğlu Hükümeti’nin programını 15 Mart 1943’te açıklarken, “Varlık Vergisi ile toplanan 225 milyon lira sayesinde emisyon hacminin 767 milyondan, 720 milyona düşürüldüğünü, Merkez Bankası’nın 35 ton altın aldığını” söylemişti (Dağlı 1988:112). Varlık Vergisi’nin henüz tahsil edilmemiş olan bakayaları, 15 Mart 1944’te çıkartılan 4530 sayılı kanun ile terkin edilmiştir (Kavanin Mecmuası DEVRE:VII Cild-26:63). Bu önlemler sayesinde vergi gelirleri 1944-45 döneminde, 1941-42 dönemine göre 2,41 kat artmıştır (Baydar 1978:74). Böylece Almanlar’ın ve Ruslar’ın Türkiye’ye yönelik olası saldıralara karşı koyabilmek için gereken silah donanımının önemli bir kısmı karşılanarak ordu biraz daha caydırıcı hale getirilmiştir.
Vergilerin dışında sağlanan başka ödeneklerde vardı. Örneğin, 1941’de Millî Piyango İdaresi Hava Bütçesi’ne 2.620.000 küsür lira bırakmıştır (Baydar 1978:45). İhracat gelirleri ise az olmamakla birlikte, dışarıdan acilen alınan silâh ve çeşitli askerî malzemeler bunu yaklaşık olarak dengeliyordu. Bu arada Türkiye’nin iç borcu 1939’da 620.000.000 TL iken, 1945’te 1.500.000.000 TL’ye yükselmiştir (Koçak 2003, 2:537).
1 Savunma bütçesinin genel bütçe içerisindeki payı 1939’da % 50, 1940’ta % 61, 1941’de % 64, 1942’de % 66, 1943’te % 63, 1944’te % 59 ve 1945’te % 51 olmuştur (Metinsoy 2007:55, tablo 1).2 Bir milyonun üstünde asker bulundurulması hem devletin masrafını artıran, hem de tarımın daralmasına neden olacak bir işgücü kaybıdır. 22 Şubat 1942’de Tan Gazetesi’nin “Bütün Okullarda İzci Teşkilatı Vücuda Getirilecek” başlıklı yazısında, 3.000 izcinin hasat mevsiminde ekin işlerinde çalışacağını duyurması, bu yüzden oldukça dikkat çekicidir (Tan, 22 Şubat 1942 Yedinci Yıl- No: 2338). 1941’de okul bahçelerinde buğday ve patates yetiştirilmesi, Ekim seferberliklerinin oluşturulması, kara ve deniz ulaşım araçlarıyla tarım makinelerinin taşınması gibi tedbirlere rağmen 1942 yılında Birinci Dünya Savaşı’ndakine benzer bir buhran yaşandı (Çetin 1999:283). Ancak kağıt üstünde bile olsa bu sayı Almanya ve Rusya gibi güçler için belli seviyede bir caydırıcılık sağlarken, İngilizler ile yapılan dış siyaset pazarlıklarında da önemli bir koz olmuştur. Öte yandan savaş boyunca çekilen kağıt sıkıntısı nedeniyle gazeteler genellikle küçük ve dört sayfa çıkmış (Kuru 1998:498), Petrol Ofisi oluşturularak petrol ürünlerinin temini, dağıtılması, satılması, ithali, stoklanması, fiyatlarının belirlenmesi yeniden düzenlenmiştir (Arı 1998:452).3 Türkiye’de nüfusun % 75,6’sı köylerde yaşıyordu (Uçarol 1998:527). Dolayısıyla Türkiye henüz bir tarım ülkesiydi. Ancak Türkiye’de tarım, ağırlıklı olarak ilkel yöntemler ile yapılıyordu. Buğdayın üretim miktarı 1939’da 4.191.528 ton, 1941’de 3.483.147 ton, 1945’te ise 2.189.318 ton olmuştur. Arpanın üretimi ise 1939’da 2.275.460 ton, 1941’de 1.758.246 ton, 1945’te ise 934.309 ton olarak gerçekleşmiştir (Köksal 1999:246, tablo).4 Fiyat indeksi 1938’den 1945’e üç kat artış gösterirken, 1938 ile 1944 arasında gıda indeksindeki artış 11 katı bulmuştu (Ortaylı 1998:424).
30
bunlar yetmiyormuş gibi, Türk Hükümeti bir yandan da savaş boyunca yıkıma yol açan
büyük depremlerin yaralarını sarmakla uğraşmıştır. Saraçoğlu, savaş sırasında iç
siyasetin en önemli cephesinin ekonomi olduğunu söylemiştir (Dağlı 1988:99).
18 Ocak 1940’ta Meclis’te kabul edilen Millî Korunma Kanunu’nun birinci maddesi
sayesinde hükümet olağanüstü durumlarda, yani genel ya da kısmi bir seferberlik,
ülkenin savaşa girme olasılığı ya da yabancı devletler arasında Türkiye’yi de
ilgilendiren bir savaş halinde, yasanın gösterdiği biçim ve koşullarda, olağanüstü
nitelikte yeni görev ve yetkiler veriyordu. Bu sayede hükümet kendi savaşa dahil
olmasa da tehdit kaynaklarına karşı önlemini önceden alabilecek, tehdidin değişen
yönüne göre yeni tedbirler alırken zaman kazanmış olacaktı. Gerek gördüğünde yasayı
hemen uygulamaya kayabilecek ve durumu TBMM’ye bildirecekti (Koçak 2003, 2:373-
374).1
Savaşın başlaması, Türkiye’nin ithalat ve ihracatını da baltalamıştır. Türkiye petrol
alamıyor, teknoloji transfer edemiyordu. Böylece ihracata yönelik ilkel endüstri
geliştirme faaliyeti de zayıftı (Ortaylı 1998:423). Döviz yoksunu olan Türkiye, dış
ticaretinin % 90’ını clearing ile yapıyordu (Glasneck:65). Ancak özellikle
Menemencioğlu’nun pazarlıkçılığı sayesinde ithracat ve ithalat dengesi Türkiye’nin
elhine olmuştur. Bununla birlikte devlet borçları bu dönemde iki kat artmış olsa da, bu
artış diğer ulusların borçlarıyla karşılaştırıldığında “ölçülü” olarak nitelenebilirdi.2
Görüldüğü gibi, savunma ihtiyacının artırdığı ekonmik güçlüklerin üstesinden gelinmesi
için hükümet Varlık Vergisi gibi tartışmalı olan sıradışı çabalara başvurmaktan
1 Kanunun ikinci maddesi. Yasa savaş boyunca dört kere değişikliğe uğramış, neredeyse tamamı değiştirilmiştir (Koçak 2003, 2:383). Hükümet, Millî Koruma Kanunu çerçevesinde, gerektiğinde öküzden gemiye kadar çok çeşitli araçlara el koyabiliyordu (Arı 1998:453-454). Ancak kanunun uygulanması olumsuz sonuçlar da yaratmıştır. Örneğin savaş sırasında millî gelir ve ücretlerde önemli bir düşüş yaşanmıştır. 1938 ile 1945 arasında millî gelir % 22 azalırken, ücretler ise % 31 oranında düşmüştür (Koçak 2003, 2:399-iki tablodan çıkarılmıştır).2 Dış ticaret rakamlarında ihhracat, 1939’da $99.647.000, 1940’ta $80.904.000, 1941’de $91.056.000, 1942’de $126.115.000, 1943’te $196.734.000, 1944’te $177.952.000 ve 1945’te $168.264.000 olmuştur. İthalat ise 1939’da $92.498.000, 1940’ta $50.035.000, 1941’de $55.349.000, 1942’de $112.879.000, 1943’te $155.340.000, 1944’te $126.230.000 ve 1945’te $96.969.000 şeklinde gerçekleşmiştir. (http://www.tuik.gov.tr/PreIstatistikTablo.do?istab_id=508). Dış ticarette önde gelen ülke, 1944 ortalarına kadar Almanya idi. Ancak ABD’ye yapılan ihracatın toplamdaki payı da % 14’ten, % 44’e yükseldi. Bu yeni oluşan siyasî ve askerî dengelerin bir sonucuydu (Arı 1998:457).
31
kaçınmamıştır. Bununla birlikte asker sayısı ile tarım arasındaki ilişki üzrine de
Cumhuriyet Tarihi’nin en önemli tecrübesi yaşanmıştır. Bu dönem boyunca hem
Mihver, hem de Müttefikler ile ticari ilişkilerin geliştirilmesine de önemli çaba
harcanmış ve bunların sonucunda savaş başındakine kıyasla savunmaya önemli pay
aktarabilen bir bütçeye sahip olunmuştur.
Savaş zamanında toplumsal çalışmalar da sürüyordu. Toplumu savaştan uzak
tutabilmek için bir yandan bazı tedbirler alınıyor, diğer yandan da artmakta olan kitle
iletişim araçlerı kullanılarak toplumla irtibatın sürekliliği sağlanıyordu. Savaş boyunca
sinemalarda gösterilen haberler ile halk bilgilendirilmiştir (Kuru 1998:499). Savaş
başladıktan bir hafta sonra, 8 Eylül 1939’da Türk üniversite öğrencileri Avrupa’dan geri
çağrılmışlardır (Jaescke 1990:17). Tarafların Türk toplumuna yönelik faaliyetleri de
kontrol edilmekteydi. Türk yasalarına göre, yabancıların Türkiye’deki siyasal birliklere
ya da ırkçı nitelikteki kuruluşlara girmeleri yasaktı. Türkler’in ve yabancıların,
Türkiye’de yabancı ülkelerin kostüm, kıyafet, nişan ve işaretlerini taşımaları da yasaktı
(Koçak 2003, 1:476). 1938’de kurulan Ankara Radyosu hem halkı dış propagandaya
karşı uyanık tutmuş, hem de savaş dışı kalma politikasını dünyaya hissettirmiştir (Kuru
1998:498). Savaş sırasında radyo kullanımı da hızla armıştır. Türkiye’de 1939’da
56.076, 1941’de 91.216, 1945’te 176.262 radyo mevcuttu (Koçak 2003, 1:473, dipnot
395).1 Aynı dönem özel mektup gönderimi iki katı aşarken, telefon sayısı da beş kat
artmıştır (Kuru 1998:498).
Kültürel çalışmalar da hızla sürmekteydi. Savaş boyunca özellikle halkevlerinin
artırılmasına gidilmiş ve buraların faal oldukları gözlenmiştir. 17 Nisan 1940 tarihli ve
3803 sayılı yasa ile düzenlenen Köy Enstitüleri, kent ve köy arasındaki kültürel farkı
kapatmak amacını güdüyordu. Burada verilen bilgi aynı zamanda zirai üretimde kalite
artırımı içinde gerekliydi. 1935’te % 20.4 olan okur-yazar oranı 1945’te % 30.2’ye
çıkmıştır (Kuru 1998:493-498).
1 17 Haziran 1940’ta seferberlik emrinin tebliği için radyodan da yararlanılması, Bakanlar Kurulu tarafından kabul edilmişti. (BCA: 18.01.02.95.51.13)
32
1.4.2.4. Türk Basını
Türk gazetelerinde hemen her gün Doğu Cephesi ile ilgili yazılar yazılmaktaydı.
Özellikle bazı emekli askerlerin harekâtları değerlendiren yazılarına sıklıkla
rastlanmaktaydı. Gazeteler, cepheden gelen haberleri genellikle bir ila beş günlük
gecikmeyle manşetlerine ya da sütunlarına yansıtıyorlardı.1 Örneğin Harkov Karşı-
saldırısı, 23 Şubat’ta birkaç gün gecikmeli olarak Cumhuriyet gazetesi tarafından
verilmiştir. Ancak genellikle gazeteler hem Alman, hem de Sovyet tekziplerini
yayınlamaktaydılar. Bununla birlikte, Alman ya da Sovyet kaynaklarından alınan ve
propaganda içerikli, abartılı ya da asılsız haberlere de bolca rastlanmaktaydı.
Türk gazeteleri hükümetin sıkı denetimi altındaydılar. Dolayısıyla, hemen her gün
gazetelerin manşetleri ve haber yazıları -aynı kaynaklardan gelmenin de etkisiyle-
birbirinin aynısıydı. Farklılık ise ağırlıklı olarak yan haberlerde ya da köşe yazılarında
kendini gösteriyordu. Gazetelere sıkı sansür uygulanıyordu. Buna rağmen savaş
boyunca çok sayıda kapatma kararı da alınmıştır.
Türk basını, 1941 Mart’ına kadar Müttefikler’e yakın gözükmüş, bu tarihten sonra
Almanlar’a yakın bir tavır sergilemiştir. 1942’den sonra her iki tarafa da ılımlı mesajlar
göndermiş, 1944 Mayıs’ından itibaren ise yeniden Müttefik yanlılığına dönüş yapmıştır
(Seydi 2006:51). Bu gelişme, Türk Hükümeti’nin savaş boyunca izlediği dış politikayla
neredeyse tamamen örtüşmektedir.
Türk basınında sıklıkla hataların “yereli genelleştirme” şeklinde yansıdığı
görülmektedir. Örneğin “Doğu Cephesi’nde “kar” ya da “çamur” gibi haberler tüm
Doğu Cephesi’ni değil, harekâtların ya da asli harekâtın olduğu bölgenin tamamı ya da
bir kesimi için geçerlidir. Örneğin, 1941-42 kışındaki aşırı soğuk tüm Doğu
Cephesi’nde görülmekle birlikte, en büyük etkisini Moskova çevresinde ki cephede
göstermiştir.
1 Bazı Rus, Batılı Müttefik ya da Alman sempatizanı gazeteler, tuttukları tarafın olumsuz gidişatı söz konusu olduğunda kasten geciktirme yapmış ta olabilirler. Bunun haricinde, haberlerin birçok gazetede aynı şekilde aksettirilmesi kaynaktan alınma veya sansür konularını düşündürmektedir.
33
8 Mart 1943’te Cumhuriyet’teki “Ordu Yok Edildi” haberinde, Kafkasya ve
Karadeniz’de Rus tümenlerinin yok edildikleri haberlerinin sürekli geldiği
söylenmektedir. Gerçekte yok edilen bir ordu olmayıp, haberin etkisi açısından özellikle
bu kelimenin kullanıldığı ortadadır.
34
İKİNCİ BÖLÜM: DOĞU CEPHESİ HAREKÂTLARI
2.1. RUSYA’YA SALDIRI DÜŞÜNCESİ VE RUSYA’YI İSTİLÂ
PLANI
Kızılordu 1930’lardan beri hızlı bir askerî yapılanma sürecinde kuvvetleniyordu. Bu
zaman içinde modern bir askerî doktrin de geliştirilmişti. Sovyet “derin harekâtlar”
teorisi, PU-36’da yer almış olan, sürpriz, aldatma ve harekâta yönelik ön koşulların
yaratılmasındaki gizlilik üstüne oturan, mekanize formasyonların taktik hava kuvvetleri
ve paraşütçülerle desteklenerek combine silâhlar ile vuruşlarla düşman savunma hattını
en derinine kadar yarmak ve manevra ve şok ile düşmanı yok ederek sömürme için
koşulları hazırlamak şeklinde geliştirilmiş bir doktrindi. Doktrinin bazı temel kriterleri,
subay olan G. S. Isserson tarafından canlı tutularak geliştirilmişti (Kipp 1989).
Mareşal Tukhachevsky’nin ele aldığı doktrin, 1937’deki “büyük temizlik”1 sonrasında
Stalin tarafından yasaklanmıştı. Tukhachevsky’nin geliştirdiği modern savaş
düşüncesinin modern silahlar gerektirmesi ve teknolojiyi vurgulamasının aksine,
ideolojik olarak savaşın teknoloji ya da silahlarla değil kitleler ve kitlelerin
motivasyonu ile kazanılacağı fikri, Kızılordu’da olduğu gibi devam etti. Böylece ana
birimi piyade olan ordu sürdürüldü. Böylece büyük temizlikten sonra “işçinin ve
köylünün” Kızılordu’su da özüne dönmüş oldu (Dear, 2001:962-963). 1939’da
yenilenen sahra talimnamesinde ise savaşa zorlayan ülkeye karşı saldırıya girişileceği ve
düşman topraklarında, saldırı ağırlıklı bir savaş yürütüleceğinden bahsedilmekteydi
(Werth 2000:133).
1 Stalin, bu temizlik harekâtıyla 1937-38’de beş mareşalinden üçünü, generallerinin % 90’ını, albayların % 80’ini NKVD aracılığıyla öldürtmüştür. Bunlardan üçü mareşal, 13’ü ordu komutanı, 57’si kolordu komutanı, 110’u tümen komutanı ve 220’si tugay komutanıydı (Carell 1974, 1:249). Nikita Khrushchev bunun altında Hitler’in yattığını söylemiştir. Sovyet Ordusu, “Büyük Arındırma” ciddî bir yara almıştı. Boşalan çoğu Kızılordu rütbelerini doldurmak için hızlı bir atama furyası başlamış, bir çok komünist subay hızla üst rütbelere terfi ettirilmiş ve 40 yaşlarında mareşaller belirmiştir. Bu durum, genel olarak Kızılordu’nun sevk ve idare yeteneğini oldukça zayıflatmış, önce 1939 kışında Finlandiya’dan sonra 1941’de Almanlar’a karşı anavatanlarında Ruslar’ın, facialar ile dolu harekâtlarla tanışmasına neden olmuştur.
35
1940 Temmuz’un da Genelkurmay Başkanı Orgeneral B. M. Shaposhnikov, Harekât
Dairesi Başkan yardımcısı Tümgeneral A. M. Vasilievski’nin savaş planını kabul
etmişti. Buna göre Almanlar, İtalya, Finlandiya, Romanya ve olasılıkla da Macaristan
ile Japonya’nın desteğiyle saldıracaklardı. Mihver gücü 270 tümen olacak ve bunun
233’ü batı sınırında yer alacaklardı. Almanlar’ın asıl kuvveti 123 piyade ve 10 panzer
tümeni olacak ve Pripet Bataklıkları’nın kuzeyinden Minsk, Moskova ve Leningrad’ı
hedef tutacak şekilde ilerleyeceklerdi.1 Bu yüzden Kızılordu’nun asıl kesimini buraya
konuşlandırmak gerekliydi. Stalin, bu planı Hitler’in Donets’teki kömür ve diğer
madenlerle ilgileneceği düşüncesiyle daha da geliştirmişti. 14 Ekim 1940’ta MP 41
kabul edildi. Buna göre 171 tümen üç savunma kemeri ya da harekât kademesine göre
dağıtılacaktı. İlk kemerde hafif örtme birlikleri 57 piyade tümeni ile hazır olacak ve her
tümen 70 kilometrelik bölgeyi savunacaktı. İkinci kademe 52, üçüncüsüyse 62 tümenle
korunacak ve 20 mekanize kolordunun çoğu Avrupa Rusya’sında bulundurulacaktı
(Glantz 1995:39).
1939’da Ruslar, 1930’dakinden 43 katı tanka, 6,6 katı uçağa ve 7 katı silâha sahip
olmuşlardı (Shtemenko 1971:129). 1940’ta Sovyet endüstrisi sadece 145.000 vasıta
üretmişti ki, bunun 136.000’i kamyondu. 1941 Ocak’ındaki savaş oyunlarından sonra,
politbüro her biri iki tank ve bir motorize piyade tümeninden oluşan, toplam gücü
40.000 asker ve 1.000 tank olan 20 mekanize kolordu kurmakla yetkilendirilmiştir.
Ancak 1941 Haziran’ında sadece 10. Ordu’ya bağlı olan VI. Mekanize Kolordu tam
kapasiteye ulaşabilmişti. Diğer beş mekanize kolordunun donatımı eksikti. Bununla
birlikte savaşın başında Sovyetler’in 17.745 uçağının sadece 3.719’u son modellerdendi
(Kipp 1989). 22 Haziran 1941’de Sovyetler’in batıdaki beş askerî bölgesinde yeni
tanklardan 508 KV ve 967 T-34 olmak üzere toplam 1.475 üstün tank bulunuyordu.
Yine de mevcut tankların çoğu eski türdü ve 15 Haziran’da bunların sadece % 27’si
çalışabilir durumdaydı (Werth 2000:139). Savaşın başında Ruslar’ın toplam tank sayısı
17.000’in üzerindeydi (Carell 1974, 1:58). 23 Aralık 1940’ta, General Ritter von
Thoma’nın2 verdiği bilgiye göre, 45 mm.’lik Sovyet Erhard topu, Alman tanklarını 300
1 Vasilievski’nin savaş planındaki öngörüsü, bir sene sonra gerçek olmuştur. Böyle öngörülü bir planın yapılması ve kbul edilmesi Sovyet kurmay kadrosunun değersiz olmadığını göstermektedir.2 Bazı generallerin başındaki von aristokratlığın göstergesi olup, savaş sırasında Alman Ordusu aristokratlıktan merit sisteme geçmekteydi. Omer Bartov’un konu ile ilgili olarak seçili bazı Alman
36
metreden vurabiliyordu. Etkili menzili 500 metre olup, 800 metrenin üstünde işe
yaramıyordu (Jacobsen 1988:309). Alman orta-tanklarının 50 mm. ile 75 mm. Olan
topları ise daha uzun etkili menzile sahiplerdi. Ancak T-34 ve KV-1 modellerinin 76
mm.’lik topları ile Almanlar henüz tanışmamışlardı.
Bir Sovyet piyade tümeninin kağıt üstündeki resmi gücü 1941’de, 14.483 asker, 294 top
ve havan, 16 tank, 13 zırhlı araba, 558 otomobil ve kamyon, 99 traktör ve 3.000 attan
oluşuyordu. Ancak gerçekte birinci kademe tümenlerinde ortalama 8-9.000, ikinci
kademe tümenlerinde ise 6.000’in biraz üzerinde asker mevcuttu (Kipp 1989). 190
milyonluk Sovyet nüfusunun 16 milyonunu silâh altına almak mümkündü (Carell 1974,
1:77).
Ruslar, 1940’ta paraşütçü birliklerini iki misline çıkarmışlardı (Shtemenko 1971:29).
1941’de Sovyet Ordusu’nun belkemiğini 18.000’e yaklaşan askeriyle piyade tümenleri
oluşturuyordu ve her tümende iki topçu alayı ile bir de tank taburu mevcuttu (Soviet
Tactical 1998:V-1). Savaş sırasında evrim geçiren taktik doktrine göre Ruslar, yeniden
dönerek uygulamaya başladıkları “derin harekât” konseptlerine uygun olan tank ve
mekanize kolorduları oluşturdular. Tank kolorduları piyadeyle desteklendiğinde yarma
için büyük bir şok etkisine sahip oluyor, yarmadan sonra ise geniş motorlu piyade
birliklerine daha az sayıda tanka sahip mekanize kolordular ise fırsattan istifade ederek
durumu sömürüyorlardı (Soviet Tactical 1998:V-2). Harekâtlar için, Sovyet topçusu
genellikle kilometre başına 200-300 parça top konuşlandırıyordu. Kesin harekâtlar için
20.000’i aşan top yığıldığını görmekteyiz ki, Birinci Dünya Savaşı’nda bu sayı bir
ülkenin kara kuvvetlerindeki top gücünün tamamı demekti (Soviet Tactical 1998:V-48).
Sovyet Deniz Kuvvetleri ise, 1940-1941’de 500’den fazla gemi imal etmişti. Alman
saldırısı başlarken, Sovyetler’in yedi kruvazör, 59 destroyer, 218 denizaltı, 269
torpedobot, üç muharebe gemisi ve 2.500 uçaktan oluşan bir deniz gücü vardı
(Shtemenko 1971:30). Stalin, 5 Mayıs 1941’deki konuşmasında, ordunun yeniden
inşasının tamamlanmasıyla savunma durumundan, saldırı durumuna geçeceğini
söylemiştir (Förster 2004:82). Bu konuşmadan sonra Jukov ve Timoshenko’nun “pre- tümenlerinde yaptığı araştırmaya göre, binbaşı rütbesinin altındaki rütbelerde merit sistem, binbaşı ve üstündeki derecelerde ise aristokratlık daha ağır basıyordu. (Bartov 1986:46, tablo 2.4)
37
emptive” saldırı düşünceleri ortaya çıkmıştır. Stalin, konuşmasında birkaç sene içinde
tümen sayılarının 120’den 300’e çıktığını, tümen mevcudiyetinin 15.000 olduğunu, yeni
uçakları, tankları, topları, obüsleri, ağır-makineli tüfekleri, hafif-makineli tüfekleri,
piyade tüfeklerini anlattı. Ordu’nun 50.000 traktörü ve kamyonu olduğunu açıkladı
(Förster 2004:86-91). Daha sonra tarihten karşılaştırmalar yaptı ve son savaş teknikleri
üzerinde durdu. En sonunda ise saldırı gücüne sahip ordunun en iyi savunma politikası
ile barışı sürdürebileceğini söyledi (Förster 2004:102).
Almanlar’ın Romanya ve Bulgaristan’a yığınak yapmaları, boğazları da tehdit altına
aldığı için Sovyetler’i korkutmuştu (Gorodetsky 1999:65). Ruslar, 1941 Nisan ile
Haziran ayları arasında savaş hazırlıkladrını hızlandırmışlardı. Mayıs sonu ve Haziran
başında 100 tümenin kadrosunu doldurmak ya da tahkimli bölgelere dağıtılmak için
800.000 ihtiyat çağırıldı. 26 Nisan ile 10 Mayıs arasında Ural ve doğusundaki
bölgelerdeki birlikler sınırlardaki askerî bölgelere kaydırılmışlardı. 13 Mayıs’ta dört
orduyu iç bölgelerden batı sınırına kaydırmayı ve Moskova’da beşinci bir ordunun daha
kurulmasını kararlaştırdı (Glantz 1995:26-27).
Jukov, 1941’de tansiyon yükselmeye başladığında Stalin’i öngörülü ilk saldırı yapması
konusunda uyarmıştı. 15 Mayıs’ta hazırladığı Sovyetler Birliği Silâhlı Kuvvetler’nin
“Stratejik Konuşlanması Planı” için Timoshenko’yu da ikna ederek birlikte imzalamış
ve halk komiserleri Konseyi sözcüsü’ne sunmuşlardı. Jukov, 152 tümenle Polonya’ya
saldırarak 100 Alman tümenini yok etmeyi amaçlamıştı. Güneybatı Cephesi,
Polonya’nın güneyinden girerek, Almanlar’ın küçük müttefikleri ile irtibatını keserken,
Batı Cephesi de asıl Alman kuvvetleriyle karşılaşarak Varşova’yı ele geçirecekti.
Kızılordu’nun o zamanki sorunlarıyla bu tam bir kumardı ve Stalin bu planı
önemsemedi (Glantz 1995:41). Stalin, savaşın en azından 1942’den önce olmayacağına
inanıyordu (Jukov 1982:32-33).
Sovyetler Birliği, Almanya’nın sırt ağrısıydı. Batı Cephesi’ni kapatan ama İngiltere’yi
dize getiremeyen Almanlar’ın, Rusya’nın güçlenmesinden rahatsız oldukları da belliydi.
Hitler’in Ruslar’ı yok etme isteği, Halder’in 31 Temmuz 1940’taki notlarında şöyle
geçmektedir: “Hitler Rusya’yı İngiltere’nin ve ABD’nin tek olası müttefiği olarak
38
görüyor, 1941 ilkbaharında Rusya’nın imhasını başlatmayı düşünüyordu. Ana hedef
Ruslar’ın insan gücü olmalıydı. Bunun için 120 tümen yeterliydi” (Jacobsen 1988:244-
245).
Liddell Hart, Hitler’in Blitzkrieg’i anladığını ama yine de Guderian kadar kavrayacak
ölçüde olmadığını, Alman Genelkurmayı ya da üst düzey generallerinin de bunun
devrimci potansiyelini göremediklerini söylemiştir (Liddel Hart 1996, I:91).
Brauhitsch’in kişisel çıkar gütmeyen ve yeniliklere açık olma özellikleri, Alman
ordusundaki yenilikçi ekolün işine oldukça yaramıştır. Ancak Hitler de bu yeni taktik
anlayış devriminin başarılı sonuçlarına kapılmıştı. Ancak bu anlayışın stratejik derinliğe
sahip olan bir ülkede ne kadar işleyeceği de bir soru işaretiydi.
Alman piyade tümeninde ise 12.000 muharip ve 3.000 kişilik bakım birliği vardı. Bakım
birliğinin 1.700’ü ekmekçi birlikleri, kesim takımı sıhhiye bölüğü, hayvan kademeleri
ve onarım atölyelerinde çalışıyordu. Kalan 1.300’ü ise ikmal organizasyonunda
görevliydiler (Carell 1974, 1:104). Her panzer tümeninde ise pratikte 160 tank mecut
olup, Doğu Cephesi açılırken panzer tümenlerinin tank sayıları 100 ila 200 arasında
değişkenlik göstermekteydi.
Hitler, Rusya çok güçlenmeden harekete geçmek istiyordu. 18 Aralık 1940’ta
yayınladığı 21 sayılı gizli direktifi, Barbarossa Harekâtı’nın hazırlıklarına hemen
başlanmasını ve en geç 15 Mayıs 1941’de tamamlanmasını bildiriyordu. Direktifte
genel amaca “Batı Rusya’da bulunan Rus Ordusu’nun büyük kısmı, başında zırhlı
birliklerin bulunduğu kollarla yapılacak derin yarmaları kapsayan atak harekât sonucu
yok edilecek ve muharebeleri geniş Rus kara sahalarına götürme yeteneğindeki düşman
kuvvetlerinin geri çekilmesi önlenecektir” şeklinde giriş yapılmıştı (Guderian 1983:382,
Ek XXII). Harekâta “Barbarossa” adı verilmesinin sebebiyse, Haçlı Seferi’ne
benzetilmek istenmesiydi (Carell 1974, 1:6).
Hitler, generallerine, Rusya’nın 1941 yazında Almanya’ya karşı harekete geçmek için
hazırlandığına dair bilgiler sunmuştu (Liddel Hart 1996, II:350). Orgeneral Hermann
Hoth’un 30 Mart 1941’deki toplantı notlarına göre, Hitler “Batı Seferi zafere
39
ulaşmasaydı, Rusya Almanya’ya girecekti” demiş ve rahatsızlığın hala geçmediğini
söylemişti. Bunu da Alman istihbaratına dayandırdığı anlaşılmaktaydı. Toplantıda,
Sovyet silâh fabrikalarının ele geçirilmesi ya da yok edilmesi, petrolden yoksun
bırakılması, optik endüstrisi gibi Sovyet savaş yönetimini etkileyecek birkaç endüstri
dalının önemi üzerinde durulurken, saldırının hedefi Rus devletinin dağıtılması olarak
sunuldu. Toplantıda Rusya Seferi’nin diğer seferlerle karşılaştırılmaması gerektiği ve
askerî yasanın fazla insancıl olduğu, Rus komiserlerin Letonya, Litvanya ve
Estonya’daki suçları üzerinde durulurken, bunların Asyalı davranışlara sahip oldukları
ve askerlerce hemen, cephe gerisine gönderilmeksizin yok edilmeleri gerektiği söylendi
(Förster 2004:72-76).1
Warlimont’a göre Hitler, Napolyon ile aynı konumdaydı. Hem İngiltere, hem de Rusya
Hitler’e en güçlü ve en tehlikeli düşman olarak bakıyorlardı (Liddel Hart 1996, II:353).
Manstein, Alman, Macar ve Sovyet sınırlarındaki Sovyet yığınağı, yeteri derecede
tehditkar görünüyordu” şeklinde düşünmekteydi (Manstein 1962:298). Ribbentrop,
Reichsmarschall Hermann Göring ve Mareşal Gerd von Rundstedt ise Rusya’nın
istilâsına karşıydılar.
Rundstedt’e göre, Barbarossa, Balkanlar’daki harekât ve hava koşulları nedeniyle bir ay
sonraya, 22 Haziran 1941’e ertelenmişti. Yugoslavya ise, çok kısa bir süre önce
Mihver’e bir pakt ile bağlanmış, ancak 27 Mart 1941’de Yugoslavya’nın Mihver yanlısı
hükümeti General Simoviç ve yandaşlarınca bir darbeyle devrilmişti. Yunanistan’ın
istilâsı, Barbarossa için bir ön hareket olarak 1941 programına sonradan dahil edilmişti
(Liddel Hart 1996, II:343-345).
1941’de Polonya’daki Bug-San Hattı’nın doğusundaki bölgede yolların çoğu çamurlu
olup, burada harekât Mayıs sonuna kadar kısıtlıydı ve ülkenin çoğu da batak
durumundaydı. Islah edilmemiş bir çok nehir yaygın sellere neden olmuştu. Pripet ve
Berezina bataklıklı orman bölgelerinde koşullar ağırlaşmıştı. Normal zamanlarda bile
1 Aynı toplantıda Rusya’nın gücü de Hoth’un notlarına göre şöyle verilmiştir: “Rusya’nın Değerlendirilmesi: Kuvvetli hava gücü, kuvvetli tank gücü. Hava kuvvetlerimiz düşman hava kuvvetlerini yok edemez. Batıda kayıplar ve birkaç noktada bölgesel toplanma. 75 mm. toplu ağır Rus tankı. Litvanya’da tespit edildi. Kitlelerce askerle. İnatçı düşman. Liderlikten yoksun. Teçhizat kapasitesi çok iyi değil. Örnekler...” (Förster 2004:72-76).
40
harekât Mayıs ortalarına kadar kısıtlı olup, 1940-41 kışı istisnai olup daha uzun
sürmüştü. Bug nehri Haziran ortalarına kadar yatağının kilometrelerce dışına taşmıştı
(Liddel Hart 1996, II:349).
Hitler, 14 Haziran 1941’de Berlin’de Ordular Grubu, Ordu ve Panzer Grubu
komutanlarını toplayarak 22 Haziran’da başlayacak olan Barbarossa Harekâtı’nı ve
nedenlerini açıkladı (Guderian 1977:258-259). Hitler, hem Sovyet Rusya’yı alaşağı
ederek Avrupa’da rakipsiz kalmak, hem de Ortadoğu petrollerine Kafkasya’dan inerek
İngiltere’nin candamarını keserek bir taşla iki kuş vurmayı istiyordu. Bu yapılırken
çevrelenmiş olan Türkiye ve zaten Almanlar’ın önemli bir etkinliğinin varolduğu İran
da Almanlar’ın safına katılmak zorunda kalacaklardı.
Barbarossa’da, Kızılordu’ya karşı girişilen hızlı harekât, batıdaki seferden farklı olarak,
fethetme, sömürme ve kökünü kurutma şeklinde planlanmıştı (Förster 2004:63).
Harekâtın nihaî hedef çizgisi Leningrad-Moskova-Rostov gibi Rusya’nın Avrupa’da
kalan önemli şehirlerinin çoğunu kapsayan ve sonrasında Moskova’nın doğusu ile
Kafkasya’ya da sıçranacabilecek geniş bir bölgeydi. Hitler’in, Sovyet ordularını Ural
Dağları’nın doğusuna atarak burayı sınır tutmak istediği söylevlerinden anlaşılıyordu.
Rusya’nın istilâsı, Alman ordularının kısa süre içinde nihaî hedeflere ulaşması ile 1941-
42 kışından önce garantilenmiş olacaktı.
Hedefler üç derecede sınıflandırılmıştı. Üçüncü derece hedefler Riga, Daugavpils, Kiev
ve Odessa gibi sınıra yakın merkezlerdi. Buraların alınması daha içlere doğru
sürdürülecek olan harekâtın ikmali için önemliydi. İkinci derecede ise Leningrad,
Smolensk ve Dinyeper Kıvrımı geliyordu. Buralar da Sovyetler Birliği içlerine
yapılacak nihaî harekâtın ikmal merkezleri olacaktı. Birinci derece hedefler ise
Moskova ve Rostov şehirleriydi (Keegan 1989:52, Harita 2).
Stratejik öneme sahip olan Leningrad, Sovyet Baltık Filosu’nun merkeziydi ve
Rusya’nın Avrupa’ya denizden ticari çıkışı en yakın olan limanıydı. Ayrıca Rusya’nın
kuzeyde güvenliğini sağlayan en önemli noktaydı. Moskova, hem Sovyetler Birliği’nin
başkenti hem de kara ve demiryollarının kavşak noktası olarak kuzeyin güneyle
41
bağlantısını sağlayan en önemli merkezdi. Rostov ise Azak Denizi’nin kuzeydoğu
ucundan Don Nehri’ne biraz girinti yapan stratejik bir üstü. Rostov’u ele geçirerek
buranın kuzeydoğusundaki Don Havzası’nın batı kesimini elinde tutan bir ordu, hem
Kafkaslar’ı, hem de Saratov ve Stalingrad gibi endüstri merkezlerinin bulunduğu Volga
Havzası’nın aşağı kesimini tehdit edebilirdi. Rostov, Güney Rusya’nın adeta doğuya
açılan kapısının anahtarıydı.
Barbarossa Harekâtı için hazırlanan Alman orduları, Kuzey Ordular Grubu, Merkez
Ordular Grubu ve Güney Ordular Grubu olarak cepheyi üçe bölmüştü. Mareşal Ritter
von Leeb’in Kuzey Ordular Grubu’na Doğu Prusya’dan Baltık ülkeleri üzerine yürümek
suretiyle Leningrad şehri harekâtın hedefi olarak gösterilmişti. Mareşal Fedor von
Bock’un Merkez Ordular Grubu ise Pripet Bataklıkları’nın kuzeyinden Minsk ve
Smolensk’i alarak Moskova’ya ilerleyecekti. Smolensk alındıktan sonra grubun bazı
birlikleri, kendinden daha az kuvvete sahip olan Kuzey Ordular Grubu’nun harekâtını
sonlandırabilmesi için kuzeydeki Leningrad’a yönelerek destek verecekti. En büyük
kuvvete sahip olan Merkez Ordular Grubu, savaşın ikinci safhasında Moskova’dan
kuzeye yönelerek Archangelsk liman kentine varacaktı. Mareşal Gerd von Rundstedt’in
Güney Ordular Grubu ise Polonya’dan ve Romanya’dan Kiev’e yüklenecek ve savaşın
ikinci safhasında Ukrayna’nın merkezini geçerek Rostov kenti ile Don Havzası’na
ulaşacaktı. Alman Genelkurmayı’na göre, Ruslar’ın seferberlik hazırlıkları ancak altı
haftada tamamlanabilirdi (Gerede 1994:373). Bununla birlikte General Ewald von
Kleist, “Zafer ümitleri büyük ölçüde istilâ’nın Rusya’da bir siyasî ayaklanma yaratacağı
beklentisi üzerine inşa edilmişti” demiştir (Liddel Hart 1996, II:353). Ancak Gerede’nin
görüştüğü ve Rusya’yı tanıyan bazı Alman yetkililer, Bolşevik rejiminin yeni bir nesil
yetiştirdiğini ve Bolşevizm’den başka bir şey görmemiş bu neslin silâh altına
alınacağını, dolayısıyla dini duyguları harekete geçirmenin zor olduğu ve Rus ırkından
bir karşı-devrim beklemenin hayal olduğunu belirtmişlerdir (Gerede 1994:228).
Her ordular grubuna öncülük etmesi için dört panzer grubu oluşturulmuştu. Kleist’ın 1.
Panzer Grubu Güney Ordular Grubu’nun, Guderian’ın 2. Panzer Grubu1 ve Hoth’un 3.
1 Savaşın sonraki dönemde ünlenecek bir çok yetenekli komutan, Barbarossa Harekâtı başlarken Guderian’ın 2. Panzer Grubu’nda bir araya gelmişti. Bunların arasında Schweppenburg, Hausser, Lemelsen, Arnim, Nehring ve sonradan Mareşal olacak olan Model de vardı.
42
Panzer Grubu Merkez Ordular Grubu’nun, Erich Höppner’in 4. Panzer Grubu da Kuzey
Ordular Grubu’nun atbaşı olarak harekâta liderlik edeceklerdi.
Alman zırhlı tümenlerinin sayısı 20’ye çıkartılmış ve orta tankların sayıları hafiflere
oranla oldukça artırlmıştı. Guderian’ın temelini attığı Alman doktrinine göre her zırhlı
tümende 600 tank olması gerekiyordu ki tam kapasiteli 20 tümende 12.000 tank
bulunması gerekirdi. Barbarossa öncesinde Thoma, Hitler’in sadece panzer
tümenlerinim sayısının artışı ile ilgilendiğini, adedi ile fazla ilgilenmediğini, bunun
sonucunda subay heyetlerinin ve yardımcı birliklerin sayısının iki katına çıktığını, yeni
panzer tümenleri için eldeki panzer tümenlerinin iki adet olan panzer alaylarından birer
tanesinin ellerinden alındığını söylemiştir. Thoma, “Yirmi zırhlı tümen kulağa büyük
bir artışmış gibi geliyordu ama tank sayısında gerçek bir artış yoktu. Muharebe
gücümüz Ruslar’ın söylediği gibi 12.000 değil, sadece 2.434 tanktan ibaretti. Ancak
tanklarımızın üçte ikisinin hafif tanklardan oluştuğu ilk seferimizin (Fransa 1940)
aksine, şimdi birliklerin üçte ikisi orta tanklardan oluşuyordu” demiştir (Liddel Hart
1996, I:178-179). Kleist ise “Rusya’ya yapılacak hücum için Güney Polonya’da bana
verilen tankların büyük bir kısmı Balkan Taarruzu’nda yer almıştı ve mürettebatlarının
dinlenmeye, araçların ise genel bir bakımdan geçmeye ihtiyaçları vardı” demiştir
(Liddel Hart 1996, II:343). Thoma ayrıca, Rusya’da kendinden kundaklı topçunun az
olması ve paraşüt birliklerinin hava kuvvetlerine bağlı olmasını bir çok başarının
ellerinden kaçmasında önemli rol oynadıklarını söylemiştir (Liddel Hart 1996, I:181).
Guderian ise Achtung-Panzer! kitabında Sovyet zırhlı gücünü daha 1937’de 10.000 tank
ve 1.200 zırhlı keşif aracı olarak tahmin etmişti (Guderıan 1995:153).1 Ancak zamanın
askerî yetkilileri bu sayıyı çok abartılı bularak, itibar etmemişlerdir.
Alman Deniz Kuvvetleri’nin de Baltık kıyıları boyunca harekâtı desteklemesi ve
Baltık’ın doğu kesiminin güvenliğini sağlaması gerekiyordu. Bunun için Amiral Karl
Dönitz komutasında bir Deniz Grubu Komutanlığı oluşturularak, harekâta 28 hücumbot,
beş denizaltı ve 10 mayın gemisi ile motorlu balıkçı gemileri filotillasından oluşmuş bir
kuvvet ayırdı (Carell 1974, 1:7).
1 Guderian haklı çıkmıştır. Barbarossa başladıktan 10 gün sonra Halder, 2 Temmuz 1941’de Ruslar’ın tank gücü tahminini 15.000 olarak revize etmiştir (Jacobsen 1988:443).
43
Romanya, karşısındaki Sovyet birliklerini oyalayacak, Finlandiya ise Norveç’ten
gelecek Alman birliklerinin toplanmasını koruyacak ve sonra bu grupla birlikte harekâta
katılacaktı (Carell 1974, 1:11). Barbarossa açılırken, Alman müttefiklerinin toplam
katılımı 42-43 tümen olup, bunlardan 15-16 adet Fin tümeni bağımsızdır. İki Macar ile
üç İtalyan tümeni Alman 17. Ordusu’nun, 22 tümenden oluşan General Dimitrescu’nun
Romen 3. Ordusu ile General Ciuperca’nın Romen 4. Ordusu da Alman 11.Ordusu’nun
emrine verilmişlerdi (Lederrey 1955:23, tablo).
1941 ilkbaharı boyunca, Alman destekli Ukrayna gerillaları, Batı Rusya’da 300’den
fazla eylem yapmıştı. Almanlar, 16 Haziran’dan başlayarak Moskova’daki elçilik
personelini çekmeye başladılar ve 21 Haziran’da Sovyet limanlarında hiçbir Alman
ticari gemisi kalmadı (Glantz 1995:41-42). Ruslar, Alman hazırlıklarını 21 Haziran
akşamı öğrendiğinde artık çok geç olmuştu. Kremlin’de aceleyle Politbüro toplanmıştı.
Ancak Stalin Almanlar’ın saldıracaklarına inanmak istemiyor, bunun bazı Nazi
generalleri tarafından iki ülke arasındaki bir savaşı haklı göstermek için girişilebilecek
bir taarruz olduğunu ileri sürüyordu. Rus hatlarını geçen Alman asker kaçaklarından
saldırı saati 04.00 olarak belirlenmişti. Sovyet komutanlıklarına 22 ya da 23 Haziran’da
Almanlar tarafından gelebilecek herhangi bir taarruza karşı hazır olmaları bildirilmişti
(Jukov 1982:18-20).
2.2. ALMAN ÜSTÜNLÜĞÜ
2.2.1. Barbarossa Harekâtı’nın Başından Tayfun Harekâtı’nın
Başarısızlığına Kadar Geçen Dönem (22 Haziran - 5 Aralık 1941)
Alman Dışişleri Bakanı 22 Haziran 1941 sabahı saat 04.00’te Sovyet sefirine nota
vererek askerî harekâtı resmen başlattı. 22 Haziran’a girildiği gece yarısı saat 01.00’den
sonra Moskova’dan generallere Barbarossa’nın 22-23 Haziran’da başlayacağı yönünde
bir direktif gönderildi (Erickson, 1993:161). Hitler’in birlikleri ise saat 03.00’da genel
taaruzu başlattı.
44
2.2.1.1. Alman Hava Taarruzu’nun Sonuçları
22 Haziran 1941’de Luftwaffe, Doğu Cephesi için 2.840 uçak ayırmıştı. Bu uçaklardan
610’u Kara Kuvvetleri’ne tahsis edilmiş olan uzun ya da kısa mesafe keşif ile irtibat
uçaklarıydı (Mitcham 1997:134, tablo 12). Göring mevcut olan muharebe uçaklarının
1.945’ini Barbarossa için ayırmıştır ki, bu sayı toplamın % 65’iydi. Bunlar 510
bombardıman, 440 avcı, 290 pike-bombardıman, 40 iki motorlu avcı ve 120 uzun
menzilli keşif uçağıydı (Carell 1974, 1:7). Almanlar, Luftwaffe’nin harekâtı için
Polonya’da en az 250 hava alanı hava meydanını inşa ya da modernize etmişlerdi
(Werth 2000:143).
22 Şubat 1941’de General Konrad, Rus Hava Kuvvetleri’nin 200’ü operasyonel, 1.100
havaalanına sahip olduğunu, uçaklarının Almanlar’ınkinden eski olduklarını ve tahmini
uçak sayılarının 4-5.000 bombardıman ve avcı olduğunu belirtmişti (Jacobsen
1988:321-323). Bununla birlikte Alman istihbaratının sürekli yeni verilere sahip olduğu
görülmektedir. Buna göre Kızılordu’nun elinde 8.000 uçak vardı ve bunun 6.000’i
Avrupa’daydı. Almanlar, Ruslar’ın donatım eksikliği, organizasyon bozukluğu ve
tecrübesiz ekiplerini de hesaba katmışlardı (Carell 1974, 1:6). Halbuki, Ruslar sadece
batıda 10.000 uçağa sahip olup, doğuda da en az 3.000 kadar uçakları mevcuttu. Ayrıca
aylık 1.131 uçak üretim kapasitesine sahip bir endüstrileri mevcuttu. 1940’ta, en son
avcı uçaklarından 64 Yak-1 ve 20 MİG-3’e sahiplerken, 1941 yılının yalnız ilk
yarısında ellerinde 1.946 Yak-1, LaGG-3 ve MİG-3 mevcuttu. Aynı şekilde 1940’ta
sadece iki adet Pe-2 pike-bombardıman uçağına sahiplerken, bu 1941’in ilk sayısında
458’e çıkmıştır. Ayrıca bu zamanda 249 adet Il-2 bombardıman uçağı da bu sayılara
eklenmiş ve yeni uçakların toplam adedi 2.650’yi geçmiştir (Shtemenko 1971:29).
25 Şubat 1941’de Kızılordu Hava Kuvvetleri’nim yeniden yapılandırılması kararı
alınarak, filoların yeniden silâhlandırılmasına vesavaşa hazırlanmasına başlandı
(Shtemenko 1971:29). Eski uçaklarını hızla yenilemeye başlayarak, 3.700 kadar yeni
Yak-1, MiG-3 ve LaGG-3 uçakları filolara dağıtmışlardı. 1941’de Luftwaffe
uzmanlarının Urallar’da bulunan altı uçak fabrikasına giriş izni verilmiş ve bunlar
Ruslar’ın geniş ölçekli uçak üretim faaliyetini rapor etmişlerdi. Yinede Luftwaffe
45
istihbaratı bu raporları umursamamış ve savaş başladığında Ruslar hava kuvvetlerindeki
uçak adedi bakımından, Almanlar’a 7:1 oranında bir üstünlük sağlamışlardı (Mitcham
1997:136). Sovyet pilotlarının uçuş saatleri, yeni uçaklar için azdı. 22 Haziran’da Baltık
Askerî Bölgesi’ndeki pilotlar 15, Kiev Askerî Bölgesi’ndeki pilotlar ise sadece dört
saatlik uçuş deneyimine sahiplerdi ki, bu dönemde USAAF’ta muharebeye katılcak
pilotlar için istenen uçuş talimi 150 saatti buluyordu (Werth 2000:139). Bu arada
1941’de Rusya’da Batılı Müttefikler’in pilotları da mevcuttu (Neillands 2003:99).
Ancak Alman saldırısı baskın niteliğindeydi ve Stalin, Alman saldırısı beklemediği için,
Sovyet uçakları ana havaüslerinde, açıkta ve kamufle edilmemiş haldeydiler. 22
Haziran, saat 13.30’da 800 Sovyet uçağının yok edildiği, Almanlar’ın sadece 10
uçağının düştüğü rapor edildi (Jacobsen 1988:412). Barbarossa’nın ilk saatlerinde 66
Sovyet havaalanı hava baskınına uğramış, en az 1.200 uçak yokedilmişti ki (Overy
1997:102), bunların 800’ü alanlarda vurulanlardı (Werth 2000:156). Akşam Luftwaffe,
850 uçağı düşürdüğünü rapor etti (Jacobsen 1988:414).
OKW, 29 Haziran’da 4.017 Rus uçağının yok edildiğini, buna karşın sadece 150 Alman
uçağının kaybedildiğini rapor etti (Mitcham 1997:138). “İlk dönem” yani ilk hafta
boyunca Sovyet Hava kayıpları 2.062 uçak oldu. Bunların % 72’si karada yok edilirken,
% 12’si Alman avcı uçaklarınca düşürüldüler (Erickson 1993:161). 1 Temmuz’da
Luftwaffe Harekât Dairesi Başkanı General von Waldau, Sovyet hava gücünün 1.600 ila
2.000 uçak arasında olduğunu söyledi (Jacobsen 1988:440). 22 Haziran ile 19 Temmuz
arasındaki dört haftalık sürede Luftwaffe’nin kaybı ise, savaş ve savaşdışı nedenler
birlikte toplam 1.284 uçak olmuştur (Carell 1974, 1:63).
Ayrıca Hitler, Bükreş ve Helsinki’yi bombalayan Sovyet hava kuvvetlerine karşılık
verilmesi için, 19 Temmuz 1941’de 33 no’lu direktifle Moskova’nın havadan
bombalanmasını istedi. Bunun üzerine 195 orta-bombardıman uçağı, 21 Temmuz gecesi
Moskova’ya ilk kez düzenlenen bombardıman harekâtına katıldı. Bunlardan 127’si
Moskova’ya ulaşarak 104 ton yüksek güçte patlayıcı bomba ve 46.000 yangın bombası
bıraktı. Bombardıman beş saat sürdü. Yoğun uçaksavar ateşi, gece avcı uçakları ve
300’ü aşkın ışıldak Alman formasyonlarının dağınık bir şekilde bombaları geniş bir
46
alana yaymalarına neden olmuştu. Harekâtta 17 Alman uçağı kaybedildi. Stalin, yaptığı
konuşmada bunun karşılığında VVS’nin de Berlin’i bombalayacağını duyurmuştur.1
2.2.1.2. Brody-Dubno Muharebeleri (Haziran 1941)
Orgeneral Kirponos’un Güneybatı cephesi, emrindeki altı mekanize kolordu ile
Lvov’un doğusunda Almanlar’ın Güney Ordular Grubu’nun atbaşı olan Kleist
komutasındaki dört zırhlı tümenden oluşan 1. Panzer Grubu’nu durdurmak için harekete
geçti. Kirponos sayıca üstün olan tank kuvvetini çekinmeden öncü olan Kleist’in
grubunun üzerine sürdü. 25 ila 30 Haziran arasında geniş bir alanda şiddetli çarpışmalar
cereyan etti. Ancak hava üstünlüğünden yoksun olan Rus tank gücünün çoğu tanklar
hedeflerine ilerlerken Luftwaffe’nin yakın-destek saldırıları sayesinde saf dışı bırakıldı.
Kalanlar ise deneyimsiz, taktikten yoksun, koordinasyonu kaybolmuş parçalar halinde
savaşa tutuştular. Sonuçta ikmalden de yoksun kalan Sovyet tanklarının büyük
çoğunluğu kaybedildi ve Kirponos, kurtulmayı başaran az sayıda tank kuvvetiyle Kiev’e
çekildi.
Brody-Dubno sektörü, o zamana kadar tarihte yaşanmış en büyük tank muharebesi
olmuştur. Kirponos’un elindeki tanklar cephe boyunca en güçlü Sovyet zırhlı
topluluğunu oluşturuyordu ve bir kaç gün içinde bu güçten geriye fazla bir şey
kalmamıştı. Saldırıya katılan altı Alman panzer tümeninin de önemli ölçüde kayıp
verdiği sanılmaktadır. Muharebe, Sovyet birliklerin bozgunuyla sonuçlansa da, birkaç
gün boyunca Alman Güney Ordular Grubu’nun ilerleyişini duraklattığı için Barbarossa
Harekâtı’nın ilerleyen aylarda başarısız olmasına olasılıkla katkıda bulundu.
2.2.1.3. Bialystok-Minsk Muharebeleri (Haziran 1941)
22 Haziran öğleden sonra, Alman birlikleri Brest-Litovsk’un kuzeyinde Sovyet
askerlerini ortalama 10-12 km. kadar geriye sürmüş, böylece panzer birliklerinin yolu
1 “Red Stars Over Berlin”, Aviation History, Jon Guttman, www.thehistorynet.com
47
da açılmıştı (Jacobsen:413).1 Bundan sonra Alman panzerleri hızla Rusya içlerine doğru
akmaya başladılar. Bölgeyi savunmakla görevli olan Sovyet Batı Cephesi Komutanı
Orgeneral Dimitri G. Pavlov, Almanlar’a karşı cephenin bu en önemli kesimini
savunurken ciddî bir haberleşme sorunuyla karşı karşıya bulunuyordu. Guderian’ın 2.
ve Hoth’un 3. panzer grupları, Pavlov’un birliklerinin üstüne atılarak iki yandan kıskaç
hareketiyle Bialystok’u çevirdi. Almanlar, böylece 29 Haziran’da gerisinde kalan ve
Moskova ile arası 680 km. olan Minsk’e girdiler. Yağmur ve çamur2 panzer harekâtını
yavaşlattığı için Bialystok-Minsk cebinde çevrelenmiş Sovyet askerlerinden 300.000’i
kurtulmayı başardı (Keegan 1948:33). Sovyet kayıpları ise olarak 32 piyade tümeni,
sekiz zırhlı tümen, altı motorize/mekanize tugay ve bir süvari tümeni dahilinde 289.874
esir, 2.585 ele geçirilmiş ya da yok edilmiş tank, 1.449 top ve 246 uçak olarak bildirildi
(Jacobsen 1988:460, 9 Temmuz 1941).
Muharebeden sonra Pavlov tutuklandı ve yerine Barbarossa’nın başında Savunma
Bakanı olan Mareşal Timoshenko, Pavlov için ölüm kararı vermişti (Carell 1974, 1:44).
Timoshenko, 3 Temmuz’da Batı Cephesi Komutanlığını bizzat üstlendi. Hedefiyse, ağır
kayıplara rağmen Dinyeper’in doğusundaki 10 milyon kişiyi askere almak için zaman
kazanabilmekti (Carell 1974, 1:77). Savaşın ilk haftasında, Sovyet mekanize kolorduları
güçlerinin % 90’ını yitirmişlerdi (Glantz 1995:51).
2.2.1.4. Smolensk Muharebesi (Temmuz-Ağustos 1941)
Alman ilerleyişi, Rus Stepleri’nin ortalarına doğru olanca hızıyla sürüyordu. Bunun
üzerine Stalin, 3 Temmuz 1941’deki tarihi konuşmasında “kendi kaynaklarını kurutma”
politikasının uygulanacağını açıkladı (Stalin 1969:14). Ruslar iyi hücum yapamıyorlar,
yapınca da ağır kayıplara uğruyorlardı. 6 Temmuz 1941’de General Ott’un anlattığına
göre, Sovyet saldırı yöntemi üç dakikalık topçu barajı, sonra bekleme, ardından ağır
1 22 Haziran’da Patulin’de, Bug Nehri’ni geçmek için General Nehring’in 18. Panzer Tümeni’nin 18 Panzer Alayı’na verilen özel donanımlı 80 Tauchpanzer-III sualtı tankı, nehrin 8-10 metre kadar altından geçerek karşı kıyıya çıkmışlar, böylece Bug’daki köprübaşı kurulmaya başlanmıştı (Carell 1974, 1:24-28).2 1941’deki çamur mevsiminde Almanlar, altı at koştukları obüslere 27 at koşmak zorunda kalmışlardı. (Gerede 1994:377).
48
silâh desteği olmadan 20 hat derinliğinde piyade saldırısı şeklindeydi. Bu da
kayıplarının inanılmaz boyutlarda yüksek olmasına neden oluyordu. Ott, ayrıca 3
Temmuz’a kadar olan Alman kayıplarını, 11.822 ölü, 38.809 yaralı ve 3.961 olmak
üzere toplam 54.692 olarak vermişti (Jacobsen 1988:453). 8 Temmuz’daki raporda
belirlenen 164 piyade tümeninin 89’u tamamen ya da çoğunlukla yok edilmişti.
Belirlenen 29 zırhlı tümenin de 20’si tamamen ya da çoğunlukla yok edilmişti
(Jacobsen 1988:457).
1941 Temmuz’unda tedbir olarak, 18-50 yaş arası kadınlar ve 16-60 yaş arası erkeklerin
-gönülsüz de olsalar- sivil-savunmaya katılmaları kararlaştırıldı (Werth 2000:170). Bu
durumda Almanlar’ın çok çabuk hareket etmeleri gerekirdi. Alman Merkez Ordular
Grubu, Temmuz başında Dinyeper Nehri’ni geçerek, Sovyet Mareşali Semyon
Timoshenko’nun Batı Cephesi’ne bağlı olan, Smolensk çevresindeki 12-14 tümenlik 16.
ve 20. Sovyet Orduları’nı bir kıskaç harekâtıyla çevrelemek istedi. Bunun üzerine
Mareşal Gunther Kluge’nin 4. Ordusu, güneyden Guderian’ın 2. Panzer Grubu ve
kuzeyden Hoth’un 3. Panzer Grubu ile desteklenmek suretiyle Stalin Hattı’nı yararak
Smolensk’i kuşatmakla görevlendirildi. 10 Temmuz’da 2. Panzer Grubu Dinyeper’i
Mogilev’in kueyinden ve güneyinden geçereksağlam bir köprübaşı oluşturdu. 12
Temmuz’da Stalin Hattı, Vitebsk’e doğru delindi. Guderian’ın ve Hoth’un zırhlı
grupları çamurda hızlı ilerleyemeyen piyadeleri geride bırakarak ileri atıldılar. 16
Temmuz’da Almanlar Smolensk’e girdi. Stalin 20 Temmuz 1941’de, Smolensk’in
düşmesinin hemen ardından Millî Savunma Halk Komiserliğini üstüne aldı (Aydemir
2000:188).
Almanlar Ruslar’a oranla çok daha az kayıp verse de, ihtiyat sıkıntısı kendini
başgösteriyordu. General Buhle’nin Guderian’ın 2. Panzer Grubu’na yaptığı gezi
sonrası verdiği rapora göre gönderilen ihtiyatlar, ordular grublarının kayıplarını
karşılayamıyordu. Buna göre Güney Ordular Grubu 74.500 kayba karşılık 23.000,
Kuzey Ordular Grubu ise 42.000 kayba karşılık 14.000 takviye almıştı. Almanya’daki
300.000 ihtiyatın sadece 47.000’i Doğu Cephesi’ne gönderilmişti (Jacobsen 1988:492-
493, 2 Ağustos 1941). Halder 8 Temmuz’da, Hitler’in elindeki 50 Pz-III, 15 Pz IV ve
diğer Çek tanklarının, Doğu Cephesi’nde ihtiyaç varken Almanya’da tutmasının
49
nedenini Norveç, Anadolu ile İspanya-Portekiz bölgelerinden gelmesi muhtemel
tehditler ve Kuzey Afrika’ya gönderilebilecek ihtiyat için yazmıştır (Jacobsen
1988:459-460).
Ancak Almanlar’ın her iki zırhlı grubu da çok ileri düşmüşlerdi. Bunu değerlendiren
Sovyetler’in iyi eğitimli süvarileri, piyadelerinden uzak düşen zırhlı birliklere saldırarak
yerel düzeyde bazı başarılar elde ettiler. Bu arada panzerlerin cephanesi de azalmıştı.
Bazı Rus tümenleri bu sayede kuşatmadan kurtulabildiler. Ancak 5 Ağustos’ta
Smolensk çevresindeki direniş kırıldığında 309.000 Sovyet askeri ile birlikte 3.120 top
ve 3.205 tank Almanlarca ele geçirildi (Keegan 1948:224). Kitlesel kayıplar Ruslar’ı
zorluyordu. Timoshenko’nun yardımcısı Yeremenko, Ağustos sonunda Merkez
Cephesi’nin XX. Ordusu’nun tümenlerinin 2.000’e indiğini, orduda toplam 65 tank ve
dokuz uçak kaldığını bildirmiştir (Carell 1974, 1:108).
Kuşatma önemli bir başarıyla sonuçlanmasına rağmen bu başarı önceden planlandığı
kadar büyük olamadı. Bunda Guderian ve Kluge’nin düştüğü anlaşmazlığın önemli
etkisi vardır. Ayrıca Hitler, kitlesel esir alma ile sonuçlanan bu Kesselschlacht1
faaliyetlerinden o kadar etkilendi ki, Smolensk’in sonrasında benzer bir başarının daha
büyüğü için Guderian’ın 2. Panzer Grubu’nu güneydeki Kiev sektörüne kaydırarak son
1 Barbarossa Harekâtı sırasında Alman Blitzkireg metoduna oturtulan delme-çevreleme-imha etme aşaması sonucu Sovyet Orduları üçer beşer ceplere bölünerek kuşatılıyor ve askerlerin çoğu esir alınmak suretiyle yok ediliyordu. Kuşatılarak izole edilen bölgelere kesselschlacht denmekteydi. Fransa’dakinden farklı olarak stratejik derinlik avantajına sahip olan Rus Stepleri’nde özellikle 1941’de bir çok kesselschlacht sayesinde milyonlarca esir alınmış ve Moskova Taarruzu’na kadar Hitler de bunların çokluğu sayesinde başarıya ulaşılabileceği düşüncesine kapılmıştı.
Öte yandan savaşın ilk zamanlarında kitlesel sayılarda Sovyet askerinin teslim oluşu, Blitzkrieg anlayışının başarısı olduğu kadar Kızılordu’nun zorlayıcı sisteminin de başarısızlığıdır. Sovyetler Birliği’nde varolan bir çok farklı ulustan gelen askerler, benimsemedikleri bir ideoloji dahilinde üstün ateşgücüne karşı doğrudan ölüme yollanıyorlardı. Disiplin ne kadar kuvvetli olursa olsun, inancın ve güvenin kırılması bir orduyu düşüncede yenik duruma getirebilecek bir husustur. Bu hususun Almanlar’ın ilk bir kaç ayda milyonlarca Sovyet askerini esir etmelerinde büyük payı vardır.
1943’ten başlayarak kitlesel çevirmelere Almanlar maruz kaldığında ise genellikle savaşmayı sonuna kadar sürdürdüklerini görmekteyiz. Bunun nedenlerini Alman disiplininin ve askerî eğitiminin daha kuvvetli oluşunda aramak mümkündür. Ancak gerçek şu ki, Alman askerleri için varolan bir paranoya, Ruslar’a esir düşmenin ile ölmenin aynı olduğunu gösteriyordu. Stalingrad’da esir edilen 90.000 askerin sadece 6.000 kadarının sağ kalarak ülkesine dönebilmesi de bu paranoyayı haklı çıkartmıştır. Korkunun korkuyu bastırması sonucunda çevrelenen Alman gruplaşmaları kolay teslim alınamadığından, direnişleri kimi yerlerde kendi birliklerine zaman kazandırmıştır. Bu durum aynı zamanda bir çok harekâtta Ruslar’ı daha büyük bir zaferden ederek, savaşın uzamasını sağlamıştır.
50
derece büyük bir stratejik hata yaptı. Smolensk’in sonrasında doğrudan Moskova’ya
yürümek isteyen Guderian bizzat genel karargahına giderek Hitler’i ziyaret ettiyse de,
onu “Moskova üzerine yürüme” konusunda ikna edemedi. Hoth ta Guderian ile aynı
fikirdeydi. Hatta Bock, Guderian ve Hoth’un Moskova’ya ilerlemek görüşlerini
desteklemiş ve Moskova’ya ulaşmayı başaracağı konusunda güvenini ifade etmişti
(Liddel Hart 1996, II:380.. Bundan sonra 2. Panzer Grubu, 25 Ağustos’ta güneye
yönelerek Kiev’in gerisine sarktı.
Bu arada Kızılordu’nun, Alman askerlerin “Stalin’in Orgları” adını taktığı Katyusha çok
namlulu roketatarlarını 1941 Temmuz’unun ortasında devreye sokması önemlidir.
Alman piyadesinin ilk kez karşılaştığında panikledikleri bu silâh istihbarat raporlarında
yer almıyordu. Her biri tek atışta 16 roket fırlatabilen M-13 araçlarından 320 roketin dar
bir alana 26 saniye arayla fırlatılması korkunç bir etki yapmıştı (Carell 1974, 1:109).
2.2.1.5. Roslavl Muharebesi (Ağustos 1941)
Smolensk Muharebesi bittikten sonra Moskova’ya saldırı için Hitler ve Yüksek Komuta
Konseyi tereddüt ediyordu. Bu arada Guderian’ın 2. Panzer Grubu dinlenmiş, takviye
edilmiş ve Bock’un rızası ile Sovyet Merkez Cephesi’nin1 elinde kalan birlikleri
temizlemeyi üstlenmişti. Dördü panzer tümeni toplam 14 tümen ile işe koyulan
Guderian, çekilirken bitkin düşerek Roslavl’da kalan 21 Sovyet tümenine yüklendi.
Guderian’ın birlikleri bataklık bölgenin içindeki kentin önünde Ruslar’ı tuzağa
düşürerek 70.000 kadarını esir aldılar ve 200 adet top ele geçirdiler (Keegan 1984:215).
2.2.1.6. Kiev Muharebesi (Ağustos-Eylül 1941)
10 Temmuz’da Ukrayna’daki kuvvetlerin komutanlığına atanan Mareşal Budenny’nin
Uman ve Kiev’de toplanmış 1.5 milyon askeri vardı. Güneybatı Cephesi komutanı
Orgeneral Kirponos ise tanklarının çoğunu kaybetmiş halde Kiev’de savunmaya
1 Tümgeneral Andei Ivanovic Yeremenko, 27 Haziran’da Uzakdoğu Kuvvetleri Komutanlığı’ndan getirtilerek, Stalin tarafından Merkez Cephesi Komutanlığı’na atanmıştı (Carell 1974, 1:36-37).
51
çekilmişti. Güney Ordular Grubu Dinyeper’in batısındaki Rus güney kanadını tamamen
yok ettiğinde, Kızılordu 200.000 ölü ve 100.000 esir vermişti (Jacobsen 1988:501, 8
Ağustos 1941).
Alman Merkez Ordular Grubu’nun ilerleyişi ise Kuzey ve Güney Ordular Grubu’na
göre daha hızlıydı ve Smolensk’teki başarının sayesinde Moskova’ya doğru hızlı bir
atılım yapma seçeneği belirmişti. Ancak Hitler, 22 Ağustos’taki direktifiyle kıştan önce
Moskova’nın ele geçirilmesini değil, Kırım, Donets Endüstri Bölgesi ve Leningrad’ın
zaptıyla, Kafkaslar’daki petrol bölgesinin izole edilmesini emretmiştir (Jacobsen
1988:514).1 Böylece Guderian’ın 2. Panzer Grubu’nu, Kleist’ın 1. Panzer Grubu ile
Budenny’nin ordularını arkadan sararak imha etmeleri ile elde edilecek olan
Ukrayna’nın zaptı gerçekleşecekti.
Bunun üzerine Guderian’ın grubu 25 Ağustos’ta Smolensk’ten güneye yönelerek hızla
Desna Nehri’ne ulaştı ve buradaki köprübaşlarını ele geçirdi. Guderian’ın grubunun
güneye yönelerek Kiev’in arkasına sarkması Ruslar’ı hazırlıksız yakalamıştı. 12
Eylül’de Kleist’ın grubu da 38. Sovyet Ordusu’nun savunduğu cepheyi yardı ve 15
Eylül’de Kiev’in 240 km. doğusunda iki panzer grubu buluştular. 16 Eylül’de de Sovyet
Orduları’nı tamamen çembere aldılar. Stalin’in geri çekilme isteğine karşı gelmesiyle
birlikte süren beş günlük çarpışmalardan sonra 665.000 Sovyet askeri teslim oldu. Son
direniş ise 26 Eylül’de tamamen bitti. Bu arada Güneybatı Cephesi komutanı Kirponos
öldü ve yerine Mareşal Timoshenko getirildi.
Muharebeye katılan Alman askerlerinin sayısı 300.000’i bulurken, toplam Alman
kayıpları 100.000 olmuştur. Sovyet 5., 21., 26. ve 37. ordularının içerdiği yaklaşık
676.000 kişilik 50 tümen yok edilirken, Ruslar 665.000 asker, 900 tank ve 3.179 top
kaybettiler. Cepten sadece 150.000 Sovyet askeri kurtulabildi (Keegan 1989:59).
Kiev Cebi Muharebesi’nin tarihte ilginç bir yeri vardır. Kiev Zaferi, Almanlar’ın bu
cephede kazandığı en büyük başarı olmasına rağmen yine onların II. Dünya Savaşı’nı
kazanabilmeleri için belki de en büyük fırsatı tepmelerine neden oldu. Guderian’ın
bütün karşı çıkmasına rağmen Hitler’in Ukrayna’nın zaptını emretmesi, Moskova’ya
1 Donets bölgesi, Sovyetler’in kömür üretimini % 60’ını sağlıyordu (Glantz 1995:72).
52
yöneltilecek taarruzu iki ay geciktirerek Sovyet başkentinin ve çevresinin kuvvetli bir
şekide tahkim edilmesini sağlamıştır. Blumentritt, yılın en iyi iki ayı olan Ağustos ve
Eylül’de durdurulmalarının felâketle sonuçlandığını söylemiştir (Liddel Hart 1996,
II:383). Öte yandan Stavka’nın 16 Ağustos 1941’de yayınladığı 270 numaralı emir,
Sovyet Ordusu’nda disiplinin sağlanması açısında önemli bir rol oynamıştır. bu sayede
korkaklığa, teslimiyete, kaçmaya karşı sert tedbirler alınmıştır (Sella 1992:100-101).
Öte yandan Ruslar’ın beklenenden daha iyi hazırlık yaptıkları gerçeği de ortaya
çıkmıştır. Almanlar savaşın başında 200 Rus tümeni tahmin ederlerken, 11 Ağustos’a
kadar 360 tanesini tespit etmişlerdi (Jacobsen 1988:506). 26 Ağustos’a kadar Doğu
Cephesi’nde savaşan üç Alman ordular grubu, toplam 317.000 takviye almışlardı
(Jacobsen 1988:517). Buna rağmen ihtiyat yetersiz kalmaktaydı. 13 Ağustos’a kadar ki
Alman kayıpları toplamda 389.924 olarak Doğu cephesi birliklerinin % 11,4’üne
ulaşmıştı (Jacobsen 1988:521, 29 Ağustos). General Buhle, 27 Ağustos’ta Muharebe
gücünün % 66 olduğunu söyledi. Almanlar bu zamana kadar 380.000 kayıp verdi,
bunların 175.000’i takviye edildi. Panzer birlikleri de olduk yıpranmışlar, 1. Panzer
Grubu % 50, 2. Panzer Grubu tümenleri % 45-83 arası, 3. Panzer Grubu tümenleri %
24-45 arası, 4. Panzer Grubu ise % 50-75 arası tank gücüne sahipti (Jacobsen 1988:519-
520). 1941 yaz sonu stratejik durumla ilgili OKW memorandumunda kış ve 1942
harekâtları için ne kadar kuvvet gerekeceğini söylemek için henüz çok erken olduğu
söylenmişti (Jacobsen 1988:529, 13 Eylül).
2.2.1.7. Leningrad Kuşatması (Eylül 1941-Aralık 1941)
Kuzey Ordular Grubu’na ait birlikler de hızla ilerlemelerini sürdürüyorlardı. Grubun
atbaşı olan 4. Panzer Grubu, savaşın henüz başlarında Sovyet tankların üstünlüğüyle
tanışmışlardı. Rus KV-1 tankları ilk kez 25 Haziran 1941’de Alman 4. Panzer
Grubu’nun karşısına çıktıklarında, Almanlar kayıplar vererek duraklamışlardı. 20
Sovyet ağır KV-1 tankı, 100 tank ve iki topçu taburu ile desteklenen Alman 114.
Mekanize Piyade Alayı’nı ezip, topçulara doğru yarma yaparken, Almanlar’ın Çek
yapısı hafif tankları bunlara karşı etkili olamamışlardı. 88.mm.’lik Flaklar sayesinde
53
birkaç KV-1 vurulmak suretiyle diğerleri çekilmeye zorlanmış ve bu kritik durum
böylece atlatılmıştı. Bu durumla birçok kez karşılaşılsa da, harekâtların gidişatını
etkileyecek bir sonuç yaşanmamış, ancak Rus teknolojisi ile ilgili bazı yanılgılarda
böylece ortaya çıkmaya başlamıştı (Tsouras 1998:71-72).1 Pskov, 8 Temmuz’da
düşmüş, Almanlar 16 Ağustos’ta Novgorod’u ele geçirmişlerdi. Ağustos ortalarında
kuzeydeki ilerleyişte bir yavaşlama gözüküyordu. Sovyet 11. ve 34. ordularının bir
karşı-saldırısı, İlmen Gölü civarında Almanlar’a sıkıntı yaşattıysa da, Leeb’in aldığı
tedbirle LVI. Motorize Kolordu ve VIII. Hava Kolordusu’nun birlikte yürüttükleri
karşı-saldırı ile 25 Ağustos’ta her iki Sovyet Ordusu da Lovat Irmağı’nın gerisine
atıldılar. Almanlar bu karşı-saldırı da 18.000 Sovyet askerini esir aldılar, 200’ü aşkın
tank, 300 top ve havan, 36 uçaksavar ve 700 diğer aracı ele geçirdiler ya da yok ettiler.
Bu saldırıda Almanlar’ın eline iilk kez bir Katyuşa geçmiş oldu.
Almanlar, 28 Ağustos’ta Leningrad’ın güneyindeki Lyuban’ı aldılar. 1 Eylül’de Kuzey
Ordular Grubu’nun cephehattı Leningrad’ı güneyden çevreliyor, Kirishi ile İlmen Gölü
arasında Volkhov Nehri’ne dayanıyordu. Daha güneye doğru ise Lovat Irmağı aşılmış,
Holm ve Velikiye Luki kentleri de geride kalmıştı. Lovat’ı geçen Almanlar, Valday
Tepeleri’ne ulaşarak Sovyet 11., 34. ve 27. ordularını yok ettiler. Bu sayede 437 tank ile
993 top yok edilmiş ya da ele geçirilmiş, 88.000 Sovyet askeri ise öldürülmüş ya da esir
edilmişti. 31 Ağustos’ta Demyansk ele geçirilmişti. Bundan sonra buradaki ana birlikler
Moskova’ya yönlendirildiler (Glantz 2001:29).
Leningrad’ı hedef alan 4. Panzer Grubu, Stalin Hattı’nı yardıktan sonra, önünde
Ruslar’ın son direniş noktası olarak tutunabileceği Leningrad kalmıştı. 8 Ağustos’ta
Leningrad’a doğru bir taarruz başlatıldı. Ruslar bu taarruza karşı pek direniş
gösteremediler, çünkü ağır topları ve tankları kalmamıştı. Ancak çözülmeyi engellemek
amacıyla son bir çaba göstererek bir karşı-hücumla Leningrad şehrinin savunmasının 1 Kalite açısından Alman silâhları genel olarak tüm Müttefik silâhlarından üstündü. Birebir çarpışmalarda genelde Almanlar galip geliyordu. Özellikle zırhlı birliklerde 1941-42 kışında Doğu Cephesi’ndeki Rus zırhlı kalitesi üstünlüğü hariç, Almanlar bu üstünlüklerini savaşın sonuna kadar sürdürdüler. Doğu Cephesi’ndeki uçak kalitesi arasında da Almanlar’ın lehine bir dengesizlik söz konusuydu. 1942-43 yıllarında artan Alman etkinliği sayesinde ve Almanya’nın da Türkiye’den Krom ihtiyacını karşılamak istemesi sayesinde, Alman araçları Türk Ordusu’nun envanterine eskisinden daha çok girme eğiliminde olmuştu. Bu sayede kaliteli Alman silâhları olan 72 adet Focke-Wulf 190 avcı uçağı ile 70 adet Pz-III ve Pz-IV orta sınıf tanklar 1943-44 yıllarında Türk Silâhlı Kuvvetleri’nin hizmetine girmişlerdir.
54
hazırlanması için zaman kazandılar. İki hafta içinde püskürtülen Sovyet saldırısından
sonra OKW, tüm güçleri ile şehre dalmak ya da kuşatmak arasında bir tercih yaptı.
Bölgede savaşan generallerin bütün muhalefetine rağmen şehrin kuşatılmasına ve
Höppner’in 4. Panzer Grubu’nun Moskova’ya yöneltilecek “Tayfun Harekâtı’na”
katılması için merkez cepheye gönderilmesine karar verildi.
Kuzey Ordular Grubu komutanı Leeb bu karara uymaksızın şehri almaya çalıştı ve 1
Eylül’de Leningrad Almanlar tarafından bombalanmaya başladı. Leeb, 9 Eylül’de
General Reinhardt’ın panzer tümenlerinin şehre girmesini istedi. İlk başarıların ardından
panzerlerin şehir savaşına pek uygun olmadığı görüldü. Kolpino’ya üç taraftan yapılan
saldırı başarısızlığa uğrayınca, Leeb panzerleri geri çekerek güneye gönderdi. Buna
rağmen bölgedeki Alman ilerlemesi şehrin doğusundaki Ladoga Gölü’nün güneyinde
sürmeye devam etti ve Schlüsselburg alındı. Böylece Leningrad’ın en önemli ikmal
hattı Almanlar’ın eline geçmiş oldu. 15 Eylül’de Leningrad tamamen kuşatılmıştı. Şehri
kuzeyden sıkıştıran Fin Grubu ise, 1940’ta Rus-Fin Savaşı’ndan önceki sınırlara
ulaştığında harekâtı durdurdu ve Finler daha ileri gitmeyi reddettiler.
Leningrad’da 1 Ağustos ile 31 Aralık arasında ortalama 45.000 insan savunma
tahkimatlarını hazırladı. DNO denilen halk milisleri ise, daha Temmuz’da
oluşturulmaya başlanmıştı. 8-12.000 kişilik bu tümenlerden Eylül ortasına kadar 10 adet
oluşturuldu ve oluşturulan 16 makineli tüfek-topçu bataryasıyla birlikte sayıları
135.000’i buldu. Yerel hava savunması MPVO oluşturularak, bunlara 270.000 kadın ve
erkek toplandı. Bunlardan fabrikalardaki yangınları söndürmek için tugaylar, kendini-
savunma grupları ve itfaiye takımları oluşturuldu (Glantz 2001:60-65). Leningrad
kuşatılmadan önce sadece 92 endüstri tesisi Urallar’a taşınabilmiştir (Glantz 1995:71).
Leningrad, 2,5 milyon nüfusunun yanısıra 100.000 mülteci ile tüm Baltık Filosu’nu da
barındırıyordu. 45 Sovyet tümeni burada hapsedilmişti. Kentin 8 Eylül’de haberleşme
bağlantısı kesilmişti. 12 Eylül’de ise çevrelenmiş olan şehrin dayanabilmesi için 25
55
günlük un, 30 günlük tahıl, 22 günlük et, 45 günlük yağ ve 60 günlük şeker stoğu vardı.
(Keegan 1989:64)1
Luftwaffe, 6 Eylül ile 27 Eylül arasında11 gün ve 12 gece boyunca Leningrad’ı
bombaladı. 2.712 Alman uçağında 480’i şehrin hava savunmasını aşmayı başarmıştı.
Rus uçaksavarları ve avcı uçakları 272 Alman uçağını düşürmüşlerdi. Bundan sonra
1941’in sonuna kadar, Luftwaffe 108 hava baskını daha gerçekleştirdi ve 1.499 uçağı
şehrin hava savunmasını astı. 3.295 yüksek-patlayıcı ve 67.078 yangın bombası atıldı .
4 Eylül ile 31 Aralık 1941 arasında şehre 13.000 top mermisi atıldı (Glantz 2001:65-
66).2
Leningrad ve çevresindeki harekâtlarda 10 Temmuz-30 Eylül 1941 arasında, Baltık
filosu da dahil, 214.078 Sovyet askeri ölmüş, 130.848’i de yaralanmış ya da
hastalanmıştır. Böylece toplam kayıplar 344.926’yı bulmuştur. Ayrıca şehrin güneyinde
54. Ayrık Ordu’nun, 10 Eylül ile 28 Ekim 1941’de seyreden Sinyavino Saldırısı’nda da
22.211’i ölü olmak üzere toplam 54.979 kayıp vermiştir (Glantz 2001:81).
Ruslar, Leningrad’a Ladoga Gölü üzerinden biraz ikmal yapabiliyorlardı. Ancak
Güneydeki Alman ilerleyişi Tikhvin’e ulaşıp,e 9 Kasım’da Tikhvin düşünce bu ikmali
de baltalanmış oldu. General Meretskov’un birlikleri buraya karşı-saldırıya geçtiler.
Tikhvin’deki karşı-saldırı başladığında Almanlar’ın sektörde 54.000 asker ve 450 topu
olsa da, hiç tankları yoktu (Glantz 2001:45). Tikhvin 9 Aralık’ta geri alınca buradaki
ikmal hattı üç günde yeniden kuruldu. Ancak hattaki köprülerin bakım ihtiyacı ve yolun
şehirdeki son kesiminin buzun üzerinden geçmesi daha güvenli bir ikmal hattını gerekli
kılıyordu. Sovyetler Tikhvin’i geri aldığında Almanlar 7.000 kayıp vermişlerdi. Tikhvin
savunma ve saldırı savaşları ise, 16 Ekim-30 Aralık arasında Kızılordu’ya 40.667’si ölü
toplam 89.490 askere maloldu (Glantz 2001:81).
1 1942 Şubat’ında, Leningrad’da cephedeki askerlere verilen öğün 2.593 kcal iken, cephe gerisindekiler 1.605 kcal alıyorlardı. Halbuki 20 Eylül 1941’de bu oran 3.450/2.659 idi (Werth 2000:328).2 1942’de ise 21.000 top mermisi ile 950’den fazla bomba atılmış, bu bombardımanların hepsi 1941 Eylül’ü ile 1943 sonu arasında 5.723 sivilin ölümü, 20.507 sivilin de yaralanmasına yol açmıştır.
56
Bu sayede kurulan yolun devamı, Ladoga Gölü üzerindeki buz tabakasının 20 cm.’yi
bulması ile sağlanacaktı. Kamyonların geçebilmeleri için bu kalınlık gerekliydi ve 26
Kasım 1941’de buz kalınlığı bu resmi sayıyı geçince 33 ton yiyecek taşıyan ilk kafile
şehre ulaştı. Ancak günde 100 tonluk yiyecek şehrin ihtiyacını karşılayabilecekti.
Stoklardaki etler birliklere dağıtılırken, sivillere ise daha çok ekmek veriliyordu.
Ekmeğin dağılım oranı gitgide azalmaktaydı. 25 Aralık’ta ekmek oranı biraz
artırılabildi. Ancak aynı gün açlıktan 3.700 kişi öldü ki, tüm Aralık boyunca bu sayı
52.000’i bulmuştur. Almanlar ayrıca Leningrad’ı sürekli topçu ve hava bombardımanına
tabi tutuyorlardı. Kuşatma boyunca ölenlerin sayısı resmi olarak 632.000’dir (Keegan,
1989:65).
2.2.1.8. Finlandiya (1941)
Finler, 1940’ta Almanlar ile resmen müttefik olmuşardı. 8 Haziran 1941’de Alman
birlikleri Finlandiya’ya ayak basmış, 16 Haziran’da ise Finler seferberliğe başlamışlardı
(Ailsby 2001:121). Ancak Fin Yüksek Komutanlığı, 22 Haziran’da Almanlar’a keşif ve
diğer hava faaliyetleri için izin vermeyi reddetmişti. Ancak aynı gün, Doğu Prusya’da
üslenen Alman uçakları Fin Hava Sahasını kullanarak Leningrad çevresindeki
hedeflerine ulaşmışlar ve sonra Finlandiya’daki havaalanların inmişlerdi. 21-22 Haziran
gecesi de, Fin sularını kullanan Alman Deniz Kuvvetleri’nin gemileri Finlandiya
Körfezi’nin ağzına mayın döşemişlerdi. 25 Haziran’da Ruslar, Fin havaalanlarına bir
hava baskını için saldırıya geçtilerse de, keşif yetersizliği bekleneni vermedi (Nissen
1983:150-151). 28 Haziran 1941’de, yani Barbarossa’nın 7. gününde III. Fin Kolordusu
ve Alman Armeeoberkommando Norwegen1 birlikte Kola Yarımadası’na saldırdılar.
Ancak bu saldırı 1 Temmuz’da Ruslar tarafından durduruldu. Finler güneyde Karelya
Kıstağı’nda da ilerlediler. Ancak Leningrad’a gelmeden durdular. Temmuz’da Fin
Cephesi’nde 150.000 Sovyet askerine karşılık 230.000 Fin askeri mevcuttu. 29
Ağustos’ta Fin birlikleri, 1940 Mart’ında kaybettikleri Viipuri’ye girdiler (Nissen
1983:156-157).
1 Alman Norveç Yüksek Komutanlığı Ordusu.
57
Almanlar ise Kandalaksha kentini hedef alarak Beyaz Deniz’e ulaşmayı denemişlerdi.
19 Ağustos ile 19 Eylül arasında Finler bu harekâtı başarıyla devraldılar. Almanlar,
Balkanlar’dan Finlandiya’ya birlik getirerek Murmansk Demiryolu’nu kesmek için
tekrar saldırıya geçtiler.1 Murmansk Demiryolu, Moskova ile Murmansk arasındaki
yegane bağlantıydı. İngiliz ve Amerikan yardımlarının çoğu buradan yapıldığı için
stratejik öneme sahipti. Almanlar’ın bu yardımı kesmesi için ya demiryolunun bir
bölümünü ya da Murmansk’ı almaları gerekiyordu. Bunun denizdeki alternatifi ise
arktik konvoylarını denizaltı ve savaş gemileri ile durdurmaktı ki, Almanlar denedilerse
de bunu savaş boyunca başaramadılar.
Almanlar, 1941 Ağustos’unda Mareşal Mannerheim’dan defalarca Karelya’nın
derinliklerine ilerleyip Ladoga Gölü’nün gerisine sarkarak Leningrad’ın göl bağlantısını
kesmesini istedilerse de, Mannerheim bunu kabul etmedi. 5 Ekim’de General Öhquist,
Almanlar’a Fin Cephesi’nin çok tatmin edici olduğunu söylemiştir (Jacobsen
1988:547). Finler, 3 Kasım’a kadar Almanlar ile iyi işbirliği yaptılarsa da 1939’da sahip
oldukları sınırların ötesine geçmeyi reddettiler. Almanya’nın müttefiki olarak savaşa
girseler de Finler, sadece Rus-Fin Savaşı sonucu uğradıkları haksızlıkla kaybettikleri
bölgeleri geri almak istemişlerdi. 1942’ye girilirken yedi tümene sahip olan 175.000
kişilik Alman 20. Ordusu, Lapland’da bulunuyordu. 19 tümenden oluşan Fin Ordusu ise
375.000 kişiye ulaşmıştı (Nissen 1983:258).
Almanlar’ın zaferlerle Ruslar’ı kitlesel olarak esir etmekte oldukları bu dönemde, Finler
kendi amaçlarının daha ötesine giderek Macarlar, Romenler, Slovaklar ve Hırvatlar gibi
Doğu Cephesi’nin derinliklerinde savaşmayı düşünmediler. Finler, Mareşal
Mannerheim’ın belirlediği hedeflere 1941’de ulaşmışlar, bunu başarmak için 25.000 ölü
ve 50.000 yalı vermiş, 47.000 esir almışlardı (Ailsby 2001:131).
1 Murmansk kenti, arktik konvoyların varış limanıydı. Amerikan ve İngiliz gemileri burada Sovyetler Birliği’ne lend-lease kapsamında ağır silâhların da dahil olduğu yardım malzemesini boşaltıyorlardı. Bu nedenle Doğu Cephesi’nde Ruslar’ın Amerikan ve İngiliz tank ve uçaklarını kullandıkları sıklıkla görülür. Her ne kadar Sovyet ekipmanı % 90 civarında Sovyet fabrikalarından çıkmış olsa da, bu silâhlar özelliklez Sovyet birlikleri tükendikleri anlarda hayati rol oynadılar.
58
2.2.1.9. Kırım Muharebeleri (Ekim 1941-Nisan 1942)
1941’in Ekim başında, Kleist’ın 1. Panzer Grubu Sovyet birliklerini arkadan çevirerek
Tokmak-Mariupol-Brdansk sahasında imha etmiş, 65.000 esir, 125 tank ve 500’ün
üzerinde top Almanlar’ın eline geçmişti (Manstein 1962:213). Bu zafer Almanlar’a hem
Kırım’a giriş hem de Rostov’a yürüyüş yolunu açmıştı.
1941 Ekim’inde Kırım’da yapılan çarpışmalarda sayı üstünlüğü Kızılordu’daydı. Alman
11. Ordusu’nun altı tümeni, Sovyetler’in sekiz piyade ile dört süvari tümenine karşıydı.
Bunun nedeni 4. Rumen Ordusu’nun kuşattığı Odessa’yı 16 Ekim’de denizden boşaltan
Ruslar’ın birliklerini Kırım’a getirmiş olmalarıydı. Luftwaffe, bu boşaltmayı
engellemek için düzenlediği baskınlarla 32.000 tonilatoluk gemi batırmıştı (Manstein
1962:215).
18 Ekim’de Almanlar ve Romenler Ischun Kıstağı’ndan Kırım’a daldılar. Sovyet 51.
Ordusu’nun çetin direnişi, Almanlar’ı 25 Ekim’de tüketmiş görünüyordu. Buna rağmen
28 Ekim’de Sovyet savunması çöktü ve Almanlar ricat eden Ruslar’ı takibe geçtiler.
Odessa’dan gelmiş olan Sovyetler’in beş piyade ve iki süvari tümeninden oluşan Sovyet
IX. Kolordusu da Kerç Burnu’na doğru çekiliyordu. Alman XXXXII. Kolordusu’nun üç
tümeni Kerç’e çekilenleri, XXX. Kolordu ile LII. Kolordu’nun beş tümeniyle bir
motorize tugay da Simferopol’e çekilenleri takip ediyordu. Her iki grubun arasında ise
Romen Dağ Kolordusu vardı. Simferepol’e önceden varan Alman 72. Piyade
Tümeni’nin öncüleri burayı 1 Kasım’da alınca bu kesimdeki Ruslar’da ikiye bölünmüş
oldular. 15 Kasım’da Kerç düşmüş, 16’sında da Sivastopol haricinde tüm Kırım
Almanlar’ın eline geçmişti. Çarpışmalarda 200.000 Rus askerinin 100.000’inden fazlası
esir edilmiş, en az 25.000’i ölmüş, 700 top ile 160 tank ele geçirilmişti (Manstein
1962:214-222).
1941 Kasım’ın da Ruslar’ın Sivastopol’da 50.000’in üzerinde askeri vardı ve bunların
21.000’i deniz piyadesiydi (Werth 2000:394). Son derece kuvvetli bir şekilde tahkim
edilen Sivastopol, Karadeniz’in kontrolünün hala Ruslar’ın elinde olmasını sağlıyor ve
Sovyet donanması sayesinde de burası deniz yoluyla takviye ediliyordu. Manstein,
burayı hemen almak istiyordu. Ancak Rostov’daki nazik durum üzerine emrindeki iki
59
tümeni Güney Ordular Grubu Komutanlığı tarafından 17 Ekim’de alınarak bu bölgeye
sevkedilmişti. Bu da Sivastopol’a yapılacak nihaî taarruzu imkansız kılmıştır. 30
Aralık’ta bir deneme yapıldıysa da, bundan bir sonuç alınamadı (Manstein 1962:230-
232).
Ruslar’ın 51. Ordusu 26 Aralık’ta Kerç şehrinin iki tarafından çıkartma yapmış ve
kuzey sahilindeki diğer bazı küçük çaplı çıkartmalar ile de desteklenmiştir. Kerç’in
kuzeyindeki çıkartmadan 28 Aralık’a kadar, Alman 46. Piyade Tümeni’nin karşı-
vuruşuyla genelde başarısız olmuşlarsa da, 29 Aralık’ta Sovyet 44. Ordusu’nun
Feodasia’ya yapılan çıkartma ile 42. Kolordu’nun bağlantısı kesilmiştir.Bunun üzerine
kolordu komutanı Baron von Sponeck, Kerç Yarımadası’nın tahliyesini emretti.
Feodosia’ya çıkartma yapan Sovyet 44. Ordusu 4 Ocak’a kadar altı tümeniyle Stary-
Kırım’a kadar ilerlediyse de, Almanlar Sivash-Ak-Monay Hattı’nda tutunmayı
başarmışlardı. Kerç’in tahliyesi üzerine General Kont Sponeck, Manstein tarafından
görevinden alındı (Manstein 1962:232-236).1 5 Ocak’ta Rus Donanması’nın desteğinde
Feodosia limanına kuvvetli bir çıkartma daha yapıldı. Aynı zamanda şehirde halkın ve
dışarıda çetelerin katıldığı bir de isyan çıkmıştı. Çarpışmalar, Eupatoria’da 7 Ocak’ta
son bulduğunda buradaki Ruslar ölmüş ya da esir düşmüş, 1.200 kadar çeteci de
öldürülmüştü.
Bu arada Sivastopol önlerinde kalan dört Alman tümeniyle bir Romen dağ tugayı da
burada Ruslar’ın saldırılarına maruz kalmışlardır. Bu yüzden buradan Feodasia’ya
gönderilecek iki tümen gecikti ve bu arada hastalanan XXX. Kolordu komutanı General
von Salmuth ta yerini General Fretter-Pico’ya bıraktı. 15 Ocak’ta XXX. ve XXXXII.
kolordular Feodosia’da sekiz tümen ve iki tugaydan oluşan Ruslar’a karşı zayıflamış üç
buçuk Alman tümeni ve bir Romen tümeniyle saldırıya geçtiler. 18 Ocak’ta Feodosia’yı
alındı,ğında,. Ruslar, 6.700 ölü ve 10.000 esir vermiş, 177 top ve 85 tank kaybetmişlerdi
(Manstein 1962:240-241).
27 Şubat’ta büyük bir taarruza başlayan Ruslar, Sivastopol’daki çemberi yarmaya
çalıştılar. Ağır savaşlara rağmen Alman hattı yarılamadı. Sadece Rumenler’in
1 Bu dönemde havaalanları donduğundan Alman uçakları havalanamıyorlardı (Manstein 1962:238).
60
bulunduğu kuzeydeki (Azak Denizi’nin güney kıyısında) Parpatsch kesiminde cepheyi
yarabilmişler, ancak bölgedeki bataklığı iyi kullanan Almanlar, 3 Mart’a kadar süren
çarpışmalarda başarılı olmuşlardı. Sivastopol’daki tazyik de aynı güne kadar sürmüştür.
13 Mart’ta iki zırhlı tugayın katılımıyla yeniden büyük taarruza geçen Ruslar, artan
zırhlı desteğiyle Almanlar’ı zorlamak istedilerse de, ilk üç gün boyunca 136 tankları
tahrip edildi. 18 Mart’ta XXXXII. Kolordu, başka bir taarruza dayanamayacağını
bildirdi. Tam bu sırada OKH ihtiyatı olan 22. Panzer Tümeni buraya sevkedildi.
Almanlar, 20 Mart’ta karşı saldırıya geçtilerse de başarısız oldular ve 22. Panzer
Tümeni de ağır kayıplara uğradı. Yine de bu sayede yeni bir büyük taaruza hazırlanan
Ruslar, uğradıkları şok karşısında bu taarruzu ertelediler. Ertelenen taarruz ise 26
Mart’ta başladı ve geri püskürtüldü. Kızılordu birlikleri son olarak 9 Nisan’da 160
tankın desteği ile tekrar saldırdılar ve 11 Nisan’a kadar süren çarpışmalarda ağır
kayıplarla geri püskürtüldüler. Böylece Sovyet birliklerinin saldırı gücü de tükenmiş
oldu (Manstein 1962:242-245).
2.2.1.10. Rostov Muharebeleri (Kasım 1941)
Almanlar Ukrayna’yı ele geçirdikten sonra Rundstedt’in Güney orduları Grubu Rostov
üzerine yürüdü. Alman yürüyüşü yağmur ve çamur ile yavaşladı. Buna rağmen Kleist’ın
1. Panzer grubu 21 Kasım’da cepheden taarruz ederek 500.000 nüfuslu bu kenti aldı ve
Don Nehri’nin güneyine sarktı. Ancak Mareşal Timoshenko, 37. Ordu ve 9. Ordu’nun
bir bölümü ile başarılı bir karşı-taarruz gerçekleştirerek Almanlar’ı geri attı. Mareşal
Rundstedt, daha iyi bir savunma hattına ihtiyacı olduğu için 29 Kasım’da Rostov’dan
çekildi. Kleist, Rostov’a girmeyi buradaki Don köprülerini uçurmak için istediğini, kış
hattı için Mius tahkimatını önceden hazırlattığını, ancak Göbbels’in Rostov
propagandasının, “Kafkaslar’da açılan kapı” olarak büyük gürültü kopardığını,
dolayısıyla Rus karşı-taarruzuna kadar Mius’a çekilemediklerini söylemiştir. Rundstedt,
ordularının geri çekilmemesi için Hitler’in verdiği emre karşı geldiğinden komutayı
bırakmak zorunda kaldı ve birlikleri Mius Nehri’ne ricat ettiler. 2 Aralık’ta cephe,
Taganrog Körfezi’nin kuzeyindeki Taganrog Kenti’nin hemen doğusundan başlıyordu.
61
Rostov’un 80 km. kadar batısındaki Mius üzerinde kurulan cephehattı 1941-1942 kışı
boyunca Doğu Cephesi’nin tek sarsılmayan bölgesi olmuştur (Liddel Hart 1996, II:383-
384).
2.2.1.11. Tayfun Harekâtı’nın Başlaması ve Vyazma-Bryansk
Muharebeleri (Ekim 1941)
Kiev Cebi Muharebesi’nden sonra nihayet Moskova’ya yöneltilecek son vuruş için
karar verilmişti. “Tayfun Harekâtı” kodadı ile gerçekleştirilecek olan Moskova Taarruzu
için öncelikle Alman Merkez Ordular Grubu’nun güney kesiminde kalan Orel,
Guderian’ın 2. Panzer Grubu tarafından ele geçirildi. Guderian cepheyi yararken
zorlanmadı ve kent 3 Ekim’de düştü. Guderian’a gösterilen ana hedef ise Moskova’nın
oldukça doğusuna düşen Gorki şehri idi (Guderian 1977:402).
2 Ekim’de Bock’un Merkez Ordular Grubu 14’ü panzer, sekizi motorize toplam 78
tümenle “Tayfun Harekâtı’nı” başlattı. Harekât Almanlar’ın Rusya’da uyguladığı ve
artık klasikleşen kıskaç harekâtı ile düşmanı iki yandan çevirmenin daha geniş alanda
uygulanan şekliydi (Bauer 1972:467). Harekâtın hedefi ise doğrudan Moskova idi.
Guderian’ın 2. Panzer Grubu ise güneyden Moskova’nın oldukça gerisine düşerek
Gorki’yi almakla yükümlüydü. Ancak harekâtın başlarında, General Buhle’nin
belirttiğine göre Guderian’ın grubunun tank gücü % 50, Höppner’in grubunun tank
gücü % 100, diğerlerininkiyse % 70-80 civarındaydı (Jacobsen 1988:543, 1 Ekim
1941). 30 Kasım’da Buhle, Doğu Cephesi’nin 340.000 asker açığı olduğunu, cephedeki
kamyonların operasyonellik oranlarının en çok % 60 olduğunu, % 50’lik motorsiklet
kayıplarını bile kapatamayacaklarını belirtti. Almanya’da ise sadece 33.000 asker vardı
(Jacobsen 1988:571-572).
Ruslar, 30 Eylül ile 5 Ekim arasında Moskova yolunda birbiri ardına altı savunma hattı
hazırlamışlardı. Ancak Almanlar bunların üçünü yardılar. Mareşal Jukov’a göre Eylül
sonunda bölgedeki Bryansk, Batı ve İhtiyat cephelerinde 800.000 asker 770 tank ve
9.150 Top mevcuttu. Rus İstihbaratı, Eylül sonunda Almanlar’ın Moskova üzerine
büyük bir taarruz hazırlamakta olduğunu haber almıştı (Jukov 1982:59). Ancak Ekim
62
başında, Sovyet tümenlerinin çoğu 14.000 olması gereken mevcutlarını çok altlarına,
5.000-7.000 kişiye düşmüştü. Elde kalan tank sayısı ise 1.000’in biraz üzerindeydi
(Overy 1997:125). 5 Ekim 1941 öğle üzeri bir Rus keşif uçağı Spas Demyansk’tan
Moskova’nın güneybatısındaki Yukhrov yönünde ilerlemekte bulunan, 24 km.
uzunluğunda bir Nazi zırhlı kolunu tespit etti.Alman tankların güzergahı üzerinde hiçbir
Rus birliği yoktu. Stalin, Almanlar’ın oyalanması için acilen rastgele bir birlik
toplanmasını emretti.
Eylül’de Moskova savunması üç cepheden oluşturulmuştu: “Takviyeli altı ordudan
oluşan, General Ivan S. Koniev’in Batı Cephesi, 31.,32.,33. ve 49. ordulardan kurulu
olan, Mareşal Semyon M. Budenny’nin İhtiyat Cephesi ve üç ordu ile bir harekât
grubundan oluşan, Orgeneral Aleksiy I. Yeremenko’nun Bryansk Cephesi.” Eylül
sonlarında bu üç cephenin toplam gücü 800.000 asker, 770 tank ve 9.950 toptu.
Kuvvetin büyük kısmı Batı Cephesi’nin elindeydi (Jukov 1982:58-59). Ukrayna’nın
zaptı tamamlanınca Alman Yüksek Komutası Moskova Taarruzu’nun başlaması için
hazırdı. Leningrad önlerinden getirilen General Höppner’in 4. Panzer Grubu da Hoth’un
ve Guderian’ın grupları ile birlikte harekâta katılacaktı. Moskova’ya yönelen “Tayfun
Harekâtı’nın” ilk adımı olarak Vyazma ve Bryansk ele geçirilecekti. Güneydeki
Guderian’ın karşısında kuvvetli 3. Sovyet Ordusu bulunmaktaydı. Buna rağmen
yarmada bir sorun yaşanmadı. Guderian, Ekim’in başında Orel’i aldı. Höppner ise
Konev’in Batı cephesini General Kluge ve General Strauss’un piyadelerine doğru sürdü.
Kuzeyde ise Hoth güneyindeki Vyazma’ya doğru cepheyi yardı. Vyazma ve Bryansk,
altısı süvari toplam 78 tümen dahilinde 650.000 Rus askerinin bulunduğu iki cep haline
getirildi. Bryansk Cebi Guderian’ın panzer grubu ve Kluge’nin 4. Ordusu tarafından
kapatılmış, 6 Ekim’de Sovyetler’in 19., 24., 29., 30., 32. ve 43. orduları Bryansk’ta
hapsedilmişti. Vyazma Cebi ise Hoth ve Höppner’in panzer grupları tarafından
kapatılmış ve böylelikle 7 Ekim’de Sovyet 3., 13. ve 50. orduları da burada
kuşatılmışlardı. 13 Ekim’de Vyazma’daki direniş çöktü. 14 Ekim’de Vyazma, 20
Ekim’de ise Brysank teslim oldu. İki cepten toplam 663.000 esir alınırken 1.242 tank ve
4.512 top ele geçirildi (Perrett 1992:306).
63
Vyazma ve Bryansk’taki iki Kessellschlaht ta son derece etkili olmuş, harekât öncesinde
Moskova ile Alman hattı arasında bulunan bu 800.000 Sovyet askerinden, Ekim
ortalarına gelindiğinde sadece 90.000’i kalmıştı (Overy, 1977:146).
2.2.1.12. Moskova Muharebesi (Ekim-Aralık 1941)
7 Ekim’de Moskova’ya ilerleyen Almanlar’ı durdurabilecek bir savunma hattı mevcut
değildi (Jukov 1982:65). Aynı gün Moskova’nın 100 km. batısındaki Mozhaisk
etrafında, 215 km. uzunluğunda bir savunma hattı hazırlanmaya başladı. Ancak hattaki
mevziler için gerekli 150 taburdan, sadece 45’i bulunuyordu (Jukov 1982:80). Stavka
ihtiyatından ve komşu birliklerden acilen sağlanan 14 piyade tümeni, 16 tank alayı ve
40’ın üzerinde topçu alayı ve diğer bazı birlikler hatta yerleştirildiler (Jukov 1982:61-
62).
Jukov’un sonradan dediğine göre o an Moskova’ya giden tüm yollar açılmıştı (Keegan
1971:141). Keşif uçuşu yapamayan Ruslar, Almanlar’ın savunma hattı delmesine
hazırlıksız yakalanmışlar, bunun sonucunda İhtiyat Cephesi’nin dört ordusu ile bir
harekât grubu çevrelenmiş ve irtibatı kaybetmişti. Durumun vehameti üzerine Stalin, 6
Ekim’de Korgeneral Jukov’u acele Moskova’ya çağırdı. Jukov, ertesi gün Moskova’ya
vardı ve 10 Ekim’de de Batı Cephesi Komutanlığı’na atandı (Jukov 1982:53-54). Stalin,
Jukov’dan Moskova’yı, çevresinde 280 km’lik bir savunma hattı oluşturarak
savunmasını istedi.
Aceleyle oluşturulan üç hat Moskova’nın yanıbaşındaydı. Ruslar, ayrıca ellerindeki az
sayıdaki en yeni T-34 orta sınıf tankları ile KV-1 ağır tanklarını da bölgedeki
çarpışmalara soktu. Ruslar’ın bu yeni tankları iyiydiler. Hatta 1941’de Almanlar’ın
kullandıklarından kesin olarak üstündüler. Ancak Alman tankları beş, Rus tanklar
genelde dört mürettebata sahiplerdi. T-34’lerde nişancı ve komutan aynı kişiydi.
Dolayısıyla hem topu yöneterek hem de çevreyi gözetlemek, T-34’ün ateş takibini
güçleştiriyordu. Bunu sonucunda T-34 bir kez ateş ederken, Alman Pz-IV tankı üç kez
64
ateş edebiliyordu. Ayrıca Ruslar’ın tank taktikleri de zayıf ve piyadeyi korumak amacını
güdüyordu (Carell 1974, 1:85).1
Hitler zaferden o kadar emindi ki, Hitler’in basın şefi Otto Dietrich, onun talimatı
üzerine 10 Ekim 1941’de savaşın kazanıldığını açıkladı (Overy 1997:128). Almanlar
karşılarındaki Bryansk ve Batı cephelerini 14 ordunun içerdiği altısı süvari ve altısı
zırhlı tümen olan 77 tümen kuvvetinde olarak tahmin etmişlerdi. Yeni kurulan Sovyet
16., 5., 43. ve 49. ordularının toplam gücü ise, Ekim ortalarında ancak 90.000’i
buluyordu (Jukov 1982:83).
Almanlar ilerlemeye devam ettiler ve Moskova’nın kuzeyindeki Kalinin, 14 Ekim’de
düştü. Onu 18 Ekim’de Mozhaisk izledi. 15-16 Ekim gecesi Moskova’nın boşaltılması
işlemine başlandı. 16 Ekim’de şehir halkı arasında muazzam bir panik başgösterdi ve
halk kaçmaya başladı. Bunun üzerine Moskova, Ulusal Savunma Komitesi tarafından
“kuşatılmış şehir” ilan edilerek sıkı yönetim uygulamasına geçildi. Bu sayede 19
Ekim’de askeri ve sivil disiplin sağlanabildi.2 Sovyet genel karargahı genel kurmayı
ikiye bölerek yetki alanlarını Moskova’nın içi ve Moskova’nın dışı olmak üzere ikiye
ayırdı. Mareşal Boris Mikhailovich Shaposhnikov Moskova’nın dışından sorumlu oldu
(Shtemenko 1971:46-47). Ertesi gün Stalin şehirde kalmaya karar verdi (Bauer
1972:469). Şehir halkı kuvvetli savunma tahkimatları hazırlamak için ağır işçiliğe
zorlandı.
Ekim’in ortalarına gelindiğinde, Sovyet karşı-hücumları Almanlar’ı mümkün olduğunca
yavaşlatıyordu. 13 Ekim’deki Sovyet karşı-hücumunun kestiği Alman ilerlemesi iki gün
sonra tekrar başladı (Jukov 1982:108). Böylece Tayfun Harekâtı’nın ikinci aşaması
başlamış oluyordu. 19 Ekim’de Sovyet birlikleri, stratejik bir ricat ile Mozhaisk Hattı’nı
boşaltıp Moskova Hattı’na çekildiler (Jukov 1982:88-91). Ekim’in sonuna gelindiğinde
Almanlar da tükenmeye başlamış ve ciddî ikmal sorunlarıyla karşılaşmışlardı (Guderian
1977:398). Başka bir deyişle, Almanlar 250 km’lik bir ilerlemeden sonra Moskova’daki
son savunma hatlarının önünde yorgun düşmüşlerdi (Jukov 1982:92).
1 Yeni Sovyet tanklarının üstünlüğü bir sene sonra Alman üstün panzer sınıfının doğuşunu tetiklemiştir.2 Jukov paniğin provokasyon ile başladığını yazmıştır (Jukov 1982:87-8).
65
Alman kayıpları da harekâtın başından beri yarım milyonu bulmuştu. Hitler, 6
Kasım’daki konferansta 500.000 kayıplarına karşın, Ruslar’ın 8-10 milyon
kaybettiklerini, 78.000 adet te top yitirdiklerini söylemiştir (Jacobsen 1988:579-580).
Sonbahar yağmurları yolları çamura döndürdüğünden Alman harekâtı 15 Kasım’a kadar
durakladı. Lojistik sorunları da artmaktaydı. OKW’den General Thomas, Doğu Cephesi
içi Aralık sonundan önce harekât ihtiyatı 88.000 ton petrol ayrılacağını bildirdi. Aynı
zamanda yiyecek konusundaki kötümserliğinide belirtti (Jacobsen 1988:559, 19 Kasım
1941). 1941’deki soğukta Merkez Ordusu’nun ihtiyacı olan 70 katara karşılık ise,
sadece 30 katar çalıştırılabilmişti (Gerede 1994:378).
Zaman kazanan Sovyet yetkililer Uzakdoğu’dan üçü süvari 18 tümen ile sekiz tank
tugayını kış boyunca Moskova’ya kaydırmayı kararlaştırdılar (Clark 1983:170).
Almanlar böylece acil ilhtiyat olarak cepheye gönderilen Sibiyalılar ile karşılaşmaya
başladılar (Werth 2000:258). Ayrıca Ekim ve Kasım’da Moskova’lı işçilerden kurulan
beş tümen cepheye gönderilmiş, böylece Moskova’dan orduya katılanlar savaşın
başından itibaren 17 tümene çıkmıştı. Bununla birlikte Moskovalılar yüzlerce savaş timi
ve tank-avlama müfrezeleri kurdular. 13 Ekim’de parti eylemcileri kentin her kesiminde
işçi taburu kurulmasına karar vermişlerdi. Birkaç günde çoğu parti ya da Genç
Komünistler Birliği üyesi toplam 12.000 kişilik 25 bölük ve tabur kurulurken, 100.000
işçi de boş zamanlarında askerlik eğitimi görmüş ve daha sonra askerî birliklere
katılmıştı. Yaklaşık 17.000 kadın ve kız, hemşire ve hastabakıcı olarak yetiştirilmişlerdi
(Jukov 1982:98).
Ruslar, Moskova’daki yerel ihtiyattan acilen 1.700 tank ve 1.500 uçak destekli 18
tümen kurulmuşlardı (Keegan 1984:155). Ayrıca yakın cephelerden ek av filoları
kaydırılarak başkentin hava savunması güçlendirilmiş, Ayrıca Jukov, 1. Şok Ordusu ile
10. ve 20. orduları kurmuştu. 10 Kasım’da 50. Ordu ve Tula Stavka’dan alınarak Batı
Cephesi’ne verilmiş, Bryansk Cephesi ise lağvedilmişti. Bu cephenin 3. ve 13. orduları
da Güneybatı Cephesi’ne bırakılmıştı. Batı Cephesi, Kasım ortalarında 600 km.’lik bir
hattı altı orduyla savunmak durumundaydı (Jukov 1982:102-104).
66
Stavka, 13 Kasım’da karşı-taarruz planı hazırlanması direktifini verdi (Jukov 1982:106).
Sovyet karşı-tarruzu geri püskürtüldü ve Alman tarruzu ise 15 Kasım’da yeniden
başladı. Moskova savunma bölgesinin dış tahkimatı 25 Kasım’da tamamlandı. Çoğu
kadın 100.000 Moskovalı’nın hazırladığı tahkimatta, 1.428 topçu mevzi, 160 km.
uzunluğunda tank hendeği, 120 km. uzunluğunda üç sıralı tel örgü engeli ve çok sayıda
diğer engeller vardı (Jukov 1982:100). 27 Kasım’da Alman orduları kuzeyden 60,
batıdan 20 ve güneydoğudan da 100 km. yaklaştıkları Moskova’yı üç yandan
çevreleyen bir cep haline getirmişlerdi. Ancak Alman saldırısının hızı düşüyordu.
Böylece Jukov tarafından Sovyet Karşı-tarruzu hazırlandı ve 30 Kasım’da Stalin
tarafından onandı (Jukov 1982:127, dipnot 13).
İlk don olayı 7 Kasım’da gerçekleşti ve ertesi gün ısı -12°’ye, bir gün sonra da -22°’ye
kadar düştü (Guderian 1977:401-403). Yoğun tipi ve -55°’ye kadar düşen acımasız
soğuk Alman Harekâtı’nı 5 Aralık’ta tamamen durdururken, Sovyet karşı-saldırısı için
mükemmel bir ortam hazırlamıştı (Guderian 1977:420-421). Kluge’nin 4. Ordusu 4
Aralık’ta, Guderian’ın 2. Panzer Grubu da ertesi gün savaş dışı kalmışlardı (Keegan
1971:156). 6. Panzer Tümeni, Aralık 1941 başlarında Kremlin’e sadece 24 km.
mesafedeyken ısının aniden -22°’ye düşmesi Alman askerlerini soğuktan felç etmiş,
tüfeklerinin yağlarını dondurmuş ve cephanelerini de etkisiz hale getirmişti (Tsouras
1998:172-173).
1941 Aralık’ında Luftwaffe’nin Rusya’daki operasyonel uçak sayısı 500’e düşmüşken,
VVD’nin sadece Moskova çevresinde 1.000’den fazla uçağı bulunuyordu (Overy
1981:63).1 Luftwaffe de soğuktan nasibini almış, uçaklar hava desteği veremez
1 Luftwaffe’nin Doğu Cephesi’ndeki operasyonel gücü 1941 boyunca dramatik bir düşüş gösterirken, VVD hakkındaki Luftwaffe tahminleri de sürekli değişiyordu. 21 Ağustos’ta Sovyet Hava Kuvvetleri toplamı tahminen 3.700 uçak olup, bunlara 1.100 eğitim uçağı, fabrikadan yeni çıkan 200 uçak ve Uzakdoğu’daki 700 uçak ta dahildi. 750 avcı, 650 bombardıman ve 300 diğer tipte uçak arasından, Almanlar 225 avcı ve 195 bombardımanın operasyonel olduğu üstünde duruyorlardı (Jacobsen 1988:517, 26 Ağustos 1941). 18-29 Ağustos arasında, Kuzey Ordular Grubu cephesinde 886 Alman ve 133 Rus, Merkez Ordular Grubu cephesinde 457 Alman ve 549 Rus, Güney Ordular Grubu cephesinde 573 Alman ve 493 Rus olmak üzere Doğu Cephesi’nde toplam 1.916 Alman ve 1.175 Rus uçağı bulunmaktaydı.Kuzey’de bombardıman uçaklarının oluşturduğu bir yoğunluk söz konusudur. 6 Eylül’e gelindiğinde, Doğu Cephesi’nde savaşan dört Luftflotte’nin (I, II, IV ve V) operasyonel gücü 295 avcı, 186 pike-bombardıman, 440 bombardıman, 39 uzun menzilli bombardıman ve 45 keşif uçağından oluşmaktaydı. (Jacobsen 1988:525-526). Buna karşın, 11 Eylül’de Sovyet hava gücünün 2.940 uçaktan oluştuğu, bunların 670 avcı, 600 bombardıman ve 400 diğer tiplerden muharebe uçağı ile 1.230 eğitim uçağı olduğu
67
olmuşlardı. Alman keşif üniteleri gelmekte olan Sovyet karşı-saldırısını haber
veriyorlardı (Guderian 1977:419).
Moskova’daki kayıplar sadece savaşın şiddetini göstermekle kalmamış, Almanlar
başarılı olamadıkları için sonraki kayıpların büyüklüklerini de müjdelemiştir. Özellikle
yenilmez gözüken Almanlar’ın verdikleri kayıpların ciddi seviyelere ulaşması, dünyanın
gözünde neler olduğunu anlamak açısından önemlidir. Moskova Muharebesi’ne
750.000 Alman ve 1.000.000 Sovyet askeri iştirak etmişti.1 Halder’e göre 30 Eylül ila
30 Kasım arası Alman kayıpları 192.000 askerdir (Werth 2000:260). Yine Halder’e göre
Barbarossa’nın başından 30 Eylül’e kadar 551.000, 26 Kasım’a kadar da 743.000 kayıp
verilmiştir.2 1 Ocak-31 Mart 1942 arasında Alman 4. Ordusu’nun verdiği 96.535 kaybın
14.236’sı donma vakalarıydı (Tsouras 1998:175). Stalin ise, 6 Kasım 1941’de, Ekim
Devrmi’nin 24. yıldönümünde yaptığı konuşmada, savaşın ilk dört ayındaki kendi
kayıplarını toplam 1.950.000, Almanlar’ın kayıplarını ise 4,5 milyonun üzerinde
açıklamıştı (Stalin 1969:20).3 Ancak Tayfun Harekâtı’nı da içeren Barbarossa
Harekâtı’nın Haziran-Aralık 1941 döneminde Sovyet kayıpları 2.663.000 ölü ve
3.350.000 esir gibi korkunç bir rakama ulaşmıştır (Overy 1997:152). Görüldüğü gibi
Stalin’in konuşmalarında verdiği kayıp rakamları son derece abartılı olup, Sovyet
halkına moral vermek amaçlıydı.
Almanlar’ın 22 Haziran’da Doğu Cephesi’ndeki 1.310 bombardıman uçağının 754’ü
operasyoneldi. 27 Aralık 1941’de toplam bombardımanlar 1.332 olurken, bunların
ancak 458’i operasyoneldi. Avcı uçakları da aynı zaman zarfı içinde sayı olarak
belirtilmiştir. Bunların % 40’ının operasyonel olduğu sanılarak, Sovyet etkili hava gücü 270 avcı ve 240 bombardıman olarak tahmin edilmektedir (Jacobsen 1988:529, 12 Eylül 1941).1 Perrett’in kitabna göre 6 Ekim 1941 ila 30 Nisan 1942 arasında 750.000 askerden oluşan 60 Alman tümeni, bir milyon askere sahip olan 100 Sovyet tümeni ile Moskova etrafında çarpışmıştır (Perrett 1992:214-215). Cephedeki tüm birimlerden istihbaratın toplanması ile oluşan bilgilere göre, OKW Eylül 1941 sonuna kadarki Sovyet kayıplarını 2,5 milyon asker, 22.000 top, 18.000 tank ve 14.000 uçak olarak biliyorlardı (Clark 1985:145).2 Perrett’in kitabına göre, 6 Ekim 1941 ila 30 Nisan 1942 arasında Moskova etrafındaki çarpışmalarda verilen kayıplar 340.000 Alman ve 680.000 Sovyet askeri olmuştur. (Perrett:214-215). Overy’nin yazdığına göreyse, Almanlar Temmuz sonuna kadar 46.000 ölü vermişlerdi. Kiev, Leningrad ve Moskova çevresindeki muharebeler Almanlar’a 118.000 hayata daha maloldu. Kasım sonunda ise Alman kayıpları efektif gücünün % 25’ine vardı (Overy 1997:151-152).3 Bununla birlikte, Stalin’in konuşmalarında o anki durumu Birinci Dünya Savaşı ve Napolyon’un Rus Seferi istatistikleri ile karşılaştırdığına ve sonuçta Kızılordu’nun o anki halinin yenilmezliğini vurguladığına tanıklık etmekteyiz. Örnek için bkz: Stalin 1969:62-63.
68
1.266’da 1472’ye yükselirken, operasyonel olanların sayısıysa bunun aksine 885’ten
670’e düşmüştü. Pike-bombardıman uçakları ise bu zaman diliminde 410’dan 326’ya
düşerken, operasyonel olanların sayısı da 278’den 163’e gerilemişti (Mitcham
1997:150, tablo 139). Ayrıca Luftwaffe’nin cephedeki 100.000 kara aracından sadece
15.000 kadarı 1942 Ocak’ında kullanılabilir haldeydi (Overy 1981:66).
Buna karşın Ruslar, Temmuz-Aralık 1941’de, yeni modellerden 5.173 adet avcı uçağı
üretirken, aynı zaman diliminde İngilizler 4.408, Almanlar ise sadece 1.619 avcı
üretebilmişlerdir (Mitcham 1997:150). Doğu Cephesi’ndeki Alman ve Sovyet hava
kuvvetlerinin kısıtlı kalan rolleri, daha çok taktik bombardımana yönelikti. Hitler’e göre
Luftwaffe, sadece ordu birimlerini destekleyecek kabiliyete sahipti. Stalin’e göre ise
VVS, taktik bombardımanına yönelik olmalıydı. Dolayısıyla her iki tarafta da uzun-
menzilli bombardıman filoları ön plana çıkmamıştır (Overy 1981:61). Rus uzun-mesafe
bombardıman sortileri ise sadece % 5 ile sınırlı kalmıştı ve bunlardan birçoğu da
1941’de Berlin’e propaganda amaçlı yapılmış akınlardı (Overy 1981:75).1
Ruslar’ın gücünü yanlış hesap ettiğini artık Hitler, daha 11 Ağustos’ta “Savaşın
başlangıcında düşmanın kuvvetini 200 tümen kadar tahmin etmiştik. Oysa şimdi 360
tümen saydık. Rus tümenlerini imha edip duruyoruz. Onların yerine yeniden bir sürü
tümen savaşa sürülüyor. Bu büyük genişleme karşısında cephemiz çok ince kalıyor.
Cephenin derinliği yok. Bunun sonucu olarak, düşmanın durmadan yaptığı hücumlar ara
sıra başarılı oluyor” demişti (Shirer 1979:79). Sovyet askeri step savaşçıların
mirasçılarıydı. Rus materyalleri kullanışlıydı ve motorlu vasıtalar minimum
seviyedeydi. Az bakılabilen güçlü atlar, uygun üniformalar ve insan kitleleri verilen
görevleri bir makine gibi yerine getiriyorlardı (Tsouras 1998:35).
Aslında Hitler’in tutumu sertleşip, generallerinin itaati de arttıkça, aynı niteliklere sahip
olan Kızılordu’nun da işi kolaylaşmaktaydı. Esneklikten yoksunluk, sayısal üstünlüğü
bertaraf etmeyi zorlaştırıyordu. Ayrıca Rusya’nın eski moda şoseleri, Alman motorize
formasyonlarının yeterli tamir imkanı ile operasyonel oranının yüksek olmasını
1 Savaştan sonra yapılan Sovyet hesaplamalarında, savaş sırasındaki sortilerin % 35’inin savaşalanı üzerindeki hava hakimiyeti, % 46,5’inin ise yakın-destek için yapıldığı ortaya çıktı (Overy 1981:70).
69
engellemiştir. Lojistik te ciddî bir sorundu.1 Rusya’da Alman birlikleri ancak büyük
şehirlerde konaklayabiliyordu. zira, köy ve kasabalar küçük ve ancak mahalli halkı
barındırabilecek nitelikteydi. Sovyet lokomotifleri odun yaktıkları için istasyonlarda
kömür bulunmuyordu (Liddelhart 1956:130). Ayrıca Ruslar, ormanlık alandaki
çarpışmalarda, gece çarpışmalarında ve yakın döğüşte üstündüler (Liddelhart 1956:138).
Dolayısıyla buralarda Almanlar’ı daha çok oyalamışlardı.
Almanlar batıdaki sanayi merkezlerini bir bir ele geçirirlerken Ruslar taşıyabildikleri
tüm fabrikaları Urallar’ın doğusuna aktarıyorlardı. 1.360’ı silâh üretimiyle ilgili, toplam
1.523 fabrika Volga Nehri, Sibirya ve Orta Asya’ya Temmuz ile Kasım 1941 arasında
taşınırken, 500’ü aşkın firma ve 210.000 işçi de Ekim ve Kasım aylarında Moskova’dan
ayrılmışlardır. Sovyet demiryollarının başarılı tahliyesi, Almanlar’ı Doğu Cephesi’ne
2.500 lokomotif ve 200.000 vagon göndermeye zorladı (Glantz 1995:71-73).2 1941’in
sonunda Sovyet Savaş Sanayî’nin % 80’i ülkenin doğu kesiminde bulunmaktaydı.3
1941-43 arasında 667 fabrika Urallar’a, 226 fabrika Kafkaslar ve Hazar bölgesine, 308
fabrika Orta Asya ve Kazakistan’a, 302 fabrika ise Sibirya’ya taşınmıştır. (Keegan
1989:173, harita 5).
1 Barbarossa’nın ilk ayında, Almanlar mevcut 340 Sovyet ikmal deposunun 200’ünü ele geçirmişlerdir. (Overy 1997:102).2 Son derece faal olan Sovyet Demiryolları, savaşın ilk bir buçuk yılında 6,4 milyon vagonluk askerî ikmal malzemesi taşımış, Kara Kuvvetleri’ne 113.000 vagon mühimmat, 60.000 vagon silâh ve donatım, 210.400 vagon akaryakıt sağlamıştır. 1942 yılında sadece oto ulaştırma birlikleri 2,7 milyon insan, 12,3 milyon ton ikmal maddesi, 1.923.000 tank ve 3.674 top, nakliye uçakları ise 158.000’i yaralı olmak üzere 532.000 insan taşımışlardır (Jukov 1982:226).3 (Mitcham 1997:150. Sayısal üretimde Sovyetler üstünlüklerini başından beri korumuşlardır. Örneğin, Almanya, Sovyetler’in uçak üretim hızına 1944’e kadar erişememiştir (Overy 1981:65).
70
2.2.2. 1941-42 Kışı’ndaki Sovyet Karşı-Saldırısı (5 Aralık 1941 - 4
Temmuz 1942)
2.2.2.1. Moskova Çevresindeki Sovyet Karşı-Saldırısı (Aralık 1941-Nisan
1942)
Almanlar, Hitler’in direktifinde olduğu gibi 22 Haziran ile 5 Aralık arasında
Kızılordu’nun önemli bölümünü yok etmişler, ancak Alman hataları ve Rus takviyeleri
sonucu çarpışmalar geniş Rus Stepleri’ne yayılmıştı.1 Japonlar ile anlaşarak
Mançurya’daki birliklerinin önemli bir kısmını Moskova’ya getiren Kızılordu bu sayede
Moskova kesiminde karşı-saldırı için güçlenmiş bulunuyordu.2 Ruslar vakit
kaybetmeden tükenmiş olan Almanlar’ın üzerlerine atıldılar. Dünyanın artık bitti gözü
ile baktığı Kızılordu toparlanmıştı. Kalinin Cephesi, 5 Aralık’ta taarruza geçti. 8
Aralık’ta 39 No’lu Direktif’i yayımlayan Hitler, ordunun savunmaya geçme durumunu
kabullenmişti (Ailsby 2001:163). Kuzeyde ve güneyde ilerlemiş olan tüm Alman
birimleri 16 Aralık itibarıyla yok edidiler. 18 Aralık’ta Bryansk Cephesi yeniden
kuruldu ve taarruza katıldı (Jukov 1982:140).
Almanlar soğuktan fırsat buldukça Ruslar ile dövüşüyorlardı. 1942 Ocak’ında
Moskova’nın kuzeybatısında ısı -26° idi. 26 Ocak’ta aynı yerde ölçülen ısı, Doğu
Cephesi’nin en düşüğü olup -81°’ye düşmüştü. Rusya’nın güney kesiminde dahi ısı,
1941-42 kışı boyunca -8° ila -40° aralığında olup, bu 1942-1943 kışında -70° ila -40°
aralığında seyretmiştir (Tsouras 1998:172). Eski konak yerleri harabolduğundan ve
köyleri de Ruslar çekilirken yaktıklarından Alman askerleri, -22° ila -40° arasında Lama
Çayı civarında gece açıkta kalmışlar, yeterli donanımları da olmadığından en yakın
köye çekilmek zorunda kalmışlardı. Bu tür olaylar Rus yarmasını getirdi. Alman 1 1939 nüfus sayımına göre 170.467.186 nüfusa sahip olan Sovyetler Birliği’nde, 1942 Şubat ayında 16-55 yaş erkekler ve 16-45 yaş kadınlar silâh altına çağrılmıştı (Gerede 1994:377).2 Eğer Japonlar Mançurya’da Sovyetler’e karşı ikinci bir cephe açsalardı, 1941 sonunda Moskova’yı kurtaran Sovyet birliklerinin çoğunu burada tutmak zorunda kalacaklar, bu da Moskova’nın savunmasını ciddî ölçüde sekteye uğratacaktı. Ancak Japonlar’ın Ruslar ile imzaladıkları antlaşmaya sadık kalarak, Amerikan ve İngiliz kolonilerine saldırmayı tercih etmesi savaşın yönünü değiştiren stratejik etmenlerden biri olmuştur.
71
askerleri aşırı soğuğa karşı donanımlı değillerdi (Tsouras 1998:174). İhtiyat alan
Ruslar’ın 7 Ocak’ta yenilediği taarruz sonrasında Almanlar, Ocak sonuna kadar
Moskova’dan 64 km. uzaklaştırılmışlardır (Keegan 1984:179).
Halder’in 5 Ocak’ta verdiği Alman kayıp verilerine göre, 22 Haziran-31 Aralık 1941
arasında subay kayıpları 7.120 ölü, 19.016 yaralı, 619 kayıp olmak üzere 26.755;
astsubay ve er kayıpları ise 166.602 ölü, 602.292 yaralı ve 35.254 kayıp olmak üzere
toplam 804.148 idi. Toplam kayıplar 830.903 ile Doğu Cephesi’ndeki 3,2 milyon
Alman askerinin % 25,96’sına tekabül ediyordu (Jacobsen 1988:599). Tayfun Harekâtı
sırasında Ruslar’ın Batı, İhtiyat, Bryansk ve Kalinin cephelerinin Moskova etrafında
verdikleri kayıplar ise, 514.338 ölü ve 143.941 yaralı olmak üzere toplam 658.279
asker, 2.785 tank ve kendinden-kundaklı top, 3.832 top ile 293 uçaktı (Ailsby 2001:222,
Ek 3 ve Glantz 1995:294, Ek Tablo B).
Ancak Kızılordu kayıpları da az değildi. Kalinin Cephesi, Ocak sonunda saldırının
başından beri tank gücünün % 65’ini kaybederken, bu cepheye bağlı 4. Şok Ordusu’nun
249. Piyade Tümeni saldırının başındaki 8.000 kişilik mevcudiyedine rağmen 1.400
kişiye inmişti. Bryansk Cephesi’nin 13. Ordusu’na bağlı beş tümende kalan asker sayısı
toplam 11.500’i biraz geçerken, Batı Cephesi’ndeki tank tugaylarının herbirinde 15-20
adet tank kalmıştı (Ailsby 2001:171). 5 Aralık 1941 ile 7 Ocak 1942 arasındaki ilk
safhada Ruslar, 139.586 ölü ve 231.369 yaralı olmak üzere toplam 370.955 asker, 429
tank ve kendinden-kundaklı top, 13.350 top ile 140 uçak kaybetmişlerdir (Glantz
1995:294, Ek Tablo B).
Kesin zafere bu kadar yakınken Tayfun Harekâtı’nın başarısızlığa uğramasını
kabullenemeyen Hitler, harekâta katılan askerî lider kadrosunda adeta bir kıyım yaparak
o zamana kadar zaferden zafere koşmuş olan bir çok generali görevden almaya
başlamıştır. 18 Aralık’ta Bock ve Orgeneral Strauss ise hastalıkları dolayısıyla görevden
aflarını isterlerken, Wehrmacht Başkomutanı Mareşal Walther von Brauhitsch, Kuzey
Ordular Grubu komutanı Leeb ve Orgeneral Küchler istifaya zorlanmışlardı. 1 Aralık’ta
Güney Ordular Grubu komutanı Mareşal Rundstedt te istifaya zorlananlar arasına
72
katılmıştır.1 26 Aralık’ta ünlü panzer-generali Guderian itaatsizlikten dolayı görevinden
alınmıştır (Guderian 1983:8-9).2 İtaatsizlikten dolayı görevden alınmalar sürmüş ve
diğer bir panzer generali Höppner, General Geyer ve General Förster de aynı kaderi
paylaşmışlardı. Aynı zamanda 35 kolordu ve tümen komutanının daha görevlerine son
verilmiştir (Keegan 1971:158).3 Bu arada panzer grupları da 1942 yılbaşından itibaren
panzer orduları haline getirildi.
Rus süvari tümenlerinin tank ve piyade ile takviye edildikleri takdirde, motorize ya da
mekanize piyade birliklerine karşı etkili olduğu, Moskova Muharebesi’nde görülmüştür
(Glantz 1993:25). Moskova’daki karşı-saldırıda, Kızılordu ilk geniş ölçekli saldırı
harekâtını tecrübe ederken, özellikle irtibat sorunlarının ön plana çıktığı birçok sorunda
yaşanmıştır (Glantz 1993:15). Bu yüzden harekât Nisan’a kadar sürdürülse de,
cephehattı Moskova’dan ancak 150-200 km. kadar uzaklığa alınabilmişti. Almanlar da
henüz çökmemişlerdi. 1942 ortalarına doğru, Sovyet Karşı-saldırısı sonunda oluşan
Vyazma-Byelyi ceplerinde 70.000 Rus esir edilmiştir (Seaton 1998:147).
Halder’in 21 Nisan 1942’de günlüğüne yazdığına göre, 1 Kasım 1941 ila 1 Nisan 1942
arasındaki kayıplar kışın da etkisi ve hastalıklar dahil 900.000, aynı dönemde alınan
takviye ise 450.000 olmuştur. 1 Ekim 1941-15 Mart 1942 arası materyal kayıpları da
74.183 araç, 2.340 paletli araç, aynı dönemdeki takviye ise 7.441 araç ve 1.847 paletli
araç olarak gerçekleşmiştir. Silâh olarak 28.000 tüfek, 14.000 makineli tüfek, 7.000
tanksavar topu, 1.900 top kaybedilmiştir. 15 Ekim 1941-15 Mart 1942 arasında
1 Mareşal Gerd Von Rundstedt, harekât alanı Güney Ukrayna’yı kapsayan Güney Ordular Grubu’nun komutanıydı. Rudstedt tam olarak kovulmadı. OBW’nin (Oberbefehlshaber West, Batı Cephesi) komutanı olarak o sırada sessiz olan Batı Cephesi’ne atandı (Keegan 1971:158).2 Hitler’in emrettiği “fanatik direniş” ya da “tutun ya da öl” taktiği o mevcut şartlar altında uygulanabilirlikten uzaktı.3 Barbarossa’nın ilk senelerinde yenilgilerin ağır bastığı Sovyet tarafında cephe komutanlarının sıklıkla değiştiğini görmrkteyiz. Stalingrad Muharebesi’nden sonra cephelere yapılan komutan atamaları daha istikrarlı bir hal almıştır. Sovyet zaferinde bunun etkisi olduğunu düşünebiliriz. Alman tarafında ise bunun tam aksi yaşanmıştır. 1941 Aralık ayına kadar komutanlar pek değişmemiştir. Bu zamandaki Moskova Muharebesi’nde Alman Ordusu çekilmeye başlayınca, Hitler o zamana kadar istikrarla yürütülen ordular grubu ve ordu komutanlıklarında radikal değişiklikler yapmaya başlamış, hatta Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nı bizzat kendi üstüne alarak Doğu Cephesi’nde doğrudan müdahil olmuştur. Stalingrad ve Kafkaslar harekâtları sırasında da aynı durum devam etmiştir. 1943-44 kışı ile birlikte bu değişim sürekli bir hal almıştır. Alman komuta kademesi böylece Guderian, Höppner, Rundstedt, Bock, Leeb, Hoth, Manstein ve Kleist gibi yetenekli komutanlardan zaman içinde yoksun kalmış, bu da harekâtların kaderine olumsuz etki yapmıştır.
73
kaybedilen at sayısı 179.609 olurken, takviye olarak at sayısıysa sadece 20.000 kadardır
(Jacobsen 1988:613-614).
2.2.2.2. Velikiye Luki, Demyansk Ve Holm Kuşatmaları (Ocak-Haziran
1942)
1941-1942 Kışı boyunca Demyansk’ta hapsolan 100.000 Alman askerine 500 nakliye
uçağı sürekli erzak taşıyordu (Carell 1974, 2:171). Orgeneral Bush’un 16. Ordusu’na
bağlı olan General Graf Brockendorff hapsolan tümenlerine tutunmaları emri vermişti,
çünkü Ruslar’ın ikmal yolları donmuş bataklık ve çok sayıda dereden geçiyordu.
İlkbahar geldiğinde bu yollar otomatikman kapanmış olacak, Ruslar da geri çekilmek
zorunda kalacaklardı (Carell 1974, 2: 170).
7 Ocak 1942’de İlmen Gölü’nün güneyinde Sovyetler’in kuzeybat cephesine bağlı olan
11. ve 27. ordularının giriştikleri Staraya Russa Saldırısı Almanlar’ı belli ölçüde
geriletirken, buranın güneydoğusundaki Alman ileri karakolu konumunda bulunan
Demyansk kentinin güneyinde de iki gün sonra Holm Saldırısı başlatıldı. Alman hatları,
Kalinin Cephesi’nin 1., 3. ve 4. Şok orduları ile 53. Ordu’nun Valdai Tepeleri
çevresinden yönelttikleri taarruzlara karşı oldukça gerileyerek Velikiye Luki’ye kadar
çekilmek zorunda kaldı. Almanlar ağır kayıplar vermişlerdi. Tümgeneral Kurt von
Tippelskirch’in söylediğine göre kış sona ermeden önce Valdai Tepeleri’ndeki tümenler
5.000, bölükler ise sadece 50’şer kişiye inmişti (Liddel Hart 1996, II:397). Ancak arada
kalan Demyansk’a Kuzeybatı Cephesi’nin 34. Ordusu’nun kuzeyden yönelttiği saldırı
karşılanabilmiş, 27. ve 11. orduların 53. ve 1. Şok orduları ile kentin derininde
buluşarak çevirmesi ise dar bir koridorun tutulabilmesi sayesinde önlenebilmişti. Leeb,
Demyansk’ı boşaltarak savunma hattını düzlemeyi istiyordu. Bu yüzden Hitler ile bir
çok münakaşaya girdi. Sonunda da istifa etti (Liddel Hart 1996, II:404).
3 Mayıs’ta Kuzeybatı Cephesi Demyansk’ta Alman 16. Ordusu’na bağlı birliklere
taarruz etti. Bir ay süren taarruzdan bir sonuç alınamadı (Jukov 1982:181).
Demyansk’taki dar koridor ikmal için yetersiz kaldığından, 1942 Mayıs’ında
74
Demyansk’a hava köprüsü kurularak kent ayakta tutuldu. Kentin güneybatısında kalan
Holm ise Şubat sonu kuşatılmıştı ve Mayıs’ta buraya da hava köprüsü kuruldu. Alman
16. Ordusu’nun karşı-taarruzları ile Holm kurtarılırken Demyansk’a giden koridor ise
genişletildi ve oldukça geriye sarkan Sovyet Şok Orduları Lovat Irmağı’na kadar
püskürtüldü. Almanlar Demyansk’ı, 1943 başlarındaki çekilmeye kadar ellerinde
tutmayı başardılar.
Demyansk Harekâtı boyunca, Demyansk’a günde ortalama 100 uçak inip kalkmıştır.
Luftwaffe’nin nakliye üniteleri 659 görev uçuşu ile 64.844 ton ikmal malzemesi ile
30.500 asker ihtiyatı buraya taşırlarken, çoğu yaralı 35.400 askeri de buradan
çıkarmışlardır. Bu ise 262 Ju-52’ye mal olmuştur. Demyansk’tan sonra hava nakliye
branşı oluşturuldu ve başına da Birinci Dünya Savaşı’nda Doğu, Batı ve Türkiye
cephelerinde savaşmış olan Albay Fritz Morzik getirildi. Savaş Tarihi’nde görülen ilk
hava köprüsü başarılı olmuştu. Ancak bu hava köprüsü ileride Stalingrad’da 6.
Ordu’nun 300.000 askerinin havadan ikmal edilebileceği hatasını da beraberinde
getirecekti (Mitcham 1997:170 ve Carell 1974, 2:170-171).
2.2.2.3. Ruslar’ın Harkov Saldırısı (Mayıs 1942)
Ruslar, 1942 ilkbaharında Almanlar’ın taktik ve operasyonel becerilerinin güçlü ve
zayıf taraflarını incelediler, Sovyet ekonomisini savaş zamanı koşullarına uydurdular,
çok sayıda yeni tanklar, uçaklar, toplar, roketler ve mühimmat ürettiler. 1942
Haziran’ına kadar sekiz bağımsız hava ordusu kurdular. Uzun menzilli bombardıman
kuvvetleri ve Yüksek Komutanlık hava ihtiyat birimleri takviyeler aldılar.
Kızılordu’nun toplam gücü 5.534.500 asker, 4.959 tank, 40.798 top ve havan ile 2.480
uçağa ulaştı. Askeri eğitimler de genişletildi. Stalin ve Shaposhnikov, Almanlar’ın
tekrar Moskova’ya saldıracaklarını düşünerek Bryansk Cephesi’ni takviye ettiler.
1942 yazına gelinirken, Almanlar Güney Ordular Grubu’na ağırlık vererek Kırım,
Kafkasya ve Stalingrad bölgelerine odaklı yeni bir genel taarruz hazırlığındaydılar. Bu
sırada Sovyetler de Almanların elindeki stratejik öneme sahip Harkov şehrine bir saldırı
75
planladılar. Harekâttan önce “Frende Here Oste’nin” başına getirilen Gohlen Sovyet
saldırısının 12-29 mayıs arasında olacağını tahmin etmişti.
Alman cephehattının en zayıf kesimi olduğunu düşünerek İzyum’un kuzeyine
odaklanan Güneybatı Cephesi komutanı Mareşal Timoshenko bölgeye elindeki tank
gücünün üçte ikisi olan 854 tankı buraya yığarak 12 Mayıs’ta saldırıyı başlattı.
Çarpışmalara 6., 9., ve 57. Sovyet saflarında 1.200 tank ve 640.000 asker katıldı.
Karşılarında ise Güney Ordular Grubu’nun 6. Ordusu ile Kleist Ordular Grubu’nun 1.
Panzer Ordusu ve 17. Ordusu vardı. Timoshenko’nun planı Harkov’u geri almak için
İzyum Cebi’nden Alman hatları içine doğru bir vuruşla 100km. derinliğinde bir çıkıntı
oluşturmak ve aynı uzunlukta kuzeye bir ilerleme ile Harkov’u almaktı.
Plan ilk başta cesurane bir saldırı ile yürüyordu. Sovyet tankları Alman hattını delerek
Harkov’un oldukça arkalarına sarktı. Bunun üzerine karşı-saldırıya geçilmesini isteyen
Hitler, Orgeneral Friedrich Paulus’un 6. Ordusu’nu bunun için seferber ederek
“Fridericus Harekâtı’nın” gerçekleştirilmesini emretti. Böylece 17 Mayıs’ta tanklarda
4,4:1, piyadede 1,3:1 ve toplarda 1,7:1 oranı ile üstünlüğe sahip olan Almanlar,
inisiyatifi ele alarak Rus ordularını bir kıskaç harekâtı ile kapana kıstırdılar (Perrett
1992:154). Kolon halinde Almanlar’ın 110 km. kadar gerisine düşen Rus tankları,
Kleist’ın panzerleri için kolay bir hedef oldular ve Kleist, 19 Mayıs’ta İzyum
Girintisi’nin ağzını kapatarak Ruslar’ın ricat yolunu kesti. Stalin, Rus birliklerinin
ricatını yasaklamıştı. Timoşenko’nun çekilme isteğine ilk başta karşı çıkan Stalin,
durumu kabullendiğinde ise 6. Ordu çıkıntıyı kuzeyden yarmış ve cebin ağzını
kapatmıştı.
22 Mayıs’ta çarpışmalar sona erdiğinde sonuç büyük bir yenilgi olmuş ve bu durum
Sovyet Ordusu’nun moralini ciddî şekilde bozmuştu. 241.000 Sovyet askeri esir
alınırken, 600 Sovyet tankı da ele geçirildi (Keegan 1984:199). Cepten kurtularak
Donets’i geçebilen Sovyet askerlerinin sayısı sadece 22.000 idi (Keegan 1989:62).
Alman kaybı ise 20.000 oldu (Seaton 1998:146). Bununla birlikte, Stalingrad’a kadar
giden Donets Koridoru da 6. Ordu’ya açılmış oldu.
76
2.2.3. Sivastopol’un Alınması ile Stalingrad’daki Sovyet Karşı-
taarruzu Arasındaki Dönem (4 Temmuz 1942 - 19 Kasım 1942)
2.2.3.1. Sivastopol’un Zaptı (Haziran-Temmuz 1942)
Nisan sonunda Tümgeneral D. T. Kozlov’un Kırım Cephesi kuvvetlerinin taarruzu
başarısız olmuştu (Jukov 1982:181). 1941 Ekim’inden 1942 Nisan’ına kadar ağır
çarpışmalara giren Kırım’daki Alman birlikleri toparlanarak inisiyatifi ele aldılar ve 8
Mayıs 1942’de yoğun bir hava taarruzu desteğindeki “Tuzak Avı” (Bustard) Harekâtı
ile Kerç’e doğru saldırdılar. Uzun ve etkili bir bombardıman sayesinde kuvvetli Rus
tahkimatları zayıflatıldı. 12 Mayıs’ta Kerç’te, 29.000 esir, 220 top ve 170 tank
yokedilmiş yada ele geçmiş (Jacobsen 1988:615). 16 Mayıs’ta Kerç şehri Almanlar’ın
eline geçti. 18 Mayıs’ta buradaki tüm çarpışmalar sona erdiğinde, Almanlar 170.000
esir, 1.133 top ve 258 tank ele geçirmişti (Manstein 1962:246-255).1 Artık yarımadada
alınmayan tek yer Sivatopol kalmıştı.
Sivastopol’un zaptı için II.Ordu’nun LIV. ve XXX. kolorduları ile Romen Dağ
Kolordusu görevlendirildiler. İkisi Romen, biri hafif tümen olmak üzere, toplam dokuz
tümen ve bir de takviyeli alay saldırı için hazırlandı. Luftwaffe’nin VIII. Hava
Kolordusu da bunları destekleyecekti. Ancak en önemlisi topçu desteğiydi. Bir adet 800
mm.’lik “Dora”2 ve iki adet 600 mm.’lik topun yanı sıra 420 ve 305 mm.’lik obüsler,
190 mm.’lik ağır toplar, çeşitli obüs ve havan bataryaları toplanmıştı. 93 ağır ve çok
ağır batarya, 88 hafif batarya 24 bomba-atar batarya, iki hücum topu taburu ve bir de
tank taburu konuşlandırılmıştı. Ayrıca Luftwaffe Orgenerali Wolfram von Richtofen,
uçaksavar alaylarını kara savaşları için topçuların emrine vermişti. Bu, Almanlar’ın
savaş boyunca yaptıkları en büyük topçu yığınağı olmuştur. 35 km.’lik cephede,
1 Bu taaruzda Luftwaffe’nin VIII. Hava Kolordusu’nun önemli payı olmuştur.2 Almanlar’ın kullandığı 800 mm.lik Dora topu, Savaş Tarihi’nin gelmiş geçmiş en büyük topudur. 1.500 tonluk bu canavar, ray üzerinde hareket ediyor, 20 dakikada bir atış yapabiliyor, 19 km. uzaktan hedefe yedi tonluk bir mermi yollayarak 30 metre yarı çapında dev bir krater açabiliyordu. 1.400 kişilik mürettebata sahip bu top için destek birimlerle birlikte seferber olan toplam askerler sayısı 4.200’ü buluyordu. Sivastopol Muharebesi sırasında Sovyet ordusunun büyük bir mühimmat deposu bu topun mermilerinden birinin yakınına düşmesi sayesinde infilak etmişti.
77
uçaksavar bataryaları dahil toplam 208 batarya yığılmış, yani kilometreye en az altı
batarya düşmüştü (Manstein 1962:255-263).
Tümgeneral I. E. Petrov komutasındaki Sovyet Sahil Ordusu’nun ise yedi piyade
tümeni, dört piyade tugayı, iki deniz piyade alayı ile 600 top, bir zırhlı tren ve 38 tankı
bulunmaktaydı. Sovyet askerleri sayı olarak 106.000’i bulmakla birlikte kuşatma
boyunca Sovyet Ordusu sürekli denizden takviye edildi (Keegan 1989:62).
Beş gün süren son yoğun bombardıman sonrasında 7 Haziran 1942’de nihaî Alman
Taarruzu başladı. Kuzey ve güneyden iki kol halinde şehre dalan Almanlar, Ruslar’ın
sert direnişi ile karşılaştı ve her adımı çarpışarak ilerlediler.17 Haziran’a kadar
çarpışmalar bu şekilde geçti ve her iki taraf ta ağır kayıplar verdiler. Bununla beraber
Almanlar istedikleri ilerlemeyi yapmış, ikinci savunma hattındaki önemli müstahkem
mevkileri ele geçirmişlerdi. Romen Kolordusu da iki Alman Kolordusu’nun ortasında
başarıyla ilerliyordu. 26 Haziran’da Sovyet birliklerinin tüm dış müstahkem mevkileri
Almanlar’ın eline geçmişti. Ancak Alman ihtiyatı da, cephedeki alaylar da ağır
kayıplardan dolayı tükenme noktasına gelmişti. Yine de Alman birlikleri 29 Haziran’da
iç müstahkem mevkilere taarruz ettiler. 1 Temmuz’da burası da temizlenmiş ve 4
Temmuz’da Herson Yarımadası düşmüştü. Böylece Kırım tamamen Almanlar’ın eline
geçmişti (Manstein 1962:263-276). Bölgedeki son Sovyet askeri ise 9 Temmuz’a kadar
temizlendi.
Muharebeye katılan 11. Ordu’nun elinde bir zırhlı, bir süvari ve 13 Piyade tümeni ile
120 top bataryası, 600 mm.’lik Thor topları ile 800 mm.’lik Gustav vardı. Alman
kuvvetleri tahminen 204.000 askeri buluyordu. Buna ek olarak son taarruzda takviye
alınmıştı. 3 Haziran ile 4 Temmuz arasında Alman toplam kayıpları 80.000 kadardı.
Ruslar ise Sivastopol’da teslim olan 90.000 kişi ile birlikte 250.000 civarında asker ve
200 tank kaybı verdiler (Perrett 1992:266). Sivastopol Muharebesi boyunca önemli bir
rol üstlenen Luftflotte 4’e bağlı VIII. Hava Kolordusu ise, 23.751 sorti gerçekleştirmiş,
20.500 ton bomba bırakmış, 141 Sovyet uçağını havada ya da karada yok etmiş, 611
motorlu araç, 10 tank ve 20 beton korugan yok etmiş, 48 topçu bataryasını susturmuş ve
78
iki destroyeri ya yok etmiş, ya da ağır hasar vermiştir (Mitcham 1997:174). Manstein’a
Sivastopol’daki başarısından ötürü mareşal rütbesi verildi.
2.2.3.2. Leningrad Muharebeleri (1942)
Luftwaffe’nin saldırıları 1942 Ocak ile Mart arasında keskin bir şekilde azalmıştı
(Glantz 2001:65). Sovyetler, 1942 yılı boyunca Leningrad’ın daha güneydoğusunda
bazı başarısız harekâtlar düzenlediler. Sovyet ordularının kuşatmayı ilk yarma denemesi
olan 1. Sinyavino Harekâtı amacına ulaşamamış, harekâta katılan Sovyet 54. Ordusu
ağır kayıplar vermişti. Volkhov Nehri’ne ulaşan Almanlar’ı geri atmak için Sovyet
Leningrad ve Volhov cephelerinin Ocak-Nisan 1942’de geliştirdikleri Lyuban Harekâtı
başarısız oldu. Harekât, 7 Ocak ile 10 Haziran 1942 arasında Kızılordu’ya 149.838’i
ölü, toplam 403.118 kayba maloldu (Glantz 2001:81).
7 Ocak ila 28 Haziran 1942 tarihleri arasında seyreden Volkhov Saldırısı ise
Leningrad’ın oldukça güneyinden, İlmen Gölü’nün biraz kuzeyinden gerçekleştirilmiş
ve Almanlar’ın Leningrad dışında susta durmasın amaçlamıştı. Bu harekâtta Vlasov’un
2. Şok Ordusu Volkhov Nehri’ni geçerek oldukça derine sokulmuş ve harekât Lyuban
Harekâtı ile birlikte sürdürülmüştür. Ancak Almanlar’ın iki panzer tümeni ile bir de
panzergrenadier tümeninin desteği ile iki cebin de ağzı kapatılmış ve Sovyet harekâtları
ciddî kayıplara rağmen başarısız olmuştur. Burada gelişen harekâtlar yakın zamanda
Harkov’ta gelişen harekâta biçim ve sonuç olarak oldukça benzemektedir. Ayrıca bu
harekâtta kötü donanımlı Vlasov’un ordusu çevrelendiğinde Stalin’in anlaşılmaz şekilde
kurtarma çabası göstermemesi, Vlasov’u 24 Haziran’da ordusunu dağıtarak kendi
hatlarına gruplar halinde sızmaya çalışması emrini vermesine yol açmıştır. Kısa bir süre
sonra esir düşen Vlasov, Almanlar’ın lehinde anti-Stalinci Rus Kurtuluş Hareketinin
lideri olmuştur.
Leningrad ve çevresindeki harekâtlarda kayıpların toplamı 426.794’ü ölü, 825.513
etmektedir ki, diğer çarpışmalarla birlikte kuşatmanın ilk senesi boyunca
Leningrad’daki kaybın 500.000’i aşkın asker, toplam 1,1 milyon kişi olduğu
79
söylenebilir. 1 Temmuz 1942’ye kadar ise Leningrad’da en az 620.000 sivil ölmüştü
(Glantz 2001:81).
Almanlar, 1942 yazında Sivastopol’dan sonra Leningrad’ı almayı da düşünüyorlardı.
Hatta Hitler, 8 Temmuz’da verdiği emirle üretimine geçilen yeni ağır Tiger-I
tanklarından kurulacak bölüklerin bu saldırı için hızla hazırlanmasını istemişti
(Guderian 1983:20). Hatta Kırım’da işi biten Manstein’ın 11. Ordusu’na 12 Ağustos’ta
Leningrad sektörüne sevk emri gelmişti (Manstein 1962:284). Leningrad’ı almak için
Sivastopol’u zapteden ve Temmuz’da hala Kırım’da bulunan, Manstein’ın 11. Ordusu
görevlendirildi. Ancak bu saldırı güneyde seyreden harekâttan dolayı hiç
yapılmayacaktı. Onbeş gün sonra Hitler bu kararından vazgeçti.
19 Ağustos-10 Ekim 1942 arasında İkinci Sinyavino Harekâtı düzenlenmiş, ancak
Leningrad kuşatmasının yarılması yine başarısızlığa düşmüştür. Bu harekâtlar sırasında
Sovyet Baltık Filosu da Ruslar’ın hareketlerini örtme görevi ile Almanlar’a uçak, kıyı
topçusu ve denizden kıyı bombardımanı ile ateş açarak destek verdiler. 27 Ağustos’ta
Sovyet birlikleri 18. Ordu cephesine taarruza geçince gözler de Volkov sektörüne
çevrildi. Böylece 11. Ordu’nun bölgeye yeni gelen birlikleri Mga yakınlarında cereyan
eden çarpışmalara katıldılar. Sonuçta 2. Şok Ordusu kuşatıldı ve 2 Ekim’e kadar
yokedildi. Sovyet Ordusu’nun 16 piyade tümeni, dokuz piyade tugayı ve beş zırhlı
tugayından yedi piyade tümeni, altı piyade tugayı ve dört zırhlı tugay tamamen
yokedilmiş, kalanlara da ağır kayıplar verdirilmişti. 12.000 esir alınmış, 300’ü aşkın
top, 500’ü aşkın havan ve 242 tahrip edilmiş ya da ele geçirilmişti (Manstein 1962:288-
291).
İkinci Sinyavino Harekâtı’nı yeniden takviye edilen 2. Şok Ordusu’nun gerçekleştirmesi
ise harekâtın bir deneme niteliği taşıdığı izlenimini vermektedir. Anlaşılan o ki, aynı
zamanda Stalingrad’da yürütülen harekâtı tek başına bırakmamak amacıyla Sovyet
birlikleri Rus Cephesi’nin kuzey kesiminde Almanlar’ı rahatsız etmişlerdir. Gerçekten
de bu başarıya ulaşmış, 11. Ordu’ya bağlı bazı birliklerin bu sektöre getirildiği için
Leningrad’a nihaî saldırıyı düzenlemesi düşüncesi, bu orduya değerli bir zaman
80
kaybettirmiştir. Bu arada Leningrad’daki boşaltmalar da sürmüş, 1942 Kasım’ın da
kentte 700.000 sivil ve 420.000 asker kalmıştı (Glantz 2001:116).
2.2.3.3. Voronej Muharebesi (Haziran 1942)
1942 Yaz Saldırısı öncesinde Sovyet Ordusu hakkındaki Alman tahminleri 53’ü ihtiyat
olan 270 piyade tümeni, 34’ü ihtiyat olan 115 ikincil tümen, 43’ü ihtiyat olan 69 zırhlı
tugay ve ihtiyat olan iki zırhlı tümen şeklindeydi (Jacobsen 1988:626, 20 Haziran
1942). 1942 yaz saldırısının başlangıcındaki zaferler ise Orgeneral Halder’in usta
planlamacılığının eseriydi. Kırım’a doğru yapılan saldırı ile birlikte nihaî taarruzun
sanatkârane bir şekilde geciktirilmesi, Ruslar’ı Harkov’a doğru yapılacak bir taarruz ile
inisiyatifi almaya teşvik etmişti. Bunun sonucunda Don ve Donetz arasında bir koridor
elde edilmişti (Liddel Hart 1996, I:126-127).
Harkov’taki Alman zaferinden sonra Hoth’un 4. Panzer Ordusu ve 2. Macar Ordusu bir
taarruz ile Don Nehri’ne ulaştılar ve Voronej’i almaya çalıştılar. Bu hareketle
Stalingrad’a açılan Don-Donets Koridoru’ndan ilerleyen Paulus’un 6. Ordusu’nun sol
kesiminin güvenliği sağlanmış oldu. Sovyetler’in Bryansk Cephesi komutanı
Golikov’un tanklarının direnişine rağmen 5 Temmuz’da Voronej düştü. Böylece 4.
Panzer Ordusu da Kafkasya’ya düzenlenen seferde yer almak için güneye yönlendirildi.
Ancak bu yapılırken 6. Ordu ile yolları çakıştığından çok değerli bir zaman kaybettiler.
General Golikov ise başarısızlığından ötürü görevinden alındı.
Böylece Alman 1942 Yaz Saldırısı’nın ilk safhası Alman ordularının Don Nehri’nin
batısını işgaliyle başarıya ulaşmıştı. İkinci safhası için Stalingrad ve Kafkaslar hedef
seçilmişti. Stalingrad’a atılacak ordular “B” Ordular Grubu, Kafkaslar’ı ele geçirecek
ordular ise “A” Ordular Grubu olarak yeniden organize edilmişlerdi. “A” Ordular
Grubu’nun üstlendiği “Edelweiss Harekâtı” Maikop, Grozny ve Bakü’deki petrol
tesislerinin ele geçirilmesini gerektiriyordu. Ve bu başarılırsa, hem Rusya’dan hem de
81
Ortadoğu’dan Alman kıskacına giren Türkiye de Mihver’e katılabilecekti.1 Almanlar’ın
Ortadoğu’ya inişleri için Kafkaslar bir kilit noktası olmuştu.
2.2.3.4. Kafkas Muharebeleri (Temmuz 1942-Şubat 1943)
Hitler, daha 1 Nisan 1942’de Kleist’ı çağırtarak “sonbahara kadar petrol alanlarını ele
geçirmek zorunda olduğunu, aksi halde Almanya’nın savaşa devam edemeyeceğini
söylemişti (Liddel Hart 1996, II:409). Voronej Muharebesi bittikten sonra Mareşal
Wilhelm List’in “A” Ordular Grubu, Kafkasya’da bulunan petrol rezervlerini ele
geçirmekle görevlendirildi. 23 Temmuz’da Almanlar Rostov’u aldılar ve böylece
Kafkasya’nın kuzey kapısı açılmış oldu. Edelweiss Harekâtı 25 Temmuz’da başladı ve
Almanlar Don Nehri’nden güneye inmeye başladılar. İlk iki-üç hafta boyunca Alman
orduları günde 50 km. kadar ilerleyerek bölgeyi temizledi. Burada savunma
organizasyonu hazırlamayan Ruslar, Alman ilerleyişini engeleyemedi ve bölgedeki ana
petrol hattı da rahatlıkla Almanlar’ın eline geçti. Böylece Ruslar’ın bölgeye ikmal hattı
için sadece Hazar Denizi kaldı.
Mareşal Kleist’ın 1. Panzer Ordusu, Rostov’dan sonra Maniç Vadisi boyunca
ilerleyerek güneye sarktı. Ancak burada Ruslar’’ın attığı bir barajın yarattığı sel
yüzünden birkaç gün kaybettiler. 29 Temmuz’da Proletarskaya, 9 Ağustos’ta da
Rostov’un 320 km. kadar güneyindeki Maikop ele geçirildi. Kırım’dan harekete geçen
11. Ordu ise Kerç Boğazı’nı geçerek Taman Yarımadası’na çıkmış ve büyük soğuk
hava depoları, tersaneler, balık endüstrisi ve çimento fabrikalarının bulunduğu, 95.000
nüfuslu önemli bir liman kenti olan (Carell 1974, 2:336) Novorossisk’e ilerlemişti. 5
Ağustos’ta ise Stavropol ele geçti. 9 Ağustos’ta Alman orduları Krasnodar-Maikop-
Stavropol hattına ilerlemişlerdi. 1. Panzer Ordusu’nun sağ kolonu Maikop’a girdiğinde,
merkez kolonu da Maikop’un 240 km. doğusundaki Pyatigosk’a ulaşmış, sol kolonu ise
Budenovsk’a yaklaşmıştı. Alman dağcılar ise 21 Ağustos’ta Kafkaslar’ın en yüksek yeri
olan Elbruz’a bayrak dikmeyi başarmışlardı. 1 Türkiye’nin bu arada izlediği ikinci bir harekât ta Mısır-Libya arasındaydı. “Çöl Tilkisi” diye adlandırılan efsanevi komutan, Mareşal Erwin Rommel komutasındaki Alman Afrika Panzer Ordusu bu sıralarda İngilizler’i El Alameyn’e kadar püskürtmüş, nihaî bir saldırı ile İskenderiye ve Kahire’ye ulaşmaya çalışıyordu.
82
3. Rumen Ordusu’nun birimleri de Kafkasya’nın batı kesiminde dört Sovyet
Ordusu’nun oluşturduğu, General Tyulenev komutasındaki Trans-Kafkasya Cephesi’nin
Karadeniz Grubu ile savaşmaktaydı. 2 Eylül’de “Blücher 2 Harekâtı” ile deniz yoluyla
Taman Yarımadası’na geçilerek burası temizlendi. Aynı gün doğudaki 1. Panzer Ordusu
Mazdok’ta Terek Irmağı’nı geçti. Ama Sovyet karşı-saldırıları yüzünden burada bir
köprübaşı tutmakla yetindi.
Ancak tüm bu ilerlemeler yüzünden Alman birlikleri gerilmiş, yakıtları ise tükenmişti.
Ağustos ortalarına gelindiğinde hem arazi şartları ağırlaştığından, hem de birlikler
Stalingrad Cephesi’nden gitgide uzaklaştığından ilerleyiş hızı günde 2-3 km. ye kadar
düştü. Buna bağlı olarak hem Stalingrad hem de Kafkaslar’daki harekâtı desteklemekle
yükümlü olan Luftflotte 4’e de tüm kaynaklarını Stalingrad’a yönlendirmesi
emredilmişti.1 Ayrıca Ruslar birkaç hafta içinde Kafkasya’da 100.000 savunma işi
yapmışlardı. Bunlardan 70.000’i makineli-tüfek koruganı ve diğer atış noktalarıydı. 800
km’lik anti-piyade engeli hazırlanmış 1.600 km’lik te siper kazılmış ve bunlar 1942
sonbaharının başlarına yetiştirilmişti (Werth 2000:569). Böylece “A” Ordular Grubu
hava desteğinden yoksun kaldı. Buna mukabil Sovyetler de bölgeyi sürekli taze
birlikler ile takviye ettiler. Ayrıca Alman yanlısı anti-Sovyet ayaklanmasını engellemek
için NKVD’nin iç güvenlik birlikleri de bölgeye vardı.2 Farklı genişlikteki Sovyet
raylarının değiştirilmesi zaman aldığından ikmal yetersiz kalıyor, değerli bir zaman
kaybediliyordu. Bölge coğrafyası ise güneye gidildikçe daha dağlık oluyordu. Aslında
haritada pek göze çarpmasa da, Bakü-Rostov arası Polonya sınırından Rostov’a olan
mesafe ile neredeyse aynıydı. Kafkaslar’ın doğu kesiminde zaten yol diye bir şey yoktu
ve buralar neredeyse çöl gibi kaynak yoksunu bir bölgeydi. Havanın durumu da
kötüleşmeye başlayınca Alman Harekâtı durdu.
Durumu kabullenmeyen Hitler her şeye rağmen ilerlemesi için Mareşal List’i
zorlayınca, List te 10 Eylül’de görevinden ayrılmak zorunda kaldı. “A” Ordular Grubu
komutanlığı boş kalırken 1. Panzer Ordusu ile 17. Ordu da doğrudan Hitler’in
karagahından idare edilmeye başlandı.
1 1942 ortasında Luftwaffe’nin Doğu Cephesi’nde 2.750 muharebe uçağı mevcuttu (Mitcham 1997:176).2 Bunların içinde Lavrenti Beria da vardı.
83
Batı kesiminde ise ya Karadeniz kıyısından ya da ortasından sadece iki yol vardı.
Almanlar, Kafkas Cephesi’ni ikiye bölerek Bakü’yü alma görevini 1. Panzer Ordusu’na
verdiler. Cephenin batı kesimindeki şehirleri alarak Batum’a ulaşmak görevi ise 17.
Orduya verildi. 6 Ekim’de Novorossisk’i alan 17. Ordu, yeni hedefini Tuapse olarak
belirlediyse de buraya hiç bir zaman ulaşamadı. Cephehattı 11 Ekim’de Novorossisk’in
hemen dışındaki bir çimento fabrikasına saplanıp kaldı ve 360 gün kadar da değişmedi.
Ağustos ve Eylül’de, 90.000 sivil gece-gündüz çalıştırılarak Grozni, Mahaçkale, Hazar
kıyısındaki Derbent Kapısı ve Bakü civarında 10 savunma hattı oluşturmuşlardı. Ancak
Almanlar, Grozny’nin 104 km. batısındaki Mosdok’ta durduruldular (Werth 2000:567).1
Hava korumasından yoksun kalan ve yakıt sıkıntısı çeken 1. Panzer Ordusu da
Grozny’ye yeterince yaklaşamadı ve Rus bombardıman uçakları tarafından yerlerine
mıhlandılar. Bu da yetmiyormuş gibi, Ruslar Grozny’ye birdenbire 1/3’ü operasyonel
olan 800 bombardıman uçağı yığmışlardı (Liddel Hart 1996, II:412). Eylül ve Ekim
boyunca Mozdok’tan yarma yapabilmek için uğraşan Kleist, Ekim’in son haftası bir
kıskaç harekâtı ile Orçonikidze’yi almayı başardı. Ancak karşı-saldırı başlatan Ruslar,
buradaki Alman birliklerini geri attılar. Daha sonra yağmur ve kar yüzünden 9
Kasım’da harekât durma noktasına geldi.
Bu arada Stavka, Kafkasya’daki Alman Orduları’nı tümden yok edebilecek bir planı
yürürlüğe koydu. Planda, 1942-43 kışı boyunca uygulanacak kombine iki harekât ile
Kafkasya’nın kuzeyinden yarma ile Don’un güneyinde koridor oluşturarak ve
Novorossisk’e yapılacak çıkartma ile de Taman Yarımadası’nı alarak, Alman “A”
Ordular Grubu’nun ricat yolunu tamamen kesmek amaçlanmıştı. Cüretkar ama
uygulanabilirliği adeta imkansız olan bu plan, neredeyse Hitler’in geri çekilmedeki
inatçılığı yüzünden kısmen de olsa başarıya ulaşacaktı.
Kasım’da Stalingrad’daki harekâtın aldığı ciddî durum, Kafkasya’daki harekâtın
sürdürülmesini engelledi. Aralık’ta Çir ve Donets üstüne Vatutin’in Voronej
Cephesi’nin başlattığı harekât Kafkasya’daki Alman harekâtını tehdit eder boyuta geldi.
Stalingrad’da da Alman 6. Ordusu ile bazı birlikler de kuşatıldığından Rostov’un 1 Shtemenko ise, 16 Eylül’den itibaren 90.000 kişinin Mahaçkale, Derbent ve Bakü’de savunma hattı hazırlamaya başladığını yazmıştır (Shtemenko 1971:71).
84
Ruslar’ın eline geçmesiyle Kafkasya’daki tüm Alman orduları kapana kısılacaktı.
Kleist, “Ruslar Rostov’un sadece 70 km. kuzeyinde, benim ordularım ise 650 km.
doğusundayken Hitler hiç bir şekilde geri çekilmem doğrultusunda emir göndermedi.Bu
bir idam kararına benziyordu. Hal böyleyken ertesi gün yeni bir emir aldım ve bütün
malzemeyi de geriye taşımak suretiyle ricat etmem söylendi” demiştir (Liddel Hart
1996, II:431-432).
Çekilmeye sürekli direnen Hitler ise durumun vehameti üzerine 1 Ocak 1943’te
Kafkasya’nın boşaltılması emrini verdi ve aynı gün Almanlar çekilmeye başladılar. “A”
Ordular Grubu komutanı olarak atanan Kleist, tüm ağır ekipmanını alarak Ruslar’ın
tehdit ettiği Maniç Vadisi üzerinden Rostov’a çekilmeyi başardı. 17. Ordu’ya ise Taman
Yarımadası’na çekilmesi emredildi. Böylece denizden bir boşaltma ile Kırım’a
çekilebilirdi. Petrov’un Kuzey Kafkasya Cephesi doğudan 1. Panzer Ordusu’nun
boşalttığı bölgeye hızla daldı. Karadeniz kıyı kesiminde ise Tyulenev’in Trans-
Kafkasya Cephesi Ocak ayınının ikinci yarısında Taman yarımadası’na doğru çekilen
17. orduyu takibe koyuldu. Ruslar’ın Novorossisk’e yaptıkları çıkartmalar başarısız
oldu ve burada sadece bir köprübaşı tutulabildi.1 Kırım’a doğru çekilen 17. Ordu’ya, 1.
Panzer Ordusu’nun bir piyade ve bir panzer tümeni de katılmıştı. Bu durum Hitler’in
çekilme konusundaki kararsızlığından kaynaklanmıştı. Kuban köprübaşında yaklaşık
400.000 kişi birikmişti ki, bu sırada Don Nehri’ne yüklenen Kızılordu’ya karşı eldeki
birlikler son derece yetersiz kalıyordu (Manstein 1962:421). Eğer bu çıkartmalarla
Taman çevrilmiş olsaydı, 400.000 Alman askeri, 31.000 at arabası, 26.500 motorlu araç
ve 2.085 topluk bir malzeme kaybı ile ikinci bir Stalingrad yaşanacaktı (Carell 1974,
3:189). Kaldı ki, Manstein da Harkov’da kendisini başarıya götüren birliklerin önemli
bir kısmından yoksun kalacağından, Ruslar’ın Dinyeper’e vararak Kırım’da
Stalingrad’dan daha büyük bir başarıya kavuşması işten değildi.
Öte yandan, Yeremenko’nun Güney Cephesi de Don ve Maniç Irmakları boyunca ileri
atılarak Kafkasya’dan çıkışı tıkamaya çalıştı. Zamana karşı sürdürülen bu nefes kesen
yarışta Mareşal Manstein, birlikleriyle Rostov Koridoru’nu mümkün mertebe uzun süre
tutarak Mackensen’in komutasına verilmiş olan 1. Panzer Ordusu’nun ana kesiminin 1 1943 başlarında Karadeniz’deki çıkartma harekâtlarında Politik Komiser Leonid I. Brejnev idi (Carell 1974, 3:213).
85
çekilmesini sağladı. Yeremenko’nun birlikleride Alman 1. Panzer Ordusu’nun ricat
yolunu kesemedi. Dar bir kaçış koridorundan geçmeyi başarabilen Kleist’ın birlikleri de
böylece 1 Şubat’ta Rostov’a ulaştı. Bunlardan XXXX.Panzer Kolordusu, tüm
ekipmanıyla birlikte donmuş Azak Denizi’nin üzerinden geçerek, 31 Ocak 1943’te
Tagonrog’a çekilmeyi başarmıştır (Carell 1974, 3:165-167). Kafkasya boşaltılmış,
sadece 17. Ordu ile 3. Rumen Ordusu’nun bulunduğu Taman Yarımadası Almanlar’ın
elinde kalmıştı.
Kleist, başarısızlığının temel nedenini petrol kıtlığına bağlamıştır. Lojistiğinin çoğu
Rostov üzerinden sağlanıyordu. Ancak yenilgisinin asıl hedefini elindeki birliklerin
parça parça Stalingrad’a çekilmesi olarak belirtmiştir (Liddel Hart 1996, II:411-412).
2.2.3.5. Stalingrad Muharebesi (Ağustos 1942-Şubat 1943)
1942 Yaz Saldırısı’nın ana hedefi olarak Stalingrad kenti tespit edilmişti. Mareşal
Freiherr Maximillîan von Weichs’ın komutasındaki Alman “B” Ordular Grubu
Stalingrad’ı almakla görevlendirilmişti. Hitler, generallerinin itirazlarına rağmen
Kafkaslar’a yapılan saldırının sol kanadını korumak için Stalingrad’ın alınması
gerektiğini savunuyordu.
Ruslar hedefin Stalingrad olduğunu anlamışlardı.1 Jukov’un Batı Cephesi’ne, Alman
ihtiyatını üstüne çekerek Stalingrad Cephesi’ni rahatlamak için bir yanıltma taarruzu
yapılması emredildi. Böylece 10 Temmuz’da 16. ve 61. ordular, Kirov-Bolkhov
sektöründe taarruza giriştiler. Kalinin Cephesi de Ağustos’ta Sychevka-Rjev
sektöründeki Almanlar’ı yok etmek için saldırıyı destekledi. Alman mevzi yarıldı ve
Rjev-Vyazma Demiryolu kesildi. Ancak taarruz durdu ve Rjev Almanlar’ın elinde kaldı.
Bu taarruz, Almanlar’ın güneye ihtiyat olarak göndermekte oldukları üç panzerile
birkaç piyade tümeninin buraya sevkedilerek karşı-taarruza geçmelerine ve dolayısıyla
Ruslar’ın bir yarmada bulunmalarını engellemelerine yol açmıştır (Jukov 1982:206-
207). 1 Jukov, Stalingrad’a yönelik Alman harekâtı için “Almanlar, politik ve stratejik değerlendirmelerde büyük yanlışlıklara düşmüşlerdir” demiştir (Jukov 1982:229).
86
12 Temmuz’da 62., 63. ve 21. orduların oluşturduğu Stalingrad Cephesi kuruldu.
Temmuz sonunda Stalingrad Cephesi 38 tümenden oluşuyordu. Ancak bunların yarısı
6.000-8.000, diğer yarısı ise 1.000-3.000 askerden oluşan, asıl gücü 16 tümenlik bir
kuvvetti ve 530 km.’yi tutmakla görevliydiler. Bu dönemde cephenin tüm gücü 187.000
asker, 360 tank, 337 uçak ile 7.900 top ve havandı (Jukov 1982:188-190).
23 Temmuz’da Alman birlikleri Kamensk yakınlarında Don Nehri’nin batı bendine
doğru yarma yaptı. Böylece Ağustos’un ilk haftasında Rus birlikleri Don bendinde bir
bozgun yaşadılar. Bundan sonra Stalingrad’ın savunmasının kuzeyden Gordov’un
Stalingrad Cephesi ve güneyden de Yeremenko’nun Güneydoğu cephesi tarafından
yapılması kararlaştırıldı. 25 ve 27 Temmuz’da Don’daki köprübaşından yapılan iki
karşı-saldırı, Ruslar’a 48.000 ölü ve esire, 270 tanka ve 600 topa mal oldu (Seaton
1998:151). 26 Temmuz’da 62. Ordu’nun cephesi yarılınca, Stavka henüz kuruluşları
tamamlanmamış olan ve ellerinde 240 tank bulunan 1. ve 4. orduların iki tümenle
pekiştirilmesi emrini verdi. Bunlar Almanlar’ın ilerleyişini biraz yavaşlatabildiler
(Jukov 1982:191). 28 Temmuz 1942’deki 227 numaralı emirle de geri çekilmenin
yasaklanması yinelendi ve korkaklar ile panikçilerin vurulacakları belirtildi (Sella
1992:158).
3 Ağustos’taki konferansta 1 Ekim 1941 ile 1 Mart 1942 arasında, Ruslar’ın 60 piyade
tümeni, 46 piyade tugayı, iki süvari tümeni ve 17 zırhlı tugay kurduğu masaya
yatırılmıştır. Aynı konferansta Hitler’e, Temmuz 1942 boyunca kesin tespit edilen 56
yeni zırhlı tugayın bulunduğu, 3.900 Rus tankının da yok edildiği rapor edilmişti
(Jacobsen 1988:651).
Stavka, Stalingrad Cephesi 600 km.’ye ulaşınca, 5 Ağustos’ta cepheyi böldü. Böylece
Stalingrad Cephesi, Tümgeneral V. N. Gordov’un 63., 21., 62. ordular, 4. Tank Ordusu
ve kurulmakta olan 16. Hava Ordusu’ndan oluşan Stalingrad Cephesi ile Orgeneral A. I.
Yeremenko’nun 57., 51., 64. ordular, 1. Muhafız Ordusu1 ve 8. Hava Ordusu’ndan
oluşan Güneydoğu Cephesi olarak ikiye ayrıldı. Genelkurmay Başkanı A. M.
1 “Muhafız” titri, onur olarak savaşın ilk döneminde dört süvari kolordusuna, 37 piyade tümenine, 27 tank tugayına, 32 hava alayına ve diğer birliklere; iki kruvazöre, dört denizaltıya, bir muhribe ve bir mayın arama-tarama gemisine verilmiştir (Jukov 1982:225).
87
Vasilevski, Devlet Savunma Komitesi tarafından Stalingrad Harekâtı’nı koordine
etmekle görevlendirildi. Stalingrad Cephesi de harekât bakımından Güneydoğu
Cephesi’nin emrine verildi (Jukov 1982:191-192).
6. Ordu’nun Volga ile Don arasında Kalaç yakınlarında savaşın son büyük çevirmesini
yapması, 8 Ağustos’ta Sovyetler’in 1. Tank Ordusu ile 62. Ordusu için facia oldu.
Sovyetler’in kaybı iki motorize kolordu, dokuz piyade tümeni yedi tank tugayı ile
bunlara bağlı 1.000 tank ve 750 parça top oldu. Sadece 62. Ordu’nun küçük bir kısmı ile
64. Ordu bir kısmı kurtularak Stalingrad’ın dışında belirlenen savunma hattının gerisine,
şehre doğru çekildiler (Tsouras 1992:80-81). 19 Ağutos’ta Paulus’un 6. Ordusu
Stalingrad saldırısını başlattı. Cephe kolaylıkla yarılmış, 6. Ordu birkaç gün içinde
Stalingrad’ın banliyöleri ile Volga Nehri’ne ulaşmıştı. 6. Ordu’nun sağ kesimini
kollayan 4. Panzer Ordusu Stalingrad’a yöneltilen asıl saldırıya katılamamıştı. 23
Ağustos’ta 600 bombardıman tarafından havadan bombalanan Stalingrad’da 40.000
insan öldü (Werth 2000:442). Aynı gün Almanlar Don Nehri’ni bir çok yerden geçerek
Stalingrad’ın banliyölerine vardıklarında, Sovyet ordularının tutunabileceği son
savunma hattı olarak Volga Nehri kalmıştı. 23 Ağustos gecesi Rostov düşünce, Ruslar
hızla ricat etmeye başladılar. Endüstri merkezi olan Stalingrad’da fabrikaların doğuya
nakledilmesi ve kalanlara imha kalıpları yerleştirilmesi yasaklandı. Stalin, halkı korkunç
bir yıpratma savaşı için seferber etti. Almanlar ise cephenin kuzeyinden Stalingrad’a
yaklaşırken bir yandan da sürekli hava bombardımanı ile kenti harabeye çeviriyorlardı.
Sovyet Devlet Savunma Komitesi, 26 Ağustos’ta Jukov’u Yüksek Başkomutan
Yardımcılığı’na atadı (Jukov 1982:196) ve Jukov hemen Stalingrad’a gönderildi.
Hitler, 1 Eylül’de Mareşal von Kluge ile arasındaki görüşmede 160-170 milyon nüfusa
sahip olan Sovyetler’in 1941’de 55 milyon, 1942’de 45 milyonunu kaybettiğini, özetle
100 milyona düştüğünü söyledi. Almanlar’ın 1,4 milyon kaybına karşın, Ruslar’ın 4
milyon esir ile en az 3 milyon ölüsünün, 2-3 milyonda yaralısının olduğunu ekledi.
Böylece Rus askeri kaybı 8-10 milyon olarak hesaplanmıştı (Jacobsen 1988:665-666).
Ancak Almanlar’ın 22 Haziran 1941-10 Eylül 1942 arası Doğu Cephesi kayıpları da
336.349 ölü, 1.226.941 yaralı ve 75.990 kayıp olmak üzere toplam 1.637.280’i
bulmuştu (Jacobsen 1988:669, 15 Eylül 1942).
88
Stalingrad, Volga Nehri’nin kuzeyden doğuya döndüğü yerde, 20 km. kadar nehir
boyunca uzunlamasına kurulmuş büyük bir işçi şehriydi. Şehrin ortasında askerî
haritalarda 102. Tepe diye işaretlenen ve aslında bir İskit Tümülüs’ü olan Mamayev
Kurgan vardı. şehrin karşı kıyısında, Volga’nın doğu bendinde kalan Sovyet toplanma
bölgesi hava bombardımanı dışında güvenliydi. İhtiyat birlikleri burada toplanıp
feribotlar ile Stalingrad’daki altı çıkartma noktasına naklediliyorlardı. Bu bölge güvenli
olduğu için Sovyet toplarının da çoğu buraya konuşlandırılıyordu. Şehir kuşatıldığında
batı yakasındaki birliklere yapılacak ikmal sadece doğu yakasından sağlanabilecekti.
Don ile Volga arasındaki dar şeridi Almanlar Ağustos ortasında geçmişti. Stalingrad’ın
savunması için 50.000 asker ve 100 tank mevcuttu ki, Almanlar’ın saldıran birlikleri
100.000 asker ile 500 tanktı (Tsouras 1992:82). Ruslar, 5 Eylül’de 24. ve 62. ordular ve
1. Muhafız Ordusu ile tarruza kalktılarsa da, aynı gün geri püskürtüldüler (Jukov
1982:205). Alman birliklerini durdurmayı başaramayarak Stalingrad’a çekilen Sovyet
62. Ordu komutanı Lopatin 10 Eylül’de azledilerek yerine Chuikov getirildi. Ağır
kayıplar vererek kente çekilen ve burada sıkışan 62. Ordu, dağınık ve parçalara ayrılmış
durumdaydı.1 Eksiklikleri inceleyen Jukov, 12 Eylül’de Moskova’ya döndü ve bu
orduların obüs ve tank azlığını rapor etti (Jukov 1982:206-207).
10.000 kişilik tümenlerin mevcudiyedi yüzlerle ifade edilecek kadar azalmıştı.
Karargahını şehrin ortasındaki Mamayev Kurgan’da kuran Chuikov, fabrikaları
savunmak amacıyla hemen 7.000 işçiden bir milis gücü oluşturdu. Şehirdeki kadınlar ve
çocuklar ise Volga’nın doğu bendine taşındı (Keegan 1989:101). Muharebeler boyunca
Stalingrad’ın ahalisinden 125.000 yetişkin erkek alelacele kayıpları telfi için kullanıldı
ki, bunların 75.000’i 62. Ordu’ya katılmıştır. Ayrıca yaşları 13-16 olan 7.000
Komsomol üyesi muharebe düzenine sokulurken, 3.000 kadın da telefon operatörü ve
1 1942 Temmuz’unda 62. Ordu, 33. Muhafız, 147., 181., 184., 192. ve 196. piyade tümenlerinden oluşuyordu. Kasım’da ise 12. Muhafız, 37. Muhafız, 39. Muhafız, 45., 95., 112., 193., 284., 308. piyade tümenleri ve 92. Deniz Piyade Tugayı’ndan oluşuyordu (Tsouras 1992:80). Yani 62. Ordu’da dört ay boyunca hizmette kalan tümen yoktu. Bu durum Stalingrad’daki Sovyet kayıplarının ciddiyeti hakkında ipucu vermektedir.
89
hemşire oldu (Tsouras 1992:82).1 12 Eylül’de şehir çarçabuk kuşatıldı. Ruslar 50
km.’lik genişlikteki bir alana sıkışıp kalmışlardı.
Almanlar, 13 Eylül’de Stalingrad’ın merkez kesimine genel taarruza geçtiler. Ruslar
şehrin merkez ile kuzey kesimini Almanlar için adeta cehenneme çevirdi. Buna rağmen
Alman çemberi de gitgide daralıyordu. Aynı gün Stalin ve Stavka, Stalingrad’ın ne
pahasına olursa olsun şiddetle savunularak karşı-saldırı için zaman kazanılması kararını
verdi ve Stalin, Jukov ve Vasilievski Don’un kuzeyinden kitlesel bir taarruz planı
hazırlamaya başladılar.
Sovyet birlikleri 14 Eylül’de şehrin merkez istasyonunun yakınındaki mühendis evleri
kesimini işgal ettiler ve Chuikov burayı Volga’nın doğusundan gelecek birlikler için ana
çıkarma bölgesi yaptı. Geniş bir ateş alanı sağladığı için şehrin güney kesiminde
stratejik bir öneme sahip olan mühendis evleri aynı gün dört kez el değiştirdi.
Muharebeler boyunca ise tam 15 kez el değiştirmiş olacaktı. Bu arada Tümgeneral
Aleksandr I. Rodimstev’in 13. Piyade Tümeni de ordusuna takviye olarak ulaştı ve bu
birlik şehir merkezine ulaşarak Alman 71. Tümeni’ni durdururken, 295. Tümenin de
Mamayev Tepesi’ni ele geçirmesini engelledi. Böylece Volga’nın batı yakasında sağlam
bir köprübaşının kalmasını sağladı. Ancak Chuikov’un karargahını kurduğu Mamayev
Kurgan da aynı gün Almanlar’ın eline geçti. Şiddetli çarpışmaların yaşandığı bir diğer
yer ise Merkez İstasyonu’nun hemen doğusundaki “Pavlov’un Evi” diye ünlenen,
çevresine tamamen hakim olan ve adeta küçük bir kaleye dönüştürülmüş dört katlı edi.
Buraya savunanlara komuta eden Pavlov, 58 gün boyunca yapılan tüm Alman
saldırılarını püskürttü (Keegan 1989:101).
17 Eylül’de Sovyet birlikleri Mamayev Kurgan’ı geri aldı. Buradaki kanlı çarpışmalar
döret gün daha kadar sürdü. 19 Eylül’de, Chuikov karargahını daha kuzeydeki Kızıl
Ekim Fabrikası’na kaydırdı. 21 Eylül’de hububat yükleme yeri Almanlar’ın eline geçti.
Ertesi gün Mamayev Kurgan düşüp, merkez çıkartma bölgesi de Almanlar tarafından
işgal edilince Volga’dan bu kesime birlik nakli sekteye uğradı.
1 Muharebeler devam ederken 100.000 asker Volga’yı geçip, 62. Ordu’yu ayakta tutmak için ellerinden geleni yaptılar (Tsouras 1992:84).
90
Paulus, 24 Eylül’de saldırının sıklet merkezini daha kuzeydeki Traktör, Barikat ve Kızıl
Ekim fabrikalarına kaydırdı. Aynı gün Halder görevinden alındı ve yerine OKH
Kurmaybaşkanlığı’na Korgeneral Kurt Zeitzler getirildi (Clark 1985:235). Aynı
zamanda kurmay subayları atama ve kullanma sorumluluğu da OKH Kurmay
Başkanı’ndan alınarak doğrudan Hitler’e bağlanmış bulunan OKH Personel
Başkanlığı’na verilmiş bulunuyordu (Guderian 1983:13).
Almanlar, 27 Eylül’de 80 tankın desteği ile Kızıl Ekim Fabrikası’na, 70 tankın desteği
ile de biraz daha kuzeydeki Barikat Fabrikası ile Traktör Fabrikası’na kesimine de
saldırdı. 27 Eylül gecesi Sovyet 193. Piyade Tümeni Volga’yı feribotlarla geçerek Kızıl
Ekim Fabrikası’na gönderildi. Saldırının sonucunda Kızıl Ekim Fabrikası’nın dış kenarı
Almanlar’ın eline geçti. 29 Eylül ile 1 Ekim arasındaki yoğun çarpışmalar sonunda
Almanlar Stalingrad’ın kuzeybatısındaki bölgede ilerleyerek Orllovka Cebi ile
fabrikaların bağlantısını kesti.
Stavka, Eylül sonunda Stalingrad genel karşı-taarruzunu hazırlayıp onaylanı. 28
Eylül’den itibaren Stalingrad Cephesi’nin adı Don Cephesi olarak değiştirildi ve
komutanlığına Rokosovsski atandı. Tümgeneral N. F. Vatutin ise yeni kurulan
Güneybatı Cephesi Komutanı oldu (Jukov 1982:217).
5 Ekim’de Sovyet fabrikalarına 2.000 sortinin üstünde pike-bombardıman saldırısı
desteğinde taarruz edildi (Keegan 1989:101). 7 Ekim’de Traktör Fabrikasına yapılan
büyük bir saldırı ile işçi evleri Almanlar’ın eline geçerken, Sovyet birlikleri hamamı
ellerinde tutabildi. Aynı gün Almanlar kuzeydeki çıkartma bölgelerini ele geçirince,
Stalin onların denizden uzağa atılması için kesin emir verdi. Bunun üzerine 300 topun
ve beş Katyuşa Alayı’nın katıldığı 40 dakikalık dev bir bombardıman gerçekleştirildi.
Bu ateş Almanlar’ın Traktör Fabrikası ile Barikat Fabrikasını almak için yapmakta
oldukları hazırlıkları parçaladı. 13 Ekim’de 4. Panzer Ordusu da güneyden Volga’ya
ulaştı. Ancak buradaki Sovyet Muhafız Tümeni daha fazla ilerleyişini engelledi.
Geciken büyük Alman saldırısı, 14 Ekim’de saat 8.00’de üç piyade tümeni ve 300’ün
üstünde tankın desteği ile başladı ve 2.400 Alman askeri Traktör Fabrikası’nın olduğu
kesimi yararak Volga’ya ulaştı (Keegan 1989:101). Bu yüzden 62. Ordu’nun Volga’nın
91
batı yakasındaki bir kısım topçusu -ki bunların arasında çok kısa menzilli ama son
derece etkili olan Katyuşa çok namlulu roketatarları da vardı-, nehir kıyısına çekilerek
atış açısı aramak zorunda kaldılar. 16 Ekim’de Traktör Fabrikası düştü ve Barikat
Fabrikası’da çoğunlukla Almanlar’ın eline geçti.
Ekim ortasında 203 mm ve 208 mm uzun mesafe toplar da Volga’nın doğu yakasına
konuşlandırılınca Sovyet topçu bombardımanı daha da yoğunlaştı. Ruslar fabrikaların
olduğu sektörde gerileseler de, 23 Ekim’e kadar bir kesimde dayandılar. 23’ünde Kızıl
Ekim Fabrikası’nın kuzeybatı köşesi Almanlar’a geçti.
Almanlar, Kasım 1942 başlarında Stalingrad’da tanklara girerek elektrik donatımının
izole kablolarını kemiren farelerle de uğraşıyorlardı. Bu yüzden bir gün 104 tanka sahip
22. Panzer Tümeni’nin 39 tankı hareket edememiş, 34’üde hareket halindeyken
arızalanmış, tümen ancak 31 tankla yola devam edebilmişti (Carell 1974, 2:408-409).
Bu arada Almanlar, Don’un kuzeyinde kalan bölgeye Ruslar’ın birlik yığdıkları
haberlerini aldılar. Bu, Stalin’in 13 Eylül’de aldığı kararla Stavka’nın planlamaya
başladığı Sovyet karşı-taarruzunun ilk işarteleriydi. Almanlar’ın tek çıkış yolu
Stalingrad’ı en kısa zamanda ne pahasına olursa olsun ele geçirmek gibi gözüküyordu.
23 Ekim ile 11 Kasım arasında Ruslar, Barikat Fabrikası civarını köprübaşı olarak
kullanmışlardı. Almanlar’ın saldırı ivmesi ise düşmüştü. Ancak 11 Kasım’da buraya
büyük bir saldırı daha gerçekleştirdiler. Bu, Chuikov’un köprübaşını yarmaları için
üçüncü büyük girişimleri olsa da Sovyet direnişi kırılamadı. Yine de Kızıl Ekim
Fabrikası Almanlar’ın eline geçti. İyimser bir tahminle, Sovyet birlikleri normal sayının
1/10’una inmiş, cephane ve yiyecekleri de bitmek üzereydi (Keegan 1989:101). 17
Kasım’da Volga Nehri donmaya başlayınca Ruslar’ın durumu daha da kötüye gitmeye
başladı.
Hitler, 14 Ekim’de Alman Yaz Saldırısı’nın bittiğini ve son darbenin 1943’te vurulacağı
emrini vermiş, Genelkurmay Başkanı Zeitzler de 23 Ekim’de bunu doğrularcasına
Ruslar’ın uzak hedefli büyük bir saldırıda bulunacak durumda olmadıklarını belirtmişti.
Mihver kuvvetler, 1942 Kasım’ına kadar Sovyetler Birliği’nin nüfusun 80 milyonluk
92
kesiminin bulunduğu 1,8 milyon kilometrekarelik kesimini işgal etmişlerdi (Jukov
1982:224). Ancak hatları uzayan Almanlar, Stalingrad Muharebesinin uzaması
dolayısıyla kanatlardan birlik çekerek buraları Romenler’e vermişlerdi (Jukov
1982:221) ve Gehlen’in Fremde Heere Ost’u 12 Kasım’da 3. Macar Ordusu’na kısıtlı
bir harekâtın ya da Don üzerine 8. İtalyan ve 3. Macar ordularını kapsayacak daha geniş
bir harekâtın yapılacağını haber almıştı. Bu arada Stalingrad’da savaşan Almanlar’ın
azmi de kırılmak üzereydi.1
Stalingrad çevresinde ilk kar 16 Kasım’da yağmıştı. 18 Kasım’da 62. Ordu komutanı
Chuikov’a yeni emirler için beklemede kalması söylendi. 18-19 Kasım gecesi tipi, don
ve sis bölge şartlarını ağırlaştırdı.
2.3. YIPRATMA VE BEKLEYİŞ
2.3.1. 1942-43 Kışı’ndaki Sovyet Karşı-taarruzu (19 Kasım 1942 – 16
Şubat 1943)
2.3.1.1. Uranüs Harekâtı (19 Kasım-12 Aralık 1942)
Kodadı “Uranüs Harekâtı” olan Stalingrad’daki Sovyet Karşı-Saldırısı, önceki sene
Moskova’da olduğu gibi Almanlar’ın tükenmekte olduğu ve Kızılordu’nun kuvvetinin
tükendiği gözüyle bakıldığı bir sırada gelmiştir. Harekâtın ilk taslağının 1942
Ağustos’unda Yüksek Karargahta hazırlandığı, oldukça sınırlı hedefli bir karşı-taarruz
olduğu sanılmaktadır. Ancak bu, aslında Alman taarruzunu durduracak tek bir karşı-
taarruz içeren bir plandı. Sovyet hazırlıkları, 11 Ordu, çok sayıda bağımsız mekanize
kolordu, süvari ve tank kolorduları, tank tugayları ve diğer birlikler; 13.500 top ve
havan, 1.100 uçaksavar, 115 roket-topçu müfrezesi, 900 tank ve 1.115 savaş uçağını
1 94. Alman Tümeni’nin 267. Alay’ından Wilhelm Hoffman, Stalingrad’da, 27 Ekim 1942’de günlüğüne Ruslar’ın insan değil, demirden dökme varlık olduklarını, hiç yorulmadıklarını ve ateşten de korkmadıklarını yazmıştır (Clark 1985:222).
93
kapsamaktaydı (Jukov 1982:234-235). Harekât için 27.000 kamyon 1.300 vagon
seferber edilelerek, 1-19 Kasım arasında 160.000 asker, 10.000 at, 430 tank, 600 top,
14.000 kamyon ve 7.000 ton mühimmat Stalingrad Cephesi’ne taşındı (Jukov
1982:256).
Stalingrad yakınlarındaki 3. Romen Ordusu, Rostov’daki Don geçişinden yaklaşık 300
km. uzaklıktaydı. “A” Ordular Grubu’nun sol kanadı Rostov’dan 530 km., sağ kanadı
ise 400 km. kadar uzaklıktaydı. Dinyeper kıvrımındaki Dnepropetrovsk ve Zaparoje
geçişleri ise, en yakındaki Rus birliklerine 416 km, Stalingrad’daki 6. Ordu’ya 700 km.,
Kafkasya’daki 1. Panzer Ordusu’na ise yaklaşık 900 km. mesafedeydi (Sadarananda
1990:3-4). Bu gerilme Mihver birlikleri için tehlikeliydi ve Sovyet liderler de bunun
hesabını çok iyi yapmışlardı. 19 Kasım sabahı 80 dakikalık topçu hazırlık
bombardımanı ile Uranüs Harekâtı’nı başlattı. Ruslar karşı-saldırıya 1.143.500 asker,
894 tank, 13.451 top ve 1.115 uçak sürmüşler (Glantz 1995:174, tablo 9.1) ve öncelikle
Don’un kuzey kesiminden yarmaya girişmişlerdi.
Saat 7.20’de toplar doldurulmuş, 7.30’da bombardıman başlamış, 8.50’de de Sovyet
piyadeleri sektörün kuzey kesiminde bulunan, General Dimitrescu’nun 3. Rumen
Ordusu’nun üzerine atılmışlardı. Plana göre Stalingrad’ın güneyinden de yapılacak
eşgüdümlü harekâtla birlikte kıskaca alacakları önce Stalingrad bölgesini geriden
çevirecekler ve sonra da buradaki birlikleri yok edeceklerdi. Yarma yapmak için etki
seviyesi daha düşük olan Romenler’in tuttuğu bölgeyi özellikle seçmişlerdi. Vatutin’in
Güneybatı Cephesi’nin emrindeki 5. Tank Ordusu, 3. Rumen Ordusu’nun sol kanadına,
21. Ordu da sağ kanadına saldırarak bir kıskaç harekâtına giriştiler. Taaruzun hedefi
doğrudan Dimitrescu’nun karargahının bulunduğu Serafimovich idi.Her iki kanadı da
kısa sürede çöken 3. Rumen Ordusu’nun çoğu 21 Kasım’da çevrelenmişti. 65. Ordu ve
XVI. Tank Kolordusu da Don Cephesi’ne bağlı olarak kuzeydeki harekâta biraz daha
doğuda katılmışlardı.
Aynı gün başlaması planlanan ancak sisten dolayı bir gün geciken diğer bir taarruz da
Stalingrad’ın güneyinden Stalingrad Cephesi komutanı Yeremenko’nun birliklerince
başlatıldı. Rokossovki’nin Don Cephesi de bu kesimde taarruza geçen iki Sovyet
cephesinin arasında savunma görevini üstlenmişti. Stalin ve Jukov, Moskova’dan cephe
94
komutanlarına direkt haberleşme bağlantısıyla emirler yağdırıyordu. 20 Kasım’da
Yeremenko’nun Stalingrad Cephesi’nin iki saatlik gecikme ile saat 10.00’da başlayan
saldırısı ise kentin güneyindeki bölgeden 4. Panzer Ordusu üzerine yapılmıştı.
Saldırıya Sovyet 64., 57. ve 51. orduları ile birlikte XIII. Tank Kolordusu katılmış, iki
gün içinde Stalingrad’ın yeterince gerisine sarkmışlardı. Kuzeyde 3. Romen Ordusu’nun
yarıldığı yerden 24 Sovyet tümeni 6. Ordu’nun gerisine akarken, güney sektöründen de
23 tümen Çir’e doğru ilerliyordu. 23 Kasım’da iki cephenin öncü zırhlı tugayları
Stalingrad’ın 60 km. kadar batısındaki Kalaç yakınlarında buluştuğunda Stalingrad’ın
kuşatılması dört günde tamamlanmış oldu. Böylece 20 Alman ve iki Rumen tümeni
Stalingrad’da tamamen çevrelenmiş oldu. Buna karşılık, Sovyetler’in kuşatma gücü
bunun üç misli civarındaydı (Manstein 1962:323). Stalingrad, birkaç gün içinde 6. Ordu
ile diğer birliklerden toplam 350.000 askerin kuşatıldığı bir cep haline gelmişti.
Çevrilen birliklerde, Almanlar’ın yanında savaşan 20.300 eski Sovyet askeri mevcuttu
(Carell 1993:166).
Stalingrad’ı batıdan koruyan XXXXVIII. Panzer Kolordusu, 14. Panzer Tümeni, 22.
Panzer Tümeni ve 1. Romen Panzer Tümeni’nden oluşuyordu. Ancak bu tümenlerin
operasyonel tank sayısı 182’ye düşmüş durumdaydı. Ellerindeki tankların sadece 18’i
güçlü Pz-IV’lerdi. Romen tanklarının 87’si modası geçmiş Pz-35t veya Pz-38t tankları
olup, bunlar yeni Sovyet tanklarına karşı zayıf kalıyordu. 14. Panzer’in 36, 22.
Panzer’in 38, Romen 1. Panzer Tümeni’nin de 108 operasyonel tankı bulunuyordu
(Sadarananda 1990:7).1 3. Romen Ordusu’nun bozgunu sırasında ihtiyatta bulunan
XXXXVIII. Panzer Kolordusu, 24 Kasım’da karşı-saldırıya geçtiyse de sonuca
ulaşamadı ve kolordunun sarılan iki tümenine batıya doğru yarma girişiminde
bulunmaları emri verildi. Hitler, bunun üzerine kolordunun komutanı olan General
Hein’ı görevinden alarak genel karargahına getirtmiş, Göring’in başkanlığında kurulan
askerî mahkemede ise Hein idam cezasına çarptırılmış, ancak sonra elindeki kuvvetlerin
oldukça yetersiz olduğu gerekçesiyle beraat etmiştir. Aynı gün, “B” Ordular Grubu’nun
görüşüne göre 6. Ordu’nun elinde iki günlük savaşa yetebilecek mühimmat ve altı
1 Diğer bir kaynağa göreyse, XXXXVIII. Panzer Kolordusu’nun elindeki 147 tankın 92’si Romenler’in Pz-38t idi. Kolordu’ya eklenen 14. Panzer Tümeni’nin 51 Pz-IV’ü ise tecrübe edindiği sokak savaşları yüzünden altüst olmuş, Rus saldırısı başlayana kadar tamamı kurtarılamamıştır (Clark 1985:247).
95
günlük iaşe kalmıştı. Hava yolu ile ikmalle ordunun mühimmat ve gerecinin sadece %
10’u temin edilebilmişti (Manstein 1962:321-322).
Almanlar 6. Ordu’nun ve diğer birliklerin ikmali için aceleyle buraya hava köprüsü
kurdular ve 25 Kasım’da çevrelenmiş bölgeye ilk Alman nakliye uçağı iniş yaptı.
Demyansk’ı da planlayan Morzik, Stalingrad için 1.050 Ju-52 nakliye uçağına ihtiyaç
olduğunu hesaplamıştı ki, bu da 6. Ordu’nun harekât hazırlık seviyesini % 30-35
oranında tutabilecekti. Ancak o tarihte Luftwaffe’nin elindeki tüm cephelere dağılmış
Ju-52 sayısı 750 idi. Bu yüzden diğer bombardıman ve eğitim uçaklarından da
yararlanılmıştır. Ancak 488 uçağın kaybına rağmen, bu yeterli olmayacaktı (Mitcham
1997:186-193). Ne de olsa, 6. Ordu’nun her türlü ikmal malzemesi olarak asgari ihtiyacı
550 ton olup, çember içindeki tüm iaşe stoklarının tükenmesine kadar bu sayı ise 400
tondu. Bu 550 tonluk malzemenin günde bir uçuşla sağlanabilmesi için 225 adet Ju-52
nakliye uçağına ihtiyaç vardı. He-111 orta-bombardıman uçakları ise en çok 1,5 ton
malzeme taşıyabiliyorlardı (Manstein 1962:339). 26 Kasım 1942’de Paulus, Manstein’a
gönderdiği raporda Stalingrad’daki 300.000 kişinin sorumluluğundan bahsetmiştir. Aynı
raporda üç gündür hava yolu ile yapılan ikmalin, asgari ihtiyacın ancak cüzi bir kısmını
karşıladığını bildiriyordu (Manstein 1962:647-648, ek.9).
Weichs’ın “B” Ordular Grubu zamanında çekilebilmişti. Ancak Hitler, Paulus’un 6.
Ordusu’nun Stalingrad’dan çekilmesini yasakladı. Luftwaffe’nin kuşatılmış birliklere
günde 500 ton yakıt ve yiyecek sağlayacağı sözünü veren Reichsmarschall Göring ise
bu sözünü tutamadı. Aralık’ta Rokossovski’nin Don Cephesi’nin yenilediği saldırıda
kuşatılmış olan ve ikmali yetersiz olan Alman birlikleri 32 km. daha şehre doğru
çekildiler. Bu arada Weichs, Paulus’u Hitler’in emirlerini çiğneyip yarma harekâtı
düzenlemek suretiyle Stalingrad’dan acilen çıkması için uyardı.
Sovyetler’in Stalingrad’daki karşı-saldırı sırasında verdikleri kayıplar, 19 Kasım 1942
ile 2 Şubat 1943 arasında 154.870 ölü, esir ve kayıp, 330.865 yaralı ve hasta olmak
üzere toplam 485.735 olmuştur (Glantz 1995:142, tablo 9-2).
96
2.3.1.2. Manstein’ın Karşı-Saldırısı (Aralık 1942)
Hitler ise 6. Ordu’yu kurtarma harekâtı düzenlemesi için Mareşal Manstein’a yetki
verdi. 27 Kasım’da Don Nehri’nin cep yaptığı bölgedeki ve Don’un doğusunda hala
Almanlar’ın elinde bulunan topraklardaki birliklerden Don Ordular Grubu kuruldu ve
komutanlığına da Manstein getirildi. Almanlar, 28 Kasım’da Stalingrad çevresinde 143
adet Sovyet tümeni ya da zırhlı zırhlı tugayı tespit etmişledi (Manstein 1962:323).
Ruslar çevrelenen 6. Ordu’ya ilk taarruzu 2 Aralık’ta gerçekleştirdilerse de başarılı
olamadılar. Sovyet generalleri Stalingrad’da çevrilen birliklerin sayısının çokluğunu
fark etmemiş olduklarından şehrin etrafındaki Alman savunmasını yarmak için
yeterince birlik ayırmamışlardı. Sovyet yetkililer Stalingrad’da çevrilen Alman
askerlerin sayısını ilk olarak 90.000 olarak tahmin etmişlerdi. Ancak gerçek sayı
220.000’i buluyordu (Keegan 1989:104). Bunun üzerine Stalin, Yeremenko’nun
Stalingrad’ın dışındaki tümenlerini de Stalingrad’ın kurtarılmasını tamamlaması için
Rokossovski’nin komutasına verdi. Bu yetersizlik Almanlar’a bir karşı-saldırı için
gerekli umudu ve zamanı da kazandırmıştır.
9 Aralık 1942’de Manstein, OKH Kurmay Başkanlığı’na ve Harekât Şubesi’ne yolladığı
raporda, Don Ordular Grubu önünde bulunan Rus gücünün 86 piyade tümeni, 11 piyade
tugayı, 54 tank tugayı,14 motorize tugay ve 11 süvari tümeni olduğunu belirtmiştir.
Manstein 5 Aralık 1942 tarihli mühimmat durumunu aynı rapora göre “L/60 50mm.’lik
tank mermisi % 25, L/40 75 mm.’lik tank mermisi: % 34, 80 mm.’lik havan mermisi: %
21,6, hafif piyade tüfeği mermisi: % 36, Piyade tüfeği mermisi: % 25, idi (Manstein
1962:649-650, ek:10).
Stalingrad’a doğru yarma yapılması için “A” Ordular Grubu’ndan birlikler çekildi.
Manstein kısa süre içinde Kış Fırtınası Harekâtı’nı hazırlayarak 12 Aralık’ta saldırıya
geçti. Manstein’ın birlikleri Yeremenko’nun hattına güneyden taarruz ettiler ve 4.
Panzer Ordusu’na bağlı LVII. Panzer Kolordusu bir hafta içinde 50 km.’lik bir yarma
yaparak Stalingrad yolunu yarıladı. Manstein, 18 Aralık’ta 55 km. kadar Stalingrad’a
sokulabilmişti. 6. ordu ile aralarında 40 km. kadar mesafe vardı. Ancak ihtiyat olarak
97
cepheye sevkedilen Sovyet 2. Muhafız Ordusu ve VII. Tank Kolordusu, Mishov
Nehri’nin kuzeyine konuşlanınca Alman Harekâtı 19 Aralık’ta son buldu. 25 Aralık’ta
Rus topçu ve roket bombardımanı ile Kessel’de tam 1.300 Alman askeri öldü (Keegan
1984:227). Manstein bu arada Paulus’a Stalingrad’dan çıkış emrini vermişti ki bu emir
6. Ordu’nun önemli bir kısmını kurtarabilirdi. Ancak sadece 25 km.’lik yakıta sahip
olan Paulus, Hitler’in kesin emirleri doğrultusunda hareket etti.1 Bu da 6. Ordu’nun son
umudunu yok etti. 29 Aralık’ta kurtarma birlikleri harekâta başladıkları Kotelnikovo’ya
kadar geri püskürtülmüşlerdi. Harekât, Almanlar’a 16.000 asker ve 300 tank kaybına
maloldu (Perrett 1992:279).
Luftflotte-4 ise Stalingrad önlerinde 488 uçak ile yaklaşık 1.000 personel kaybına
uğramıştır. Buna rağmen, 6. Ordu’nun ikmalinin asgari acil ihtiyacı bile hava yoluyla
sağlanamamıştır. Daha 23 Kasım’da Göring’in vaadinin yanlış olduğu ortaya çıkmıştı
(Manstein 1962:339).2
2.3.1.3. Stalingrad Direnişinin Sonu (Ocak- Şubat 1943)
20 Aralık’ta Tatsinskaya’ya uçuşlar Sovyet avcıları tarafından engellenince Almanlar’a
sadece 70 ton ikmal ulaşmıştı. Sovyetler gecikmeden Stalingrad’ı geri alacakları Kol’tso
(Yüzük) Harekâtı’nı başlattılar. 26 Aralık’ta Paulus, 70 tonluk ikmal malzemesinin
kaldığını ve daha fazla direnemiyeceğini bildirdi. 24 Ocak’a kadar 30.000 yaralı hava
yolu ile boşaltılabildi (Keegan 1989:105) ve bundan sonra şehirdeki direnişin gruplara
bölünerek yapılması emredildi.
Stalingrad’ı çevreleyen Rus çemberi, 1 Ocak’ta 47 tümenin 218.000 asker, 5.610 top ve
havan, 169 tank 300 uçağını içeriyordu. Stalin, bu gücün acilen serbest kalarak mümkün
1 Hitler’in savaş boyunca bir çok alanda verdiği yanlış karar ve bunların etkileri toplanarak değelendirilecek olursa bu malzemeden ciltlerce kitap çıkacaktır. Buna bir örnek “Hitler’s Stalingrad Decisions” kitabıdır ki, içinde Hitler’in sadece Stalingrad Muharebeleri ile ilgili 60’a yakın yanlış kararıtartışılmaktadır (Jukes 1985). Hitler’in bu yanlış kararları sadece Stalingrad Muharebeleri ile de sınırlı kalmayarak savaşın seyrinde ciddi değişimlere yol açtı. Savaşın ortasında silâhlanma bakanı olan Albert Speer teknolojik alanda, Guderian, Manstein, Galland ve diğer bir çok Alman generali de askerî alanda bu kararların yanlışlıklarına dikkat çekmişlerdir.2 Stalingrad’a düşman üzerinden uçulan mesafe 50 km., Morosowskij üssünde 180 km., Tazniskaja’dan ise 220 km. idi.
98
olan hızla diğer harekâtlara katılmasını istiyordu (Erickson 2003:26). 9 Ocak’ta
çevrelenmiş bölgenin batısının Volga’ya maksimum uzaklığı 50 km. kadardı. 9 Ocak’ta
saat 24.00’te Sovyetler batıdan saldırıya geçerek çemberi daraltmaya başladılar ve 12
Ocak’a kadar Rossashka Irmak’ın batısını ele geçirdiler. 22 Kasım’da çevrelenen
250.000 Alman askerinden, 10 Ocak’ta kalan 210.000’i hala savaşıyordu. Bu zamana
kadar 10.000 Alman askeri ölmüş, 25.000’i yaralanmış, yaralılardan 10.000’i de nakliye
uçaklarıyla tahliye edilmişti. Sovyet saldırısı başladığından beri sadece 1.200’ü hava
yoluyla tahliye edilmiş, 500 asker cepheye geri dönmüş, ancak hiçbir ihtiyat, çemberin
içine gönderilmemişti. Dolayısıyla Ruslar yedi hafta içinde Alman 6. Ordusu’nu 39.000
kadar azaltmışlardı. Almanlar 10 Ocak’taki Sovyet “teslim ol” ültimatomunu geri
çevirdiler. Stalingrad çemberinin batı ucundaki Marinovka üzerine yapılan Sovyet
saldırısı, 12 Ocak’a kadar Don Cephesi’ne 26.000 asker ve 135 tank kaybına mal olmuş,
aynı gece cephenin elinde sadece 122 tank kalmıştı (Erickson 2003:36-37). 12 Ocak’ta
kuzeybatı sektöründen 10-12 Rus tümeni taarruz ettilerse de, burada toplanan iki Alman
motorize piyade tümeni bunları kısmen püskürterek 100 kadar tankı da yok ettiler.
Ancak 16 Ocak’ta Güney sektöründe de iki gün ağır topçu ateşinden sonra, 297. Piyade
Tümeni’nin sert direnişine rağmen Sovyet tankları burada derin bir gedik açmışlar,
ancak bu da ellerindeki 100 tankın 40’ına mal olmuştu. Kuzey sektöründe tükenen 16
Panzer Tümeni’nin bölgesinde, Ruslar derin girintiler sağlamıştı. Aynı gün Pitomnik
Havaalanı da düşünce, Almanlar’ın elinde sadece Gumrak Havaalanı kalmıştı. Yoğun
topçu bombardımanını sürdüren Rokossovski, sonunda Alman hatlarını yarmayı başardı
ve Almanlar’ın elindeki son havaalanı Pitomnik te. Aynı gün Ruslar Stalingrad’a
batıdan 11 km. daha yaklaştılar. 19 Ocak’ta 6. Ordu hala 90 Sovyet tümenini ya da
zırhlı tugayını, muharebe ettiği çemberin etrafında tutuyordu (Manstein 1962:378-380).
25 Ocak’ta Stalingrad’daki Alman direnişi kentin kuzey ve güneyinde olmak üzere
ikiye bölündü. Ertesi gün Ruslar Mamayev Kurgan’ın eteklerine kadar geldiler. Burası
yoğun bombardımanın yarattığı ısı sayesinde kar tutmamıştı.
Paulus’un rütbesini alelacele ordeneralliğe yükselten Hitler, 30 Ocak’ta da mareşalliğe
yükseltti. Ancak artık umudu kalmayan ve görevini yerine getirdiğine inanan Paulus,
beraberindeki güney grubu ile birlikte 31 Ocak’ta General Shumilov’a teslim oldu.
94.000 Alman askeri de onunla birlikte Ruslar’a teslim olmuştu. (Keegan 1984:227 ve
99
Keegan 1989:105) Paulus, Almanlar’ın ilk teslim olan mareşali olmuştu. Stalingrad’da
kalan Almanlar’ın tamamını 2 Şubat’ta esir eden Don Cephesi, 22 tümeni ve 160 destek
ve ihtiyat birimini yok etmiş, 5.762 top, 1.312 havan, 156.987 tüfek, 10.722 otomatik
tüfek ve tabanca, 10.679 motorsiklet, 240 traktör, 3.569 bisiklet, 933 telefon seti ile 397
kilometre uzunluğunda kablo ele geçirmişti (Erickson 2003:38).
Teslim olanların dışında muharebeler esnasında Stalingrad içinde en az 147.000 Mihver
askeri ölmüştü. Stalingrad’ın dışında ise 100.000 kadar daha ölen asker vardı (Keegan
1984:227). Muharebeler boyunca 3. Rumen Ordusu, 4. Rumen Ordusu, 8. İtalyan
Ordusu ve 2. Macar Ordusu ve 4. Panzer Ordusu’nun çoğu da 6. Ordu ile birlikte
tamamen ya da çoğunlukla yok edilmişti. 6. Ordu ise Almanlar’ın savaşta teslim olan ilk
ordusu olmuştu. Mihver güçler toplamda 700.000 asker, 1.000 tank, 2.000’in üstünde
top ve 1.400 uçak kaybetmişlerdi (Keegan 1989:101). Stalingrad’da 6. Ordu ile birlikte
yok edilen birlikler ise, IV., VIII., XI., LI. kolordular dahilinde 13 piyade tümeni, üç
panzer tümeni, üç motorize tümen, bazı ordu ve kara kuvvetleri kıtaları, uçaksavar
birlikleri, Luftwaffe yer birlikleri, bir Romen süvari tümeni, bir Romen piyade tümeni
ve bir Hırvat alayıydı (Manstein 1962:389). Almanlar’ın Stalingrad içindeki kayıpları
120.000 ölü, hava yolu ile taşınan 25.000 yaralı 91.000 esir, 3.500 tank ve hücumtopu,1
12.000 top, 3.000 uçak ve 75.000 motorlu taşıt oldu (Perrett 1992:278).
Stalingrad, Alman Ordusu’nun gidebildiği en uzak noktadan geri çekilmesini başlattığı
ve Alman Ordusu’nun moralini bozarak askerlerin kesin zafere olan inancını temelden
sarstığı için askerî tarihçilerin çoğu tarafından İkinci Dünya Savaşı’nın dönüm noktası
olarak kabul edilmektedir.2 Gerçekten de Stalingrad ile birlikte başlayan ve Kafkaslar
1 Hücumtopu (orjinali Sturmgeschütz, kısaltması StuG), piyade destekçisi olarak korugan ve tanklara karşı kullanılan etkili bir kendinden-kundaklı anti-tank topu. Kolay ve ucuza üretildiği için özellikle savaş Almanlar’ın aleyhine döndüğünde çok işe yaradı.2 Stalingrad yenilgisi genellikle İkinci Dünya Savaşı’nın dönüm noktası olarak bilinmektedir. Halbuki henüz Alman saldırı gücünü kıramadığı için bu yenilgiyi savaşın kesin bir dönüm noktası olarak kabul etmek doğru olmaz. Stratejik açıdan bakacak olursak Ruslar hala Almanlar’ın 1943’te Kafkaslar’a yönelteceği saldırıdan korkuyordu ve Hitler de 17. Ordu’yu Taman Yarımadası’nda bunun için tutmaya devam etmek suretiyle Kafkaslar’ı tehdit ediyordu. Kayıp açısından bakacak olursak, Alman kayıpları son derece ağırdı. Ama henüz kapanamayacak ölçüde değildi. 6. Ordu’nun kaybı Ruslar’ın Sivastopol’de verdiği kayıplara yakındı. Stalingrad kuşatmasının Sovyet Ordusu’na maliyeti ise şüphesiz Almanlar’a olduğundan çok daha fazlaydı. Rus öncü zırhlı kolorduları Rostov’a ilerleyiş sırasında Alman karşı-saldırıları ile birlikte eriyip yok olmuştu ve Ruslar da bu suretle nihaî hedef olan Rostov’a yönelik son vuruşların hiçbirinde başarılı olamadılar. 6. Ordu’nun kaybedilene kadar tutulması ise Stalingrad’dan batıya yönelen Sovyet ordularının lojistik desteğini geciktirerek Stalin’in asıl amacı olan Kafkaslar’daki
100
ile süren, sonunda Rostov’un da boşaltılarak yine Meis Irmak’ının batısına kadar
cereyan eden Sovyet ilerleyişi ve Alman çekilişi, Almanlar’ın tamamen bittiğini ve
Sovyetler’in saldırı inisiyatifini artık ele kesin olarak ele geçirdiğini işaret eder gibiydi.
Jukov, Stalingrad’dan sonra 1. dereceden Suvorov Nişanı ile ödüllendirildi. Onun yanı
sıra Voronov, Vatutin ve Rokossovski de bu nişanı aldılar. Jukov, Stalingrad’daki
Sovyet zaferinin tarafsız ülkelerde yatıştırıcı bir etki yaptığını söylemiştir (Jukov
1982:282-283).
tüm Alman ordularının yok edilmesi hedefine ulaşmasını kesin olarak engellemişti. İzleyen günlerde ise, Kharkov’da öldü gözüyle bakılan Almanlar Sovyet birliklerini tuzağa düşürüp perişan etmiş ve ciddî oranda kayıp verdirmişlerdi. Bu sefer ilk olarak kış savaşının hakimi Almanlar olmuştu ve Almanlar’ın saldırı inisiyatifini koruyarak umutlarını 1943 ortalarına taşıması Sovyet yetkilileri de rahatsız etmişti. Ruslar ise bunun aksine Almanlar’ı şimdiye kadar kazandıkları yaz harekâtlarında yenemedikçe Doğu Cephesi’nin kaderi kolay kolay değişmeyecekti. Bu yüzden 1943’ün ilk yarısında Müttefikler’e yeni cephe açmaları için sürekli baskı yapmayı artırdılar.
Bir çok kaynakta Stalingrad’ın yanında Kuzey Afrika’daki El Alameyn’in ismi de dönüm noktası olarak geçer. Aynı dönemlerde Almanlar için savaşın ikinci ama küçük cephesi olan Kuzey Afrika’daki Alman yenilgisi, Kuzey Afrika için bir dönüm noktası olmakla birlikte, savaşın dönüm noktası olmaya yeterlideğildir. Zaman konusunda Stalingrad’a tesadüf olması yüzünden yapılan bu yanlışlık, tahminen batılı askerî tarihçilerin kendilerine de pay çıkarma isteğinden kaynaklanmaktadır. Çünkü bu cephede savaşan yüzbinlerce askere karşı Doğu Cephesi’nde on milyondan fazla asker mevcuttu ve ekipman olarak ta iki cephe kıyaslanamayacak orandaydı. Almanlar açısından Kuzey Afrika üvey bir cepheydi ve buraya birlik göndermelerinin sebebi de İtalyanlar’ı yaklaşmakta olan bir felâketten kurtarmaktı. Bu başarılı oldu ve 1941’de kapancak gibi gözüken bu cephe, 1943 Mayıs’ına kadar uzadı.
Savaşın dönüm noktası olabilecek bir olay, öncelikle Almanlar’ın savaşı kazanmasını engelleyecek bir olay olmalıydı. Ancak bir dünya savaşı içinde bu tür olaylara bir çok alanda ve çok sayıda rastlamak mümkündür. Örneğin teknolojik alanda Almanlar’ın jet uçaklarının erken kullanımının Hitler’in yanlış kararı doğrultusunda gecikmesinin 1943-44’te Almanya’nın Almanya Hava Savaşı’nı kaybetmesine neden olması Normandiya Çıkarması’nı tetiklediği için, Müttefik gemilerinin yakalayamadığı Walther Denizaltısı’nın geliştirilmesi ve üretimi üzerine verilen isabetsiz kararlar da 1943-44 yıllarında Atlantik’teki üstünlüğü kesin olarak müttefiklerin lehine döndürdürdüğü için birer dönüm noktasıdır (Çınar 2000:145-177). Almanlar’ın 1945 Mart’ında, Atom Bombası projesinde başarısız olmaları da başka bir dönüm noktasıdır. 1940’taki Dunkirk Boşaltması, Britanya Hava Savaşı İngiltere’nin gücünün kırılmasını ve dolayısıyla işgalini engellediği için birer dönüm noktası sayılabilir. Doğu Cephesi’nde de 1941’de Leningrad’ın pas geçilmesi, Ağustos-Eylül aylarında Moskova Yolu açıldığında Hitler’in önce Ukrayna’nın ele geçirilmesini emretmesi gibi olaylar Doğu Cephesi’nde yaşanan dönüm noktalarıdır. Bu yazıda savaşın dönüm noktası öncelikle Kursk Muharebesi olarak kabul edilmiştir. Bunun nedeni geliştirdikleri saldırı doktrininin en önemli unsuru olan saldırı inisiyatifini o zamana kadar elinde tutan Alman Ordusu’nun, Kursk Muharebesi’nin sonucunda gelen başarısızlıkla, inisiyatifi savaşın en büyük cephesi olan Doğu Cephesi’nde kesin olarak kaybetmesidir. Hatırlanacağı gibi Stalingrad’da dağılan ve çekilen Alman birlikleri, her türlü yokluğa rağmen derin ve kuvvetli darbelerle Sovyet zırhlı kolordularının çoğunu yoketmeyi başarmış ve Şubat-Mart 1943’te gelişen Harkov Karşı-saldırısı sayesinde de Sovyet güçlerini tam bir bozguna uğratmıştı.
101
2.3.1.4. Don Muharebeleri (Aralık 1942-Şubat 1943)
Dinyeper Nehri’ndeki geçitler, Stalingrad’dan 700 km., Kafkaslar Cephesi’nin doğu
bölümünden ise 900 km. uzaklıktaydı (Manstein 1962:393). Sovyet birliklerinin buraya
yönelik harekâta girişmesi zor gözükebilirdi. Ancak 6. Ordu’nun kuşatılması Ruslar’ın
önüne bir çok yeni fırsat çıkarmıştır. Böylece Stavka, Sovyet Ordusu bir yandan
Stalingrad’daki 6. Ordu’yu kuşatmışken, diğer yandan da Don Nehri’nin orta
kesiminden güneye doğru Küçük Satürn Harekâtı’nı hazırladı.
Orta Don kesimdeki 16 Aralık itibarıyla tarafların güçleri şöyleydi:
Mihver Kuvvetler:
3. Romen Ordusu, XXXXVIII. Panzer Kolordusu ve Hollidt Ordu Grubu toplamı:
110.000 asker ve 70 tank
8. İtalyan Ordusu: 100.000 asker ve 50 tank
(Toplam 210.000 asker ve 120 tank)
Sovyet Birlikleri:
Voronej Cephesi
6. Ordusu: 60.200 asker ve 250 tank.
Güneybatı Cephesi
1. Muhafız Ordusu: 110.700 asker ve 504 tank
3. Muhafız Ordusu: 110.000 asker ve 234 tank
5. Tank Ordusu: 90.000 asker ve 182 tank
(Toplam: 370.000 asker ve 1.170 tank)
Görüldüğü gibi bu kesimdeki Sovyet üstünlüğü asker sayısında 1,8:1 ve tank sayısında
10:1 şeklindeydi (Glantz 2002:28). Ayrıca Voronej ve Güneybatı cephelerini
desteklemek için sırasıyla 2. Hava Ordusu ile 17. Hava Ordusu görevlendirilmişti ve
bunların toplam 72 bombardıman, 135 taarruz ve 97 avcı uçağı bulunuyordu. 106 keşif
ve irtibat uçağı da gece bombardımanı olarak kullanılacaktı (Glantz 2002:37).
102
Asimetrik kuvvetler bekleneni getirdi ve Golikov’un Voronej Cephesi ile Vatutin’in
Güneybatı Cephesi’nin ortak harekâtıyla bölgeyi koruyan 8. İtalyan Ordusu parçalandı.1
Don’un doğusundaki Alman kurtarma harekâtı da böylece suya düştü ve Don Ordular
Grubu da Don Nehri’nin Stalingrad’a yakın kesiminde doğudan gelen baskı sonucu
çekilmek zorunda kaldı. Vatutin, 28 Aralık’ta Yüksek Karargah’a 17 tümenin tamamen
ezildiğini, ikmal maddelerinin ele geçirildiğini, 60.000 esir alındığını ve bir o kadarının
da öldürüldüğünü rapor etti (Jukov 1982:271). 30 Aralık’ta Küçük Satürn Harekâtı
tamamlandığında, Ruslar Don’u arkalarında bırakmışlar ve Donets’e yaklaşmışlardı.
Aynı gün 30 Aralık’ta Yüksek Karargah’ın direktifiyle Stalingrad Cephesi’nin üç
ordusu Don Cephesi’nin emrine verilince, bu cephenin mevcudiyeti 212.000 asker,
6.500 top ve havan, 250 tank ve 300 uçağa çıkmış oldu (Jukov 1982:277). Doğudan ise
Sovyet birlikleri Çir ve Aksay ırmaklarını geçerek 6. Ordu ile Don Ordular Grubu’nun
arasını oldukça açmışlardı. Ancak bu muharebeler özellikle öncü zırhlı kolordulara
pahalıya mal olmaktaydı. Almanlar kesin bir cephe hattını tutmasalar da ellerinde
ayırabildikleri az sayıdaki birliklerle batıya çekilerek, Kafkaslar’daki Alman
birliklerinin ricatını önlemeye çalışan Sovyet zırhlı kolordularının derinlemesine inerek
oynadıkları kumardan yararlanmaya çalışıyorlardı. Manteuffel, Rus kolları arasına
girerek onları geriden vurma şeklindeki “derinlemesine akınlar” metodunu oldukça
geliştirmişti. Böylece karargah ve muharebe merkezlerini yakalayıp kargaşa yaratıp
yaygınlaştırıyordu (Liddel Hart 1996, II:634-635). Bu taktik Don kovalamacasında
Sovyet zırhlı kollarının bir anda yok olmalarına neden oluyordu. Bir çok öncü zırhlı
kolordunun iletişimi ve ikmali Alman birliklerinin ani karşı-saldırıları ile kesilerek,
bunlar bir bir yok edildi.
Ocak’ta Golikov’un Voronej Cephesi ile Popov’un Bryansk Cephesi Don’un kuzey
kesiminden taarruz etmeye başlamıştı. Bu sefer Weichs’ın “B” Ordular Grubu’nun
tuttuğu geniş bölgeye saldırıyorlardı ki, cephe Orel’in doğusundan Kharkov’un
doğusuna kadar uzuyordu. Artık Rusya’nın tüm güney kesimi harekâta dahil edilmiş,
Ruslar’ın yeni hedefi Dinyeper’in güneyine ulaşmak olmuştu.
1 8. İtalyan Ordusu’nun elindeki top ve havan sayısı 355 iken, karşılarındaki Sovyet birliklerinde bu sayı 2.000 idi. Ayrıca Ruslar buraya tank yığarlarken, İtalyanlar’ın ellerindeki 50 tank cephehattında konuşlandırılmamıştı (Glantz 2002:29-31).
103
19 Ocak’ta İtalyan ve Macar tümenlerinden 13’ü çevrilmiş, biri ezilmiş, 56.000 asker
esir alınmış, 1.700 tank, 2.800 makineli tüfek, 55.000 tüfek, binlerce kamyon ve at ile
tüm cephane ele geçirilmişti. Ocak sonunda esir sayısı 86.900’e çıktı. Amiral Horty,
80.000 Macar’ın öldüğünü, 63.000’inin de yaralandığını yazmıştı (Erickson 2003:33-
34).
27 Ocak 1942’de Vyazma’nın batısına 2.000 paraşütçü indirildi (Jukov 1982:148).
Ruslar derin gedikleri değerlendirmeye çalışıyorlardı. Almanlar ise ciddî materyal
sıkıntısı yüzünden Ruslar’ı karşılayamıyorlardı. 31 Ocak 1942’de Alman Merkez
Ordular Grubu’nun 4.262 antitank, 5.890 havan ve 3.361 top ihtiyacı vardı (Glantz
1995:103). Öte yandan Sovyet birliklerinde de ikmal sorunları başlamıştı. Ocak’ta,
Sovyet birlikleri top ve havan mühimatı konusunda sıkıntılıydılar ve bu durum Şubat’ta
daha da kötüleşti. Şubat başında, cephaneleri tükenen roket birlikleri geri çekildi (Jukov
1982:153).
Stalingrad başarısı büyüdükçe Stalin’in hedefleri de büyümüş, Stalingrad düştükten dört
gün sonra, 6 Şubat’ta verdiği emirle Güneybatı Cephesi’nin Alman Don Ordular
Grubu’nu Kırım Yarımadası’na tıkarak orada izole etmesini istedi. Bunun için
Harkov’un alınması gerekliydi. Jukov, Stalin ve Shaposhnikov’u Harkov Taarruzu’nu
yapmamaya, bunun yerine Moskova önlerindeki Alman girintilerine karşı tarruz etmeye
ikna etmeye çalışmış, ancak başaramamıştı (Jukov 1982:166). Bu arada 1. Panzer
Ordusu Kafkasya’yı boşalttığından, Manstein’ın eline de bazı kozlar geçmişti.
2.3.1.5. Leningrad (1943)
Stalingrad’daki mücadele sürerken, Ruslar Leningrad’da ilk başarılarını 7 ila 18 Ocak
1943 tarihleri arasında Sinyavino tepelerine iki taraftan yapılan zorlu bir saldırı ile
kazanmışlardır. Govorov’un Leningrad Cephesi’ne bağlı 67. Ordu, buzla kaplı Neva
Nehri’ni geçerek batıdan ve yeniden oluşturularak dört tank kolordusu ile desteklenen
Meretskov’un Volkhov Cephesi’ne bağlı 2. Şok Ordusu ise doğudan olmak üzere
düzenledikleri kombine harekât, çok ağır kayıplara rağmen Schlisselburg ve
104
Sinyavino’nun bulunduğu dar kıyı sektörünün Sovyetler’e geçmesi ile son bulmuş ve
adeta ölmekte olan şehrin boğazında açılan delik gibi bir süre daha dayanmasını
sağlamıştır. Bu kısmi başarıya rağmen bölgedeki Alman savunması hala gücünü
korumaktaydı. Bu zamana kadar Leningrad’a giden tek yol olan Ladoga gölü üzerinden
2.275.00 ton kargo taşınmıştı (Glantz 2001:120). Almanlar 1943 yazında Leningrad’a
iki paraşüt tümeni indirerek almayı tasarladılarsa da Kursk’taki başarısızlık yüzünden
bu plan suya düştü.
1943 Ağustos’unda Sinyavino’daki beşinci saldırı girişimi, Kızılordu’nun iki cephesinin
toplam 253.300 askerinin 20.890’ı ölü, esir ya da kayıp olmak üzere toplam 79.937’sini
kaybetmesine yol açarken, 15 Eylül’de 67. Ordu’nun saldırısı da 10.000 kayıp daha
vermenin ötesine gidememiştir. Leningrad, Volkhov ve Kuzeybatı cephelerinin 1943
boyunca toplam kayıpları bir milyonu aşarken, bunların 255.447’si ölü, esir ve
kayıplardır. Alman Kuzey Ordular Grubu’nun gücü de 1943 Temmuz ortasında 760.000
askerken, 14 Ekim’de 601.000 askere düşmüştür. Aynı dönemde bölgedeki Sovyet gücü
734.000’den 893.000’e çıkarken, ihtiyatı ise 491.000’den 66.000’e kadar düşmüştür
(Glantz 2001:147-149).
2.3.1.6. Vyazma-Rjev Ve Demyansk Muharebeleri (Şubat-Mart 1943)
Demyansk Sektörü’nün güneyindeki, Moskova’nın 180 km. batısında kalan Rzhev’e ile
Vyazma’ya yöneltilen Sovyet saldırıları ise 9. Ordu, 3. Panzer Ordusu ve 4. Ordu
tarafından durdurularak bu iki şehir elde tutuldu.Demyansk’taki çarpışmalar Haziran
sonlarına kadar sürdü. 5 Şubat 1943’te Sokolovski’nin Kalinin Cephesi ile Konev’in
Batı Cephesi Rzhev-Vyazma çıkıntısına harekât başlattılar. Daha kuzeydeki
Demyansk’a da Timoshenko’nun Kuzeybatı Cephesi bir harekât düzenledi. Her iki
saldırı da birer kıskaç harekâtıydı ve bölgedeki yüzbinlerce Alman askerini hedef
alıyordu. Bunun üzerine Almanlar başarılı çekilmelerle bu cepleri 31 Mart’a kadar
boşalttılar. Bu sayede Rusya’nın orta ve kuzey kesimlerindeki cephe hattı daha sabit bir
hale geldi. Şubat ve Mart aylarındaki Demyansk Saldırısı’nı durdurulduğunda,
105
Timoshenko’nun birlikleri 10.016’sı ölü ya da esir, toplam 33.663 kayıp vermişlerdi
(Glantz 2001:142-143).
2.3.2. Harkov Muharebeleri’nden Kursk Taarruzu’nun Başarısızlığına
Kadar Olan Dönem (16 Şubat - 17 Temmuz 1943)
2.3.2.1. Harkov Karşı-Saldırısı (Şubat-Mart 1943)
2 Şubat 1943’te Stalingrad’daki çarpışmalar sona erdiğinde, Ruslar Orta Don
kesimindeki “Küçük Satürn Harekâtı’nın” ötesine geçmişler, Don ve Donets nehirlerine
ulaşmışlar ve daha kuzeyde ise Kursk ve Bjelgorod kentlerine 80 km. kadar doğudan
yaklaşmışlardı. İlerlemeler devam etti ve her iki kent te 9 Şubat’ta Sovyet birliklerinim
eline geçti. Harkov Karşı-saldırısı öncesinde “B” Ordular Grubu cephesinde kuvvet
oranı 1:8 Almanlar’ın aleyhine iken, Merkez ve Kuzey ordular gruplarında bu oran 1:4
idi. OKH, eldeki tüm ihtiyat ve ekipmanı, en ağır savaşları vermekte olan Don Ordular
Grubu’na akıttığı için diğer ordular gruplarından buraya birlik kaydırarak onların
sektörlerinde de zayıflıklar yaratmak istemiyordu (Manstein 1962:446). Ancak
Almanlar da cephenin bu kesiminde Sovyet ilerleyişine karşı koyamıyorlardı. Böylece
Ruslar da Desna ve Dinyeper nehirlerine doğru yürüyüşlerini sürdürdüler. Şubat
ortasına gelindiğinde Harkov şehri de düşünce daha güneydeki Don Ordular Grubu’nun
Kırım Yarımadası’na hapsedilmesi tehlikesi doğmuştu.
6 Şubat’ta Hitler’i zorlukla ikna ederek birliklerinin Don Nehri’nin doğusunda kalan
çekilmesini sağlayan Don Ordular Grubu komutanı Mareşal Manstein, bu sayede birçok
birliği Mius Irmağı’nın arkasına kaydırarak burada toplamıştı. Hitler’in 13 Şubat’ta
önemli prestije sahip olan Harkov’un her ne pahasına olursa olsun savunulması emri ile
“B” Ordular Grubu’nun elindeki elit bir birlik olan SS Panzer Kolordusu’nun
kaybedilmesi tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştı.1 SS Kolordusu komutanı Korgeneral
1 SS birlik lerinden ilk kez bir panzer kolordusu oluşturulmuştu. SS tümenlerinin mevcudiyeti 17.200 olan normal tümenlere göre 4.000 kadar daha fazlaydı. SS tümenlerine donanımda öncelik te sağlanıyor, yeni silâhlara sahip olan ilk birliklerden bazıları oluyordu. 88 mm.’lik topuyla tüm tanlara üstünlük sağlayan
106
Paul Hausser tam zamanında şehri boşaltarak Hitler’in emirlerine karşı gelmiş, ancak
birliklerinin kuşatılmasına da engel olmuştu. 16 Şubat’ta Harkov düştüğünde Sovyet
zırhlıları da Don Ordular Grubu ile “B” Ordular Grubu arasında 160 km.’lik bir gedik
açmışlardı. 13 Şubat’ta iki Ordular Grubu Güney Ordular Grubu olarak birleştirildi ve
Kafkaslar’ı zamanında boşaltarak Mius’un batısında konuşlanan “A” Ordular
Grubu’nun birlikleri de Manstein’ın komutasındaki Güney Ordular Grubu‘na dahil
edildi. Böylece Manstein, Azak Denizi’nden Bjelgorod Sektörü’ne kadar geniş bir
bölgeye hükmedebilecekti. Bu düzenleme Harkov Karşı-saldırısı’nın da şekillenmesini
sağladı. Ancak 14 Şubat’ta OKH’ın önceden vaat ettiği ihtiyat 37 katar yerine sadece
altı katar gelebilmişti. Bu arada Ruslar’ın 16 Şubat’ta Pavlograd ve Dnepropetrovsk
doğrultusunda ilerlediği bildirilmiş, Pavlograd demiryolu kavşağına ulaşan Ruslar
Poltova ile demiryolu bağlantısını kesmişlerdi (Manstein 1962:450).
Hitler, Zaparoje’de Manstein, Kleist ve diğer komutanlarla toplantıdayken, Rus zırhlı
öncüleri buranın 60 km. kadar kuzeyindeydiler ve aralarında hiçbir alman birliği yoktu.
Manstein, Rus tanklarının bir gün sonra Dinyeper’in doğusundaki havaalanlarını
kullanılamaz hale getirmesinin mümkün olduğunu söylemiştir. Bu durumda Hitler’in
dönüşü de tehlikeye düşebilirdi (Manstein 1962:454-455).
Ruslar’ın aklını adeta okuyarak harekâtlarını tahmin etmekte uzman olan Manstein,
Harkov karşı-saldırısı için gerekli birlikleri batıdan gönderilen birkaç tümenle Taman
Yarımadası’ndan çektiği 100.000 asker sayesinde oluşturmuştu. Bu arada Hollidt Ordu
Grubu da Mius Nehri’nin batısında mevzilenerek Manstein’ın harekâtının güneydoğu
ucunu koruyordu. Stalingrad’daki korkunç kayıplardan sonra mümkün mertebe takviye
edilerek son model 1.000 uçağa kavuşan Lutfflotte IV ise daha verimli bir şekilde
yeniden organize edildiğinden kısa sürede sektördeki hava üstünlüğünü ele geçirmişti.
Alman Güney Ordular Grubu muharebenin başladığı noktaya elindeki 350 tankını
yığarak buradaki sayısal üstünlüğü 7:1 olarak ele geçirdi (Tsouras 1992:94-95). 19
Şubat’ta 4. Panzer Ordusu sektörün güneybatı köşesinden bir karşı-vuruşla neredeyse
Dinyeper’e varmak üzere olan Sovyet ileri ucunu sarstı. Ardından Almanlar düzenli,
saat gibi işleyen küçük kıskaç harekâtları ile Sovyet birimlerinin arasından geçerek Tiger ağır tanklarının da üretimi tam bu sıralarda hız kazanmış ve bunlardan önemli bir kısmı hemen bu kolordunun envanterine dahil edilerek atış gücü de sayısal gücünün yanında artırılmıştır.
107
onları bir bir çevirdi ve yok etti. Dinyeper’den Donets’e kadar süren bu çevirmelere
güneyden 1. Panzer Ordusu ve kuzeyden 2. Ordu ile Kempf Ordu Grubu da katıldı. 19
Şubat öğleden sonra ve 20 Şubat şafağında Sovyet keşif uçakları Krasnograd
bölgesindeki Alman panzer birliklerinin yeniden gruplandıklarını tespit ettiler. 23-24
Şubat gecesi Vatutin, Stavka’ya 400 tanktan oluşan üç Alman tümeninin Pavlograd’a
saldırdığını rapor etti (Erickson 2003:50-52).
2 Mart’ta karşı-saldırının ilk ciddî sonuçları alınmış, Sovyetler’in bir zırhlı kolordusu ile
üç piyade tümeni tamamen imha edilirken üç zırhlı kolordu, bir bağımsız tugay, bir
mekanize tugay, bir piyade tümeni ve bir kayak tugayı da ağır kayıplara uğratılmıştı.1
Donets ve Dinyeper arasındaki bu muharebelerde Ruslar yaklaşık 23.000 ölü vermiş,
615 tank, 354 top, 69 uçaksavar ile çok sayıda makineli tüfek ve havan da Almanlar
tarafından ele geçirilmiştir. Ayrıca 9.000 Rus ta Almanlar’a esir düşmüştür. Ayrıca
Mius hattının gerisinde de bir mekanize kolordu ile bir süvarisi yok edilmiştir. Daha
kuzeyde, Harkov’un güneyinde ise Sovyet 3. Tank Ordusu’nun güney kanadı 5 Mart’ta
aynı sonuçla karşılaşmıştı. Alman 4. Panzer Ordusu sayesinde, Ruslar’ın iki zırhlı
kolordusu ve üç piyade tümeni yok edilmiş ya da esir alınmıştı. Ruslar 12.000 ölü
vermiş, 61 tank, 225 top ve 60 motorlu taşıt ele geçirilmiştir (Manstein 1962:460).
1943 Mart’ın da Azak Denizi ile Harkov’un güneyi arasındaki 700 km.’lik cephehattını
32 Mihver tümeni tutuyordu. Sovyetler’in ise buna karşı 341 adet süvari ve piyade
tümenleri ya da zırhlı ve mekanik tugayları mevcuttu. Sovyet birlikleri hala Almanlar’a
karşı 7:1 sayı üstünlüğüne sahiplerdi (Manstein 1962:393). Mius’u tutan Hollidt Ordu
Grubu ise, 1943 Mart’ında 6. Ordu’nun yerini almışsa da, ondan 20 tümen kadar azdı ve
istihkamcısının ile topçuısunun büyük çoğunluğu eksikti. Bu ordu grubunun yerini
alarak yeniden oluşturulan 6. Ordu’nun tümenlerinin tekrar düzenlenmesinde çoğunluğu
bakaya ve ihtiyatlar oluşturmuştur (Manstein 1962:464).
Sovyet Güneybatı Cephesi’nin dağılmasından yararlanan Almanlar, 7 Mart’ta ikinci bir
karşı-saldırı başlatarak bu sefer Harkov’u alan Voronej Cephesi ile daha kuzeydeki
Merkez Cephesi’nin arkasına sarkmaya çalıştılar. 10 Mart’ta Hitler yine Manstein’ı
1 Artık Sovyet birliklerinin saldırı gücü kalmamıştı. Sovyet Güneybatı Cephesi’nin öncüsü olan Popov Zırhlı Grubu tamamen yok edilmiş, Alman birliklerinin yetersizliği yüzünden dağılan Sovyet askerlerinin çoğu donmuş olan Donets Nehri’ni geçerek kaçmayı başarmışlardı (Keegan 1989:106).
108
ziyaret etti ve Manstein da çamur devresi sonrasında girişilecek harekâtla ilgili
görüşlerini bildirdi. 4. Panzer Ordusu’nun Harkov’a hücumu ile şehir kuşatılarak
geçildi. 14 Mart’ta SS Panzer Kolordusu Harkov’u aldı. Voronej Cephesi 100 ila 160
km. kadar geri atılarak 19 Mart’ta Kharkov-Kursk arasındaki Bjelgorod kenti alındı.
Grossdeutschland Motorize Piyade Tümeni de Bjelgorod’a ulaştıktan sonra artan çamur
harekâtı zorlaştırdı. Böylece 1942-43 kış muharebeleri safhası kapanmış oldu. Almanlar
1941-42 kışında bu bölgede tuttukları aynı mevzileri tekrar tutmayı başarmışlardı
(Manstein 1962:463). 23 Mart’ta Ruslar’ın imdadına çamur yetişmiş ve Kursk şehri
büyük bir cep halini aldığında harekât durmuştu. Böylece Mart sonundan Temmuz’a
kadar her iki tarafta kayıpların telafi edecek bir hazırlık dönemine girdiler. Cephe
suskunlaşmış, saldırı inisiyatifi yine Almanlar’ın eline geçmişti. Güneybatı Cephesi’nin
zamanında çekilmesine izin vermeyen Stalin, Hitler’in Stalingrad’da yaptığı hatayı
tekrarlamıştı ve Mart başında Harkov’u bir “Alman Stalingrad’ı” olarak tanımlayarak
Voronej Cephesi’nin savunmasında daha esnek davrandı. Buna rağmen Voronej
Cephesi’nin kayıpları 40.000 asker, 600 tank ve 500 top olarak daha yüksekti (Perrett
1992:155).
Ruslar, 1941’dekine göre zırhlı ve mekanize kolorduları yeniden teşkilatlandırarak, artık
kütleler halinde değil, maksadına uygun olarak kullanmaya başlamışlar ve ilk kez
Alman hattının derinliklerine inerek toplu imhayı başarmışlardır. Sovyetler 1942-43 kış
saldırısı ile büyük başarı elde etseler de, Güney Cephesi’nin kesin bir mağlubiyet ile bir
daha toparlanamayacak duruma gelmesi hedefine ulaşamamıştı. Manstein’a göre 6.
Ordu’nun direnişi, Doğu Cephesi’nin güney kanadının toptan imhasını engellemiştir
(Manstein 1962:464-468).
Manstein, Golikov’un Harkov’u almasına ve Sovyet tanklarının derinlemesine
ilerlemesine izin vermiş ve yakıtları bitmeye başladığında hareket geçmişti. OKW’ye
sızan Lucy Casus Ağı bu harekâtın kararlarının tümü Manstein’ın Zaparoje’deki
karargahında alındığı için Sovyet yetkilileri karşı-saldırı konusunda uyaramamıştı.
Stalingrad’da Almanlar’ın bozulan kendine güvenleri Harkov ile yerine gelmiş, Ruslar
da tekrar endişeye kapılmışlardır. Bu arada Almanlar’ın yeni geliştirerek 1942 sonlarına
109
doğru hizmete soktukları Tiger-IE ağır tankları da Harkov’ta ilk kez daha geniş sayıda
harekâta sokulduklarından etkili olmuşlardır.1
Harkov’un bile boşaltıldığı sıralarda Doğu Cephesi’nin dahi komutanı Mareşal
Manstein sahneye çıkarak, hiç beklemedikleri ve kendinden son derece emin oldukları
bu zamanda Sovyetler’e ağır bir yenilgi yaşatmıştı. Ancak Harkov, Almanlar’ın Doğu
Cephesi’ndeki son büyük stratejik başarısı olmuştur.
2.3.2.2. Kursk Muharebesi (Temmuz 1943)
Kursk girintisi, cepheyi hemen hemen 500 km. uzatıyordu. Harkov’un Merkez Ordular
Grubu ile arasındaki demiryolunu kesiyordu. Bu kavis, Merkez Ordular Grubu’nun
güney kanadını ve Güney Ordular Grubu’nun kuzey kanadını tehdit ediyordu (Manstein
1962:479).
Kasım 1942-Mart 1943 arasında Stalingrad ve Don Muharebeleri sonucu 68 Alman, 19
Romen, 10 Macar ve 10 İtalyan tümeni yok edilmiş ya da hasar görmüştü. İtalyanlar
185.000, Macarlar yaklaşık 140.000, Romenler ise 250.000’i aşkın kayba uğramışlardı.
Almanlar’ın Doğu Cephesi’ndeki mevcudiyeti ise tahminen 470.000 kadar azalmıştır
(Erickson 2003:63). Alman, İtalyan, Macar ve Romen kuvvetlerinin Volga ve Don
boylarında ezilmesi, Almanya’nın müttefikleri arasındaki prestijini büyük ölçüde
sarsmıştır (Jukov 1982:282). Aynı şekilde Almanlar’ın da Stalingrad’ın çevresinde
yaşanan çarpışmalarda Ruslar’a karşı dayanamayan Küçük Mihver birliklerine
güvenleri sarsılmıştı. Stalingrad bozgunundan sonra cepheden çekilen Romenler, sadece
17. Ordu bünyesinde Kuban Köprübaşı’nda ve Kırım’da hizmet veriyorlardı.2 Macarlar
da Stalingrad’dan sonra cepheden çekilmişler, ancak bazı birliklerini bölgedeki
1 Bu tanklar 88 mm.’lik topa sahiplerdi ve savaş boyunca üretilen bütün düşman tanklarını uzak mesafeden vurabiliyorlardı. 57 ton ağırlığındaydılar ve zırhları kalın olduğu için de kolay kolay vurulmuyorlardı.2 Mareşal Antonescu, sonradan Romanya’nın savunması için “A” Ordular Grubu’na yeniden birlikler vermiştir.
110
demiryollarını ve şoselerini partizanlara karşı korumak için Ukrayna Devlet
Komiserliği’ne bırakmışlardı (Manstein 1962:600-601).1
Alman Ordusu, 1943 yazına gelindiğinde 1942-43 Kışı’ndaki korkunç kayıplarını telafi
etmiş, kışın hazırlanan yeni tümenlerin bir çoğu doğu cephesine sevkedilmişti. 1943’ün
Ocak başından Haziran sonuna kadar cepheye gönderilen tümenlerin sayısı 30’u
bulmuştur. Bunların dördü SS panzergrenadier,2 kalan 26’sı ise piyade tümeniydi.
Ancak piyade tümenlerinin dokuzu hava kuvvetleri personelinden derlenen Luftwaffe
Sahra Tümeni3 idi ki, bunlar piyadeler arasında ikinci sınıf kalıyorlardı. Harkov
Muharebesi bittikten sonra ise sadece altı tümen Doğu Cephesi’ne varmıştı. 1943
Ocak’ında cephe boyunca toplam 19’u panzer, 15’i motorize 149’u piyade toplam 183
tümen mevcuttu. Şubat’ta bu sayı 171’e düşmüştü. Haziran sonu ise 177’ye çıkarılmıştı
(Ellis 1993:176). Şubat’ta Guderian’ın geniş yetkilerle Zırhlı Birlikler Müfettişi
yapılması etkisini göstermiş, Nisan’da aylık tank üretimi 1.955 üniteye ulaşmıştı
(Guderian 1983:72). Alman müttefikleri ise 1942 Kasım’ında Doğu Cephesi’nde
bulunan 70 tümenden ibaretti. 1943 Nisan’ına gelindiğinde bu sayı yarı yarıya düşerek
33’e inmişti (Ellis 1993:178).4
Wehrmacht, 1942-43 kayıplarını kapatabilmek için 800.000 askere ihtiyaç duyuyordu.
1943 Ocak ile Mart ayları arasında Doğu Cephesi’ndeki toplam kayıplar 689.260’ı
bulmuş, yerlerine ise ancak 370.700 asker gönderilebilmişti. 1943 Mayıs’ında, tüm
cephelerde toplam 9,5 milyon Alman silâh altındaydı (Barbier 2003:32-34). 1 Macar Kral Naibi Amiral Horthy’nin sonradan Obersalzburg’da Hitler’i ziyaretinden sonra, her biri dört piyade ve bir seri tümenden oluşan iki kolordu teşkilli 1. Macar Ordusu Güney Ordular Grubu’na verilmiştir.2 Alman motorize tümenleri, 1943 Mart’ındaki düzenleme ile panzergrenadier tümenlerine çevrilmiştir.3 Hitler, 1942 Ekim’inde Luftwaffe’nin 170.000 fazla personelinden 22 Luftwaffe Tümeni oluşturularak piyade olarak savaşmalarını emretmişti (Manstein 1962:292). Manstein bunu Göring’in lüks tüketimine bağlamıştır. Gerçekten de, Luftwaffe’nin 1941’de Doğu Cephesi’nde 800.000 personeli bulunuyordu ki, bu sayı bir ordular grubu seviyesine denktir (Mitcham 1997:129).4 Stalingrad’daki Sovyet karşı-taarruzu başlamadan önce Doğu Cephesi’nde görev yapan 173 Alman tümenine 67 Küçük Mihver tümeni destek veriyordu ve bunların hemen hemen yarısı Stalingrad sektöründeydiler. 1943 Nisan’ında cephedeki Alman tümenlerinin sayısı, taze birliklerin kurulmasıyla 177’ye çıkartılmıştı ve cephenin genişliği de daraldığı için bu birlikler daha rahat bir dağılım sayesinde cepheyi önceki senekine yakın bir arada güçlendirmişti. Ancak bu sefer Küçük Mihver tümenlerinin sayısı 33’te kalmıştı. Orana vuracak olursak Küçük Mihver/Alman tümen yüzdesi 1942 Kasım’ındaki 28,5’ten 1943 Nisan’ında % 15,7’ye düşmüştü. Bu durum, 1943’te Doğu Cephesi’nin daha homojenize olduğunu göstermektedir. 1942 Kasım’ında Stalingrad’da faaliyet gösteren “B” Ordular Grubu’nun Sovyet karşı-saldırısı ile çökertilmesinde, bu oranın grup için % 47,7 gibi neredeyse yarı yarıya olarak tabir edilecek heterojenik rakamın önemli etkisi vardır (Ellis 1993:178).
111
Bunların haricinde mevcut birlikler de takviye edilmiş, cephe hattı ise Demyansk ve
Vyazma-Rzhev boşaltmaları sonrasında daha düz ve statik bir hal almıştı. Tüm doğu
cephesi boyunca hattın düz olmayan tek yeri olarak Kursk girintisi kalmıştı ki, haritada
son derece göze batıyordu. Almanlar bu cebi düzledikleri takdirde cephe son derece
sağlamlaşacaktı. Bu sayede Doğu Cephesi’nde hem ileri bir harekât için gerekli
hazırlıkları yapma açısından zaman kazanılacak, hem de diğer cephelere de sağlam
takviyeler yapılabilecekti.1
Hitler, Harkov sayesinde saldırı inisiyatifini tekrar ele geçiren Alman Ordusu’na yeni
hedef olarak Kursk Cebi’ni gösterdi. Cep, 120 km. uzunluğunda ve 60 km.
derinliğindeydi. Harekâtın genel planını ise Orgeneral Halder’in yerine OKH Kurmay
Başkanlığı’na getirilen Zeitzler hazırlamıştı. Cebi iki yanından delerek Kursk’un
doğusundan çevirmek amacıyla Güney Ordular Grubu ve Merkez Ordular Grubu ortak
harekâta girişeceklerdi. Cebi koruyan Sovyet Voronej ve Merkez Cepheleri’ni kuşatarak
iki sene önce Kiev’de olduğu gibi Kızılordu’ya büyük bir darbe vuracaklardı. Orgeneral
Walter Model’in2 9. Ordusu cebin kuzeyinden, Orgeneral Hoth’un 4. Panzer Ordusu da
güneyden harekâtı gerçekleştirirken, Weichs’ın 2. Ordusu ise cebin batısında
savunmada kalarak bekleyişini sürdürecekti.
Harekâta “Zitadelle” (Hisar) kod ismi verilmişti. Harekât aslında Mayıs’ta başlayacaktı.
Ancak Hitler, hazırlıkların tamamlanmasını istediği için 5 Temmuz’a kaydırıldı.
Mayıs’ta yapılması gereken harekâtı erteleyen Hitler, Almanlar’ın yeni üstün sınıf
tankların, Sovyetler’in sayısal tank artışı üstünlüğünü kalite açısından ortadan
1 Afrika’daki harekât, Mayıs’ın başında müttefik zaferiyle sona ermiş, Afrika Panzer Ordusu’nun son kalanları da 13 Mayıs’ta teslim olmuştu. Rommel’in Kuzey Afrika’daki taarruzları asıl stratejik hedefe ulaşmasada ikincil hedefe ulaşmış ve Ortadoğu’daki İngiliz yığınağını Mısır’a toplayarak, Türkiye’yi savaşa sokacak Müttefik baskısını azaltmıştır. Dolayısıyla Türkiye’ye verilecek silâhlar da askerî yönden sekteye uğramıştır. Şimdi Akdeniz’de İtalya’ya ya da Yunanistan’a yapılacak müttefik çıkartması gündemdeydi. Batı Cephesi ise sürekli genişletiliyor, Fransa’nın kuzey sahilinde inşa edilmekte olan Atlantik duvarı olası bir müttefik çıkartmasına karşı güçlendiriliyordu. 19 Ağustos 1942’deki Dieppe Çıkartması ise müttefikler için bir facia olmuştu. Ancak Almanlar’ın Batı Cephesi’ne de dikkat etmelerini sağlamış ve bazı tümenlerin burada konuşlandırılmasını sağlamıştı. Ayrıca 1943 Mayıs’ında Balkanlar’da 15, İskandinavya’da ise 20 Alman tümeni mevcuttu (Ellis 1993:177-178).2 Model, Barabarossa Harekâtı’na Guderian’ın 2. Panzer Grubu’nda Tümgeneral rütbesiyle 3. Zırhlı Tümen komutanı olarak başlamış ve kısa zamanda yükselerek mareşalliğe terfi etmişti. Model’in en büyük özelliği savunma savaşında usta olmasıydı ki, Hitler özellikle 1943’ten başlayarak hem Doğu Cephesi’nde hem de Batı Cephesi’nde Alman orduları dağıldığı zaman Model’e başvurmuştur. 1945 Mart’ında birlikleri Ren Nehri’nden geçen Amerikan kuvvetleri tarafından çevrelenen Model, askerlerini teslim ettikten sonra intihar etmiştir.
112
kaldıracağını söylemiştir. Güney Ordular Grubu’nda, Mayıs başında 686 tank ve 160
hücum topu mevcuttu. 3 Temmuz’da ise bu sayı 1.081 tank (yarısı Pz-III) ve 376
hücumtopuna çıkarılmıştı. Manstein, bu sayının Sovyetler’in propaganda için dünyaya
ilan ettikleri rakamlara biraz olsun yaklaşamadığını söylemiştir (Manstein 1962:487-
488). Yine de yeni tanklara çok umut bağlanmaktaydı. 3 Temmuz’da 902 tank ve
hücum topuna sahip olan 4. Panzer Ordusu’nun elinde, sadece 104 Panther ve 56 Tiger-
I tankı vardı. Kempf Ordu Grubu’nda ise 45 Tiger-I bulunan bir bağımsız tabur
mevcuttu. Yani Güney Ordular Grubu’nun elindeki tankların sadece 205’i yeni üstün
sınıf tanklardı (Cross 2002:152).
Guderian, 10 Mayıs’taki bir toplantıdan sonra Hitler’i harekâttan vazgeçmesi için ikna
etmeyi denediğinde, Hitler ona “Ne zaman bu taarruzu düşünsem, midem bulanıyor”
şeklinde cevap vermişti (Guderian 1983:73). Sonradan Guderian, tüm zırhlı kuvvetlerin
bir tek taaruz için Merkez Ordular Grubu’nun ya da Güney Ordular Grubu’nun sadece
birinin cephesinde toplanması teklifinde bulunmuştu (Manstein 1962:487).
Bu arada Albert Speer, 23 Haziran 1943’te sanayicilerden özel bir komite toplayarak,
Rus ekonomik sistemi çökertebilecek olan Merkezi Rusya’daki elektrik santralleri gibi
kilit noktalara uzun-mesafe bombardıman kampanyası düzenlemek istemişti. Bunu
yapabilmek için Alman He-177 Greif dört-motorlu ağır bombardıman uçağı da artık
hizmet içinde yeterli sayıda bulunmaktaydı. Ancak Hitler bunu kabul etmedi (Overy
1981:76).
Hitler, 1 Temmuz’daki toplantıda, Zitadelle Harekâtı’nın 5 Temmuz’da başlayacağını,
genel karargahında komutanlara açıklamıştır (Manstein 1962:491). Almanlar, harekât
için 2.380 tank ve hücumbotu, 10.000 parça top, 2.500 uçak ve 900.000 asker ayırmıştı.
Sovyetler ise buna 3.330 tank ve hücumtopu, 20.000 parça top, 2.650 uçak ve 1.337.000
askerle karşılık vermeye hazırdı (Perrett 1992:363). Luftwaffe’nin Kursk’un kuzeyinde
730 operasyonel uçağı hazırdı. Güneyinde ise toplanan uçak sayısı 1.100 idi (Mitcham
1997:218-219).
113
Ruslar, Stalingrad’dan sonra kendilerine olan güvenlerini yeniden kazanmış, ancak
şüphelerden henüz kurtulamamışlardı. Ancak Almanlar’ın kendi üstünlüklerine olan
güvenlerinin kırılması, bu şüpheleri ortadan kaldırabilirdi. Bunun için Kızılordu’nun
Stalingrad’dan sonra ikinci bir bozgun daha yaşatarak Almanlar’ın saldırı gücü ile buna
bağlı olarak özgüvenlerini tamamen kırmaları gerekmekteydi.
Sovyetler’in uzakgörüşlü generali Jukov, 8 Nisan’da Stalin’e yolladığı raporda
Almanlar’ın Orel ve Bjelgorod üzerinden Kursk’a iki yönden harekât düzenleyeceğinin
ortada olduğunu söylemişti. Ayrıca en çok hava kuvvetleri ve panzer tümenlerine
dayanacaklarını söylediği Almanlar’ın taarruza 2.500 tank gücüne sahip 15-16 panzer
tümeni ile geçecekleri tahminini de belirtmişti (Jukov 1982:205-206). Dört gün sonra,
Voronej Cephesi Komutanlığı’nın Kızılordu Genelkurmay Başkanlığı’na gönderdiği
raporda da Almanlar’ın güney sektöründe 1.500 tanka sahip on kadar panzer ve en az
altı piyade tümeninden oluşan bir vurucu kuvvet toplayabileceğini ve bunun kabaca 500
bombardıman ile en az 300 av uçağından oluşan güçlü bir hava kuvvetiyle
destekleyebileceğini bildirilmişti (Jukov 1982:312).
1943 yazında, Ruslar her biri iki tank kolordusu ve bir mekanize kolordudan kurulu beş
iyi donanımlı tank ordusuna sahiptiler. Ayrıca bağımsız tank ve mekanize kolordular
mevcuttu. Ek olarak orduları güçlendirmek ve Alman savunma mevzilerinin yarılmasını
kolaylaştırmak için 18 ağır tank alayı kuruldu (Jukov 1982:318). Ruslar 152 mm. toplu
SU-152 tank avcısı, 76 mm.’lik obüslü SU-76 ve 122 mm. toplu SU-122 kendinden
kundaklı topları geliştirmişlerdir. SU-152, Tiger ve Ferdinand1 gibi ağır Alman
tanklarına belli bir mesafeden etkili Sovyet tankıydı ve 1942 sonlarında Jukov’un
Leningrad’ın güney sektöründe kayıplar pahasına verdiği emirle ele geçirilen bir Tiger-
IE’ye karşı özel olarak geliştirilmişti. 1942’den 1943’e kadar lend-lease kapsamındaki
2.000’i aşkın Amerikan tankı ve 2.500 İngiliz tankı Rusya’ya ulaştırılmıştı (Erickson
2003:83).2
1 Ferdinand ya da daha sonraki adıyla Elefant, taretsiz, 88 mm. topa sahip olan ve 90 tonluk bir tankavcısıydı. Tanklara net bir üstünlük sağlamalarına rağmen, 90 adet üretilerek yanlış kullanımla Kursk’un kuzeyinde piyadelere karşı muharebeye girmişler ve yarısı kaybedilmiştir.2Kızılordu’ya Haziran 1941’den Nisan 1944’e kadar, Amerikalılar 2.734 İngilizler 4.292, Kanadalılar ise 1.400 tank yollamışlardır (Erickson 2003:84).
114
Topçu ve istihkam birlikleri motorize edildi. Tüm büyük cephelerin destek birliklerinin
yararlanacakları büyük bür ulaştırma oto hizmet birliği kuruldu. Yüksek Karargah Geri
Hizmetler Yönetimi emrine düzinelerle yeni ulaştırma oto tabur ve alayları verildi.
Böylece tüm destek hizmetlerinin hareket kabiliyeti ve genel yeteneği artırıldı (Jukov
1982:318-319).
Almanlar, Doğu Cephesi’nde 341 Sovyet tümeni ya da zırhlı tugayı tespit etmişti.
Ancak 1926 doğumluları da silâh altına alan Kızılordu bu sayede 1.5 milyon asker daha
kazanmıştı. Ayrıca ilkbahardaki çamur devresi sırasında yıpranmış olan 60 zırhlı tugay
da yeniden donatılacaktı (Manstein 1962:454). Buna rağmen Mayıs’ta Ruslar henüz
hazır değillerdi. 8 Mayıs’ta Stavka, Merkez, Bryansk, Voronej ve Güneybatı cephelerini
saldırıya karşı hazır olmaları için uyardı (Jukov 1982:321). Ancak Stavka ve
Genelkurmay, en güçlü Alman kuvvetinin Merkez Cephesi’nde toplandığı sonucuna
varmıştı (Jukov 1982:332). Bu hatalı saptama sonucu, Ruslar kuzey sektörüne ağırlık
vermişlerdir.
Temmuz’a gelindiğinde ise Sovyet birlikleri üç savunma hattı ve arkasında üç cephe
hattı hazırlamışlardı. 1943 Mart’ının başında, Kursk savunma bölgesinin hemen
gerisinde özel ihtiyat kuvvetlerinden oluşan bir ihtiyat cephesinin oluşturulmasına karar
verildi. 13 Mart’ta kurulan cephe, Nisan ortasına kadar yapılandırılarak Stepler Askeri
Bölge Cephesi yapıldı. Burası 9 Temmuz’da ise Stepler Cephesi olmuştur (Shtemenko
1971:171-172). Konev gibi ülkenin en yetenekli generallerinden birinin komutasına
verilen Stepler Cephesi sadece bir ihtiyat değildi. Öndeki cephelere arkadan yaklaşarak,
Alman yarması başarısız olduğunda başlayacak Sovyet Genel Karşı-taarruzu için
vurucu kuvvetleri pekiştirecekti. Cepheden uzak tutulması ise olası düşman yarmasına
karşı, Stepler Cephesi’ne geniş bir manevra alanı sağlıyordu (Jukov 1982:333).
Jukov’un stratejisi sert direniş ile Almanlar’ı güçten düşürmek ve en sonunda da karşı-
saldırıya geçmekti. Savunma hatları top ve obüsle donatılarak çok sayıda tahkimat ve
mayınla takviye edilmişlerdi. Ayrıca Lucy Casus Ağı1 harekâtın yapılacağını ve 3-6
1 Lucy Casus Ağı, Alman genel karargahına sızan Rus ajanlarından oluşuyordu. Bu ağ 1942-1944 arasında Alman harekâtları ile ilgili hayati bilgileri İsviçre kanalıyla Moskova’ya ulaştırmayı başardı. Bu casus ağının ulaştırdığı istihbaratın Sovyetler’in Kursk’taki savaşı kazanmasında büyük payı vardır.
115
Temmuz’da başlayacağını Sovyet makamlara önceden bildirdiğinden, Kızılordu’nun
Kursk’taki savunması da ona göre hazırlanmıştı. Ayrıca Luftwaffe’nin bölgedeki yakın
desteğini azaltmak için önlem almak isteyen Ruslar, 6-14 Mayıs’ta ve 8-10 Haziran’da
Luftflotte-IV ile Luftflotte VI’nın havaalanlarını bombaladılar (Shtemenko 1971:179).
Bu arada hazırlık döneminde Sovyet filoları yeni geliştirilen La-5 ve Yak-9 avcı
uçaklarıyla donatılıyorlardı (Jukov 1982:318). Tüm hava kuvvetlerine yeni donatım
verildi. Yüksek Karargah ihtiyatının yeni unsurlarını oluşturmak için yeni filolar ile
sekiz uzun menzilli bombardıman kolordusu kuruldu. Her cephenin emrinde 700-800
uçaktan kurulu kendi hava ordusu oluşturulmuştu (Jukov 1982:318).
Sovyet savunması son derece kuvvetli hazırlanmıştı. Oluşturulan üç hat cephehattından
40 km. derine doğru iniyordu ve bunlar beton kemerler ile her 1,6 kilometrelik bölgede
tahkim edilmiş 2.500 anti-personel ve 2.200 anti-tank mayını ile desteklenmişti (Perrett
1992:163). Temmuz’da Merkez Cephesi’ne Stavka ihtiyatından beş uçaksavar tümeni,
beş orta çaplı ve 23 küçük çaplı uçaksavar topçu alayını mevzilendirmişti. Voronej
Cephesi’nin emrinde ise Yüksek Karargah ihtiyatından dört uçaksavar tümeni ve ayrıca
üç uçaksavar tümeni, 25 uçaksavar alayı ve beş uçaksavar bataryası vardı. Tahkim
edilen bölge 160 km. derinliğinde olup, bu mesafa Don Nehri boyunca uzanan savunma
hattı da eklenince 240-280 km.’ye çıkıyordu. 1,3 milyonu aşkın asker, 3.600 tank,
20.000 top ve 3.310 uçak (ADD’nin uzun menzilli bombardıman uçakları da dahil)
Kursk Çıkıntısı’nda hazırdı (Jukov 1982:335-337).
Kursk öncesinde Kızılordu, Doğu Cephesi’ne 6.442.000 subay ve er yığmış, cephe
gerisinde ise 93.500 eğitilmiş subay ihtiyatı toplamıştı. Sovyet birlikleri, 103.085 top ve
havan, 9.918 tank ve kendinden kundaklı top ile 8.357 savaş uçağına sahiptiler.
Topların yarısından çoğunu 76 mm. top ve 82 mm. havandan oluşmaktaydı. Tankların
ise üçte biri hafif tanklardı (Erickson 2003:77). Haziran 1943’te Sovyet piyadesine
1.450.000 tanksavar tüfeği 21.000 küçük çaplı tanksavar silâhı verilmişti. Topların
çapları büyütülmüştü. Obüs alayları yeni 152 mm. ve 203 mm. toplarla tugay seviyesine
çıkartılmış, 1942 sonlarında kurulan 26 topçu tümeninin 16’sı, top sayıları 168’den
356’ya çıkartılarak Topçu Yarma tümenlerine dönüştürülmüştü. 1943 Temmuz’unda,
Devlet Savunma Komitesi her piyade ordusunda üç topçu alayı ve bir havan alayından
116
oluşan topçu birliği bulundurulmasını emretmişti (Erickson 2003:80-81). Birinci
savunma hattında kilometre başına 16, ikinci savunma hattında ise 30 top düşüyordu.
13. Ordu bölümündeyse, kilometre başına 92 top ve havan, 30’un üstünde tanksavar
düşüyordu (Jukov 1982:334). 1 Temmuz’da Yüksek Karargah ihtiyatı birkaç ordu, iki
tank ordusu ve bir hava ordusunu içermekteydi. Bu arada 200.000 partizan da, Alman
cephe hattının gerilerinde faaliyetteydi (Jukov 1982:319).
Öte yandan 1942-43 harekâtlarında Kızılordu’nun yetersiz olan kamyon sayısı da, lend-
lease sayesinde 1943 ortalarına kadar 183.000 kamyon ve cip artışıyla aşılmıştı
(Erickson 2003:81).1 Böylece ileri harekâtlar için gereken en büyük lojistik ihtiyacı da
giderilmiş oluyordu.
1943 yazına doğru Mareşal Vasilievski, General Tolbukhin’e Sovyet birliklerinin artık
hem kalitede, hem de sayıda Almanlar’a üstünlük kurduğunu söylemişti (Cross
2002:80). Bu kısmen doğruydu. Ancak izleyen muharebelerdeki kayıplar, hala kalitenin
Almanlar’dan olduğunu, bunun yanında Sovyetler’in de kalitede belli bir noktayı
aştığını ve kalanını da sayı üstünlüğü ile kapatabileceğini gösterecekti.
Stavka, 2 Temmuz’da Almanlar’ın 3-6 Temmuz arasında harekete geçeceğinin
beklendiği konusunda cephe komutanlarını uyardı. 4 Temmuz’da Alman 168. Piyade
Tümeni’nden esir edilen bir asker, harekâtın 5 Temmuz’da başlayacağını doğruladı. 5
Temmuz, saat 02.00’de, Alman 6. Piyade Tümeni’nden esir edilen bir istihkamcı erin,
saat 03.00’te büyük taarruzun başlayacağı söylediği Jukov’a iletildi (Jukov 1982:338-
339).
Bir çok yönden birbirini doğrulayan istihbarata sahip olan Ruslar’ın ağır topçu ve roket
bataryaları, Zitadelle Harekâtı’nın başlayacağı 5 Temmuz 1943 sabahı 02.20’de yoğun
bombardımana başladı. Alman taarruzu ise saat 05.30’da başladı. Kuzey sektöründeki
bu gelişmeler Alman saldırısının koordinasyonunu bozmuştu (Jukov 1982:341). Saat
2.00’de ises 6. Muhafız ve 7. Muhafız ordularından 600 top ve havan, Alman 4. Panzer
Ordusunun saldırı bölgesinde yoğun bir karşı-hazırlık bombardımanına girişmişti. Aynı
1 Bu sayı 1944’te toplam 430.000’e çıkmıştır.
117
şekilde şafaktan önce güney sektöründe bulunan Harkov bölgesindeki havaalanlarına
Sovyet 2. ve 17. Hava Ordularının 400 den fazla uçağı bombardıman saldırısı düzenledi.
Amaç Luftwaffe’ye en başından ciddî bir darbe indirerek harekâtın gidişinde panzerlere
vereceği yakın-desteğin mümkün olabildiğince azaltılmasını sağlamaktı. Saldırı sürpriz
şekilde başlasa da, Alman radarları son anda Sovyet akınını tespit etmiş ve JG-3 “Udet”
ile JG-52 avcı filoları havalanarak saldırıyı püskürtmeyi başarmışlardı. 120 Sovyet
uçağı düşürülürken, harekât için cephede bulunan Luftwaffe Genelkurmay Başkanı
Hans Jeschonnek havadaki bu kapışmayı bizzat yerden izlemişti (Hardesty 1982:159-
160). Harekâtın sürpriz özelliğini kaybettiği ortadaydı. Bütün bu gelişmelere rağmen
saat 05.00’te 4. Panzer Ordusu orta sınıf tanklar yanlarda, ağır tanklar ortada ve
panzergranedierler iç kesimlerde olmak üzere kama düzeninde saldırıya geçtiler. Kuzey
sektöründeki 9. Ordu da saat 05.30’da Sovyet 13. Ordusu’nun üzerine atıldı. Ancak
gelişmeler Almanlar açısından sıkıntılıydı. Daha ilk günden 586 Alman tankı yok
edilmiş ya da savaş dışı kalmıştı (Erickson 2003:101).
Güneydeki ana savunma hatlarının üçü de yarıldı. Ancak Almanlar’ın kayıpları da az
değildi. Özellikle de yeni üstün sınıf tanklarda1 rastlanan sık bozulmalar ciddî sorunlar
yarattı. Güney Sektörü’ndeki yarmada piyade tümenlerinin düşük kalitesi ve topçunun
yetersizliği buradaki harekâtı durma noktasına getirtmişti (Manstein 1962:495).
Pantherler’in 76’sı teknik sorunlardan dolayı 8 Temmuz’da tamirhanelerde yatıyordu
(Cross 2002:181). 10 Temmuz’da saldırının hızı yavaşlamaya başladığında güneydeki
yarma her şeye rağmen 32 km.’yi bulmuştu. Kuzeyde ise işler ters gitmiş ve 7-8
Temmuz’da Ponyri’deki sert direniş buradaki ilerleyişi durdurmuştu. 10 Temmuz’da bu
sektörde ancak 13 km. kadar yarma yapılabilmişti. Alman saldırısının zayıflaması, 12
Temmuz’da Kuzey Sektörü’ndeki Bryansk Cephesi’nin karşı-taarruzunu getirdi (Jukov
1982:345-346). Ruslar, 11 Temmuz’da büyük bir kuvvetle 2. Panzer Ordusu’na karşı
1 Almanlar Sovyet T-34 ve KV-1 tanklarına kesin bir üstünlük sağlamak için geliştirdiği yeni tank ve tank-avcısı tiplerinin bir çoğunu Kursk’ta kullanmıştır. Bunların başını şüphesiz 88 mm’lik topuyla Tiger ağır tankı ile 75 mm.’lik topuyla ve zırh ile eğim optimizasyonunu en iyi şekilde sağlayan Panther orta sınıf tankı çekmekteydi. Tiger’ların sayısı Harkov’tan beri daha da artırılarak geniş sayılara varmıştı. Bununla birlikte 88 mm.’lik topa sahip olan 88 tonluk tank-avcısı Ferdinand o zamana kadar görülmüş en ağır tanktı. Bunların yanında Näshorn, Hummel, Brummbär gibi kendinden kundaklı top çeşitleri de Kursk için hazırlanmışlardı. 1943 Şubat’ında geniş yetkilerle Zırhlı Birlikler Genel Müfettişi yapılan Guderian, Hitler ile yaptığı ve diğer sınıf müfettişlerinin de katıldığı ilk toplantısında sunduğu raporda 9 Mart’ta özellikle Kursk için hazırlanması istenilen Panther tanklarının Temmuz-Ağustos’tan önce muharebe için hazır olamayacağını belirtmişti (Guderian 1983:51).
118
genel taarruza geçtiler (Manstein 1962:495). Bu sayede rahatlayan Merkez Cephesi de
15 Temmuz günü kendi genel karşı-taarruzuna başladı (Jukov 1982:348-349).
2.3.2.3. Prokhorovka Tank Muharebesi Ve Sonrası (12-19 Temmuz 1943)
7 Temmuz’da General Ernst von Knobelsdorff’un XXXXVIII. Zırhlı Kolordusu
Obojan’a doğru Sovyet hattını 11 km. yarmıştı. 11 Temmuz’da General Hausser’in II.
Zırhlı kolordusu taarruzla Prokhovovka’ya doğru atılmış ve daha batıdaki Psel
Geçidi’ni muharebe ederek ele geçirmişti. 12/13 Temmuz’daki Sovyet karşı-+taarruzları
püskürtülmüş, 14 Temmuz’da ise II. SS Panzer Kolordusu geriden taarruz ederek
Prokhorovka’ya, XXXXVIII. Panzer Kolordusu da Obaja’nın batısındaki Pssel
Vadisi’ne ulaşmışlardı. Buna rağmen Ruslar, ihtiyat olan 10 zırhlı veya mekanize
kolorduyu savaşa sürdüler. 13 Temmuz’a kadar Ruslar, 24.000 esir verirken, 1.800 tank,
267 top ve 1.080 tanksavar kaybetmişlerdi (Manstein 1962:496).
Ne var ki, Hoth’un 4. Panzer Ordusu’nun sağ kanadını koruması gereken Kempf Ordu
Grubu’nun tankları sert direnişten Donets’in doğusunda yeterince hızlı
ilerleyememişlerdi. Hoth, Sovyet savunmasını tamamen yarmak için nihaî bir saldırı
başlattı ve Sovyet 5. Muhafız Tank Ordusu da bu saldırıyı karşılamak için harekete
geçti. 12 Temmuz’da iki tank ordusu Prokhorovka yakınlarında birbirine girdiler. İki
tank ordusu için dar sayılabilecek bir alanda 1.500’ü aşkın tank birbirine girdi ve tam
bir tank düellosu başladı. Almanlar, Prokhorovka’da 700 tankla Sovyetler’in 850
tankına karşı muharebeye girdiler. Bunların 100 kadarı Tiger-IE tipi ağır tanklardı.
Uzak mesafeden tüm Sovyet tanklarını bertaraf edebilen üstün sınıf Alman tanklarının
etkinliği yakın mesafe çarpışmalarında Rus tankları ile neredeyse dengelendi ve sonuçta
Almanlar 400 tank ile 10.000 asker kaybederek çekildiler. Güneyden muharebe alanına
varmaya çalışan Kempf Grubu’nun 300 tankı ise muharebeye yetişmek için bir gün
kadar geç kalmıştı. Bu arada kuzeydeki harekât ta daha kuzeyden Orel üstüne yapılan
Sovyet vuruşu yüzünden durdurulmuş ve tüm gözler güneydeki harekâta çevrilmişti.
Ruslar’ın Prokhorovka’daki tank kaybı Almanlar’a göre daha fazlaydı.
Provhorovka’dan sonra Sovyet tank gücü de Kursk Muharebesi’nin başındakinin yarıya
119
inmişti. (Keegan 1989:124) Ancak muharebe sona erdiğinde “modern savaştaki en
büyük karpaylarından biri” olarak tabir edilen savaş alanına hakim olma sayesinde
Sovyet tanklarının bir kısmı tamir edilerek yeniden işler hale getirildi. Rotmistrov’un
söylediğine göre, 13 Temmuz’da 5. Muhafız Tank Ordusu’nun kaybettiği 400 tankın
hasarları tamir edilebilir düzeydeydi (Nipe 1998:29). Prokhorovka’da 70’i Tiger-IE
olmak üzere 300 Alman tankı ile 300 kamyon yok edilmiş, Sovyet 5. Muhafız Tank
Ordusu’nun 900’e yakın sayıdaki tanklarının yarısından çoğu da vurulmuştu (Erickson
2003:110-111).
13 Temmuz’da Kluge ve Manstein Hitler’in genel karargahına gittiler. Kluge, Model’in
9. Ordusu’nun 20.000 kayıp verdiğini ve daha ilerleyemeyeceğini, 2. Panzer
Ordusu’nun cephesindeyse üç derin gedik açıldığını ve 9. Ordu’nun savaşa sürülen
birliklerini çekerek buraları doldurmak zorunda kaldığını söyledi. Manstein ise
Obojan’ın doğusundan iki zırhlı kolorduyla taarruza geçebileceğini ve bunun Kempf
Ordu grubu ile doğudan destekleneceğini bunun için de Hitler’in Sicilya’ya göndermek
istediği birliklere ihtiyacı olduğunu söyledi. Manstein, bu sayede Kursk’un güneyine
kadar harekâtı başarıyla sürdürebilecekti. Aksi takdirde Sovyet karşı-taarruzu başlarsa
Donets ve Kursk’un güneyinde ciddî sorunlarla karşılaşacağını da ekledi (Manstein
1962:498). Hitler ise bazı birlikleri Kursk cephesinden çekerek Sicilya’ya göndermek
isiyordu.
Buna rağmen, Manstein güney kesiminde küçük bir zaferin kazanılmak üzere
olduğunun farkındaydı. Çünkü Sovyet orduları da taktik ihtiyatın neredeyse tamamını
bitirmişler ve korkunç kayıplara uğramışlardı. Son kalan Sovyet tank birliklerini
Almanlar kolaylıkla yok edebilecek durumdaydılar ve bu yapıldığı takdirde Psel
Irmak’ının kuzeyinde daha kolay hareket ederek Kursk’a güneyden yaklaşabileceklerdi.
Burada Ruslar’ın imdadına yine Hitler’in verdiği yanlış bir karar1 yetişti.
1 Manstein, Hitler’in kesin sonuçlar alacağı askerî rizikolardan kaçındığı konusuna önemli bir açıklık getirmiştir. Birincisi Hitler’in bu rizikoya dayanabilecek askerî kudrete sahip olmadığı hissiydi. İkincisi ise diktatör olarak prestijinin sarsılmasına yol açacak hareketler istemiyordu. Üçüncüsü de önceden karar verdiği bir hareketten sonradan vazgeçmek gibi bir eğilimi vardı (Manstein 1962:301-302).
120
Manstein, Zitadelle Harekâtı’nın, Sicilya’ya yapılması muhtemel bir çıkartma ile
çakışabileceği uyarısında bulunmuştu (Manstein 1962:487). Manstein’ın korktuğu
olmuş, 10 Temmuz’da Amerikan ve İngiliz birlikleri Sicilya’ya çıkarak adadaki
gönülsüz İtalyan direnişini kırmışlardı. Almanlar politik nedenlerle burada az birlik
bulundurduklarından yeterince hızlı bir müdahele yapamamışlardı. Avrupa’da ikinci bir
cephenin açılması Hitler’i Doğu Cephesi’nde hayati önem taşıyan yanlış bir karar
vermesine yol açtı.
Hitler, Donets’e yönelik tehlikeye karşı Manstein’in acilen Kempf Grubu’ndan savaşa
sokulmasını istediği XXIV. Zırhlı Kolordu’yu Güney ordular Grubu’nun emrine
vermediği gibi, 16 Temmuz’da Kursk kavisinde savaşlar kesilmişti. Manstein, Kursk’a
doğru son vuruşa hazırlanıyordu ki, 17 Temmuz’da 4. Panzer Ordusu’na bağlı II. SS
Panzer Kolordusu’nun acilen Sicilya’ya nakli için savaştan çekilerek OKH emrine
verilmesini, ertesi gün ise iki panzer tümeninin Merkez Ordular Grubu’na aktarılmasını
emretti.1 Hitler, Manstein’ın tüm itirazlarına rağmen kararından vazgeçmedi. Normal
şartlarda iki haftadan daha az sürede sonuçlanamayacak bu nakil Sicilya’da hiçbir şeyi
değiştiremeyeceği gibi, hiçbir zaman da gerçekleşmeyecekti. Çünkü Almanlar’ın bu
duraksaması, son Sovyet birliklerinin yok edilmesini önlemiş ve Ruslar’ın zaman
kazanarak karşı-saldırıya geçmesini sağlamıştır. Alman kayıpları 120.000 asker ve
1.500 tank, Sovyet kayıpları ise 100.000 asker ve 1.500 tank oldu. Sovyet tanklarının
bir çoğu sonradan kurtarıldı (Perrett 1992:163). Muharebelerde, Güney Ordular Grubu
34.000 Rus’u esir almıştı. Ruslar’ın bu sektördeki ölü sayısı tahmini ise 17.000 kadardı.
Manstein, Ruslar’ın bu kesimdeki toplam kaybını 85.000 olarak tahmin etmiştir.
Almanlar’ın iki ordusundaki toplam kayıplar ise 330’u ölü, toplam 20.720’dir.
Manstein, birkaç piyade tümeni’nin ağır hasar gördüğünü, ancak tüm panzer tümenleri
de dahil olmak üzere, diğer tümenler hala saldırı kabiliyetlerini koruduğunu belirtmiştir
(Manstein 1962:499-500).2 Manstein, 1943 baharında Harkov’da Sovyetler’e verdiği
1 İtalya için ayrılmış olan II. SS Panzer Kolordusu ise Sovyet karşı saldırıları başlayınca mecburentekrardan Donets bölgesine verilecektir. (Manstein 1962:500.2 Başka bir kaynağa göre Almanlar, sadece güney sektöründe en az 1.800 tank ve binden fazla tanksavar yok etmişler, 24.000 esir almışlardı. Sovyet zırhlı birlikleri Kursk Muharebesi’nin başına göre yarıya inmişti. Ruslar’ın iddiasına göre Kursk’ta Almanlar’ın 70.000 askeri ölmüş, 2.952 tank ve 195 hücumtopu, 844 sahra topu, 1.392 uçak ve 5.000 kamyonu ise yok edilmişti (Erickson 2003:112).
121
zararın daha büyüğünü Kursk’un güneyinde zafere ulaşarak başaracakken, Hitler’in
kararı her şeyi tersine çevirmişti (Nipe 1998:76).
2.4. SOVYET ÜSTÜNLÜĞÜ
2.4.1. Kursk Karşı-saldırısı’ndan Bulgaristan’ın İşgali’ne Kadar Olan
Dönem (17 Temmuz 1943 - 8 Eylül 1944)
2.4.1.1. Sovyet Karşı-Taarruzu (19 Temmuz-Ağustos 1943)
Alman ihtiyatını geciktirmek isteyen Stavka, 14 Temmuz 1943’te partizanlara
demiryollarına topyekün sabotaj emri vermişti. 16 Temmuz’da Orel Sektörü’ne
gönderilen 3. Muhafız Tank Ordusu Orel’in doğusundan, 4. Tank Ordusu ise daha
kuzeyden çarpışmalara katılarak Popov’un Bryansk Cephesi’nin iki koldan Alman
hatlarını yarmasını sağladılar. 5 Ağustos’ta Orel düştü ve Almanlar 18 Ağustos’ta
Bryansk’a kadar gerilelemişlerdi.
Güneyde ise Güney Ordular Grubu, 17 Temmuz’da 29 piyade tümeni ile 13 panzer ve
panzergranedier tümenine sahipti. Ruslar ise 109 tümen, dokuz piyade tugayı, 10 zırhlı
kolordu, yedi mekanize kolordu ve yedi süvari kolordusunun yanısıra 20 bağımsız zırhlı
tugay, 16 zırhlı alay ile sekiz tanksavar tugayını Güney Ordular Grubu’nun karşısına
çıkarmıştı. 7 Eylül’e kadar 55 piyade tümeni, iki zırhlı ya da mekanize kolordu, sekiz
zırhlı tugay ve 12 zırhlı alay daha cephenin diğer kesimlerinden buralara sevkedilecekti.
Böylece Sovyet kuvvetinin Almanlar’a oranı 7:1’i bulmuştur (Manstein 1962:504).
Sovyet birlikleri 19 Temmuz’dan itibaren Alman hatlarına saldırmaya başladılar. 23
Temmuz’da Voronej Cephesi, 5 Temmuz’da atıldıkları mevzilerine varmışlardı (Jukov
1982:360).
122
Ruslar’ın Mayıs 1943 ile 23 Temmuz 1943 arasındaki Kursk savunması kayıpları
70.330 ölü ve kayıp, 107.517 yaralı, toplam 177.847 asker, 1.614 tank ve kendinden
kundaklı top, 3.929 top ve 459 uçak şeklinde gerçekleşmişti (Glantz 1995:296-297, Ek
Tablo B). Ancak bundan sonra Almanlar’ın savunma muharebeleri verecekleri
çarpışmalar daha da kanlı geçecekti.
Yapılacak yarma için Voronej Cephesi’nin 5. ve 6. Muhafız Orduları’nın bölgesi
seçilerek buraya kilometre başına 218 top ve havan ile 44 tank düşecek şekilde birlik
yığılması kararlaştırılmıştı. Yarmabın ertesi günü açılacak gedikten 5. Muhafız Tank
Ordusu ile 1. Tank Ordusu Ahtirka’ya dalacaklardı. Stepler Cephesi’ne verilen görevse
Bjelgorod’u ele geçirerek, Harkov’a yürümekti (Jukov 1982:361-362).
Konev’in Stepler Cephesi, 3 Ağustos’ta yoğun top ve hava bombardımanlarıyla
“Rumyantsev Harekâtı” kodadı altında Bjelgorod-Harkov’a harekâta başladı. Rus
tankları günün ikinci yarısı devreye girdi ve akşama kadar 30 km.’den fazla ilerlemiş
oldular. Almanlar’ın tüm taktik düzenleri yarılmıştı. Stepler Cephesi ilk günün sonunda
15 km.’den biraz fazla ilrlemişlerdi. Bunun nedeni daha güçlü ve daha fazla derinliğe
sahip kademelenmiş savunma düzenine çatmış olmasıydı. Ertesi gün Alman savunması
sertleşince Stepler Cephesi’nin ilerleyişi yavaşladı. Ancak Almanlar tuzağa düşmekte
olduklarını sezerek çekilmeye başlayınca Stepler Cephesi’nin ilerleyişi tekrar 4
Ağustos’ta hızlandı. 5 Ağustos’ta Bjelgorod ele geçirildi (Jukov 1982:364-365).
7 Ağustos 1943’te Kursk’un güneyinde kalan bölgede, Sovyet kuvvetleri Almanlar’a
asker sayısında 3:1, tank sayısında ise 5:1 üstünlük sağlamışlardı (Glantz 2002:225).
Böylece ilerleyiş sürdü ve 23 Ağustos’ta Harkov da düştü. 27 Ağustos’ta harekât
tamamlandığında Kızılordu’nun Ukrayna’nın tamamını kurtarması için gerekli şartlar
oluşmuş bulunuyordu. Bu arada Mius’taki Alman hatlarını Tolbukhin’in 5.000 topu ve
havanı 18 Ağustos’ta dövmeye başlamıştı. Kısa süre sonra Mius Hattı yarılmış ve
Ruslar Taganrog’a girmişlerdi (Erickson 2003:124).
Daha kuzeydeki Alman 4. Ordusu ise on tümeni ve kuvvetli topçu desteğiyle, 20 ila 36
tümenlik Sovyet saldırılarına karşı koyabiliyordu. Ordunun savunduğu hat 200 km. idi.
123
4. Ordu’nun komutanı olan Orgeneral Gotthard Heinrici, tehdit altındaki sektöre 380
topun ateşini yoğunlaştırmıştı. 4. Ordu’nun ihtiyatı da bulunmuyordu (Liddel Hart 1996,
II:438-440).
Orel’deki muharebelerde 1. Hava Tümeni 37.421 sorti ile 1.733 Rus uçağı düşürürken
sadece 64 uçak kaybetmişti. bu birlik ayrıca 1.100 sovyet tankını ve 1.300 kamyonu
savaş dışı bırakırken, sovyet hedeflerine de 20.000 ton bomba atmıştı. 12. Flak Tümeni
ise 383 Rus uçağı düşürmüş, 229 Sovyet tankını yok etmiş ve Sovyet piyadesine de ağır
kayıplar verdirmiştir (Mitcham 1997:220). Kızılordu’nun Orel saldırısı kayıpları, 12
Temmuz ile 18 Ağustos arasında 112.529 ölü ve kayıp, 317.361 yaralı, toplam 429.890
asker, 2.586 tank ve keninden-kundaklı top, 892 top ve 1.104 uçak, Bjelgorod-Harkov
Saldırısı kayıpları ise Mart’tan 23 Ağustos’a kadar 71.611 ölü ve kayıp, 183.955 yaralı,
toplam 255.566 asker, 1.864 tank, 423 top ve 153 uçak şeklinde gerçekleşmiştir (Glantz
1995:296-297, Ek Tablo B). Kursk Karşı-saldırısı’na 2.300 tankla başlayan Ruslar’ın,
saldırı sona eriğinde ellerinde 500 tankı kalmıştı. Buna karşılık 220 olan Alman tank ve
hücumtopu sayısı 330’a yükselmiştir (Glantz 2002:365).
Kursk Zaferi üzerine parti ve hükümet 100.000’i aşkın er, subay ve generale nişan ve
madalyalar vermiş, bir çoğunu da “Sovyetler Birliği Kahramanı” ilan etmiştir (Jukov
1982:371).
2.4.1.2. Mius Muharebesi (30 Temmuz 1943)
30 Temmuz 1943’te 3. Panzer Ordusu bir saldırı ile General Malinovski’nin
birliklerinin Mius nehri üzerinde sahip oldukları köprübaşına geçişini engellemek istedi.
Mius Sektörü’ne yönelik Alman karşı taarruzu, dört panzer, bir panzergrendier ve iki
piyade tümeni ile gerçekleştirildi ve burada Sovyetler’in 16 piyade tümeni, iki mekanize
kolordu, bir zırhlı tugay ve iki tanksavar tugayının bulunduğu köprübaşını dağıttı.
Ruslar’ın tank sayısının yetersiz olması sayesinde Almanlar taktik başarı kazanmıştı. Bu
muharebe Almanlar’ın Rusya’daki son taktik başarısı oldu (Keegan 1984:176).
Muharebe sonunda 18.000 Rus askeri esir edilirken, 700 tank, 200 top ve 400 tanksavar
124
da yok edilmiştir (Manstein 1962:512-513). Öte yandan Rokossovski’nin birlikleri de
bu saldırı sayesinde yeniden organize olmaya fırsat bulmuştur.
2.4.1.3. Sovyet Genel Taarruzu (Ağustos-Aralık 1943)
Kursk Muharebesi Almanlar’ın kesin yenilgisi ile kapandıktan sonra, artık inisiyatifi
tamamen ellerine geçirmiş olan Ruslar’ın hedefi, fırsattan istifade ederek Kursk’ta
dağılan Alman Ordusu toparlanmadan önce Ukrayna’yı kurtararak Dinyeper’i geçmekti.
Bunu iki safhaya bölmüşlerdi. İlk safhada Ukrayna’nın ve Kiev’in endüstri bölgelerini
içeriyordu. İkinci safha ise Dinyeper’in batı yakasında stratejik köprübaşları oluşturarak
Kiev’in ele geçirilmesini kapsıyordu. Ukrayna muharebelerine katılan sekiz Sovyet
cephesinde toplam 2.633.000 asker, 51.000’i aşkın top ve havan, 2.400 tank ve 2.850
uçak toplanmıştı. Bunların karşısında Kluge’nin Merkez Ordular Grubu’nun 2. Ordusu
ile Manstein’in Güney Ordular Grubu’nun 4. Panzer, 8., 1. ve 6. orduları bulunuyordu.
Almanlar’ın toplam mevcudu ise 1.240.000 asker, 12.600 top ve havan, 2.100 tank ile
2.100 uçak şeklindeydi (Keegan 1989:126).
Voronej Cephesi komutanı Vatutin, Almanlar’ın 4. Panzer Ordusu ile Kempf Ordu
Grubu’nun arasındaki bölgeyi yarmayı denedi ve Sovyet zırhlıları 8 Ağustos’ta iki ordu
arasında oluşan 50 km. genişliğindeki yarıktan derinlere daldılar. Ertesi hafta Harkov’a
yönelik baskı yoğunlaştırıldı ve 22 Ağustos’ta Kempf, Hitler’in her ne pahasına olursa
olsun Harkov’ta tutunulacak emrine rağmen, şehrin boşaltılmasını emretti. Harkov’u
boşaltan Kempf, Hitler tarafından görevinden alındı. 1943 Ağustos’u sonuna kadar
Güney Ordular Grubu’nda yedi tümen, 38 alay ve 252 tabur komutanı tasfiye edilmiştir
(Manstein 1962:505).
20-21 Ağustos tarihinde, Güney Ordular Grubu’nun OKH’a sunduğu durum raporuna
göre, 980 km.’lik hattı 14 panzer ve 38 piyade tümeniyle tutan, ancak savaş gücü 24½
tümen ile sınırlı olan Güney Ordular Grubu’nun 6., 1., 8. ve 4. Panzer orduları,
Ruslar’ın 127-150 piyade tümeni, dokuz zırhlı kolordu, yedi mekanize kolordu, bir
süvari kolordusu, 20 zırhlı tugay ve 31 zırhlı alaya ve toplam 1.470 tanka sahip bir
125
kuvvete karşı direnmeye çalışıyorlardı. Güney Ordular Grubu’nun birliklerinin sayısı,
Kursk’un başından Ağustos sonuna kadar dokuz piyade ve bir panzer tümeni eklenerek
artarken, Ruslar’ın bu kesimdeki artışı 55 piyade tümeni ve iki zırhlı ya da mekanize
kolordu olmuştu (Manstein 1962:516-517).
Ağustos’un ikinci yarısında Sovyet saldırısı genişletildi. General Popov’un Bryansk
Cephesi Orel’den Bryansk’a ilerlemek, Yeremenko’nun Kalinin Cephesi Smolensk’e
doğru bastırmak, Rokossovski’nin Merkez Cephesi ile Vatutin’in Voronej Cephesi de
Dinyeper’i hedef alarak ilerlemek ile görevlendirildiler. Artık Ruslar 720 km.’lik bir
cephede saldırıya geçmişlerdi ve Manstein’ın elinde savunma için 37 piyade tümeni ile
17 panzer tümeni vardı ki, bunlar da harekât güçlerinin altındaydılar. Manstein’ın yedi
kez ricası üzerine, Hitler sonunda Dinyeper’e çekilmeyi kabul etti. Harkov düştükten
sonra Almanlar, tahkim edilmemiş olsa da Dinyeper’in batısında mevzilendiklerinde
cephenin tekrar sabitleneceğini düşünüyorlardı.1
Stepler Cephesi’nin sağ kanadı 13 Ağustos’ta Krasnograd’a doğru taarruz etti ve kalanı
da 16 Ağustos’ta Kuzey Donets’teki bir köprübaşından saldırıya geçti. 25 Ağustos’ta
Akhtirka’ya varan Ruslar, Dinyeper’e döndüler (Jukov 1982:370). Bu saldırılar, 13
Ağustos ile 22 Eylül 1943 arasında gerçekleştirilen Don Havzası Harekâtı’nın
parçasıydı. 17. Hava Ordusu’nun desteklediği Güneybatı Cephesi ve 8. Hava
Ordusu’nun desteklediği Güney Cephesi, Luftflotte IV’ün desteklediği Alman Güney
Ordular Grubu’na yüklendi. Ruslar, 22 Eylül’de Dnepropetrovsk’un güneyinden
Dinyeper Nehri’ne ulaştılar.
Daha kuzeydeki Merkez Cephesi de 26 Ağustos’ta saldırıya geçmişti. Bu cepheye bağlı
olan 60. Ordu, Sevsk’in güneyinden bir yarma yapma başarısını gösterdi ve Ruslar 31
Ağustos’ta oluşan 100 km. eninde, 50 km. derinliğindeki gedikten Kiev’e doğru
ilerlemeye başladılar. 27 Ağustos’ta, Hitler’in Winnitza’da bulunan genel karargahında
kendisi ve diğer komutanları bilgilendiren Manstein, Güney Ordular Grubu’nun
133.000’e varan kaybına karşılık sadece 33.000 kişilik bir ihtiyatı bulunduğundan ve
ağır kayıplara uğramasına rağmen Ruslar’ın yeni birlikler sağlıyabildiğinden 1 Böyle düşünmekte de haklıydılar. Ne de olsa Dinyeper, genişliği sayesinde oldukça zor bir geçit ve doğal bir savunma hattıydı.
126
yakınmıştır. Manstein, en az 12 tümenlik yeni bir kuvvet isteyerek fazla yıpranmış
tümenlerin sakin cephelere çekilmesini ya da kuvvet kazanabilmek için Donets
bölgesinin terk edilmesini istemiştir. Hitler ilk şıkkı kabul edercesine bazı vaadlerde
bulunmuş, ancak bunlar boşa çıkmıştır. Çünkü Sovyet Orduları Merkez Ordular
Grubu’nun sol kanadındaki 2. Ordu’ya taarruz ederekbatıya çekilmesine neden olmuş,
28 Ağustos’ta Hitler ile toplantı yapan Kluge kendi sahasından kuvvet çekilemeyeceğini
bildirmiştir. Bu gelişmelerin sonucunda Kuban Köprübaşı boşaltılarak buradan birlik
toplanmasına karar verildi (Manstein 1962:518-523).
Eylül başında Tolbukhin’in Güney Cephesi de Mius Nehri’ni geçerek Taganrog’u aldı
ve Azak Denizi’nin hemen kuzeyindeki Alman 6. Ordusu’nu gerilemeye zorladı.
Hemen kuzeyindeki Malinovski’nin Kuzeybatı Cephesi Donets’i geçerek Stalino’ya
yönelince burayı korumakla görevli 1. Panzer Ordusu da hızla çekilmeye başladı.
Sovyet komutanları da yürüyüşleri doğrultusunda Dinyeper’de köprübaşı elde etmek
üzere emir aldılar. Bu sırada Merkez ve Voronej cepheleri Kiev, Stepler Cephesi
Poltova ve Kremenchug, Güneybatı cephesi ise Dinyepropetrovsk şehirlerini hedef
alarak ilerliyorlardı. Düşmana cephehattında güç dengesinin sağlandığı izlenimi veren
klasik bir Sovyet aldatması olarak, Voronej Cephesi Kiev’in güneyinde bir “mobil
grubu” konuşlandırıldı ve bu grup hızla ilerleyerek 21-22 Eylül gecesi Dinyeper’e
ulaştı. Ertesi gün ileri üniteler Rjischev ile Veliki Bukhrin arasında küçük köprübaşları
kurdu.
15 Eylül’de Manstein’ın Hitler ile görüşmesinden Dinyeper’in gerisine çekilme emri
çıkmıştı. Ancak Almanlar’ın Dinyeper’den çekilebilmesi için 700 km.’lik bir cephedeki
birliklerini bir arada beş geçitten geçirmek zorundaydılar. Almanlar’ın kullanacakları bu
geçitler kuzeyden güneye, Kiev, Kanev, Çerkassi, Krementschug ve Dinyepropetrovsk
idi. Ayrıca 200.000 yaralıyı ve 100.000 sivili de düşünmesi gerekiyordu. Bunları
sağlayabilecek 2.500 katar mevcuttu (Manstein 1962:532-535). Sovyet 1. Tank
Ordusu’nun Dinyeper kavsinin doğusunda Alman çekilmesini kesme girişimi başarısız
oldu ve Ruslar yaklaşık 10.000 ölü, 350 tank, 350’den fazla top ve 5.000’den fazla esir
verdiler (Manstein 1962:545). Ayrıca Almanlar Jitomir yakınlarında Sovyet birliklerini
durdurup geri atmış ve Jitomir’i de geri almışlardı. Burada ise, Ruslar yaklaşık 20.000
127
ölü ve 5.000 esir vermiş, 600 tank, 300 top ve 1.200’ü aşkın tanksavar Almanlar
tarafından yokedilmiş ya da ele geçirilmişti (Manstein 1962:552). Manstein’ın
zamanında Dinyeper’in gerisine çekilmesi, 750.000 Alman askerinin kurtulmasını
sağlamıştır (Lederrey 1955:130).
Bu arada Almanlar, 25 Eylül’de Smolensk’i de terkederek Sokolovsky’nin Batı Cephesi
ile Yeremenko’nun Kalinin Cephesi arasında kalıp çevrelenmekten kurtuldular. Eylül
sonunda Ruslar bu sektörden de Dinyeper’in doğu kıyısına ulaştı ve böylece
Smolensk’ten Zaparoje’ye kadar nehrin doğusunu kurtarmış oldular.
2.4.1.4. Taman Yarımadası Muharebesi (Eylül-Ekim 1943)
Kafkasya’da Alman işgalinde bulunan son toprak olan Taman Yarımadası’nda
Almanlar’ın ellerinde tuttukları Kuban Köprübaşı da Eylül’den itibaren tehlike
altındaydı. Kuban üzerinde 1943 ilkbaharı boyunca Luftwaffe kuvvetliydi (Shtemenko
1971:96) ve 1943 sonbaharına kadar burası tutunmayı başarmıştı. Ancak Taman da 9
Eylül’de Petrov’un Kuzey Kafkasya Cephesi’nin başlattığı harekâta maruz kaldı.
9 Eylül gecesi hava ve topçu keşif bombardımanları başlamış, daha sonra Novorossisk
bölgesine denizden ve karadan ağır topçu bombardımanı devreye girmişti. Denizden
yapılan çıkartma, karadan taarruzla desteklendi ve ertesi gün Alman savunma hatları
Ruslar’ın eline geçti. Kurulan yeni savunma hattı da 14 Eylül’de yarıldı gemilerin topçu
desteğiyle, Rus birlikleri. 16 Eylül’de Novorossisk’e girerek şehri ele geçirdiler. Bunlar
Almanlar’ın bazı birliklerininricat yolunu da kesti. Bunun üzerine Almanlar,
Taman’daki Mavi Hat’tın gerisine çekilmeye başladılar. Bu dönemde Sovyet Hava
Kuvvetleri de hava üstünlüğü kurmaya başlamıştı. Kırım’a geçmekte olan Alman
askerlerinin bindikleri gemiler hava taarruzu ile kayıplar verdiler. 9 Ekim’de
Taman’daki savaşlar bittiğinde esirler hariç, Almanlar 4.000 asker kaybetmiş, 1.300’e
yakın havantopu ve 92 tank Ruslar’ın eline geçmişti (Shtemenko 1971:105-106).
Almanlar’ın artık buradan Kafkasya’ya harekât düzenlemelerine de olanak
olmadığından, 17. Ordu’nun Taman’da kalan son birliklerinin çoğu 9 Ekim’de
128
boşaltılarak Kırım’daki mevzilere yerleştirilmişlerdi Sadece kıyı şeridinde bir hat elde
tutuluyordu. Böylece Kafkasya’ya Alman tehdidi iyice azalmıştı. Ayrıca 17. Ordu
kuzeyinde kalan Dinyeper’e yönelik Sovyet harekâtlarını kaygıyla izlemekteydi. Çünkü
Kırım Yarımadası’nın Perekop’taki ağzı mühürlenirse tüm bir ordu buraya hapsolacaktı.
Yine de Taman’daki kıyı şeridi Kırım’daki duruma bağlı olarak 1944 Mayıs’ına kadar
elde tutuldu. Burayı artık fazla önemsemeyen Ruslar ise Ukrayna’nın tamamının
kurtarılmasının hazırlıklarına başlamışlardı.
2.4.1.5. Bukhrin Köprübaşı Muharebeleri (Eylül-Kasım 1943)
Stavka, Voronej Cephesi’ne Dinyeper’i geçebilmesi için üç hava indirme tugayı tahsis
etmişti. Bunlar 1., 3. ve 5. Muhafız Havaindirme tugaylarıydı. Öncü birimler 21/22
Eylül’de nehrin karşı yakasına geçmiş, 3. Muhafız Havaindirme Tugayı da 24-25 Eylül
gecesi bir havaindirme harekâtı ile Alman hatlarının gerisine bırakılmıştı. Bunların
amacı köprübaşının genişletilerek sağlamlaştırılmasına yardımcı olmaktı. Burada
Sovyet 40. Ordusu gelene kadar bölgenin güvenliğini sağlaması bekleniyordu. 5.
Muhafız Havaindirme Tugayı da güneyden gelen Alman birliklerini durduracaktı. 1.
Muhafız Havaindirme Tugayı ise Dinyeper’e en yakın olandı.
Sovyet paraşütçüleri Alman hatlarının gerisinde çarpışırlarken asıl Sovyet birlikleri 22
ila 30 Eylül tarihleri arasında Dinyeper’in doğu yakasına vararak burada 800 km.’lik bir
hat kurdu. Ancak Bukhrin Köprübaşı Muharebesi Sovyet paraşütçülerin yenilgisiyle
sonuçlandı. Toplam 4.575 paraşütçünün sadece yarısı harekâta katılabilecek şekilde sağ
kalmayı başarabilmişti. Harekât kötü planlanmış ve kötü yürütülmüştü. Birlikler
dağınıktılar. Sadece 5. Muhafız Havaindirme Tugayı birimleri biraz daha güneyde 13
Ekim’de toplandılar ve 24-25 Ekim’de buradan güneye doğru rahatsızlık vermeye
başladılar. Ancak bölgede on Alman tümeni konuşlandırılmıştı ki, aralarında 19. Panzer
ve 10. Panzergrenadier tümenleri de mevcuttu. Bukhrin Köprübaşı Muharebesi 13-14
Kasım gecesi Sovyet 52. Ordusu’nun 254. Tümeni’nin burada köprübaşı kurarak
tutunması ile son buldu. Ertesi gün 52. Ordu buradan Dinyeper’i geçti (Keegan
1989:127).
129
2.4.1.6 Kiev’in Kurtarılması (Kasım 1943)
Savaşın Ekim ve Aralık ayları arasında geçen ikinci safhası ise Dinyeper’de kurulan 23
köprübaşı çevresinde döndü. Stavka, Bukhrin Köprübaşı’nda işlerin yolunda gitmemesi
üzerine 1 Kasım’da fikir değiştirdi ve bunu bir aldatma olarak sürdürmeyi kararlaştırdı.
Buna göre asıl saldırı Kiev’e daha yakın bir yerden, Ljutej üzerinden yapılacaktı. 12
Ekim’de Kiev’e doğru saldırıya geçmiş olan Vatutin’in Voronej Cephesi, Kiev’i yandan
çevirmek suretiyle 3 Kasım’da buradan şehre düzenlediği nihaî saldırıyı başlattı ve 6
Kasım’da Kiev’i kurtardı. Ancak buradaki Alman tümenleri kaçmayı başardı. Kuşatılma
tehlikesiyle karşı karşıya kalan Alman 4. Panzer Ordusu şehri zamanında terk etmişti.
Hitler, bunun üzerine General Hoth’u görevinden aldı. Sovyet harekâtı sürdürüldü ve
Zhitomir de alındı. Ancak kent bir Alman karşı-taaruzu ile geri alındı. Almanlar Kiev’e
doğru ilerlediyse de, takviye alan Vatutin onları durdurdu. Ancak Sovyet birlikleri de
Dinyeper’den 160 km.’ye kadar içerilere girmeyi başarmış ve nehrin batısında
kurdukları bu stratejik köprübaşını sağlamlaştırmışlardı.
Almanlar, Kiev ve Aşağı Dinyeper sektörlerinde çifte tehditle karşılaşmışlardı. General
Konev’in Stepler Cephesi Dinyeper’in aşağı kesiminde Kremenchug ile
Dnepropetrovsk arasındaki köprübaşından yaptığı yarmayla güneye ilerlediyse de
Krivoy Rog’a ulaşamadan Alman ihtiyat birlikleri tarafından durduruldu.
20 Ekim’de yapılan düzenlemeyle Sovyet cephelerinin isimleri yenilendi. Buna göre
Yeremenko’nun Kalinin Cephesi 1. Baltık Cephesi, Rokossovski’nin Merkez Cephesi
Beyaz Rus Cephesi, Vatutin’in Voronej Cephesi 1. Ukrayna cephesi, Konev’in Stepler
Cephesi 2. Ukrayna Cephesi, Malinovski’nin Güneybatı Cephesi 3. Ukrayna Cephesi ve
Tolbukhin’in Güney Cephesi de1 4. Ukrayna Cephesi oldu. Popov’un Bryansk Cephesi
ise Ekim başlarında küçültülerek Baltık Cephesi ismini almış ve Velikiye Luki’nin
kuzeyine sevk edilmişti. Bu cephe 20 Ekim’den itibaren 2. Baltık Cephesi yapıldı.
Artık Soviet toprağının kurtarılması, Alman kuvvetlerinin yok edilmesi düşüncesine
ağır basmaktaydı. Ukrayna’nın kurtarılması harekâtı Aralık’ta tamamlandığında 38.000
1 Tolbukhin, 21 Eylül’de Güney Cephesi komutanlığına atanmıştı.
130
yerleşim merkezi kurtarılmıştı ki, bunların 160’ı kent ve şehirdi (Keegan 1989:126).
Bununla birlikte Sovyet 4. Ukrayna Cephesi Perekop’u alarak Alman 17. Ordusu’nu
Kırım’a hapsetmişti. Almanlar Stalingrad ve Kafkaslardan sonra ikinci büyük
gerilemelerini yaşamışlar ve cephehattı güneyden Romanya sınırına yaklaşmıştı.
Kuzeyde ise hala Leningrad önlerindeydi.
Sovyetler, kurtardıkları yerlerde 60 yaşına kadar olan tüm erkekleri askere alıyor, kalan
halkı da askerî işlerde çalıştırıyorlardı (Manstein 1962:535). 1943 Temmuz’undan 1944
Ocak’ına kadar Ruslar, Almanlar’ın tahminine göre yaklaşık 1.080.000 ihtiyat
almışlardı. Aynı dönemde Güney Ordular grubu’nun toplam kaybı 405.409 olarak
gerçekleşmiş, ancak bunların yerine sadece 221.893 ihtiyat gelmiştir. Manstein,
Sovyetler’in cephedeki tank kolordularında o zaman 200-250 tank bulunması
gerekirken, genellikle 50-100 tank bulunduğunu, bunun en az 20 olduğunu söylerken,
Alman Panzer tümenindeki operasyonel tank sayısını da azami 30 olarak vermiştir.
Ruslar, Temmuz 1943-Ocak 1944 arasında tahminen 2.700 tank ihtiyatı alırken, Alman
ihtiyatı hücum topları da dahil olmak üzere sadece 872 olmuştu. Buna Ruslar’ın elinde
hazır olup savaşa sürülmemiş olan ihtiyatlar da dahil değildi (Manstein 1962:584-585).
Aşağı Dinyeper’deki 26 Eylül ile 20 Aralık 1943’teki Sovyet saldırısı, Sovyetler’in
1943’teki en ağır kayıpları yaşamasına neden olmuştu. 173.201 Sovyet askeri ölmüş ya
da kaybolmuş, 581.191’i yaralanmış, böylece toplam 754.392 asker kaybedilmişti.
Ayrıca 2.639 tank ve kendinden-kundaklı top, 3.125 top ve 430 uçak ta, Sovyetler’in
araç kaybı olmuştur (Glantz 1995:297, Ek Tablo B). Kızılordu saflarındaki Çek
birlikleri de, Kiev’deki çarpışmalarda önemli yararlılıklar göstermişlerdir (Erickson
2003:292).
2.4.1.7. Ukrayna’nın Kurtarılması (Aralık 1943-Nisan 1944)
1943 Kasım’ındaki Tahran Konferansı’ndan alınan Avrupa’da ikinci bir cephenin
açılması kararı ile cesaretlenen Stalin, Kursk sayesinde elde ettiği saldırı inisiyatifini
sonuna kadar sömürmeye karar vermiş gibi gözüküyordu. Sicilya’da Kursk saldırısı
131
sırasında açılan cephe ise hiç te müttefiklerin beklediği gibi gitmiyor, müttefikler ağır
kayıplar veriyordu. Burada yapılan Salerno ve Anzio çıkartmalarındaki gelişmeler batılı
müttefiklerin dağlık şartlarda yeterince hızlı ilerleyemeyeceklerini kanıtlamış gibiydi.
Sonuçta savaşın tamamlanması için Fransa-Almanya arasındaki ovalık alandan hızlı bir
ilerleme gerekliydi. Burası Avrupa’da kara-hava doktrininin uygulanabileceği en iyi
bölgeydi. Ancak Mayıs’a kadar bu gerçekleşmeyecekti. 1943-44 kışı boyunca gözler
yine Doğu Cephesi’ne çevrilmişti.
Sovyet orduları Dinyeper’i aştığında en büyük engel gerilerinde kalmıştı. Ancak Doğu
Cephesi’nin güney kesiminde Ukrayna’nın batı ucu ile Kırım Yarımadası hala
Almanlar’ın elindeydi. Kızılordu Birlikleri eğer bu kesimin güvenliğini tam olarak
sağlarlarsa hem Romanya kapılarına dayanacaklar, hem de yazın gerçekleştirecekleri ve
Sovyetler Birliği toprağını tamamen temizleyecekleri büyük saldırı için önemli bir
avantaj sağlayacaklardı. Ayrıca güneyden Karadeniz’den uzaklaşarak Avrupa’nın
ortalarına doğru sokulmaları da cepheyi genişlettiği için yeni tümenler kurarak doğuya
konuşlandırmakta zorlanan Almanlar’ın aleyhine olacaktı.
Kiev’in düşmesinden kısa bir süre sonra Sovyet birlikleri de yıprandıkları için cephe bir
süreliğine sakinleşti ve her iki taraf ta takviyeleri beklemeye başladılar. Noel arifesinde
başlayan Sovyet kış taarruzu 24 Aralık 1943 ila 17 Nisan 1944 arasında 1500 km.’ye
yakın bir hat boyunca seyredecekti. Sovyetler’in ana hedefi “A” Ordular Grubu ile
Güney Ordular Grubu’nu yok etmekti (Keegan 1989:146).
1943 Aralık’ında Doğu Cephesi’ndeki Kızılordu gücü 419.000’i ihtiyat olan 5.568.000
asker, 19’u Stavka ihtiyatı olan 480 tümen, 12’si ihtiyat olan 35 tank ve mekanize
kolordu, dördü ihtiyat olan 46 tank tugayı, dördü ihtiyat olan 80 topçu ve havan tümeni,
271’i ihtiyat olan 5.628 tank ve 312’si ihtiyat olan 8.818 uçaktan oluşuyordu.
Güneydeki harekât sürerken, Sovyet orduları Leningrad ve Novgorod’da da saldırıya
geçmişti ve Doğu Cephesi’nin kuzey ve güney kesimlerindeki iki ayrı harekât birlikte
yürütecekti. Ukrayna’nın doğu yakasına yönelik bu stratejik harekâta Vatutin’in 1.,
Konev’in 2., Malinovski’nin 3., Tolbukhin’in 4. Ukrayna cepheleri ile Kurochkin’in 2.
Beyaz Rusya Cephesi katıldı. Jukov 1. ve 2., Vasilievski ise 3. ve 4. Ukrayna
132
cephelerini Stavka’nın temsilcisi olarak koordine ediyorlardı. Harekâtlar iki safhaya
ayrılmıştı. İlk safha Şubat’ın sonuna kadar sürecek kış safhası, ikinci safha ise 4 Mart
ile 17 Nisan arasında cereyan edecek olan bahar safhası idi. Ukrayna’nın doğu yakası
için düzenlenen saldırı en az on harekâtı içeriyordu. Ruslar, Batı Ukrayna harekâtları
için kış saldırısında kullanmaya yönelik 169 piyade ve dokuz süvari tümeni ,2.000 tank
ve kendinden kundaklı top ile 2.360 uçak ayırmıştı (Erickson 2003:146-148)
Vatutin’in 1.Ukrayna Cephesi, Aralık 1943 başında 452.000 asker, 1.100 tank, 750
uçak, 6.000 kadar top ve havana sahipti (Erickson 2003:143). 24 Aralık 1943’te
Vatutin’in 1. Ukrayna Cephesi Sovyet kış taarruzunu başlatarak Jitomir ve Korosten’i
ele geçirdi. 3 Ocak 1944’te Rus mobil birlikleri Korosten’in 80 km. İlerisindeki
Novigrad Volynsk Kavşağı’nı aldı ve ertesi gün tipi ve kötü yol koşullarına rağmen
Polonya sınırını geçti. 1943’ün son günlerinde baskı yapan 1. Ukrayna Cephesi,
Almanlar’ı Kiev’den uzaklaştırarak Belaya Tserkov ve Berdichev’i 5 Ocak’ta temizledi.
Aynı gün 2. Ukrayna Cephesi de koordineli çalışarak Kirovograd yakınlarında saldırıya
geçti. Hafif kar ve buzlanma toprağı katılaştırarak kara birliklerine yardımcı olurken,
bulutların yoğunluğu hava harekâtını engelliyordu. Ne 1. ne de 2. Ukrayna cepheleri
Korsun-Shevchenkovski civarında Dinyeper’e doğru sokulmuş bulunan Alman
çıkıntısını dağıtmayı başaramadı. Bu kesim tepelik bir araziydi ve Güney Ordular
Grubu’nun 8. Ordusu ile 1. Panzer Ordusu’ndan 12 tümen ile savunuluyordu. Bu durum
özel bir harekât düzenlenmesine yol açtı ve sektördeki ana hedef bu tümenlerin iki
cephe birliklerince kuşatılması oldu.
1944 Ocak’ının ikinci yarısında 1. ve 4. panzer orduları arasında 75 km.’ye kadar açılan
gedik sayesinde, General Konev’in 2. Ukrayna Cephesi’nin sağ kanadı ile Vatutin’in sol
kanadı 24 Ocak’tan itibaren bir kıskaç harekâtı yaparak on Alman tümenini Korsun
civarında kuşattı. Konev, Alman Ordusu’nun daha büyük bir kitlesini kuşatmak için
stratejik noktalara tank yığdı. Manstein, Korsun Cebi’ndeki Alman tümenlerini
kurtarmak için tank saldırısı ile yarma yapmayı denediyse de başarısız oldu. Alman
karşı-vuruşuyla Sovyet 40. Ordusu püskürtülürken, 1. Tank Ordusu’nun büyük bir kısmı
çevrilerek yok edilmiş, Ruslar tahminen 8.000 ölünün yanı sıra 5.500 esir vermişler,
700 tank, 200’ü aşkın top ve 500 tanksavar kaybetmişlerdi (Manstein 1962:573).
133
Kurtarma harekâtı ise Manstein’a 20.000 ölü ve çok sayıda yaralıya malolmuş,
ihtiyatının tamamını da tüketmişti. Yarmayı yapmak ise cepte çevrelenmiş olan Alman
tümenlerine kaldı ve T-34 tanklarına karşı sadece zayıf topçu desteği olan Alman
birliklerinden ancak bir kısmı kurtulabildiler (Keegan 1984:243). Sonunda, 24 Ocak ila
17 Şubat arasında süren Sovyet harekâtı ile kuşatılan 73.000 Alman askeri yok edildi
(Keegan 1989:146).
31 Ocak’ta Krivoi-Rog’un doğusundaki 6. Ordu’nun kuzey cephesine ve güneyden
Nikopol Köprübaşı’na ağır düşman saldırılar başlamıştı. Tümen sayısı bakımından
kuvvet oranı 2:1 Sovyetler’in lehine olsa da, Almanlar’ın bölgedeki altı piyade ve iki
panzer tümeni asker ve silâh bakımından tümen seviyesinin oldukça altındaydılar. İki
panzer tümeninde sadece beş adet operasyonel tank mevcuttu (Manstein 1962:577).
Bundan yararlanan Vatutin, 5 Şubat’ta Rovno’yu alarak güneye yöneldi ve Manstein’ın
komutasını ikiye bölmeye çalıştı. Tolbukhin’in 4. Ukrayna Cephesi de Karadeniz’e
yakın bölgedeki Kleist’ın birliklerini zorlayarak 8 Şubat’ta Dinyeper’in doğu
yakasındaki Nikopol’ü aldı ve buradan güneye hareket ederek Kırım’a girmeye teşebbüs
etti. Alman generallerin Kırım’dan çekilme isteği bir yana dursun, Hitler 6. Ordu’nun
iki tümenini daha Kırım’a göndermek istiyordu. Ancak o zamana kadar A Ordular
Grubu’na bağlı olan ancak Kırım ile irtibatı da kesilmiş bulunan 6. Ordu, biraz geç te
olsa Güney Ordular Grubu’na dahil edildi (Manstein 1962:576). 22 Şubat’ta
Malinovski’nin 3. Ukrayna Cephesi ise Krivoy Rog’a çullandı.
1. Ukrayna Cephesi, güneyindeki gruplaşma sayesinde Tarnapol ve Proskurov’da hattı
yararak Alman 1. ve 4. panzer ordularını birbirinden ayırmayı başardı. 2. Ukrayna
Cephesi ise Alman 8. Ordusu’nu geri püskürttü ve ileri birimleri Bug Nehri’nin güney
kesimine vararak 1. Panzer Ordusu’nun ricat yolunu kesti. Ayrıca mobil gruplar da
Bereznegovatoye-Snigirevka’daki Alman gruplaşmasının ricat yolunu kesti. Böylece
“A” Ordular Grubu ile Güney Ordular Grubu arasında dev gibi bir boşluk oluşmuştu.
Bunun sonucunda 1. Panzer Ordusu ile 8. Ordu’nun birer kolorduları Cherkassy’de
kuşatıldı.
134
Cherkassy’de kuşatılan XXXXII. Kolordu ile XI. Kolordu’yu kurtarabilmek için,
Güney Ordular Grubu oldukça fazla kuvvet yığmışsa da, Ruslar’ın doğudan savaş
alanına sürdüğü kuvvet 26 piyade tümeni ve 7-9 tank ya da mekanize kolordu ve bir
süvari kolordusuydu. Kar ve çamur Almanlar’ın harekâtını geciktirmişti. Çarpışmalarda
Ruslar, 700’den fazla tank, 600 tanksavar ve yaklaşık 150 top kaybetmiş, 2.000 kadar
da esir vermişlerdir. Ruslar tarafından çok sıkıştırılmış olan iki Alman kolordusu,
Alman kurtarma birliklerinin harekâtı çamura ve kara saplanınca, 16-17 Şubat gecesi üç
Sovyet Tank kolordusuna karşı harekete geçerek güneybatıya doğru çemberi yarma
girişiminde bulunmaya çalışmışlar, 30.000 ila 32.000 asker bu şekilde 28 Şubat’ta
kurtulmuşlardı (Manstein 1962:579-581).
Mart’ın başında Vatutin, partizanların açtığı yanlış ateş sonucu ölümcül derecede
yaralandı.1 Bunun üzerine 1. Ukrayna Cephesi’nin başına Mareşal Jukov getirildi ve
Jukov, çamura rağmen beklemeden bahar harekâtını başlattı. Jukov, bu harekât için
lend-lease ile gelen çok sayıda Amerikan kamyonuna sahip olmuştu.2 7 Mart’ta
Jukov’un birlikleri Tarnapol’e ulaştılar ve Bug Nehri’ndeki Alman savunma hattını
yandan çevirdiler.
Ruslar’ın Ocak ve Şubat boyunca giriştikleri muharebelerdeki kayıpları ağırdı. Alman
Güney Ordular Grubu’nun Ruslar’a verdirdiği toplam kayıplar, 1944 Ocak’ında 17.653
esir, 2.873 tank, 598 top ve 2.481 tanksavar olurken, Şubat’ta 7.700 esir, 1.055 tank,
200 top ve 855 tanksavar şeklinde gelişmiştir (Manstein 1962:585). Ancak ilkbahardaki
harekâtlar bu kayıpların boşa gitmediğini ortaya koyacaktı.
Almanlar çekilirlerken, 1944 Mart başlarında Uman’da 200 Tiger-IE ve Panther tankı,
600 top 12.000 kamyon gibi çok değerli bir ekipmanı terk etmek zorunda kaldılar
(Erickson 2003:184) 9 Mart 1944’te Güney Ordular Grubu’nun savunmakta olduğu 825
km.’lik cephedeki 8. Ordu ile 1. ve 4. panzer ordularının karşısında Sovyetler’in 112-
115 piyade tümeni, 27 tank ya da mekanize kolordu ve bir süvari kolordusu
1 43 yaşındayken öldürülen Vatutin, Stalin’in başarıları ile öne çıkan yetenekli generallerinden biriydi. Öldürenlerin Ukraynalı millîyetçiler olduğu da söylenmektedir.2 Amerikalılar 30 Nisan 1944’e kadar, lend-lease kapsamında Ruslar’a 6.430 uçak, 3.734 tank, 210.000 otomobil, 3.000 uçaksavar yollarken, İngilizler ise aynı süre içinde 5.800 uçak, 4.292 tank yollamışlardır(Werth 2000:625-626).
135
bulunuyordu. “A” Ordular Grubu’nun 6. Ordusu’nun karşısında da 62 piyade tümeni,
dört tank ya da mekanize kolordu ve bir süvari kolordusu mevcuttu. Buna karşılık,
Güney Ordular Grubu’nun 21 piyade tümeni 14½ panzer ve panzergrenadier tümeni, bir
topçu tümeni, bir emniyet tümeni ve bir de polis birliği mevcuttu. “A” Ordular
Grubu’nun ise 18 piyade ve üç panzer tümeni vardı (Manstein 1962:592).1
Stavka, 11-13 Mart arasında Jukov’un planını Dinyester Nehri’ne ve Rumen sınırı
yakınlarındaki Prut Nehri üzerinde olan Chernovtsy’ye kadar genişletmeyi kabul etti.
Bu durumda Polonya’daki birliklerle Güney Rusya’daki birlikler arasında doğrudan
bağlantı kesilecek ve Güney Rusya’daki Alman birlikleri sırtlarını Tuna’ya dayamak
zorunda kalacaklardı. Buradan sağlanacak ikmalin Yugoslavya’da etkisini artıran
partizanlardan dolayı aksayabileceği düşüncesi bile “A” Ordular Grubu’nu strese
sokmaya yeterliydi. Kaldı ki, bu sıkıntının giderilmesi için Yugoslavya’daki anti-
partizan harekâtının daha da derinleştirilmesi gerekeceğinden Almanlar buraya daha
fazla birlik kaydırmak zorunda kalacaklardı. 12 Mart’ta da Konev Uman’dan bir vuruşla
Bug’a ulaştı ve nehri geçti. General Rotmistrov’un tankları sayesinde Dinyester
Nehri’nin Mogilev’de bulunan Alman köprübaşını bertaraf etti. Jukov’da bu sayede
Tarnapol’den güneye ilerleyerek Mart sonunda Prut Nehri üzerindeki Yaş’ta Konev ile
birleşti. Bu hareket sayesinde 1. Panzer Ordusu ile 4. Panzer Ordusu arasındaki bağlantı
koptu. Daha Güney’de ise 13 Mart’ta Herson ile 28 Mart’ta da Nikolayev’i alan
Malinovski’nin birlikleri bu şekilde Dinyeper’in ve Bug’ın ağızlarından geçerek
Odessa’ya doğru ilerledi. Bu yüzden Kırım’daki Alman 17. Ordusu’nun tek kurtuluş
umudu olarak Karadeniz kaldı.
Hitler, Sovyet saldırısının tükeneceğini beklerken, bazı komutanlar da rasputitsa (çamur
mevsimi) sayesinde Rus saldırılarının Mart’ta duracağını sanmışlardı. Daha az iyimser
olan Manstein ise Şubat’ta, Ruslar’ın Güney Ordular Grubu’nun kuzey kanadının
arkasındaki Lvov-Odessa Demiryolu’nu keseceğini tahmin etmişti. Yine de Sovyet
saldırısının dört cephe ile Pripet Bataklıkları’ndan Karadeniz’e kadar büyük bölgeyi
kapsayarak ikinci safhasını, yani bahar taarruzunu beklememişti ki, bu taarruz
güneydeki tüm Alman kuvvetlerinin yok edilmesini amaçlamıştı. Ancak doğudaki
1 Alman birlikleri ile ilgili bilgiler 29 Mart 1944 içindir.
136
Alman istihbaratının şefi olan Gehlen, bir kez daha elde ettiği istatistiki verilerle
Sovyetler’in harekâtının devamını geleceğini ve açıkça Reich’ın doğu sınırlarına doğru
harekete geçeceğini 30 Mart’ta rapor etmişti (Keegan 1989:146). Gerçekten de bundan
sonra harekât Romanya girişine ve Karpatlar’ın eteklerine kadar Dinyester ve Prut
nehirleri çevresinde sürdürüldü.
Tam bu sırada Stalingrad’da esir düşen General Kurt von Seydlitz’in başkanlığında
Ruslar’ın oluşturdukları Alman birlikleri içi “Hür Alman” propagandası yapan Seydlitz,
Wehrmacht komutanlarını Hitler’i devirmeye çağırmıştır. Seydlitz, Alman tarafına
geçen Vlasov ile aynı konumdaydı. Propaganda broşürleri Alman komutanlara
hitabediyordu. Hitler bunun üzerine General Schmund’u Doğu Cephesi’ne göndererek,
cephedeki mareşaller ile Orgeneral Model’den kendisine bağlılıklarını belirten yazılı bir
belge imzalattırdı (Manstein 1962:597). Hür Almanlar Dinyeper’de cereyan eden
savaşlarda nehri geçmeye çalışmışlar, ancak başarılı olamamışlardı. Burada Alman 304,
Piyade Tümeni ile çarpışmaya girmişlerdi (Carell 1974, 3:90-491). Görüldüğü gibi
Hitler, bu propagandadan oldukça tedirgin olmuştu.
Hitler, geri çekilmeler konusunda kendisiyle sürekli fikir çatışması yaşayan Manstein’ı
30 Mart’ta görevden alarak yerine Mareşal Model’i getirdi.1 Model, önce Balkanlar’a
yönelen Sovyet tehdidini bertaraf edebilmek için Macaristan’ın Almanlar tarafından
işgalini sağladı. Ardından Dinyester Nehri boyunca karşı-taarruza geçerek Delatyn’deki
1 Almanlar’ın Doğu Cephesi’nin en büyük başarılarına imza atan bu mareşalinin görevden alınmasının arkasında, Manstein’ın “esnek savunma” düşüncesinin Hitler’in “fanatik savunma” düşüncesine ters gelmesi yatar. Almanlar’ın savunma harekâtlarını, verdiği “son adama kadar olduğu yeri tut” emirleriyle sürekli baltalayan bizzat Hitler olmuştur. Dünya Savaşı’nı onbaşı rütbesiyle tamamlayan Hitler, sadece Avrupa’da ve Batı Cephesi’nde savaşmıştı. Doğu Cephesi’nde Rusya’nın derinliklerindeki steplerde şartların ne olduğundan haberi bile yoktu. Kaldı ki, Alman dehasının yarattığı ve Hitler’in de hızlı bir şekilde kabul ettiği zırhlı birlikler doktrini de esnek bir yapılanmanın eseriydi. Ancak Hitler’in savunmaya yönelik katı emirleri bu esnekliği yok ederek hem Almanlar’ın zayiatının artmasına, hem de Ruslar’ın zayiatının azalmasına yol açıyordu. Bu emirler uygulanmadığında, 1943 başlarında Harkov’ta olduğu gibi Almanlar son derece kötü durumdayken bile zaferler kazanabiliyorlardı. Halbuki savunmada belli bir bölgede yarma yapan Sovyet zırhlı birlikleri derinlere indiğinde, yarığın ağzı kapatılınca ikmali kesilen Sovyet zırhlılarının kitlesel olarak terk edildiği daha 1942 yazında Harkov’ta gözlenmiş, aynı taktik Stalingrad’dan Mius’a kadar çekilen birlikler tarafından da Sovyet mekanize kolordularına uygulanarak azami zayiat verdirilmişti. Harekât seviyesinde ciddî eksiği olan Hitler, onbaşı ve başkomutan arasında askerî bir görev yapmadığı için basit ve en küçük ölçekli taktik seviye ile en üst düzey stratejik seviyelerden olaylara bakabiliyordu. Bu açığını kapatmak için generallerine göstereceği güven ve sabırdan ise yoksundu bir psikolojiye sahipti.
137
demiryolu kavşağını geri aldı. Böylece Lvov’un doğusundaki cephe hattı Nisan’dan
Temmuz’a kadar sabitlenmiş oldu.
Romanya’nın girişi mihver kuvvetlerce kapatıldığı için, Konev güneye yönelerek
Malinovski ile birleşti ve böylece iki cephe Odessa’yı tehdit etmeye başladılar. Kleist’ın
birlikleri tehlikeyi görerek Odessa’nın gerisinde toplandılarsa da Malinovski’nin
birlikleri 5 Nisan’da Odessa’nın tüm çıkışlarını kapattılar. Buna rağmen Alman
birlikleri bu kapandan kurtularak asıl hatlarına dönmeyi başardılar ve Odessa da böylece
10 Nisan’da Sovyet birlikleri tarafından kurtarılmış oldu. Buna sinirlenen Hitler bu
sefer de Mareşal Kleist’ı görevinden alarak Güney Ukrayna Ordular Grubu
komutanlığına Schörner’i atadı. Bu sırada Sovyet taarruzu da durmuş, Sovyet birlikleri
dinlenmeye ve ikmale koyulmuşlardı.
17 Nisan’a gelindiğinde dört ay süren Sovyet kış taarruzu ile Almanlar’ın güney kanadı
tamamen çökertilmiş ve 17. Ordu da Kırım’a hapsedilmişti. Dört milyon Sovyet askeri,
45.000’in üstünde top ve havan, 4.000’i aşkın tank ve hücumtopu ve 4.000 uçak 1.500
km.’ye yaklaşan dev bir cephe hattında Karpatlar’a doğru 250 ila 500 km.’lik bir yarma
yapmayı başarmıştı (Keegan 1989:46). Ancak Sovyet kayıpları da her zamanki gibi
ağırdı. Dinyeper’in batısında, 24 Aralık 1943 ile 17 Nisan 1944 arasındaki Sovyet
kayıpları, 270.198 ölü ve kayıp ile 839.330 yaralı olmak üzere toplam 1.109.528 asker,
4.666 tank ve kendinden-kundaklı top, 7.532 top ve 676 uçak olmuştur (Glantz
1995:298, Ek Tablo B)
2.4.1.8. Leningrad’ın Kurtarılması (Ocak-Mart 1944)
1944 başında hala kuşatma altında bulunan Leningrad’a karadan tek ulaşım 1943
Ocak’ında Schlisselburg’dan açılan ve Alman topçusunun menzilinde bulunan dar bir
koridordan yapılıyordu. Kursk Zaferi sonrasında Almanlar’ın elindeki Kuzeybatı
Rusya’nın temizlenmesi de gündeme gelmişti. Leningrad-Novgorod Harekâtı’nın
gerçekleştirilmesi için yapılan hazırlıklar Leningrad Cephesi Meretskov’un Volkhov
Cephesi, Maslennikov’un 3. Baltık Cephesi ve Yeremenko’nun 2. Baltık Cephesi’nin
138
yanı sıra uzun menzilli stratejik bombardıman uçakları ile 35.000 partizanı da
kapsıyordu (Keegan 1989:150). Leningrad ve Volkhov cephelerinde 375.000 asker,
1.200 tank ve kendinden kundaklı top, 718 taktik destek uçağı, 192 Baltık Filosu’nun
uçağı ve 330 uzun mesafe bombardıman uçağı toplamıştı (Erickson 2003:171)
Harekât, 14 Ocak 1944 günü başlatıldı. Sert geçen çarpışmalardan sonra 20 Ocak’ta
Sovyet birlikleri Novgorod’a girdi. 1 Mart’a gelindiğinde Alman birlikleri Letonya
Sınırı’na kadar geri atılmıştı. Böylece Leningrad 900 gün süren, tarihin en korkunç
kuşatmalarından birinden kurtulmuş oldu. Kış biterken Sovyet birlikleri Peipus Gölü’ne
ve Pskov şehrine dayanmış, daha kuzeyde göl ile Finlandiya körfezi arasındaki
kıstaktaki Narva Köprübaşı Almanlar’ın elinde kalmıştı.
1944 başındaki Sovyet yarmasının Leningrad’ı kurtarması karşılığında, savaşa katılan
822.000 Kızılordu askerinin 313.953’ü kaybedilmiştir. Bunların 76.686’sı ölü, esir ve
kayıplardır (Glantz 2001:167).1 Leningrad’ın savaş öncesindeki 2,5 milyon nüfusu,
1943 Aralık’ında 600.000’e düşmüştü. 1.000.000 kişi şehirden çıkartılırken, 100.000
asker de şehrin savunması için bölgeye yığılmıştı. 642.000 kişi kuşatmada, 400.000’i de
bölgeden çıkartılırken hayatını kaybetmiştir. Leningrad çevresindeki harekâtlarda ise
1.017.881 Kızılordu askeri ölmüş, esir düşmüş ya da kaybolmuş, 2.418.185 askeri
kayıplar böylece 3.437.066’yı bulmuştur. Sovyet Ordusu’nun savaştaki kayıplarında
Leningrad’ın payı, ölü, esir ve kayıplarda % 10, yaralı ve hastalar da ise % 13, toplam
kayıplarda ise % 12 olmuştur (Glantz 2001:179).
2.4.1.9. Kırım’ın Kurtarılması (Nisan-Mayıs 1944)
Alman 17. Ordusu 1943 Sonbaharı’nda Kırım’a hapsedilmiş ve orayı doğal şartlardan
yararlanarak bir kale haline getirmeyi başarmıştı. Bununla birlikte Kafkasya’da, Taman
Yarımadası’nda hala küçük bir toprak parçası bulunuyordu. Hitler Kırım’ın
boşaltılmasına stratejik önemi yüzünden kesinlikle karşı çıkmıştı. Kırım’ın elde
bulunması hala Türkiye’nin savaşa girme düşüncesini etkileyebilir, Romanya ve
1 Bu veriler sadece Leningrad’ın güneyindeki çarpışmalar için geçerlidir.
139
Bulgaristan’ın kıyı şeridinin güvenliğini sağlamayı sürdürebilirdi. Kırım’ı elinde tutan
taraf Karadeniz’in hakimiydi. Ancak Stalingrad’da 6. Ordu’nun başına gelenler şimdi
de 17. Ordu’nun başına gelmek üzereydi. Yine de 17. Ordu’nun ikmali deniz yoluyla
sağlanabiliyordu. Bu sayede Almanlar, Kırım’ı beklenenden daha fazla ellerinde
tutabildiler.
Kızılordu, 1943’teki Kerç-Eltingen ve Melitopol amfibi harekâtları sayesinde Kırım’a
doğudan taarruz edebilmek için Kerç Boğaz’ında gerekli stratejik noktalara sahip
olmuştu. 1944 başlarında ise “Türk Duvarı’nı”1 yararak tuzlu ve geniş Sivash Lagünü
üzerinde köprübaşları elde ettiler. Ruslar Kırım Harekâtı için iki Sovyet Cephesi’nde
toplam 470.000 asker, 6.000 top ve havan, 560 tank ve hücumtopu ile 1.250 uçak
topladılar. Ayrıca Karadeniz Filosu ile Azov Filotillası da denizden destek sağladı
(Keegan 1989:147). Kırım’ı kurtarma harekâtı, 8 Nisan’da başladı. 4. Ukrayna Cephesi
Sivash-Perekop’tan, Yeremenko’nun Bağımsız Primorsk Ordusu ise Kerç
Yarımadası’ndan saldırıya geçtiler.
General Jänicke komutasındaki 17. Ordu’nun gövdesini Taman Yarımadası’ndan
çekilenler oluşturuyordu. Jänicke’nin birlikleri Sivash Köprübaşı’na karşı hazırlanan üç
savunma kemerine, Perekop Kıstak’ına karşı iki ve Kerç köprübaşına karşı hazırlanan
dört savunma kemerine fazlasıyla güveniyorlardı. Ancak Sovyet üstünlüğüne karşı çok
çabuk çözüldüler. 8 Nisan’da harekât başladıktan dört gün sonra Sovyet birlikleri
Kerç’ten batıya doğru Karadeniz kıyısından çekilmeye başlayan Almanlar’ı takibe
koyuldular. birlikleri 5 Mayıs’ta Sivastopol yakınlarına kadar geldiler ve olağanüstü bir
hızla kaleye çevrilmiş olan şehri aldılar. 9 Mayıs’ta Sivastopol düşmüştü. Bundan sonra
Alman 17. Ordusu’ndan kalanlar Hersonesski Burnu boyunca deniz yoluyla Constanta
ve Varna’ya çekildiler. Ancak çekilme sırasında hava üstünlüğüne sahip Ruslar uçakları
ile deniz taşıtlarına saldırarak adeta kıyım yaptılar. Uçaklara Rus Denizaltıları da
eklendi. En büyük saldırılar 23 Nisan, 3 Mayıs ve 11 Mayıs’ta Kırım-Romanya
arasında, 12 Nisan ve 11 Mayıs’ta ise Sivastopol açıklarında meydana geldi.
1 Türk Duvarı ya da Tatar Duvarı denilen tahkimat, 15. yüzyılda Türkler tarafından Perekop Kıstağı’nda 12-15 km. derinlemesine oluşturulan Tatar Siperleriydi (Carell 1974, 1:366). Burası 1941 Eylül’ünde Sovyet ordularının, 1944 Nisan-Mayıs’ında da Almanlar’ın cephehattındaki savunma tahkimatlarının belkemiği olmuştur.
140
12 Mayıs’ta Herson’daki 25.000 Alman askeri teslim olunca Kırım harekâtı da
tamamlanmış oldu. Sovyet tahminlerine göre Alman kayıpları 110.000 ölü, yaralı ve
esir olmuştur (Keegan 1989:147). Kırım düştükten sonra Karadeniz’in kontrolü
Ruslar’a geçmişti. Şimdi cephehattı Romanya girişindeki Dinyester Nehri’nin güney
kesiminden Karpatlar’a doğru kavis çiziyor ve Bug’ın kuzeyinden kuzeye doğru
uzanıyordu. Ruslar artık güneyden Romanya, Macaristan ve Polonya’yı doğrudan tehdit
eder bir konuma gelmişti.
2.4.1.10. Slovak İsyanı (Nisan-Ekim 1944)
8 Nisan 1944’te Sovyet Orduları Çekoslovakya sınırına ulaştığında Slovaklar firar
ederek Kızılordu’ya katıldılar. İlk günlerde isyana 60.000 kişilik Slovak ordusundan
sadece 16.000’i katılmıştı. Ancak Ulusal Konsey’in genel seferberlik ilan etmesiyle bu
sayıya 25.000 asker daha eklenerek 1. Çekoslovak İsyan Ordusu’nu oluşturmuşlardır
(Erickson 2003:300-301). Londra’nın hazırladığı detaylı Slovak İsyanı başlatıldı. Ancak
burada Londra bağlantılı bir burjuva hükümet görmek istemeyen Moskova da bölgede
ayrıca partisan hareketini yürütüyordu. Almanlar, OKH’nin önemle Macaristan’ın ve
doğal bir savunma hattı olan Karpatlar’ın üstünde durması nedeniyle olayları yakından
takip ettiler. 25 Ağustos’ta gerilla faaliyetleri yoğunlaştırıldı ve 27 Ağustos’ta bir
Alman generali ele geçirilerek vuruldu. Hitler, bunun üzerine 20.000 kişilik 357. Piyade
Tümeni’nin Slovakya’ya girmesini emretti. Almanlar, Slovaklar’ı silâhtan rahatça
arındırdılarsa da bazıları kaçarak partizanlara katıldılar. Stavka, 2 Eylül’de 2. Ukrayna
Cephesi’ne Slovak birliklerini kendine katma emrini verdi. Sovyet ve Sovyet eğitimli
Çek birlikleri Slovakya’da dövüşürken, Slovak partizanlar da Sovyet komutası altına
girdi. Ekim başında özellikle SS birliklerinin göze çarptığı Alman birimleri isyanın
bastırılmasında ilerleme kaydetti.
141
2.4.1.11. Turgu Fromos Tank Muharebesi (Mayıs 1944)
Konev, Mayıs başında yeni geliştirlen ağır Stalin tanklarını da1 ilk kez geniş şekilde
kullanarak Yaş’ın batısında büyük bir saldırı gerçekleştirdi. Ancak Shörner’in panzer
ihtiyatı kuvvetliydi ve bunlara da yetenekli komutan General Manteuffel komuta
ediyordu. Bir kaç gün boyunca Yaş yakınlarındaki Turgu Fromos Köyü (Targul
Frumos) civarında seyreden bu saldırıda Sovyet tankları ağır kayıplarla geri
püskürtüldü. Hasso von Manteuffel, Grossdeutschland Panzergrenadier Tümeni ile
Turgu Fromos Muharebesi’nde elindeki 160 tankla üstlerine atılan ve yeni JS-II ağır
yarma tanklarının başını çektiği 500’ü aşkın Sovyet tankı ile karşı koymuş, Ruslar
yaklaşık 350 tankı tamamen kaybederken, Alman zayiatı sadece on tamamen yok
edilen, çok sayıda da hasarlı tank şeklinde gerçekleşmişti (Liddel Hart 1996, I:184-185).
Bu muharebeden sonra bu sektörde de cephe dört ay sabitlendi. Ukrayna’nın son
parçasının kurtarılması ise Temmuz’daki Brody-Lvov ve Ağustos’taki Yaş-Kişinev
muharebeleri ile çözümlenecekti.
2.4.1.12. Bagration Harekâtı’nın Başlaması (Haziran-Ağustos 1944)
1944 yazına girildiğinde Almanlar her cephede savunmaya çekilmişlerdi. Doğu
Cephesi’nin güney kesiminde Rus topraklarından atılmış, Kırım’ı boşaltmışlardı. 4
Haziran’da İtalya’nın başkenti Roma Müttefikler’in eline geçmiş, 6 Haziran’da da
Müttefikler Fransa’nın kuzeybatısındaki Normandiya sahillerine başarılı bir çıkartma
yaparak asıl ikinci cepheyi sonunda açmışlardı.2 Almanlar şimdi Doğu, Batı, İtalya
cephelerinde savaşmak zorundaydılar. Yugoslavya’daki partizan harekâtı da adeta bir
yarım cepheyi andırıyordu. Bunların haricinde 1944 Şubat’ındaki “Big Week” ile
topyekün hava muharebelerine zorlanan Luftwaffe ciddî bir darbe alarak gündüz
1 122 mm.’lik bir topa sahip olan JS-II (ya da IS-II) ağır tankları, Joseph (ya da Iosef) Stalin’in baş harfleri alınarak adlandırılan ve Sovyetler’in savaşta geliştirilen en üstün tanklarıydı.2 Amerikalılar’ın ikinci bir cephe açılması için Türkiye’yi tercih etmemesinin iki sebebinden bahsedilebilir. Öncelikle lojistik faaliyetleri uzayan ikmal yolları sayesinde sekteye uğrayabilecekti. Ancak asıl neden kayba karşı hassas olduğu bilinen Amerikan savaş kültürünün destek silâhlarını (yakın destek uçakları ve topçular) rahat kullanabilmeleri için düz ve alçak arazi gerekliydi. Dolayısıyla Balkanlar’da İtalya’da olduğu gibi ağır kayıplar verilmesine rağmen ilerleme Almanlar tarafından durdurabilirdi.
142
bombardımanlarına karşı koyamayacak hale gelmişti. Kriegsmarine’in de bir etkisi
kalmamış, 1943’ten itibaren teknik üstünlüğü ele geçiren müttefik savaş gemileri Alman
U-botlarına ciddî zayiat verdirmişti. Bu şartlar altında Almanlar, Doğu Cephesi’nde
Sovyet yaz taarruzunu bekliyorlardı.
Harekât öncesinde Ruslar’ın stratejik aldatması (maskirovka) sayesinde, Almanlar
saldırının Pripet Bataklıkları’nın güneyinde başlamasını bekliyordu. OKH’nin
düşüncesine göre asli taarruz cephenin yine güney kesiminden Polonya ve
Çekoslovakya üzerine altı Sovyet Tank Ordusu ile yapılacaktı. Polonya’yı Ukrayna’dan
gelecek Sovyet saldırısına karşı savunmakla görevli Mareşal Model, kış ve bahar
harekâtları sonunda ikiye bölünen Güney Ordular Grubu’nun kuzeyde kalan kesimi olan
“Kuzey Ukrayna Ordular Grubu” komutanıydı. Model, Ruslar’ın Lvov üzerinden
saldıracağını düşündüğü için Beyaz Rusya’da bulunan Mareşal Busch komutasındaki
Merkez Ordular Grubu’ndan birlik almış, böylece Alman’ların Beyaz Rusya’daki
savunma hattı incelmişti. Gehlen, 3 Mayıs’ta Güney Ukrayna Ordular Grubu’na karşı
1.200, Güney Ukrayna Ordular Grubu’na karşı 500, Kuzey Ordular Grubu’na karşı 423,
merkezde ise sadece 41 tankın konuşlandırıldığını rapor etti ki, toplam 2.214 tank
ediyordu. Ancak dört haftadan az bir süre içinde 2.214, bir ay daha sonra ise 3.400
tankın daha konuşlandırılabileceği tahmininde bulunmuştu (Erickson 2003:200).
Ancak Ruslar Pripet Bataklıkları’nın hemen güneyinde bulunan bu kesime sadece bir
piyade ordusu, üç tank kolordusu ve 140 piyade tümeni yığmıştı. Ruslar bu aldatma
doğrultusunda 3. Ukrayna Cephesi’nin bulunduğu Vitebsk-Orsha sektöründen güneye
doğru çok sayıda birlik yığmış ve böylece Beyaz Rusya’ya odaklanan asıl birlik
konuşlanmasını gizlemeyi başarmışlardı. Bundan dolayı Almanlar ellerindeki 30 panzer
ve panzergranedier tümeninin 24’ünü Pripet Bataklıkları’nın güneyinde tutmuşlardı
(Keegan 1989:149). Buna ek olarak, Almanlar güneydeki Sovyet hava gücünün Pripet
Bataklıkları’nın güneyinde, diğer sektörlere göre daha kuvvetli olduğunu rapor
etmişlerdi. Almanlar, ayrıca güneyde beş Sovyet Tank Ordusu’nun hepsini
bekliyorlardı. Ancak doğrulanmayan raporlara göre Merkez Ordular Grubu’nun
karşısında 5. Muhafız Tank Ordusu vardı. Gerçekte ise bu 3. Beyaz Rus Cephesi’nin
mobil gruplarından biriydi ve Pliev Süvari/Mekanize Grubu olarak Alman 3. Panzer
143
Ordusu’nun karşısında duruyordu. 3. Beyaz Rus Cephesi’ne 350 adet uzun menzilli
uçak verilmişti (Shtemenko 1971:270).
Sovyet taarruzunun asıl hedefi Pripet Bataklıkları’nın kuzeyinden iki koldan Beyaz
Rusya’ya girerek Merkez Ordular Grubu’nu yok etmek ve buradan Baltık Denizi’ne
ulaşarak cephenin kuzeyindeki Almanlar’ın ricat yolunu kesmek suretiyle de Kuzey
Ordular Grubu’nun Baltık kıyılarına hapsetmekti. Ruslar, saldırılar gerçekleştirecekleri
Bobruisk ve Vitebsk sektörlerine beş cepheye bağlı iki tank ordusu, sekiz zırhlı ya da
mekanize kolordu ve 168 piyade tümeni yığmışlardı ve bu birliklerde toplanan tank
sayısı 4.000’i bulmuştu (Keegan 1989:149). Harekât için Sovyet planlaması 1944
baharında başlamış, Ukrayna’dan sonra Beyaz Rusya’nın da alınmasının siyasî açıdan
önemli olduğuna karar verilmişti. Doğu Cephesi’nin kuzey kesimindeki Alman varlığı
hala Moskova’ya tehdit yöneltebilecek durumdaydı ve buradaki hava üsleri de 1., 2. ve
3. Ukrayna cephelerinin kuzey kanatlarına potansiyel hava tehdidi oluşturuyordu. Beyaz
Rusya’daki Alman çıkıntısı Almanlar’ın Rusya içlerine en yakın olan kesimiydi.
Harekâta 1812’de Napolyon’un Moskova Seferi sırasında öne çıkan ve büyük operaya
aktarılan bir kahramandan esinlenilerek “Bagration” kod adı verildi ve başlama zamanı
da Almanlar’ın Barbarossa’yı başlattıkları 22 Haziran 1941’in üçüncü yıldönümü olan
22 Haziran 1944 seçildi. Mayıs’ta harekâtın alanı cephe hattının 640 km. derinliğine
kadar genişletildi. Böylece Dvina ve Neman nehirleri arasındaki kara parçası harekâtın
tüm alanını oluşturacak, bununla birlikte harekât en kuzeyden ve en güneyden daha da
genişletilecekti. Harekât için gerekli Sovyet yapılanması beş cephe dahilinde ikisi tank,
21 orduyu içeriyordu. Bu cephelere 1,4 milyon asker, 31.000 top ve havan, 5.200 tank
ve hücumtopu ile 5.000’i aşkın uçak yığılmıştı.1 Öncelikli hedef 22-23 Mayıs’taki
Stavka toplantısında Alman Merkez Ordular Grubu’nun asli kuvvetlerinin altı sektörden
yarma yaparak bölünmesini müteakip üç Beyaz Rus cephesinin Minsk çevresinde
birleşmesi olarak belirlenmişti. Her ileri Sovyet tümenine cephede 1,5 km. düşüyordu
(Keegan 1989:148).
1 Diğer bir kaynağa göre Bagration için yapılan Sovyet yığınağı 1.254.000 asker, 2.715 tank, 1.355 kendinden kundaklı top, 24.000 top ve havan, 2.306 Katyusha, dört hava ordusu bünyesinde 5.327 uçak, 70.000 kamyon ve 43.500 makineli tüfek ve ek olarak 1. Beyaz Rus Cephesi’nin 416.000 kişilik sol kanat orduları ile 700 uzun-mesafe bombardıman uçağı şeklindedir (Erickson 2003:214).
144
Beyaz Rusya’daki Alman hattını kuzeyde kalan Orgeneral Lindemann komutasındaki
Kuzey Ordular Grubu’na bağlı 16. Ordu, Busch komutasındaki Merkez Ordular
Grubu’na bağlı 3. Panzer, 4., 9. ve 2. orduları savunuyordu. Pripet Bataklıkları’nın
güneyindeki Ukrayna-Polonya sınırını ise Model’in Kuzey Ukrayna Ordular Grubu’nun
emrindeki 4. Panzer, 1. Panzer ve 1. Macar orduları savunmaktaydı. Almanlar, derin
kademeli bir savunma düzeni alarak 27 km. derinliğe kadar 1,2 milyon asker, 9.500 top
ve havan, 900 tank ve hücum topu ile savunmadaydılar ve bunlar 1.250 uçakla
destekleniyorlardı (Keegan 1989:148).1 Mareşal Busch, harekât başlamadan Rus
hazırlıklarından haberdar olmuş ve Berezina Nehri’nin batısına çekilmek için izin
istemişti. Böylece Ruslar’ın ilk vuruşu boş bir alana yapılacağı için boşa gidecek ve
Almanlar’ın karşı-vuruş yapması için fırsat doğacaktı. Ancak Hitler bunu reddetti. 10
Haziran’da Almanlar, partizanlara gönderilmiş bir emri ele geçirdiler.
Emir, partizanların Alman hatları gerisindeki demiryolu ağına 20 Haziran’a doğru
başlayarak yoğun sabotajda bulunmasını ve böylece Alman sevkiyatını engellemelerini
istiyordu. Gerçekten de 19 Haziran gecesi Minsk’in batısındaki demiryoluna 10.000
tahrip kalıbıyla sabotaj yapılmıştı. Ertesi gece ise 40.000 tahrip kalıbıyla Vitebsk,
Orsha, Polotsk ve Molodechno arasındaki hatlara sabotaj sürdürülmüş ve ağır tahribata
neden olmuştur. Ayrıca Minsk’in Brest ve Pinsk ile olan bağlantısı da kesilerek Alman
ihtiyatlarının rotası engellenmiştir (Erickson 2003:215).
Kızılordu, 22 Haziran’da 146 Piyade Tümeni ve 43 zırhlı tümenle birlikte harekete geçti
(Keegan 1984, 31). 22-23 Haziran gecesi uzun menzilli Sovyet uçakları öncelikle
havaalanları ve demiryollarına, sonra da topçu tabyalarına, ihtiyat birliklerine ve hareket
halindeki birliklere baskın hava baskınları düzenlediler. Almanlar, Ruslar’ın yeni ve
daha kabiliyetli piyade taktiklerini ve hava kuvvetlerinin daha önce görülmemiş bir
ölçekte konuşlandırılmasını rapor ettiler. Harekâtın ilk safhası Bobruisk, Vitebsk-Orsha,
Mogilev ve Polatsk harekâtlarını içeriyordu ve Minsk’teki gruplanmanın kuşatılmasıyla
23 Haziran-4 Temmuz arasında tamamlanacaktı. Bölge, Alman 9. Ordusu ile 4.
Ordusu’nun birer tümeni tarafından savunuluyordu.
1 1 Haziran ile 1 Ağustos 1944 arasında, Sovyetler’in havan ve top sayısı 100.000 küsürden 114.600’e yükselirken, Almanlar’ın top ve havan sayısı ise 7.080’den 5.703’e düşmüştür (Glantz 1995:215).
145
2.4.1.13. Bobruisk Ve Vitebsk Yarmaları (24-29 Haziran 1944)
Sovyet planı Almanlar’ı Bobruisk’e kadar sürerek orada oluşacak ana gruplaşmayı
çevrelemekti. 24-29 Haziran arasında seyreden Bobruisk Harekâtı’na 3. Beyaz Rus
Cephesi’nin 3., 48., 65. ve 28. orduları, 9. ve 1. Muhafız tank kolorduları ve 1. Beyaz
Rus Cephesi’nin Süvari-Mekanize Grubu (KMG) katıldılar ve bunlar 16. Hava Ordusu
tarafından desteklendiler.1 23 Haziran’daki keşif muharebelerinden sonra, Sovyet
birlikleri 24 Haziran’da, 24 saatlik topçu hazırlık bombardımanı ile hücuma geçtiler ve
5 ila 8 km.’lik yarma yaptılar (Keegan 1989:149). 26 Haziran gecesi hat tamamen
yarılmıştı. Hemen ardından Sovyet 1. Muhafız Tank Kolordusu açılan yarıktan içeri
daldı. Bu sırada 65. ve 28. ordular arasında beklemede bulunan KMG ikinci günde daha
derinlere doğru kuşatılan kuvvetlerin yanından geçerek kuzeybatıdaki Ptich Nehri ve
Glusk’a doğru ilerledi. İlk vuruşlardan sonra, önceden Napolyon’un savaştığı Berezina
Nehri’nin iki yakasından sürdürülen harekâtla çevrelenen 9. Ordu’ya bağlı 33.000
kişilik Alman gruplaşması 2. Beyaz Rus Cephesi birlikleri tarafından yok edildi
(Keegan 1984, 31) ve Bobruisk 29 Haziran’da düştü.
26 Haziran’da 3. Beyaz Rus Cephesi de Vitebsk-Orsha arasında Alman hatlarını yararak
ilerlemeye başladı. Aynı gün Vitebsk düştü. Böylece 3. Panzer Ordusu’nun bazı
birliklerinin gruplaşması Vitebsk etrafında çevrelendi. 27 Haziran’da 16. Hava
Ordusu’nun 400’ü bombardıman, 526 uçağı, birkaç kilometrekarelik alanda sıkışan
Alman XXXV. Kolordusu’nun üstüne 12.000 bomba atarak acımasız bir
bombardımanda bulundular. Aynı gün Orsha Ruslar’ın eline geçti. İki sektörün
ortasında kalan Mogilev de 28 Haziran’da harekâta 1. ve 3. Ukrayna cephelerinden daha
geç başlayan 2. Beyaz Rus Cephesi birliklerince alındı. Sovyet saldırısından bir hafta
sonra tamamlanan ilk safhada, üç Alman ordusu 130.000 ölü ve 66.000 esir vermişler,
900 tank ve binlerce motorlu taşıt kaybetmişlerdi (Erickson 2003:224). Plan saat gibi
işliyordu. Artık Sovyet ordularının hedefinde Minsk şehri vardı.
1 Süvari-mekanize grupları (KMG) ve ordu mobil grupları, cephe mobil grupları olarak kesin bir yarmadan sonra ele geçen fırsatı taktik alanda sonuna kadar sürdürmek için tank kolordularından derlenmişti. KMG’de ayrıca süvari kolorduları da tank kolorduları ile birlikte kullanılıyorlardı.
146
2.4.1.14. Minsk Çevirmesi (5-11 Temmuz 1944)
Hitler, birliklere her zamanki gibi “Feste Plätze” yani son adama ve son kurşuna kadar
bulundukları yeri tutma” emrini verdi. Bu durum Sovyet generallerin istediği ortamı
yarattı ve Minsk’in doğusundaki Alman birlikleri bir çıkıntı haline geldi. 2 Temmuz’da
3. Beyaz Rus Cephesi’nin mobil grubu Minsk’e 65 km. uzaklıktaki Stolbsty’ye vardı.
Ertesi gün General Rotmistrov’un tankları Minsk’e girdiğinde şehrin doğusundaki
50.000 Alman askeri tuzağa düşürülmüş oldu (Keegan 1984:31). Minsk’in düşmesiyle 3
Temmuz gecesi şehrin doğusundaki XXVII. Panzer Kolordusu, 110. Tümen ve
Kampfgruppe Müller son anda çekilmekteyken Ruslar tarafından çevrelenmiş
olmuşlardı. Bu birliklerin çıkış denemeleri, 40.000’den fazla Alman askerinin ölmesine
neden oldu (Erickson 2003:226). Çevrelenen Almanlar 5 ila 11 Temmuz arasındaki
çarpışmalarla yok edildiler. Bu başarızlıklar yüzünden Alman Merkez Ordular grubu
komutanı Busch’un yerine Mareşal Model getirildi. Model’in yerine Merkez Ordular
Grubu Komutanlığı’na 15 Ağustos’ta Orgeneral Reinhardt getirildi (Guderian
1983:151).
2.4.1.15. Polonya’ya Doğru İlerleme (Temmuz-Ağustos 1944)
Sovyet cepheleri harekâtın 5 Temmuz ile 29 Ağustos arasında ikinci safhasında beş tane
daha saldırı harekâtı düzenleyerek, Shiauliai, Vilno, Kamna, Bialystok ve Lublin-Brest-
Litovsk’a yüklendiler. Bobruisk’in düşmesiyle, güney kanatta 5 ila 13 Temmuz arasında
kitlesel olarak yeniden gruplaşan Sovyet topçusu ise harekâtın güney kanadındaki
gücünü artırdı. Bobruisk’teki yarma başarıya ulaştığından, Alman birlikleri 4 Temmuz’a
kadar Minsk’in batısında kalan hatta kadar gerilediklerinde 1. Beyaz Rus Cephesi de
Pripet Bataklıkları’nı temizledi. Ruslar Pripet Bataklıkları’ndan 3.500 topu Jlobin’den,
Kalinkovichi üzerinden Kowel’e geçirerek 1. Ukrayna Cephesi’nin Polonya tarafında
kalan batı kanadındaki topçu gücünü 9.000 parçaya çıkardılar. Bu kuvvetlenme
sayesinde burada kilometre başına 200’e yakın top düşüyordu (Keegan 1989:149).
Böylece Temmuz’un sonunda 1. Beyaz Rus Cephesi batıdan da Polonya’ya dalarak
Ağustos sonunda Varşova’ya güneydoğudan yaklaşmayı başaracaktı.
147
8 Temmuz’da Baronovichi düştü. Pripet Bataklıkları’nın ortasından ilerleyen Ruslar 14
Temmuz’da Pinsk’i aldılar. Sovyet birlikleri, 15 Temmuz’da Alytus yakınlarında
Neman Irmak’ının üzerindeki ilk köprübaşını kurmayı başardılar. Chernyakhovski ve
Zakharov birleşerek 18 Temmuz’da Bialystok’u aldılar. 23-24 Temmuz’da Lublin, 28
Temmuz’da ise Bialystok Ruslar’ın eline geçti. Ruslar 400 km.’lik bir yarıktan 720 km.
kadar derine dalmayı başarmışlardı. En az 40 Sovyet tank tugayı ve bir çok süvari-
mekanize grubu Polonya’nın doğusuna kadar Almanlar’ı temizledi. Polonya’da da
ilerleyen Sovyet Birlikleri güneydoğudan Varşova’ya oldukça yaklaşmıştı. Ancak
Temmuz sonuna doğru Sovyet ilerleyişi de yavaşlamıştı.
Tam bu sırada Doğu Cephesi’nde ve Afrika’da görev yapmış olan, şimdi de Batı
Cephesi’nde umutsuz görevlerle karşılaştıkları olaylar nedeniyle Hitler’e güvenini
kaybeden, Doğu Cephesi’ndeki birbirini izleyen felâketleri de izleyen üst düzey
generallerin ve subayların başını çektiği bir Hitler karşıtı komplo harekete geçirildi. Kod
adı “Valkiri Harekâtı” olan ve Hitler’in bombalı suikastten büyük bir şans eseri
kurtulmasıyla suya düşen bu komplo sonucu ünlü mareşaller Rommel ve Kluge’nin de
aralarında bulunduğu çok sayıda subayın hayatına maloldu. Olayın ertesi günü
Generallerine zaten güzen duymayan, ancak şimdi de hepsine şüpheyle bakmaya
başlayan Hitler, Zeitzler’in yerine Guderian’ı 21 Temmuz 1944’te Kara Kuvvetleri
Kurmay Başkanlığı’na getirdi (Guderian 1983:127).
Rokossovski’nin birlikleri 22 Temmuz’da Kovel yakınlarında Bug Nehri’ni geçmiş,
kuzeye saparak Brest-Litovsk’a yürümüştü. 1. Beyaz Rus Cephesi’nin sağ kanadı ile
Brest-Litovsk çevresinde birleşen sol kanadı, bu sektörde oluşan ikinci büyük bir Alman
gruplaşmasını çevirdiler ve 27 Temmuz’da Brest-Litovsk’u aldılar. Rokossovski, 24
Temmuz’da Lublin’e girdi ve emrindeki mobil kolorduyu Varşova ve Vistül tarafına
yolladı. Ancak Varşova yakınlarında sert bir direnişle karşılaşınca 31 Temmuz’da ikmal
yapabilmek için Praga’da durdu. Varşova’ya doğudan ve kuzeydoğudan yaklaşmış olan
cephenin sağ kanadı, harekâtını 15 Eylül’e kadar yenileyerek sürdürdüyse de bir sonuç
alamadı. Bu zorunluluk Almanlar’a üç SS panzer tümeninin İtalya’dan çekerek bölgeye
getirmesi için zaman kazandırdı. Böylece cephe Vistül boyunca sabitlendi. Sonunda
tükenen Ruslar son adımı atarak şehri ele geçirecek bir harekât daha düzenleyemeyince
148
bu durum şehirde ayaklanan Polonya Yurt Ordusu ve Varşova halkı için felâket oldu.
Model, ikmal ve iaşesi azalan Ruslar’ı sonunda durdurmayı başarmıştı. Cephe altı ay
boyunca suskun kalacaktı.
Sovyet birlikleri, Polonya sınırına 24 günde ulaştılar ve kendi kaynaklarına göre 38.000
Alman askerini öldürürlerken 158.000 esir aldılar, 2.000 tank, 10.000 top ve 57.000
motorlu araç ele geçirdiler (Keegan 1984:31). Almanlar harekât boyunca 25 ila 28
tümen değerinde birlik kaybettiler. Toplam kayıpları 350.000 askeri buluyordu. Harekât
boyunca 21 Alman generali esir edilirken 10 general de öldürüldü (Perrett 1992:37).
Böylece harekât, Kızılordu adına büyük bir zaferle sonuçlanmış oldu. Hitler’in çekilme
konusundaki katılığı Merkez Ordular Grubu’nun klasik bir Kesselschlacht ile bir ayda
yok edilmesine neden olmuştu. Grubun 17 tümeni tamamen, 50 tümeni de yarı yarıya
yok edilmişti. Bagration Harekâtı Rus tarihçilerince Büyük Vatan Savaşı’nın dönüm
noktası olarak kabul edilmiştir.
Bagration Harekâtı’na 2.331.000 askerle başlayan Kızılordu, harekât boyunca 178.507
ölü ve kayıp, 587.308 yaralı olmak üzere toplam 765.815 kayıp vermiştir. Bununla
birlikte 2.957 tank kendinden-kundaklı top ile 2.447 top ve havan kaybetmişlerdir
(Glantz 1995:215).1 Polonya’da çarpışan 1. Beyaz Rus Cephesi ise 123.000 kadar asker
kaybına uğramıştı (Erickson 2003:327).2
Bu harekatın kazanılmasında Kızılordu açısından sayısal üstünlük ve silah kalitesinin
artırılması gibi çok sayıda husus üstünde durulabilir. Ancak en büyük pay şüphesiz
Ruslar’ın taktik anlayış açısından kendilerini oldukça geliştirerek yeni bir tarz denemiş
olmalarıydı. Mesela önceleri tanklar ve süvariler birlikte belli bir noktaya yığılmışlar ise
ya oradan yarma yapılacak ya da yarmadan sonra Alman hattının derinlerine sarkılacak
1 Veriler hem Beyaz Rusya, hem de Lublin-Brest harekâtlarını kapsamaktadır.2 Sovyet askerî tarihçileri, Beyaz Rusya Harekâtı’nı dönüm noktası olarak kabul etmişlerdir. Beyaz Rusya Harekâtı’nın Ruslar üzerinde iki etkisi gözlemlenebilir. Birincisi Ruslar’a göre Almanlar Moskova’ya tehdit yöneltemeyecek hale gelmişlerdir. Ancak Rus Savaş Tarihi açısından olan diğer özelliği bundan daha etkilidir. Kızılordu’nun Almanlar’ın Blitzkrieg teorisine cevabı niteliğinde, başından sonuna kadar planlayarak kitlesel esir alma ya da yok etme başarısını ilk kez uygulayabilmeleri bu harekâtla olmuştur. Ruslar, 1941’de Moskova’da Almanlar’ın yenilmezliklerine olan inançlarını kırmışlar, 1942’de Stalingrad’da kendi özgüvenlerini kazanmışlar, 1943’te Kursk’ta Almanlar’ın saldırabilirliklerini ortadan kaldırmışlar ve 1944’te Beyaz Rusya’da ise harekâtta baskın rol oynamaya başlamışlardır.
149
demekti. Ruslar, Almanlar’ın bunu tahmin ettiklerini görmüş olmalılar ki, savaşın son
döneminde bu yığınakları mümkün mertebe gizlemişler ya da çoğunu savaşa geç
sokarak durumdan daha verimli bir şekilde yararlanmaya başlamışlardır. Hatta tankları
muazzam kayıplı piyade saldırılarından sonra cephe delinince derin harekât için devreye
soktukları harekâtlarda Almanlar’ı adeta ezmişlerdir.
2.4.1.16. Varşova Ayaklanması (Ağustos-Ekim 1944)
1944 Temmuz’unda Polonya’daki Alman Ordusu geri püskürtülmüş, Sovyet birlikleri
Vistül’e ulaşmış ve Varşova’nın banliyölerine kadar gelmişti. Sürgündeki Polonya
Hükümeti1 ve Varşova’daki Polonya Yurt Ordusu’nu örgütleyen General Tadeusz Bor-
Komorowski, zamanının geldiğini düşünerek Varşova’yı Almanlar’a karşı
ayaklandırmak suretiyle yaklaşmakta olan Sovyet Ordusu ve Komünist PCNL için
cephe gerisinden fırsat yaratmak istedi. Ancak Ruslar’ın kendilerine yardım etmekte
olan isteksizliklerini bildiklerinden onlarla doğrudan irtibata geçmediler ve böylece
Sovyet saldırısının artık sonlarına geldiğini bilemediler. Vistül’ün gerisinde ise
Almanlar kuvvetli bir savunma hazırlamışlardı. 29 Temmuz’da bölgeye varan Hermann
Göring Panzer Tümeni sayesinde de takviye edilmiş oldular.
Buna rağmen 4.000’i kadın, 42.500 Polonya Yurt Ordusu elemanı büyük bir birliktelik,
disiplin ve hevesle 1 Ağustos’ta ayaklanarak 20 saat içinde şehrin üçte ikisini ele
geçirdiler. Polonya Yurt Ordusu’nun ayaklanması ile Merkez Ordular Grubu’nun
General von Vormann’ın 9. Ordusu arasındaki bağlantı kesildi (Guderian 1983:150). 2
Ağustos’ta Sovyet destekli Polonya Özgür Demokratik Ordusu’na bağlı 1. Polonya
Ordusu’nun üç tümeni, Pulavy-Deblin kesiminde Vistül’ü geçerek Polonya Yurt Ordusu
ile birleşmek için taarruz ettilerse de, ağır kayıp vermelerine rağmen köprübaşı elde
edemediler (Guderian 1983:154-155). Almanlar, 4 Ağustos’ta şehirde bir karşı-saldırı
gerçekleştirdiler. Saldırıya partizanlara karşı savaş konusunda uzmanlaşmış olan SS
Tuğgenerali Erich von dem Bach-Zelewski önderlik ediyordu. Ayaklanmayı bastırmaya
çalışan Alman birlikleri sürekli takviye alıyor ve bunlar ağır topçu ile destekleniyordu 1 Almanya, 13 Nisan 1943’te Katyn Ormanı Katliamı’nı açıkladıktan sonra Polonya Uluslararası Kızıl Haç’a başvurduğu için SSCB, 25 Nisan’da Polonya ile ilişkilerini kesmişti (Jaeschke 1990 :86).
150
Alman birliklerinin çoğunluğu ise SS formasyonlarından oluşmaktaydı. 10 Ağustos’ta
Polonyalılar üç küçük gruba bölünerek izole edildiler. Alman pike-bombardıman
uçakları ve ağır topçusu da şehri harabeye çevirdiler. Müttefikler, şehrin dışındaki
partizanlara ikmal malzemesi atıyordu. Partizanlar da bunları şehrin kanalizasyonunu
kullanarak Polonya Yurt Ordusu üyelerine ulaştırıyorlardı. Ancak Almanlar, Stare
Miasto’yu Eylül başlarında kuşattıklarında bu irtibatı fark ederek önlem aldılar. Bunun
üzerine Bor-Komorowski bu bölgeyi boşalttı. Bu arada Başbakan Mikolajczyk te
Ruslarla görüşerek Varşova’ya yardım çağrısında bulundu. Ne var ki Polonya
Hükümeti, aralarında PCNL ile anlaşması önerisinin de bulunduğu Stalin’in şartlarını
kabul etmedi. Stalin de Batılı Müttefikler’in Rus havaalanlarını kullanarak Varşova’ya
havadan yardım malzemesi atmasına izin vermedi. Hatta Sovyetler Birliği’ne karşı bu
tür bir muhalefete yardım göndermeyeceğini söyleyerek, Varşova’ya girmeye çalışan
Ev Ordusu askerlerinin silâhlarına da el koydu. Sovyetler, Batılı Müttefikler’in
kendilerine hava desteğini kesti. İngiltere, 10 Eylül’de Rusya’ya arktik konvoyların
durdurulacağı tehdidini savurunca, Varşova’ya havadan ikmal kısıtlı da olsa sağlandı.
13 Eylül gecesi boyunca, alçak irtifa uçan Sovyet uçakları 2.000’i aşan sortiyle,
Polonyalı direnişçilere 505 tanksavar tüfeği, 1.500 kadar makineli tabanca ve 130 ton
yiyecek, ilaç ve patlayıcı attılar (Erickson 2003:288).
10 Eylül’de Ruslar Praga’ya saldırdılar ve burayı 15 Eylül’de ele geçirdiler. Ruslar, 14
Eylül’den başlayarak geceleyin havadan yardım malzemesi atmaya başladılar. 18
Eylül’den itibaren buna Amerikalılar da katıldılar ve böylece Polonyalılar’ın morali
yükseldi. 20 Eylül’de nihayet, Varşova ile Kızılordu arasında haberleşme sağlandı.
Kosciuszko Tümeni’nin (PPR) iki taburu destek olarak Polonyalılar’a yollandı. Ancak
geç kalınmıştı. Polonyalılar, 23 Eylül’de Czerniakow’u, 27 Eylül’de de Mokotow’u
kaybettiler ve 1 Ekim’de de Kızılordu saldırmadan kendi çabalarıyla isyanı
sürdüremeyeceklerini beyan ettiler. Guderian, Polonyalılar teslim olma eğiliminde
oldukları zaman, Hitler’e ayaklanan Polonyalılar’a devlet hukukuna göre savaş tutsağı
hakkının tanınmasını önerdi. Bunun mücadeleyi sona erdireceğini umuyordu. Bor-
Komorowski, 3 Ekim’de Almanlar ile ateşkes imzalayarak teslim oldu. Bu anlaşmayla
Ev Ordusu1 muharip statüsü kazanarak esirlerin savaş esiri muamelesine tabi olması
1 Halk’ın Ordusu bu anlaşmaya dahil edilmedi.
151
sağlandı. Buna ek olarak ortak sorumluluktan sivillerin hariç tutulması ilkesi kabul
edildi. Polonyalı direnişçiler arasında asker ve sivil ayırt edilemiyor ve sivillerin,
askerlerin taktıkları beyaz kolluklar takması engellenemiyordu. Sivillerin savaşa
katılımı cephanenin aşırı kullanımına neden olmuştu (Guderian 1983:151-152).1 Çoğu
Rus olan Kaminski Tugayı ile koşullu salıverilmiş mahkumlardan oluşan Dirlewanger
Tümeni’nin ayaklanmayı bastırmada gösterdikleri vahşet sonucu Bach-Zelewski
Kaminski’yi kurşuna dizdirdi (Guderian 1983:150-153).2 Ayaklanma 15.000
Polonyalı’nın ölmesiyle son buldu. Almanlar’ın kayıpları ise 10.000 ölü, 7.000 kayıp ve
9.000 yaralı olarak gerçekleşti (Keegan 1984, 248). Ancak sivillerle birlikte
çarpışmalarda ölen Polonyalılar’ın sayısı 150.000’i bulmuştur (Perrett 1992:310).
Polonyalılar’ın yenilgisi Batılı Müttefikler ile Sovyetler arasındaki ittifakta ciddî bir
gerginliğe neden oldu. Rus tarihçiler ayaklanmanın “prematüre” olduğunu savunarak
Sovyet orduların ikmallerini tükettiklerini bu yüzden de Varşova’ya nihaî bir saldırı
yapamadıklarını söylemektedirler. Guderian da bunu kısmen doğrulamaktadır (Perrett
1992:310). Ruslar, Magnuszev’de Vistül üzerinde ikinci bir köprübaşı ele geçirmeyi
başardılarsa da, bu birlikler Vistül’e paralel Varşova’ya ilerlerken Pilica’daki Alman
direnişi ile durdurulmuşlardır (Guderian 1983:155). Ancak zafere gitmekte olan
Stalin’in bir taşla iki kuş vurmak istercesine Polonyalılar’ın ortadan kaldırılmasına göz
yumduğu da davranışından dolayı açıktır.
2.4.1.17. Güney Polonya Harekâtı (Temmuz-Ekim 1944)
Stavka, Beyaz Rusya’daki Sovyet harekâtı başladıktan hemen sonra 24 Haziran’da
verdiği kararla güneyden yapılacak saldırının da 13 Temmuz’da başlamasını kabul etti.
29 Ağustos’a kadar sürecek olan harekât, Almanlar’ın saldırıyı beklediği Ukrayna’nın
batı bölgesinin ucu ile Polonya’nın güney kesiminden yapılacak ve kitlesel takviyeler
1 Guderian’ın yazdığına göre, Bor-Komorovski’nin 1946 Şubat tarihli Reader’s Digest dergisindeki “The Unconquerable” isimli makalesinden alınmıştır.2 Bach-Zelewski, Guderian’a adamlarına hakim olamadığından ve yaptıkları mezalimden yakınmıştır. Öte yandan Polonyalılar, ele geçirdikleri depolardan aldıkları Alman üniformalarını giyerek Almanlar arasında güvensizlik duygusu yaratmışlardı. Acizlik karşısında kendini kaybeden Hitler, “Varşova’da taş üstünde taş kalmasın” direktifi ile Varşova’nın tamamının tahribine yol açmıştır.
152
alarak Doğu Cephesi’nin en güçlü Sovyet Cephesi tarafından yürütülecekti. Stalin,
harekât için birliklerin tek koldan Lvov’a atılmasını istemiş, ancak Konev bu
ilerlemenin iki koldan yapılması gerektiğini savunmuştu. Stalin bunu Konev’in kellesi
karşılığı kabul etmişti (Keegan 1989:176). Ruslar’ın hedefi General Harpe
komutasındaki Alman Kuzey Ukrayna Ordular Grubu’nu ikiye bölerek bir yarısını
Karpatlar’a, diğer yarısını ise batıya sürmek ve Vistül Nehri’ne kadar harekâtı
sürdürebilmekti. Brody ve Lvov’daki Alman kuvvetleri de harekâtın başında yok
edilmeliydi.
Alman Merkez Ordular Grubu Beyaz Rusya’daki harekâtta çökertildiği için, Lvov,
Drohobycz-Borislav endüstri bölgesi, Polonya’nın güneyi ve değerli endüstri
kaynaklarının bulunduğu Çekoslovakya ile Silezya’nın girişini koruyan 34 piyade ve
beş panzer tümeninden altı tümen çekilerek hızla Beyaz Rusya’ya aktarılmış, böylece
güney kesimindeki Alman kuvveti de zayıflamıştı. Ancak Harpe, Bobruisk’te Busch’un
yapmak isteyip yapamadığını yaparak, 4. ve 1. panzer ordularının ileri hatları
boşaltmasını sağladı. Böylece bu iki değerli birlik Sovyet harekâtı öncesinde yoğun
topçu hazırlık bombardımanına maruz kalarak kayıp vermekten kurtuldular.
900.000 asker, 900 tank ve kendinden-kundaklı top, 6.000’in üstünde top ve 700 uçakla
taarruza geçen Konev (Erickson 2003:231), 16 Temmuz’da 200 km.’lik cepheyi Luck
yakınlarında yararak 27 Temmuz’da Lvov’u aldı. Lvov’un düşüşü ile harekâtın ilk
safhası sona erdi. Sovyet orduları hedeflerine tam anlamıyla ulaşmışlardı. Bu arada
Sovyet XVI. Zırhlı Kolordusu’nun 25 Temmuz’da Deblin’de Vistül’ü demiryolu
köprüsü üzerinden geçmek için yaptığı saldırı başarısız olmuş, Ruslar 30 tank
kaybetmişlerdi (Guderian 1983:154). Harekâtın ikinci aşamasında hedef Sandomierz’de
Vistül’e vararak köprübaşı oluşturmaktı. Konev, ertesi gün öncü uçları Jaroslaw ve
Przemsyl’e gönderdi. 2 Ağustos’ta 1. Ukrayna Cephesi Vistül Nehri üzerinde, Baranov
yakınlarında köprübaşı kurdu. 30 Temmuz’da KMG Sokolov ve 3. Muhafız Tank
Ordusu Vistül’ü geçerek küçük bir köprübaşı kurdular. Ancak köprübaşını genişletmek
gerekiyordu ve bu kıyasıya çarpışmalarla mümkün olabildi. Sovyet birimleri Vistül’ü
geçerlerken, paralelindeki Alman birlikleri de nehri geçerek çekiliyorlardı.
153
1. Ukrayna Cephesi de Alman Kuzey Ukrayna Ordular Grubu gibi ikiye bölünmüştü. 8
Ağustos’ta cephenin Karpatlar’a dayanan sol kanadındaki 1. Muhafız Ordusu ile 18.
Ordu, Konev’in tavsiyesi üzerine General Petrov komutanlığında oluşturulan 4.
Ukrayna Cephesi’ne devredildi. Bu arada Ruslar da ağır kayıplar veriyorlardı. Alman 9.
Ordusu, 26 Temmuz ile 8 Ağustos arasında 337 tank yok ederken, 70 top, 80 tanksavar,
27 havan ve 116 makineli tüfeği de ele geçirmiştir (Guderian 1983:155). Lvov-
Sandomierz Harekâtı’ndaki Sovyet kaybı ise 65.001 ölü ya da kayıp, 1.269 tank ve
kendinden-kundaklı top ile 1.832 top ve havandı (Glantz 1995:215).
2.4.1.18. Brody-Lvov Muharebeleri (13-27 Temmuz 1944)
Almanlar, Sovyetler’in 1944 yaz saldırısını Lvov kesiminde bekledikleri için,
Haziran’daki Bagration Harekâtı’na hazırlıksız yakalanmışlardı. 13 Temmuz’da 1.
Ukrayna Cephesi komutanı Orgeneral Konev iki aşamalı bir saldırı planı yaparak Lvov
kesimine yüklendi. Planı ilk önce Bug Nehri’ni geçerek Orgeneral Rokossovski’nin
kuvvetleriyle birleşmek, sonra da düşman hattını cenahtan yararak kuzeyden inmek
suretiyle Lvov’u almaktı. Şehir, Lvov-Sandomierz Harekâtı’nın güney eksenine dahildi
ve harekâtın kuzey ekseni de Rawa-Ruska’dan geçiyordu.
Lvov eksenine yapılacak taarruza Almanlar iyi hazırlanmışlardı. Lvov, Almanlar’ın
Polonya ve Romanya’daki birlikleri arasındaki bağlantının kilit noktasıydı. Buradaki
coğrafya, Dinyester’e karışan sayısız ırmağın yaptığı doğal bariyerler ile doluydu.
Almanlar bunlardan yararlanarak 40-50 km. derinliğinde üç savunma kemeri
oluşturmuşlardı ve böylece San, Dinyester, ve Vistül nehirlerinin hatları ile
Wlodzimierz, Brody, Zloczow, Rawa Ruska ve Stanislawow gibi şehirleri de kullanarak
“kirpi” gibi bir savunma düzeni ile genişlettikleri bölgede daha da güçlenmişlerdi.
Alman ana savunma gücü Lvov’u kapsayan bir eksendi ve buradaki piyade
konuşlandırılmış iki hattını, 15 km. kadar arkasından zırhlı birlikler destekliyordu.
Muharebe öncesinde Alman 4. ve 1. panzer orduları, topçu ve hava bombardımanına
maruz kalarak kayıp vermemek için ileri postalardan çekilmişler, bunu fark eden Ruslar
da bombardımandan vazgeçerek doğrudan taarruza geçmişlerdi.
154
Harekât 13 Temmuz’da başladı. 14 Temmuz’daki Rus yarması başarılı olmuş gözükse
de Almanlar’ın taktik ihtiyat ile karşı saldırıda bulundular. 15 Temmuz’da ise General
Baronov’un 15. Süvari/Mekanize Kolordusu Almanlar’ın kaçış yolunu kesti. Alman
karşı-saldırısı kuvvetten düştü. 17 Temmuz’da Konev’in sol kesimi Sandomierz’e
ilerlerken, General Rybalko’nun 3. Muhafız Tank Ordusu Brody’nin güneybatısında
Baronov’un ve Sokolov’un KMG’leri ile kıskaç harekâtı yaparak sekiz Alman tümenine
bağlı 40.000 askeri iki yandan çevrelemeyi başardı. 20 Temmuz’da Rava-Ruska
düştmüştü. Ancak 24 Temmuz’a gelindiğinde Lvov’a yönelik bir ilerleme
kaydedilememişti ve Sovyet birlikleri düşmanın kanadının açığından geçmek zorunda
kaldı. Zaman kazanan Almanlar, 27 Temmuz’da Lvov’u boşalttılar. Lvov düşünce
harekâtın ilk safhası da başarıyla tamamlanmış oldu.
Konev, 30 Temmuz’da Vistül Nehri’ni geçip Oder Nehri’ne doğru kendi bölgesini
temizlemeye koyuldu. Ancak Alman karşı-saldırısı yüzünden burada geniş bir köprü
başı elde etmekle yetindi. Harekâtın ikinci safhası 29 Ağustos’ta tamamlandığında
Karpatlar’ın eteklerine ulaşılmıştı.
Sovyet akınının durması için son çare olarak Guderian, Hitler’e Romanya’da bulunan
tümenlerin tamamının, Merkez ile Kuzey ordular grupları arasındaki gediği kapatması
için kullanılmasını önerdi ve bu başarıldı (Guderian 1983:147-148). Ancak bu sefer de
Romanya’yı savunan Güney Ukrayna Ordular Grubu zayıflamıştı.
2.4.1.19. Lapland Savaşı (Haziran-Eylül 1944)
1942’den, 1944 Eylül’üne kadar Orgeneral Dietl komutasındaki Alman Lapland Ordusu
az bir ilerleme gösterebilmiş ve sadece Petsamo’daki nikel madenlerini ele geçirerek
burayı korumayı başarmıştı. 1944 Nisan’ında, Almanlar’ın Finlandiya’da ve mükemmel
derecede moralli askeri vardı (Nissen 1983:286).
1944 başlarında Ruslar’la görüşen Fin delegesi döndükten sonra, 18 Nisan’da Fin
Parlementosu Sovyet barış teklifini reddetmişti. Sovyetler Karelya ve Leningrad
155
cephelerine 41 piyade tümeninden oluşan, yaklaşık yarım milyon asker, 10.000 top ve
800’ü aşkın tank yığmıştı. Kızılordu, 1944 Haziran’ında Finler’e karşı harekât için
bölgede gerekli hava desteğine sahip olmuştu. Sovyet birlikleri binlerce top, 1.000
kadar Katyuşa, 536 Bombardıman ve yakın-destek uçağı, 500 kadar tank ve Baltık
Filosu’nun 175 topuyla Karelya Kıstağı’nda Viipuri’ye saldırmak için hazırlandılar.
Önce Govorov’un Leningrad Cephesi, birkaç gün sonra da Meretskov’un Karelya
Cephesi saldıracaktı (Erickson 2003:204-205).
9 Haziran’da 240 ağır Rus topu Karelya Kıstağı’nda bulunan Fin mevzilerini dövmeye
başladı. Ertesi gün 140 dakika süren top ateşi, hava desteği ile pekiştirildi. Sonra Sovyet
21. Ordusu saldırıya geçti. 1.000 kadar uçak ta Fin hatlarının gerilerini bombaladı. 9 ila
13 Haziran arasında Baltık Filosu’nun savaş gemileri 11.000 adet mermi attılar. 11
Haziran’da Sovyet 23. Ordusu tarruza geçti. 15 Haziran akşamı ilk savunma hattı
yarıldı, 20 Haziran’da Viipuri düştü. 21 Haziran’da Karelya Cephesi’nin saldırısı
başladı. Viipuri’nin ötesine geçmek isteyen birlikler ise Almanlar tarafından
durduruldular (Erickson 2003:209-210). Aynı gün Ruslar, 1940 Mart’ında uzlaşılan
sınıra varmışlardı. Haziran saldırıları Fin ihtiyatını tüketmişti. Öte yandan Ruslar da,
Fin direnişinden, mayınlı ve barikatlı yollardan, uçurulmuş köprülerden, ince-uzun
mayınlı taşra geçitlerinden bıkmışlardı. Ruslar Finler’i ateşkese zorluyorlardı (Erickson
2003:329).
26 Haziran’da Ribbentrop ile Ryti arasında imzalanmış olan tarafların tek başına barış
görüşmelerindeb bulunamayacağı antlaşması da artık geçerliliğini yitirmişti. Bu
antlaşma Fin Meclisi Eduskunta tarafından onaylanmamıştı (Erickson 2003:330).
Ribbentrop’tan yardım sözü almalar Finler’in Stalin’in yaptığı ateşkesi reddetmelerinde
önemli bir etkendir. Ancak Almanlar Beyaz Rusya’da açıkça ricat ediyorlardı ve yardım
edecek halleri de kalmamıştı. 25 Ağustos’ta Moskova’nın talebi Finler’in Almanya ile
ilişkilerini kesmesi ve 15 Eylül’e kadar Alman birliklerinin ülkeyi terk etmesi
yönündeydi. Aynı gün görüşmelerin açılması kararlaştırıldı (Erickson 2003:330). Finler
bunun üzerine 4 Eylül’de ateşkes şartlarını kabul ettiler ve 19 Eylül 1944’te de savaştan
çekildiler. Bu sırada Almanlar Hogland’a çıkma teşebbüsünde bulundularsa da bu
harekât Fin birlikleri tarafından engellendi.
156
Finlandiya taraf değiştirince, Alman 20. Ordusu ve X. Dağ Kolordusu’ndan oluşan
Dietl’ın Lapland Ordusu da büyük bir Sovyet saldırısına haftalar kala birliklerini yavaş
ve hünerli bir şekilde Norveç’in kuzeyine doğru çekildi. Finlandiya’da harekâtta
bulunan yedi Sovyet ordusu da Fin Ordusu’nun desteğini alarak Alman Lapland
Ordusu’nu Norveç’e doğru takip etmeye başladı. Finlandiya 3 Mart’ta Almanya’ya
savaş ilan etti (Guderian 1983:256). Dietl, Finlandiya toprağından sadece Kilpisjärvi’yi
elinde tuttu ve burası 1945 Nisan’ına kadar Almanlar’ın elinde kaldı. Finler, 24 Nisan
1945’te ülkenin Almanlar’dan tamamen arındırıldığını ilan ettiler (Nissen 1983:288).
2.4.1.20. Baltık Koridoru Muharebeleri (Temmuz-Ağustos 1944)
Bu arada Yeremenko’nun 2. Baltık Cephesi ve Maslennikov’un 3. Baltık Cephesi
Peipus Gölü ile Vitebsk Sektörü arasında Alman hatlarını bir çok yerden yarmayı
başarmış, Litvanya, Letonya ve Estonya’ya doğru ilerliyorlardı. 8 Temmuz’da Hitler ile
toplantı talep eden Model, Vilno Garnizonu’nun boşaltılmasını istedi. Hitler her
zamanki gibi çekilmeyi reddettiyse de, Kuzey Ordular Grubu’ndan bazı birliklerin
çekilerek ihtiyat olarak kullanılmasını kabul etti. Bununla birlikte Kuzey Ordular
Grubu’nun çekilmesini kabul etmedi. 13 Temmuz’da Vilna düştü ve burada çevrelenen
bir başka Alman gruplaşması daha yok edildi. Vilna’daki Alman garnizonunun 7.000’i
ölürken, 8.000’i de esir düşmüştü. Almanlar’ı takibe koyulan Ruslar 44.000 kadar esir
daha aldılar (Erickson 2003:309). 27 Temmuz’da Daugavpils düştü.
Vilna ve Daugavpils’in düşmesiyle Baltık’a iyice yaklaşan Ruslar, Kuzey Ordular
Grubu’nun kuvvetlerini Baltık ve Doğu Prusya’da olarak ikiye ayırmış oldular. Ertesi
gün Rus zırhlıları Riga’nın güneybatısına sokularak Baltık Denizi’ne tehlikeli derecede
yaklaşmıştı. Burada Almanlar’ın elinde kıyı ile cephe hattı arasında dar bir şerit kalmış,
Kuzey Ordular Grubu da bu şeridin kuzeydoğusunda Estonya’ya sıkışıp kalmıştı. Ancak
Riga’nın batısında 31 Temmuz’da düzenlenen ve Baltık’a ulaşarak Almanlar’ın Estonya
ve Letonya’da kalan birliklerinin koridor bağlantısını kesmeyi amaçlayan taarruz ise
Alman karşı-taarruzları ile engellendi. Kuzey Ordular Grubu’nun kurtulması için,
Baltık’tan boşaltılması gerekmekteydi. Bu birlikler Doğu Prusya’yı savunmak için
157
buraya çekilmeliydiler (Guderian 1983:148). Ancak Hitler bunu reddetti. Çünkü, Büyük
Amiral Karl Dönitz1 Baltık’taki limanların açık tutulması konusunda ısrar ediyordu.
Ağustos’un 29’una kadar yenilenen saldırılar sayesinde Kaunas kurtarılırken,
Almanlar’ın Baltık’ta sıkıştıkları şerit te daraltıldı. Ancak Baltık’a ulaşılamadı.
2.4.1.21. Romanya Harekâtı (Ağustos 1944)
Bagration Harekâtı tamamlandıktan sonra, Sovyetler Balkanlar’ı ele geçirmek için
cephenin güney kesimine birlik yığmaya başladılar. Stavka, harekât sürerken 2
Ağustos’ta da Romanya’ya taarruz edilmesi kararı aldı. Alman Kuzey Ukrayna Ordular
Grubu bölünmüş ve gücü kırılmıştı. Bu sayede Romanya Girişini savunan General
Friessner komutasındaki Güney Ukrayna Ordular Grubu yok edilebilirdi. Friessner’in
kağıt üstünde 600.000 Alman ve Rumen askeri vardı. Grubun zırhlılarının çoğu kitlesel
Sovyet taarruzlarını önlemek için kuzeye kaydırılmışlardı. Ayrıca Sovyet yetkililer,
Romenler’in Almanlar’ı arkalarından vuramaları için gizli görüşmeler yürütüyorlardı.
Stavka’nın planı Yaş-Kişinev stratejik harekâtı ile Güney Ukrayna Ordular Grubu’nu
yok etmek, akabinde ise Moldovya’yı ele geçirerek Alman-Rumen ittifakını bölmekti
(Keegan 1989:176).
Orgeneral Rodion Malinovski’nin 2. Ukrayna Cephesi ve Orgeneral Tolbukhin’in 3.
Ukrayna Cephesi Romanya’yı temizlemekle görevlendirilmişti. Stavka, Romanya’nın
ardından Bulgaristan’ı ve Yugoslavya’yı ele geçirerek Macaristan üzerine yüklenmeyi
planlamıştı.
Orgeneral Johannes Friessner’in Güney Ukrayna Ordular Grubu, Dinyester Nehri’nin
sağ kesiminde sabit savunma hattı kurmuştu. Friessner’in 600.000 askere sahip üç
ordusu vardı. Ancak yine de sayı olarak yeterli askere sahip sayılmazdı. Çünkü Rumen
tümenlerine güvenmek zorundaydılar ve emrindeki üç ordunun ikisi Rumen 3. ve 4.
ordularıydı. Ayrıca Ruslar Romanya’ya girdiğinde Kral Michael darbe yapmak için
hazır olacaktı. Michael, Almanlar’dan kurtulmak için 1944 ilkbaharında Türkiye’deki 1 Dönitz, 1943 Ocak’ında Hitler ile anlaşamayan Raeder’in görevinden ayrılması sonrası, o zamana kadar u-bot filolarına komuta eden Dönitz’i Kriegsmarine Başkomutanı olarak atanmıştı.
158
Rus ortaelçisi ve Amerikan Gizli Servisi OSS ile temasa geçmişti (Clark 1985:404).
Sonuçta Friessner’in tek güvenebileceği birlik emrindeki Alman 6. Ordusu idi.
2.4.1.22. Yaş-Kişinev Muharebeleri (20-29 Ağustos 1944)
Malinovski’nin 2. Ukrayna Cephesi, 20 Ağustos’ta Yaş’ın kuzeybatısında ana darbeyi
vurarak Siret Irmağı’nın her iki yakasından Galatz’a indi ve güney Beserabya çıkıntısını
tehdit etti. Karadeniz tarafındaki Tolbukhin’in 3. Ukrayna Cephesi de Dinyester’deki
Kitsman (Cozmeni) Köprübaşı’ndan Huşi’ye doğru saldırıya geçerek, nehrin batı
yakasından aşağı doğru inmeye başladı. Romanya saldırısının ilk gününde Malinovski
ve Tolkbukhin’i destekleyen hava kuvvetleri, 3.000 sorti yaparken, Luftflotte IV’ün
verebildiği destek 43 bombardıman, 57 yer-destek ve 72 avcı uçağından ibaretti.1 Her
iki Sovyet cephesi de sürpriz saldırı yapmayı başararak Rumen 3. ve 4. ordularını
dağıtarak Alman 6. Ordusu’nu iki taraftan çevirdi. 23 Ağustos’taki kritik
çarpışmalardan sonra 18 Alman tümeni Huşi’nin güneybatısında kuşatıldı. Aynı şekilde
3. Rumen Ordusu da kuşatılmıştı.
Aynı gün 23 Ağustos’ta Romenler müttefiklerle barış yapıldığını ilan ederken, Mareşal
Antonescu tutuklandı. Bundan sonra Rumenler de Alman askerleriyle çarpışmaya
başladılar. Romenler, Tuna’daki geçitlere Almanlar’dan önce vararak buraları
kapattılar. Böylece Almanlar, Romen ve Rus birlikleri arasında kaldılar. Alman
birlikleri Galatz-Focsani-Karpatlar çizgisine çekilerek kısa bir savunma hattı
oluşturdular ve burayı tutmayı başardılar (Guderian 1983:167). Ağustos sonunda
Prut’tan Karpat geçitlerine doğru 25.000’e kadar Alman, çemberi yararak kaçmayı
başarmış, 38.000’i ise ekipmanlarıyla birlikte esir düşmüştü (Erickson 2003:364).
Sovyet zırhlı birlikleri de Leovo’da Prut Nehri’ni geçti ve 6. Tank Ordusu Focsani
Yarığı’na doğru hızla dalarak tüm Alman Güney Ukrayna Ordular Grubu’nu tehdit
etmeye başladı. Böylece arkadan da vurulmuş olan 200.000 kişilik Alman ordusu iki
gün içinde yok edildi. Yaş-Kişinev Harekâtı’daki başarı, Ruslar’a Doğu Avrupa’nın
1 “Red Stormin Romania”, World War II. Magazine, Pat Mc Taggart, www.thehistory.com
159
kapılarını Macaristan’a kadar açmıştı. 2. Ukrayna Cephesi de, 1944 Nisan ile Ağustos’u
arasında kurtardıkları bölgelerden en az 265.000 yeni asker elde etmişti. Tolbukhin’in
Cephesi için bu sayı 80.000 kadardı (Erickson 2003:352).
2.4.1.23. Bükreş’in Düşüşü (31 Ağustos 1944)
Aynı gün yaşanan Bükreş darbesi ile Almanlar’ın Güneydoğu Avrupa’daki konumu
dağıldı. Romanya Kralı Michael Rumen ordularına Ruslar’a ateş etmeyi kesmeleri
emrini verdi, daha 5 Ağustos’ta Hitler ile görüşmüş olan Mareşal Antonescu’yu
tutuklattı ve ülkesinin müttefiklere kayıtsız, şartsız teslim olduğunu açıkladı.
Rumenler’in taraf değiştirmesi Almanlar’ı büsbütün hazırlıksız yakalamıştı.
Almanya’nın Romanya’daki büyükelçisi intihar etti. Rumenler, Ruslar’ı ikna ederek
ilrlemelerini durdurmak isteseler de, Stavka Rumenler’in yaptığı “Sovyet birliklerinin
durması ve kalan Alman birliklerinin Romanya’da çekilmesi” teklifini reddetti ve
Malinovski’nin 2. Ukrayna Cephesi’ne harekâtı Bükreş’e kadar devam ettirmesi emrini
verdi. 29 Ağustos’ta Malinovski’nin cephesinin karşısında sade yedi Alman tümeninden
artakalanlar kalmıştı. Aynı gün Sovyet birlikleri Constanta’ya denizden çıkartma
yaptılar. 31 Ağustos’ta da Sovyet Birlikleri Bükreş’e girdi. Ruslar, 1 Eylül’de Tuna
Nehri’ne vardılar. Hitler, Doğu Avrupa’daki harekâtın gidişatı üzerine Yunanistan ve
Yugoslavya’daki birliklerini geri çekmek zorunda kaldı. Bunun üzerine Ege
Adaları’ndaki Alman garnizonları da acilen boşaltıldılar.
Romanya’yı Almanlar’dan arındırmak için verdiği mücadele Nisan ile Ekim 1944
arasında, Kızılordu’ya 46.783 ölü, 171.426 yaralı, 2.000 top ve havan, 2.200’ü aşkın
tank ve 528 uçağa mal olmuştur (Erickson 2003:371). Sonuçta ise Romanya, Ruslar’ın
tarafına geçen ilk Alman müttefiki olmuştu. Bundan sonra Rumen orduları Almanlar’a
karşı Kızılordu’nun yanında savaşmaya başladılar. Özellikle iki Rumen Ordusu savaşın
geri kalanında Macaristan ve Çekoslovakya’daki muharebelerde Almanlar’a ve
Macarlar’a karşı düzenlenen harekâtlarda yer aldılar.
160
2.4.1.24. Bulgaristan Harekâtı (Eylül 1944)
Ruslar Bulgaristan sınırına 169.000 askerli 28 tümenle yaklaşırlarken, beş ordusu ve iki
işgal kolordusu bulunan Bulgaristan, 450.000 askere sahipti (Erickson 2003:376).
Bulgarlar diğer Alman müttefikleri gibi Sovyetlet Birliği’ne savaş açmamış ve
dolayısıyla Doğu Cephesi’nde savaşmamışlar, sadece Balkanlar’da etkin olmuşlardı.
Dolayısıyla Almanlar’ın müttefiki olmalarına rağmen, Sovyetler Birliği’nin
Bulgaristan’a girmesinin bir nedeni de yoktu. Yine de Ruslar Romanya’daki harekât
sırasında Rumen-Bulgar Sınırı’na doğru yaklaşırlarken, Bulgar Hükümeti de 26
Ağustos’ta tarafsızlığını ilan etmişti. Bunu yeterli bulmayan Ruslar 5 Eylül’de
Bulgaristan’a savaş ilan etti. 8 Eylül’de Tolbukhin’in 3. Ukrayna Cephesi Bulgar
sınırından içeri girdi. Rus birlikleri, Bulgarlar direnişte bulunmayınca 12 saat içinde 65
km. kadar sınırı geçtiler. Ertesi gün Sovyet yanlısı Köylüler ve Komünistler Cephesi
Bulgaristan’da iktidara geldi. Bunun üzerine Ruslar Bulgaristan’daki harekâtı
durdurdular. Böylece Bulgaristan kansız bir şekilde ele geçirilmiş oldu.1
Ruslar’ın Romanya ve Bulgaristan’daki zaferlerinden sonra Malinovski ve Tolbukhin
mareşal rütbesine terfi ettiler. Sonuçta Alman Güney Ukrayna Ordular Grubu yok
edildi. Sovyet planı tamamen başarılı olmuş ve Balkanlar’ın kapıları Ruslar’a açılmıştı.
Ekim’de Sovyet ilerleyişi Yugoslavya’ya ulaşmış ve hemen sonrasında Rus birlikleri
Macaristan’ın yarısını ezip geçmişti.
2.4.2. Savaşın Son Safhası (8 Eylül 1944 – 11 Mayıs 1945)
2.4.2.1. Yugoslavya Harekâtı (Eylül-Ekim 1944)
Bulgaristan Harekâtı’ını kansız tamamlayan Ruslar vakit kaybetmeksizin batıya
yönelerek Yugoslavya’ya doğru ilerlediler. Kızılordu, gözlerini artık Belgrad ve
1 Guderian, Romanya ve Bulgaristan’da durumun karıştığı raporlarından ve Hitler’in bunlara inanmadığından bahsetmiştir. Bu yüzden Bulgarlar’a bir çok zırhlı araç verilmiş, Guderian’ın inisiyatifini kullanarak bunları geri alma girişimi Jodl tarafından engellendi (Guderian 1983:166).
161
Budapeşte’ye çevirmişti. Ruslar, Tito’ya 100.000 tüfek, 68.000 makineli tüfek,
800.000’den fazla tanksavar ve sahra topu, 491 uçak, 65 tank ve yedi hastane ile dört
cerrahi ünite için ekipman verdiler (Erickson 2003:384). 6 Eylül’de Turnu Severin’de
Yugoslav sınırına varmış olan Tolbukhin, Tito’nun partizanları ile birlikte Belgrad’a
saldırdı. Şehir, 22 Ekim’de şehir düştü (Erickson 2003:389). Belgrad’daki direniş
Almanlar’a 15.000 ölü ve 9.000 esire malolmuştu. 3. Ukrayna Cephesi’ne bağlı LXXV.
Kolordu 28 Eylül’de Yugoslav sınırına ulaştı. Bununla birlikte Gorshkov’un
hücumbotlarından oluşan Tuna Filotillası da Tuna boyunca Sovyet ilerleyişine nehirden
destek vermeye başladı ve Yugoslavya’daki ilk Rus hedefi olan Negotin’e yaklaştı.
Negotin 30 Eylül’de düştü.
2.4.2.2. Doğu Karpatlar Harekâtı (Eylül-Ekim 1944)
29 Ağustos’ta Karpatlar’ın güneyinde Slovak İsyanı başlamıştı. 8 Eylül’de Konev’in 1.
Ukrayna ile Petrov’un 4. Ukrayna cepheleri Doğu Karpatlar’da bir harekât başlattılar.
Amaçları mihver kuvvetlerin direnişini kırarak Karpatlar’daki geçitleri kontrol etmek ve
bu yolla Slovak partizanlarla irtibat kurmaktı. Harekât, bölgede bulunan Jablunkov,
Vyshovskiy, Veretskiy, Uzhok, Russkiy, Lupkovskiy ve Dukla geçitlerini kapsıyordu.
Karpatlar-Dukla Harekâtı Çekoslovakya’nın Ruslar tarafından işgalinin başlangıcı
demekti. Buraya yapılan harekâta Sovyet 38. Ordusu’na bağlı 1. Çekoslovak Kolordusu
öncülük etti. Bunun nedeni Slovak partizanlar ile temas sağlanması için buranın
alınmasının öncelikle gerekli olmasıydı ve siyasî açıdan düşünüldüğünde Kızılordu’da
savaşan Çek birlikleri de bu iş için biçilmiş kaftandı. Dukla kenti 20 Eylül’de ele
geçirildi. Dağ geçitlerinin ele geçirilmesi için yapılan harekâtın bir parçası olarak hava
indirme tugayları dağların güney kesimine indirilerek geçitler arakadan çevrildiler. 1
Ekim’de 38. Ordu birimleri Dukla Geçidi’nin kuzeybatısından Polonya-Çekoslovakya
sınırına ulaştılar. 6 Ekim’de I. Çekoslovak Kolordusu, Sovyetler’in LXVII. ve XXXI.
Tank kolorduları ile birlikte geçidi ele geçirdiler. 28 Ekim’de Sovyet-Çek kuvvetleri
geçitten batıya ve güneybatıya doğru 15 ila 25 km. kadar yarma yapmayı başarmışlar,
Almanlar ise Doğu Çekoslovakya’dan ve Tizsa Nehri’nin kuzeyinden sürülmüşlerdi.
162
Almanlar, bütün bu gelişmeler üzerine yeni cepheyi Çekoslovakya’nın batısı ile
Macaristan’da kabullenmek zorunda kaldılar. Slovakya’ya girme teşebbüsleriyse,
Sovyetler’e 90.000 kadar kayba mal oldu (Erickson 2003:327).
2.4.2.3. Baltık’ta Sovyet Taarruzu (Temmuz 1944-Nisan 1945)
Leningrad kurtarıldıktan sonra Sovyet Birlikleri, Temmuz ile Kasım arasında Baltık
Ülkeleri’nde harekâtlarını sürdürdüler. Almanlar, Baltık’taki savunma savaşları
boyunca çok güçlü savunma hatları hazırlamışlardı. Beton makineli-tüfek koruganları,
“ejderha dişleri” denilen tank engelleri ve diğer korugan çeşitleri ile altı tahkim edilmiş
bölge ile güçlendirilmiş en az yedi savunma perimetresi mevcuttu.
Hitler, Güney Ordular Grubu Komutanı Schörner ile Kuzey Ordular Grubu Komutanı
Friessner’in yer değiştirmelerini emretmişti. Schörner’in Kuzey Ordular Grubu
Kurland’a sıkışmıştı. Almanlar’ın 16 ila 26 Eylül arasında gerçekleştirdikleri karşı-
taarruz ile Kuzey ve Merkez Ordular Grupları arasındaki bağlantıyı sağlandıysa da.
Schörner’in -Hitler’in emrine itaat etmeyerek- birliklerini Mitan Bölgesi’nde tutması
sonucu, hat tekrar yarıldı ve Ruslar Memel ile Liban arasında Baltık kıyısına ulaştılar
(Guderian 1983:148-149). Böylece Doğu Prusya yolu açılmıştı ve Ruslar Ekim
ortasında buraya harekâta başladılar. Bu arada Gumbinnen’de sonuçsuz kalan bir tank
savaşı cereyan etti.
Bagramyan’ın 1. Baltık Cephesi’nin takviye edilmiş birlikleri, 8-10 Ekim’deki
harekâtla Baltık kıyısındaki Memel’i aldılar ve 11 Ekim’de de Memel’in kuzey ve
güneyinden Baltık’a vardılar. Yeremenko’nun 2. Baltık Cephesi ise Letonya’nın
başkenti Riga’ya girdi. Böylece iki sektör arasında kalan, Alman Kuzey Ordular
Grubu’nu oluşturan 16. ve 18. ordular cep haline sokularak Kurland Yarımadası’nda
çevrelenmiş oldular. Burada kuşatılmış bulunan 33 tümen, 26 Ocak 1945’ten itibaren
Kurland Ordular Grubu olarak yeniden organize edildiler ve savaş bitene kadar Kurland
Yarımadası’nda tutunmayı başardılar.
163
Sovyet Baltık Filosu, savaşın çoğunda Finlandiya Körfezi’nin doğusunda hapsolmuş,
tayfalarının bir çoğu bölgedeki kara savaşlarına katılarak harcanmıştı. 1944’te
Estonya’nın doğu girişindeki Narva düşüp, 19 Eylül’de Finlandiya savaştan çekilince
Baltık Filosu da Baltık Denizi’ne açılma şansı buldu ve Finlandiya’nın en güney
ucundaki Hangö şehri de Rus denizaltılarının üssü olarak Almanlar’ın denizden çekilme
yollarını engellemeye başladılar. Bunun en acımasız sonuçlarından biri 30 Ocak 1945’te
Danzig Körfezi’nin kuzeybatısındaki Stolpebank açıklarında meydana geldi. Wilhelm
Güstloff yolcu gemisi, Sovyet S-13 denizaltısı tarafından batırıldı ve denizler tarihinin
yaşanan bu en feci olayında en az 7.000 kişinin öldü. Bunu 9 Şubat’ta hastahane gemisi
Stüben ve 16 Mart’ta Goya’nın batırılmaları izledi. Batırılan Alman gemilerinde verilen
asker-sivil zayiat taşınanların %1’i kadardı.1 Ruslar’ın açık deniz filosu Almanlar ile
boy ölçüşemeyecek durumda olmadığından, Almanlar Kurland’dan çok sayıda asker ve
teçhizatı boşaltmayı başardılar. Kurland’daki 33 tümen, 21 tümen ve bir tugaya olmak
üzere 42 generalin de dahil olduğu 189.000 askere indirildi ve bunlar Avrupa’da savaşın
bittiğinin ertesi günü 9 Mayıs 1945’te Ruslar’a teslim oldu (Keegan 1989:150).
2.4.2.4. Doğu Prusya Harekâtı (Ocak-Nisan 1945)
Sovyet birliklerinin Kurland’ı es geçmişlerdi. Geçici bir aradan sonra Sovyet orduları
12 Ocak’ta Polonya Harekâtı’na başladılar. Cepheden taarruzun başarıya
ulaşmayacağının görülmesi nedeniyle Rokossovski’ye 2. Beyaz Rus Cephesi ile Doğu
Prusya’yı yandan çevirme manevrası yapması emredildi. Ruslar, bu sayede Doğu
Prusya Harekâtı’na, yaklaşık 1,7 milyon asker, 25.000’in üzerinde top ve havan, 3.900’e
yakın tank ve hücum topu ile 3.000’i aşkın uçak ayırdılar. Harekâta Rokossovski’nin 2.
Beyaz Rus ve Chernyakhovski’nin 3. Beyaz Rus cepheleri ile Bagramyan’ın 1. Baltık
Cephesi’nin bir kısmı katıldılar. Buna karşılık Almanlar’ın teçhizatı 8.200 top, 700 tank
ve 775 uçak şeklindeydi (Keegan 1989:150).
Harekât, 13 Ocak ile 25 Nisan 1945 arasında Vistül-Oder Harekâtı ile mutabık bir
şekilde sürdürüldü. 450 T-34 tankına ve üçe bir sayısal üstünlüğe sahip olan 1 Almanlar’ın bu bölgelerden yaptığı boşaltma harekâtlarından biri de U-Bot personelinin çıkarıldığı Hannibal Harekâtı idi.
164
Rokossovski, Polonya’nın kuzeyinden hızla ilerlemeye başladı. 3. Beyaz Rus Cephesi
ise Masurian Gölleri’nin kuzeyinden hücumla cepheyi yararak 13 Ocak’ta Alman
Merkez Ordular Grubu’nun Almanya ile bağlantısını kesmek suretiyle Alman
birliklerini denize çakılı halde bıraktı. Chernyakhovski’nin birlikleri 1 Şubat’ta hücumla
cebi ikiye böldü. Ancak bu arada kendisi de öldürülünce yerine Vasilievski getirildi. 2.
Beyaz Rus Cephesi ise 14 Ocak’ta Marienburg-Elbing eksenine doğru taarruz etti.
Rokossovski, 22 Ocak’ta güneyindeki Mareşal Jukov’un 1. Beyaz Rus Cephesi
birlikleri ile Grudziadz’ta temas kurdu. Ruslar, Ocak sonunda Vistül Kulağı’na ulaşarak
Doğu Prusya’nın çoğunu Almanya’dan ayırdılar. Rokossovski’nin birlikleri 10 Şubat’ta
Elbing’te Baltık’a ulaştılar. Birlikte Danzig’e doğru giderek Doğu Prusya’nın
bağlantısını kestiler. Böylece Kurland’da olduğu gibi Doğu Prusya’da da Konigsberg
etrafında sıkışmış olan Alman Birlikleri çevrelenerek cep haline getirildi. ve
500.000’den fazla Alman buraya hapsedilmiş oldu. Bu sefer çevrelenenler, Alman
Merkez Ordular Grubu’na bağlı birliklerdi. Kuşatılan birlikleri yok etmek 3. Ukrayna
Cephesi’ne verildi. Ancak bunların çoğu deniz yoluyla kurtarılacaktı.
Yine 10 Şubat’ta 2. Beyaz Rus Cephesi yaptığı bir yarma ile batıya yönelerek Doğu
Pomeranya’ya girdi. Bu arada 3. Beyaz Rus Cephesi de Doğu Prusya’daki Alman
birliklerini yok etmeye çalışıyordu. 28 Mart’ta Gdynia düştü. 30 Mart’ta Rokossovski
Danzig’i alınca Doğu Prusya’daki Sovyet harekâtı bitmiş oldu. Sovyet birlikleri, Danzig
bölgesinde 10.000 esir almışlardı (Shtemenko 1971:343).
Sovyet birliklerinin Almanya içlerine doğru dalmaya başlaması, Rus askerlerinin geniş
ölçüde katliam ve tecavüz girişimlerini de beraberinde getirdi.1 Rus askerlerinin Alman
kadınlarına tecavüzlerinin kitlesel seviyede olduğu halde cezalandırılmadıkları, açıkça
üstleri tarafından göz yumulduğu bilinmekte, hatta resmi olarak kışkırtıldıkları bile
düşünülmektedir. Bu durumun başlattığı yoğun göç dalgası ile kulaktan kulağa hızla
yayılan bu korkunç olayların duyulması -tıpkı 13. yüzyılda Moğollar zamanında olduğu
gibi- çığ gibi büyüyen bir mülteci akınını başlattı. Ruslar yaklaştıkça, siviller ve resmi
görevliler panik halinde özellikle Gdynia, Danzig, Königsberg ve Pillau gibi Doğu
Prusya’daki limanlara kaçıyorlardı. Bu limanlardan deniz yoluyla sadece askerler değil, 1 Tecavüzler ile ilgili konu, kurbanların ağzından verildiği “The Last Battle” kitabında detaylı olarak anlatılmaktadır (Ryan 1999:484-493).
165
mülteciler, yaralılar ve çeşitli malzemeler de taşınmaktaydı. Hitler intihar ettikten sonra
yerine geçen Büyük Amiral Karl Dönitz, 23 Ocak ila 8 Mayıs 1945 arasında deniz
yoluyla Kurland, Doğu Prusya, Batı Prusya ve Pomeranya’daki limanlardan 2.022.602
kişinin boşaltılmasını sağlayan harekâta önderlik etti (Keegan 1989:150). Son büyük
liman olan Pillau ise 25 Nisan’da Ruslar’ın eline geçti. Bundan sonraki boşaltma
harekâtları Dunkirk’te olduğu gibi kumsallardan insanların toplanarak batıya
götürülmesi şeklinde seyretti ve kurtarılanların İngiliz-Amerikan birliklerinin ellerine
düşmesi sağlandı. Çok az bilinen, ancak tarihteki en büyük boşaltma harekâtı olan bu
harekâtı Amiral Dönitz bizzat denetlemiştir. Doğu Prusya Harekâtı, 13 Ocak ile 25
Nisan 1945 arasında Ruslar’a 126.464 ölü ve kayıp, 458.314 yaralı, toplam 584.778
asker, 3.525 tank ve kendinden-kundaklı top, 1.644 top ve 1.450 uçağa malolmuştur
(Glantz 1995:300, Ek Tablo B).
2.4.2.5. Königsberg’in Düşüşü (Nisan 1945)
Orgeneral Bagramyan’ın orduları Şubat’ta Doğu Prusya’da ilerlerken, Königsberg
önündeki direniş sonucu durmak zorunda kaldılar. Harekâtın gidişatı General
Vasilievski’ye bırakıldığında, o da Doğu Prusya’yı pas geçerek 13 Mart’ta
Heiligenbeil’e girene kadar yürüyüşe devam etmişti. Vasilievski 20 Mart’ta
Braunsberg’te bir Alman köprübaşını ezdi.
Königsberg’i Alman Zemland Harekât Grubu dahilinde biri statik toplam yedi tümen
savunuyordu. Şehrin savunması üç savunma pozisyonu üzerine oturtulmuştu. İlk
savunma pozisyonu 6,5-8 km. kadar şehir merkezi dışındaydı ve eski kale ile
birbirlerine bağlayan iki ila yedi siper hattına sahipti. İkinci savunma pozisyonu ise
şehrin hemen kenarında mayınlı, barikatlı ve kuvvetli taş Alman evlerinin olduğu bir
bölgeydi. Üçüncüsü de, dokuz eski kalenin ve eski şehrin olduğu perimetre idi.
Nisan’da Stalin ve Novikov, Königsberg’i kasıp kavuracak bir hava ve topçu
bombardımanı planladı. Königsberg’in alınması için düzenlenen “Samland Harekâtı”
için şehrin 1:3000 ölçeğinde detaylı bir maketini yapıldı. Doğu Prusya’daki tüm hava
birimlerini kullanılmasına izin verildi ve Stavka ihtiyatından 305 mm.’lik kuşatma
166
topları da harekâta dahil edildi. Königsberg için dört orduda 137.250 asker, 5.000 top ve
ağır havan, 538 tank ve kendinden kundaklı top ile 2.444 uçak toplanmıştı.
6 Nisan’da kötü hava Sovyet hava harekâtını engelledi. Bombardıman uçakları
planlanan 1.218 sortinin 85’ini yapabildi. Tüm hava birlikleri ise, planlanan 4.000
sortiden ancak 1.000’ini yapabilmişlerdi (Erickson 2003:545). Ruslar dört günlük yoğun
topçu bombardımanından sonra şehre 7 Nisan’da nihaî taarruza başladılar.
Bombardıman başarılı oldu ve Zemland Harekât Grubu denizden boşaltıldı. 9 Nisan’da
ise Königsberg düştü. Sovyet birlikleri, 16 Nisan’da Könisgberg’e girince Doğu
Prusya’daki direniş sona ermiş oldu. Kızılordu’nun iddiasına göre, Königsberg’te
42.000 Alman askeri ölmüş, 92.000’i de esir düşmüştü. Sivil ölümleri ise 25.000
olmuştu (Erickson 2003:542-546).
2.4.2.6. Polonya Harekâtı (Ocak-Mart 1945)
1944 her bakımdan Ruslar için tatmin edici bir yıl olmuştu. 1944 yaz ve sonbahar
saldırıları sayesinde, Sovyet birlikleri cephehattını anavatan topraklarından çıkartmışlar,
Alman toprağı olan Doğu Prusya ile birlikte Macaristan, Çekoslovakya ve Polonya’da
da savaşmaya başlamışlardı.
1943’te 19,4 milyon olan Sovyet işgücü, 1944’te 23 milyona çıkmış, bu zamanda tank
ve kendinden kundaklı top üretimi 24.000’den 29.000’e ve uçak üretimi de 34.900’den
40.300’e çıkmıştı. Sadece top üretimi 130.300’den 122.500’e düşmüştür ki, bu da düşük
kalibreli topların üretimlerinin durdurulması nedeniyledir (Erickson 2003:404-405).
Kızılordu’ya göre 1944’te Doğu Cephesi’ndeki Alman kayıpları, 1,5 milyon asker,
6.700 tank, 28.000 top ve havan ile 12.000’i aşkın uçak olmuştur. 1944 Ağustos, Eylül
ve Ekim’inde 672.000 kayba uğrayan Doğu Cephesi birlikleri, aynı dönemde sadece
201.000 ihtiyat alabilmişlerdir. 1941 ile 1944 arasında Doğu Cephesi’nde yok edeilen
Alman birliklerinin % 65’i 1944’te yok edilmiştir (Erickson 2003:423-424).
167
Kasım 1944 sonunda, Sovyet savaş gücü 6,5 milyonun üstünde asker, 100.000’i aşkın
top ve havan, 13.000 tank ve kendinden kundaklı top ve 15.000’in üstünde uçağa
çıkmıştır. Cephede 55 ordu, altı tank ordusu ve 13 hava ordusu mevcuttu. Piyade
tümenlerinin sayısı 500’den daha aşağı değildi (Erickson 2003:429).
1943 ile 1944 arasında Almanlar’ın petrol üretimi 3,2 milyon tondan 4 milyon tona
çıkmış, cephelere taşınan yük 1.164.000’den 1.465.000’e çıkmış, tank ve kendinden
kundaklı top üretimi 30.000, uçak üretimi ise 40.000 ile tavan yapmışlardı (Erickson
2003:423). Ancak 1944 kapanırken en büyük petrıl havzasına sahip olan Romanya
Ruslar’ın eline geçince Almanlar’ın sırtlarını yaslayabilecekleri tek havza Macaristan
kalmıştı.
1944 Aralık’ı ortasında Batı Cephesi’nde gerçekleştirilen ve son büyük Alman genel
saldırısı olan Ardenne’ler Taarruzu başarıya ulaşmamış, ciddî bir araç ve asker kaybına
neden olmuştu. Bu saldırıya odaklanan Hitler, Doğu Cephesi’nden gözlerini batıya
çevirmiş ve Guderian ile Gehlen’in1 Polonya’ya yönelik Sovyet taarruzunun
başlayacağı uyarılarını kabul etmek istememişti. Göstermelik cephedeki Sovyet tank
gücünün eksikliği ve batıda tekrar genel taarruza kalkmanın cazibesi, Hitler’e
Polonya’daki yaklaşan felâketi hazırlamaktaydı. Ancak Gehlen, 9 Ocak’ta Ruslar’ın
hedefinin Alman savaşma azmini ve kabiliyetini yok ederek savaşı sürdürmesine engel
olmak olduğunu duyurdu. Bundan üç gün sonra da Kızılordu’nun Polonya Harekâtı
başladı (Keegan 1989:174).2
Polonya Harekâtı’nın taslağı 1944 Kasım’ında hazırlanmıştır. Hedef Varşova’yı alarak
ve Polonya’yı doğrudan geçerek en kısa yoldan Berlin’e ulaşmaktı. Harekât için
öncelikli olarak Jukov’un 1. Beyaz Rus ve Konev’in 1. Ukrayna cephelerine görev
verilmişti. Jukov Poznan’ı, Konev ise Breslav’ı hedeflemişti. Her iki cephede toplam
2,2 milyon asker, 33.500 top ve havan, 7.000 tank ve hücum topu ile 5.000 uçağın
1 1942’den itibaren FHO’nun başkanı olan Gehlen, Hitler ile arası pek iyi olmadığından son zamanlarda istihbarat raporlarını Guderian’a sunuyor ve böylece dolaylı yoldan Hitler’e iletmiş oluyordu (Reese 1999:16). Gehlen, sonunda 9 Nisan 1945’te Hitler tarafından görevinden alınmıştır. 2 Batılı Müttefikler Ardenneler’de ciddi kayıplara uğramış, Almanlar planın gerisinde olsalar da ciddi bir yarma yaparak Meuse Nehri’ne kadar ulaşabilmişlerdi. Bu yüzden Polonya Harekâtı’nın batılı müttefiklerin yardım çağrısı üzerine başlatıldığı da düşünülmektedir. Alternatif bir görüş olarak, Ruslar’ın Alman tahkimatının daha çok güçlenmeden önce yaptıkları bir öngörülü saldırı olduğu yönündedir.
168
bulunduğu 22 ordu bulunuyordu.1 Ayrıca kuzeyde Doğu Prusya’daki harekâta dahil
olan Rokossovski’nin 2. Beyaz Rus Cephesi’nin sol kanadıyla güneyde Karpatlar’da
harekâtta bulunan Petrov’un 4. Ukrayna Cephesi’nin sağ kanadı da destek verecekti.
Asker sayısında 5:1 gibi önemli bir üstünlük yakalayan Ruslar, zırhlı tümenlerinin ağır
JS-II tankları ile donatılması sayesinde daha da güçlenmişlerdi.
Karşılarında ise General Harpe komutasındaki “A” Ordular Grubu’ndaki 9. ve 17.
Ordular ile 4. Panzer Ordusu’nda 400.000 asker, 1.136 tank ve hücumtopu ile 270
uçağın bulunduğu 30 tümen Vistül Nehri boyunca, Varşova’nın kuzeyinden Karpatlar’a
kadar uzanıyordu. Bunun haricinde Doğu Prusya’da General Reinhardt’ın komutasında
bulunan Merkez Ordular Grubu’nun 580.000 askeri, 700 tankı ve 515 uçağı mevcuttu.
Hitler generallerine zaman zaman emirlerine uymadıkları için güvenmiyordu. Bunun
üzerine Reichsführer Heinrich Himmler’i -hiç savaş deneyimi olmamasına rağmen-
Polonya’nın kuzey bölümünü savunması için Vistül Ordular Grubu’nun başına
getirmişti.2 Ayrıca iki panzer tümenini de bölgeden çekerek Macaristan’a
gönderdiğinden Polonya’daki gücü de zayıflamıştı (Keegan 1989:174).
Rus taarruzu adeta “ben geliyorum” demiştir. Ele geçirilen tutsaklar 10-11 Ocak gecesi
konak yerlerinin tank mürettebatına devredilmesi zorunda kalındığını söylerlerken, ele
geçirilen bir Rus telsiz mesajında “Her şey hazır. Takviyeler geldi” şeklindeydi. 17
Aralık’tan beri, Baranov’daki köprübaşında toplar 719 namlu, havanlar 268 namlu
artmıştı. Pulavy Köprübaşı’nda ele geçirilen tutsaklar “Taarruz çok yakındır. İlk dalga,
ceza birliklerinden kurulu olacaktır. Bu taarruzu 40 tank destekleyecektir. Asıl
muharebe hattının 1,5 ila 3 km. gerisindeki ormanlarda otuz-kırk kadar tank
bulunmaktadır. 8 Ocak gecesi mayın tarlaları temizlenmiştir” demişlerdi. Hava keşif
raporları ise Vistül’e doğru düşman kıta hareketleri tespit etmiş, Magnuszev
köprübaşında 60 yeni top mevzi saptanmıştı. Bu istihbarat, Narev cephesinde, Varşova
kuzeyindeki bölgelerde, Ostenburg civarında ve Doğu Prusya’da yapılan istihbarat ile
de örtüşüyordu (Guderian 1983:205).
1 Bunlardan ikisi hava ordusuydu.2 Aynı Hitler, 1945 Nisan’ı sonunda Himmler’i hain olarak ilan ederek tutuklanmasını istemiştir.
169
Harekât iki aşamaya bölünmüştü. Birincisi 12-17 Ocak arasında 1. Beyaz Rus
Cephesi’nin Magnuszow ve Pulawy’de 1. Ukrayna Cephesi’nin ise Sandomierz’de
Vistül Nehri üzerinde bulunan köprü başlarında saldırarak yarma yapmaktı. 12 Ocak
1945’te Ruslar 1.200 km.’lik cephe boyunca kış taarruzunu başlattılar. Konev,
Sandomierz Köprübaşı’ndan saldırmadan önce sadece orta çaptaki topçu ateşi ile Alman
ilk savunma hattında direnişi yok etti ve ardından öncü birlikler ilerlemeye başladılar.
Buna karşı Almanlar’ın geri hatlarından gelen güçlü topçu barajı, Alman kabiliyetini de
açığa çıkardığı için, Konev ikinci ve kesin topçu saldırısını tüm gücüyle en kısa
zamanda bunların üstüne doğrulttu ve hava desteğinin de yardımıyla Alman hatlarını,
komuta ve haberleşme organizasyonunu, haberleşmesini felce uğrattı. Konev, bu
durumdan yararlanarak en az kayıpla yarma yapmayı başardı (Rzheshevsky 1993:101).
Kötü hava koşullarının hava desteğini ve daha etkili topçu baskısını olumsuz
etkilemesine rağmen, 107 dakikalık bir topçu bombardımanı sonrasında Konev’in
birlikleri Sandomierz Köprübaşı’ndan saldırıya geçerek Sandomierz-Silezya Harekâtı’nı
başlattı. Harekâtın başından itibaren 1. Ukrayna Cephesi Sektörü’nde dört tank ordusu1
yarma ile birlikte harekât derinliği kazanarak Almanlar’ı takibe koyuldu. Yarısı ağır
Tiger tankları olan 200 Alman tankı daha ilk gün yok edildi. 1. Ukrayna Cephesi’nin
merkezi Oppeln’i hedef seçerek batıya ilerlerken, cephenin sol kanadı ise güneybatıdaki
Krakow’a doğru atıldı. Ocak’ın 19’unda Krakow, 26’sında Oppeln düştü. Ardından
1945 Mart’ının sonunda Neustadt’ta çevrelenen Alman birliklerinden 30.000’i
öldürüldü, 15.000’i de esir edildi (Erickson 2003:525). Böylece Yukarı Silezya’nın
Almanya ile bağlantısı da böylece kesildi. Cephenin sağ kanadı ise Jukov’un birlikleri
ile bağlantı kurmak için kuzeye doğru hareket ettiler.
14 Ocak’ta da Jukov’un birlikleri Varşova-Poznan Harekâtı’nı 25 dakikalık bir topçu
hazırlık bombardımanı ile başlattı. Topçular, ilerleyen Rus birliklerinin arasında kalan
Alman pozisyonlarına çift ateş çizgisi çizmişlerdi. Ruslar, cepheyi 480 km. genişliğinde
ve 100 ila 160 km. derinliğinde yardılar. Çevrilen Varşova 17 Ocak’ta düşünce
harekâtın ilk aşaması başarıyla tamamlanmış oldu. Varşova’ya 1. Beyaz Rus Cephesi’ne
bağlı 1. Polonya Ordusu girmişti.2 Hitler’in her zamanki gibi “olduğun yerde tutun”
1 Bunlardan ikisi 1. Beyaz Rus Cephesi’ne aitti.2 Benzer bir durum 1944 Ağustos’unda Fransa’da yaşanmış ve Paris’e girişi Fransız birlikleri yapmışlardı.
170
emri ise yeni bir Stalingrad olmaması için bir kez daha çiğnenmişti. Buradaki birlikler
hızla çekilerek çevrilmekten kurtuldular.
Stalin, harekâtın ikinci safhası için Konev’e “altın” diye nitelediği Silezya’daki endüstri
bölgesini çevirerek zaptetmesini emretti. Ruslar, Almanlar’ın istikrarlı bir biçimde
dengesini bozmak suretiyle savunma hatlarına konuşlanarak kuvvetli bir savunma
hazırlamalarını engellediler. Zırhlı ileri uçları olan tank orduları, asıl kuvvetlerin
ilerisinde 40 ila 90 km. kadar konuşlandırılarak Rus ilerleme hızı oranını artırdılar. 3. ve
4. Tank orduları özellikle başarılı oldular. 3. Tank Ordusu’nun Silezya’daki Alman
gruplaşmasını olağanüstü bir şekilde yalıtarak bölgenin zarar görmeden ele geçirmesi ve
4. Tank Ordusu’nun Kielce ve Lodz’u alarak acilen bölgeye sevkedilen elit Alman
Grossdeutschland Panzer Kolordusu’na harekât üstünlüğü sağlaması ciddî başarılardır.
Bununla birlikte önemli sayıda süvari birlikleri de hızlı bir şekilde uzak hedeflere
yönelerek Almanlar’ın arkalarına sarkmışlardı. Silezya’daki tuzaktan 100.000 Alman
askerinin sadece 30.000’i kurtulabilmiş, endüstri bölgesi 29 Ocak’ta temizlenmişti.
Leszno’da 15.000 Alman çevrilerek yok edildi (Erickson 2003:472).
Jukov, Himmler’in Ruslar’ı durduracağını düşündüğü tüm kaleleri pas geçerek Polonya
içlerinde ilerliyordu. 19 Ocak’ta Lodz, 23 Ocak’ta Bromberg birbiri ardına düştüler.
Poznan’da kuşatılan Almanlar 20.000 olarak tahmin edilmişlerdi. Ancak bu kuvvetlerin
60.000 kişi olduğu anlaşıldı ve bunların temizlenmeleri 23 Şubat’a kadar sürdü (Jukov
1982:395). Kaleye dönüştürülmüş olan şehirlerden sadece Breslav Mayıs’a kadar
dayanmayı başardı. Torun’daki kuvvetli tahkimatı da pas geçti ve burası daha sonra
Rokossovski’nin birliklerince alındı. 1-9 Şubat arasında Torun’daki kuşatmadan, 30.000
kişilik Alman garnizonunun sadece 3.000’i kurtulabilmişti (Erickson 2003:470).
Hitler’in “olduğun yeri tut” şeklindeki katı savunması Almanlar’ın çekilerek yeni ve
bütün bir savunma hattı oluşturmasını engellediği için Sovyet birliklerinin ilerleyişi de
oldukça kolaylaştı. Ocak sonunda Jukov, Himmler’in kendisini durduracağını
düşündüğü diğer bir kale olan Poznan’ı da pas geçerek, zayıf Volksturm tarafından
savunulan Warta tahkimatını ele geçirdi. 30 Ocak’ta Brandenburg sınırından giren
Jukov, Berlin’e 160 km. kadar yaklaşmıştı. Harekât boyunca Varşova dışında Modlin,
171
Radom, Kielce, Krakow, Oppeln, Breslav, Glogau, Ponzan, Branberg, Schneidemühl ve
Küstrin şehirleri ardarda kuşatıldılar. 31 Ocak’ta I. Mekanize Kolordu Oder Nehri’ni
geçerek Küstrin’in etrafında köprübaşı kurdu. İkinci safhada iki haftada yaklaşık 500
km.’lik bir yol kateden 1. Beyaz Rus Cephesi, 26 Ocak ile 3 Şubat arasında Berlin’e
giden son büyük doğal engel olan Oder Nehri üzerinde bir köprübaşı kurmayı
başarmıştı. Burası Berlin’e yapılacak son saldırı için anahtar bölge olacaktı. Ancak kale-
şehirlerin hala Almanlar’ın ellerinde olması nedeniyle ikmalde zorlanan Ruslar
durdular. Sovyet birliklerinin tek sorunu bu kadar hızlı ilerlemeye yapılacak ikmal ile
ilgili ortaya çıkmıştı. Bunun için muazzam miktarda yakıt ile harekâta başlamışlar ve
ikmal depolarından yaklaşık 650 km. uzaklaştıklarında yakıt kıtlığı baş göstermiştir.1
Bunun yanında, Birinci Beyaz Rus Cephesi’nin Vistül-Oder Harekâtı sırasında ağır
kayıplar veren Sovyet tümenlerinin mevcutları 1 Şubat’ta 5.500’e, hatta 8. Muhafız
Ordusu’ndakiler 3.800-4.800’e kadar düşmüşlerdi. İki tank ordusunun elinde toplam
470 tank kalmıştı ve tugay başına ortalama 40 tank düşüyordu. Bir çok tugayda tank
mevcudu 15-20 kadardı. 1. Ukrayna Cephesi’nin durumu da bundan pek farklı değildi
(Jukov 1982:404). Bu arada 1945 Ocak sonunda Ruslar Oels havaalanını ele
geçirdiklerinde, 150 Alman uçağını da elde etmiş oldular ki, bunların 119’u dört
motorlu FW-200 Kondor bombardıman uçakları olup, U-bot destek filosunun tümünü
teşkil ediyordu (Clark 1985:426).
Sovyet birlikleri Oder’i geçtiklerinde Berlin’e 50 km.’den az yolları kalmıştı. Ancak
Rus Harekâtı da ikmal yetersizliğinden durmuştu. Bununla birlikte Luftwaffe de
birdenbire aktifleşmişti. Luftwaffe, 1945 Şubat başlarında 3.000’i aşkın çıkış yaparken,
yakın destek sağlayamayan Sovyet Hava Kuvvetleri’ne üstünlük kurmuştu (Shtemenko
1971:336). Shtemenko’nun söylediğine göre 1945 Şubat’ında Luftwaffe’nin hava gücü
Ruslar’ınkinden çok üstündü (Shtemenko 1971:338). Ruslar, Vistül-Oder Saldırısı’nda
12 Ocak ile 3 Şubat 1945 arasında 43.476 ölü ve kayıp ile 150.715 yaralı olmak üzere
toplam 194.191 asker, 1.267 tank ve kendinden-kundaklı top, 374 top ve 343 uçak
kaybetmişlerdir (Glantz 1995:299, Ek Tablo B).
1 Savaşta ABD’nin sık karşılaştığı bir sorun lojistik olarak ortaya çıkmaktaydı ve bu sonraları Batı Cephesi açıldığında Fransa ve Belçika’da kendini önemli ölçüde gösterecekti. Ruslar ise lojistik sorunu ağırlaşana kadar genel taarruzlarını sürdürmekte deneyimli idiler. Doğu Cephesi’nin ağır şartları onları sevk ve idare konusunda uzmanlaştırmıştı.
172
Jukov’un söylediğine göre, harekâtı Berlin’e yöneltmek, Ruslar’ın sağ kanadını
hassaslaştırarak buraya bir Alman karşı-hücumunu çekebilirdi. Bu yüzden kuzeye,
Pomeranya’ya doğru harekât sürdürüldü. Almanlar’ın Pomeranya’da ciddî kuvvette
tümenleri vardı ve 1920’de Varşova’da zafere giderken, tedbirsizlik sonucu ağır
yenilgiye uğrayan Ruslar aynı tür bir hataya düşmemek için buraya 2. Beyaz Rus
Cephesi’ni yönlendirdiler. Cephe, 10 Şubat’ta taarruza geçtikten sonra ancak 56-60 km.
kadar ilerleyebildi. Bunun üzerine 1. Beyaz Rus Cephesi’nin dört ordusuyla iki tank
ordusu da bu sektöre kaydırıldı (Jukov 1982:402-403).
Jukov haklı çıkmıştı. Hitler, 14 Şubat’ta 7. SS Panzer Ordusu’nun küçük bir karşı-
saldırı ile Küstrin’deki köprübaşını temizlemesini istedi. SS’ler Oder’den Stargrad
Demiryolu boyunca sadece beş kilometre kadar ilerleyebildiler. Sonra ricat etmek
zorunda kaldılar. Ancak bu teşebbüs Stavka’nın aşırı tepki göstermesine yol açtı.
Ruslar, Berlin’i almaya olan ilgilerini azaltarak, Pomeranya ve Silezya’daki harekâtlar
ile kanatlarını iki taraftan uzatmaya koyuldular.
Bunun üzerine kuzeyde bulunan Mareşal Rokossovki’nin 2. Beyaz Rus Cephesi
Küstrin’in doğusundan kuzeye yönelerek Baltık’a ulaşarak 5 Mart’ta Baltık kıyısına
vararak Köslin’i ele geçirmiş (Jukov 1982:397) ve Alman 3. Panzer ve 2. ordularını
bölmeye çalışmıştı. Her iki ordunun da Ruslar’ı durdurabilecek yakıtı,1 topu ve
cephanesi olmadığından, Cephe’nin 3. Muhafız Tank Kolordusu Baltık’a ulaşarak ikmal
merkezleri olan Danzig ve Gdynia’yı izole etmişti.
Jukov’un 1. Beyaz Rus Cephesi de Baltık’a ulaşarak Kolberg’i kuşattı. Burada yaşayan
80.000 kişi boşaltıldıktan sonra 18 Mart’ta şehir Ruslar’ın eline geçti. Bundan sonra 1.
Beyaz Rus Cephesi General Sokolovski’nin komutasında, 22 Mart’ta Küstrin’in
yanından geçerek Alman hatlarına yüklendi. Almanlar’ın iki panzer tümeni karşı-
taarruza kalkıştıysa da başarısız oldular ve nihayet Küstrin de 30 Mart’ta düştü. Hitler,
bunun üzerine Genelkurmay Başkanı Guderian’ı hasta iznine yolladı. Doğu Prusya ve
1 1943 yılının ortalarından başlayarak, Almanlar gerilerken ikmal ve iaşe için gerekli Avrupa kaynaklarını da bir bir terk etmek zorunda kalıyorlardı. Ancak geriledikçe harekât menzilleri de kısaldığından Rusya içlerine oranla daha az yakıt harcıyorlardı. Buna rağmen savaşın son zamanlarında sayısal açıdan hala milyonlarla ifade edilen Alman Ordusu ciddî bir yakıt sıkıntısı çekmeye başlamıştı.
173
Oder’in doğu yakasında Almanlar en az 45 tümeni 400.000 asker ile birlikte
kaybetmişlerdi (Erickson 2003:480).
Daha güneyde ise Konev’in 1. Ukrayna Cephesi Grottkau’nun güneyine, Petrov’un 4.
Ukrayna Cephesi de Moravska Ostrava’ya saldırdı. Konev, böylece Breslav haricinde
tüm Silezya’yı temizlemiş oldu. Breslav ise 7 Mayıs’a kadar dayanacaktı.
2.4.2.7. Macaristan Muharebeleri ve Bükreşin Düşüşü (Ekim 1944-Şubat
1945)
1944 Mart’ında Almanlar önlem olarak Macaristan’ı işgal etmişlerdi.1 24 Eylül 1944’e
gelindiğinde ise Sovyet orduları Romanya’yı silip süpürmüş, Doğu Macaristan’daki
Targu Mureş’e (Marosvasarhely) kadar gelmişlerdi. Malinovski, Macaristan Saldırısı
için biri doğrudan, biri dolaylı olmak üzere iki yol belirledi. Doğrudan belirlediği yol
Cluj kentinden geçiyordu. Ancak kent 11 Ekim’e kadar tutundu. Dolaylı yol ise
Arad’dan geçiyordu ve Bu saldırı Petrov’un 4. Ukrayna Cephesi’nin Karpatlar
geçitlerinden yaptığı yarma ile desteklenen birlikleri buradan 22 Eylül’de yarma
yapmayı başardı.
Sovyetler’in Macaristan’ı fethi iki ana safhaya bölünmüştü. İlk safha 6-28 Ekim 1944
arasındaki Debrecen Harekâtı ve ikincisi ise 29 Ekim 1944-13 Şubat 1945 arasındaki
Budapeşte Harekâtı’dır. Malinovski’nin 2. Ukrayna Cephesi 6 ila 28 Ekim tarihleri
arasında düzenlediği Debrecen Harekâtı ile Macaristan’da ve Kuzey Transilvanya’da
bulunan Friessner’in Güney Ordular Grubu ile “F” Ordular Grubu’nun üç tümenini yok
etmeye çalıştı. Bunu takiben, Petrov’un 4. Ukrayna Cephesi de Karpatlar’ı aşacaktı. 6
Ekim’de başlayan harekâtın ilk üç gününde KMG Pliev ve KMG Gorshkov 100 km.
derinliğine varan bir yarma yaparak Almanlar’ın gerilerine sarktılar. Bununla birlikte
Petrov’un emrinde bulunan 1. ve 4. Rumen orduları da iki KMG’yi izlediler. 20
Ekim’de Ruslar Tizsa Nehri’ne ulaşmayı başardılar ve KMG Gorshkov’a bağlı birimler,
1 Hitler’in verdiği talimat ile SS subayı Otto Skorzeny komutasındaki Alman komandoları Amiral Horty’nin oğlunu Budapeşte’den kaçırmıştır. Hitler, böylece Macaristan’ın Almanlar’a sırt çevirmemesi için Ortaçağ’da rastlanan rehin kullanma yolunu seçmiştir.
174
1. ve 2. Macar orduları ile 8. Alman Ordusu’nun ricat yolunu kestiler. 28 Ekim’de
Ruslar Budapeşte’ye 80 km. kadar yaklaşmışlardı. 30 Ekim’de kuvvetli bir ilerleme ile
Budapeşte’ye yüklenen Malinovski’nin elindeki 64 tümenin bir kısmı, 4 Kasım’da
Budapeşte’nin dış mahallelerine vardıysa da kötü hava yüzünden durmak zorunda
kaldılar. Bu sırada Mareşal Tolbukhin, 4 Aralık’ta Tuna ve Drava nehirlerinin birleştiği
yerin yakınlarından geniş bir kanattan çevirme manevrası yaparak Balaton Gölü’ne
ulaştı (Keegan 1989:178).
Stalin, Budapeşte’nin acilen ele geçirilmesini istedi. Hazırlık için beş gün süre isteyen
Malinovski’ye ertesi gün saldırması emredildi. Böylece 29 Ekim’den 13 Şubat’a kadar
sürecek olan Budapeşte Harekâtı, 2. Ukrayna Cephesi tarafından, Tolbukhin’in 3.
Ukrayna Cephesi formasyonlarının da işbirliği ile başlamış oldu.
Budapeşte’deki çatışmalar çok sert olmuştu. Friessner’in Güney Ordular Grubu, “F”
Ordular Grubu Formasyonları ve daha kuzeydeki “A” Ordular Grubu kuzeybatıya doğru
daha geriye düştüler. 10 Aralık’ta Ruslar ve Rumenler Budapeşte’den kuzeye giden
ricat yolunu kestiler. 24 Aralık’ta 2. ve 3. Ukrayna cepheleri irtibat sağlayarak
Almanlar’ı çevrelemişti. 26 Aralık’ta Budapeşte tamamen kuşatıldığında 188.000
Alman ve Macar askeri şehirde mahsur kalmışlardı (Keegan 1989:178).
Bunun üzerine Hitler, Balaton Gölü ile Tuna ve Drava nehirleri arasında kalan bölge
petrol tesisleri açısından son derece önemli olduğu için Budapeşte’nin tekrar ele
geçirilmesini istedi. IV. SS Panzer Kolordusu Merkez Ordular Grubu’ndan alınarak
Macaristan’a gönderildi. Aceleyle batıdan getirtilen Orgeneral Balck komutasındaki 6.
Ordu, 1 Ocak’ta Budapeşte’yi kurtarmak için Balaton ve Velence gölleri arasından
karşı-hücuma geçerek 3. Ukrayna Cephesi’ni ikiye böldü. Almanlar, Sovyet 57.
Ordusu’nu Kaposvar’a kadar yardı. Ancak derinde yapılan savunma muharebesi ile
yavaşlamak zorunda kaldı.
17 Ocak’ta şehrin Tuna’nın doğusunda kalan Peşte kesimi Sovyet kontrolüne geçmiş ve
buradaki Alman garnizonu da ertesi gün teslim olmuştur. Almanlar, bu kesimdei 35.800
ölü ve 62.000 esir vermiş, 300 kadar tank, 200 hafif zırhlı araç ve 20.000 tüfeğin de
175
dahil olduğu çok sayıda ekipmanları da yok edilmiş ya da ele geçirilmişti (Erickson
2003:444).
20 Ocak’ta Macarlar Ruslarla ateşkes imzaladılar. Bu anlaşmanın koşullarından biri,
Almanlar’a karşı Macarlar’ın Ruslar’a 8 tümen vermesiydi. Aynı gün Ruslar Alman
toprağına ayak bastılar. Gerçekleştirilen üç kuvvetli karşı-saldırısına rağmen, Almanlar
Budapeşte’ye ulaşamadılar ve şehir 13 Şubat’ta düştü. Çarpışmalar ise Ruslar’ın tahkim
edilmiş bir binayı tek bir saldırıyla almalarına kadar sürmüştü. Kurulan geçici Macar
hükümeti Sovyetler ile anlaşarak çatışmaları sona erdirdiğini duyurdu.
27 Ekim 1944 ile 14 Şubat 1945 arasındaki Alman ve Macar kayıpları 50.000 ölü ve
138.000 esir olmuştu (Erickson 2003:446). Budapeşte saldırısı, 29 Ekim 1944 ile 13
Şubat 1945 arasında Ruslar’a ise, 80.026 ölü ve kayıp ile 240.056 yaralı olmak üzere
toplam 320.082 asker, 1.766 tank ve kendinden kundaklı top, 4.127 top ve 293 uçağa
mal olmuştur (Glantz 1995:299, Ek Tablo B). Son büyük Macar şehri Sopron ise 1
Nisan 1945’te düştüğünde, burada çoğu Macar olan 40-45.000 kişi Tolbukhin’in
birliklerine teslim olmuştur (Erickson 2003:517).
Malinovski’nin hazırlık için istediği beş gün, Stalin’e üç buçuk ay kaybettirmişti. Öte
yandan, Macaristan’daki çarpışmalar “A” Ordular Grubu’nun önemli güçteki Alman
birliklerinin güneye kaydırılmasıyla, Almanya’nın savunması zayıflamıştır.
2.4.2.8. Macaristan’da Alman Karşı-Saldırısı (Mart 1945)
Yalta’dan sonra Ruslar, yeni getirilecek Alman kuvvetleriyle Doğu Cephesi’nde 94-104
Alman tümeni olabileceğini düşünmüşlerdi (Shtemenko 1971:338). Almanlar olanca
çababalarıyla Doğu Cephesi’ne birlik toplamaya devam ediyordu. “A” Ordular Grubu,
26 Ocak 1945’te Merkez Ordular Grubu yapıldı. 5 Mart’a gelindiğinde Sovyet ve Doğu
Avrupa orduları1 27 Ocak 1945’te 6. SS Panzer Ordusu’nun doğuya intikaline başlandı.
1 Artık içlerinde Rumen, Bulgar, Slovak, Çek ve Polonya birlikleri de bulunuyordu. Hatta bunlardan bazıları Almanya tarafında savaşırken Almanlar’dan aldıkları silâhları şimdi Almanlar’a karşı kullanıyorlardı.
176
Ancak Guderian’ın tüm itirazlarına rağmen, Hitler bu birliği Berlin Savunması’nda
kullanmak yerine Macaristan’da yapılacak saldırı için güneydoğuya yolladı (Guderian
1983:235).1
Balaton Gölü’nün doğusunda düz bir hat şeklini almış, gölün kuzeyinde ve güneyinde
Alman birlikleri Hitler’in Früchlingserwachen (İlkbahar Uyanışı) kod isimli karşı-
saldırı harekâtı için yığılmaya başlamışlardı. Gölün kuzeyindeki birlikler 6. SS Panzer
Ordusu’na, güneyindekiler ise 2. Panzer Ordusu’na aitti. 6. SS Panzer Ordusu kuzeye,
Budapeşte’ye doğru saldıracak ve Tuna’da sağlam bir savunma hattı oluşturacaktı. 2.
Panzer Ordusu da aynısını güneyden gerçekleştirecekti.
Saldırı, 5 Mart gece yarısı başladı. Ancak harekât İlkbahar çamuru ile birlikte yavaş
gittiğinden Sovyetler’in hızla 25 ve 50 km. derinlikte savunma oluşturmasına olanak
verdi. Beş gün sonra 6. SS Panzer Ordusu ancak 40 km. kadar ilerliyebilmişlerdi.
Sovyet birlikleri, bu hatlara yerleştirilen uçaksavarlar ile Alman piyadesine ve
zırhlılarına karşı gelmeye çalıştı. Tolbukhin’in 3. Ukrayna Cephesi Almanlar’ı bu
şekilde oyalayarak 10 gün kazandı. Tolbukhin, 7 Mart’ta 9. Muhafız Ordusu’nun
emrine verilmesi için Stavka’dan izin istedi. Ancak kendisine karşı-vuruş için sonuna
kadar dayanması emredildi. 6. Muhafız Tank Ordusu Budapeşte’nin batısına 9. Muhafız
Ordusu ile birlikte toplandılar. 11-15 Mart arası gerçekleşen bu kaydırmayı Almanlar
fark etmediler. Sonunda şiddetli bir karşı-taaruz ile 15 Mart’ta Alman harekâtını
durduruldu. 6. SS Panzer Ordusu zamanında geri çekilebildi.
16 Mart’ta Viyana Saldırısı ile plan sürdürüldü. Önce 4. ve 9. Muhafız orduları
saldırdıktan sonra devreye giren 6. Muhafız Tank Ordusu savunmayı kırdı. Böylece
Güney Ordular Grubu’na yönelik ilerlemelerini tekrar başlatan Ruslar, 20 Mart’ta
1 Şubat 1945 başında Almanlar’ın kuvvet dağılımı şöyleydi:Kurland Ordular Grubu, 20 piyade tümeni ve 2 zırhlı tümenKuzey Ordular Grubu Königsberg, 19 piyade tümeni ve 5 zırhlı tümen Vistül Ordular Grubu 25 piyade tümeni ve 8 zırhlı tümenMerkez Ordular Grubu 20 piyade tümeni ve 8½ zırhlı tümenGüney Ordular Grubu 19 piyade tümeni ve 9 zır. tüm.Doğu Cephesi toplamı: Yaklaşık 103 zayıf piyade tümeni ve ~32 zayıf panzer./panzer grenadiere tümeniBatı Cephesi toplamı: Yaklaşık 65 piyade tümeni ve 12 zırhlı tümen. Bunlara doğuya intikale hazır dört zırhlı tümen dahildir (Guderian 1983:243-245). Bunların haricinde, Norveç’teki birlikler ve düşman tarafından çevrelenen garnizonlar da bulunmaktaydı.
177
Bratislava Yarığı’na ve Avusturya Sınırı’na ulaştılar. 2. Ukrayna Cephesi, 25 Mart’ta
Alman savunma hatlarının arasında 100 km.’ye yaklaşan bir boşluktan Hron Vadisi’ne
ve Bratislava’ya doğru akmaya başladı. Sovyet birlikleri 4 Nisan’da Balaton Gölü’nü
tamamen temizleyerek Viyana’ya 8 km. mesafeye kadar geldiler (Keegan 1989:178).
2.4.2.9. Avusturya Muharebeleri (Mart-Nisan 1945)
Balaton Gölü çevresindeki harekâtlar ile Sovyet birlikleri 15 Mart’ta gölün güney
sahilini ele geçirmişti. Daha kuzeyde en ileri kenardaki birimler hızla Budapeşte’nin
batısından ilerleyerek Hron Nehri’nin gerisinden Karpatlar’a doğru döndüler. Viyana
harekâtı Macaristan’daki Alman birliklerinin kalanının da yok edilmesi ve
Avusturya’nın başkentinin de alınması ile birlikte Sovyet birliklerini Karpatlar
uzantısının batı sınırı olan alçak Karpat tepelerini ötesine taşıyacaktı.
Stavka’nın hedefi biri Papa’ya, diğeri Gyor’a doğru yapılacak iki parçalayıcı darbe
vurmaktı. Tolbukhin’in 3. Ukrayna Cephesi’nden, 18 Piyade Tümeni, 3.900 top ve
havan, 197 tank ve hücumtopu ile 800 uçak ile Mareşal Malinovski’nin 2. Ukrayna
Cephesi’nden ise 12 Piyade Tümeni, 2.686 top ve havan, 165 tank ve hücumtopu
harekâta katılacaktı (Keegan 1989:187). Malinovski, 16 Mart’ta ağır topçu ve hava
hazırlık bombardımanlarıyla saldırıyı başlattı. 19 Mart’ta zayıflamış olan tank
ordularına başvuruldu. Almanlar, sayısız geçitleri, dar dağ yollarını ve nehirleri en iyi
şekilde kullanarak Sovyet zırhlılarını durdurmaya çalıştılar. Zırhlı birliklerin azlığı
arazinin olanak vermemesine bağlıydı. Gyor’da bulunan bir panzergrenadiere ve sekiz
panzer tümeni ile 15 bağımsız taburdan Alman savunmasına rağmen 2. Ukrayna
Cephesi’nden oluşturulan bir grup 17 Mart’ta taarruz ederek Alman savunmasını
Tuna’nın güneyinde yarmayı başardı. 2 Nisan’da Sovyet birlikleri Neusiedler Gölü’ne
ve Avusturya-Macaristan sınırına ulaştılar. 4 Nisan’da Macaristan Alman askerlerinden
tamamen arındırıldığında, Ruslar da Viyana’ya 8 km. mesafeye kadar gelmişlerdi.
5 ila 8 Nisan arasında, Sovyet 46. Ordusu Tuna Filotillası ile Viyana’yı kuzeyden
çevirmek için Tuna’nın kuzey yakasına çıkarıldı. 4. Muhafız Ordusu ise güneydoğudan
saldırdı. 5 ila 9 Nisan arasında Viyana’nın banliyölerinde kanlı sokak çarpışmaları
178
yaşandı. 6 Nisan’da Ruslar Viyana’nın kalan sakinlerine başvurarak Almanlar’ın şehri
harabeye çevirecek yıkımlar yapmalarına izin vermemelerini istedi. 9 Nisan’da Sovyet
Hükümeti Avusturya’nın bağımsızlığı için hazırlanan Moskova Beyannamesi’ne
uyacağını açıkladı. Buna rağmen 13 Nisan’a kadar dayanan şehre giriş ağır oldu.
Viyana’daki kanlı sokak çatışmaları 13 Nisan’da Ruslar şehrin kontrolünü sert bir
şekilde alıncaya dek sürdü. 130.000 Alman askeri esir edildi (Keegan 1989:186).
İlerleme Stockerau’da durdu ve gözler Berlin Harekâtı’na çevrildi.
Malinovski, Viyana 14 Nisan’da düştükten sonra batıya döndü. Nisan’ın sonunda
Amerikan 7. Ordusu komutanı General Patch Avusturya’yı işgal ederek, Almanlar’ın
Alpler’de oluşturduğu sözde “Ulusal Direnç” yüzünden Bavyera’ya saldırdı. Ancak
Almanlar’ın teslim olduğu 8 Mayıs’a kadar İtalya’dan ilerleyen Amerikan 5. Ordusu ile
irtibata geçmeyi başaramadı. Ruslar ise Avusturya’nın bağımsızlığına uydu. Ancak
1955’e kadar iki Sovyet tümeni burada kaldı (Keegan 1989:187).
2.4.2.10. Berlin Muharebesi (16 Nisan-8 Mayıs 1945)
1 Nisan 1945’te Sovyet Ana Planlama Konferansı Stalin’in odasında toplandı.
Toplantıya GKO ile birlikte Jukov, Konev, Genelkurmay’dan Antonov ve Ana
Operasyonlar Direktörlüğü’nden Shtemenko katıldı. Stalin, Berlin’e batılı
müttefiklerden önce girmenin yolunu arıyordu. Bunun için zaman çok önemliydi.
Berlin’i alarak daha ileri gitmesi Sovyetler Birliği’ne savaş sonrası için önemli
avantajlar kazandırabilirdi. Bunun için Jukov’un ve Konev’in birliklerinin yarışmalarını
istedi.
900 kilometrekarelik Berlin, Ruslar’ın o zamana kadar muharebeye girdiği en büyük
tahkim edilmiş şehir olacaktı. Mareşal Jukov, 1945 Nisan’ında Berlin’e yapılacak
harekâtı hazırladı. Ordu komutanları, kurmay başkanları, askeri konsey üyeleri, cephe
siyasî komiserleri, cephe ve orduların topçu komutanları, tüm kolordu komutanları ve
cephelerin kuvvet komutanları 5-7 Nisan’da harita ve arazi modelleri üzerinde yapılacak
harp oyunları için toplantıya çağrıldılar. Toplantıya, cephenin destek hizmetleri
179
komutanı da katıldı ve ikmal maddelerinin akışı ile ilgili çalışma sundu. 8-14 Nisan’da
tüm kara ve hava kuvvetlerinin ordu, kolordu, tümen ve daha aşağı birlikler
düzeylerinde daha ayrıntılı harp oyunları ve plan uygulamaları yapıldı (Jukov 1982:410-
411).
Harekât için üç Sovyet cephesinde toplam 2,5 milyon asker, 6.250 tank, 7.500 uçak ve
41.600 parça top toplanmıştı (Keegan 1984:32). Ruslar, 1.700 Alman uçağının
mevcudiyetini tahmin etmişlerdi. Bu yüzden Jukov’un Cephesi’nde 165 havaalanına
3.188 savaş uçağı yığan Ruslar, 800 uzun-menzilli bombardıman uçağını da bunlara
eklediler. Konev’in cephesini ise 82 havaalanında konuşlandırılmış 2.150 uçak
destekleyecekti. En kuzeydeki Rokossovski için ise 1.360 uçak ayrılmıştı (Erickson
2003:557). Jukov, Nisan’ın ilk iki haftası boyunca birliklerini çekerek Berlin Saldırısı
için toparlamıştı. Gizlilik, özellikle Jukov’un tuttuğu dar köprübaşında gerçekten
sorundu. İlkbahar, 1945’te geç geldiğinden yapraksız ağaçlar ve ıslak toprak kamufle
olmayı ve kazmayı güçleştiriyordu. Cephedeki hatların depolarına yedi milyon top
mermisi taşınmıştı (Keegan 1989:185). Keşifler ise 14 Nisan’da başlamış, keşif uçakları
bazı sektörlerde normalin sekiz katı uçuş gerçekleştirmişlerdi. Sovyet uçakları 100 km.
derinlere kadar Alman hatlarının fotoğraflarını çekmiş ve cephelere dağıtmıştı. Buna
rağmen Jukov, Alman direnişinin ana savunma hattının çok daha geride olduğunu
anlayamadı.
Ordu istihkamcılarının yaptıkları kent ve varoşlarının maketi, hava fotoğrafları, ele
geçen belgeler, tutsak sorgulamaları, keşif uçakları ve istihkamcıların çalışmaları ile
birlikte kentin tümünün bir maketi yapılarak, bölük düzeyine kadar saldırının
planlanması bu şakilde hazırlandı. Topçu ateşi planları, hava ve kara keşiflerinin
bileşkesine göre yapılmış, istihkamcılar ise sokak çatışmalarında yaşanacak problemler
için kendi yöntemlerini geliştirmişlerdi. Tank ordularının, Seelöw Tepeleri’nin tahkim
edilmiş arazisinin ele geçirilmesinden sonra kullanılması kararlaştırıldı (Jukov
1982:411-413).
Berlin Harekâtı başlamadan önce Almanlar Oder ve Neisse nehirleri üzerinde 20 ila 40
km. derinliğine varan üç savunma kemeri dahilinde beş savunma hattı oluşturmuşlardı.
180
Bu hatları kağıt üzerinde bir milyonu bulan asker koruyordu. Ancak ordunun kalitesi
acilen halktan askere alınan yaşlı ve çocuk siviller sayesinde oldukça düşmüştü. 1944
sonbaharında 1928 doğumlulara seferberlik emri gönderilerek 16 yaşında henüz çocuk
denebilecek yaşta olan Almanlar da askere alınmışlardı. Bu hatların arkasında Berlin
savunma bölgesi yatıyordu. Kırsal kentleşme ile sayısız nehir ve kanal sayesinde Berlin
alınması çok zor bir kentti. 1 Şubat ile 21 Nisan arası Berlin her gece bombalanmıştı.
Berlin’in savunmasını oluşturan Mareşal Ferdinand Schörner’in Merkez Ordular Grubu
ile Orgeneral Gotthard Heinrici’nin Vistül Ordular Grubu’nda toplam 1.250.000 asker
mevcuttu (Perrett 1992:46). 15 Nisan’da Hitler, Rus nihaî taarruzunda kısa bir süre önce
Berlin şehir savunmasının komutasını Vistül Ordular Grubu komutanı General
Heinrici’ye devretmişti.
16 Nisan’da sabah saat 05.00’de Jukov’un birlikleri harekete geçti. Jukov, Küstrin
Köprübaşı’nda 8.000’i aşkın topu 25 köprüden geçirerek 30 dakikalık kısa bir topçu
barajı oluşturdu. Bir yandan da 140’ı aşkın tarama ışığı ile Alman savunmasını kör
ederek şaşırttı (Keegan 1989:184).1 1. Beyaz Rus Cephesi, yapılan bu hazırlıklardan
hazırlıktan sonra Küstrin Köprübaşı’ndan bir yarma yaparak Berlin’e ilerlemeye
çalıştıysa da başta bir ilerleme kaydedemedi. Sert bir direnişle karşılaşan Jukov, Seelöw
Tepeleri önünde durdurulmuştu. Ancak güneydeki Konev’in saldırısı ise iyi gitmişti.
Gecenin karanlığından ve sisten faydalanan Konev, 145 dakika süren bir topçu barajını
tercih etmiş, 6.15’te ise 1. Ukrayna Cephesi birlikleri Neisse Irmakı’ını geçmeye
başladı.
Stalin’in öfkesine maruz kalan Jukov, Stavka’nın direktiflerine rağmen elindeki her iki
tank ordusunu da 1. ve 2. Muhafız Tank Orduları erkenden savaşa sürdü. Her ne kadar
programın gerisinde kalsa da 19 Nisan’da Oder-Neisse bölgesindeki her üç savunma
kemeri de yarılmış, Seelöw Tepeleri ile Müncheberg ele geçirilmişti. Beyaz Rus
Cephesi, 20 Nisan’da Berlin’in dış mahallelerine ulaşmıştı.
Aynı gece Konev, 3. ve 4. Muhafız tank ordularına Berlin’e girme emrini verdi. Rus
topçusu şehri döverken bir yandan da batılı müttefikler hava bombardımanını devam
1 Jukov’un söylediğine göre, bunlar karanlıkta kazaları azaltmak için kullanılmışlardır (Jukov 1982:412).
181
ettiriyorlardı. Molozlar Alamanlar’ın lehine savunmayı kuvvetlendiriyor, çocuklar ve
yaşlılar bile bu molozların arasından Panzerfaust kullanarak karşı koyuyorlardı.
Konev’in birlikleri, ertesi gün şehrin güneyden tüm haberleşmesini kestiler. Böylece
Sovyet 3. Ordusu, Alman 9. Ordusu’nun Berlin ile bağlantısını kesmiş oluyordu.
Hitler’in Berlin’den kaçmak için 22 Nisan’da son olarak şansı olmuş, ancak kendisi
bunu reddetmişti. Ancak OKW kurmayına, OKH ve Amiral Dönitz’e katılmaları için
uçakla kuzeye gitmeleri izni vermişti. Büyük ihtimalle Schleswig-Holstein’daki
Mürwik’te geçici bir karargah kurulmuştu. Burası Hitler’den sonra Üçüncü Reich’ın son
hükümet merkezi olacaktı. Bu arada Ruslar 22 Nisan’da Trenenbrietzen Toplama
Kampı’ndaki Müttefik esirleri kurtardılar (Erickson 2003:84).1
Stalin, 23 Nisan’da Jukov’un yarışı kazandığını bildirdi. Cephehattı Reichstag’ın sadece
150 metre ilerisindeydi ve burayı almak ta 1. Beyaz Rus Cephesi’nin ödülüydü.
Güneyde de Konev’in birlikleri Elbe’ye vararak General Bradley’in Amerikan 12.
Ordular Grubu ile 25 Nisan’da Torgau’da buluştu. 19 Nisan gecesi Rokossovski’nin 2.
Beyaz Rus Cephesi de daha kuzeyde Berlin Harekâtı’na katıldı. Rokossovski’nin
birlikleri önce kuzeyden Oder’i geçerek 25 Nisan’da Alman 3. Panzer Ordusu’nun
hattını Stettin yakınlarında yardılar ve ardından Stettin’i alarak Kuzey Almanya
boyunca batıya doğru ilerlemeye başladılar. Nihayet, Rokossovski’nin 2. Beyaz Rus
Cephesi İngiliz Mareşal Montgomery’nin 21. Ordular Grubu ile buluştu.
Almanya bölünse de Berlin’deki çarpışmalar tüm şiddetiyle sürüyordu. 25 Nisan’da
General Sokolovski’nin tank kolonları da Konev’in orduları ile Berlin’in batısında
birleşti. Berlin artık tamamen kuşatılmıştı. Henüz her şeyin bittiğine inanmayan Hitler,
Steiner Harekât Grubu’na Oranienburg’dan doğuya doğru saldırmasını ve Ruslar’ı geri
atmasını emretti. Tüm Alman orduları batıda teslim olabilmek için saldırıya geçmek
amacı ile doğuya dönüyorlardı.
26 Nisan’da yarım milyon kadar Rus askeri, 12.700 top ve havanın yanısıra 21.000 çok
namlulu roketatar eşliğinde şehrin merkezine saldırdı (Keegan 1989:184). Şehrin 1 Kurtarılanlar arasında Norveç Ordusu’nun Genelkurmay Başkanı Tümgeneral Otto Ruge de bulunuyordu.
182
merkezinde hazırlanmış olan Flak kuleleri, yüksekten Sovyet tanklarına ateş ederek ağır
kayıplar verdiriyordu. Şehirde sivillerin sığındıkları çok sayıda mahzen vardı. Ancak
birçok insan yoğun topçu bombardımanının yarattığı etkiyle bilinçsizce ortalıkta
koşuşturuyordu.
28 Nisan’ın son saatlerinde 79. Piyade Kolordusu Reichstag’a saldırmak için
hazırlanmaya başladı. Ardından Postdammerstrasse üstündeki köprü Ruslar tarafından
ele geçirildi. Hayvanat Bahçesi’nin olduğu bölgeyi koruyan SS birlikleri ile Sovyet
birimleri arasında son derece vahşi çarpışmalar olduysa da, Ruslar burayı almayı
başardılar. Ruslar, aynı gece Spree Nehri üstündeki Moltke Köprüsü ile köprünün
hemen karşısındaki İçişleri Bakanlığı’nı ele geçirdiler. Almanlar’ın köprüyü atma
girişimleri başarısız olmuştu. Reichstag ise buranın biraz daha ilerisindeydi. Ancak son
derece savunmaya elverişliydi ve Sovyet birlikleri Spree’yi güçlü bir şekilde geçene
kadar buranın alınması mümkün olmadı.
Berlin’in dış savunmasını yaran sekiz Sovyet ordusu, her sokakta mücadele
yaşanmasına rağmen 29 Nisan’da ilerleme kaydettiler. 152 mm.’lik ve 203 mm.’lik ağır
toplarına da sahip olan Sovyet topçusu, 29 Nisan sabahı saat 07.00 de İçişleri
Bakanlığı’na yoğun bir baraj bombardımanı düzenledi ve ardından Sovyet piyadesi Flak
Kuleleri’ne alttan ateş edebilecekleri Hayvanat Bahçesi’ne daldı. Hayvanat Bahçesi, en
az 5.000 Alman askeri, topçu desteği, barikatlar ve koruganlar tarafından kapatılmıştı
(Erickson 2003:606). Binlerce insan evden eve yapılan savaşlarda can verdi. Bu
çatışmalara çocuklardan yaşlılara kadar Reich’ın başkentini savunmaya çalışan çok
sayıda insan katılmıştı. Hitler ise son günlerde gerçeklerden tamamen uzaklaşmış ve
yer altı koruganında gerçekte var olmayan ordulara emirler vermeye devam ediyordu.
29 Nisan’da Hitler’e son muharebe brifingi verildi. Hitler, Berlin’in teslim edilmesini
yasakladı. Berlin’i kurtarabilmek için son bir çare olarak kanalizasyonun su ile
doldurulmasını emretti. Bu yüzden buralara sığınan binlerce insan boğuldu.
Mareşal Keitel, 30 Nisan saat 01.00’de Berlin’i kurtarmaya çalışan Alman Orduları’nın
durdurulduğunu, çevrildiğini ve savunmaya zorlandığını rapor etti. Bundan sonra Hitler
intihar etmeye karar verdi. Gün ortasında 150. ve 171. piyade tümenlerine bağlı alaylar
183
nihaî taarruz için pozisyon alarak saat 13.00’te ağır topların, Katyushalar’ın ve hatta
Almanlar’dan ele geçirilen Panzerfaustlar’ın desteğiyle Reichstag’ın önündeki açık
alana doğru atıldılar ve ana merdivenlere kadar geldiler. Artık 150. Tümen’in askerleri,
Nazi iktidarının başlangıcı sayılan sembolik koltukta duruyorlardı. Reichstag’ın ikinci
katı da Sovyet askerlerin eline geçti. Saat 14.25’te Yegorov ve Kantariya isimli çavuşlar
Kızıl Zafer Sancağı’nı Reichstag’ın ikinci katına astılar (Keegan 1989:185). Saat
22.50’de Sovyet Zafer Sancağı Reichstag’ın çatısına asıldı. Ruslar bir kezliğine topluca
silâhlarını ateşleyerek zaferi selamladılar. Ancak alt katlar hala Alman askerleriyle
doluydu.
Hitler, sonunda karısı ile birlikte intihar etmişti. Aynı akşam Weidling Führerbunker’e
çağrıldı. Bormann, Himmler ve Krebs ona Hitler’in öldüğünü ve cesedinin yakıldığını
söylediler. 23.30’da Alman delegesi Sovyet subayları bilgilendirdi. General Krebs, 8.
Muhafız Ordusu komutanı Chuikov ile ateşkes imzalamak için görüşmeyi denedi.
1 Mayıs 1945, saat 03.50’de Chuikov’a Hitler’in intihar ettiği söylendi. Ruslar, aynı gün
propaganda bakanı Göbbels’in de öldüğünü öğrendiler. Gün ortasına kadar süren
görüşmelerden sonuç alınamayınca, Chuikov topçuya ateşe yeniden başlaması emrini
verdi. Reichstag, gün boyunca SS birliklerinin kuvvetli ve umutsuz direnişinin ardından
teslim oldu. Binanın tamamen temizlenmesi ise Berlin Garnizonu’nun teslim olduğu 2
Mayıs’ı buldu.
Berlin Garnizonu’nun komutanı General Weidling, 2 Mayıs sabahı erkenden Chuikov
ile görüşerek Berlin’in teslim bildirgesi taslağını sundu ve Ruslar da bunu kabul etti.
Reichstag’ın derinliklerinde saklananlar da böylece teslim oldular. Saat 15.00’te Sovyet
topları susmuştu. General Weidling, Alman askerlerinin teslim duyurusunu yazdı.
Almanlar, o gün sadece Charlottenberg Chausee’de çarpıştılar ve kalanları teslim
oldular. General Weidling elinde kalan 135.000 askeri ile birlikte teslim olmuştu
(Perrett 1992:47). General Krebs ise intihar etti.
Bombardımanlar Berlin’i neredeyse yok etmiştir. 1 Şubat ile 21 Nisan arasında, Batılı
Müttefikler tarafından 85 kez ağır bir şekilde bombalanan şehre, 10 Nisan’da
184
düzenlenen en ağır hava saldırısına 1.232 uçak katılmıştı (Ziemke 1968:75). Ruslar’ın
girişiyle onbinlerce top ve çok namlulu roketatar uçakların verdikleri hasarı daha da
ağırlaştırmıştır. Şehirdeki hasar, dış mahallelerde % 70, şehir merkezinde % 90, sanayi
tesislerinde ise % 95 gibi korkunç bir rakama ulaşmıştır (Ziemke 1968:149). Berlin
Saldırısı Ruslar’a, 16 Nisan-8 Mayıs 1945 arasında 81.116 ölü, 280.251 yaralı olmak
üzere toplam 361.367 asker, 1.997 tank ve kendinden-kundaklı top, 2.108 top ve 917
uçağa mal olmuştur (Glantz 1995:300, Ek Tablo B).1 Berlin’in ele geçirilmesi, Elbe’ye
ve Baltık’a varış, Almanlar’a 480.000 esire, 1.500 tank ve kendinden kundaklı topun ele
geçirilmesine, 10.000 top ve havan ile oldukça fazla sayıda uçağa mal olmuştur
(Erickson 2003:621-622).
Verilen karşılıklı kayıplara bakıldığında Almanlar’ın Berlin savunmasının,
Kızılordu’nun Stalingrad savunmasından daha etkili olduğu gözükmektedir.
Stalingrad’ın Almanya’dan uzaklığı, Berlin’in Rusya’dan uzaklığından çok daha
fazlaydı. Dolayısıyla ikmal ve iaşe Almanlar için Stalingrad’da, Ruslar için Berlin’de
olduğundan daha büyük bir sorundu. Buna paralel olarak cephe ye sevkedilen Ruslar
üstün sayılarıyla her zaman Almanlar’dan fazla olduğundan şehir savaşlarında daha çok
Ruslar avantajlıydılar. Bunlara rağmen artık son direniş noktası olarakl görülen Berlin
görülmemiş bir şiddetle savunulmuş, Kızılordu’nun Almanlar’a oranla kaybı çok daha
fazla olmuştur. Alman Genelkurmayı’nda da, siyasî üst düzeyde de ciddî bir sorun
vardı. Gerek generallerin, gerekse bakanların çoğu Hitler’den çekiniyorlardı. Hitler’in
psikolojik durumu kötüleştikçe askerî ve siyasî liderlerle arasındaki bağlantı da kopma
noktasına gelmiştir. Hatta Hitler’e suikast girişiminin de bu durumun bir sonucu
olduğunu söyleyebiliriz. Guderian gibi bir kaç cesur generalin Hitler’e karşı çıkarak
verdiği hatalı kararları engelleme girişimlerinin yeterli desteği bulamadığı için sonuçsuz
kalması, Hitler’in yakınındakileri ne kadar sindirdiğinin bir göstergesidir. Almanya’nın
son zamanlarında Guderian’a silâhlanma Bakanı Albert Speer de eklenmiştir. Ancak
Hitler ölene kadar, generaller, bakanlar ve diğer yetkili kişilerin çoğu bu korkuyu
muhafaza ederek ona ve kararlarına bağlılıklarını sürdürmüşlerdir. Bunların bir kısmı
ise bulundukları mevkiyi korumak amacıyla Hitler’i destekler görünmüşlerdir. Bu
1 Başka bir kaynağa göreyse, Berlin’deki toplam kayıplar 700.000 Alman ve 1.000.000 Rus olarak gerçekleşmiştir (Perrett 1992:46). Jukov ise, 16 Nisan ve 8 Mayıs arasında 1. Beyaz Rus, 2. Beyaz Rus ve 1. Ukrayna cephelerinin kayıplarını 305.000 olarak vermiştir (Jukov 1982:418, dipnot 21).
185
sayede zaten hayallerde yaşayan Hitler’in de gerçekleri görmesi imkansızlaşmıştır.
Dolayısıyla, generallerine olan güvensizliğinden dolayı Himmler gibi gerçekte asker
bile olmayan birini Polonya’nın savunulmasına ataması gibi şaşırtıcı kararları, Doğu
Cephesi’nde felâketle sonuçlanmıştır.
2.4.2.11. Almanya’nın Teslimi (Mayıs 1945)
Hitler yaşadığı sürece Alman subaylar için teslim olmak düşünülemezdi. 24 Nisan’da
Himmler’in müttefiklerle gizlice görüşmesini öğrenmesi, Hitler’in bu en sadık
hizmetkarını görevden almasına yol açtı. Ardından halefi Göring aynı gün yetkisini
üstlenmek isteyince onu da hemen haleflikten menetti ve yerine siyasete karışmamış
olan Kriegsmarine’in başkomutanı Büyük Amiral Dönitz’i seçti.
Hükümet merkezi Reich Şansölyeliği’nin altındaki korugandaydı ve ülke 22 Nisan’da
yalıtılmış olan bu merkezden idare ediliyordu. 30 Nisan’da Hitler intihar etti ve bu
haber ertesi gün radyolardan duyurulunca Alman askeri liderler de düşmanla müzakere
etme cesaretini bulabildiler. Ancak beklemediği bir anda führer olan Dönitz, teslimiyeti
mümkün olduğunca geciktirerek Ruslar’dan kaçan milyonlarca mültecinin ve askerin
batıya giderek savaş sonrasında oluşacak yerleşim için avantaj sağlamaya çalıştı. Bir
yandan Amerikalılar ve İngilizler ile ateşkes için görüşmeleri açarken bir yandan da
Doğu Cephesi’ndeki birliklerin artçı olarak Ruslar’a umutsuzca olsa da karşı
koymalarını istedi. 2 Mayıs’ta İtalya’daki Alman birlikleri teslim oldu. 4 Mayıs’ta ise
kuzeybatıdaki birlikler İngilizler’e, batı ve güneybatıdaki birlikler ise Fransız-Amerikan
birliklerine teslim oldular. Ancak Alman delegesi 5 Mayıs’ta Eisenhower’in
Rheims’taki karargahına giderek merkezdeki teslimiyeti resmen imzaladılar. Dönitz’in
zaman kazanma konusundaki durumunu bilen Eisenhower, yine de Dönitz’den
“kayıtsız, şartsız teslimiyeti” hızlandırmasını istemekle yükümlüydü. Dönitz, Jodl’dan
daha iyi şartlar aramasını isteyince, Eisenhower onu açıkça Elbe’den geçişi doğudan
gelenlere kapatmakla tehdit etti. Bunun üzerine Dönitz’in olurunu alan Jodl, 7 Mayıs’ta
“kayıtsız, şartsız teslimiyet” belgesini imzaladı ve teslim belgesi ertesi gün yürürlüğe
kondu. Belge, Ruslar’ın ısrarı üzerine 9 Mayıs’ta Berlin’de onaylandı (Keegan
186
1989:190). Aynı gün radyodan yaptığı konuşma ile Stalin, 7 Mayıs’ta Reims’ta ön
teslim belgesinin imzalandığını, 8 Mayıs’ta Rus Yüksek Komuta Heyeti’nin temsilcileri
ve Müttefik Kuvvetler Üst Komutanlığı’nın huzurunda nihaî teslim belgesinin Berlin’de
imzalanarak 8 Mayıs saat 24.00’ten itibaren yürürlüğe girdiğini kamu oyuna açıkladı
(Stalin 1969:160).
2.4.2.12. Çekoslovakya’da Son Direniş (Mayıs 1945)
Berlin düştükten hemen sonra dikkatler yine güneye çevrildi. Avrupa’da ayakta kalan
tek Alman ordular grubu olan Mareşal Schörner’in Merkez Ordular Grubu, Prag’ın
doğusunda Sovyet orduları arasında sıkışıp kalmıştı. Bu arada Amerikalılar da bölgeye
hızla yaklaşıyordu ve Sovyet Ordusu’na teslim olmak istemeyen Almanlar, Batılı
Müttefikler ile ayrı barış yapabilecekleri umudunu taşıyorlardı. Ancak böyle bir şansları
kalmamıştı. Her ne kadar Churchill ve Eisenhower Sovyetler Birliği ile oluşturulacak
sınır çizgisinin olabildiğince doğuda olması konusunda anlaşmış olsalar da, bu olasılık
Ruslar’ı son Alman gruplaşmasını hızla yok etmeye itti. Eisenhower, Ruslar’a
Amerikalılar’ın Prag’a ilerleyebileceği teklifini getirdiyse de kendisine tam olarak Batılı
Müttefik güçlerinin sınır çizgisinin batısında ve Prag’ın dışında kalması gerektiği
söylendi. Bu sırada General Patton’un Amerikan 3. Ordusu Çekoslavakya’da ilerlemeye
başlamıştı. 7 Mayıs’ta üç Amerikan zırhlı keşif arabası Prag’a vardıysa da Sovyet ricası
üzerine Pilsen’e, sınır çizgisinin batısına çekildiler. Amerikalılar Çekoslavakya’yı
alelacele tamamen boşalttılar. Aynı şekilde 11 Mayıs’ta Ruslar da Klatovy’den sınır
çizgisinin doğusuna çekildiler (Keegan 1989:187).
1944 Ekim’inde düzenlenen harekât ile General Petrov’un 4. Ukrayna Cephesi
Çekoslavakya’nın kurtarılmasına Slovakya’nın doğu kesimini işgal ederek başlamıştı.
Mareşal Malinovski’nin 2. Ukrayna Cephesi de Avusturya’daki işini bitirdikten sonra
Çekoslavakya’nın fethinin tamamlanması için harekâta dahil edildi. Almanlar’ın fazla
direniş göstermedikleri Moravya Mayıs başında Ruslar’ın eline geçti. Mayıs başında
tüm Çekoslavakya’da millîyetçilerin ayaklanması başlanmıştı. 5 Mayıs’ta
Amerikalılar’ın Bohemya’ya ilerledikleri haberleri üzerine Prag’daki Çekoslovak
187
millîyetçileri de ayaklandılar. 30.000 isyancı 5 Mayıs’ta 1.600 barikat kurdular (Keegan
1989:187). 6 Mayıs’ta partizanlar Prag’da ayaklanarak Almanlar’ın haberleşmelerini
engellediler.
Ancak burada Vlasov’un KONR tümenleri de bulunduğundan durum karışıktı.1 Vlasov,
askerlerini Almanlar’ın yanında kalmaları için uyarmıştı. Ancak Praglı isyancılar,
Almanlar’dan kaçarak kendilerine yardım etmeleri konusunda onlardan yardım
istemişlerdi. Vlasov’un askerleri ise Amerikalılar’a teslim olmaktan başka bir şey
istemiyorlardı. 1. KONR Tümeni komutanı Bunyachenko isyancıların yardımına koştu.
Ancak Merkez Ordular Grubu’ndan isyanı bastırmak için bölgeye gelen birlikler
tarafından tuzağa düşürüldüler ve SS’lerin yanında savaşmaya zorlandılar.
Ruslar’ın Prag Harekâtı 6 ila 11 Mayıs arası sürdü. Harekâta 1., 2. ve 4 Ukrayna
Cepheleri ile 1. Muhafız KMG, 2. Polonya, 1. ve 4. Rumen orduları ile 1. Çek
Kolordusu’nun da dahil olduğu bir çok bağımsız kolordu katıldı. Bunların hepsi iki
milyon asker, 30.500 top ve havan, 2.000 tank ve hücumtop ve 3.000’i aşkın uçağa
sahiptiler.2 Merkez Ordular Grubu’nun elinde ise 900.000 asker, 9.700 top ve havan,
1.900 tank ve hücumtopu ile 1.000 uçak kalmıştı. 8 Mayıs’ta Sovyet saldırısı Konev’in
1. Ukrayna Cephesi’nin Saksonya’dan, 2., 3. ve 4. Ukrayna cephelerinin de güneyden
ve doğudan taarruzları ile başladı. 6 Mayıs’ta Breslav’daki Alman gruplaşması yok
edildi. Almanlar, 7 Mayıs’ta Rheims’ta kayıtsız-şartsız teslim oldularsa da, Schörner’in
birlikleri savaşmaya devam etti. Mareşal Konev, 8 Mayıs saat 20.00’de Batı
Çekoslavakya’daki tüm Alman birliklerine Almanya’nın teslim olduğunu ayrıntılarıyla
radyodan geçti ve onlara üç saat süre tanıdı. Almanlar teslim olmayınca Ruslar dev bir
topçu barajı ile harekâta tekrar başladılar. Lelyushenko’nun 4. Muhafız Tank Ordusu
kısa sürede Prag’a ilerledi ve 9 Mayıs’ta “Kalan Faşist direnişi yok edildi. Çok sayıda
esir. Amerkan birlikleri yok” şeklinde rapor gönderdi (Keegan 1989:186-187). Aynı
gün Dresden şehri de ele geçirildi.
1 KONR tümenleri Vlasov emrinde Sovyet esirlerinden toparlanarak Kızılordu’ya karşı savaşmayı kabul eden anti-Komünist gönüllülerden oluşuyordu.2 Savaşın sonunda 450.000 Polonyalı, Romen, Bulgar ve Çek askeri Kızılordu saflarında Almanlar’a karşı çarpışıyorlardı (Glantz 1995:305, Ek Tablo C).
188
Prag düşmüştü. Ancak Sovyet birlikleri Prag dışında gruplaşan Merkez Ordular
Grubu’nun çevresini daraltmayı sürdürüyorlardı. 11 Mayıs’ta Batılı Müttefikler
Avrupa’da zafer gününü kutlarken, Schörner’in grubu da direnişten vazgeçmişti.
Durumun umutsuzluğu üzerine Schörner teslim oldu. Bu saldırı da Avrupa’daki son
saldırı oldu. 11-12 Mayıs’ta Merkez Ordular Grubu teslim olunca tüm Avrupa’da
silâhlar susmuştu. Çekoslovakya’daki Alman savunmasının çökertilmesi, Ruslar’a
38.400 ölü ve 140.000 yaralıya malolmuştu (Erickson 2003:625). 13 Mayıs 1945’te
Ruslar da Avrupa’da Zafer Günü’nü kutladılar.
2.5. DOĞU CEPHESİ’Nİ ETKİLEYEN DİĞER FAKTÖRLER
2.5.1. Alman Ordusu’nda Gönüllü Ruslar
Almanlar’ın 1941 yılında aldığı altı milyona yakın Sovyet esirler arasında rejim
aleyhtarı Rus, Beyaz Rus, Ukraynalı, Türk ve diğer bir çok farklı halka veya etnik gruba
mensup askerler de bulunuyordu. Almanlar öncelikle bunları cephe gerisi çalışmalarda
kullanmak için kendi saflarına dahil etmeye çalışırken, sonraları gönüllü olanları asker
olarak Doğu Cephesi’nde değerlendirmeye başladılar.
1942 ilkbaharında 200.000 Hiwi1 Alman ordularının geri hizmetlerinde çalışıyorlardı.
1942 sonunda bunların sayısı bir milyonu bulmuştu. 1942 ortasında Merkez Ordular
Grubu’nda askerî gönüllülerden Osttruppen bünyesinde altı tabur partizanlara karşı
savaşıyorlardı. 1941-42 kışında, aslen bir Sovyet yüzbaşısı olan Kaminski’nin
tuğgeneral rütbesiyle başına getirilerek kurulan RONA (Rusian National Army of
Liberation) önce partizanlara karşı, sonra cephede boy gösterdi. Bu birlik hiçbir zaman
tümen seviyesini geçemedi. 1944 yazında aldığı ciddî kayıplar yüzünden Doğu
Prusya’ya çekildi ve orada Himmler tarafından Wehrmacht’tan alınarak SS tugayı
haline getirildi. Varşova olayından sonra Kaminski idam edildi ve tugayın kalanı
Vlasov Ordusu’na dahil edildi. 1941 sonlarında Beyaz Rusya’da, Smolensk
1 Hiwi ya da Hilfswilliger, Almanlar’ın yanında yer alan Doğu Avrupalı ya da esir gönüllülerdir.
189
yakınlarında RNNA (Russian Natıonal People’s Army) organize edildi. Bir tugayı SS
formasyonu olarak 1943’te dağıtıldı. Boyarski Tugayı ise Wehrmacht tarafından
desteklendi ama 1943’te o da dağıtıldı. Bunların dışında birçok gönüllü taburları,
bölükleri ve mangalar kuruldu. Bunların çoğu resmileştirilerek ROA (Russian Army of
Liberation) adı altında General Vlasov’a verildi.
1943’te Almanlar’ın yanındaki gönüllü doğu formasyonlarının asker sayısı 800.000’e
yükseldi. Ancak bunların bazılarının Sovyetler ile işbirliği içinde olmalarının verdiği
zararlar sonunda, Hitler bunlarn 80.000 kişilik bir kısmını Fransa’daki kömür
madenlerine işçi olarak yolladı. Bir Osttruppen generaline göre, 427.000 eski Sovyet
askeri, Doğu Cephesi’nde hizmetteyken formasyonlar lağvedildi. 100.000 Estonya,
Letonya ve Ukrayna gönüllüsü ise bu sayının dışındaydı. Böylece 1943 sonbaharında
Doğu Cephesi’nden çekilen % 70-80 Ostruppen, Polonya, Fransa, İtalya ve Balkanlar’a
gönderildi.
1943 Nisan’ında Ukrayna Tümeni kuruldu. Ukraynalılar’dan 14. SS Grenadier Tümeni
(Galiçya No: 1) oluşturuldu. 1944 Haziran’ında Sovyetler tarafından kuşatılan tümen,
ağır kayıplar karşılığında çemberi yararak kurtuldu. 1944 sonbaharında ise 1. Ukrayna
Tümeni kuruldu ve 1945 Mart’ında bu tümen Ukrayna Ordusu’na dahil edildi. Küçük
bir Ukrayna lejyonu ise, Polonyalılar ile savaşmak istemedikleri için 1943 sonunda
lağvedildi ve komutanı da kurşuna dizildi.
Yugoslavya’daki eski Çar taraftarı Rus göçmenlerden de Sırbistan Rus Savunma
Kolordusu oşuşturulmuştu. Ancak 15.000 kişilik bu birlik, Yugoslavya’daki
partizanlarla mücadeleden öteye geçememiştir.
Hitler’e düzenlenen suikast sonrasında, Himmler’in İhtiyat Ordusu’nun başına gelişiyle,
1944 ortalarında henüz askerî örgütlenmeye kavuşamamış olan Vlasov’un ordusunun da
şansı döndü. 16 Eylül 1944’te Himmler, KONR (Committee for the Liberation of the
Peoples of Russia) ve Vlasov’un komutasındaki KONR Ordusu’nu duyurdu. İlk çapta
beş tümen kurulması planlanmıştı. Ancak Ukraynalılar, Beyaz Rutenyalılar, Gürcüler ve
Kazaklar buna katılmayı reddettiler. Yine de 20 Kasım 1944’te bir gün de 60.000
190
gönüllü başvurarak katılmak istedi. Alman ekonomi liderleri ise bu birlik için askere
almayı protesto ettiler. Bu yüzden oluşturulacak birlik sayısı iki tümene düşürüldü. 28
Ocak 1945’te Vlasov’un karargahı, iki motorize tümen, bir ihtiyat tugayı ve bir istihkam
taburundan oluşana 50.000 kişi ile 2½ tümen seviyesinde kuruldu. 1. KONR Tümeni’ne
600. Panzergrenadier Tümeni, 2. KONR Tümeni’ne ise 650. Panzergrenadier Tümeni
denilerek başlarına ise General Bunyachenko ve General G. A. Zveryeu getirdiler. 1.
KONR Tümeni Frankfurt an der Oder’deki Sovyet köprübaşına yapılan başarısız bir
saldırıda ağır kayıplar verdi ve eğitim kampına çekildi. Çekoslovakya’daki 2. KONR
Tümeni’ne olan katılımlarla asker sayısı 12.000’den 20.000’in üzerine çıktı. 2. KONR
Tümeni, Prag’da kendilerinden SS’lere karşı yardım isteyen Çek Ulusal Konseyi’ne
destek vererek 6 Mayıs’ta Prag’ı SS’lerden temizlediler. Ancak komutanları
Bunyachenko’nun beklediği Amerikalılar’ın Prag’a girmesiyken, ertesi gün bunu Ruslar
yaptı. Tümen ise Linz’e yollandı ve orada Amerikalılar’a teslim oldu. Tümenden 17.000
kişi Ruslar’a iade edildi. Bunlar ya idam edilmiş ya da ömür boyu hapsedilmişlerdir.1
2.5.2. Partizanlar
Partizanlar 1941’den beri Almanlar’a karşı yoğun faaliyette bulunuyorlardı. Bunlar
3.000 ila 5.000 kişi arası çetelerden oluşuyor ve bunlar 100’erli gruplar halinde
dolaşıyorlardı (Tsouras 1998:139). 1941-42 kışında, Moskova Muharebesi sırasında
10.000 partizan, 18.000 Alman’ı yok etmeyi başarmışlardı (Werth 2000:714). Ancak
partizanların asıl etkileri 1943’ten itibaren başlamıştır. Stalingrad sonrasında partizanlar
da iyi ikmal ve iyi ekipman aldıklarından, faaliyetleri artmıştır. 1942-1943 kışı boyunca
Beyaz Rusya’nın % 60’ı partizanların etkili kontrolü altındaydı. Leningrad’ın
güneyindeki Parkhov bölgesi, Ukrayna’nın kuzeyindeki ormanlık bölge ve Bryansk
ormanları da partizan yuvalarıydı. Orel bölgesinde 500 köyü kontrol eden 18.000
partizan vardı. partizan bölgeleri kendi hava meydanları sayesinde ikmal alabiliyorlardı.
1943 Ocak’ın da Almanlar, Merkez Ordular Grubu bölgesindeki demir yollarına 397
partizan saldırısı tespit etmişler, bunlarda 112 lokomotif hasar görmüştü. Şubat’ta
saldırılar 500 civarına yükselmiş, Mayıs’ta 1.045 ve Haziran’da ise 1.092 olarak
1 www.feldgrau.com/rvol.html 2. KONR Tümeni’nde Norveç’ten çekilen bazı birlikler de bulunuyordu.
191
gerçekleşmişti. bunlar sayesinde Merkez Ordular Grubu gerisinde dört köprü
uçurulmuş, 298 lokomotif ise hasar görmüştü (Cross 2002:137-138). Mayıs’ta bölge de
beş büyük anti-partizan harekâtı düzenlenmişti. İddia’ya göre bunların -18. Panzer
Tümeni’nin de katıldığı- “Gipsy King” kod adlı ilkinde, 3.152 partizan öldürülmüş, 24
top, üç tank, 14 tanksavar, 55 havan, iki uçak, 124 makineli tüfek ve 1.130 küçük çapta
silâh yok edilmiştir (Cross 2002:138).
Leningrad çevresinde 1 Ocak 1943’te 2.993 olan partizan sayısı, 1 Kasım’da 14.538’e
çıkmıştı, 1 Aralık’ta ise bu sayı 35.000 aktif savaşçı ve binlerce kişilik yardımcı kuvveti
bulmuştur (Glantz 2001:121-122). Vitebsk’in batısında ise 140.000 kişinin yaşadığı
bataklık ve ormanlık bölge partizan tugaylarının yuvasıydı. Almanlar’ın tahminine göre
1944 ilkbaharında düzenlenen ve Kaminski Tugayı’nın da katıldığı iki harekâtta 7.000
partizan öldürülmüştü (Erickson 2003:215).
Manstein, partizan faaliyetlerinin Doğu Ukrayna’da pek olmadığını, ancak Batı
Ukrayna’da yoğun olduğunu söylemiştir. Bunun sorumlusununda oradaki
Reichskommisser Koch’un olduğunu söylemektedir. Bunun yanında Ukrayna’da üç
çeşit çete mevcuttu. Birincisi barışçı halk arasında tedhiş yaratan Sovyet partizanlar,
ikincisi bunlarla savaşan ama ellerine düşen Almanlar’ın silâhlarına el koyarak serbest
bırakan Ukrayna çeteleri, üçüncüsü ise hem Almanlar’a hem Ukraynalılar’a karşı
savaşan Polonya çeteleriydi. Polonya çeteleri daha çok Galiçya’ya ait Lemberg şehri
civarında mücadele ediyorlardı (Manstein 1962:598, dipnot). Partizanlar 65.000 araç ile
12.000 köprü yok etmişler, bir pusuda da SA lideri Victor Lutze’yi öldürtmüşlerdir.
Beyaz Rusya’ya atanan Reichkomiseri Wilhelm Kube de zaman ayarlı bir bombayla,
partizanlar tarafından havaya uçurulmuştur (Overy 1997:186).
2.5.3. Arktik Konvoylar
Barbarossa açıldıktan ve İngilizler ile Sovyetler ittifak antlaşması imzaladıktan sonra,
Batılı Müttefikler’in Sovyetler Birliğİ’ne acilen gönderecekleri silâhlar için yol
arayışları, Kattegat ve Skaggerak boğazlarının Almanlar’ın kontrolünde olması, İran
192
üstünden çok zaman alması ve Türkiye’nin Boğazlar’ı açmaması engellerine takılmıştı.
Uzakdoğu’daki Vladivostok Limanı’ndan boşaltılacak malzeme Avrupa’ya 7.000
km.’lik bir demir yolundan ulaşılabiliyordu ve limanın senede ortalama yüz günlük buz
tutma gibi bir sorunu vardı (Carell 1974, 2:192). Bu yüzden risk alınarak Kuzey Buz
Denizi üzerinden Murmansk ve Achangelsk hedef alınarak oluşturulan güzergahtan
Ruslar’a malzeme taşıyan yardım konvoyları sefere başladılar 1941’in sonuna kadar
yedi Müttefik konvoyu, Rusya’ya 750 tank, 800 uçak, 2.300 vasıta ve 100.000 tonun
üzerinde kargo ulaştırdı.1 Almanlar da bu yardımı engellemek için bazı U-botları, savaş
gemilerini ve uçak filolarını Norveç’te konuşlandırarak bu güzergaha yönlendirdi. 16
Ocak 1942’de Muharebe Gemisi Tirpitz bölgeye varmış, daha sonra kendisine Admiral
Hipper Kruvazörü ile Admiral Scheer ve Lützow cep muharebe gemileri ve birçok ta
destroyer katılmıştır (Denkhaus 1997:40).
İlk saldırı 8 Aralık 1941’de PQ-6 konvoyuna yapılmıştır. Alman destroyerlerinin
saldırısında Mayıntarama Gemisi Speedy ciddî hasar görürken, konvoy başka yara
almadan yoluna devam etmiştir (Brookes 1977:20-21). U-bot saldırısına uğrayan PQ-8,
19 Ocak 1942’de kayıp vermeden Murmansk’a ulaşırken, 1942 Şubat başına kadar
Rusya’ya ulaşan 12 konvoyun 93 gemisinden sadece biri bir U-bot tarafından batırılmış,
diğerleri sağsalim hedeflerine ulaşmışlardı. Mart 1942 başlarındaki QP-8 ve PQ-13
konvoyları, bölgedeki bu yeni Alman filosunun elinden kılpayı kurtulurken, 20 Mart’ta
Murmansk’a doğru yola çıkmış olan PQ-13’ün beş gemisini Alman torpido-
bombardıman ve pike-bombardıman uçakları, iki gemisini U-botlar ve bir gemisini de
destroyerler batırmışlardı. Bunlara yardım etmek için görevlendirilen refakat kruvazörü
Trinidad da kendi attığı bir torpidoyla batmıştı.
Stratejik öneme sahip olan bu konvoyların avlanması için, Almanlar 30 kadar U-bot ve
260’ın üstünde de uçağı bölgeye yönelttiler. Artan kayıpların ve tehlikenin yüzünden
İngiliz Deniz Bakanlığı’nın tüm protestolarına rağmen, siyasî nedenlerle 1942
Mayıs’ında yola çıkarılan PQ-16, altı gemi kaybetti ki, bunun beşini Alman uçakları
batırmıştı.
1 Bu konvoylar PQ olarak kodlanıyorlardı. PQ, Müttefik limanlarından Murmansk’a giden konvoyların kod ismi olup, dönüşte bunlar QP olarak geçiyorlardı. Murmansk, Rusya’nın dışa açılabilen tek önemli limanıydı. Gulf Stream Akıntısı sayesinde -50 derece soğukta bile donmuyordu.
193
1942’nin Haziran sonunda en geniş ve en değerli yükü taşıyan PQ-17, Murmansk’a ve
Archangelsk limanlarına gitmek üzere yola çıktı. Konvoydaki 35 kargo gemisinde 700
milyon dolar değerinde kargo bulunuyor ve konvoya altı destroyer ile 15 diğer silâhlı
deniz taşıtı refakat ediyordu. Konvoyun yükü ise yaklaşık olarak 300 uçak, 600 tank,
4.000’i aşkın kamyon ve treyler ile 150.000 tonu aşkın malzemeydi ki, bununla 50.000
kişilik bir ordu tamamen donatılabilirdi. Konvoya belli bir mesafeden eşlik etmek için
verilmiş çok sayıda Amerikan ve İngiliz savaş gemisinin içinde uçak gemisi, muharebe
gemileri, kruvazörler, destroyerler ve silâhlı nakliye gemileri de mevcuttu. Böylesine
sıkı refakate rağmen, Alman saldırıları sonucunda 35 gemiden sadece 11’i Rusya’ya
ulaşabildi. Batırılan 24 gemi ile birlikte, 210 uçak, 430 Sherman tankı, 3.350 araç ve
100.000 tonluk malzeme sulara gömülürken, 120 denizci de yaşamını yitirdi. Facianın
ekonomik tutarı ise, o günün parasıyla yarım milyar doları aşmıştı. Facianın boyutları o
kadar büyüktü ki, Sovyet yetkililer şüpheye düşüp, Batılı Müttefikleri yalan söylemekle
suçladılar. PQ-18 ‘in seferi geciktirildi. PQ-18’e iki denizaltı ve Avenger uçakgemisi de
dahil, toplam 53 savaş gemisi eşlik etti ve konvoy 1942 sonbaharındaki bu yolculukta
13 gemi kaybıyla Murmansk’a ulaştı.1
1943’te Almanlar, Atlantik’teki güçlerini kaybetmeye başlamışlardı. Buna rağmen bu
konvoylara saldırılar azalarak sürdü ve savaşın sonuna kadar düzenlenen 77 konvoya
katılan 1.526 geminin 100 kadarı Almanlar tarafından batırıldı (Denkhaus 1997:39-44).
Verilen bu ağır kayıplar, Birinci Dünya Savaşı’ndaki Çanakkale ve Gelibolu
muharebelerinden sonra Boğazlar’ın önemini tekrar gözler önüne sermiştir.
2.6. DOĞU CEPHESİ’NDE YIKIM
Doğu Cephesi modern savaşın en büyük vahşetlerinin sergilendiği sahne olmuştur.
Savaşta, Rusya’daki 70.000 köy, 1.700 şehir ve kasaba, 32.000 fabrika, 64.000 km.’lik
demiryolu yok edilmiş, Rusya varlığının üçte birini yitirmiş ve 25 milyon Rus ise evsiz
kalmıştır (Overy 1997:348). 1 1943 başlarında Karadeniz kıyılarında Ruslar’ın yaptıkları çıkartmalarda Amerikan menşeli tanklarının kullanılmış olması bu açıdan dikkat çekici bir husustur. Anlaşılan PQ-17 Konvoyu Faciası’ndan sonra geciktirilerek yeniden başlayan seferlerin zamanlaması, Sovyet Karşı-taarruzu’nun Stalingrad sonrasında süren safhasına denk gelmiştir.
194
Kızılordu elindeki tüm potansiyeli savaşa yönlendirmiştir. Öyle ki, 1941’in Ağustos-
Eylül aylarında eğitilmiş Sovyet mayın köpekleri Alman tanklarına saldırmaya
başlamışlardır. Bunlar az bir zayiat haricinde verimlilikten uzak kalmışlar, sadece bu
dönem içinde bazı kesimlerdeki panzer birliklerinde endişeye neden olmuşlardı (Carell
1974, 1:160-164). Sovyet savaş endüstrisi, savaş boyunca en az 78.000 tank ve 16.000
kendinden kundaklı top, 108.028 savaş uçağı, 12 milyon tüfek ve karabina, altı milyon
piyade makineli tüfeği, 98.000 kadar sahra topu ile 110.000 kamyon üretmiştir
(Erickson 2003:ix).
Savaş sırasında Almanlar’a esir düşen 5,7 milyon Rus askerinin 3,3 milyonu toplama
kamplarında ölmüştür (Bartov 1986:107). Asker ve sivil, ölen tüm Sovyet
vatandaşlarının sayısı ise 27 milyonu bulmuştur. Rusya’daki hayvanların sayılarında
savaştan dolayı 1940-45 arası azalmalar büyükbaşlarda % 87, ineklerde % 82, koyunlar
ve keçilerde % 70, domuzlarda % 38 ve atlarda % 51 oranında gerçekleşmiştir (Werth
2000:1005).
Kızılordu kara ve hava kuvvetleri olarak, savaş boyunca 10.008.434 ölü ve kayıp ile
18.190.693 yaralı ve hasta olmak üzere toplam 28.199.127 milyon kayıp vermiştir. Tüm
Sovyet askerî kaybı ise 11.285.057 ölü ve kayıp ile 18.344.148 yaralı ve hasta olmak
üzere toplam 29.629.205’i bulmuştur (Glantz 1995:292, tablo A). 30 milyona varan
ordu kayplarının savaş başındaki Sovyet nüfusuna oranının % 16’sı olduğu ortadadır.
Sovyetler Birliği’ndeki asker ve sivil toplam ölümlerin 27 milyonu bulduğu
bilinmektedir.
Ruslar, 1941 ile 1945 arası 2.388.000 Alman ile 1.097.000 diğer Mihver ülke askerini
esir almışlar, bunlardan 356.000 Alman ile 162.000 diğer Mihver ülke askeri ölmüştür
(Overy 1997:354-355). Kızılordu’nun iddiasına göre de, Mihver güçleri savaş boyunca
Doğu Cephesi’nde 48.000 tank, 167.000 top ve 77.000 kadar da uçak kaybetmişlerdi
(Erickson 2003:ix).
Rus askerleri genellikle aldıkları esirleri cephenin hemen gerisinde vuruyorlardı
(Tsouras 1998:124-126). Bu durumun savaşın devamında ters etki yaparak, Almanlar’ın
195
esir düşmektense ölene kadar savaşmalarına neden oldukları için Alman Ordusu’nun
direniş güçlerini artırdığı söylenebilir.
80 milyonluk Almanya’nın Doğu Cephesi askerî kayıpları ise 2.415.690 ölü ve kayıp ile
3.498.060 yaralı şeklindedir (Ellis 1993:255, tablo 53). Almanlar için Doğu Cephesi
kayıplarının nüfusa oranı Sovyetler ile karşılaştırıldığında % 7 gibi daha düşük bir
rakamdır.
2.7. TÜRKİYE’DEKİ ASKERİ TERTİPLENMENİN DOĞU
CEPHESİ’NE GÖRE DEĞİŞMESİ
1938 yılı sonunda dördüncü ikmal planı hazırlanarak üçüncü ikmal planı ile
değiştirilmişti. Buna göre artan savaş tehdidiyle 14 piyade ve bir süvari kolordusu ile bir
de zırhlı tugayın kurulması öngörülmüştü. Ordunun seferberlik öncesi gücü 22 piyade
ve üç süvari tümeni, sekiz bağımsız tugay ve bir zırhlı tugaydı (Türk Subayları
1999:20).1 Ordu bünyesindeki üç ordu dahilinde on kolordu mevcuttu. Ancak 1939’da
savaş henüz başlamadan kolorduların sayısı 15’e çıkarıldı. Kuvvetlerin silâh ve
malzeme ihtiyacı peşin olarak halktan sağlanmaya çalışılırken, bazıları da dış tedarik
yoluyla giderilmeye çalışılıyordu (Cebecioğlu 1998:332).
Türkiye’nin Trakya’daki yığınağı, Doğu Cephesi henüz açılmadan önce Türk-Bulgar
sınırındaki Çakmak Hattı’ndan, Çatalca Hattı’na çekilmişti. Aslında Almanlar’ın
Yunanistan’a harekat düzenleyerek Yunan sınırı üzerinden de Türkiye ile komşu olması
Türkiye’yi bu stratejik harekete zorlamıştır. Bu olumlu bir gelişme olarak düşünülebilir.
Kezâ, Finler’in Mannerheim Hattı’nın Sovyet sınırından 50 km kadar derinde kurulmuş
olmasının 1939 Aralık’ındaki ilk Kızılordu vuruşunu boşa çıkarması benzer duruma bir
örnektir. Ancak ovaların ağırlıklı olduğu bölgelerde tank ve uçak ikilisinin önünde
durabilecek bir engel yoktu. Buna dayanarak Batı Trakya gibi bir yerin ana savaş alanı
olacağı düşünülürse, Türk Ordusu’nun ne Çakmak Hattı’nda ne de Çatalca Hattı’nda
1 Başka bir kaynağa göre Kara Kuvvetleri, 27 Nisan 1939’da üç ordu, 10 kolordu, 21 piyade tümeni, üç süvari tümeni ve üç zırhlı tugaya sahipti (Cebecioğlu :379, tablo).
196
Almanlar’a karşı başarıyla direnebilmesi için en ufak bir şansı yoktu. Yani Türkiye’nin
1941’de savaşa girmesi demek, boğazların çok kısa bir sürede Mihver hakimiyetine
girmesi demekti.
1941’in ilk yarısında Türk Ordusu’nun kuvveti üç ordu emrinde, 14 piyade kolordusu,
üç süvari tümeni ve üç bağımsız alaydan oluşan toplam 41 tümene çıkarıldı ki, böylece
asker sayısı da 1,3 milyona ulaştı. Seferberlik hala resmi olarak ilan edilmese de, 1943
ortalarında Türk Ordusu’nun sayısal gücü 1939’dakine oranla iki katına çıkmıştı. Bu
sayı, askerlik yükümlülüğündeki sınıfların % 65’inin silâh altına alınmasıyla mümkün
olmuştu. Ancak ordunun ateş gücü yetersizdi (Cebecioğlu 1998:359-360).
Tehdit bölgesinde Marmara ve Boğazlar ile Ege kıyıları, savunma için öncelikli
kesimlerdi. Doğu sınırlarını koruma görevi ise 3. Ordu’ya verilmişti (Türk Subayları
1999:50-51).1 Ordu, 1943 Haziran’ında üç ordu, 15 kolordu, 41 piyade tümeni, bir
süvari tugayı ve iki zırhlı tugay seviyesine yükseltilerek kuvvetlenmiştir (Cebecioğlu
1998:379, tablo). Piyade alaylarına hücum ya da istihkam bölüğü ise 1943 Nisan’ında
konulmuştu (İnönü 2001:358).
Almanlar Rusya’yı istilâ ettikten sonra Karadeniz kıyılarının güvenliği de önem
kazanmıştı. Sivastopol’ün düşmesi ve Stalingrad Harekâtı kuzeye çevirmişti. Türk
Ordusu’nun bu bölgedeki birlikleri her an intikale hazır durumdaydılar (Türk Subayları
1999:221).
Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nın savaş stratejisi de hazırdı. Eğer Almanya ile Sovyetler
Birliği birlikte Trakya’dan saldıracak olsaydılar, Türk Ordusu 24 piyade tümeni, iki
süvari tümeni ve üç piyade tugayı ile toplam 27 tümen kuvvetinde bir güçle Trakya’yı
savunurken, 11 piyade tümeni ve bir süvari tümeni ile toplam 12 tümen kuvvetinde bir
güç doğuda yapacaktı. Ayrıca Batı Anadolu’da üç tümen bulundurulurken, Sivas-
Amasya bölgesinde de iki tümen Başkomutanlık yığınağı olarak bekleyecekti. Eğer
1 1940’taki Norveç Seferi’nin sonrasında paraşüt harekâtına karşı alınan önlemler doğrultusunda Trakya, İzmit ve Çanakkale’de hava yasak bölgeleri ilan edilmiştir (Cebecioğlu 1998:345). 1941 Nisan’ında Trakya’daki birlikleri gezen Macar Askerî Ataşesi Türk askerinin durumunun iyi olmadığı bilgisini kendi hükümeti kanalıyla Alman Genelkurmayı’na ulaştırmıştır (Cebecioğlu 1998:350).
197
Trakya’dan Alman taarruzu gelirken, bir yandan da Doğu Anadolu’da zayıf kuvvetlerle
Sovyet taarruzu başlarsa, stratejik yığınak yukarıdaki gibi olacak, ancak Sivas-Amasya
bölgesindeki iki tümen doğuya kaydırılarak Ruslar’a karşı savunmayı
kuvvetlendirecekti.
Eğer Kızılordu Doğu Anadolu’da büyük kuvvetlerle harekâta girişirse, Trakya 23
piyade ve bir süvari tümeninden oluşan 24 tümenle korunurken, 15 piyade ve iki süvari
tümeni doğunun savunmasında kullanılacaktı. Bu durumda Ege’de bir, piyade tümeni
kalırken, bir piyade tümeni de Orta Anadolu’da Başkomutanlık ihtiyatı olarak
tutulacaktı. Savaşa girildiği takdirde, Trakya ve Ege’de stratejik taarruz, doğuda ise
stratejik savunma manevraları uygulanacak, doğudaki harekât Ruslar Van-Sarıkamış-
Artvin Hattı’nda tutulacak şekilde yürütülecekti (Cebecioğlu 1998:342).
Türk Genelkurmayı 1942 yazında von Papen’e verdiği sözü tutarak, 26 tümeni doğu
sınırına yığmıştı. Başbakan Saraçoğlu ile Kazım Orbay 27 Ağustos ile 9 Eylül arasında
bu birlikleri denetlemişlerdir (Glasneck:175).1
5 Şubat 1944’te beş piyade tümeni, dört piyade tugayı ve kolordulara bağlı 14 piyade
alayı lağvedildi. Yeni düzenlemede üç ordu, 15 kolordu, 35 piyade tümeni, bir zırlı
tümen, üç süvari tümeni, iki zırhlı tugay, bir dağ tugayı ve bir süvari tugayı mevcuttu.
Ayrıca Türk Hava Kuvvetleri Komutanlığı kurularak, önceden Genelkurmay’ın ve Millî
Savunma Bakanlığı’nın hava müsteşarlıklarına bağlı olan hava birlikleri bu komutanlığa
bağlandı (Cebecioğlu 1998:368, 380 Ek-9).
1 Glasneck bu yığınağın Rostov’un düşmesi, Kuban’ın ve Maikop petrol havzasının elegeçirilmesini kolaylaştırdığını düşünmektedir (Glasneck:175).
198
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: DOĞU CEPHESİ VE TÜRKİYE
3.1 DOĞU CEPHESİ HAREKÂTLARI SIRASINDA TÜRKİYE’YE
YÖNELEN TEHDİDİN DEĞİŞEN YÖNÜ
Balkanlar’da aktif gelişmelerin yaşandığı 1940-1941 kışından başlayarak 22 Haziran
1941’de Almanya’nın Rusya’ya saldırmasıyla son bulan süreçte, Türkiye Almanya’nın
tehdidini adeta ensesinde hisssetmiştir.
1941-1942 kışındaki Sovyet saldırısı -her ne kadar Doğu Cephesi olayları içinde büyük
önem arz etse de- haritaya bakıldığında Almanya hala bir vuruşta Sovyetler Birliği’nin
kalbine ulaşabilecek gibi gözüküyordu. 1942 yazına girilirken Alman zaferler tekrar
başlamış, bir yandan da Sovyet zulmündeki Türkler’in önemli bir kısmı Almanlar
tarafından kurtarılarak Alman safhına katılmışlardı. Tarihi düşmanı Rusya’nın
yokolmasını da isteyen Türkiye Almanya’nın Doğu Cephesi’nde iktidarda olduğu süre
içinde kontrollü bir şekilde Almanya’nın yanına kaymaya başlamıştır. Ancak 1942
sonun da Alman tehdidi bu sefer Türkiye’yi bir Macaristan ya da Romanya yapmak gibi
bir şekle bürünmüştü. Eğer Stalingrad Muharebeleri’ni Almanya kazansa ve akabinde
Kafkasya’daki varlığını kesinleştirse, Hitler Türkiye’yi kendi yanlarında savaşa girmeye
doğrudan ve fiziki bir şekilde zorlayabilecekti.
Sovyet zaferlerinin başladığı 1943 yılından itibaren Almanlar geriledikçe Türkiye için
tarihi bir düşmanın artan tehdidini yeniden ortaya çıkarmıştır. Öyleki artan Sovyet
tehdidinin doruk noktasına ulaştığı 1945’te Stalin, Türkiye’den toprak talebinde
bulunacak kadar ileri gitmiştir.
199
3.1.1. Alman Üstünlüğü Safhasında Değişen Alman Tehdidi
Türkiye’nin Müttefikler tarafında savaşa girmesini istemeyen Hitler, daha savaşın
başında Franz von Papen’e önemli görevler vermişti. Bunlar:
a) Almanya’nın Avrupa’daki muhtemel bir çatışmadan Türkiye’yi uzak tutmak için
elinden geleni yapacağı konusunda, Türk hükümet yetkililerini ikna etmek,
b) Türkiye’nin İngiltere ve Fransa ile kendilerine yönelik bir ittifaka katılmasının,
Almanya’da ne kadar memnuniyetsizlik yarattığını anlatmak,
c) İtalyanlarla görüşerek, Türkiye’nin endişelerini dile getirmek, İtalya’nın
Balkanlar’a ve Türkiye çıkarlarına yönelik herhangi bir tehdidi olmadığını gösterir
delilleri ortaya koymalarını temin etmek,
d) Almanya’nın temel amacının mevcut statükoyu korumak olduğu konusunda
Türk hükümet yetkililerine bilgi vermek,
e) Türkiye’nin İngiltere ve Fransa ile yürütmekte olduğu ittifak görüşmelerini ve
siyasî münasebetlerini dondurmak, mümkünse gevşetmek.
f) Giderek bozulma eğilimi gösteren Türk-Alman ilişkilerini düzeltmek, şeklinde
belirtilmiştir (Yavuz 1998:158).
Gerçekten de Türkiye, Fransa’nın düşüşüne kadar tarafsız kalmıştı. Ancak Fransa’nın
hemen ardından İngiltere’ye çıkarma yapmak için gereken kesin hava üstünlüğünü
sağlamak amacıyla 1940 yazı boyuncda Britanya Hava Savaşı’nda İngilizler ile hava
muharebelerine tutuşan, ancak istediği başarıyı gösteremeyen Almanlar gözlerini tekrar
doğuya çevirmişlerdi. Almanlar, 1940 Ağustos’undan başlayarak Doğu Cephesi’ne ardı
ardına birlik naklediyorlardı. Molotof’un 12-14 Kasım 1940’ta Berlin’deki
görüşmelerinden sonrasında Hitler, 18 Aralık 1940’ta Barbarossa Harekâtı’nın
hazırlanmasını emretmişti. Emir, hazırlıkların 15 Mayıs 1941’e kadar tamamlanmasını
içeriyordu. Büyükelçi Hüsrev Gerede, Barbarossa’yı gizlice öğrenerek Ankara’ya
bildirmişti (Gerede 1994:155). Artık Ankara, Almanya’nın ne yapıp edip
Barbarossa’dan önce Türkiye’yi işgal etmek zorunda olduğunu düşünebilirdi.
Yunanistan’dan dayak yiyen bir İtalya, Türkiye için bir tehlike olamazdı (Barutçu
1977:256). Ancak Almanlar’ın batıdan Türkiye’ye saldırmaları halinde Rusya’nın da
200
doğudan saldırarak Türkiye’yi ikinci bir Polonya yapması, 1941 başlarında Türk
liderlerde yaygın bir kanıydı (Hergüner 1999:193). Bunun aksine Sovyetler Birliği, 25
Mart 1941’de, Balkanlar’daki tehlikeyi görerek, Türkiye’ye başvurarak 1925 tarihli
Tarafsızlık ve Saldırmazlık Paktı’nı teyit etti (Uluksar 1999:399). 6 Nisan 1941’de
Yugoslavya ve Yunanistan’a saldıran Almanlar, buraları iki-üç hafta gibi kısa bir sürede
zaptederek Türkiye’nin batısını tamamen çevrelemişlerdi. Tehlikeyi erkenden gören
Türk Hükümeti Almanya’dan gelmesi olası bir saldırıya karşı 1 Nisan 1941’de
Trakya’nın ve İstanbul’un Anadolu’ya taşınması kararını almıştı.1 Hükümet, ikinci bir
Polonya olabileceği tehlikesindeki ısrarlı düşüncesini sürdürerek 9 Mayıs’ta da Kars’ın
tahliyesine karar verdi.2
Alman Dışişleri Bakanı Ribbentrop hem Türklerden, hem de Türk yanlısı olan von
Papen’den nefret ediyordu. Halbuki usta siyasetçi von Papen, Türkler’i yavaşça Mihver
tarafına çekmeye çalışıyordu. Ribbentrop, 1940 sonbaharında Türkiye’yi bir piyon
olarak Rusya’ya feda etme taraftarı idi. Ona göre bu İngilizler’e karşı Ruslar ile ittifakı
sürdürmek için gerekliydi. Hatta, 12 Kasım 1940’taki Ribbentrop-Molotov
görüşmelerinde, Ribbentrop Boğazlar’ın Ruslar’a açık olabileceğinden bahsetmişti
(Bloch 2003:341).3
Türkiye’ye karşı izlenecek politika konusunda von Papen ile Ribbentrop sürekli karşı
karşıya gelmiş, Ribbentrop’un katılığı daha sonra Schellenberg’i bile isyan edecek
noktaya vermiştir. Von Papen ılımlı ilişkiler kurmayı güderken, Alman kibirliliği ile
tanınan Ribbentrop ise Türkiye’ye sert tavır takınılmasından yanaydı. Von Papen’den
önce Almanlar’ın Türkiye’de büyükelçisi yoktu ve belki de bu boşluktan dolayı Türk-
İngiliz yakınlaşması hız kazanmıştı. 1939 Nisan’ı ortalarında Alman istihbaratı Türk-
İngiliz savunma paktı görüşmelerini haber alınca, Hitler alelacele yatıştırıcı ve nazik
olan von Papen’i bozulmakta olan Türk-Alman ilişkilerini kurtarmak ve Türkler’i
1 BCA:18.01.02.94.29.4.2 BCA:18.01.02.94.39.19.3 Ribbentrop’un Türkiye’ye karşı olumsuz tavrı von Papen’in ve Schellenberg!in Türkiye ile ilişkilerindeki olumlu çabaların daha iyi sonuçlar vermesine olanak tanıyordu. 1943’teki Türkiye gezisinden Berlin’e döndükten iki gün sonra Himmler’e rapor veren Schellenberg, Ribbentrop’un görevden alınarak yerine von Papen’in getirilmesi gerektiğini söylemiştir. Himmler’in Schellenberg’in talebinin imkansız olduğunu söylemesinden sonra Schellenberg “Öte yandan sizin talep ettiğiniz kesin zafer de imkansızdır. Bu iki imkansızlık birbirini yok eder” cevabını vermiştir (Schellenberg 1956:385).
201
İngilizler’in dostluğundan uzaklaştırmak amacıyla Ankara’ya büyükelçi olarak
atamıştı.Bu atama von Papen’den nefret eden Ribbentrop’u rahatsız etmiştir. Von
Papen, görevi boyunca Dışişleri’ni atlayarak doğrudan Hitler’e rapor veriyordu.
Ribbentrop ise Albert Jenke’nin casusluğuyla von Papen’i sürekli izliyordu (Bloch
2003:241).1
Türkiye’yi işgal planları için istihbarat çalışması da yapılmıştı. General von
Mittelberger’in Türkiye raporunda, Türkler’in Balkanlar’da girişecekleri olası bir
harekât ile Türkiye’nin savunması üzerinde duruluyordu:
a) “Türkiye’nin harekâtı Plovdiv yönünde olabilir ve Türkler Meriç’in kuzeyindeki on
tümenlik ve güneyindeki beş tümenlik cephelere taarruz edebilir. Hareket dağ
geçitlerinden devam etmeli. Türkler ikmal için hayvanları kullandıkları için coğrafi
şartlar Türk tümenleri için engel olmaz. Ancak hem yüksek hem de orta kademeleri,
olasılıkla bu göreve yeterli değildir. Bunun yanında ikmal geniş menzilli harekâtlar için
büyük bir sorundur.”
b) “Trakya’da Alman-Bulgar saldırısı karşısında Türk savunma kabiliyetleri.
Tahkim edilmiş Kırklareli kampı İstanbul yolunu kolluyor ki, burası Almanlar’ın ana
ilerleme bölgesiydi.Burası kuzeydeki sınır tahkimatları ve Edirne’yi batıdan çevreleyen
güçlü tahkimat ile desteklenmektedir. Daha geride, Çatalca pozisyonunun batısında
kurulmuş olan Midye-Ereğli hattı mevcuttur. Ondan sonra İstanbul Boğazı’na çok yakın
olan Çatalca pozisyonu gelmektedir. Çıkartma olasılıkları, Karadeniz’de Midye, Ege’de
ise Enez’de mevcuttur.”
“Türkiye’ye yönelik bir harekât, zırhlı birliklerlen İstanbul yolu boyunca yapılmalı ve
Türk kuvvetlerinin İstanbul Boğazı’na ricatını engelleyecek şekilde cepheyi bölme
amacını gütmelidir. İstanbul’a yarma yapacak bir zırhlı ucu, Boğaz’ın doğu sahiline- ilk
şaşkınlık içinde- geçebilecek yeterince deniz taşıtı bulabilir. Marmara Denizi’nden
Bandırma’daki demiryolu, geçiş için küçük limanlardaki az sayıda deniz taşıtı yeterli
olur.”
1 Ribbentrop 1918’de İstanbul’da teğmen iken Türkler ile anlaşmanın yolunun onlara bağırmak olduğunu kanıksamıştı. Bu yüzden tutumu sertti ve bunun sonucunda Türkiye ile Almanya arasındaki birçok önemli kontrat iptal edilmişti.Büyükelçi Mehmet Hamdi Arpag ise Türk Hükümeti’ni Alman baskısına karşı kararlı direnç gösterilmesi gerektiği konusunda uyarmıştı (Bloch 2003:241-242). Ribbentrop’un Türkiye hatası, Türkler’in İngilizler’e yaklaşmasına neden olmuştur ki, 1941’de Doğu Cephesi açıldıktan sonra bu hata, belki de Almanlar’ı savaşın kazanılabilmesi için Türkiye kozunu kullanmaktan alıkoymuştur.
202
“Anadolu İçlerine Harekât: İki anayol ve ana demiryolunu izleyerek ve buna göre çok
yavaş yapılabilir. Türkler’in moralleri tam bir dağılma ile çökse bile, çevrelenmiş
gruplar tarafından sert direniş beklemekteyiz. Zorluklar Toros Dağları tarafından
gösterilecektir. Bunların güneyinde, Suriye’ye giden daha iyi haberleşme ağına
ulaşmadan önce başka bir önemli engeli aşmamız gerekmektedir.”
“Cephane, Türkler’in en büyük sorunlarından biridir” (Jacobsen 1988:316-317, 10
Şubat 1941).
1941 ilkbaharının sonlarına gelindiğinde, Irak’taki Raşit Ali isyanını desteklemek
isteyen Almanya Türkler ile müttefik olmayı isteyecekti. Hitler, Ribbentrop’un 1
Mart’ta “Türkiye’ye baskı yaparak Mihver’e katılmasını isteme” önerisini reddetti ve
von Papen’in “Türkiye’nin tarafsızlığına saygı gösterme ve sınırlarından uzak durma”
öğüdünü tuttu (Bloch 2003:349-350). Aslında Ribbentrop, İtalya’yı da Türkiye’yi feda
etme pahasına memnun tutmaya çalışıyordu (Barutçu 1977:25-26). Ancak savaş
sonrasında Nürnberg Hapishanesi’ndeyken Almanya’nın Boğazlar’ı ele geçirmeyi asla
düşünmediğini ve Türkiye’nin toprak bütünlüğüne saygı gösterdiğini de yazmıştır
(Gerede 1994:163). Buna rağmen Almanlar’ın Norveç’te yapmak zorunda kaldığı
öngörülü ilk saldırı benzeri bir hareketle, Türkiye’nin yazgısını baştan sonra
değiştirebilirdi. Propaganda Bakanı Joseph Göbbels te Ribbentrop gibi Türkiye’yi
aceleyle savaşa çekmek ya da işgal etmek yanlısıydı. Göbbels, Türkiye’nin Almanya
tarafından işgali için hazırlanan “Askerler İçin Türkiye Rehberi’ni” İstanbul’daki
Alman kitapçılarına göndermişti (Seydi 2006:48).
Schellenberg’e göre, Türkler 1941’de 37 tümeni Doğu Trakya’daki dar alana
yığmışlardı. Buna rağmen Bulgaristan’daki Alman kuvvetleri güçlüydü ve Türkiye’den
buraya bir saldırı alsa Türk birliklerinin asıl kısmını bu dar bölgede kısa zamanda yok
ederlerdi. Dolayısıyla Türkler akıllıca davranarak İngilizler’in de onayıyla Almanya ile
saldırmazlık antlaşması imzalamışlardı (Schellenberg 1956:376). Türkler ile Birinci
Dünya Savaşı boyunca birlikte görev yapmış olan von Papen de tecrübeleri sayesinde
Toroslar’ın geçilmesinin ve geçildikten sonra da lojistik desteğin buradan sağlanmasının
zorluğu ile Türkler’in direniş gücünü Almanya’ya bildirmiştir (Deringil 1994:60). 22
Şubat 1941’de Alman Dışişleri, Moskova Elçiliği’ne Romanya’da 680.000 Alman
203
askerinin hazırda beklediğini bildirmişdir. Romenler’in 1941’deki savaş hazırlığı
dikkatten kaçmamıştı. Bu durumdan hem Sovyetler Birliği, hem de Türkiye tedirgin
olmuştur (Aydemir 2000:179). 3 Haziran 1941’de Dışişleri Bakanı Saraçoğlu,
Almanlar’ın Rusya’ya karşı birlik konuşlandırmakta olduğunu ve Ruslar’ın 120 tümeni
karşısında, 20’si panzer veya motorize 100 tümen topladıklarını söyledi. Saraçoğlu,
Alman-Rus Savaşı’nın başlayacağını tahmin ediyordu (Karabekir 1995:301).
Matapan’da İtalyan Donanması’nın verdiği ağır kayıp ve Girit’te denizden yapılan
harekâtın başarısız olması da Doğu Akdeniz’deki İngiliz kontrolünün Türkiye’ye
vereceği destek konusunda ipucu vermiştir. Hitler, Türkiye’nin Asya’daki bölümünün
işgalini de içeren stratejik bir seçeneğin Kraliyet Deniz Kuvvetleri tarafından boşa
çıkarıldığını anlamıştı (Denniston 1998:102). Almanlar, şüphesiz Doğu Akdeniz’deki
İngiliz deniz gücüyle tekrar mücadeleye girmek istemiyorlardı.1
Türkiye, Raşit Ali İsyanı’na Alman desteği sağlayacak askerî malzemenin geçişine
1941 Mayıs’ında Alman baskısının doruğa ulaştığı aylarda bile izin vermemiş, sadece
savaş malzemesi kapsamında bulunmayan uçak yakıtının geçişini kabul etmişti. Hatta
aynı zamanda Vichy Fransası’nın da transit geçiş iznini -önerilen savaş malzemesine
rağmen- reddetmişti (Deringil 1994:149-150).
Hitler, 11 Haziran 1941’de çıkarılan 32 numaralı direktifte “Türkiye ve İran üzerine
kuvvetli bir baskı yapma imkanı, bu memleketlerin de doğrudan ya da dolaylı olarak
İngiltere’ye karşı savaş için yararlanılabilir hale getirme şansını artırır” demiştir (Türk
Subayları 1999:58). Ancak Barbarossa başlayalı iki hafta olmasına rağmen, Ön Asya ve
Akdeniz’deki İngiliz durumunu bozmak için Anadolu üzerinden ve Libya’dan iki
yönden genel bir taarruz da düşünülmekteydi. Hatta Kafkasya’dan İran’a da bir saldırı
yapılabilirdi. Bunun için öncelikle Bulgaristan’da toplanacak birliklerin Anadolu
üzerinden Suriye’ye yapacakları bir taarruzun muhtemelen Kafkasya’dan ikinci bir
harekâtla desteklenmesi tasarlanmaktaydı (Jacobsen 1988:447, 3 Temmuz 1941). OKH,
1 22 Mayıs 1941, sabah konferansında görüşüldüğüne göre, Girit’e çıkartma yapmak için Yunanistan’dan denize açılan 2. Panzer Tümeni, İngilizler tarafından batırılan konvoyun en önemli birliğiydi. 122 tank, 200 motorlu taşıt, 29 motorsiklet ve 1.328 adam kaybıyla bu birlik, 21 Mayıs’ta yok edilmişti. (Jacobsen 1988:391).
204
13 Temmuz 1941’de Libya’daki Orgeneral Erwin Rommel’in Afrikakorps birliklerinin
Türkiye ve Suriye üzerinden Süveyş Kanalı istikametinde yapılacak bir taarruzla
koordine edilmesini gerekli görüyordu. Ayrıca Kafkaslar üzerinden Basra Körfezi
üzerine taarruz için de bazı ön etüdler hazırlanmıştı (Guderian 1977:296).
13 Eylül 1941’de Halder’in notlarında yazdığına göre, Hitler ile yaz sonlarındaki
stratejik durumunun değerlendirilmesiyle oluşturulan memorandumda Almanlar
Türkiye’nin kendi yanlarında savaşa girmesinin önemi üstünde duruyorlar, bunun askerî
yönden büyük yararının olacağını düşünüyorlardı. Türkiye, Alman yardımı olmaksızın
da elde mevcut olan İngiliz-Rus silâhlı kuvvetlerini karada, denizde ve havada
durduracak güce sahipti ve Karadeniz hakimiyeti için değerli yardımlar sağlayabilirdi.
Artık Almanlar’ın Türkiye’ye saldırı düşüncesi terkedilmiş, Türkiye’nin Alman
tarafında yer alması ilke olmuştu (Jacobsen 1988:530-534).
Hitler’in İran ve Türkiye’ye yönelik baskı oluşturma düşüncesi, Almanya’nın Ruslar’ı
yenemeyişi, Türkiye’nin katı tarafsızlığı ve Rusya ile İngiltere’nin 1941 yazında İran’ı
işgal etmeleri sayesinde tamamen suya düşmüştü. Güç politikası uygulayarak rakiplerini
siyasî açıdan sindirme yoluna giden ülkeler, eninde sonunda askerî kültürleri kuvvetli
olan ülkelerin -güçlü olmasalar bile- beklenmeyen davranışları ile karşılaşarak bir anda
çevrelenmiş olurlar ki, bu durum Türkiye’ye son derece geniş bir siyasî manevra alanı
kazandırarak 1942’de de ılımlı bir şekilde kazanmakta olan tarafa kaymasını
sağlamıştır. Almanya, 1941 sonbaharındaki Tayfun Harekâtı başarısızlığa uğradıktan
sonra, Kafkasya ve Ortadoğu petrollerine ulaşması için Türkiye alternatifini
deneyebileceği şüphesi yeniden doğmuştur. Almanlar’ın Romanya ve Bulgaristan’a
yığınak yaptıkları söylentilerine Türk Genelkurmayı da katılmaktadır (Barutçu
1977:239). Dolayısıyla Türk devletadamları 1942 baharında Almanya’nın Türkiye’ye
saldırmasını beklediklerini birkaç kez söylemişlerdir (Deringil 1994:169). Bununla
birlikte tarafsız gözükmekteki ısrarları, Doğu Cephesi 1942 yazında tekrar ısındığında
da sürmüştür. Yeni Başbakan Şükrü Saraçoğlu, 5 Ağustos 1942’de Meclis’te yaptığı
hükümet programını sunuş konuşmasında “Üç seneden beri dünyayı yakan ve yıkan
haile önünde ve yarında koruyamaz. Türkiye bitaraflığı umumi bir politik sisteminin
205
işlenmiş bir şeklidir. Ve politikamızın kimseyi endişeye düşürmeyecek bir berraklığı ve
samimiyeti vardır” diyordu (Dağlı 1988:99).
Ancak Almanlar’ın Türkiye üzerindeki etkisi de giderek artmaktaydı ve Doğu
Cephesi’nde Türkiye’nin de Almanlar ile birlikte ortak çıkarları vardı. 29 Nisan 1942’de
Hitler, Mussolini’ye “Türkiye’nin yavaş ama kesin bir biçimde Mihvere’e yaklaştığını”
söylemişti. Hitler’e göre Türkiye’nin Rusya’dan nefret etmesinin bunda büyük payı
vardır. Bu yüzden Hitler, Türkiye’nin Mihver’e karşı savaşa gireceğine kesinlikle
inanmıyordu (Deringil 1994:171-172). 1942 yazında Karadeniz’in kontrolünü ele
geçiren Almanlar, Kafkasya’ya da girince Türkiye’nin Sovyetler’den akaryakıt ikmali
olanağı da ortadan kalkmıştı (Aydemir 2000:134). 1942 yazında Almanlar, Türkiye’ye
silâh alımı için 100 milyon Reichsmark değerinde bir kredi açtı. 9 Ekim 1942’de
Menemencioğlu, İngiliz Büyükelçisi Hughe Montgomery Knatchbull-Hugessen’e
Almanlar’ın Türkiye üzerinden Mısır’a ulaşmak isteyebileceklerinden söz etti (Deringil
1994:183).
1942 sonlarına gelinirken Alman dağcıları Elbruz Dağı’nın doruğuna bayrak dikmişti.
Türkiye iki cepheden Almanya ile komşu olduğunda bu dengenin bozulduğu bir tehdit
anlamına gelecekti ki, Türkiye Almanya’nın lehine rahatlıkla savaşa zorlanabilirdi.
Böyle bir durumda Türkiye’nin güneyinde açılacak cephe sayesinde savaşa aktif olarak
girmesine karşılık bir çok seçeneği elinde bulundurması hala söz konusuydu. Çünkü
Ortadoğu ve Mısır’daki denge hem asker ve silâh sayıları, hem de ikmal ve iaşe
üstünlüğü açısından henüz İngilizler’in elindeydi. Türkiye ise İngilizler ile savaşmak
istemiyorlardı.
Eğer 1942 sonlarına doğru Kafkaslar’daki harekâtla birlikte Kuzey Afrika’daki
harekâtın da Almanya lehine sonuçlanması, Mihver’in Türkiye’yi üç cepheden
kuşatması anlamına gelirdi ki, dengenin kesinlikle ortadan kalktığı böyle bir durumda
Türkiye ya sayısı azalan seçenekler dahilinde kendini otomatikman savaşın içinde bulur,
206
ya da Yugoslavya ile aynı kaderi paylaşırdı. Ancak Stalingrad faciası, Türkiye’nin
Almanlar’ın yanına büyük bir hızla kayarak Mihver’e dahil olmasını engelledi.1
1942-43 kışı boyunca bile -az ve asılsız da olsa- Türkiye’ye yönelik Alman tehdidinden
söz edilmiştir. 4 Mayıs 1943 basımlı Der Adler dergisinde “Büyük Bulgaristan” başlıklı
tanıtıcı bir yazı yayınlanmıştır. Yazının başında kullanılan haritada Batı Trakya ve
Makedonya’da Bulgaristan’ın işgalinde olan bölgeler özellikle gösterilmiştir (Der
Adler, 1943:272). Bu tür yayınlar şüphesiz Türk kamuoyunu da tedirgin etmekteydi.
Ancak 1943 yazındaki Kursk Muharebesi’nden sonra Almanlar Doğu Cephesi’ndeki
inisiyatifi kaybedince Türkiye’ye yönelik Alman tehdidi de ortadan kaktı.
Türkiye’nin Almanya ile tek cepheden komşu olması dengeye dayalı doğal bir tehdit
oluşturuyordu. Türkiye, zamanla bu denge sayesinde bu tehdidi savuşturdu. Tek
cepheden komşuluk aslında Türkiye’nin -savaşa dahil olsun ya da olmasın- pazarlık
seçeneklerinin en çok olduğu durumdur. Yine de öncelikli ilke tarafsızlığın korunması
olduğu için, bu seçeneklerin kullanılması üstünde fazla durulmamıştır.
Türkiye üzerinde Alman tehdidi varken bile, Almanya’nın Türkiye’ye saldırmak
istemediği ortadadır. Ancak her şeye rağmen alternatif olarak Türkiye’ye saldırı planları
yapmış olmaları doğaldır. Fransa’nın düşüşü, İngiltere Hava Savaşı’nın kaybedilmesi ve
İspanya’nın tarafsızlıkta diretmesi sonrasında, Rusya’nın yok edilmesi Almanya’nın
öncelikli hedefi olmuştur. Ancak o sıralarda Almanlar’ın asıl niyetini Türk
Hükümeti’nin bilmesine imkan yoktu.
1 Eğer Afrika’daki harekâtı Almanlar kazansaydı, bu Türkiye’nin Doğu Akdeniz ve Ortadoğu’daki konumunun gözden düşmesine sebep olabilirdi. Boğazlar ise Türkiye’nin elinde olsa da, olmasda da Doğu Akdeniz’in güvenliğini sağlayan Almanlar bunu artık önemsemezdi. Hatta bu durumda Sovyetler de Boğazlar’ı eskisi kadar önemsemez ve Türkiye’nin suyuna gitmek zorunda kalabilirdi. Çünkü Boğazlar’ın güvenliği sağlam olsa da, Doğu Akdeniz tamamıyla Mihver kontrolünde olacaktı. Ancak böyle bir durumda Türkiye Rusya’ya karşı Almanya için hâlâ önemli olurdu ve İngiltere’nin bölgeden uzaklaşması ile birlikte Türkler de tarihi düşmanları olan Rusya üzerine Almanya ile rahatlıkla işbirliği yapabilirlerdi. Bu yüzden İngiltere, bölgede sürekli bir aktör olarak kalmaya gayret etmiş ve böylece Türkiye’nin de Almanlar’ın yanına kaymasını geciktirerek Doğu Cephesi’nin dengeli sürmesine yardımcı olmuştur. Balkanlar, Girit ve Kuzey Afrika’daki yenilgilerine rağmen İngilizler’in bu ısrarı, sadece Ortadoğu kaynakları veya Hindistan yolu ile değil, Doğu Cephesi’nde yaşanan gelişmeleri takip eden Türkiye ile de olmuştur.
207
3.1.2. Sovyet Üstünlüğü Safhasında Artan Sovyet Tehdidi
Türk-Rus İlişkileri, her iki ülkenin de ilk saldırmazlık ve tarafsızlık antlaşması olan
1925’teki Dostluk ve Tarafsızlık Antlaşması ile olumlu bir döneme girmişti. Ancak
karşılıklı ilişkiler 1933’ten itibaren ilişkiler inişe geçmiş ve 1936’daki Montreaux
Sözleşmesi sonrası da huzursuzluk belirginleşmiştir (Özbey 1999:537). Molotov-
Ribbentrop Paktı ise Sovyet yayılmacılığını körüklerken, Şükrü Saraçoğlu’nun 26
Eylül-16 Ekim 1939 arasındaki Moskova görüşmeleriyse Türk-Sovyet ilişkilerinin
bozularak Rusya’yı Birinci Dünya Savaşı’ndan beri yeniden Türkiye için tehdit
konumuna getirmiştir. 1940’ta Türkiye aleyhinde yayın yapan Sovyet Radyosu, “Rus
topraklarına yönelik düzenlerle uğraşanların, sonunu hazırlamış bulunuyoruz,
hazırlamak üzereyiz, hazırlayacağız” şeklinde bir tehditle yayınını noktalıyordu
(Barutçu 1977:133).
Türkler’in Almanlar ile bir alıp veremediği de yoktu. Mihver ilerleyişi döneminde
Almanya, Türkiye’nin toprak bütünlüğüne dokunmamıştı (Weisband 2002:173). Zaten
gerçek Alman tehdidi de 1941’de Doğu Cephesi’nin açılmasını izleyen aylarda bitmişti.
1941 başlarından 1942 sonlarına kadar Türkiye’yi savaştan uzak tutmaya çalışan
Müttefik politikalarına destek veren Sovyetler Birliği, Stalingrad’dan sonra Türkiye’ye
karşı olan eski politikasına geri döndü (Uluksar 1999:400).
31 Ocak 1943’te Hitler’in dünyaya gönderdiği mesaj, Türk gazetelerinde manşetten
verilmişti: “Alman Führer’i, meselenin ya Komünizm’in Avrupa’ya yayılması, yahut
da Almanya’nın zaferi olduğunu söyledi.”1 Bu sözler aynı zamanda Türk yetkililerin de
korkularını vurguluyordu. Kursk’tan itibaren yönü artık belli olan Doğu Cephesi’ndeki
güç mücadelesinin getirdiği Sovyet üstünlüğü dönemi, Türkiye’nin statüsünü tamamen
değiştirmiştir. Türkiye, Rusya ve İngiltere için tampon ülke olmaktan çıkmıştı. 1943’ten
itibaren Almanlar Doğu Cephesi’ne ellerinde ne varsa yollamaya başladıklarından
Türkiye’yi işgal için birlik ayırabilecek halleri de kalmamıştı.2 Aksine şimdi
1 Cumhuriyet, 31 İkincikanun 1943, 19’uncu yıl sayı: 6629.2 Bazı eserlerde 1940 sonlarından 1944 başlarına kadar Türkiye’nin Almanlar tarafından işgal edilme riski olduğu söylenmektedir (Seydi 2006:5). Ancak bu tarih aralığı gerçekte 1940 sonlarından 1943 ortalarına kadar olabilir. Çünkü Almanlar’ın 1943 başında Stalingrad’daki kayıpları kapatması zorluklar ile olmuş,
208
Bulgaristan’daki Mihver varlığı, Türkiye üzerinden gelebilecek bir tehlike ile yüz
yüzeydi. Artık Türkiye’nin tarafsızlığı Almanlar için son derece önem kazanmıştı. 1943
Eylül’ün de İzvestia, “Türkiye’nin tarafsızlığının gittikçe Almanya için daha yararlı
olduğunu ve bunun Almanlar’ın Balkan kanadını koruyarak Doğu Cephesi’ne daha
fazla birlik yığabildiğini” yazıyordu (Deringil 1994:204).
1944’te Almanlar çekilirken Oniki Ada’yı boşaltmışlar, bunların Türkler’e verilmesini
önermişler, İngilizler ise bunu reddetmişlerdi. Ruslar ise bu konuda Türkler’e sıcak
yaklaşmışlardır. Ancak Saraçoğlu ileride Ruslar’ın Boğazlar ile ilgili talepleri öncesi
bunun bir oyun olduğunu sezmişti (Osten 1992:138).1 8 Ağustos 1944’te çıkan
“Almanya ile Türkiye arasında bir harp çıkarsa Bulgaristan Alman ordularına geçit
vermeyeceğini Berlin’e bildirmiş” haberiyse, Türkiye’yi hızla savaşa sokabilmek için
Sovyet ta da Müttefik propagandası kokusunu hissettirmektedir.2
Türkler’in durumunu hassaslaştıran konu Türk-Sovyet ilişkileriydi ve bu İngiltere’yi de
endişelendiriyordu (Denniston 1998:113). Clutton, 7 Ocak 1943’te “Türkler’i açığa
çıkarmanın en iyi yolu, Ruslar’dan duydukları korkuyla Bulgar’a duydukları büyük
nefreti birleştiren bir plan yaparak, Türkiye ile Bulgaristan’ın arasını açmak olacaktır”
diye yazmıştı (Denniston 1998:129). ABD maslahatgüzarı Kelley ise 21 Ocak 1942’de
Washington’a gönderdiği raporunda “….Türk-Sovyet ilişkileri, Türkiye’yi İngiltere’ye
bağlayan zincirdeki en zayıf halkayı teşkil etmektedir” diyordu (Barkay 2001:98). Doğu
Cephesi’nde Almanlar’ın Sovyet zulmünden kurtulmak isteyen Türkler ile işbirliği
yapmaya çalışması da zinciri kırmak isteyen Almanlar’ın bu en zayıf halkayı
zorlanmaya çalışmasından başka bir şey değildi. Menemencioğlu, “Şunlara (Batılı
1942 Kasım’ından itibaren Tunus ve Vichy Fransası’nı kontrol etmek için birlikler ayırmıştır. Kaldı ki, Almanya’nın Yugoslavya’daki Partizanlar ile geniş ölçüde mücadelesi de 1943’te kızışmış ve yayılmış olduğundan buralara yeni birlikler sevk etmek zorunda kalmışlardır. Bunların haricinde beklenen Müttefik çıkartmalarına karşı, Fransa, Sicilya, İtalya ve Yunanistan’a yığınak yapılmıştır. Tunus’a gönderilen ve Mısır’dan çekilen tümenler ise 10 Mayıs 1943’te Afrika Afrika Panzer Ordusu’nun teslimiyle tamamen kaybedilmiştir. Temmuz’un ilk yarısındaki Kursk Yenilgisi ve Sicilya Çıkartması ise Almanlar’ın artık başka bölgelere birlik ayırmasına izin vermemektedir. Savaşın son bir-birbuçuk senesi Almanya’nın savunulması için alelacele hazırlanan tümenlerse eksik ve düşük kaliteli olduğundan, saldırı güçleri de düşüktür. Dolayısıyla 1943 Temmuz’unu, Almanya’nın Türkiye üzerindeki işgale yönelik askerî etkisinin kalktığı dönem olarak görmek mümkündür.1 Aslında Ruslar’ı durdurmak isteyen sadece Türkler değildi. Churchill’e göre, Türkiye savaşa girerse Türk-İngiliz birlikleri Balkanlar’dan kuzeye yönelerek Ruslar’ın Avrupa ve Balkanlar’a ilerlemesini engelleyecekti (Koçak 2003, 2:155-156).2 Tanin, 8 Ağustos 1944, 35/4454-340.
209
Müttefikler) Rus çığına karşı koyabilecek tek güç olan askerî potansiyelini yok etmeye
fırsat bulamadan önce, Ruslarla savaşmaya başlayacaklarını anlatmak için kendimi
helak ettim.” demiştir (Weisband 2002:118-119). Türkler, Rusya kazandığı takdirde hiç
değilse Güneydoğu Avrupa’da Amerikan askerlerini görmek istiyorlardı (Weisband
2002:115). Ne de olsa Türkiye, büyük güçlerin Balkanlar’da nüfuz kurmasına karşı
olup, bu konuda en çok çekindiği ülke de Rusya idi (Koçak 2003, 2:154).
Türkiye’nin korkularında ne derece haklı olduğu, savaşın son günlerinde su yüzüne
çıkmıştır. Yalta’dan kısa bir süre sonra, 24 Şubat 1945’te Montreux Sözleşmesi’nin
yeniden gözden geçirilmesi talebini Sarper’e bildiren Molotov (Kurtcephe 1998:129),
19 Mart 1945’te de Büyükelçi Selim Sarper’e 1925 yılında imzalanan Türk-Sovyet
Tarafsızlık Antlaşması’nın Sovyet Hükümeti tarafında feshedildiğini bildirmiştir. Türk
Hükümeti’nin bir ittifak antlaşması önerisine yanıt olarak Ruslar, 1 Haziran 1945’te
“Kars ve Ardahan’ın Rusya’ya bırakılması ve Boğazlar’da Rusya’ya üs verilmesi”
koşullarını öne sürmüşlerdir (Özbey 1999:539).1 Moskova, 7 Haziran 1945’te Sarper’e
ikinci sözlü notayı vererek Kars ve Ardahan’ın yanı sıra Boğazlar’ı savunmak için üs
talebinde de bulunmuştur (Deringil 1994:252).
Türk yetkililer “kayıtsız, şartsız teslimiyet” ilkesini tehlikeli buldukları için Batılı
Müttefikler’i sürekli uyararak bunun mümkün olduğunca doğuda olması gerektiğini
vurguluyorlardı (Weisband 2002:117). Ancak müttefiklerin bir Doğu Cephesi yoktu.
Batı cephesi açıldığında denizaşırı olması dolayısıyla ciddî ikmal sorunları, kısa olan
mesafeye rağmen müttefik harekâtını zaman zaman durdurmuştur. Ruslar ise Doğu
Cephesi’nin son 11 ayı boyunca Almanlar’a neredeyse nefes aldırmamışlardır.
1 17 Aralık 1925 tarihli Tarafsızlık Antlaşması Sovyetler tarafından feshedilse de, Antlaşma süresi bittikçe yeni protokoller ile 7 Kasım 1945’e kadar uzatılmıştır (Erkin 1987:146).
210
3.2. TÜRKİYE’Yİ SAVAŞA SOKMA ÇABALARININ DOĞU
CEPHESİ BAĞLANTISI
Almanlar da, Ruslar da, İngilizler de savaş ilerledikçe 50’ye yakın tümene ve bir
milyonu aşkın asker sahip olan Türkiye’yi kendi yanlarında görmek istiyorlar, karşı
tarafta görmekten ise şüphesiz çekiniyorlardı. Ekipman desteği giderildikten ve ilk
modern savaş deneyimlerini edindikten sonra Türk birliklerinin kalitesi sahip olduğu
derin ve kuvvetli askerî kültürün sayesinde ortaya mutlaka çıkacaktı. Dolayısıyla sadece
coğrafi açıdan değil, Türkiye’nin askerî açıdan da dengeyi savaşa giren tarafın lehine
çevireceğini düşünebiliriz.1 Dolayısıyla Almanlar ve ihtiyaç hissettiğinde de Ruslar
Türkler’in kendi yanlarında savaşa girmesini istiyordu. Almanlar bunun için Türkiye’ye
yönelik Türkiye içinde ve dışında çeşitli ve daha çok yapıcı faaliyetler yürütürlerken,
Sovyetler daha çok Türkiye ile iyi ilşikilerde bulunan Müttefikler’e başvuruyor, ya da
“oldubitti” kartını oynamaya çalışıyordu.
3.2.1. Stalin’in Türkiye’ye Yerleşme Siyaseti
Molotov, 1940’taki görüşmelerden Moskova’ya döndükten sonra, 26 Kasım 1940’ta
Türkiye’de üs kurulması, Bulgaristan’ın korunması ve Finlandiya’nın işgali gibi
konuları da belirtmişti. Ancak Hitler, Ribbentrop’a cevap göndermemesini söyledi
(Bloch 2003:343). Ancak Sovyetler, Almanya ile ilişkileri 1940-41 kışında
gerginleşmeye başlayınca, Türkiye ile ilişkilerini yumuşatmak istemiştir. 1940
sonlarında Vichy’deki Sovyet Büyükelçisi, Türk Büyükelçisi’ne “Sovyet Rusya üç
yıldan beri Çin’e savaş gereçleri vererek yardım etmektedir. Eğer Türkiye savaşa
girmek zorunda kalırsa, Çin’e yaptığı yardımın en az üç katını Türkiye’ye yapacağımız
pek doğaldır” demiştir (Barutçu 1977:146).
Müttefikler Türkiye’yi savaşta kendi yanlarında görmeyi her zaman arzu etmişlerdi.
Ancak Türkiye, Almanya ile saldırmazlık antlaşması imzalayınca İngiltere’nin 1 Türkiye herhangi bir yanda savaşa girse, diğer müttefik ülkelere göre daha kuvvetli bir savaş kültürüne sahip askeri olduğundan Türk askerinin iyi çarpışacağı bekleniyordu ki, bunu da daha sonra 1950-51 yıllarında Kore’de kanıtlamışlardır.
211
Sovyetler’e Boğazlar’dan yardım gönderme düşüncesi de hayal olmuştur (Yavuz
1998:161). Buna rağmen Stalin’in, Türk topraklarında asker bulundurma isteğinin
gizlice devam ettiğini söyleyebiliriz. Eğer Türkiye yanlış bir zamanda savaşa girer ve
akabinde Almanlar da Trakya’yı işgal ederlerse, Türkiye’nin en istemediği gelişme
vuku bulabilir. Boğazlar Kızılordu’nun yardımıyla kurtarılabilirdi (Koçak 2003,
2:195).1 Sovyet orduları 1941’de yenilirken bile Stalin, “Türkiye istilâya uğrayacak
olursa Rusya’nın yardıma koşacağı” sözünü vermişti (Weisband 2002:132). Hatta
Stalin, 1941 Aralık’ında Ploesti’deki petrol tesislerinin bombardımanı için Türkiye’deki
hava üslerinden yararlanılmasını tavsiye etmişti (Koçak 2003, 2:155).
Öte yandan Sovyet birliklerinin İran’ın kuzeyindeki Güney Azerbaycan’ı işgal etmesi
Türkiye’nin güvenliğine olumsuz etki yaptı. Türkiye ve İran’daki Sovyet ajanları II.
Dünya Savaşı’ndan hemen önce Kürt ve Ermeniler tarafından kurulmuş olan ve
Ortadoğu’da bir Kürt-Ermeni devleti kurmayı hedefleyen Hoybun Cemiyeti ile birlikte
çalışıyorlardı (Akgül 1998:167-168). 1941 Eylül’ünde Türk istihbaratının edindiği
bilgilere göre, Sovyet işgalindeki İran’da Ruslar bölücülük hareketlerine destek
sağlamaktaydı ve bu da Türkiye üzerinde olumsuz tesir yapmaktaydı. İngilizler de
Sovyet işgalindeki bölgelerde olayların çıktıklarını öğrenmişler ve Türkiye’nin tepkisi
konusunda Ruslar’ı uyarmışlardır (Deringil 1994:156). İran’ın işgali, Ruslar’ın
Güneydoğu Anadolu’ya sızarak buradaki Kürt ayrılıkçıları ayaklandırma kozunu
artırmıştır. 1942’de güney ve doğu sınırlarından Türkiye’ye giriş yapan 94 Rus ajanı
yakalanmıştır. Rusya, Türkiye’deki ayrılıkçı Kürt aşiretlerine destek vermiş ve bu
durum savaş boyunca da devam etmiştir. Rusya’dan yardım görenler arasında Şeyh Sait
isyanından sonra idam edilen Seyid Abdülkadir’in oğlu şeyh Abdullah’ta
bulunmaktaydı. Rusya’da toplanan Kürt grupların diğer bir ayağı da Kuzey Irak’taydı
ve 1942’de çıkarttığı isyanda Irak ve İngiltere tarafından dağıtılan Molla Mustafa
Barzani de kuzey İran’daki Sovyet kontrolüne sığınmıştı. 1942 Temmuz’unda Ardahan
ve Borçka bölgelerinde Rus paraşütçüler yakalanmış, Hasankale civarına inen bir Rus
uçağının pilotu tutuklanarak bunlar Yozgat’taki esir kampına sevkedilmişti. 1943’te
Van-Özalp’te Orgeneral Muğlalı tarafından ortaya çıkarılarak önlenen isyan girişiminin
1 Benzer bir durum Almanlar’ın Yunanistan’ı işgali sırasında yaşanmıştı. Öncelikli tehdit olarak her zaman Türkiye’yi kabul eden Yunanlar Ege’deki bazı adaları Almanlar’ın işgal etmesini Türkler’e tercih etmişlerdir.
212
aslında Rusya tarafından çok geniş bir isyan hareketinin parçası olduğu ortaya çıkmıştı
(Akgül 1998:169-171).
Ayrıca Saraçoğlu, 1942 Haziran’ında Saydam’a son zamanlarda Türk-Sovyet sınırında
görülen yabancı uçakları bildirmişti. Almanlar “söz konusu uçakların ve Kars civarında
bulunan planörün kendilerinin olmasına imkan olmadığını” ve “Sovyetler’in ellerine
geçirdikleri Bf-109, Bf-110 ve Ju-87 Alman yapısı uçakları tamir ederek Alman
işaretleri ile kullandıklarını tespit ettiklerini ve bunun Türk-Alman ilişkilerini sekteye
uğratmak amacını taşıdığını, Luftwaffe Genelkurmayı’nın ilke olarak Türk topraklarına
riayet edilerek Türk Hava Sahası’nın ihlal edilmemesi konusunda talimat verdiğini”
bildirdiğini açıklamıştır.1
Stalingrad Muharebeleri devam ederken, Arpaçay (Kars) bölgesindeki 246. Hudut Alay
Komutanlığı, Kafkaslar’daki gerilimin artmasıyla Sovyetler’in Türkiye’nin tavrının ne
olacağına yönelik ipuçları elde etmek için istihbarat faaliyetlerini artırarak sınırdan ajan
sızmalarını artıracağı düşüncesiyle birliklerin yarısını gece pusularına yollamaya
başlamış, bu da kısa sürede olumlu sonuç vermiştir. Bu sayede iki-üç kişilik ya da daha
büyük gruplar halinde mülteci kılığında NKDV ajanları bölgede bilgi edinmek amacıyla
sızarlarken pusuya düşürülerek esir edilmişlerdir. Bu esirlerin sayısı altı ayda yüzlerce
olmuş ve bunlar Türk hükümeince Sivas’ta açılan kamplarda enterne edilmişlerdir (Türk
Subayları 1999:171-173).2
1943’ten sonra istikrara kavuşan Sovyet ilerleyişi, Alman üstünlüğü döneminde
manevra alanı daralan Sovyet siyasî baskısını eskisinden de çok artırmıştı. Böylece
Türkiye’ye yerleşmek içim artık gizli faaliyetlerin arkasına sığınmak zorunda kalmayan
Stalin ise, 1945’te Türkiye’yi doğrudan tehdide yönelmiştir.
3.2.1.1. Karadeniz’de Batırılan Türk Gemileri
23 Haziran 1941’de Refah Vapuru’nun Akdeniz’de torpillenerek batırılması ve verilen
ağır kayıplar Türkiye’yi çok sarsmıştı. Ancak sonradan benzeri olaylar, daha küçük 1 BCA: 10.232.562.112 Üsteğmen Şükrü Erkal’ın anılarından.
213
çaplı olmakla birlikte Ege’de ve en çok ta Karadeniz’de yaşanmıştır. 5 Kasım 1941’de
145 tonilatoluk Kaynakdere Motoru bir denizaltı tarafından durdurularak top ateşi ile
batırılmış, filika ile İğne adaya çıkarılan yedi mürettebatı sağ olarak kurtulmuşlardır. 21
Kasım 1941’de ise 550 tonluk Yenice Vapuru ise malzeme götürdüğü Burgaz’dan
İstanbul’a dönerken torpillenmiş, gemini yalnız iki kaptanı kurtulmuş mürettebatın
diğer 12 kişisi yaşamlarını yitirmişlerdir.1 Alman Hükümeti, iki Türk gemisinin onbeş
gün içinde batırılması üzerine Türk Hükümeti’ne gönderdiği tebligatta Karadeniz’de
Alman denizaltısının bulunmadığını açıklarken, 23 Aralık 1941’de Sovyet Tass Ajansı
“Türk vapurlarının Sovyet işareti taşıyan Alman casus denizaltıları tarafından
batırıldığı” haberini geçmiştir. Gazetelerin yazdığına göre Türk Hükümeti, Türk
gemilerinin batırılması üzerine Bulgaristan’a ve Romanya’ya olan seferleri askıya
almıştır (Türkmen 1999:104-109).
24 Şubat 1942 gecesi 200 tonluk Çankaya Motoru Karadeniz Boğazı’na yakın Türk
sularında ateşi ile batırılmıştır. Filikalar ile kaçmaya çalışan mürettebata da ateş
açılmıştır. Bu olaydan kısa bir süre sonra da İstanbul’dan Burgaz’a gitmekte olan 120
tonluk Tepe Vapuru kaybolmuştur. 3 Mart 1942’de 1.750 tonluk Adana Vapuru
İstanbul Boğazı’ndan çıktıktan bir süre sonra bir denizaltı tarafından topillenerek
batırılmak istenmiş, kaptan gemiyi kurtarmayı başarmıştır. Mayıs 1942’de 235 tonluk
Duatepe vapuru İğneada açıklarında batırılmış; sekiz mürettebatı karaya çıkmayı
başarmıştır. Bu olay da gemi Bulgaristan’dan dönerken meydana gelmiştir. Basına
göre geminin beş denizaltı tarafından takip edildiği söylenmektedir. 23 Mayıs 1942’de
de Bulgaristan’daki Zerova yakınlarında Zafer motoru torpillenerek batırılmıştır.
Mürettebatın dokuzu sahile ulaşarak kurtulmuştur. Haber kaynakları motora bir Sovyet
denizaltısının üç torpil attığını söylemişlerdir (Türkmen 1999:110).
9 Ocak 1943’te İhsan adlı 500 tonluk gemi batırılmış, gemide bulunanlardan 26 kişi
ölürken ve 44’ü ise sağ kurtulmuştur. Geminin kaptanı patlamadan hemen öncebir
mayının ya da torpilin üzerlerine geldiklerini görmüştür (Türkmen 1999:115).
1 1941 Kasım’ında bir Rus Denizaltısı’nın bir Türk Gemisini batırdığı Türkiye’nin Amerika Büyükelçisi’nin ABD Dışişleri Bakanı MacMurray’e mesajından anlaşılmaktadır. Türkiye bu olayla ilgili olarak protesto etmeme kararı almış, sadece Menemencioğlu Amerikalılar’a sitemini belli etmiştir. (Weisband 2002:40, dipnot 56).
214
Gemilere yapılan saldırıların Sovyet denizaltılar tarafından yapıldıkları ortadadır.
Çünkü son olayın haricindeki olaylar Alman denizaltıları Karadeniz’e gelmeden vuku
bulmuşlardır. Zaten Ruslar’ın suçu hemen Almanlar’a atma yoluna gitmeleri de bunu
doğrulamaktadır. İlk olaylarda görüldüğü gibi, Türk Hükümeti başından beri bu işlerin
arkasında Ruslar’ın olduklarının farkındaydı. Ruslar, sözde Türkler ile Almanlar’ın
arasını açmak istiyorlardı.
Almanlar’ın Karadeniz’de denizaltıları bulunmadığına dair açıklamaları doğrudur.
Almanlar’ın Karadeniz’deki 30.U-bot Filotilla Komutanlığı Köstence’de Ekim 1941’de
kurulmuşsa da, bu filotillanın ilk beş U-botu olan U-19, U-20, U-23, U-24, ve U-91
Ekim 1942’den itibaren buradaki görevlere başlamışlardır. Bunlara daha sonra 6 Mayıs
1943’te U-18 eklenmiştir. Almanlar’ın Karadeniz’deki tek U-bot filotillası olan 30.
Filotilla 10 Eylül 1944’te kapanana kadar toplam bu altı U-bota sahip olmuştur. Bu
botlardan U-18 ve U-24, 25 Ağustos 1944’te gelen Rus birliklerine düşmemek için
Köstence’de kendilerini batırmışlardı. U-9, 20 Ağustos 1944’te Sovyet uçaklarının
bıraktığı bombalar ile batırılmıştı. U-19, U-20 ve U-23 ise Romanya ve Bulgaristan
düştükten sonra Karadeniz ile Almanya’nın alakası kalmaması üzerine Ereğli açıklarına
gelerek 41,16 kuzey enlemi ve 31,26 doğu boylamında kendilerini batırdılar.1
3.2.2. Almanlar’ın Doğu Cephesi Siyaseti Ve Türkler
3.2.2.1. Almanya’nın Doğu Siyaseti ve Dış Türkler
Bazı Alman komutanlar hala Türkiye’nin eninde sonunda Birinci Dünya Savaşı’nda
olduğu gibi kendi yanlarında savaşa gireceklerini düşünüyorlardı. Buna Hitler’in de
inandığı düşünülebilir. Orgeneral Hoth, 30 Mart 1941’de Reichstag’taki toplantıdan
sonra Hitler’in, “Almanya’nın Birinci Dünya Savaşı’ndaki durumunun çıkış noktası
olacağını (Barbarossa için), sonra Avusturya (ve Macaristan), Bulgaristan ve Türkiye ile
1 www.uboat.net Bunlardan U-20, 26 Haziran 1943’te bir Sovyet eskortu tarafından sualtı bombalarıyla ağır hasara uğratıldığı için Köstence’ye dönmek zorunda kalmıştır. (www.uboat.net/boats/U20.htm
215
müttefik olunacağını söylemiş, Avusturya’nın (ve Macaristan) şu anda kendi yanlarında
olduğunu belirttiğini” not etmiştir (Förster 2004:70).
Dış Türkler, savaş boyunca Yunan, İngiliz, Sovyet ve Alman ordularında çarpıştılar.
Almanlar esir alınan Yunan askerleri içindeki Türkler’in -en azından bazılarının-
Türkiye’ye geçmesine izin vermişlerdi (Özkarabekir 2005:25-26). Türk dış siyasetinde
“Dış Türkler’in” etkili konuma gelmeleri ise, Almanya’nın Rusya’ya saldırması ve
1941’deki ilk zaferleri ile başlamıştır (Baykara 1998:98). Doğu Cephesi açıldıktan sonra
Rusya’da yaşayan Türkler, Almanlar için önemli bir konu oldu. O dönemde Sovyetler
Birliği’ndeki Türk nüfus 40 milyon civarındaydı (Koçak 2003, 1:663) ve bunların çoğu
Sovyet baskısından bıkmıştı. Kızılordu mensubu esirler içinde Sovyetler Birliği’nin
esaretinde yaşayan çok sayıda Türk ve diğer milletlerin de yoğun oldukları dikkati
çekmmiştir. Almanlar, çok geçmeden Sovyetler’e karşı bir yandan bu esirleri, diğer
yandan da buna bağlı olarak Sovyetler Birliği’nde bulunan diğer Türkler’in kurtarılması
için yanıp tutuşan Türkiye’deki ve Avrupa’daki Turancılar’ı birlikte kullanabilecekleri
bir çalışma başlatmışlardır. Böylece Doğu Cephesi’nde Kızılordu’nun sayı üstünlüğünü
sınırlarken burada yaşayan halkları da kendi taraflarına çekebilecekler, dolayısıyla
işgalden sonra buraların kontrolünde de fazla zorlanmayacaklardı. Bununla birlikte,
Türkiye’deki Alman yanlısı kuvvetli bir toplulukla ilişkiler sayesinde de Türkiye’yi
kendi tarafına yaklaştırmayı hızlandırabilirdi.
Savaş döneminde Dış Türkler üç grup halinde göze çarpmaktaydı: Birincisi Zeki Velidi
Togan’ın başını çeken ve aktif olarak Rusya aleyhinde çalışıyor görülenler (bir kısım
Türkistanlı da dahil), ikincisi Rusya aleyhinde çalışan ancak bir süre sessiz kalanlar
(Ayaz İshaki gibi), üçüncüsü ise Kırım ve Azeriler’in içinde bulunduğu, Türk Dış
Siyaseti’ni doğru yorumlayıp, sadece ondan aldıkları direktifle hareket edenler (Baykara
1998:100).
Barbarossa Harekâtı başladıktan sonra, İşgal altındaki Doğu Bölgeleri Bakanı Alfred
Rosenberg’in, henüz 1941 Nisan’ında işgal edilecek Sovyet toprakları için yetkili
olacak Rusya Komitesi Başkanlığı’na getirilen Georg Grosskopt’a görev içeriği verildi.
Bunun üzerine Kafkasyalı ve Türk-Tatar mültecilerle ve Türk siyasî ve askerî
216
mercileriyle, doğuda yıllarca süren faaliyetleri sayesinde bir çok bağı olan elçi Werner
Otto von Hentig Güneydoğu Avrupa kavimlerinin meselelerinin incelemesini
yürütecekti. Bu daire Alman ilerleyişini kolaylatacak bir şekilde yerel halka birçok
dilden broşürler hazırlıyor, Türkiye’deki Turancılar, Sovyet topraklarında yaşayan Türk
halkları, Afganistan, Orta Asya, Hindistan ve Doğu Türkistan ile ilgileniyordu (Tekin
2001:128-129).
von Papen, 14 Temmuz 1941’de Berlin’e yolladığı bir raporda Harp Okulu Komutanı
General Ali Fuat Erden’in kendisine Kafkasya’da Türk halklarının yaşadığı yörelerde
bir dizi Türk tampon devletlerinin kurulmasından yana olduğunu söylediğini yazıyordu
(Deringil 1994:161). Yine von Papen’in Alman Dışişleri’ne gönderdiği 10 Kasım 1941
tarihli rapora göre General Ali Fuad Erden, 1941 Kasım’ındaki Almanya gezisinde Kiev
Muharebesi ve Dinyeper Irmağı’nın geçilmesi harekâtı ile ilgili bilgi almıştır. Erden,
harekâtı Türk Askeri Akademisi’nde okutulması için Rus kuvvetlerinin durumuyla ilgili
planı içeren bir harita istemiştir. Bununla birlikte Erden, Kırım ve Kafkasya’ya doğru
girişilen harekât ile ilgili görüşlerini de açıklamıştır. Ayrıca Kırım Harekâtı’nın bitişiyle
Kırım Tatarları’nın oluşturduğu bir yönetimin kurulmasının Türkiye’yi politik
bakımdan büyük ölçüde etkileyeceğini bildirmiştir (Uğurlu 2003:179-181).1
Almanlar 1942 Nisan’ında Berlin’de, Kafkas halkları üzerinde uygulayacakları
propagandayı tespit ettiler. Almanlar, bu halkların Sovyet yönetiminin hangi
uygulamalarından şikayetçi iseler o konuda yardımcı olacaklarına söz veriyorlardı
(Alpargu 1998:269). 1942 Ağustos’unda Rusya’yı iyi bilen General Köstring Kafkasya
Valisi yapıldı.2 Aynı ay içinde Sovyet harp esirlerine uygulanacak muamele ve onlarla
ilgilenme esnasında ortaya çıkacak meselelerin halledilmesi için Doğu Milletleri
Mensupları Merkezi (ZAVO) kuruldu. Bu teşekkülün görevi diğer merciler tarafından
temin edilmedikleri takdirde bilgi vermek, giyecek, yer ve seyahat yardımı sağlamaktı.
ZAVO, propaganda, dergi, eğitici kurslar ve daha sonra millî temsilcilikler gibi teknik
yardım sağlıyordu (Tekin 2001:138-139).
1 General Erden ve Emekli General Erkilet’in seyahatlari.15 Ekim ila 5 Kasım arasında gerçekleşmiştir (Jaeschke 1990:60).2 www.feldgrau.com/rvol.html
217
Bu arada Türk Hükümeti de durumdan faydalanmaya çalışıyordu. Von Papen, 27
Ağustos 1942’de Alman Dışişleri Bakanlığı’na gönderdiği siyasî raporda “son bir
demecinde Saraçoğlu, Türk-Moğol fikrine bağlılığını dile getirerek bu duygunun dolaylı
biçimde açık duruma gelmesini sağlamıştır” demiştir. Raporda ayrıca Türk-Moğol
gençlerinin bir kısmının Türk üniversitelerine gönderilmesi gereğinden bahsetmektedir.
Von Papen ayrıca “Başbakan olarak Saraçoğlu, Türkiye’yi tehlikeye atmamak için
tarafsızlığı kesin olarak korumak durumundadır. Çünkü ona göre, yakın olduğu
tartışmasız kabul edilecek Rus yenilgisi İngilizleri barış istemeye zorlayacaktır” diye
eklemiştir (Uğurlu 2003:219-220).
Kafkaslar’ın zaptından sonra Almanlar, burada bir “Kafkas Kraliyet Komiserliği”
oluşturacaklardı. Dahil edilecek bölge ise Rostov-Hazar Denizi-İran-Türkiye arasında
kalan kesimdi (Alpargu 1998:269). Kuzey Kafkasya’nın Alman işgaline girmesi üzerine
Kafkas millî temsilciliklerinin birçok üyesi geçici idari organlar oluşturmak üzere
Stavropol’e nakledilmişlerdi. Ancak asıl yer altı faaliyetlerinin başlaması Stalingrad
Muharebesi’nden sonraya rastlamıştır. Yani geç kalınmıştı. 1943 sonralarında personel
eksikliği bu konudaki planların uygulanmasını çıkmaza sokmuştur (Tekin 2001:143).
Bu arada Schellenberg, Türkiye’nin Almanya’daki büyükelçiliğinde verilen bir
resepsiyonda Türk Büyükelçisi’nin Türk Dili ve diyalektleri üzerine derin bir bilgisi
olduğunu görmüş ve ondan bu diyalektlerin bir zincir şeklinde Karadeniz’den
Moğolistan içlerine kadar uzandığını,eğer bir kişinin bu dilde çalışırsa tüm bu alan
içinde iletişim kurmakta zorlanmayacağını öğrenmiştir. Schellenberg, Türkler’in
Almanlar’ın Rus gücünü azaltmasından memnun olduklarını, üst düzey Türk yetkililerle
yaptığı konuşmalardan Türkler’in Rusya’daki çeşitli Türk gruplarıyla kesin dini ve
siyasî bağları koruduklarını ve bunların anavatanla tekrar birleşme olasılıklarını
araştırdıklarını görmüştü. Bunlardan Kırım Tatarları ve Azeriler önde geliyorlardı. Bu
nedenle Schellenberg, Alman liderlerini ele geçirilen bölgeleri kolonileştirme yerine en
azından bir çeşit otonom idareler kurmalarına ikna etmeye çalışmıştır. Detaylı raporları
verdiği Himmler bunu olumlu karşıladıysa da, konuyu Hitler ile derinlemesine
tartışmaya çekinmişti (Schellenberg 1956:376-378).
218
1944 yazında Kızılordu işgal edilmiş bölgelerin çoğunu kurtarınca Doğu Bölgeleri
Bakanlığı fonksiyonlarını büyük ölçüde kaybetti. 10 Kasım 1944’te devlet
komiserlikleri lağvedilmiş, ancak Resenberg bakan olarak yerini korumuştu. Profesör
von Mende’nin “yabancı milletler” dairesi ise harbin son günlerine kadar ayakta
kalmayı başarmıştır (Tekin 2001:140-141). Almanlar’ın Rusya’da yaratmaya çalıştıkları
siyasî oluşumlar çok yaşamadı. Ama Alman Ordusu Doğu Cephesi’nde çarpışacak
yüzbinlerce müttefik asker kazandı.
3.2.2.2. Alman Ordusu’nda Türkler
1941’de yenilmekte olan Kızılordu askerlerinin morali bozuk, eğitimi ve teçhizatı
yetersiz, çoğunun ise savaş tecrübesi yoktu. Kısa sürede dağılan Kızılordu birliklerinden
çok sayıda Türk te esir düşmüştü. Bazı Türkler gönüllü olarak Alman Ordusu’na
katıldılar. Bunun öncelikli nedeni, Sovyetler Birliği’nin özellikle senelerdir Türkler’e
uyguladığı baskıydı.
1941’de Kırım’a giren Manstein, Kırım ahalisine yaptıkları yardımın ve dini adetlerine
gösterdikleri hoşgörünün karşılığında, Kırım Tatarları’nın kendilerine sempatiyle
baktıklarını, hatta köylerini çetelerin baskınlarına karşı koruyabilmek için kendi
savunma taburlarını kurduklarını söylemiştir (Manstein 1962:239).
Almanlar’ın yanında savaşan Kırım ve Türkistan birlikleri özellikle ön plana
çıkmaktadır. Bunlar savaşa Kızılordu tarafına katılmış, ancak gönüllü olarak teslim
olmuşlardı. İlk başlarda Almanlar bunlara dikkat etmediler. Ama sonra gönüllü
birliklerinde Alman saflarına katıldılar. “Osttürkischer Waffenverband Der SS” (SS
Doğu Türkistan Silâhlı Birlikler) çatısı altında cepheye gittiler (Özkarabekir 2005:29-
30).
30 Aralık 1941’de yayınlanan gizli bir memorandumla (OKW) dört lejyonun
toplanacağı bildirildi. Birincisi Türkistan Lejyonu olup, Türkmenler, Özbekler,
Kazaklar, Kırgızlar, Karakalpaklar ve Tacikler, ikincisi Kafkas-Muhammedan Lejyonu
219
olup, Azeriler, Dağıstanlılar, İnguşlar, Lezginler ve Çeçenler, üçüncüsü Gürcü Lejyonu
olup Gürcüler ve dördüncü de Ermeni Lejyonu olup Ermeniler’den oluşacaktı. Bunlar
arasından kurulan en büyük formasyon 162. Türkmen Piyade Tümeni olup,1 Almanlar,
Türkmenler ve Azeriler’den oluşmaktaydı. Kafkas liderlerin çalışmaları sayesinde
Almanlar tarafındaki Kafkas gönüllülerin sayısı da 102.300’ü bulmuştu.2 Türkistan
Lejyonu’ndan savaş boyunca cepheye gidenlerin toplam sayısı ise 300.000’i bulmuştur
(Özkarabekir 2005:166). Ayrıca Kırım Tatarları’ndan oluşan bir SS Dağ Tugayı da
(Waffen-Gebirgs-Brigade der SS) vardı. 1944’te 3.000 kişi olan bu birlik 1945’te 8.500
kişiye ulaşmıştır (Özkarabekir 2005:162).
Türk birlikleri ilk kez Kırım’da, sonra Kafkasya, Stalingrad, Smolensk ve Leningrad’da
savaşa sokuldular. Başlangıçta subayların hepsi Alman olup, sonradan Alman askerî
okullarında staj yaparak iyi derece ile mezun olan Türk subayları da alt komuta
kademelerine dahil edilmişlerdir (Ertürk 2005:173).3 Türk birliklerine komuta eden
Tümgeneral Heigendorf, “…1941 Haziran’ından itibaren Türkleri gönüllü birliklere
alsaydık, hem bir milyonun üzerinde Türk asıllı o günün şartlarında esir kamplarında
hayatını kaybetmez, hem de biz kendi milletimizden olan askerler kadar itimada layık
Türk gönüllülerinden faydalanırdık” demiştir (Ertürk 2005:180).
1942 sonbaharına kadar 260.000 kadar Türk gönüllü Alman silâhlı kuvvetlerine
katılmıştı (Ertürk 2005:160). Türk gönüllülerin talebini kabul eden Almanya, 1943’te
Azerbaycan ile birlikte Türk devletlerinin bağımsızlıklarını resmen tanıdı (Ertürk
2005:169).4
Almanlar, Kafkas eteklerinde Romen dağ tümenlerinin yanısıra Türk taburlarını da
kullanıyorlardı (Jacobsen 1988:665).5 1942 yazında Kafkaslar’da çekilen Kızılordu’ya
karşı Karaçay-Balkar Milis Kuvvetleri de mücadele vermiş ve bunlar NKVD
tümenlerine karşı önemli başarılar sağlamışlardır (Alpargu 1998:270). Kasım 1942’de,
1 162. Türk Tümeni’nin mevcudu 19 tabur ve 29 bölükten oluşmaktaydı (Koçak 2003, 1:687).2 www.feldgrau.com/rvol.html3 Cabbar Ertürk, ayrıca Türk ve Alman subaylar arasında ırk ayrımından dolayı çıkan anlaşmazlıkların sayısının da az olmadığını söylemiştir. (Ertürk 2005:180).4 Aslında Doğu Bölgeleri Bakanı Rosenberg, ne Kırım’ın ne de Kafkasya’nın bağımsızlığından yanaydı. Batum ve Bakü’nün Türkiye’ye verilmesine ise kimse yanaşmıyordu (Koçak 2003, 1:683).5 31 Ağustos 1942’de Mareşal List ile yapılan konferansta Halder’in aldığı notlardan...
220
Terek Çayı’nın bir yanında Almanlar, diğer yanında ise Azeri, Gürcü, Türk, Çeçen ve
Ermeni alaylarının oluşturdukları Sovyet tümenleri mevcuttu (Özkarabekir 2005:138).
Stalingrad Muharebesi’nde üç Türkistan taburu son ferdine kadar savaşmış ve ölmüştür
(Özkarabekir 2005:161). Almanlar Kafkasya’yı boşaltmaya başlayınca Karaçay, Balkar,
Kabartay, Oset ve Adigeler’den oluşan 25.000 Kuzey Kafkasyalı da Almanlar ile
birlikte çekilmek zorunda kalmışlardır (Alpargu 1998:270). Polonyalılar ile Varşova’da
savaşan Alman brilikleri arasında Azeri gönüllüler de vardı. Varşova İsyanı’nın
bastırılmasında 30.000 Türk görev yapmıştır (Ertürk 2005:160,186).
1944’te Doğu Cephesi’nde Alman orduları tarafında savaşan 200.000 civarındaki
Türkistan ve Kırım birlikleri 65.000 kayıp verdiler ve savaş bitince de esir edildiler.
Batılı Müttefikler’e esir düşenler Rusya’ya iade edildiler ve bunlar Sovyetler tarafından
vatana ihanet suçu ile kurşuna dizildiler. Ancak çok azı İngilizler’in elinden kaçarak
hayatta kalabildiler (Özkarabekir 2005:29-30).1
1942’de Kazak formasyonları da oluşturulmaya başlandı ve bunlar önce partizanlara
karşı, sonra Kafkaslar ve Volga cephelerinde savaştılar. 60-80 bin kişilik 16 süvari
formasyonu kurulmuştu. 1943 yazında, 1. Kazak (Cossack) Tümeni, altı süvari
alayından oluşturulmuştu. Bu birlik, kısa süre sonra 50.000 kişilik XV. SS Kazak Süvari
Kolordusu’na çıkarılırken, Almanlar’ın yanında savaşan tüm Kazaklar’ın sayıları da
250.000’e yükselmiştir. Böylece iki Kazak tugayı ve 12 Kazak alayı daha kurulmuştur.2
Savaşın sonunda Kazaklar da Türkmenlerle aynı kaderi paylaşmışlardır.
Ayrıca Alman Ordusu’nda savaşan Boşnaklar da vardı. Bunlara Müslüman Hırvat
denildiği için Hırvat birliklerinde bulunuyorlardı. Bu birliklerden en ünlüsü 13. SS Dağ
Tümeni “Hançer” (13. Waffen-Gebirgs-Division Der SS “Handschar”) olup
Yugoslavya’da partizanlar ile mücadele etmiştir. Sovyet birlikleri bölgeye ulaştığında
Macaristan’a çekilmek zorunda kalmış ve Yugoslavya’nın kurtarılması sonucu küçülen
1 1944’te gönüllü Türk birliklerinin sayısının 900.0000’e yükseldiği, ancak Almanların bunların sayısını fazla göstermek istemediği söylenmektedir (Ertürk 2005:173). 1944’te Alman Ordusu tarafından cepheye yollanan Türkistanlılar’ın sayısı 180.000’i bulmuştu. Bunların 65.000’i Doğu Cephesi’nde olmak üzere 90.000’i Avrupa’nın çeşitli bölgelerinde kaybedilmiş, 10.000’i de sonradan esir kamplarında can vermiştir (Özkarabekir 2005:167).2 www.feldgrau.com/rvol.html
221
birlik tümen seviyesinin altına indirilmiştir. 21. SS Dağ Tümeni “Kama” adında ikinci
bir SS Boşnak tümeni daha kurulmuşsa da asker yetersizğinden dolayı ömrü fazla
sürmemiştir.
Ruslar, Alman askerlerini esir alınca işçi olarak çalıştırıyor, Türkleri esir alınca hemen
kurşuna diziyorlardı. Bunun üzerine Türk Millî Komiteleri, Alman Genelkurmayı’na
başvurarak Batı Cephesi’ne alınmalarını istediler ve bunun üzerine 1944’ten itibaren
Türk birlikleri Batı ve İtalya cephelerine gönderilmelerine başlandı (Ertürk 2005:154).
Bunun yanında Alman Ordusu’ndaki Türk birlikleri savaşın son bir buçuk senesini daha
çok partizanlarla muharebe ederek geçirmişlerdi. Savaşın bitimiyle birçok Türk,
İngilizler’e esir düşmüş, onlar da Sovyetler’e iade etmişlerdir. Bunlardan bir kısmı
Türkiye üzerinden iade edilmiş ve 2.000 kadarı Türk delegesinin gözü önünde Kızılordu
askerleri tarafından katledilmişlerdir. Türkiye, Almanya’ya savaş ilan ettiği için
müttefiklerinin sözünden çıkamamıştı (Özkarabekir 2005:171-172).1 İçişleri Bakanı
Hilmi Akan’ın Başbakanlık’a gönderdiği 21 Mayıs 1945 gün ve 3/2563 sayılı Bakanlar
Kurulu kararı gereğince, 241’i Yozgat’ta ve ikisi de İstanbul’da bulunan 243 Rus
mültecisinin Sovyetler’e dönmek istemedikleri, gittikleri takdirde öldürüleceklerini, bu
yüzden her çareye başvurarak kaçacaklarını, kaçamazlarsa intihar edeceklerini
söylemişler, sevkiyatı süren mültecilerin ise bu duruma karşılık Yozgat Valiliği ve
Kamp komutanlığı tarafından arkadan kelepçelenerek sevklerinin sürdüğü sevklerinin
sürdüğü, bunların kapalı vagonlarda 50 polis ve erin refakatinde yola çıkarılması
kararlaştırıldığı, ancak kelepçelemenin uygun görülmediği anlaşılmaktadır.2 Gönüllü
birliklerden biri 1945 Mart’ında İsviçre’ye sığınmayı başarmıştır.
Kafkas halklarından Sovyet tarafında savaşanlar da mevcuttu. 17 Mayıs 1943’te Stalin,
Küçük Karaçay Komünist Partisi Bölge Sekreteri Hacıyev’e bir telgraf göndererek
askerî uçakların yapımı için bölgeden toplanan bir milyon ruble için teşekkür etmiştir
(Alpargu 1998:270). Ruslar, Ahıska Türkleri’ni de henüz Barbarossa’dan önce askere
almaya başlamışlardı. Cabbar Ertürk anılarında, “…1930-1940 yılları arasında Türk
asıllılardan askere alınanlar sembolikti. Bin nüfuslu köyden en fazla iki kişi askere
alınıyor ve bunlarda genellikle geri hizmetlerde çalıştırılıyorlardı. Harp okullarına ise 1 Benzer olaylara tanık olan Amerikan askerleri de mevcuttur (Özkarabekir 2005:167).2 BCA: 10.117.815.20
222
Türk asıllılardan alınanlar enderdi. Alınanlar ise terfi ettirilmez ve idarelerine askerî
birlik verilmezdi” demiştir. 1939’dan itibaren Türkler de toplu halde askere alınmaya
başlamışlardı ve bunlar genellikle Polonya, Moldovya ve Baltık Ülkeleri’ne
gönderiliyorlardı. Ruslar, Türk aydınları da özellikle toplu halde askere alıyor, ancak
bunları -bilim adamı olsalar bile-yedek subay değil er yapıyorlardı. Barbarossa Harekâtı
başlayınca apar topar askere alınan Türkler ise, bir aylık bir eğitimden onra cepheye
gönderildiler (Ertürk 2005:107-108). İkinci Dünya Savaşı’nda Sovyet orduları adına
çarpışmak için 43.000 Ahıska Türkü cepheye yollanmış, bunların 28.000’i ölmüştür
(Özkarabekir 2005:133).
Ancak Almanlar ile yaptıkları yoğun işbirliği Sovyetler Birliği’ndeki Türk halklarına
pahalıya maloldu. Kafkaslar’da ve Kırım’da yaşayan bir çok Türk halkı sürgün edilerek
Rusya’nın daha iç bölgelerine gönderildiler. SSCB Halk İçişleri Komiseri Laurentiy
Beria, 24 Temmuz 1944 tarihli mektubunda “Türk nüfusun önemli bir kısmı yıllardır
Türkiye tarafındaki akrabalarıyla temas kurmak suretiyle muhaceret eğilimi içinde olup
kaçakçılık yapmakta, Türk istihbarat organları için casus angaje etme kaynağı
oluşturmakta, eşkiyaya insan gücü temin etmektedir” diyordu. Stalin ise, 1926 yılında
kendisinden toprak talebinde bulunan Karaçay temsilcilerine “Rejim aleyhtarı Karaçay-
Balkarlılar hiçbir zaman benden yardım göremezler” demişti. Savaş sırasında sürgüne
ilk uğrayanlar da Karaçay halkı olmuştur. 12 Ekim 1943’te Karaçaylar, 8 Mart 1944’te
Balkarlar için alınan sürgün kararları ile bu iki halk Orta Asya ve Sibirya’ya
gönderilmişlerdir. Çeçenler’in ve İnguşlar’ın Kazakistan’a ve Kırgızistan’a tahliye
kararı 31 Ocak 1944’te Devlet Savunma Komitesi, 21 Şubat’ta SSCB İçişleri Halk
Komiserliği tarafından onaylanmış, sürgünden sonra 7 Mart 1944’te SSCB Yüksek Şura
Prezidium’unun nihaî tasdik kararı çıkmıştır. 23 Şubat’ta sürgün başlamış, çoğu Rusça
bilmeyen halka karar Rusça okunmuş, uymayan yüzlerce insan kurşuna dizilmiştir.
Vagonlara doluşturulanlar ise Kazakistan, Özbekistan, Tacikistan ve Kırgızistan’a
gönderilmişlerdir. 15 Kasım 1944’ten itibaren de Gürcistan’daki Ahıska Türkleri başta
olmakla birlikte, Karapapaklar, Hemşinler ve Gürcistan Türkmenleri de göç ettirilerek
Orta Asya’ya sürülmüşlerdir. Bu sürgünlerde bir milyona yakın insanın göçe
zorlandığını ancak bunların % 25 kadarının öldüğü tahmin edilmektedir. Kızılordu için
savaşanlar veya savaşmakta olanlar için dahi bir ayrım yapılmamıştır. Kızılordu için
223
savaşmış olan Kafkasyalı 5.943 subay, 20.209 çavuş ve 130.691 er de bu sürgünlerden
nasibini almışlardır (Alpargu 1998:271-278). Ahıska Türkleri’nden ise birçok gaziye,
sürgün edildikten ve eziyetli sürgün sırasında yakınlarını kaybettikten sonra vardıkları
Kazakistan’da, Kızılordu tarafından madalyalar verildi.
3.2.2.3. Turancılık
Turancılık, savaşın hemen arifesinde güç toplamaya başlamıştır. 1939 Mayıs’ında Reha
Oğuz Türkkan’ın çıkardığı Bozkurt dergisi, Turancı kadronun Hüseyin Namık Orkun,
Nihal Adsız, Nejdet Sancar ve Abdülkadir İnan gibi önemli yazarlarına sahipti.
Derginin kapağında “Her ırkın üstünde Türk Irkı” başlığı bulunmaktaydı. Bunun gibi
birçok Turancı dergi çıkmıştır. Bozkurt kısa zamanda kapatılsa da aynı kişilerin dernek
faaliyetleri ve kitap yayınları devam etmiştir (Koçak 2003, 1:665-666).
Von Papen’in Alman Dışişlerine yolladığı 1941 tarihli gizli bir belgede İstanbul
Milletvekili Şükrü Yenibahça, Nuri Killigil, Profesör Zeki Velidi Togan, Ahmet
Caferoğlu ve Emekli Tümgeneral Hüseyin Hüsnü Emir Erkilet Pan-Turan hareketi ile
ilgili öne çıkan isimler olarak verilirken, Erkilet’in Doğu Türkleri sorununda çalışan
hükümetin ajanlarından biri olduğu belirtilmişti. Aynı belgede öne çıkan diğer iki isim
ise Mehmed Emin Resulzade ve Mirza Bala idi (Tekin 2001:154-156). Woermann’ın 17
Eylül 1941 tarihli gizli raporunda ise Pan-Turancılık hareketinin amacının Türkiye
Cumhuriyeti sınırları dışında kalan Türk halklarına özgür bir devlet yapısı kazandırmak
olduğunu ve bu bölgelerin Türkiye dışında kalacağını, ancak siyasal açıdan Türkiye’ye
bağlanacağını söylüyordu (Mumcu 1995:3).1
Bozkurt, 5 Mart 1942’de haftalık olarak yeniden yayınlanmaya başlamıştı. Yazı
kadrosunda Peyami Safa, Reha Oğuz Türkan, Zeki Velidi Togan, Ali İhsan Sabis,
Abdülkadir İnan ve Osman Turan’dan oluşmaktaydı. Ayrıca Rıza Nur, Mustafa Hakkı
Akansel, Fethi Tevetoğlu, Hasan Ferit Cansever, Şerif Bilgehan gibi birçok yazar çeşitli
1 Dr. Ernst Woerman, Alman Dışişleri Bakanlığı’nın Türkiye ile ilişkilerinden sorumlu Müsteşar yardımcısıydı.
224
Turan dergilerinin sayfalarında yer almaktaydılar. Ancak Turancılar arasında da görüş
ayrılıkları, çatışmalar ve program farklılıkları mevcuttu (Koçak 2003, 1: 667-674).
Turancılar, Alman yetkililerle sürekli irtibattaydılar. Erkilet, Büyükelçi Hentig ile
sürekli mektuplaşmakta, ve konuyu ağırlıkla Rusya’daki Türkler oluşturmaktaydı. Hatta
Ribbentrop, von Papen’e 5 Aralık 1942’de çektiği telgrafta “Türkiye’deki Alman
dostlarını desteklemek için beş milyon Reichsmark yolladığını söylemiştir (Uğurlu
2003:241).
Bu harekete hükümetin ve ordunun göz yumduğu da ortadadır. Hatta bir yere kadar her
ikisi tarafından desteklendiği de söylenebilir. İnönü, Stalingrad öncesinde von Papen’e
“Umut ederim, sonbaharda Alman birliklerinin Kafkasya’da görünmesi yeni bir durum
yaratacak ve bu durumda yeni kararlar almak gerekecek” demiştir (Glasneck:168).1
1934’teki Trakya Olayları’nın sonrasında İnönü hakkında “azınlıkları sevmeyen,
kışkırtıcısı kötü adam” şeklinde bir önyargı gelişmişti. Hatta İnönü, Cumhurbaşkanı
seçildiğinde Yahudiler tedirgin olmuşlardır (Bali 2004:88-89).2 İnönü’nün Rusya’ya
yaklaşımının da olumsuz olduğu biliniyordu. Saraçoğlu henüz Dışişleri Bakanı iken
Ankara’daki Alman maslahatgüzarına, İnönü’nün işbaşına gelmesinden sonra Türk
politikasının Sovyetler Birliği’ne daha çok yaklaşmasına yönelik Sovyet umutlarının
boşa gittiğini sık sık söylemişti (Glasneck:62). Von Papen, 22 Aralık 1941’de
İnönü’nün Alman askerî başarılarından memnun olduğunu belirtmiştir (Koçak 2003,
1:611).3
1 İnönü’nün meclisi açış konuşmalarına bakıldığında, 1939-40’ta ihtiyatlılık hakim ve Sovyetler ile ilişkilerin düzelmesi vurgulanırken, 1940-41’de, 1941-42’de ve 1942-43’te Almanlar ile ilişkiler ön planda olup, ılımlılık hakim gözükmektedir. 1943-44’te ise Müttefikler ile ilişkiler ön plana geçmiş ve 1944-45’te de bu değişmemiştir.2 1934’te Trakya’da, Yahudilerin yaşadıkları yerleşim merkezlerinde anti-semitik çıkmış ve tarihe “Trakya Olayları” olarak geçmişti. Yağma ve kovma şeklinde gelişen olaylar yüzünden Edirne, Çanakkale ve Kırklareli’ndeki Yahudiler İstanbul’a göç etmişlerdi. Bir çok kişi olaylardan İnönü’yü sorumlu tutmuşlardı.3 Cemil Koçak, eserinde bunu “Alman askerî başarılarının doruk noktasına çıktığı zaman” şeklinde belirterek hataya düşmüştür. Nitekim, 5 Aralık 1941’de Almanlar’ın Moskova’ya yönelik en büyük harekâtı durmuş ve akabinde başlayan Sovyet karşı-saldırısı Almanlar’a savaştaki kara muharebelerinde ilk ciddî yenilgisini tattırmıştır. İnönü’nün açıklaması, Sovyet birliklerinin kuzey, güney ve merkez cephelerdeki harekâtlarda Almanlar’ı geri adım atmakta oldukları döneme gelmektedir. Moskova çevresinde ise birçok Alman birliğini, kışın da yardımıyla ezmektedirler 5 Aralık’tan sonra dünya gazetelerinde ve Türkiye gazetelerinde bir suskunluk dönemi olmuşsa da, bu karşı-saldırıdan iki-üç hafta sonra Türk liderlerin durumdan haberdar olmadıkları anlamına da gelmemektedir. Anlaşılan İnönü, Doğu Cephesi’nin sabitlenmesini ve muharebelerin uzamasını istiyor, aynı zamanda da Almanlar’ın biraz
225
Başbakan Refik Saydam, 4 Mayıs 1942’de Anadolu Ajansı’nda çalışan 26 Yahudi’nin
görevlerine son verilmesini istemişti (Koçak 2003, 1:650). Dış Türkler, 1942 yazında
Saydam’ın vefatı üzerine başbakan olan Şükrü Saraçoğlu tarafından destek görüyorlardı
(Baykara 1998:100-101). Bir konuşmasında Saraçoğlu, “Biz Türküz, Türkçüyüz ve
daima Türkçü kalacağız. Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar ve laakal
o kadar o kadar vicdan ve kültür meselesidir. Biz azalan ve azaltan Türkçü değil,
çoğalan ve çoğaltan Türkçüyüz. Ve her vakit bu istikamette çalışacağız” şeklinde
konuşmuştur (Dağlı 1988:105). Anthony Eden gibi bazı politikacılar ise,
Menemencioğlu’nun Mihver davasından yana olduğuna inanmışlardır (Weisband
2002:37). Numan Menemencioğlu Meclis’teki bir konuşmasında Türkiye’de Turancı
akımının olmadığını öne sürmüştü (Koçak 2003, 2:216). Ulaştırma Bakanı Ali Fuat
Cebesoy ise Mihver yanlısı olmamakla birlikte, İkinci Dünya Savaşı’na Sovyetler
Birliği’nin egemenliğini kırmaya yarayacak bir fırsat gözüyle bakıyordu (Weisband
2002:50). 17 Ağustos 1942’den 25 Mayıs 1943’e kadar İçişleri Bakanı olan ve
sertliğiyle ün yapan Recep Peker, Mihver’e daha yakın bir politikanın savunucusu
olmuştur. Peker, tek parti ve otoriter önderlik sisteminin savunucusuydu. Her türlü
anlaşmaya karşıydı ve görüş ayrılıklarının basit bir diplomasiyle çözülmesinin mümkün
olduğu hallerde bile kuvvet kullanılmasından yanaydı (Weisband 2002:44-45, dipnot
66).
General Warlimont, 23 Ocak 1942’de Wehrmann’a gönderdiği mektupta,
“…Türkiye’nin kaderiyle çok ilgilendiği Türk Moğol halkları…” şeklinde
bahsetmekteydi. Warlimont, “General Erkilet’in, Türk Hükümeti tarafından hoş görülen
Türk-Moğol asıllı halklara karşı ilgi uyandırma propagandası Türk Hükümeti’nin hangi
yola yöneldiğini ve hangi yola yöneltilmesine izin vereceğini göstermektedir,.” demiştir
(Uğurlu 2003:193). 1943 Haziran’ında “En büyük Tehlike” adlı, Turancılık davasına
karşı propaganda olan broşür ise İstanbul Siyasî Polisi tarafından toplatılmıştı (Mumcu
1995:30).
geriledikten sonra ertesi sene nihaî darbeyi indireceğini düşünüyordu. Böylece muzaffer olsa bile, Kızılordu kış boyunca kendini toparlama olanağı bulacağından, Almanlar’ın gücü daha çok kırılacaktı. Buna dayanarak 1941-42 kışının hem Türkiye, hem Rusya, hem de İngiltere açısından istenildiği gibi geçtiğini söyleyebiliriz. Çünkü Almanlar nihaî hedeflerden sadece Leningrad’ı ablukaya almışlar, Moskova’yı üç taraftan çevirdikten sonra geri atılmışlar, Rostov’u aldıktan sonra ise terke zorlanmışlardı. Kırım’ın tamamı ele geçirilemediğinden Sovyet Donanması’nın Karadeniz’i kontrolü devam ediyordu. Stalingrad ve Kafkasya ise henüz uzaklardaydı.
226
Almanlar’ın kendi aralarındaki mektuplaşmalardan öğrenildiğine göre, Fevzi Çakmak
Türk-Alman ilişkilerinin yalnız Turancılık temeline dayanabileceğini söylemiş,
Türkiye’nin Almanya’ya karşı savaşa girmeyeceğini , yalnız işgale karşı kendini
savunacağını belirtmiştir. Çakmak’ın, Almanlar’ın Türk-Moğol halkına tutumuna
sempatiyle baktığı gözlemlenmiş ve bunlardan oluşan savaş esirleri arasında hareket
etmek üzere adamlarını göndermeye hazır olduğunu eklemiştir.1 13 Mayıs 1942’de von
Papen, Alman Dışişleri Bakanlığı’na General Mürsel Bakü’nün, Mareşal Fevzi
Çakmak’ın kendisine Turancılık davasını benimsemiş olan sivillerin, eğer isterlerse
Almanya’ya gitmeleri için ülkeden ayrılmalarına izin vererek Turancılık hareketine
yardım etmeye çalıştığını bildirmiştir. Ancak Çakmak, aynı izni subaylara vermemişti.
Bunun yanında Çakmak’ın, Türkiye’nin Bakü bölgesinde çarpışmak zorunda kalacağına
inandığı da söyleniyordu (Weisband 2002:236). Hentig’in 1 Haziran 1942 günü
Berlin’de Prof. Dr. Garon’u kabulünde Garon’un Hentig’e açıklamaları ise, “Çakmak
Türkiye’nin savaşa girmesinin hemen hemen kaçınılmaz olduğuna ve Türk Ordusu’nun
yeterli silâh ve cephane sağladığında savaşa girebileceğine inanmaktadır. Çakmak’a
göre Türk Ordusu İran üzerinden Bakü’ye yürüyecektir” şeklindeydi (Uğurlu
2003:207). Bu arada İngilizler de Çakmak’ın yardımcısının Mihver yanlısı olduğunu
söylüyordu (Denniston 1998:113). 23 Şubat 1942’de von Papen’in bildirdiğine göre
Genelkurmay İkinci Başkanı Asım Gündüz, “iki ülkenin genelkurmaylarının sıkı bir
gizlilik içinde işbirliği yapmalarına karşı olmadığını” söylemişti. Gündüz, Alman
Askerî Ateşe Tümgeneral Rohde’ye de “Türkiye’nin gelecek aylarda İngilizler’den ve
Amerikalılar’dan elden geldiği kadar çok malzeme koparmak istediğini, eğer Almanya
birlikleri Kafkasya’ya dayanır ve Türkiye bu durumu kabul ederse, artık İngiliz ve
Amerikan tarafından silâh beklenemeyeceğini” söylemiştir (Glasneck:168). Asım
Gündüz, ayrıca Rohde’ye Sovyetler’in kuzey limanlarına yapılan müttefik sevkiyatı ve
İngiliz deniz harekâtı ile ilgili konularda bilgi sağlamış, (Koçak 2003, 1:616-617)
Kuzey Afrika’ya yapılacak Müttefik çıkartması için uyarıda bulunmuştu
(Glasneck:175).
Türkiye’nin Budapeşte Büyükelçi Ruşen Eşref Ünaydın, 1941’de Budapeşte’de faaliyet
gösteren Turan Cemiyeti’nin yıllık toplantısında konuşma yapmıştır (Koçak 2003, 1 24 Kasım 1941 tarihli, Hentig’in Erdmansdorf ve Wehrmann’a gönderdiği rapora göre... (Uğurlu 2003:183).
227
1:667). Mirza Bala, Türk Ordusu’nda görevliydi. Emekli General Erkilet ise Tatar
kökenliydi. Bazı büyükelçiler de bunlara destek veriyorlardı. Memduh Şevket Esendal
da Turancılar ile birlikteydi. Ancak kendisi Kabil’de Büyükelçi olduğundan devletin
talimatlarının dışına çıkmamıştır (Koçak 2003, 1:662). Zeki Velidi Togan ise
Almanya’daki faaliyetlerinde Saffet Arıkan’ı haberdar etmiştir. Bu faaliyetlerde Türk
asıllı Sovyet savaş esirleri önmeli yer tutmaktadır (Baykara 1998:98-99). Dış Türkler
konusunda belki de en çok çaba gösteren Berlin Büyükelçisi Hüsrev Gerede idi. Alman
Dışişleri Bakanlığı’nın Doğu Masası sorumlusu Weizsacker, 5 Ağustos 1941 tarihli bir
muhtırada Gerede’nin onu makamında ziyaret ettiğini Kafkas halklarının bir tampon
devlet olarak birleştirilebileceklerini ve Hazar Denizi’nin doğusunda da bağımsız bir
Turan devletinin kurulabileceğini söylediğini belirtmişti. Ribbentrop, 25 Ağustos’ta
Gerede’yi yokladığında bu konuda görüşmeye yetkili olmadığını anladı.Anlaşılan
Gerede, inisiyatifini kullanarak savaşı kazanmakta olan taraftan mümkün olan en büyük
kazancı sağlamaya çalışıyordu. Weiszacker ile ikinci görüşmesinde Ribbentrop’a
söylediği gibi “Türkiye’nin konuyla ilgili hiçbir beklentisi olmadığını” vurgulamıştır
(Deringil 1994:161-162). Görüldüğü gibi Türk yetkililer bir yandan Doğu
Cephesi’ndeki hale göre Almanlar’a yardımcı oluyorlar, hem de ileride olabilecek ters
ve kötü sonuçlardan kendilerini sakınmaya çalışıyorlardı. Belki de Türk Hükümeti
Almanlar Doğu Cephesi’nde savaşı kazandıktan sonra güvenliğini ve bağımsızlığını
korumak için Almanlar’ı Türkiye’ye siyasî ve jeopolitik açılardan mümkün olduğunca
çok bağlamaya çalışıyordu.
1944’e gelindiğinde Turancı dergiler zayıflayarak devam etmekteydiler (Koçak 2003,
2:219). Bunun aksine Turancı akımı karşıtı yazılar aynı yıl içerisinde artmaya
başlamıştır (Koçak 2003, 2:222). Bu gelişme, Doğu Cephesi’ndeki olaylara kuvvetli bir
paralellik göstermektedir. Gazeteler, 11 Nisan 1944’te “Millî Şef’in Hitabeleri” manşeti
altında Turancılar’ın komplosu ile ilgili olarak İsmet İnönü’nün konuşmasını
yayınlamışlardır.1 25 Nisan 1944’te Nihal Atsız-Sabahattin Ali davası için öğrenciler
Atsız lehinde adliye binası önünde gösteri yapmışlardır. Davanın 3 Mayıs’taki ikinci
duruşmasında yapılan gösteriler ise Başbakanlık ve Adliye binaları önüyle Ulus
Meydanı’nda sürdürülürken gözaltına alınanlar olmuştur. Davaya bağlı olarak Atsız’ın
1 Tan, 20 Mayıs 1944, Sekizinci Yıl No.3135.
228
evinde yapılan aramalarda toplanan belgeler sonucu birçok öğretmen ve öğrencinin gizli
örgüt kurmaya çalıştıkları ortaya çıkmıştır (Mumcu 1995:47-48). Hükümet, 1944
Mayıs’ında Turancılar’a karşı daha da sertleşerek önlemler almaya başlamıştı. Bunun
üzerine Nihal Atsız, Reha Oğuz Türkan, Zeki Velidi Togan ve Hasan Ferit Cansever
tutuklandılar ve tutuklamalar devam etti (Koçak 2003, 2:224). Ali İhsan Sabis te dış
politikayı eleştiren yazısından sonra tutuklandı ve hapse mahkum edildi (Koçak 2003,
2:228). Irkçılık-Turancılık davası için 49 kişi sorgulanmış, bunlardan 33’ü
tutuklanmıştı. 27 Temmuz’da tutuklu kalanların sayısı 23’e inmiştir (Mumcu 1995:58).
Dava ise 7 Eylül 1944’te başlamış ve 29 Mart 1945’te sonuçlanmıştır. Davanın sonunda
on sanık beraat ederken, on sanık ta on yıla kadar çeşitli hapis cezalarına çarptırılmış,
olay kamuoyuna hükümete karşı hazırlanmış bir komplo olarak duyurulmuştu. Karar
daha sonra Askeri Yargıtay’da bozulacak ve ikinci kez görülen dava sonucu 1947’de
tüm sanıklar serbest bırakılacaklardır (Koçak 2003, 2:227-228).
3.2.2.4. Türkiye’de İstihbarat ve Alman Propagandası:
1937’den itibaren Almanlar, Türkiye’de Nazi Partisi örgütü kurmak, Türkiye ile ilgili
her türlü bilgiyi toplamak ve üst düzey kişiler ile dostluk kurmak gibi faaliyetlere
yönelmişlerdi (Seydi 2006:26-27). Büyükelçi von Papen eski bir istihbaratçıydı ve
Birinci Dünya Savaşı sırasında Türkiye’de bulunmuştu. Atatürk, bir sene kadar önce
von Papen’in Ankara’ya elçi atanması teklifini reddetmişti (Bloch 2003:241, dipnot).
Göbbels, 12 Nisan 1939’da İstanbul’a gelmiş, 14 Nisan’da da ayrılmıştı. Bu ziyaret,
olasılıkla von Papen’in elçi olarak atanmasıyla ilgiliydi (Koçak 2003, 1:361). Çünkü
von Papen, bu ziyaretin ardından 18 Nisan 1939’da güven mektubunu sunmuştur
(Jaescke 1990:7).
Savaş boyunca hem Almanya, hem de Rusya, Atatürk’ü kendi propagandalarına araç
yapmışlardır (Mumcu 1995:73-74). Alman propagandacılarının Hitler ve Atatürk’ü iki
büyük ulusal kahraman olarak yan yana koymaları özellikle dikkat çekiyordu
229
(Glasneck:15-16).1 Büyük Amiral Erich Raeder, 12 Şubat 1939’da Berlin’deki şehitleri
anma töreninde Atatürk’ü anarak “Onun gurur verici önderliği örnektir” demişti
(Jaescke 1990:6). Türkiye’nin Hitler için ne kadar önemli olduğu konusunda hala soru
işareti vardır. 1920’lerde “Kavgam” kitabını yazarken Türkiye’ye pek önem vermeyen
Hitler’in, 1930’ların başlarında iktidara geldikten sonra Atatürk’ü “yüzyılın en büyük
lideri” olarak nitelemesi bir çelişki olarak görülebilir. Ancak Hitler’in iktidarının
başından, Fransa’nın düşüşüne kadar geçen dönemdeki dış politika uygulaması realisttir
ve Fransa’yı bertaraf edip Avrupa’daki üstünlüğünü sağladıktan sonra, 1940 yazından
itibaren idealizme dönmüştür.
1940 Temmuz’unda Suriye’nin, 1941 Ağustos’unda da İran’ın işgalleri, Ortadoğu’ya
yönelik Alman casusluk ve propaganda faaliyetlerini baltalamış ve buradaki ajanlar da
Türkiye’ye sığınmışlardı (Seydi 2006:39-40). İran’ın işgali ayrıca, Alman gizli
harekâtlarının Afganistan, Hindistan ve Orta Asya’daki sahalarında etkin olmasını
engellemiş, buna rağmen 1941 sonlarından itibaren buralardaki az sayıda elemanla
sonuca varmayan bazı ilişkilerde bulunulmuştu.
3 Haziran 1941’de Kazım Karabekir’in Başbakan Refik Saydam’a CHP’den yabancı
elçiliklere bilgi sızdırıldığına dair sorusuna Başbakan, “Bence sefaretlere naklinden
ziyade, arkadaşların şurada burada münakaşaları neticesi açığa çıkıyor” şeklinde cevap
vermişti (Karabekir 1995:316). Saydam, 18 Temmuz 1941’de Yalova’dan Başbakanlık
Müsteşarı Vehbi Demirel’e acilen çektiği telgrafla da, Sovyet aleyhtarı propagandanın
önüne geçilmesini istemişti.2
Barbarossa’nın hemen öncesinde Alman Tümgeneral Rohde’nin ekibi Ortadoğu’da
istihbarat toplamak için Ankara’da üslenmişti (Jacobsen 1988:409, 21 Haziran 1941).
1 Ancak bu bakış açıları Türk liderleri kandırmaktan uzaktı. Her ikisi de kendi dönemlerinde diktatör olarak gözükmekle birlikte, Atatürk’ün normalde bir askerin pek sahip olamadığı esnek düşünce yapısı ve çağdaş demokrat ruhuna karşılık, sivil kökenli Hitler’in son derece katı, totaliter ve hayalci yapısı, iki liderin ülkelerini götürdükleri yeri tamamen zıt kılmıştır. Atatürk’ten bayrağı alan İnönü, Atatürk’ün mecbur olmadıkça savaşın cinayet olduğu sözünü tutarak Türkiye’yi adeta sırat köprüsünden geçirirken, Hitler’in tutumunun hatalarını da birlikte getirmesi, halkının önemli bir bölümünün katledilmesi, sakat kalması, tecavüze uğraması ve sefaletle sonuçlanmıştır.2 BCA: 01.30.179.1
230
Barbarossa’nın başlangıcını izleyen aylarda ise, SD Başkanı Schellenberg1 tarafından
“Zeppelin Harekâtı” başlatılmıştır (Tekin 2001:143). Harekâtı, 1942 ve 1943 boyunca
Türk istihbaratı ile yakın işbirliğine giren Alman gizli servisleri yürütüyorlardı. Bu
kapsamda özellikle eğitilmiş Gürcü, Kafkas, Azeri ve Türkler, Türkiye’den Güney
Rusya ve Urallar’a sızarak Almanlar’ın lehine sürpriz sonuçlar elde etmişler, Almanlar
da Türkiye’yi ilgilendiren haberlerini Türk İstihbaratı’na geçirmişlerdi. Ancak sızan
gruplardan biri deşifre olup, iki kişi tutuklanınca Molotov ve Vishinsky Sovyetler
Birliği’ndeki Türk Büyükelçisi’ni soruşturma sonuçlarıyla yüzleştirerek baskı
kurmuşlardır. Bunun üzerine Büyükelçi, Dışişleri’nden bilgi istemiş, Türk Dışişleri’nin
olaya tepkisi GPU soruşturması ile sindirilemeyecekleri yönünde olmuş ve böylece
Rusya’ya geniş ölçekli sızmalar sona erdirilmemiştir (Schellenberg 1956:378).
Schellenberg bu konuyu Türk İstihbaratı’nın başı ile görüşerek işbirliğinin
sürdürülebilmesi olasılığını yoklamış ve olumlu yanıt almıştı. Anlaşılan Türkler,
Almanlar’a karşı İngilizler’i destekleme görüntüsünden çok, Ruslar’a karşı Almanlar’ı
daha aktif destekleme hevesi içindeydiler. Bununla birlikte Sovyet Dışişleri’ne bir nota
verilerek Alman ve Rus ajanların paraşütlerle birbirlerinin topraklarına indiklerini,
ancak Türk karşı-haberalması’nın kendi gelecekte bu tür harekâtların kendi
topraklarından yürütülmesine izin vermeyeceklerini beyan etti (Schellenberg 1956:378-
379).
1941 Ekim’inde Kuzey Kafkasya Özel Komandosu “Şamil” adı altında 150 Kuzey
Kafkasyalı’nın on ay süreyle yeraltı faaliyetleri için eğitildiği büyük bir harekât
hazırlandı. Üç gruptan ilki, 1942 Temmuz’unda köprü ve demiryollarını uçurmak ve
Sovyet petrol tesislerini havaya uçurmalarını önlemek amacıyla 30 kişi paraşütle
Maikop civarına atladılar. Almanlar bu bölgeyi işgal ettikten sonra bunların 29’u geri
döndü. Onu Alman olan 30 kişilik ikinci bir grup ise Ağustos’ta Grozny’nin 40 km.
güneyine indiler. İlk grubun görevlerine ek olarak mahalli isyancılarla temasa da
geçeceklerdi. Ancak grup paraşütle atlarken tespit edildi ve üzerlerine ateş açıldı. Daha
sonra kaybolan grubu aramak için 12 kişilik bir grup yollandı. Bunlardan üçü 3-4 ay
sonra geri döndü. Arananlardan beşi 1942 Aralık’ında Mosdok’ta Alman tarafına
dönmeyi başardılar. Diğerleri kayıp olarak kaldı. Son grup ise Almanlar çekildikleri için 1 1943’te RSHA’nın başında SS Generali Ernst Kaltenbrunner vardı. SD, RSHA’nın VI. Dairesi olup,SS’ler adına ülke dışı istihbaratı yürütüyordu. Başında ise Walter Schellenberg bulunuyordu.
231
göreve başlamadı. 40 Dağıstanlı’dan oluşan bir gruptan bazıları sonradan keşif kolu
olarak cephedeki küçük görevlerde kullanıldılar (Tekin 2001:143-144).
Almanlar’ın Türkiye’deki siyasî ve istihbarat faaliyetlerinde, hemen Almanya’nın her
yerinde ve kurumunda olduğu gibi “ikilik” söz konusuydu. Ancak bu Abwehr-RSHA
çekişmesinden değil, Ribbentrop’un karakterinden kaynaklanıyordu.
MAH, ülkeye giriş yapan turistler için dosya tutuyor, otel, restoran, kafe ve toplu ulaşım
araçlarında çalışanlar arasında adamlarıyla bilgi topluyordu. Barbarossa başladıktan
sonra, Almanlar’ın Sovyetler hakkında bilgi toplamasına göz yumulmuş, ancak MAH
kontrolü hep elde tutmaya çalışmıştır (Seydi 2006:8-9). Schellenberg, Türk Polisi ve
Türk İstihbarat Servisi ile iyi ilişkiler kurmuştu ve böylece Türkler’in batılı güçlere
yönelik diplomatik manevralarının farkında oluyordu (Schellenberg 1956:377). Bununla
birlikte MAH, İngilizler ile daha fazla işbirliği yapsa da, Almanlar ile Sovyetler üzerine
savaşın seyriyle ilgili bilgi alışverişi yapımaktaydı (Seydi 2006:9). Bir görüşmesinde
Ankara’da Türk İstihbaratı Başkanı Schellenberg’e “Türkiye’nin Rusya’daki
Almanya’nın güçlenmesiyle yakından ilgilendiğini, Almanya’nın gerilemesi ile
Türkiye’nin fazla güçlenen bir Rusya ile karşı karşıya kalacağını, tarihteki deneyimlerle
Rusya’nın Türkiye’nin ölümcül düşmanı olduğunu” söylemişti (Schellenberg
1956:381).
Propaganda konusunda Almanlar oldukça etkiliydiler. 1943’e kadar, Alman
propagandası “bolşevizme karşı başarılı mücadele” üzerine kurulmuş, Stalingrad
Bozgunu’ndan sonra ise bu, “komünizm tehlikesi hala devam ediyor” şekline
dönüştürülmüştür (Seydi 2006:242). Daha 1940 yazında Türkiye’yi Halep ve Musul’u
ele geçirmeye yönelik propaganda başlatmışlardı (Seydi 2006:65).
Almanlar, Türk öğrencilerin Almanya’da eğitilmesi, Türk eğitim sistemini etkilemeleri,
Türk öğrenciler arasında Alman yanlısı propaganda yapılması ve basın-yayın üzerinde
nüfuz kurmaya çalışmaları gibi Türkiye’de dört yönlü bir propaganda faaliyetine
girişmişlerdir. Türkiye’deki dedikoduları yapmak için daha ziyade Ermeniler’i
kullanmışlardır (Seydi 2006:20-27). Alman firmalarının ticari mümessili gözüken
232
birçok Kürt ve Arap, Diyarbakır ve Erzurum’da işadamı kılığında Alman propagandası
yapmaktaydı (Seydi 2006:42). Çiçero Olayı’nda aktif olan Ludwig Moyzisch, ticari
ataşe adı altında SD’nin Ankara temsilciydi.
Tepki çekebileceği kuşkusuyla savaşın başında durdurulan, Türkiye’deki Alman
kültürel propaganda faaliyetleri, 1942 başında von Papen tarafından yeniden başlatıldı
(Seydi 2006:65). Böylece 1941-42 kışında Türkiye’de 60 Alman filmi gösterilmiştir
(Glasneck:299). 7 Aralık 1942’de ise Vatan Gazetesi, birinci sayfasında “Büyük
Diktatör” filminden Charlie Chaplin’in Hitler rolünde bir resmini yayınladığı için üç ay
kapatılmıştır (Glasneck:22). Savaş sırasında Türkiye’deki ortaokul kitaplarında Birinci
Dünya Savaşı’ndaki Türk-Alman silâh kardeşliğinden söz edilmemekte, Çanakkale’de
bir Alman askerî önderliği olmadığı ve diğer cephelerdeki Alman generallerinin
yalnızca Alman çıkarlarını ön plana çıkartıp, Türk askerleri feda ettiklerini anlatıyordu.
İlkokul dördüncü sınıf tarih ders kitaplarında ise, Almanlar’ın Birinci Dünya Savaşı
yıllarında Türkler’e diktatörce davrandıklarından söz ediyordu. Almanlar, bunların
kalkması için de hareket geçmişler, ayrıca Eğitim Bakanlığı’nın talimatı ile henüz
1941’de büyük kentlerdeki halkevlerinde parasız Almanca lisan kursları açılmıştı
(Glasneck:35-40). Almanlar anavatanlarında çıkan askerî Signal dergisini Türkiye’de
Türkçe olarak yayınlıyorla, İngilizler ise benzer şekilde Kahire’de basılıp Türkçe
çıkartılan Cephe Dergisi ile Türkiye’de karşı-propaganda yapıyorlardı.1
Almanlar’ın, Türkiye’nin en zayıf tarafı olan “Sovyet tehdidini” kullanarak, savaşın
ikinci yarısında da propagandalarını başarıyla sürdürdüklerini söyleyebiliriz. Bununla
birlikte, Alman teknolojisine karşı bir hayranlık ve korkunun da, Türkiye’yi son
zamanlara kadar Almanya’ya karşı savaşa girmek istememesinin bir nedeni olarak
gösterebiliriz. Özellikle 1944’te hizmete giren devrimci Alman silâhları çok çeşitliydi
ve bunlar Müttefikler’i bile korkutuyordu. Hatta Almanlar’ın Atom Bombası
araştırmaları da Müttefikler tarafından senelerdir biliniyordu. Hitler, 1945 Şubat’ında
yaptığı bir konuşmada, “Nükleer Fizyon Sorunu, çok önceleri çözülmüştür. Ve bu
alandaki gelişim, şu anda bir şekilde ortaya çıkan enerjinin askerlik alanında
kullanabileceğimiz bir düzeye varmıştır” demişti (Fuchs 2002:197). Atom bombasını
1 İngilizler, Türkiye’deki propagandalarını, Alman propagandasının etkisiz olması için sürdürürken, Sevr’i hatırlatabilir diye Ermeni ve Rum gibi etnik grupları kullanmaktan kaçınmışlardır. İngilizler’in ki bir karşı-propaganda niteliğindeydi. (Seydi 2006:5-7).
233
atacak olan dört motorlu He-177 “Greif” ağır bombardıman uçağından en az bir adet
özel olarak bunun için hazırlanmıştı. Ancak 1945 Mart’ında deneyin başarısızlığa
uğramasıyla birlikte bu son umutta yok oldu.
Almanlar, Türk Diplomatik kodlarını ise seneler önce çözmüşlerdi. Böylece
Dışişleri’nden dış temsilciliklere yollanan direktifler biliniyor, özellikle Moskova ve
Washington’daki Türk Büyükelçilikleri’nden gelen raporlar dikkatle inceleniyordu
(Schellenberg 1956:378). Ancak İngilizler de 1916’dan 1945’e kadar askerî ve
diplomatik Türk şifrelerini sürekli ve kolayca çözebiliyorlardı (Denniston 1998:21).
İngilizler, karmaşık Alman askerî kodlaması Enigma’yı da Polonyalılar’ın yardımları
sayesinde henüz 1940’ta çözmeyi başarmışlardı. Birçok ülkenin diplomatları mesajlarını
1941-1942 boyunca Türkiye’nin dışişleri merkezlerine yolluyorlar, İngilizler de bunları
kırarak okuyorlardı. Bazı diplomatlar ise Türkiye’nin yinede savaşa girmeyeceğini
düşünüyorlardı (Denniston 1998:102-103).
Türkiye’deki istihbarat faaliyetlerinin en önemli meyvesi Çiçero Olayı olmuştur. Çiçero
kod ismini kullanan İlyas Bazna, önceden Yugoslav Büyükelçiliği, Amerikan Askeri
Ataşeliği ve Alman Konsolosluğu’nda çalışmış, 1942’den, 1943’ün başına kadar Alman
Konsolosu Jenke’nin uşağı olmuştu. Bazna, Jenke’ye gelen bazı resmi dokümanları
okuduğu için Alman Konsolosluğu’ndan kovulmuştu (Bazna 2005:26). Bazna, 1943
Ekim’inden, 1944 Mart’ına kadar İngiliz Elçiliği’nde uşak olarak çalışırken, Çiçero kod
ismiyle casusluk yaparak tarihe geçmiştir. Knatchbull-Hugessen’in evde çalışmak için
ofisinden ayırdığı belgelerin her bir rulosunu £15.000 ($60.000) değerinden Almanlar’a
pazarlamıştır (Wires 1999:39). 1 Kasım 1943’te birkaç düzine sayfa ve resimden oluşan
olağanüstü belgeleri Almanlar’a vermiştir (Bloch 2003:423). Bazna, faaliyetini Şubat-
Mart 1944’te durdurmuş ve Nisan’da Türkiye Almanya ile ilişkilerini keserek Batılı
müttefiklerin tarafına kaymıştır (Schellenberg 1956:396). Bu arada İngiliz Dışişleri
Bakanlığı da 1944’ün ikinci yarısında Knatchbull-Hugessen’i değiştirmiştir. Bazna’nın
Almanlar’dan aldığı paralar ise sahte çıkmıştır.
Almanlar, Bazna’nın ilk elde ettiği dosyalardan Türkiye’nin Müttefikler ile ilişkilerini,
Türkiye’yi savaşa sokma çabalarını, Güney Rusya ile birleşme sağlayacak Karadeniz’e
açılma çabalarını, malzeme ve silâh akışını, Ploesti’deki petrol yataklarının Türkiye
234
üzerinden bombalanmasını, Adana Konferansı ile ilgili notları öğrenmişler (Bazna
2005:31-33), daha sonra Sovyetler’e teslim edilen Amerikan malzemesinin içeriğini
elde etmişlerdir. O zamana kadar lend-lease sayesinde Ruslar’a “189.000 araç telefonu,
670.000 mil kablo, 45.000 ton olta teli, 10.500 ton deri, 4.000.000 çift bot, 4.100 uçak,
2.000 tank ve 150.000 motorlu araç silâhı” teslim edilmişti. Bunun yanında Ekim
1943’teki Moskova görüşmeleri de edindiği bilgilerde mevcuttu (Bazna 2005:47).1
Bazna, Ekim 1943’teki faaliyeti ile Türkiye’deki tüm İngiliz ajanlarının isimlerini elde
etmiş (Bazna 2005:54), aynı akşam Jenke ile görüşmüş ve Jenke de onu Moyzisch’e
yönlendirmişti (Bazna 2005:61). Türkiye’nin savaşa girmesi için ve İsveç’te Müttefik
kuvvetlerin teşkilatlanması için baskı yapılması isteklerini öğrenmiş (Bazna 2005:69),
bunu “Overlord Dosyası”, Tahran Konferansı ve İngilizler’in Batı Anadolu’da hava
üsleri istediği bilgileri izlemişti ki, Mısır’daki 17 filonun Türkiye’yi koruyabileceği de
bu bilgilere dahildir (Bazna 2005:83-85).
Bazna’dan gelen bilgiler devam ettikçe 1943 Kasım’ındaki Kahire Konferansı ile Kasım
sonu ila Aralık başında yapılan Tahran Konferansı’ndaki tartışmalar da Almanlar
tarafından öğrenilmişti. Tahran’da, Balkanlar’daki gelişmelerin karmaşıklığından
dolayı, Roosevelt’in burada olası bir Rus-Alman anlaşmasından korktuğu gözüküyordu
Yine bu bilgilerden Türkiye’ye sağlanan özel statü açıkça gözler önüne seriliyor,
Yunanistan konusunda hiçbir işaret bulunmuyordu. Polonya, Macaristan, Romanya ve
Yugoslavya ile ilgili olarak Tahran’dan gelen bazı bilgiler mevcuttu ve buralar Sovyet
ordularının koruma bölgesi olarak gösteriliyordu. Almanya’nın doğu kesiminin de
Ruslar’ın korumasına bırakıldığı Curzon Hattı da böylece deşifre edilmiş oluyordu
(Schellenberg 1956:394-395).
Bazna’nın ele geçirdiği bir belgede 14 Ocak 1944’te Sofya’ya ağır hava saldırısı
düzenleneceği yazılıydı (Bazna 2005:105). Daha sonra 1944 Müttefik savaş planları ve
1 Schellenberg, Çiçero sayesinde Ankara’daki İngiliz Elçiliği ile Londra’daki Dışişleri Bakanlığı arasındaki yüksek derecede gizli mektuplaşmayı ayrıntılarıyla öğrendiklerini, içlerinde Knatchbull-Hugessen’in kendi yazısı olan şahsi notlarıyla, İngiltere-Türkiye ve İngiltere-Rusya üzerine gelişmeler de yer aldığını, özellikle de 1942 ve 1943’teki ABD’nin Rusya’ya lend-lease kapsamında yolladığı materyallerin tam listesi ve 1943 Ekim’indeki Moskova Konferansı’nın sonuçlarını gösteren bir geçici rapor gibi özel önem arz eden belgelerin ellerine geçtiğini söylemiştir (Schellenberg 1956:390).
235
15 Şubat’ta İngiliz bombardıman ve avcı filolarının Selanik’e yapılacak harekâta destek
için İzmir Havaalanı’nda konuşlanmalarına izin verilmesi (Bazna 2005:132) ve
Türkiye’nin bu yükümlülükten kurtulması (Bazna 2005:138-139), gibi bilgiler de
diğerlerine eklendi.
Bazı belgelerde, Türkler Almanlar’ı yanlış yönlendirirken İngiliz personelinin sivil
kıyafetler içinde hızla havaalanlarında hazırlık yapacağı Satürn Harekâtı ve bunun
dahilinde Şubat’ın ilk haftasında avcı uçaklarının üslere inmesiyle bu en tehlikeli anda
Alman savunmasını işlemez duruma getirerek Türkiye’yi koruyacak hava ve deniz
hücumlarının gerçekleştirilmesi, Rodos’un zaptı planlarının Şubat sonuna kadar
tamamlanması ve Bulgaristan’ın karışmaması için kitlesel karşılık verileceği uyarısıyla
sindirilmesi mevcuttu (Wires 1999:104-105). Ayrıca Almanlar, Çiçero’dan sağladıkları
belgeler sonucunda Fevzi Çakmak’ın değiştirileceğini de önceden biliyorlardı (Wires
1999:110).
Schellenberg’e göre, Churchill eğer 1943 sonlarında Balkanlar’a saldırsaydı, savaş 1944
sonbaharında bitmiş olacaktı. Eğer Çiçero’dan alınan bilgilerdeki gibi 15 Ocak 1944’te
Sofya’ya girilseydi, Almanlar’ın bölgede bunu karşılayacak gücü yoktu. Yine
Schellenberg’e göre, Balkanlar bir sütuna çatılmasıyla birbiri üzerine devrilen sütunlar
gibi kısa bir sürede dağılacaktı (Schellenberg 1956:396).
Bazna, en büyük başarısını 1943 Aralık’ında ve 1944’ün ilk haftalarında elde etmişti.
Moyzisch, Berlin’e “Bu kadar önemli materyalin ne önce sağladıkları arasında
olduğunu, ne de sonrdan sağlayacakları arasında olacağını” söylüyordu. Müttefikler’in
geliştirdiği yeni askerî plan ve Türkiye’nin Aralık ortasında savaşa doğrudan katılımı
reddetmesi bunların arasındaki ilkelerdi (Wires 1999:97).
Bazna’nın sağladığı bilgiler Almanlar için hayati öneme sahipti. Aralarında Moskova,
Kahire ve Tahran konferanslarında kabul edilen Müttefik stratejisinin planları
Knatchbull-Hugessen’in ve Türkiye’nin savaştaki işbirliği ile ilgili hayati önem taşıyan
mesajları ve analizleri gibi konuların bulunduğu bu belgeler Almanlar’a önemli detaylı
bilgiler sağlamıştı (Wires 1999:3). 15 Şubat 1944’e kadar Türkiye savaşa girmediği
236
takdirde, Overlord’un hazırlıklarına odaklanılacaktı ve Almanlar da bunu Çiçero’dan
öğrenmişlerdi (Wires 1999:105). “Overlord” kod isminin ne anlama geldiğini de
Almanlar’a Çiçero sağlamıştır (Wires 1999:117). Schellenberg, Çiçero’nun güvenilir
olmadığı halde verdiği bilgilerin İngiliz Diplomatik Kodu’nu deşifre ettiğini
söylemiştir. Böylece Çiçero Olayı’nın ilk önemli sonucu Fransa’nın istilâsı anlamına
gelen Overlord Harekâtı kod isminin öğrenilmesi olmuştur (Schellenberg 1956:393).
Almanlar, bu bilgiler sayesinde İngilizler’in Türkiye ile ilgili politikalarını “tarafsızlığın
devamı ve Türk birliklerinin Trakya’da yığılarak Bulgaristan’daki Alman tümenlerini
burada çakılı vaziyette bırakmaları” olarak öğrenmişlerdi. Türkiye’ye Müttefik
yardımlarının artışı ve Türkler’i savaşa çekme çabalarının bir anda 15 Mayıs 1944’te
son bulması, Almanlar’ın Overlord’un yakında başlayacağını düşünerek Batı
Cephesi’ne odaklanmalarına neden oldu ki, bu konuda da haklı çıktılar.
Schellenberg, Çiçero’nun Türk İstihbarat Servisi’ne bağlı olup olmadığını merak
ettiğini söylemiştir. Bu yolla Türkiye’nin Almanya’ya kendini koruması için gerekli
bilgileri sağlayarak, kendisini artan Sovyet tehdidine karşı sağlama alıyordu
(Schellenberg 1956:398-399). Schellenberg haklıydı. Türkiye üç sütunlu savaş ruletinin
iki sütununa para yatırmış, bunlardan Almanya adına Rusya’ya kaybederken,
Müttefikler adına Almanya’ya karşı kazanmıştı. Bunun yanında Bazna’nın çabalarının
Türkiye’nin savaşa girmesini bir sene kadar geciktirdiği de söylenebilir.
3.2.2.5. Türkiye ve Almanya’nın Ekonomik Karşılıklı-Bağımlılığı
Savaş öncesinden başlayıp hızla gelişen Türk-Alman ticareti, iki ülkeyi ekonomi
alanında birbirine bağımlı hale getirmiştir. 1933-1939 yılları arsındaki ithalat ve ihracat
yüzdesi olarak Almanya Türkiye’nin açık arayla en çok alışverişte bulunduğu ülke idi
(Koçak 1991:242-243). 1933-1939 arasında Türk ekonomisindeki Almanya’nın payı %
50’lere varmış, 1939 başlarında Türk ekonomisinin giderek Almanya’ya bağlanması,
siyasî açıdan da Almanya’nın etkisi altına girme tehlikesini ortaya çıkarmıştı (Yiğit
1999:410). Almanlar’ın etkili talepleri sonucu Türkiye, döviz ihtiyacını gidermek ve
237
askerî ekipmanını kaliteli bir şekilde artırmak amacıyla Almanya’ya krom satışını kabul
etmişti. Hatta Japonya’nın Londra’daki maslahatgüzarı Tokyo’ya yolladığı raporda
“Türkiye’nin Almanya tarafından yapılan etkili talepler karşısında pes ettiği”
belirtilmişti (Denniston 1998:101). Alman tüccarlar Türk ürünlerini İngilizler’den daha
fazla fiyat vererek alıyorlardı. Türkler’in istediği fiyatı veriyorlardı. Dolayısıyla Türk-
Alman ticaret hacmi yüksekti (Seydi 2006:27).1 Ekonomik ilişkilerde, bir ülkenin taban
kesiminin ticaret hacmi daha yüksek olan ülkeye daha sempatik baktığı düşünülebilir.
Öte yandan Türkiye’ye Alman malları ve donatımı için birçok Alman uzman da
geliyordu. Sadece 1939’da, Türkiye’ye 2.000 Alman sivil uzman gelmişti
(Glasneck:75). Almanya’nın iki savaş arasında kalan dönemde Türkiye ile ilişkilerinin
en önemli boyutunu ise iki ülke arasındaki silâh ticareti ile Türk Savunma Sanayî’ne
yönelik Alman talepleri oluşturmuştur (Caşın 1999:131).
1938’de Türkiye, Almanya’nın Krom ihtiyacının % 52’sini karşılarken, 1939’da bu
oran % 60’ın üstüne çıkmıştır (Koçak 2003, 1: 429). Alman Dışişleri Bakanlığı İktisat
Politikası Dairesi Başkan Yardımcısı Clodius, 1938’de Türkiye’ye on yıl süreli
40.000.000 RM değerinde kredi açılmasına karar verdikten sonra iki ülke arasında bir
kredi anlaşması imzalanmıştı. Türkiye ise aynı yıl içinde Almanya’ya modern avcı ve
bombardıman uçaklarının, tankların, topların ve denizaltıların bulunduğu 120.000.000
RM değerinde silâh siparişi vermişti (Koçak 2003, 1:410). Ancak Türk-İngiliz
yakınlaşması üzerine bu anlaşma Göring ve Hitler tarafından kaygı ile karşılanmış ve
Hitler, 12 Mayıs’ta Türk-İngiliz ortak deklarasyonunun yayınlanmasından iki gün sonra
anlaşmanın gereklerinin yerine getirilmesini yasaklamıştı. Clodius’un 30 Mayıs tarihli
bir raporuna göre ağır silâhlar haricinde askerî malzeme sevkiyatı sürecekti (Koçak
2003, 1:414-416). Ancak bu silâhlardan çok azı teslim alınabilmiş, bundan sonra Türk-
Alman ilişkileri durağan bir döneme girmiştir. Yine de Almanya ile Türkiye arasındaki
ticari ilişkilerin, Barbarossa Harekatı sırasında Almanya ile yaşanan yakınlaşmada
önemli bir payı olduğu söylenebilir.
Almanya ile Türkiye arasında 1941 Ekim’inden itibaren artan ticari ilişkiler, Türk-
Alman Ticaret Anlaşması’nın imzalanmasıyla sonuçlanmıştı. 31 Mart 1943’e kadar 1 Örneğin, Almanlar Türk tarım ürünlerine % 12, pamuğa % 40 daha fazla para ödüyorlardı. (Glasneck:65)
238
geçerli olan anlaşmaya göre, Türkiye Almanya’dan sanayi girdileri ve savaş malzemesi
alacak ve karşılığında hammaddeler, zahire, pamuk, tütün, zeytinyağı ve madenler
verecekti (Gerede 1994:270-271).
28 Haziran 1942’de TCDD ile Alman kuruluşları arasında 22.000.000 RM değerinde 15
lokomotif, 200-300 vagon, yedek parça ve diğer gerekli malzeme alımına dair anlaşma
imzalanmıştır (Koçak 2003, 1:635). 31 Aralık 1942’de Türk-Alman Kredi
Anlaşması’nın imzalanması Türkiye açısından önemli bir adım olmuştur. Böylece
Almanya, Türkiye’ye 1943 Şubat’ı ile Ağustos’u arasında 100.000.000 RM değerinde
askerî malzeme sevkedecekti. Anlaşma on yıllıktı ve kredi borcu 1943-44 yıllarında
Almanya’ya yapılacak krom sevkiyatı ile ödenecekti (Koçak 2003, 1:641).1 Savaş
sırasında sayı olarak İngilizler’in verdikleri silâhların önemli bir yer tutmuş olmasına
rağmen, TSK envanterine giren kaliteli silâhlar ağırlıkla krom karşılığında açılan
krediyle Almanlar’dan alınan az sayıda silâh olmuştur.
Türkiye’nin toplam ihracatında Almanya’nın payı, 1940’ta % 8,6 iken, 1941’de %
21,8’e yükselmiştir (Koçak 2003, 1:633). 18 Nisan 1943’teki Türk Alman Ticaret
Antlaşması ile iki ülke arasındaki ticaret hacmi 125.000.000 RM olarak belirlenmişti.
Bununla Türkiye’nin tüm dış ticaretinin % 50’sinden fazlası yeniden Almanya’ya
bağlanmıştır (Koçak 2003, 2:208). Tüm bunların yanında Almanya’nın kağıt sektöründe
Türkiye üzerindeki kurduğu ticari bağımlılık sayesinde gazetelerin görüşlerini de
etkilemiştir Glasneck:24).
20 Nisan 1944 tarihli Meclis oturumunda İstanbul Milletvekili Ali Rana Tarhan’ın
sorusu verdiği cevapta Numan Menemencioğlu, “Bir İngiliz Mecmuası diyor ki;
Almanlar Türkler’den fazla miktarda krom alabilmek için işgal ettiği memleketlerden
topladıkları altınları Türkiye’ye vermişlerdir. Ve bu suretle Türkiye Merkez Bankası’nın
altın istoku adeta tedavüldeki evrakı nakdiye derecesine yükselmiştir. Bu iddianın ne
kadar garip bir iddia olduğunu teyid etmek lüzumsuzdur. Yalnız şurasını söylemek için
TCMB altın stokunda vaki olan çoğalma yalnız müttefik memleketlerden yaptığımız bir
istikraz ve müttefik memleketlere yaptığımız fazla ihracattan tevellüt etmiştir. Mihver
1 Almanya’nın Türkiye’ye II. Dünya Savaşı sırasındaki ilk geniş silâh sevkiyatı 31 Aralık 1942’de imzalanan Alman-Türk Anlaşması’na dayanmaktadır (Prüfer 1988:38).
239
memleketlerine satılmış maldan hasıl olmuş bir gram altın Merkez Bankamız’ın
kasasına girmemiştir” diyordu.1
1944 yazına girilirken bile Türk-Alman ticareti işliyordu. Jenke’nin raporuna göre 1944
Haziran’ında, Almanya’dan Türkiye’ye 9.000.000 RM değerinde mal gelmişti (Koçak
2003, 2:255). 1943-1944 yılları Türkiye’nin Krom üretimdeki artış ve Almanya’nın
Krom ithali Almanlar’ın son dönemde üstün kalitede silâhların yapımını da beraberinde
getirmiştir. Savaşın ikinci döneminde Almanlar’ın Silâhlanma ve Mühimmat Bakanı
olan Albert Speer, Finlandiya’nın mütareke imzalamasını müteakip 5 Eylül 1944’te
Hitler ve Jodl’a gönderdiği memorandumda “materyaller savaşının Finlandiya’nın Nikel
madenlerinin kaybıyla değil, Türkiye’den gelen kromun kesilmesiyle son bulduğunu”
söylüyordu. Bu gelişme sonucundason Krom stoğu silâh üretimi tam kapasite devam
ettiği takdirde 1 Haziran 1945’e kadar yetecekti. Böylece 1 Ocak 1946’da üretim
tamamen duracaktı (Speer 1998:544).
Speer’in 12 Kasım 1943 tarihli memorandumuna göre, Almanya 21.000 ton (metrik ton)
krom stoklamıştı ve aylık harcaması 3.751 tondu. Türkiye’nin Krom ihracatını kesmesi
sonucunda tahminen 5,6 aylık stoğu kalacaktı. Balkanlar, Finlandiya, Kuzey Norveç ve
Nikopol’ün de elden çıkması halinde Manganez’de 19, Nikel’de 10, Volfram’da 10,6,
Mobildenyum’da 7,8, Silikon’da ise 6,4 aylık stokları kalacaktı. Bu durumda
Almanya’nın en çok başını ağrıtacak maden kromdu. Çok gelişmiş silâh sanayînin
vazgeçilmez ürünüydü olan krom, uçak, tank, motorlu araç, tank mühimmatı, U-bot ve
topçuluğun tüm çeşitlerinde kullanılıyordu. Krom’un Türkiye’den ve Balkanlar’dan
gelişinin birlikte kesilmesi ile bir ila üç ay içinde bu silâhlar cephelerden kalkacaktı
(Speer 1998:431-432).
1 TBMM Zabıtlar Ceridesi DEVRE:VII Cild: 9:96-97.
240
3.2.3. Türkiye’nin Savaşa Girmesini Etkileyen Güneydoğu
Avrupa’daki Mihver Varlığı
Türkiye, Balkanlar’a yapılacak bir Müttefik saldırısı için geniş çaplı bir askerî yardım
malzemesi almaya başladığında, Almanlar bir öngörülü ilk saldırı düzenleyerek bu
çabaları boşa çıkarabilirdi. Bulgarlar ile “Gertrud” durumunu, yani Türkiye’nin
Müttefikler’in yanında savaşa girmesini, Aralık 1942 ile Şubat 1943 arasında
inceliyorlardı.1 Buna göre Türkiye’ye karşı koyabilecek yeteri kadar Alman kuvveti
elde yoktu. Bulgar Ordusu’nun 10 piyade tümeni, bir süvari tümeni ve bir zırhlı tugayı
Almanlar tarafından donatılacaktı. Ancak bu 1943 yaz sonuna kadar mümkün değildi.
Ayrıca bir panzer tümeni, üç panzer grenadier tümeni, 13 ağır topçu bölüğünden oluşan
bir Alman harekât grubu destek olarak gönderilecekti. Bu da yetmezse beş Alman
tümeni daha Bulgaristan’a sevkedilecekti Glasneck:258-259).2 12 Eylül 1943’te Türk
basınında “Sofya’ya Devamlı Surette Alman Kıtaları Geliyor” haberlerinin çıkması
ilginçtir.3
Kahire Zirvesi sonrası İnönü, Mareşal Fevzi Çakmak’ı olağanüstü bakanlar kurulu
toplantısına çağırdı ve TSK’nın durumunu açıklamasını istedi. Çakmak durumun hiç te
iyi olmadığını anlattıktan sonra “Almanlar’ın ölüsü bile bizi yener” demiştir. Türkiye,
1943 sonlarında bile savaşa hazır bir askerî güce uzaktı. 300 uçağın üçte biri
operasyoneldi ve uçaksavar mürettebatı eğitimsizdi. Türk Deniz Kuvvetleri çıkartma 1 Kızılordu’nun Stalingrad’daki karşı-saldırısı sürerken, Japonya’nın Sofya Büyükelçisi Yamaji’nin 11 Aralık’ta ülkesine gönderdiği rapora göre, Aralık 1942’de Bulgarlar da Türkiye’den gelebilecek bir saldırıya karşı hazırlık yapmaya başlamışlardı (Denniston 1998:125).2 Türkiye’nin savaşa girmesi sürekli soru işareti olmuştur. Cemil Koçak, 1943 kışında Almanlar’ın, Türkiye’ye karşı hava, deniz ve kara harekâtına girebileceğini söylemektedir. Almanlar’ın Akdeniz ve Karadeniz’de önemli bir açıkdeniz gücü yoktu. 1940’taki Matapan Deniz Muharebesi’ndeki yenilgilerinden dolayı İtalyanlar’a da bu konuda güvenmiyorlardı. Dolayısıyla Türkiye’ye karşı bir deniz harekâtından bahsedilemezdi. Bölgedeki son büyük çaplı deniz harekâtı ise 1941 Mayıs’ın da Girit’in ele geçirilmesinde olmuş ve harekâtın deniz kesimi tam bir facia ile sonuçlandığından Almanlar Girit’i ağır kayıplarla sadece havadan ele geçirmek zorunda kalmışlardı. Aynı dönemde Stalingrad Bozgunu sonrası cepheye birlik yetiştirmeye çalışan Almanlar, Taman Yarımadası, Demyansk, Leningrad gibi diğer muharebeler de üst üste gelince, bulabildikleri tüm yedekleri Güney Ordular Grubu’nun tutunabilmesi için Ukrayna’ya sevketmişler ve Harkov karşı-saldırısı ile cepheyi zoraki düzeltmişlerdir. Yine aynı dönemde Yugoslavya’daki partizanlara karşı yürütülen harekât daha fazla takviyeye gerek duymakta ve Tunus’a da yeni birlikler gönderilmesi gerekmekteydi. Bu yüzden Demyansk, Taman ve Leningrad’da cereyan eden muharebeler için ihtiyat kalmadığından buralarda gerilemeler yaşanmıştır. Dolayısıyla bu dönemde Almanlar’ın Türkiye’ye karşı önemli bir kara harekâtına girmesi de söz konusu değildir.3 Tan, 12 Eylül 1943 Sekizinci Yıl-No. 2897.
241
yapabilecek durumda değildi. Adalarda üslenmiş Luftwaffe uçakları 24 saat içinde
İstanbul ve İzmir’e ölümcül darbeler indirebilir, sanayi bölgelerini vurabilir ve Ankara
demir yolunu bağlantılarını kesebilirdi. Ayrıca Mareşal, Türk askerlerine yabancıların
komuta etmesinden çekiniyordu (Deringil 1994:225-226) Böylece Bakanlar Kurulu,
1944 Şubat’ında yapılacak askerî görüşmelerin sonucu alınana kadar kesin bir karar
verilmemesi sonucuna vardı (Deringil 1994:236).
Bu dönemde Almanya’nın Türkiye’deki casusluk faaliyetinin kuvvetli olması,
Müttefikler’in Satürn Harekâtı için bir önvuruşu getirebilir, dolayısıyla İngilizler’in bu
planı Türkiye’yi tehlikeden arındırmak yerine, daha çok tehlikeye sokabilirdi. Normal
şartlarda, Türkiye’nin sadece üslerini kullandırması bile Alman işgalini başlatabilirdi.
Almanlar güvenlikleri ne tehdit yöneltilirde tek çare işgal olursa bundan
çekinmiyorlardı. 1940 Nisan-Mayıs’ında Norveç’i ve 1942 Kasım’ında Tunus’u
işgalleri de bunu göstermektir. 1943 başlarında Stalingrad’daki ağır kayıplarına rağmen
Luftwaffe, henüz doğudaki ve batıdaki üstünlüğünü koruyordu. Hava harekâtı daha kısa
ve daha gizli bir konuşlandırma ile gerçekleşebileceğinden ya da
desteklenebileceğinden, bu dönemde Türkiye’yi Almanlar tarafından tehdit edecek bir
saldırı gelirse bu sadece havadan olabilirdi. 1943’ün ikinci yarısından başlayarak
Balkanlar’da Türkiye’ye yönelmesi muhtemel tehdit Alman ve Bulgar hava
kuvvetlerinden kaynaklanabilirdi ki, bu dönemde bu iki gücün yeterli saldırı gücüne
sahip olmadığını Türkiye de, Müttefikler de bilemezdi. Ayrıca Ploesti’ye yapılan
Amerikan akınlarında verilen kayıpların ağır olması da Türkiye’yi korkutmuş olabilir.
1943 sonbaharında Ege Adaları’ndaki bozgun, İngilizler’e 5.000 asker, dört kruvazör ve
yedi destroyere malolmuştur (Glasneck:245-246). Kaldı ki, Alman paraşütçüleri bu
adalara havadan müdahale etmişlerdi. Türkiye, haklı olarak 1943 sonbaharında bile
Luftwaffe’nin İstanbul’u ani bir baskınla bombalamasından korkuyordu (Denniston
1998:90-91). 1944 başında ise İtalya’da yapılan Anzio Çıkartması yüzünden, Almanlar
Balkanlar’daki yedeklerini İtalya’ya göndermişti. Böylece “Gertrud” için karşı-vuruş
yerine sadece savunma seçeneği söz konusu olabilecekti (Glasneck:280).
242
Alman Savaş Bakanı’nın Berlin Büyükelçiliği Deniz Ateşesi Kurmay Albay Sururi
Akalın’a söylediğine göre, Kırım’ın tahliyesi sırasında Ruslar sadece denizaltılar,
hücumbotları ve hava filoları ile engellemede bulunmaya çalışmışlar, Rus Karadeniz
Filosu’nun asıl kuvveti ise Poti ve Batum limanlarından ayrılmamışlardır.1 Bundan
Ruslar’ın da Türkiye gibi 1944 baharında hala bölgedeki Alman hava gücünden
çekinmekte olduğu ya da Almanlar’ın Türkiye’nin bu şekilde düşünmesini istediği
sonuçları çıkarabilirdi. Savaş Bakanı ayrıca Ruslar’ın yıpratma savaşlarında ağır
kayıplara uğradıklarını, sonuç alabilmek için nihaî taarruzda başarılı olamazlarsa bir
daha saldırmayacaklarını sandıklarını belirterek, Doğu Cephesi’nin sabitlenmesi
olasılığı üzerinde durmuştur.
Türkiye’nin Boğazlar’ı Müttefiklere açması halinde bile, boğazlardan geçecek
konvoylar Girit, Ege Adaları ve Yunanistan’daki hava üslerindeki Alman filolarının
tehdidi altında olacaktı. Bununla birlikte Akdeniz’de konvoyların Atlantik’teki gibi
geniş yüzeyde saklanma olanağı olmadığından, artırılacak denizaltılar ve Orta Akdeniz’i
kapsayan hava gücü sayesinde daha kolay bir hedef oluşturması olanaksızdı.
Berlin Büyükelçisi tarafından 5 Haziran 1944’te Dışişleri’ne gönderilen raporda ise,
Almanlar’ın yakında Bulgaristan’ı işgal edebileceği, Batılı Müttefikler’in hava gücünün
Alman işgalindeki bölgelerde hava hakimiyeti kurdukları, Almanlar’ın Sovyet
saldırısını Lemberg Cephesi’nden bekledikleri, gece yapılan hava saldırılarının yerlerini
gündüz saldırılarına bıraktığı, Almanlar’ın yiyecek ve giyecek stoklarının yeterli
oldukları, Alman halkının hava bombardımanlarına alıştığını, her şeye rağmen
Almanya’nın hava bombardımanı ile yıkılamayacağını iletmiştir.2
Knatchbull-Hugessen, 21 Haziran 1941’de Dışişleri’ne Yunanistan, Yugoslavya ve
Girit’teki Luftwaffe’nin etkisinin Türkiye’nin saldırmazlık paktı imzalanmasında
başlıca etmen olduğunu belirtmişti (Deringil 1994:146). Tanka gerekli önemi vermeyen
Türkler, uçağa tersine fazla önem veriyorlardı. Çünkü her şeyden önce dünyada ilk
savaş uçağı kullanan hava kuvvetlerine sahip olan birkaç ülkeden biriydi. Birinci Dünya
Savaşı sonuna kadar yaklaşık 400 kadar uçağa sahip olmuş, savaş sonrası da Atatürk’ün 1 14 Mayıs 1944 tarihli rapor, BCA: 10.232.563.20.2 BCA: 10.232.563.19.
243
özellikle önem vermesi sayesinde hava kuvvetlerine hem tedarik, hem de üretim
konusunda öncelik vermişti. Ancak Türkiye’nin, ekonomik durumu ve sanayi alt
yapısındaki yetersizlik, uçak tedariğini çıkmaza sokmuş, elindeki uçakların hızla
eskidiği iki savaş arası dönemde havacılıkta yaşanan gelişmelere ayak uydurmasını
önlemişti. Dolayısıyla savaş boyunca Türk Havacılığı hep geriden gelmeye çalışmıştır.
Türkiye, havacılıkta Almanlar ile başa çıkamayacağını bildiğinden, Luftwaffe ile
muharebeye girme konusunda sürekli çekinser kalmıştır.
3.2.3.1. Güneydoğu Avrupa’da Luftwaffe’nin Gücü
24 Haziran 1941’de 3.428 operasyonel uçağa sahip olan Luftwaffe’nin Luftflotte 1, 2 ve
4 Doğu Cephesi harekâtlarına ayrılmışken, Luftflotte 5 İskandinavya’da, Luftflotte 3 ise
Fransa’da konuşlandırılmıştı. Yunanistan, Güney İtalya, Kuzey Afrika ve Girit ise
Fliegerkorps X’un kontrolüne verilmişti. Ancak bu kuvvet ağırlıklı olarak
Afrikakorps’un harekâtına yönlendirilmişti. Aynı durum 1942’de de devam etti. Ancak
sene içinde Luftwaffenkommando Süd Ost (Lwkdo Süd Ost) kuruldu ve Luftflotte 2’nin
yerini aldı. Fliegerkorps X’un yerini ise Luftflotte 2 aldı. Almanya’da kalan filolar ise
Luftwaffenbefehlshaber Mitte (LwB Mt) altında birleştirildi. 27 Haziran 1942’de
Luftwaffe’nin operasyonel gücü 3.500 idi (Price 1997:43,58-59).
17 Mayıs 1943’te Luftwaffe’nin toplam 4.641 uçağı operasyonel durumdaydı. Luftflotte
1, 4 ve 6 Doğu Cephesi’nde, Luftlotte 5 İskandinavya’da, Luftflotte 3 Fransa’da,
Luftflotte 2 İtalya’da, Lwbh Mitte Almanya’da bulunurken, Luftflotte 2’nin yerine
Balkanlar’da Lwkdo Süd Ost konuşlandırılmıştı. Lwkdo Süd Ost, Yogoslavya,
Arnavutluk, Romanya, Bulgaristan, Yunanistan ve Girit’in korunmasını üstlenmişti
(Price 1997:74).
244
Tablo 1: Mayıs 1943’te Lw Kdo Süd Ost’un uçak envanteriUçak Toplam Operasyonel AçıklamaBf 109 40 40 AvcıJu 87 40 39 Pike-BombardımanJu 88 49 39 Orta Bombardıman (keşif olanlar 12/7)He 46 15 11 Çift kanatlıHs 126 11 6 Çift kanatlı keşifAr 196 8 6 Deniz uçağı
(Price 1997:86)
Görüldüğü gibi, gerçekte Luftwaffe’nin Türk şehirlerini tehdit edebilecek uçaklar 40
avcı, 39 pike-bombardıman ve 32 orta-bombardıman uçağı ile sınırlıydı. Bunlar saldırı
ya da baskın gibi bir görev için son derece yetersizdi. Bunlara İtalyan bölgedeki uçakları
da eklenebilir. Ancak her halikarda Almanlar’ın Güneydoğu Avrupa’da Türkiye’yi
tehdit edebilecek ciddî bir hava gücü yoktu. Romen ve Bulgar filolarının bunlara
katılması da ancak marjinal bir güç artışı sağlayabilirdi. Kaldı ki, Yugoslavya’da
artmakta olan partizan harekâtı, Romanya’nın petrol havzalarının havadan korunması
ihtiyacı ve Balkanlar’a yönetilmesi muhtemel bir çıkartma tehdidinin doğurduğu
ihtiyaçlar, Luftwaffe’nin elindeki bu gücü Balkanlar boyunca yaymasına yol açmıştı.
1943 yılında Almanlar havadaki üstünlüklerini henüz koruyorlardı. Ancak 1943’ün
ikinci yarısında Almanya’ya yapılan Amerikan hava akınları da ağır zayiata rağmen
sürdürülüyordu. 1944 Şubat’ında Amerikalılar bir hafta süren ve tarihe “Big Week”
olarak geçen bombardımanlarda Luftwaffe’nin batıdaki avcı gücünü bizzat üstüne
çekmiş ve verdikleri ağır kayıplara rağmen, Luftwaffe’nin uçak kayıpları yerine
konulması güç olduğu için hava savaşlarında dönüm noktası olmuştu. Başka bir deyişle,
“Big Week” Almanya Hava Savaşı’nın “Kursk’u” oldu ve bu kayıpların giderilmesi
diğer bölgelerdeki filolara gönderilecek uçak ihtiyatını tamamen sekteye uğrattı.
31 Mayıs 1944’te 4.928 operasyonel uçağa sahip olan Luftwaffe’nin bu olumsuz
gelişmeye rağmen Luftflotteler’indeki tek değişiklik, Luftwaffenbefehlshaber Mitte’nin
Luftflotte Reich olarak Almanya’nın savunmasına devam etmesi olmuştur.
245
Tablo 2: Mayıs 1944’te Lw Kdo Süd Ost’un uçak envanteriUçak Toplam Operasyonel AçıklamaBf 109 77 56 Avcı (15’i gece avcısı, biri keşif)Ju 88 16 16 Orta-bombardımanJu 87 7 7 Pike-bombardımanDo 217 15 11 Orta-bombardıman (hepsi gece avcısı)Bf 110 12 10 Çift-motorlu avcı (keşif görevli)Ju 86 2 1 Orta-bombardıman (hepsi keşif)Ju 88, Ju 188 14 8 Orta-bombardıman (keşif görevli)C.R.42, Ca 314, Ju 87, He 46
29 25 Gece bombardıman grubu
Hs 126 8 5 Çift kanatlı (keşif görevli) Ar 96 48 37 Deniz uçağı (keşif görevli)Ju 52 104 95 NakliyeMe 323 21 13 Ağır Nakliye
Bunlara ilaveten, çok az miktarda Do 17, Do 215 orta bombardıman uçaklarının keşif
modellerinden mevcuttur (Price 1997:126-127).
1943’teki envanterle karşılaştırıldığında, Almanlar’ın Balkanlar’daki saldırı gücünü
kısarak, savunma ve keşif gücünü artırmaya gittikleri görülmektedir. Ek olarak, çok
sayıda nakliye uçağının gelmesi de, 1943 sonlarında Ege’deki paraşütçülerin indirilerek
İngilizler’in bozguna uğratıldığı harekâtların bir sonucudur. Bu uçakların 1944 yazına
girilirken hala Balkanlar’da tutulması ise, Almanlar’ın acil bir durumda adaları hızla
boşaltacaklarını göstermektedir ki, bu çekilme 1944 sonbaharında yaşanmıştır. Ayrıca
Tito’nun yakalanması harekâtı sırasında da bunlardan paraşütçü indirilmiştir. Keşif
uçaklarının artırılmış olması da, Almanlar’ın karşı tedbir uygulamalarını 1943
sonbaharında Ege’de yaşanan çatışmalar sonrası artırdığının bir göstergesidir. Bu arada
40 kadar gece avcısı uçağının konuşlandırılması da, gece bombardımanlarına veya
partizanlarla irtibat ya da keşif amaçlı gece sızmalarına karşı tedbir alındığını
göstermektedir.
3.2.3.2. Bulgar Hava Kuvvetleri (Vozdushni Voiski)
1941’de Bulgar Hava Kuvvetleri’nde toplam 561 uçak bulunmaktaydı. Ancak bunların
71’i modern sayılabilecek Alman uçaklarıydı. Bunların da 18’i Bf 109E avcı ve 18’i Do
246
17 bombardıman uçakları olup, kalanı eğitim, nakliye ve irtibat görevli olanlardı.
Toplam 561 uçağın ise 411’i operasyonel durumdaydı.
Almanlar, 1942 Aralık’ında Bulgarlar’a daha modern uçak gönderme kararı aldılarsa da,
bunu 1943 baharına kadar gerçekleştiremediler. Belli ki, Luftwaffe’nin Stalingrad’da
uğradığı kayıpların etkisi kendini hissettiriyordu. Bunun üzerine Fransızlar’dan ele
geçmiş olan uçaklara yöneldiler.
1 Ağustos 1943’teki Tidal Wave Harekâtı’nı karşılamak için havalanan eski Avia B-534
çift kanatlıları hızlı tırmanamadıkları gibi, Bulgar pilotların da oksijen maskeleri yoktu.
Geri dönüş yollarında dağılmış olan Amerikan B-24 Liberator bombardıman uçaklarını
yakalamayı başarsalarda etkisiz kaldılar. Ancak bu arada havalanan diğer bir grubun Bf
109E’leri üç B-24’ü düşürmeyi başardılar. 21 Ekim, 24 Kasım ve 10 Aralık 1943
tarihlerinde Sofya’ya akınlar düzenlendi. Müttefik akınları etkisini gitgide artırıyordu.
Her iki taraftan da ciddî kayıplar olmadı. 20 Aralık’ta Sofya’yı hedef alan son akına 110
müttefik uçağı katıldı. Bulgarlar dört uçak kaybederken, 12 Amerikan uçağını
düşürdüklerini rapor ettiler (Neulen 2000:158-164).
Amerikalılar, 1944’te Bulgar uçaklarının sadece % 30 kadarının operasyonel olduğunu
tahmin ediyorlardı (Neulen 2000:149). Ocak ve Şubat 1944’te Almanlar, Bulgarlar’a
önemli sayıda uçak gönderdiler. 10 Ocak 1944’teki “Kara Pazartesi”, en az 180
Amerikan bombardıman uçağı kuvvetli bir eskort desteği ile Sofya’ya akın ile başladı.
70 Bulgar ve 30 Alman uçağı önlemeye kalktılarsa da, 80 Müttefik uçağı Sofya üzerine
bombalarını bırakmayı başardılar. 4.150 ev yıkılırken, 750 kişi öldü ve 710 kişi de
yaralandı. Sekiz bombardıman ve beş P-38 eskort düşürülebilmişti. Bu iki dalgalı
akından sonra Sofya’da yaşayan 300.000 insan şehri terk etti, okullar ve kamu binaları
kapandı. İki hafta sonra bile şehirdeki yaşam normale dönmemişti. 23 Ocak’ta
Bulgaristan’daki Alman Büyükelçiliği, Dışişleri’ni Bulgar Hükümeti’nin kendini
kaybettiği ve tepkisinin zayıfladığı konusunda uyardı. Sivil servisin büyük
çoğunluğunun şehri şehri terk etmesinden dolayı yardım faaliyetleri, elektrik, su ve
telefon hizmetleri aksıyordu. Dükkanlar ise hala kapalıydı.
247
16, 17 ve 29 Mart’ta Sofya’ya yeniden Müttefik hava saldırıları düzenlendi. Ancak 450
B-17, B-24 v Halifax ağır bombardıman uçağının 150 P-38 Lightning eskort desteğinde
yaptığı dev akın 30 Mart’ta gerçekleşti ve bunları 73 Bulgar avcısı karşıladı.
Bombardımanda Sofya’da 2.000’i aşkın yangın çıktı. Müttefikler sekiz bombardıman ve
iki avcı uçağı kaybettiler. Bulgar filosuna sonradan katılan Avia 135 av-eğitim
uçaklarının düşürdüğü B-24 te bu sayıya dahildir. Bulgar kaybı ise beş uçak ve üç
pilottu. İki Bulgar uçağı da zorunlu iniş yaptı. 17 Nisan’da 350 B-17 ve B-24 ağır
bombardıman uçağı ve 100 eskort Sofya’ya son saldırıyı gerçekleştirdi. O zamana
kadar eskort olarak verilen P-38’ler ile başedebilen Bulgar avcıları ilk kez üstün P-
51’ler ile karşılaştılar. Zorunlu iniş yapan üç uçakla birlikte toplam 12 Bulgar uçağı
düşürüldü. Bir adet ağır bombardıman uçağı ile bir de P-51 avcı uçağı düşürülebilmişti.
1 Mayıs, 1944’te, tüm kayıplara rağmen Bulgar Hava Kuvvetleri 500 uçak ve 13,500
personele sahipti ve bunlarda 250 uçak ve 5.400 personel doğrudan cephehattı
hizmetindeydi. Bulgar Hava kuvvetleri’nin belkemiğini ise Almanlar’da aldıkları 145
Bf 109G avcıları oluşturuyordu. Romanya’daki Ploesti’ye ya da Bulgaristan’daki çeşitli
hedeflere yapılan akınlar devam etti. 18 Mayıs-26 Ağustos 1944 tarihleri arasında
Bulgarlar, 15 Müttefik bombardıman uçağı ile dört P-38eskort düşürürken, dördü
zorunlu iniş olmak üzere toplam sekiz uçak kaybettiler. 26 Ağustos’tan sonra
Bulgaristan’a Müttefik hava bombardımanı düzenlenmedi.
6 Nisan 1944’ten aynı yılın Ağustos sonuna kadar Müttefikler Bulgaristan’da 187
yerleşim merkezini bombalamışlar, 12.000 bina yıkılırken 1.828 insan ölmüş, 2.370’i de
yaralanmıştı. Bulgar hava savunmasını oluşturan 6. Avcı Alayı 53 uçak düşürmüş,
71’ini de hasara uğratmıştır. Zaman zaman 20:1 oranına varan Müttefik üstünlüğü
karşısında bu sayılar sadece 66 Bulgar pilotu tarafından başarılmıştır. Bulgaristan’a
yöneltilen terör bombardımanları, Bulgar halkının buna karşı Alman halkı kadar vakur
olamayışına rağmen amacına ulaşmamıştır. Ağustos 1944 sonunda Bulgar Hava
Kuvvetleri’nin 186 operasyonel cephehattı uçağı vardı ve bunların 70’i avcıydı.
9 Eylül’den sonra Komünistler 18.000 sözde Faşist görevliyi yok ederken, 3.000
kadarını da sonraki yıllarda ortadan kaldırdılar. Kurbanların sayısı kanlı tasfiye ile
50.000’e ulaştı. 28 Eylül 1944’e gelindiğinde, Bulgar Hava Kuvvetleri’nin elinde
248
toplam 160 uçak kalmıştı ki, bunların 105’i operasyoneldi. Bu uçakların 109’u
Almanya’dan gelenlerden arta kalanlardı. Hava savunması için ellerinde 36 Bf-109G-6
ve 17 Dewoitine D.520 avcı uçağı kalmıştı ki, bunların sadece 29’u operasyoneldi
(Neulen 2000:165-169).
1944 yazının sonlarına kadar, Bulgaristan üzerinde 187 Batılı Müttefik havacı ölmüş,
69’u daha hastanelerde can vermiştir. 329 havacı ise Bulgaristan’da esir edilmiştir.
Bulgar uçakları 53 İngiliz ve Amerikan uçağını düşürürken, 71’ini de hasara
uğratmışlardır (Neulen 2000:149). Bulgar Hava Kuvvetleri’nin avcıları ise savaş
boyunca hava çarpışmalarında 24, zorunlu iniş sırasında ise 18 olmak üzere, toplam 42
uçak kaybetmişlerdir (Neulen 2000:166).
Görüldüğü gibi Türkiye’nin Müttefik yanlılığı dönemi boyunca Bulgar Hava
Kuvvetleri’nin Türkiye’ye tehdit yöneltebilecek hali yoktu. Almanya Hava Savaşı’ndaki
talihsizlikler ve Doğu Cephesi’nde sürekli artan ekipman ihtiyacı, Almanlar’ın
Bulgarlar’a modern ekipman sağlamasını da engellediğinden buradaki hava gücünün
Türkiye üzerinde tehdit oluşturması olanaksızdı.
3.2.4. Türk Dış Politikası’nın Kararlılığı
Savaşlardan yorulmuş bir imparatorluğun mirasçısı olan Türkiye, her ne pahasına olursa
olsun barıştan yana olmuştur. Ancak askerî gücü yetersiz olduğu için, barışı korumak
için gereken caydırıcılığı dış politika yoluyla elde etmeye çalışıyordu. Bunun için
1930’lu yıllarda Balkan Paktı’nda yer almış ve güçlü olarak bildiği İngiltere ile
Fransa’ya yanaşmıştı. Sovyetler Birliği ile iyi geçinme eğilimindeydi. Hatta savaştan
önce Karadeniz Paktı gibi bir proje bile düşünülmüş, ancak sonuç alınamamıştı.
Türkiye’nin savaşın başındaki güçten yoksun durumu belki de Türkiye’yi savaşmaktan
kurtaran bir başka etmendir. Çünkü bir ülkenin savaşa müttefiklerle girebilmesi için ya
müttefiklerin çok güçlü olması ya da ülkenin kendisini savunacak kuvvete sahip olması
gerekir. Almanya’yı safdışı bırakmaktan yoksun kalan İngilizler ile ittifak kurmuş olan
Türkiye, diğer yandan Almanya ile de saldırmazlık paktı imzalayarak, belki de hem
249
Savaş Tarihi’nde, hem de Diplomasi Tarihi’nde ilk kez iki tarafla antlaşma imza atarak
“etken tarafsızlık” politikasını uygulamaya başlıyordu.1 Buna karşın Hitler, Türk-İngiliz
Antlaşması’nın fiilen bittiğini düşünmekteydi (Gerede 1994:396).
1941 baharında Almanlar Balkanlar’ı ele geçirdiğinde, Türkiye doğal bir “tampon
bölge/devlet” olarak ortaya çıkmıştı. Almanya saldırsa Boğazlar konusunda zaten sözde
muhafız olan Sovyetler’in güneyden güvenliği tehdit altına girecekti ki, bu da
Türkiye’ye bir Sovyet müdahalesi olasılığını getirebilirdi. Bununla birlikte İngiltere ile
hala dost gözüken Türkiye’ye Hindistan’daki İngiliz birlikleri kaydırılabilir, bu da
dağlık alanın sağladığı doğal savunma alanları sayesinde, Türkiye’de Almanya’ya karşı
kuvvetli bir Müttefik tahkimatı kazandırabilirdi. Bu dönemde İngilizler’in eksiği asker,
Türkler’in eksiği ise ekipmandı ve askerî açıdan bu iki ülke birbirini tamamlayarak
kuzeydeki ve güneydeki dağ sıralarını tutabilirlerdi. Sovyetler’in Türkiye’ye girmesine
de Almanlar hoş gözle bakmayacaklar ve büyük ihtimalle Boğazlar’ı Anadolu’daki
köprübaşlarıyla birlikte ele geçirirlerdi. Aynı şekilde İngilizler yine müttefik olarak
Türkiye’yi kazanmış olurdu. Ancak bir farkla; batıda Almanlar yerine doğuda Sovyet
birlikleriyle çarpışacaklardı ki bu da İkinci Dünya Savaşı’nın kaderini tamamen
değiştirecek bir olay olurdu. Bu durumda Türkiye, doğrudan Müttefik desteği alan bir
Polonya’nın durumuna benzerdi. Fransa’dan sonra İngiltere’nin yanlız olduğunu
düşünürsek, bu durumda en büyük müttefik Türkiye olacaktı ki, Türkiye’ye gelebilecek
bu tür bir müdahaleye ABD'nin tepkisinin ne olacağını kestirmek te zordur. Öngörülü
bir İngiliz müdahalesi ise, Ortadoğu’ya yönelik Alman ve Sovyet tehdidini
doğuracağından ancak siyasî bir intihar olurdu. Zaten İngilizler -her ne kadar başarılı bir
harekât sürdürmekte olsalar da- Irak’ta Mihver yanlısı Raşit Ali Geylani’nin güçleriyle
uğraşmaktaydı ve Irak’a yardım için transit yollarını açan Vichy Hükümeti’nin
Suriye’deki topraklarını ele geçirmesi 1941 Temmuzu’nu bulacaktı. Kısacası Türkiye,
uluslararası platformun adeta süngeri gibi tüm siyasî baskıları en aza indirebilen bir
jeopolitik konuma sahipti. Savaş’ın denge noktasıydı ve bu da Türk Dış Politikası
stratejisinin “Denge Politikası” olarak belirlenmesi için büyük bir fırsattı. Bu politika
durumu tetkik eden uzmanlar için tehlikesiz, dışarıdan bakıldığında ise ülkenin bıçak
1 21 Haziran 1941’de, henüz savaşa girmemiş olan ABD’nin Ankara Büyükelçisi John Van A. MacMurray, Türk-Alman Paktı’nın imzalanması üzerine Menemencioğlu’na “Tarihte yeni bir sayfa açtınız” demiştir (Arcayürek 1987:132).
250
sırtında olduğu izlenimini veren bir özelliğe sahipti. Türkiye bu sayede sadece savaşta
barışı yaşamayı sürdürmekle kalmamış, ordusunu da donatmıştır.
1942’de Ruslar yeniden gerilemeye başladıktan sonra bile İnönü, Nafi Atıf’a
“Tezimizde İngiliz ve Amerikalılar bizi bütünüyle desteklemektedirler. Büyük söylemiş
olmayayım, savaşlı ya da savaşsız, bu tehlikeli durumdan ulusal onurumuzu
zedelemeden çıkacağız. İşin utanılacak yönü Ruslar’ın olacaktır” diyerek bir Türk-Rus
Savaşı olsa bile Batılı Müttefikler ile savaşmayacağını vurgulamıştır (Barutçu
1977:316). Ancak Türkiye’nin savaşa girmeyişi Almanya’nın da işine yaramıştır.
Gerede, Türk-Alman dostluğunun düğüm noktasının, Boğazlar’ın Türkiye’nin elinde
olmasının Almanlar’ın da çıkarına olduğunu açıklamıştır (Gerede 1994:273). Ahde
Vefa ilkesine uymaya kararlı olan Türkiye, dış politikasındaki usta manevraları
sayesinde, çatışma yaratması beklenen bu mevzuyu uluslararası politikaya uydurmasını
bilmiştir.
Menemencioğlu “Dış politikamızın hedefi, sonuna kadar geleceğimizi kendi kendimize
belirlemek amacını korumaktır. Savaşa katılsaydık, geleceğimizi kendi kendimize
belirleme hakkını yitireceğimizden, ülkemin bundan hiçbir şey kazanamıyacağından
eminim” demiştir. Gerçekten de Türk Dış Politikası savaş boyunca bu çizgide
yürümüştür. 1939 ve 1940’ta savaşa girme konusunda İngilizler’e, 1941 ve 1942’de
Almanlar’a 1943 ve 1944’te de Müttefikler’e direnmiş, önüne atılan küçüklü büyüklü
yemleri geri çevirmiştir. Menemencioğlu: “Biz benciliz ve yalnızca kendi çıkarlarımız
için savaşırız”, “Buna göre biz, bu savaşın karşıt yanlardan birinin öbürünün kesin
yenilgisiyle sonuçlanmasını istemiyoruz… Türkiye’nin çıkarları, görüşme yoluyla
varılacak bir barışa yönelmiştir” (Weisband 2002:37-38 ve Uğurlu 2003:225).1
Doğu Cephesi’ndeki harekâtlara bağlı olarak gelişen Alman Dış Politikası ile Türk Dış
Politikası genellikle uyumlu, Sovyet Dış Politikası ile Türk Dış Politikası ise genellikle
zıttır. Galibiyet ve mağlubiyet safhalarında Alman-Türk ilişkileri, Almanlar tarafından
tek düze bir şekilde olumlu olarak sürdürülürken, Sovyet Türk ilişkilerinin Doğu
Cephesi’ndeki harekâtların yönüne bağlı olarak dalgalanması, Türkler üzerinde
1 10 Eylül 1942 tarihli bir Alman Dışişleri Bakanlığı Belgesi’nden...
251
güvensizlik yaratmıştır. Bununla birlikte Mihver ile Müttefikler arasındaki çekim
gücünün etkisi Türk Dış Politikası’nda adeta bir sarkaç etkisi yapmış, başka bir deyişle
Türkiye’nin dış politika sarkacı önce Müttefik tarafına yakınken, bir süre sonra Mihver
tarafına kaymış, sonra tekrar Müttefik tarafına geri gitmiştir.
3.3. TÜRKİYE’NİN SİYASÎ TUTUMUNUN DOĞU CEPHESİ
HAREKÂTLARINA BAĞLI OLARAK FARKLILAŞMASI
Doğu Cephesi’ndeki çarpışmalar gelişirken, Türkiye de tarafların aldıkları vaziyet
doğrultusunda genelde üstünlük kuran tarafa yanaşmıştır. Barbarossa Harekâtı’nın
başladığı gün tarafsızlığını açıklayan Türkiye, 23 Şubat 1945’te Almanya ve Japonya’ya
savaş ilan edene kadar tarafsızlığını resmen sürdürmüştür. Ancak fiilen, 1941 yazından
sonra Almanya’ya yaklaşmaya başlayan Türkiye, 1943’teki Kursk mağlubiyeti ile hızla
Müttefikler’in yanına kaymaya başlamıştır. Stalingrad Bozgunu ile Kursk Saldırısı
arasındaki dönemdeki belirsizlik ise Türkiye’yi bir yandan Müttefik tarafına hızla
kaymasını hazırlayacak bir hazırlık dönemi gibidir. Bununla birlikte 1943 yazına kadar
Türkiye ile Almanya arasındaki çeşitli çıkarlar, Türkiye’nin Almanya’ya yakın olmasını
getirmekteydi. Bu yüzden Türkiye, Doğu Cephesi’ndeki olaylar ile çok yakından
ilgileniyor, hem askerî, hem de siyasî gelişmeleri yakından takip ediyordu. Doğu
Cephesi olaylarını büyük bir önem vererek seyreden İnönü, bir defasında “Bezik
oyununu seyredenler de oynayanlar kadar heyecan duyarlar” demişti (Barutçu
1977:188).
3.3.1. Türkiye’nin Tarafsızlığı (1941)
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, Doğu Cephesi’nin açıldığı gün aldığı kararla
tarafsızlığını beyan etmiştir.1 Doğu Cephesi’nin açılması, Türkiye’yi o an için son
derece rahatlatacak bir haberdi. Alman-Rus Savaşı Türkiye’de bayram havası yaratmış,
tüm kalpler Almanlar’ın zaferi için çarpmaya başlamıştır. Herkes birbirini kutluyor,
1 BCA: 18.48.29.1941, 22/6/1941.
252
bayramınız kutlu olsun diyordu. Barutçu, 22 Haziran öğleden sonrası Dışişleri Bakanı
Saraçoğlu’na “Siyasal gazanız kutlu olsun” dediğinde, “Hepimizin!” yanıtını almıştır
(Barutçu 1977:206). Geçici de olsa, Türkiye şimdilik savaştan kurtulmuştu. Türkiye’nin
tehdit olarak algıladığı dünyanın en güçlü iki ülkesinin savaşa tutuşmuş olması, Türkiye
için adeta nimetti. Doğu Cephesi’ne yönelik Türkiye’nin görüşlerini İtalyan Büyükelçisi
De Peppo, “Türkiye’nin ideali son Alman askerinin son Rus cesedinin üstüne düşmesi
olacaktır” diyordu (Deringil 1994:169). MacMurray de benzer şekilde, “Temmuz
1941’de savaşı Sovyetler kazanırsa, Moskova Türkleri dikkate almadan yararlarını
koruyacak. Almanlar kazanırsa, Süveyş’e inmek için ya Türkiye üzerinden geçecekler
ya da İran ve Irak’a girecekler. Her iki sonuç ta Türkiye’yi izole edecek. Bu nedenlerle
Alman-Sovyet savaşının her iki tarafı güçsüz duruma getirinceye dek sürmesinden
yanalar” diyordu (Arcayürek 1987:141). Reichstag’daki bir söylevinde Türkiye’nin
tarafsızlığını öven Hitler, “Türkiye Büyük Savaş’ta bizim müttefikimizdi. Savaşın kötü
sonucundan, bu ülke de bizim kadar etkilenmiştir. Yeni Türkiye’nin büyük ve dahi
yaratıcısı, talihin bir başına bıraktığı ve kaderin korkunç bir çöküntüye uğrattığı o
zaman ki müttefiklerine, kalkınmak için ilk görkemli örneği vermiştir. Şimdi de
yöneticilerinin davranış biçimiyle Türkiye’nin kendi kararıyla bağımsızlığını
korumasına karşılık, Yugoslavya İngiliz entrikalarına kurban oldu” demiştir (Barutçu
1977:192).
Barbarossa başladıktan sonra Churchill’in Birinci Dünya Savaşı’nda Rusya’ya verilecek
olan payın Boğazlar olduğu yönündeki açıklaması TBMM’de büyük tepki almıştır
(Barutçu 1977:171). Menemencioğlu, Knatchbull-Hugessen’e, 23 Haziran 1941’de,
İngiltere’nin Sovyetler Birliği ile ittifak yapmayacağını umduğunu söylemiştir (Koçak
2003, 1:696). Sir Stafford Cripps ile Molotov, 12 Temmuz 1941’de Almanya’ya karşı
ortak hareket etmek amacıyla antlaşma imzaladılar (Gerede 1994:375). İngiltere ile
Rusya’nın acilen imzaladığı bu Ortak Hareket Antlaşması’na göre Sovyet Birliği’ne
batıdan gelecek yardım göre Boğazlar’dan geçirilecekti. Ancak Türk-Alman
Saldırmazlık Antlaşması uyarınca bunu Türk hükümeti kabul etmedi.Bu yüzden yardım
rotası Basra’ya kaydırıldı. Bunu da Ağustos’ta İran’ın Rusya ve İngiltere tarafından
253
işgali izledi.1 Bunlar yetmiyormuş gibi, İngilizler Rusya’ya ne kadar çok dostluktan söz
ederlerse, Türklerin de İngilizler’e karşı besledikleri dostluk duygusu aynı oranda
azalıyordu (Weisband 2002:134). İngilizler’in bu ikilemde öncelikle tuttukları
tarafkenilerine savaşı kazandırılabilecek tek güç olan Rusya olacağından, bu da
Türkiye’yi Mihver kampına itebilecekti. Dolayısıyla Alman ordularının üstün olduğu
durumda Türkiye’ye karşı sesini yükselten Sovyetler Birliği’nin Türkiye’ye yönelik dış
siyaseti bu açıdan bakıldığında tutarlıdır. İran’ın işgalinden altı gün önce İngiliz ve
Sovyet elçileri Türk Hükümeti’ne Türkiye’nin toprak bütünlüğüne ve egemenliğine
saygı gösterileceğine dair güvence notaları verdiler (Deringil 1994:153). Ancak İran’ın
işgalinde İngiltere gibi sözde ilkelerle hareket eden bir ülkenin çıkarları doğrultusunda
bu ilkeleri gözardı edebileceği görülmüştür (Deringil 1994:119).2
Knatchbull-Hugessen, 13 Temmuz 1941'de yolladığı raporda, Mareşal Fevzi Çakmak’ın
İngiliz Hava Ataşesi’ne Almanya’nın Sovyetler’e karşı savaşta gücünü yıpratacağını
söylemiş ve aksi takdirde “Almanya, Rusya’ya karşı kısa zamanda zafere ulaşırsa
kurban edilme sırası bize gelecektir…” demişti (Deringil 1994:148).
Barbarossa Harekâtı’nın başlaması ie Türk-Alman işbirliği birçok açıdan gelişmekte
dönemine girmiştir. Örneğin Balkanlar’daki Alman varlığı yüzünden Meriç’te
Türkler’in havaya uçurdukları köprülerin yapılması için görüşmeler 1941 Temmuz’unda
olumlu sonuçlanmış ve Ankara’da bunun üzerine anlaşma imzalanmıştır. Gereken
malzeme ise Almanya’dan getirilecekti (Koçak 2003, 1:605).
4 Ağustos 1941’de imzalanan Atlantik Şartnamesi ile ABD savaştaki yönünü henüz
savaşa girmeden belirlemişti. Dolayısıyla Türkiye, Doğu Cephesi’ndeki ilk iki ay
boyunca hızla süren Alman zaferlerinin artmakta olan etkisi dışında hesaplara yeni bir
siyasî aktörü daha katmak zorundaydı. 1941 Ağustos’unun sonlarında İnönü, İngiliz
Büyükelçisi’ni sert bir şekilde uyararak “Eğer Türkiye’nin Almanya ile İngiltere
arasında sağlam olarak kalması, İngiltere’nin çıkarı gereği ise, bir an önce yardım
sözlerini gerçekleştirmelisiniz” demiştir. İnönü, ertesi gün de tedavi için ülkesine
1 İngiliz-Sovyet İttifakı’nın süresi 20 yıldı. (Barutçu 1977:253). Bu ittifak Türk kamuoyunu Almanlar’a yönlendirmiştir (Barutçu 1977:256).2 O sıralar İran’daki Türk nüfusunun 5 ila 9 milyon arasında olduğu söyleniyordu (Barutçu 1977:237).
254
dönecek olan Alman Büyükelçisi’ni kabul edince şüphesiz İngilizler, Türkler’in
Almanlar’ın yanına kaydığını düşünmüşlerdir (Barutçu 1977:234).
20 Ağustos 1941’de Wolfschanze’ye giden Gerede, Sovyet Ordusu’nun büyük
bölümünün tamamen yok edildiğini ve Ruslar’ın beş milyon asker kaybederken iki
milyon da esir verdiklerini öğrenmişti. Bu arada Almanlar da, Molotof’un Bulgaristan
ve Türkiye üzerine taleplerini açıklamış ve Doğu Cephesi’nin bunun üzerine açıldığını
bildirmişlerdi. Hitler, Gerede’ye Almanya’nın Türkiye’yi yanında görmek istediklerini
sezdirirken, diğer yandan ABD’nin savaşa girmesi halinde bile İngiltere’nin savaşı
kazanmasının mümkün olmadığını söylüyordu. Ribbentrop ise aynı görüşmede
Türkiye’nin soydaşlarının yaşadıkları yerleri isteyip istemediklerini sordu. Gerede ise
görüşmede Rusya’daki Türkler’in Sovyet istibdadından kurtulmalarının manevi bir
sevinç olacağını belirtmiş ve Almanlar’ın bunlardan esir düşenlerden yararlanmalarına
olumlu görüş bildirmiştir (Gerede 1994:248-249).1
3.3.2. Türkiye’nin Mihver Yanlılığı (1941-1943)
Doğu Cephesi bağlantısı yüzünden 1943 ortalarına kadar Türkiye’nin ibresini
Almanlar’dan yana tuttuğunu görmekteyiz. Dolayısıyla Ruslar ile Türkler arasında
savaş sonunda ortaya çıkacak ve Türkler için yeni bir tehdit algılaması başlatacak
olaylar da henüz Doğu Cephesi çarpışmaları sürerken tahmin edilmekte, Almanlar da bu
durumu kendi yararlarına kullanmaktaydılar.
Türkiye’nin Almanlar’ın hem ekonomik ve hem de siyasî etki altında iken, Alman
zaferlerinin birbirini kovaladığı 1941 ve 1942 yazları boyunca Almanlar’a karşı
tarafsızlık konusunda diretmesi, müttefiklerin 1943-44 kışında savaşa girme baskılarına
karşı direnmesinden daha zordu. Ne de olsa Almanlar, Türkiye’de hem iktisadi, hem
toplumsal tabana sahiplerdi. Almanlar ile müttefik olmak, Türkiye’nin önüne yeni
toprak kazanımları, Rusya’da baskı altında yaşayan Türk Dünyası’nın kurtarılması ve
Türkiye’nin iktisadi sıkıntılarının giderilmesi gibi savaşın arifesinde hiçbir Türk’ün
1 Bu görüşmelerde yeni müsteşar Kemal Nejat Kavur da bulunmaktaydı.
255
aklına getiremeyeceği yeni olasılıkları getiriyordu. Müttefikler ise bazen zorunluluktan,
bazen de askerî ve siyasî baskı yaratmak amacıyla Türkiye’nin alması gereken
yardımları kısarken, Türkiye’ye ancak cüzi miktarda toprak kazandırmayı talep
ediyorlar, ülkenin karşılaşabileceği yıkıma ve savaş sonrası ortaya çıkması kuvvetle
muhtemel Sovyet tehdidine karşı gerçek bir garanti veremiyorlardı.
Türkiye’nin en rahat siyasî direnç göterdiği ülke ise şüphesiz Sovyetler Birliği olmuştur.
Çünkü son birkaç yıl boyunca bir tehditkar, bir dost görünümüyle Türkler’e karşı kısa
vadeli çıkarlar üzerine kurulu tutarsız bir politika izleyen Moskova, Türkler’e ezeli
düşmanları olduğunu hatırlatabilecek davranışlardan kaçınmamış, propaganda üstadı
Almanlar da bunu son derece verimli bir şekilde kullanarak iki ülkenin arasının
kolaylıkla açılmasını sağlamışlardır. Almanlar bunu yaparken özellikle Türkiye’yi
müttefik olarak görmeyi öncelikli hedef tutmuşlardır. Ne de olsa Hitler, Türkler’i
Romenler’e tercih ediyordu (Denniston 1998:110).1
Almanlar, Türkiye’yi Ruslar’a karşı yanlarında savaşa çekmek için üç yönden harekete
geçmişlerdi. Öncelikle Ankara’ya yönelik propaganda faaliyetlerinin etkisini artırmaya
çalışıyorlardı. İkinci olarak Alman ordularının Sovyet toprakları üzerindeki etkisi
izleniyordu.2 Son olarak, Türkiye’nin bazı toprak taleplerinin kabul edilmesine karar
verilmişti. Bu topraklar, Kuzey Suriye, Halep ve Musul bölgeleri, Ege Adaları’ndan
bazıları ve Edirne’nin civarıydı. Bunun yanında Kafkasya’da Türkiye’nin etkinliği
altında kurulacak bazı tampon devletler de planlanmaktaydı (Koçak 2003, 1:604-605).
1941’de Alman baskısının yoğunluğu sayesinde Türk Hükümeti Türkiye ile ilgili ve
Almanlar’ın lehine olan bazı ilişkilere göz yumuyordu. Alman Genelkurmayı,
Barbarossa’nın başladığı gün Karadeniz’i savaş sahası olarak ilan etmişti (Aydemir
2000:185). Böylece Sovyetler’in Karadeniz’deki etkisi de kırılmış oluyordu. Diğer
taraftan Türkiye üzerindeki Alman etkisi de artıyordu. Irak’taki Raşit Ali İsyanı’nın
bozguna uğratılmasıyla 1941 Haziran’ında kaçan Alman yanlısı Iraklılar’dan
Türkiye’ye sığınanların Almanya’ya ulaşmalarına göz yumulmuştu. Türkiye, Tahran’a
1 Romanya, Almanlar’ın yanında savaşmaları için Doğu Cephesi’e en çok asker veren ülkeydi.2 Kırım ve Rostov gibi Türkiye üzerinde doğrudan etkiye sahip olan stratejik noktaların alınması için verilen kararlı mücadele buna güzel birer örnektir.
256
kaçan Raşit Ali’ye Temmuz’da vize vermiş, vize vermediği Kudüs Müftüsü Hacı Emin
el-Hüseyni ise sahte pasaportla Türkiye’den gizlice geçerek Ekim’de İtalya’ya ulaşmıştı
(Elpeleg, 1999:114-115).1
Almanlar ilerledikçe keşfettikleri ve Türkiye’yi ilgilendirebilecek gizli Sovyet
çabalarını da Türk Hükümeti’ne aktararak Türkler ile Ruslar’ın aralarını daha da
açmaya devam ediyorlardı. Nikolayev’de savaş gemileri için hazırlanmış bir tesis
bumuşlardı. 7 Mart 1931’de Türkiye ve Rusya arasında imzalanan protokole göre
Karadeniz’de bu tür tesislerin yapımına başlamadan altı ay önce tarafların durumu
birbirlerine haber vermesi gerekiyordu (Koçak 2003, 1:603-604).2
Türkiye’ye sığınan Mihver ve Sovyet askerleri için de tedbir alınması gerekiyordu. 11
Ağustos 1941’de çıkartılan Bakanlar Kurulu kararı doğrultusunda, Türkiye’ye iltica
eden taraf devletlerin askerleri, harp malzemelerine el konarak gözaltına alınıyorlar ve
bunlar kamplara gönderiliyorlardı.3
1941 yaz sonu stratejik durumla ilgili OKW memorandumunda Türkiye’nin,
Rusya’daki gelişmelere şüpheyle bakacağı, ancak dikkatli tutumunu Rusya’nın
dağılmasına göre sürdüreceği belirtilerek, Türkiye’ye karşı askerî harekâtın artık söz
konusu olmadığı ve bu ülkenin siyasetle kazanılacağı belirtilmiştir (Jacobsen 1988:530).
Memorandumun sonucunda ise Türkiye’nin Mihver tarafında herhangi bir zamanda
savaşa girmesinin büyük bir askerî kazanç olacağı, ancak hemen girerse daha iyi olacağı
söyleniyor, Alman yardımı olmadan bile Türkiye’nin Britanya ve Rusya’ya karşı
karada, denizde ve havada direnecek kuvvette olduğu, bunun yanında desteğinin
Karadeniz’i kontrol için önemli bir faktör olduğu vurgulanıyordu. Sonuçta ayrıca
İspanya ve Türkiye’nin en azından tarafsız durumlarının korunması gerektiği de
belirtilmiştir (Jacobsen 1988:533). Bu iki ülke Avrupa’nın iki ucu olarak Ortadoğu ve
Kuzey Afrika’nın anahtarıydı. Ayrıca Türkiye Karadeniz, Akdeniz, İspanya ise
1 Türk Dışişleri, Gerede’ye “Hacı Emin El Hüseyni’nin Kasım 1941 başlarında Türkiye yoluyla Almanya’ya geçtiği haberlerinin doğru olmadığını, İran’dan gelen istek üzerine Türkiye’nin güney sahillerinde iskan edilebileceğinin bildirildiğini iletmiştir (Gerede 1994:277).2 Bu arada 5 Temmuz 1941’de İngiliz uçakları, Antalya limanında Fransız St. Didier gemisini batırmışlardı (Jaescke 1990:54).3 Kavanin Mecmuası DEVRE:VI Cild-22:809.
257
Akdeniz-Atlantik geçişini kontrol ediyordu. Birinin Almanlar’ın yanında savaşa
girmesi, tarihin akışını değiştirebilecek ölçüdeydi. Ek olarak Türkiye’nin siyasî
tutumunu Almanlar lehinde değiştirilmesi için çabalara devam edilmesi de izlenecek
stratejiye katılmıştır (Jacobsen 1988:534, 13 Eylül 1941). Halder, 10 Ekim 1941’de ise
günlüğüne von Etzdorf’un “Türkiye’nin durumunun Almanlar’ın lehine gelişme
gösterdiğinin düşünüldüğünü” söylediğini yazmıştır (Jacobsen 1988:527).
6 Eylül 1941’de Churchill, Stalin’e ikinci bir cephenin Türkiye olmadan
açılamayacağını söylüyordu (Uğurlu 2003:73). Churchill, 17 Eylül 1941’de Stalin’e
yolladığı mektupta “En büyük ödül Türkiye’dir; eğer Türkiye’yi kazanabilirsek,
kullanabileceğimiz son derece güçlü bir ordu daha olacaktır” (Denniston 1998:100-
101). Türkiye’yi kendi tarafında görmeyi şiddetle isteyen Hitler ise, 1941 Eylül’ünde
Kırım’ın ele geçirilmesini isterken, burayı elinde tutan tarafın Karadeniz’e hakim
olacağı ve bu sayede Türkiye’yi siyasî açıdan etkisi altına alacağını düşünüyordu
(Carell:356-357). Görüldüğü gibi şimdi her iki taraf ta Türkiye’yi kendi yanına
çekmeye çalışıyor, en azından karşı tarafın yanına kaymasını engellemek istiyordu.
Hatta bunun için aslı tartışılır vaadlerde bile bulunuyorlardı. İnönü’nün kendi
söylediğine göre, Ruslar Batı Trakya, On İki Ada ve diğer bazı yerleri, tarafsızlığı
karşısında Türkiye’ye vermek istiyorlar, Almanlar ise Kırım’a kadar vaatte
bulunuyorlardı (Aydemir 2000:195). Ancak İngilizler’in ittifak yaptığı Türkiye’nin
tarihi düşmanı Rusya’yı, Almanlar tarihten silme çabasındaydılar ve kazanıyorlardı.
Başka bir deyişle Türk çıkarları Almanlar’ınkiyle kesişiyordu. Şu durumda Türkiye’nin
Doğu Cephesi’ne bağlı olarak resmen ilan ettiği tarafsızlığını, fiilen sürdürmesi
beklenemezdi. 1941 sonbaharından başlayarak Türkiye Almanlar ile işbirliği yapmaya
başladı.
Bir çok Türk ilerigeleni Almanya’ya seyahatlere başlamışlardı. Temmuz’da Zeki Velidi
Togan, Eylül’de ise Nuri Killigil ise Berlin’i ziyaret etmişlerdir (Koçak 2003, 1:678).
Nuri Killigil’in Berlin gezisi 10-25 Eylül’de yapılmış (Glasneck:205), ancak
İngilizler’in tepkisini çekmişti (Seydi 2006:17). İnönü, Almanlar’ın resmi daveti
üzerine, Korgeneral Ali Fuat Erden’e ve emekli Tümgeneral Hüseyin Emir Erkilet’e 15
Ekim-5 Kasım 1941 tarihleri arasında Doğu cephesi’ni ziyaret için izin vermiştir
258
(Koçak 2003, 1:675). 1 Ekim 1941’de Almanya’ya giderek Doğu Cephesi’ni
inceleyerek iki Türk generalini önce Hüseyin Hüsnü Emir Erkilet ve Ali İhsan Sabis
olarak belirleyen Türk Hükümeti, sonradan Türkiye’nin strateji ve taktik açıdan en
önemli generali olarak nitelenen Ali Fuat Erden’i, Sabis’in yerine yollamıştır (Mumcu
1995:25). Erden ve Erkilet, Ekim’de cepheleri gezerek savaş tekniklerini incelemişlerdi
(Gerede 1994:271-272). 28 Ekim 1941’de Erden ve Erkilet’i Doğu Prusya’daki genel
karargahında kabul eden Hitler, “1940 Kasım’ında Molotov Berlin’e geldiği zaman
benden İstanbul’u ve Boğazlar’ı istedi. Ben reddettim” demiştir (Erden 1952:221).
Alman Harekâtı Rus Stepleri’nde sürerken, Menemencioğlu Amerikan ve İngiliz
elçilerine barışın zamanının geldiğinden bahsetmiştir. Menemencioğlu barışın, Ruslar’ın
yenilgisinden sonra yapılması gerektiğini de düşünüyordu (Koçak 2003, 1:610-611).
Anlaşılan Türk yetkililer de, 1941-42 kışının arifesinde Almanlar ile aynı hataya
düşerek Ruslar’ın artık bellerini doğrultamayacakdurumda olduklarını düşünüyorlardı.
Ancak tam bu sıralarda, yani 1941 Kasım’ında Alman saldırılarnın hızı tüm cephelerde
birden yavaşlamaya başlamıştı.
Bu arada Almanlar’dan kaçan bir çok Yahudi de Türkiye’ye sığınmıştı. Filistin’e
gitmek için Struma gemisiyle Romanya’dan yola çıkan 769 Yahudi, İngilizler’in
Filistin’e göçü engellemesi üzerine 15 Aralık 1941’de İstanbul’a gelmek zorunda
kalmışlardır. Knatchbull-Hugessen Filistin’e gidebileceklerini söylerken, İngiliz
Hükümeti bunu kabul etmemiş ve gemi Romanya’ya iade amacıyla 23 Şubat 1942’de
zorla Karadeniz’e çıkarılmıştı. Struma, ertesi gün torpillenerek batırılmıştır (Koçak
2003, 1:649).
1941 Aralık’ında Anthony Eden’in Moskova’yı ziyareti, Ankara’da İngiltere ve
Rusya’nın Türkiye aleyhine bir anlaşmaya varmaları endişesini yaratmıştır. Bunun
nedeni İran’ın işgalinin üstünden genüz dört ay geçmiş olmasıydı. Ancak hem İngiliz,
hem de Rus taraflarından Türkiye’yi rahatlatıcı sözler söylenince bu endişe giderilmiştir
(Deringil 1994:167-168).
259
Aynı ay içinde Alman birlikleri Moskova’da kuvvetli bir karşı-taarruza maruz kalarak
püskürtülmeye başlamışlardı. Jukov, Moskova Muharebesi’nin Türkiye’deki
reaksiyoner çevrelerin akıllarını başlarına getirerek, Sovyetler Birliği’ne karşı daha
sağgörülü bir politika izlemeye zorladığını söylemiştir (Jukov 1982:157). Ancak
cephehattı hala Moskova’yı tehdit eder bir harekât menziline sahipti ve dolayısıyla
Türkiye de Almanlar’ı desteklemekten vazgeçmiyordu. Von Papen Moskova’da
uğradıkları bozguna rağmen, 5 Ocak 1942 Dışişleri’ne Türkler’in, Almanlar’ın Doğu
Cephesi’ndeki zaferine inancının sarsılmadığını bildirmiştir (Uğurlu 2003:191). Gerede,
stratejik bakımdan kesin sonuç alınacak tek hedef olan Moskova’ya taarruzdan neden
vazgeçildiğini Berlin’deki Alman askerî yetkililere sorduğunda, şehir savaşlarında
kayıpların yüksek olması nedeniyle, Hitler’in şehirlerin havadan bombalanarak ve
karadan kuşatılarak zaptetmelerini istediğini söylemişlerdir. Bu karar Ribbentrop
tarafından da doğrulanmıştır (Gerede 1994:363).
Bu arada Sovyetler, Türk sınırınını koruma görevini 45. Ordu’ya vermişti. Türkler’in
İran üzerinden hücum edebilecekleri göz önüne alınarak, Türk-İran sınırına ihtiyat
kuvvetleri de sevkedilmişti. Almanlar da 1941’de Rostov’u aldıktan sonra planlarını,
hem Türkiye’den, hem de kuzeyden gelecek saldırılara karşı revize etmişlerdi
(Shtemenko 1971:62-63).
Müttefikler, Moskova’da Almanlar’ın ilk ciddî yenilgilerini almalarına çok
sevinememişlerdi. Zira, 7 Aralık 1941’de Japonlar Pearl Harbour’da Amerikan
kayıplarına baskın düzenleyerek ağır kayıplar verdirmiş ve akabinde 1942 ortalarına
kadar sürecek bir zaman diliminde Müttefikler’i ardıardına bozguna uğratarak
Güneydoğu Asya ve Okyanusya’nın çoğunu ele geçirmişlerdi. Bununla birlikte
Sovyetler Birliği’ne saldırmama kararı alan Japonlar’ın bu ülke ile bir anlaşma
imzalaması, Doğu Cephesi’nde Ruslar’ı rahatlatarak, Kızılordu’nun bir çok birliğinin
1941-42 kışı boyunca batıya aktarmasına neden olmuştur.1
ABD’nin Londra Büyükelçisi Winant’ın 1942 başında Moskova’da yapılan İngiliz-
Sovyet görüşmelerinin içeriğini Washington’a bildirdiğine göre, Stalin 12 Ada’nın, 1 Ocak 1942 başlarında Hitler, “Geleceğin emniyeti Japonlar’ın Pasifik’te kazandıkları üstünlüğü bırakmamalarına bağlıdır” demiştir (Gerede 1994:318).
260
Bulgaristan’ın bazı kesimlerinin ve Kuzey Suriye’nin Türkiye’ye verilmesini önermiş,
Türkiye’nin tampon ülke olarak savaş dışı kalmasını istemiştir (Arcayürek 1987:158-
159). Tam bu sırada 11 Ocak 1942’de Tan’ın “Rusya’ya Yardım” başlığını taşıyan
haberinde Türkiye, İran ve Irak üzerinden Rusya’ya malzeme sevkinin
düşünüldüğünden bahsedilmekteydi.1
24 Şubat 1942’de Ankara’da von Papen’e bombalı suikast düzenlenmiş, von Papen
olaydan sağ kurtulmuştur (Koçak 2003, 1:620).2 Suikastin sanıkları Kayseri’de güvenlik
görevlileri tarafından yakalanmışlardır. Rus uyruklu Pavlov ve Kornilov adındaki iki
zanlı Ankara Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanmışlar, Müslüman olan asıl suikastçi
ise bombanın patlamasıyla ölmüştür (Barutçu 1977:247). Pavlov, bir Türk piyade
taburunun kuşattığı Sovyet Konsolosluğu tarafından teslim edilmiştir (Uğurlu
2003:201).3 Parçalanan suikastçi ise Üsküp’ten Türkiye’ye gelmiş ve Türk okullarında
okuyordu. Ankara’daki bu olay Komünizm’in Türk Yüksek okullarında fedai
bulabilecek ölçüde olduğunu göstermiştir. Ruslar’ın gösterdiği tepki üzerine Türk
Dışişleri de karşı-tepki olarak Moskova’daki büyükelçisini izne yollamıştır (Barutçu
1977:248). Zanlıların yargılanmalarına 1 Nisan 1942’de başlanmış, 17 Haziran’da karar
açıklamış ve ikisi de 20’şer yıl hapis cezasıyla cezalandırılmışlardır. 16 Ekim 1942’de
karar temyizde bozulmuş ve 4 Kasım’da davaya tekrar başlanmış, 23 Aralık’ta varılan
kararda her iki sanık ta 16’şar yıl hapis ile cezalandırılmışlardır.
1 Nisan 1942’de Almanlar’ın Türkiye’ye üç denizaltı vereceği saptanmıştı. Ancak
bunun karşısında ise iki katı, yani altı Alman denizaltısının Boğazlar’dan Karadeniz’e
geçişine izin verilmesi talep edilmişti (Koçak 2003, 1:637-638). Almanlar, Türk
Hükümeti’nin izin vermemesi sonucu denizaltıları trenlerle ve Tuna Nehri’nden
parçalar halinde taşıyarak Romanya’da tekrar monte etmişlerdir.Karadeniz’de savaş
boyunca görev yapan toplam altı Alman denizaltısının beşi bu sayede 1 Ekim 1942’de
göreve başlarken, biri de 6 Mayıs 1943’te diğerlerine katılmıştır.
1 Tan, 11 Son Kanun 1942 Yedinci Yıl- No: 2296.2 Von Papen, suikastten sonra Çocuk Esirgeme Kurumu’na 1000 Lira bağışta bulunmuştur.3 Von Papen’in Dışişleri’ne telgrafından...
261
1942 Nisan’ı başında Stalin, İngiltere’nin Moskova Büyükelçisi Sir Clark Kerr’i
“Türkiye ve İsveç Almanya’ya kayıyor” şeklinde uyarmış, Standley ise Kerr’den aldığı
bu bilgiyi 10 Nisan 1942’de Washington’a ulaştırmıştır (Arcayürek 1987:160). Bir ay
sonra daha bakın bir rol üstlenen ABD, 26 Mayıs’ta İngiltere, 11 Haziran’da ise
Sovyetler Birliği ile ittifak antlaşması imzalamış, 1942 sonuna doğru da Türkiye’ye
doğrudan askerî malzeme ve silâh sevkiyatına başlamıştır. Bunun için İngiliz-Amerikan
Koordinasyon Komitesi kurulmuştu ve Türkiye de ihtiyacını bu komiteye bildiriyordu.
Komite, yardım kapsamında Mersin ve İskenderun limanlarının genişletilmesine de
katkıda bulunmuştur (Koçak 2003, 1:705-707).
1942 yazına gelinirken Almanlar’ın İsveç’i işgal edeceği, Karadeniz’in güvenliği için
Türkiye’den yardım isteyeceği, belki de Boğazlar’ı işgal ederk Anadolu’dan geçmek
isteyeceği gibi propagandalar sistematik bir şekilde yayılıyordu (Gerede 1994:357).
Ancak 13 Mayıs 1942’de Türk gazeteleri Almanlar’ın Kerç’te giriştikleri taarruzu haber
veriyordu.1 Almanlar sezona Kırım’ın zaptıyla girerek Karadeniz’i kontrol etmeyi
amaçlamışlardı. Tam bu sıralarda, 28 Haziran 1942’de Gerede’ye merkeze alındığı
bildirildi.2 Bu değişiklik Alman hükümeti üzerinde olumsuz etki yaptı. Weizsaecker
bunun düşman baskısıyla yapıldığından endişeleniyordu (Gerede 1994:391-393).
Ribbentrop, 8 Temmuz 1942’daki kabulünde, Cevat Açıkalın3 ve Hüsrev Gerede’ye
Almanya tarafından Doğu Cephesi’nin açılmasıyla ilgili “Eğer Führer altı ay, bir yıl
daha gecikseydi, bugün Rusya’nın yaptığı hazırlıklara göre, Türkiye’nin mahvı ve
Almanya’nın da perişan bulunması muhakkak olacaktı.”demiştir (Gerede 1994:225).4
1 Tan, 13 Mayıs 1942 Sekizinci Yıl-No: 2418.2 Gerede’nin merkeze çağrılarak yerine Saffet Arıkan’ın getirilmesi, Türkiye’nin Mihver tarafına hızlı kayışını yavaşlatması, biraz olsun Almanya’ya karşı siyasî direnç göstermesi anlamına gelebilir.3 1941 yazında Moskova Büyükelçisi Ali Haydar Atay’ın vefatı üzerine yerine Mehmet Cevat Açıkalın tayin edilmiş, Feridun Cemal Erkin de onun yerine Dışişleri Genel Sekreter Siyasî Muavini olmuştu. (Erkin 1987:132). Açıkalın, 14 Ağustos 1942’den 15 Ağustos 1943’e kadar Sovyetler Birliği’ne Büyükelçi tayin edilmiştir (Güçlü 2002:60). Dışişleri Genel Sekreteri Numan Menemencioğlu ise 1942’de boş olan İstanbul mebusluğuna aday gösterilerek mebus seçildikten sonra 13 Ağustos 1942’de Dışişleri Bakanı olarak atanmış, böylece ondan boşalan yere de Sofya Büyükelçisi Şevki Berker getirilmişti. Ancak Berker aynı göreve ikinci kez atanmasına itiraz edince, 1943 Eylül’ünde Paris Büyükelçisi atanmış ve yerine de Cevat Açıkalın getirilmiştir (Erkin 1987:131-134). 1943’te Menemencioğlu Açıkalın’ı Dışişleri Müsteşarı atayarak, Moskova Büyükelçiliği’ne ise Roma Büyükelçisi Hüseyin Ragıp Baydur’u atamıştır (Güçlü 2002:63). Ayrıca daha önceden Londra Büyükelçisi olan Fethi Okyar Adalet Bakanı olunca, yerine eski Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras getirilmiş, 1942’de ise Aras’ın yerine Rauf Orbay atanmıştır.4 Almanlar, Barbarossa’nın başından itibaren her fırsatlarında, Doğu Cephesi’nin açılmasının Türk ve Alman ortak çıkarı olduğunu Türk makamlarına sezdiriyor, Türk yetkililer de bunu kabul ediyorlardı.
262
Hitler, 14 Temmuz’daki son kabulünde Gerede’ye “Türkiye ile Almanya birlikte savaşa
girmiş olsalardı, savaş çoktan biterdi” demiş ve konuşmanın devamında Sovyet
Karadeniz filosunun Türkiye’ye sığınmak zorunda kalarak tecrit edileceğini beklediğini
de eklemiştir (Gerede 1994:397).
1 Temmuz 1942’de Tan Gazetesi’nde “Almanlar 6 Ayda 620 Bin Esir “ başlığıyla çıkan
yazıda, Almanlar’ın 1 Ocak 1942’den beri 620.000 esir aldığı, 7.800 top ve 4.600 tankı
ele geçirdiği, 4.000 uçağı da düşürdüğü ya da yaktığından söz ediliyordu.1 2 Temmuz
1942’de ise “Sivastopol Düştü” manşetleri gazetelerdeydi. Haber, Alman tebliğiyle
gazetelere verilmişti.2
26 Ağustos 1942’de von Papen’in Alman Dışişleri Bakanlığı’na gönderdiği telgrafta,
Menemencioğlu’nun “Moskova’ya atanan yeni Türk Büyükelçisi’nin de hiçbir
görüşmeye girmemesi konusunda talimat aldığını…” söylediğini de bildirmiştir (Uğurlu
2003:214). Von Papen’in Türkiye’nin işbirliği yapabileceği noktaları öğrenmek
istediğinde ise, Menemencioğlu ona “Bu yardımın Türkiye’nin tarafsızlığını koruma
gerekliliğiyle sınırlı olduğunu, fakat meşru çıkarlarının söz konusu yerde yardımının
sağlanabileceğini” söylediğini, belirtmiştir (Uğurlu 2003:215).3 von Papen’in
söylediğine göre, “…Türk Genelkurmayı Almanlar’ın 1942 sonuna kadar Ruslar’ı zayıf
düşürüp hakim bir faktör olmaktan çıkacağı kanısındadır...” von Papen, “Türk Genel
Kurmayı’nın Stalingrad’ın işgalinin bu yılki askerî harekâtın yönünü çizeceğine
inanmaktadır. Rus sorununun çözümlenmesi Stalingrad’ın kuzeyine ilerlemek,
Kuybişev-Moskova demiryolunu ele geçirmekle mümkündür. Bu durumda Rus
ordularının merkez grubuyla kuzey grubu için yalnızca tek bir demiryolu kalacaktır. O
da Ruslar’ın savaşı tamamen kaybetmesine yol açar…” şeklindeki bilgileri de
göndermişti (Uğurlu 2003:213-214).4 von Papen ve Menemencioğlu ayrıca Karadeniz
limanlarının Alman kontrolüne tamamen geçtikten sonra, Rus Donanması’nın
1 Tan, 1 Temmuz 1942 Sekizinci Yıl-2467.2 Tan, 2 Temmuz 1942 Sekizinci Yıl-2486.3 Von Papen, Numan Menemencioğlu’nun yaptığı gibi Saraçoğlu’nun da kendisiyle gerekirse pratik sorunlar üzerinde gizli konuşabileceğini ya da bu konuşmalar için üçüncü bir kişi atanabileceğini doğruladığını söylemiştir (Uğurlu 2003:220).4 İlginçtir, Türk Genelkurmayı’nın düşüncesi, Barbarossa harekâtı başlamadan önce General Marcks’ın hazırladığı ve fazla iyimser olduğu düşünülen planla uyuşmaktadır. Bir farkla; bu plan Stalingrad ele geçirilse ve savunulsa, 1943’ün ilk yarısında başarılı olabilirdi.
263
Türkiye’de, Akdeniz limanları haricinde enterne edilmesi konusunu da görüşmüşlerdi
(Koçak 2003, 1:654). Trans-Kafkaslar Cephesi komutanı olan General Tyulenev ise,
Karadeniz’deki sahillerin düşmesinin Karadeniz Donanması’nın kendini batıracağını ve
Türkiye’yi Almanlar’ın yanında savaşa çekebileceğini söylemiştir (Werth 2000:567).1
Yaz sonlarına doğru Doğu Cephesi’ne yönelik Türk-Alman işbirliği hızla artıyordu.
Saraçoğlu, 27 Ağustos 1942’de von Papen’e “Bir Türk olarak Rusya’nın yok olmasını
can-ı gönülden isterim. Ama Türkiye’nin başbakanı olarak ta, misilleme olarak Türk-
Tatar azınlıklarını imha etmek için Rusya’nın eline en küçük bir vesileyi vermemeye
özen göstermeye mecburum” demişti (Oğuz 1983:366). Türkiye, 1942 yazında
Trakya’dan Sovyet sınırına 26 tümen kaydırmıştı (Koçak 2003, 1:654). 1942
Eylül’ünde ise Trakya’dan on tümen Karadeniz kıyısına ve Kafkas sınırına kaydırıldı
(Koçak 2003, 1:707). Sözde olası Alman çıkartmasına karşı yapılan bu kaydırma
Ruslar’ı endişeye sokmuştur. Almanlar’ın ise Karadeniz’de çıkartma yapabilecek gücü
hiçbir zaman olmamıştır.
Nail Çakırhan, 21 Eylül 1942’de Tan’daki yazısında “Sovyet ordu ve hava kuvvetleri
ilk fırsatta Almanya’ya karşı harekete geçirilmek üzere, büyük kısımlarıyla hudut
boylarında gruplandırılmıştır.” diyerek Alman saldırısının bir sebebini açıklamıştır
(Çakırhan 2003:20). Almanya’nın zafere koştuğu zamanda böyle bir yazının yazılması
dikkat çekicidir. Çakırhan, Tan Gazetesi’nde 9 Eylül 1942’de yazdığı yazısında da
“stratejik ricatler umumiyetle, düşmanın hırpalana hırpalana taarruz, hatta müdafaa
kudret ve kabiliyetini kaybettiği ana ve noktaya kadar devam ederler” diyordu
(Çakırhan 2003:11).2
Stalin, Emekli General Erkilet’in Hitler ile yaptığı bir görüşmenin Cumhuriyet’te çıkan
yazısında, Hitler’in “Rusya’yı yokedeceği ve bir daha doğamayacağı” sözlerinin yer
1 Bu şekilde düşünmeyen sadece Charles de Gaulle vardır. Ona göre Hitler’in Mihver’e katılmasını umarak yeterince tedirgin ettiği ve Avrupa ile Asya arasında köprü görevi gören Türkiye, Suriye ve Lübnan’daki gelişmelerden sonra artık tehlikede değildi (De Gaulle 1998:206-207).2 1941’de Almanlar’ın durumu için doğru gibi gözüktüğü için, Moskova’ya kadar Ruslar’ın stratejik ricatte bulunduklarının düşünülmesi normaldir. Gerçekte ise, Sovyet Ordusu çok daha fazla yıpranmış ve kendi kabiliyetinin yanı sıra kış şartlarının yardımı ile Almanlar’ı durdurabilmiştir. 1942’deki çekilme ise Sovyetler için bir sırat köprüsü niteliğinde olup, yazıdan sonra gelişen olaylar Çakırhan’ı haklı çıkarmıştır.
264
aldığı habere atıfta bulunarak Almanya’yı yok etmenin imkansız olduğu için yok etme
düşüncesinde olmadığını, Rusya’yı da yok etmenin imkansız olduğunu, ancak Hitler
devletini yok etmek zorunda olduklarını söylemiştir (Stalin 1969:69).1 Bu konuşmadan
iki hafta sonra ise Stalingrad Karşı-saldırısı başlamıştır.
23 Kasım 1942’de “Cenupta Ruslar Taarruza Geçti” manşeti şüphesiz Türkiye’de merak
uyandırmıştır.2 Stalingrad Karşı-saldırısı başarılı olup, Alman 6. Ordusu birkaç gün
içinde çembere alındıktan sonra, Türkiye Rusya’ya karşı daha tedbirli davranmayı
uygun görmüştür. Durumdan yararlanmak isteyen Stalin, 27 Kasım 1942’de Churchill’e
yolladığı yanıtta Türkiye’nin baharda savaşa sokulması için gerekli her şeyin yapılması
düşüncesine katıldığını ifade ediyordu (Uğurlu 2003:97). Aynı Stalin, Almanlar
Stalingrad’da teslim olduktan ve Kafkasya’yı boşalttıktan sonra, Churchill’in başka bir
mesajına 6 Şubat 1943’te yolladığı yanıtta Türkiye’nin nazik durumunu kabul etmekle
beraber, daha temkinli bir yaklaşımla, “…Türkler, Sovyetler Birliği ile daha yakın ve
dostça ilişkiler istiyorlarsa bırakın öyle söylesinler. Böylesi bir durumda Sovyetler
Birliği onları yarı yolda karşılayacaktır” şeklinde görüş bildiriyordu (Uğurlu 2003:104).
1 Aralık 1942’de Türkiye’deki Alman Askeri Ataşe Tümgeneral Rohde ile görüşen
Genelkurmay Başkan yardımcısı Orgeneral Asım Gündüz, Alman Genelkurmayı’nın
giriştiği harekâtı sert bir dille eleştirmiştir. Türk Genelkurmayı Alman kuvvetlerinin
büyük bir kısmını uzun süre oyalayan Stalingrad’ı stratejik bir hedef olarak
görmemektedir. Yedekler buraya sevkedildiğinden, Kafkas cephesi zayıf kalmış ve
saldırı durmuştur (Uğurlu 2003:238-239).3
Bu arada Kuzey Afrika’daki Alman birlikleri de doğudan artan İngiliz baskısı ile
Kasım’da batıdan Cezayir’e yapılan Amerikan çıkartmalarından sonra alelacele işgal
ettikleri Tunus’ta sıkışarak, İtalyanlar ile birlikte savunma savaşına girişmişlerdi. 11
Aralık 1942’de Marshall, Kuzey Afrika’daki harekât bittiğinde ve Almanlar buradan
çekildiğinde, Ağustos’taki Dieppe Faziası’ndan sonra Fransa’ya tekrar çıkartma ve
Türkiye’den hareketi birlikte yürütmeyi düşünüyordu (Bryant 1958:440).
1 Stalin’in 6 Kasım 1942’de Ekim Devrimi’nin 25. yıldönümü için yaptığı konuşmadan.2 Tan, 23 Son Teşrin 1942, Sekizinci Yıl-No: 2609.3 Von Papen’in Alman Dışişleri Bakanlığı’na 2 Aralık 1942’de gönderdiği gizli belgeden...
265
1942’yi 1941 ile karşılaştıran Gerede, Almanya’nın durumunu “huzursuzluk”
kelimesiyle açıklıyordu. Gözlemlerine göre, Viyana hastanelerine Doğu Cephesi’nden
60.000 yaralı ve hasta asker gelmiş, ölen çok sayıda askerin ailesi mateme bürünmüş,
yiyecek ve içecek kısıtlamalarına gidilmiş, bazı fabrikalar mühendis ve işçi
yetersizliğinden kapanmış, Doğu Cephesi’ne yollanan çok sayıda mühendis ve kalifiye
işçinin yerine fabrikalara alınan Hollandalı, Fransıa ve Belçikalı işçilerin kalitesizliği
verimi düşürmüş ve bu yüzden orduya verilen sözlerin yerine getirilmesinde
zorlanmalar başlamıştı (Gerede 1994:342). Gerede’ye göre 1942’de Alman Hava, Kara
ve Deniz Kuvvetleri ile Todt Örgütü’nün toplamı 1-1,5 milyonu Todt Örgütü’ne ait
olmakla birlikte 12-13 milyonu bulmuştu (Gerede 1994:356).
Öte yandan 1942’de Alman sanayicileri, Sovyetler’i mağlub etmek için Türkiye’den -ne
pahasına olursa olsun- geçilmesi gereğini savunmaya başlamışlardı (Gerede
1994:339,343). Bu açıdan bakıldığında, 1942 boyunca Almanlar’ın Türkiye’ye yönelik
siyasî tutumları derinleşebilirdi. Almanlar’ın Hazar’a ulaşarak, Kafkaslar’a yönelmeye
çalıştıkları belli olduğunda, Almanlar’ı destekler gibi görünen Türkiye’nin onlarla birlik
olup olmayacağı sorunu ortaya çıktı. 1942’nin ortalarına kadar Türkiye’nin, Almanlar’ı
tutup tutamayacağını kimse bilemezdi. Üstelik 26 Türk tümeni, Sovyet Kafkas sınır
ötesinde hazırdı (Shtemenko 1971:62). Türk Genelkurmayı, Kızılordu’nun 1942
yazında stratejik hatalar yaptığını, böylece Alman Ordusu’nun cephenin kuzey ve
merkez kesimlerinde ölümcül darbeler indireceğini, güneydeki Stalingrad’a yürüyüşün
ise tali öneme sahip olduğunu düşünüyordu (Koçak 2003, 1:653). Almanlar, bunun
aksine 1942 Yaz Saldırısı’nın ana hedefini Stalingrad olarak belirlemiş, özellikle
merkezde hiçbir saldırı harekâtına girişmemişti. Kuzeyde ise sadece Leningrad’ı almak
için harekâta girişmek üzereyken, güneydeki harekât bunu engellemişti.
İngilizler de Türkiye’nin tarafsızlığı için çaba harcıyorlardı. Mısır’da çarpışırlarken bile,
Türkiye’ye moral etki yapması ve Doğu Akdeniz’e İtalyanlar’ın elindeki 12 Adalar’dan
gelebilecek bir tehdidi caydırması açısından Filistin ve Suriye’de birer tümen
bırakmışlardı (Bryant 1958:270).
266
1943 başlarında Türkiye’nin tarafsızlıktan vazgeçeceği endişesi ve Romanya petrol
sahalarının güvenliği Hitler’i Kırım’ı boşaltarak cepheyi 200 km. kadar kısaltmaktan
alıkoydu (Gerede 1994:381). Hitler, Donetz bölgesini terk etmeyi de siyasî açıdan
imkansız buluyordu. Savaş ekonomisi açısından önemsediği bu bölgenin terk edilmesini
istememesinin asıl nedeni Türkiye üzerinde ters bir siyasî etki yapması korkusuydu
(Manstein 1962:437). Manstein ise Sovyetler’in Doğu Cephesi’nin güney kanadında
elde edeceği bir zaferin, Sovyetler’e savaşi ekonomisi açısından Donets bölgesini ve
Ukrayna’nın tahıl ambarını kazandırmış olacağını, Balkanlar’a ve Romen petrollerine
yolu açacağını ve Türkiye’nin siyasî tutumunu da değiştireceğini söylemiştir (Manstein
1962:474-475). Hitler, ayrıca Donets’ten çekilme zorunluluğuna karşın, burada Don
Ordular Grubu emrinde savaşan birkaç Türk taburunu da hesaba katıyor ve bunun
Türkiye’deki reaksiyonunu da düşünüyordu (Sadarananda 1990:100). Artık Türkiye’nin
tarafsızlığı Almanya için önemli hale gelmişti. 8 Ocak 1943’te Saffet Arıkan,
Weizsacker’e Türkiye’nin tarafsızlığının süreceğini ve Almanya’nın Avrupa’nın
ortasında güçlü bir devlet olarak kalmasından yana olduğunu belirtmiş, Ribbentrop ise
18 Şubat’ta Türkiye’nin izlediği politikanın, Almanya’nınkiyle uyuştuğunu Saffet
Arıkan’a iletmiştir (Koçak 2003, 2:198-200).
Bundan kısa bir süre sonra Roosevelt ve Churchill 24 Ocak 1943’te Kazablanka’da
buluşmuş ve burada aralarında “koşulsuz teslimiyet” ilkesinin de bulunduğu bir dizi
kararlar almışlardı. Ancak Türkler, Kazablanka’da “Türkiye’nin her türlü donatım
isteklerinin karşılanıp gönderilmesinden İngiltere sorumludur” memorandumuna tepki
göstermiş ve hükümet bunun, İngiltere’nin Rusya’ya karşı Türkiye’yi zayıf bırakma için
verilmiş sözünü yerine getirme amacını güttüğünü belirtmişti (Weisband 2002:112-
113).
Ardından 30-31 Ocak 1943’te Adana’da konferansta İnönü ve Churchill’in başkanlık
ettikleri Türk ve İngiliz heyetleri toplanmışlardı. Almanlar’ın haber kaynaklarına göre
Adana Konferansı Sovyetler Birliği’ne karşı düzenlenmişti ve Alman orduları Dinyeper
Nehri’nin gerisi atılacak olursa, Türkiye de etkin bir biçimde Müttefikler’in yanında
267
savaşa katılacaktı.1 İngilizler Adana’da istediklerini alamayınca, von Papen
Saraçoğlu’nu tebrik etti (Osten 1992:119).2 Adana görüşmelerinden sonra bile von
Papen, Türkler’in hala savaşa girmek istemediklerini, Almanlar’ın Rusya’yı
yenmelerini görmek istediklerini, böylece tarafsız kalacaklarını bildirmiş, Hitler de von
Papen’e inanmıştır (Bloch 2003:423).3
Adana Konferansı’nın tek olumlu sonucu İngilizler’in Türkiye’yi Sovyetler Birliği ile
ilişkilerini geliştirmeye ikna etmesi olmuştu. Ancak 1943 yılının başlarında Kızılordu
Almanlar’a sert darbeler vurdukça, Sovyetler de Türkiye’ye olumsuz tavır takınarak
tehditkar olmaya başladı. Molotov, Türkler’in yanaşma önerirlini geri çevirdi ve
ilişkilerin ancak Türkiye’nin savaşa girmesiyle düzelebileceği mesajını verdi (Weisband
2002:129-130). Stalingrad Muharebesi’nin kazanılmasından sonra, Molotov
Türkiye’nin tarafsızlığını da şiddetle eleştirmeye başlamıştı (Güçlü 2002:62). Bu
felâketten sonra, Almanlar da artık Türkiye’yi kendi yanlarında savaşa sokmaya
çalışmayı bırakacak, Müttefikler’in yanında savaşa girmesini engellemeye ya da
geciktirmeye çalışacaklardı.
19 Şubat 1943’te Prüfer, günlüğünde Steinhardt’ın Menemencioğlu ve Açıkalın ile
buluşması sonrasında çıkan Türk-Rus yakınlaşması sonucu Almanlar’ın ilerdeki
yenilgileri sonrası Türkler’in 20 tümen ile Bulgaristan’a girerek Tuna’nın güneyini
Bolşevizm’den koruması ile ilgili söylentilerden söz etmiştir (Prufer 1988:53).
1 (Weisband 2002:130-131) Bu istihbarat 1 Mart 1943 tarihliydi ve bu sıralarda Almanlar’ın Kızılorduyu bozguna uğrattığı Harkov Karşı-saldırısı’nın neredeyse yarısına gelinmişti. Yine de bu rapor Hitler’in Harkov’u ve daha sonra Kırım’ı niye Türkiye’ye karşı elindeki kozu kaybetmemek amacıyla -her ne pahasına olursa olsun- elde tutmak istediğini açıklamaktadır. Adana görüşmelerinin tutanakları ise Berlin’in eline 25 Mart 1943’te geçmişti (Koçak 2003, 2:200).2 Ancak Erkin’e göre, Churchill Adana’ya Türkiye’yi savaşa sokmak için değil, Türkiye’nin silâhlı ve malzeme ihtiyacının sağlanması ve Türkiye’nin sakınması ile ilgili konuları görüşmek için gelmiştir (Erkin 1987:136-137).3 Adana Konferansı, tam da Stalingrad’daki son Alman direnişine rastlanmıştır. Konferansta Türk yetkililer İngiltere’nin muzaffer olmasını istediklerini açıkça beyan etmişlerdir (Osten 1992:119). Ne de olsa Kafkasya o tarihte boşaltılmış ve son Alman birlikleri de Rostov yakınlarında Don Nehri’nin kuzeyine çekilmek üzereydiler. Türkiye’nin Stalingrad Muharebeleri tam sona ermeden yine Müttefik tarafına göz kırpması anlamlıdır. Buna rağmen Türk Hükümeti bu müttefik rüzgarına kapılmamış ve Türkiye yine Müttefik ve Mihver arasındaki dengeli siyasetini 1943 yazına kadar sürdürmüştür. Bununla birlikte Stalingrad bozgunu Almanlar’ın Türkiye üzerindeki baskısını ciddî biçimde kırmıştır. Ne de olsa Türkiye, Doğu Cephesi’nde Sovyet ya da Alman üstünlüğünü istemiyor, cephenin Azak Denizi’nin kuzeyinden Rus Stepleri boyunca varolmasını tercih ediyordu. Yine de Harkov’daki beklenmeyen başarı ivmeyi Almanlar’a döndürünce 1943 yaz saldırısının neticesine kadar Türkiye Almanlar ile yakınlığını sürdürmüştür.
268
Almanlar, Harkov Karşı-saldırısı’nın meyvelerini toplamaya başladıktan kısa bir süre
sonra, 2 Mart 1943’te Churcill’e yazdığı bir cevapta da Stalin, “13 Şubat’ta Türk
Dışişleri Bakanı’nın Sovyet-Türk ilişkilerini geliştirme isteğini olumlu karşıladığını”
belirtiyordu.
Bu arada 9 Mart 1943’te Saraçoğlu Hükümeti kurulmuştur (Jaescke 1990:84).
Churchill, 1943 Mart’ında Moskova’daki Türk-Sovyet görüşmeleri başlamadan önce
Stalin’e “Türkiye’nin girişimlerini yarı yolda karşılaması” ricasında bulunmuştur
(Koçak 2003, 2:153). Buna rağmen 12 Mart’ta Açıkalın ile Molotov arasındaki
görüşmeden bir sonuç çıkmamış, Moskova ortak bir bildiri yayınlamaya dahi
yanaşmamıştır. 28 Haziran 1943’teki ikinci Açıkalın-Molotov görüşmesi soğuk geçmiş,
Molotov savaşın genel gidişatına bakıldığında Türkiye’nin artık bir an önce savaşa
katılması gerektiğini ifade etmiştir (Koçak 2003, 2:158-159).1
17 Mart 1943’te Şükrü Saraçoğlu ikinci kez kabineyi kurduktan sonra, Meclis
toplantısında iç ve dış siyasette izleyeceği politikayı beyan etmiştir. Saraçoğlu, Türk-
İngiliz dostluğunu özellikle vurgularken, ABD’ye yaklaşım göstermiş, ancak Mihver
devletlerden ve Sovyetler Birliği’nden hiç bahsetmemişti.2
Kursk Muharebesi’nin hemen arifesinde 1. Ordu Komutanı Cemil Cahit Toydemir’in
Doğu Cephesi gezisi gündeme gelmiştir. Gezi, Toydemir ve yanındaki askerî heyet
tarafından 26 Haziran ile 5 Temmuz tarihleri arasında gerçekleştirilmiştir (Jaescke
1990:88). Heyet, 6. ve 7. panzer tümenlerinin yer aldığı propaganda amaçlı Harkov
Tatbikatı’nı izlemişlerdi. Tank mürettebatı iyi traşlıydı, en iyi üniformalarını
giyiyorlardı ve en iyileri seçilmişti. Bu gösteri von Papen’in düşüncesinden çıkmıştı. 12
Türk subayına, Alman zırhlılarının kudretini sergileyen bu gösteride Mareşal Manstein
bizzat eşlik etmiş, sonra da General Hans von Funck bir çadırda kendilerine akşam
yemeği vermişti. Türk subaylardan biri Almanlar’ın Türk yardımı olmaksızın Ruslar’ı
yenebilecek güçlü bir orduya sahip olduklarını gözlemlemişti. Funck ise gece Türk-
Alman dostluğunu öven bir konuşma yapmış ve Türkiye’nin Almanlar lehine savaşa
1 Bu söz, Rusya’nın savaşı kazanma umutlarının yükselmeye başladığı bir dönemde söylendiği için bir tehdit olarak algılanmalıdır.2 TBMM Zabıt Ceridesi DEVRE: VII Cild 1:22-29.
269
girmesi üstüne konuşmuş, ancak gece bittikten sonra ast rütbeli bir topçu subayı olan
Gerd Schmückle’ye, “Türkiye olsun ya da olmasın, savaş kaybedilmiştir” demiştir
(Cross 2002:117-118).
Türk heyetine Schellenberg de eşlik etmiştir. Heyet, Doğu Cephesi’nin ardından inşa
halindeki Atlantik Duvarı ve U-bot sığınaklarını incelemiş, Schellenberg aldığı izinle
heyete o zamana kadar en sıkı şekilde korunan ve gizlenen silâh üretim istatistiklerini
göstermiştir. Heyete, ayrıca Berlin’de SS’lerin uçaksavar sitelerini göstermiş, en yeni
makineli tüfeklerini ve otomatik silâhlarını Berlin’in merkezindeki, yeraltı atış
poligonlarında denetlemişlerdir (Schellenberg 1956:377).
Hitler ise Almanya gezisinin sonunda Cemil Cahit Toydemir ile 6 Temmuz’daki
yemekte biraraya gelmiştir. Hitler, “Harbe girmeden önce her şeyi hesapladık, fakat bir
şeye aldandık. Bu harpte yegane sürpriz Rusya olmuştur. Bütün bir milletin kuvvet ve
kudreti silâhlanmaya tahsis olunmuştur ve devasadır” şeklinde bir itirafta bulunmuştur.
Hitler, ayrıca Kursk Harekâtı’nın önceki gün başladığını ve önceki günün Luftwaffe için
iyi bir gün olduğunu da belirtmiştir. Doğu Cephesi ile Fransa’yı karşılaştıran Hitler,
“Fransız muharebe cephesi kolay muharebe cephesidir. Alman askerleri Rus cephesinde
hareket etmektense Fransa’da on sene harp etmeyi tercih ederler. Askerlerimiz bilselerdi
harbi altı haftada biter bitmez uzatırlardı. Yağmurdan kaçan kovaya düşer. Bizim
askerlerimiz de Fransız harekâtını çabuk bitirip çamura saplandı. Şark Cephesi
Bolşeviklerin cenneti, garp cephesi kapitalistlerin çölüdür” şeklinde ilginç bir yanıt
vermiş, Rusya ile ilgili olarak ise konuşmasını “Çamur içinde süratle ilerlemek
arzusundan ziyade çamurun kurumasını beklemek daha fazla sürati temin ediyor.
Binaenaleyh biz de bunu öğrendik. İki sene evvel Rusya’ya karşı harekete
başladığımızdan memnunum, mamafih altı ay geç kaldık. Bu altı ay geç kalmanın
büyük rolü olmuştur. 1940 senesinde eğer Rusya’ya karşı harekete geçmeseydi
Avrupa’ya büyük bir felâket hazırlanmış imiş” diye sürdürmüştür. Konuşmanın
devamında ise Hitler, “Ah, dünya çok küçüldü. Tayyare süratleri büyük bir hızla artıyor.
Yeni tayyarelerdeki sürat dünyanın devir süratinin nısfını bulmuştur. Nerde ise bu sürat
kürenin devir süratini bulacak ama biz bunu göremeyeceğiz. Bir gün gelecek Berlin’den
Moskova’ya iki saatte gidilcek, fakat saat farkı dolayısıyla hareket saatinden evvel
270
hedefe varılmış olacaktır. Bu suretle saat farklarından dünya için yeni itilaf mevzuları
çıkacaktır” şeklinde konuşarak, Türk kmutanına henüz o zamanlar gizli tutulan roket ve
jet motorlu uçak teknolojisinde yakaladıkları ivme ile ilgili ipuçlerı vermiştir (Türk
Subayları 1999:131-133).1
3.3.3. Türkiye’nin Müttefik Yanlılığı (1943-1945)
Kursk Muharebesi Almanlar’ın istediği gibi gitmemiş, aksine savaşın dönüm noktası
olmuştur. Türkiye de bu yüzden Almanlar’ın tarfından hızla Müttefikler’in tarafına
kaymaya başlamıştır. Ancak Türkiye’deki Sovyet korkusu da Sovyetler’in cephede
üstün gelmeye başlamasıyla artmış, Almanlar da bu fırsatı sürekli kullanmışlardır.
Böylece Berlin, 1943’ten itibaren Türk-Sovyet ilişkilerini engellemeyi amaçlamıştır
(Koçak 2003, 2:201).
Hitler, Kursk sonrasında Harkov’un düşmesinin Bulgaristan ve Türkiye üzerinde
olabilecek olumsuz etkilerini düşünerek, buranın savunmasından sorumlu olan Kempf’e
şehri boşaltmaması için emir göndermiş, ancak bu emri yerine getirmek mümkün
olmayınca Kempf’i görevinden alarak yerine Wöhler’i atamış ve Kempf Ordu Grubu da
8. Ordu yapılmıştır. Eğer Kempf çekilmeseydi, ordusuyla birlikte Stalingrad’da ki
Paulus’un durumuna düşecekti (Clark 1985:263). Bu durum, yenilirken bile Hitler’in
Türkiye’ye verdiği önemden vazgeçmediğinin bir göstergesiydi. Öte yandan 24
Ağustos’ta, Sovyetler’in Harkov’u zaptettiği haberleri sürmanşetten Türk basınına
yansımıştı.2
1943’te Türkiye’nin Almanya için bir sorun olmaya başlaması Kuzey Afrika’nın kaybı,
İtalya’nın akıbeti ve Rusya’daki yenilgilerle birlikte gelmiştir (Schellenberg 1956:385).
Müttefikler’in 1943’ün ikinci yarısı stratejisi ise belliydi. Afrika’daki Mihver
kuvvetlerin işi bittikten sonra, öncelikli hedef hemen Sicilya olacak, Akdeniz’deki
Müttefik gücü kesinleşince Balkanlar’da Mihver güçlere sorun yaşatılacak (partizanlar)
ve Türkiye savaşa sokulacaktı (Bryant 1958:461). Bu strateji öncelikle Akdeniz sahnesi 1 Yemekte OKW Komutanı Mareşal Wilhelm Keitel de bulunmuştur.2 Tan, 24 Ağustos 1943, Sekizinci Yıl-No: 2878.
271
için geçerliydi. Müttefiklerin şu sıralar asıl sıkıntısı Atlantik’teki U-botlar ile
yürütmekte oldukları mücadeleydi. 1943 Ocak’ında General Alexander’ın İngiliz 8.
Ordu Komutanlığı’nı devralan Wilson, formasyonlarını Sicilya harekâtı ve Türkiye’ye
birlik hazırlama eğitimlerine devam etmekteydi (Bryant 1958:467-468). Öte yandan
Sovyet komutanlarının da Türkiye’nin savaşa girmesi gerektiğini düşündüklerini
görmekteyiz. Moskova Konferansı’nın sonunda Molotov, ABD Büyükelçisi Harriman’a
“Sovyet askerî makamlarından Türkiye’yi savaş içine çekemediği için çok eleştiri
aldığını” söylemiştir (Arcayürek 1987:209).
10 Mayıs’ta Tunus düştükten sonra, Müttefikler’in önünde o yıl için sırasıyla iki hedef
kalmıştır: Öncelikle İtalya’yı yok etmek, sonra da hala Doğu Cephesi’ne bağlı olduğunu
düşündükleri Türkiye’yi savaşa sokmak. Bunlar hallolduğunda Fransa’ya geri
dönülecek ve tabi Rusya’daki duruma bağlı olarak savaş çok geçmeden bitirilecekti
(Bryant 1958:523). 9-10 Temmuz’da Sicilya Çıkartması gerçekleştirilmiş, 17
Temmuz’da ise Kursk’taki Alman başarısızlığı tescil edilmişti. Buna rağmen Türkiye
hala temkinliydi. 1943 Temmuz’unda Türkiye, Batılı Müttefikler’in Mussolini’ye
sığınma hakkı tanımamasını açıklaması istemini yerine getirmedi (Glasneck:244).
Almanlar’ın aldıkları bazı tedbirlerden olsa gerek, Türkiye’deki Alman etkisi de henüz
kırılmamıştı. Albert Jenke, 1943 Ağustos’un da ise birinci sınıf bakan sıfatıyla von
Papen’in resmi yardımcılığına getirilmiş (Bloch 2003:241, dipnot),1 Goltz Paşa’nın
doğumgünü 12 Ağustos 1943’te Türk gazeteleri tarafından bile kutlanmıştı (Koçak
2003, 2:202). Ayrıca, Amerikan kaynaklarına göre Almanlar, II.Abdülhamit’in
Macaristan’da yaşayan oğlu Prens Abdülkadir’e Türkiye’nin Almanlar’a karşı savaşa
girmesi halinde Türk Quisling’i olarak umut bağlamışlardı (Mumcu 1995:12). Ancak
1943 yazı kapanırken Sicilya düşüp, Mussolini devrildikten sonra, Müttefikler Salerno
Çıkartması’nı gerçekleştirmişler, Roma’ya doğru yürüyüşe geçmişlerdi. 1943
sonbaharında Türkiye nihayet Müttefik tarafa kayma sinyalleri veriyordu (Bryant
1958:561). Buna rağmen akılcıl davranan Türkiye, Almanlar muharebe alanında önemli
bir yenilgi aldığında bile olaya temkinli yaklaşıyor, Almanlar’ın tepkisinin cephede er
ya da geç ortaya çıkacağını anlıyordu. Türk generaller, önceden Moskova ve Stalingrad
1 1922’de Ribbentrop’un kızkardeşi ile evlenen Albert Jenke, Birinci Dünya Savaşı öncesinde Türkiye’deki Alman topluluğunun önde gelenlerindendi ve 1918’den beri Yakındoğu’daki Alman ticareti içinde bir işadamıydı. 1939 Kasım’ında Ankara’ya Başkonsolos olarak atandmıştır.
272
Muharebelerinden sonra da cephedeki olayları yakından takip etmeye devam etmiş,
belki de bu tecrübeler Türkiye’yi başka bir sahada, Sicilya’nın istilâsından sonra
İtalya’da yaşanan ilk gelişmelere kapılıp savaşa erken girmesini önlemiştir. 1943 sona
ererken Müttefikler’in İtalya’da saplandıkları bataklık bunun iyi bir kanıtı olmuştur.
Mütttefikler savaşın en yoğun hava ve topçe desteklerinden birine sahip olduğu Monte
Cassino Muharebesi’nde ve bunu kurtarmak için düzenledikleri Anzio Çıkartması’nda
ağır kayıplar vererek Roma’ya yürüyüşlerini altı ay daha geciktirmek zorunda
kalmışlardı.
Von Papen, Amerikanlar’ın ve Ruslar’ın karşı gelmesinden dolayı Balkanlar’da bir
cephe açılamayacağını, ancak Türkiye’nin yardımıyla İngiltere’nin Ege’de daha küçük
çaplı bir harekât gerçekleştirebileceğini düşünüyordu (Wires 1999:108). Berlin, 1943
sonlarında Ege Adaları’nın, buraları işgal etmek isteyen Türkiye’ye bırakılmasını
düşünüyordu (Koçak 2003, 2:205). Bu şekilde bir taşla iki kuş vurabilecek; hem
Türkiye’nin tarafsızlığını ödüllendirerek devamını sağlayacak, hem de buradaki
garnizonlara bölünmüş birlikleri ve hava kuvvetleri ekipmanını İtalya, Yugoslavya ve
de özellikle Doğu Cephesi’ne ihtiyat olarak kaydırabilecekti. Türkiye buna olumlu
bakıyorduysa da, Almanlar burada İngilizler ile yaşadıkları çatışmayı kazanınca,
Ribbentrop’ta bu öneriden vazgeçmiştir. Görüldüğü üzere Almanlar da bu adaların
güvenliğini ne derece sağlayabileceklerini, dolayısıyla İngilizler’in Doğu Akdeniz’deki
gücünün sınırını bilmiyorlardı. Von Papen, bir görüşmesinde Menemencioğlu’na üstü
kapalı olarak, “Türkiye’deki hava üslerinin İngilizler’in kullanımına sunulmasının
Almanya ile savaş demek olduğunu”, böyle bir durumda Alman ve Bulgar ordularının
harekete geçmeye hazır olduğunu söyleyerek Türkiye’ye gözdağı vermiştir (Koçak
2003, 2: 205-207).
1943 Eylül başlarında “Savaş ve İşçi Sınıfı’nda” çıkan, daha sonra İzvestia’da
yayınlanan ve İngilizce’ye çevrilerek Daily Worker gazetesinde 4 Eylül’de basılan
makalede “Türkiye’nin tarafsızlığı gittikçe Almanlar için yararlı ve kaçınılmaz
olmaktadır. Çünkü Türkiye, Alman ordularının Balkan kanadının güvenliğini
sağlamakta, Almanlar’ın burada çok az sayıda bir güçle tutunmalarını kolaylaştırmakta
ve Alman birliklerinin büyük bir bölümünün Sovyet-Alman Cephesi’ne gönderilmesine
273
yol açmaktadır” deniyordu (Weisband 2002:155). Ruslar, ikinci cephenin
açılamamasından ve Amerikan yardımının genişletilememesinden yakınıyorlardı.
Bunun sonunda batılıların kendilerini Almanya karşısında yıpratmak istedikleri fikrine
kapılarak, Almanya ile doğrudan ya da dolaylı yollardan barış yapmayı aramışlardır
(Osten 1992:123-124). Bunlar, Sovyetler’in Dinyeper Nehri’ni geçme harekâtları ile
aynı döneme gelmiştir. Cephedeki Alman saldırı inisiyatifi kırılmış, Ruslar hızla
ilerliyorlardı. Buna rağmen Sovyet yetkililerin barışı düşünmeleri, Sovyet endüstrisi ve
insan kaynaklarının sınırı konusunda ipucu vermektedir.
Ribbentrop, 7 Ekim’de 1943’te Ankara’yı Doğu Cephesi’ndeki askerî gelişmeler
konusunda bilgilendirerek, Almanlar’ın son zamanlardaki askerî başarılarını
vurgulayarak, Ankara’yı tarafsızlığının devamı için etkilemeye çalışmıştır (Koçak 2003,
2:205). Bu başarılar büyük ihtimalle sadece Bukhrin Köprübaşı ile sınırlıydı. Çünkü o
dönemde Doğu Cephesi’nde bundan başka bir Alman başarısı söz konusu değildi.
Bukhrin Köprübaşı ise geçici bir başarı olup çok büyütülecek bir durum arz etmiyordu.
19-30 Ekim 1943 Moskova’da düzenlenen konferans ile şüpheler giderilmiş, ikinci
cephenin 1944 ilkbaharında açılması ve Türkiye’nin savaşa sokulması kabul edilmiştir.
Bu ikinci karar Sovyetler’i özellikle memnun etmişti (Osten 1992:123-124).
Molotov’un, Hull ve Eden ile 28 Ekim 1943’te Moskova’daki görüşmesinde Molotov,
“Türkiye’nin şimdi savaşa girmesiyle Almanlar’a sağlayacağı zorluklar, Müttefikler’e
vereceği zarardan çok daha fazla olacak” demiştir. Devamında ise Hull, “Türkiye’nin
elinde bir askerî hareketi başarıyla yürütecek ne malzeme, ne de ulaşım olanakları var!
ABD’nin elinde de savaşan bir Türkiye’yi destekleyecek ulaşım olanağı bulunmuyor.
ABD, Akdeniz’de ve İtalya’da, bir de Normandiya’da planlanan hareketler için elindeki
olanakları kullandı” cevabını vermiştir (Arcayürek 1987:206-207). Gerçekten de,
Adana’da vaad edilen silâhlardan sadece % 4 kadarı Türkiye’ye verilmiş, geri kalanı
Afrika’ya gönderilmişti (Osten 1992:128).
Sovyetler, Türkiye’nin savaşa girmesini istemekle birlikte Türkiye’ye yapılan silâh
yardımından rahatsızdı. Rus basını, İngiltere’nin silâhları Almanya’ya karşı değil,
274
Almanya yenildikten sonra Rusya’ya karşı olarak verdiğini yazmıştı (Weisband
2002:156). Molotov da savaşa katılmadıktan sonra Türkiye’ye neden silâh verdikleri
sorusunu Moskova Konferansı’nda Hull’e sormuştu (Weisband 2002:160).
Türkiye, Kasım’daki Tahran Konferansı’ndan sonra yoğun olarak savaş çekilmeye
çalışıldıysa da, Hitler’in Kırım’ı tutmasındaki ısrarı, Almanya’yı hala Karadeniz’de
güçlü yapmakta ve buranın Sovyet uçaklarınca Romen petrol yataklarına yapılacak
bombardımanlar için kullanılarak ciddî ekonomik bir sorun çıkmasını engellemekteydi
(Werth 2000:827).
Türkiye’nin savaşa girmesiyle Doğu Cephesi’nde meydana gelebilecek değişikliklerin
boyutu da önemliydi. Balkanlar’da cephe yaratılıp yaratılamayacağı, Türkiye’nin savaşa
girişinin Romanya, Bulgaristan ve Macaristan üzerindeki etkisinin ne derece olacağı,
hatta Tito’nun genişleyen partizan hareketinin etkisinin bu sayede artabileceği
tartışmaya değer hususlardır. Eğer Türkiye, Müttefikler’in istedikleri doğrultuda savaşa
1943 sonbaharında girseydi, şüphesiz Doğu Cephesi rahatlayacak ve Balkanlar’da yeni
bir cephe açılacaktı. Ancak bu sıralarda muharebeler henüz Kiev ve Dinyeper Kavisi
etrafında cereyan ediyordu ve Kırım hala Almanlar’ın elindeydi. Ayrıca Amerikalılar
böyle bir durumda İngiltere’ye yapmakta oldukları yığınağa ara verip, acilen
Balkanlar’a birlik sevketmek, hatta Kırım’a çıkartma yapmak, ilaveten Türk Ordusu’na
da çok sayıda ekipman sağlamak zorundaydılar. Tabi bu durum batıda yapılacak
çıkartmayı sekteye uğratabilirdi. Zaten Roosevelt te Moskova’ya “Türkleri şimdi savaşa
zorlamak, -gemiler dahil- askerî savaş malzemesini onlara göndermek, İtalya Cephesi
ile Overlord Harekâtı’ndan fazla sayıda gücün ayrılmasını gerektirir. Bu nedenle
Türkiye’yi savaşa zorlamak tavsiye edilemez” diye bir talimat yollamıştı (Arcayürek
1987:205).
Türkiye’nin savaşa girmesi İtalya’ya bağlanıyordu. Ancak 1943 sonbaharında İtalya’da
yaşanan gelişmeler, Müttefikler’i yeni bir cephe açmaya zorlar nitelikteydi. İtalya’nın
Avrupa’daki ikinci bir cephe olamayacağı, buradaki harekâtın her şeye rağmen
Almanlar tarafından durdurulmasıyla kesinleşmişti. Quebec Konferansı’nda Churchill
bu durum üzerine Türkiye’yi savaşa sokmak Fransa yerine ikinci cephenin Balkanlar’da
açılmasını savunmuş, ancak görüşünü kabul ettirememiştir. Quebec’te ikinci cephenin
275
kesin olarak Fransa’da açılmasına karar verilmiş ve hazırlıkların sorumluluğu da
Amerikalılar’a bırakılmıştır (Osten 1992:123).
1943 Kasım’ına girildiğinde, ABD Türkiye’den sadece havaüslerini açmasını
beklerken, Sovyetler ise Türkiye’nin topyekün savaşa girerek Doğu Cephesi’nin
güneyindeki yükünü hafifletmesini savunuyordu. İngilizler ise daha çok Ege
Adalar’ındaki taktik çıkarlara yoğunlaşmışlar ve Sovyetler’i destekliyorlardı. Moskova
Konferansı’nda Eden ile Molotov 2 Kasım’da Türkiye’nin savaşa sokulması konusunda
bir protokol imzaladılar (Arcayürek 1987:208).
5-8 Kasım 1943’te Kahire’de yapılan Menemencioğlu-Eden görüşmelerinde de
Türkler’in savaşa girme konusundaki isteksizliklerinden vazgeçmedikleri görülmüştür.
Türkler, Almanlar ile savaşmakta isteksizdiler. Kendilerini zayıf düşürmek istemiyorlar,
savaş sonrasında Sovyetler Birliği’nin karşısına yıpranmadan çıkmayı tercih ediyorlardı
(Weisband 2002:172). Ruslar, Türkler’in Bulgaristan’da değil, sadece Yunanistan’da
harekâtta bulunmalarını istiyorlardı. Kahire’den sonra Menemencioğlu’nun
Vinogradov’u kabulü sırasındaki konuşmalar ve akabinde olanlar bu konuda Sovyet
tavrını net bir şekilde ortaya koymuştur. 16 Kasım’da CHP Meclis Grubu’na
Kahire’deki görüşmeler hakkında bilgi veren Menemencioğlu, Hükümet adına savaş
yetkisi istedi (Weisband 2002:178-179). İnönü, 17 Kasım 1943’te Asım Us, Falih Rıfkı
Atay, Necmettin Sadak ve Memduh Şevket Esendal’ın bulunduğu gayriresmi öğle
yemeğinde, eski vaziyete dönüldüğünü, hatta “sözde” daha ileriye gidildiğini, bu
vaziyette ertesi gün harbe girilebileceğini ya da 1944 baharında sulh içinde
olabileceklerini söylemiştir (Koçak 2003, 2:184-185).
Churchill ise, Türkiye’nin savaşa girmesi için bir kumar oynayarak, savaştan çekilen
İtalyan askerlerinin elindeki Rodos’a çıkartma yapmış, ancak Almanlar inisiyatifi çok
çabuk ellerine alarak, İngilizler’i bozguna uğratmışlardı. Böylece Almanlar’ın
Balkanlar’daki gücüne kuşkuyla bakan Türkiye, savaşa girmemek için Müttefikler’e
karşı bir koz kazanmıştır. Almanlar, ayrıca savaşın başından beri İngilizler’in elinde
bulunan İstanköy, Leros ve Sisam’ı işgal etmeye başlamış, bu esnada Leros’taki İngiliz
garnizonuna yardım Türkiye üzerinden gönderilmişti. Buna rağmen, ada 17 Kasım’da
276
düştü (Weisband 2002:143). Sisam’daki İngiliz, Yunan ve İtalyanlar da Türk kayıkları
ila Anadolu’ya taşındılar (Weisband 2002:154).
5-8 Aralık’ta yapılan Kahire Konferansı’nda TBMM’den savaşa girme yetkisi alarak
giden İnönü, Türkiye’nin savaşa girme tarihini 15 Şubat 1944 olarak belirleyen
müttefikler direndi. Çıkan en önemli sonuç Türkiye’nin savaşa girmesi prensip kararının
teyidi oldu (Osten 1992:130).1
Bu arada İngilizler’in Türkiye’deki havaalanı inşaatlarını bir yıl yerine beş ayda
bitirmeleri ve Orgeneral Montgomery’nin 8. Ordusu’nu adım adım Suriye Sınırı’na
kaydırmaları Almanlar’da bir “fait accompli” kuşkusu doğurmuştu. İngilizler, Türkiye
üzerinden Romanya’daki petrol kuyularını bombalayarak Türkiye’yi savaşa
sokabilirlerdi (Weisband 2002:148-149).
Stalin, İngilizler’in Türkiye’yi savaşa sokmasını Karadeniz’in kontrolünü sağlamak,
İngiltere ile deniz bağlantısını en kısa yol olan Boğazlar’dan kurmak ve Romanya’nın
Ploesti petrol havzasını bombalayabilmek için onaylıyordu (Denniston 1998:124).
Kahire ve Moskova görüşmelerinde Türkiye’nin bir an önce savaşa sokulmasını,
Sovyetler Birliği Almanya’ya karşı Doğu Cephesi’ni rahatlatacak bir Balkan cephesi
açılması açısından, İngiltere ise Ege ve Doğu Akdeniz’in güvenliğini öncelikli
düşünerek istiyordu. Türkiye ise savaşa girebilmek için ordunun donatımının
tamamlanmasını ve müşterek harekât planlamasının birlikte yapılmasını istiyor ve siyasî
güvencenin belirleneceği detaylı planın yapılması hususları yerine getirildikten sonra
kararını vereceğini bildiriyordu (Yiğit 1999:417).
Ancak Türkiye, Müttefikler’den yana olduktan sonra temelde dört korkusu olmuştur.
Müttefikler, Almanya’yı bir güç olarak Avrupadan silmeye çalışacaklar, İngilizler
Ruslarla etki alanları anlaşmalarına girişecek ve bunun sonucu olarak Sovyetler Birliği,
Doğu Avrupa ile Balkanlar’a egemen olabilecekti. İngiltere ise, Türkiye’yi savaşa
girmeye zorlayacaktı ve Sovyetler de Türk havaalanlarının kullanılması içinde,
1 Kazım Karabekir ise 3 Aralık 1943’teki Meclis oturumunda hükümete, harbe girmemeye karşılık gönüllü olarak bir tümen (18.000 kişi) gönderilmesini önermiştir (Karabekir 1995:433). Karabekir, bunu İspanyollar’ın Doğu Cephesi’ne gönderdiği Blue Tümeni ile özdeşleştirmiştir.
277
İngilizler’e tanınan hakların Türk hükümetince kendilerine de tanınmasını
isteyeceklerdi. Bu yüzden Türkiye, İngilizler’in Stalin’in ekmeğine yağ sürdüğüne,
gittikçe daha çok inanıyordu (Weisband 2002:10).
1943’ün ikinci yarısı boyunca Doğu Cephesi’nde Ruslar’ın rahatlatılması için gösterilen
Müttefik çabaları askerî ve diplomatik olarak sürmüş; askerî kısmı İtalya’da kısmen
başarılı olmuş, diplomatik kısmı ise Türkiye engeline takılmıştır. Sovyetler, artık Türk
politikalarından fazla umutlu değildi ve Türkiye’nin savaşa girmesini hâlâ istemekle
birlikte, eskiden olduğu kadar da önemsemiyordu.1 Buna rağmen 1944 yılına girilirken
Türkiye’nin savaşa gireceği yüksek bir olasılık gibi görünüyor, gazetelerde konuyla
ilgili yayınlara artık sıkça rastlanıyordu. 4 Ocak 1944’te Tan Gazetesi’ndeki
“Türkiye’nin Harbe Girmesi İçin Lüzumlu Üç Şart”başlıklı yazıda, bir önceki gün
Londra’da yayınlanan Sunday Graphic Gazetesi’nin haberini veriyordu. Bu şartlar:
1) Oniki Ada ile diğer Ege adalarında bulunan Alman hava üslerinin zararsız hale
getirilmesi,
2) Rusya’dan istilâ altında bulunan Yugoslavya’dan ve Batı Avrupa’dan yapılacak
hücumların aynı zamanda vuku bulması,
3) Kiralama ve ödünç verme esaslarına göre Müttefikler’in Türk Ordusu’na teknik
yardımının genişletilmesiydi.2
Türkiye de Müttefikler’in lehine bazı adımlar atmaya başlamıştı. 12 Ocak 1944’te de
Fevzi Çakmak yaş haddiyle emekli edilirken, 4 Aralık 1943’te Genelkurmay İkinci
Başkanlığı’na getirilen Orgeneral Kazım Orbay Genelkurmay Başkanı atanmıştı.3
Orbay’ın yerine ise 14 Ocak’ta Orgeneral Salih Omurtrak Genelkurmay İkinci Başkanı
olmuştu.
1 1944’e girilirken, Sovyetler’in Türkiye’yi eskisi kadar önemsememeye başlamasını Almanlar’ın, Türkler’in istediklerinden daha fazla gerilemelerine dayandırabiliriz. Karadeniz’in kuzeybatısındaki Sovyet kış saldırısı Almanlar’ın çetin direnişine rağmen aleyhlerine devam ediyor, Kızılordu birlikleri de adım adım Romanya kapılarına yaklaşıyordu. Eğer Almanya Dinyeper’in doğusunda kalarak Sovyet merkezlerini hala tehdit ediyor olsaydı, Türkiye’nin tarafsızlığı da hala mükafatlandırılıyor olurdu. Belki de bu endişe Çiçero Olayı’nın yaşanmasına neden olmuştur.2 Tan, 4 Ocak 1944 Sekizinci Yıl- No. 3006. Özellikle ikinci madde Ruslar’ın Avrupa’da gereğinden fazla yer kapmalarının önüne geçebilecek bir tedbir gibi görünmektedir.3 Von Papen, Çakmak’ın uzaklaştırılacağı haberini 30 Temmuz 1943’te Berlin’e bildirmiştir. (Koçak 2003, 2:238).
278
Ancak Türkiye diğer yandan, 1944’ün Ocak ve Şubat aylarında Almanya’ya satılan
Krom miktarını artırdı. Bu durum 19 Nisan 1944’ten Amerika ve İngiltere büyükelçileri
vasıtasıyla konuyla ilgili Menemencioğlu’na protesto notası verene kadar devam etti
(Weisband 2002:245-246).
1944 Şubat’ında Türk-İngiliz ilişkileri aniden bozulmuştu. Times gazetesi Türkiye’nin
politikası eleştiriyordu. Türkiye’ye gelen Müttefik yardımı da kesilmişti (Weisband
2002:213-215). Menemencioğlu bunun üzerine Sovyetler ile ilişkilerini geliştirip
geliştirilemeyeceğini yokladı. Ruslar umursamazlık gösterdi. Sovyet elçisini
yokladığında ise yine “Türkiye’nin savaşa dahil olmamasından Ruslar’ın duydukları
sıkıntı” ile karşılaştı. Elçi Türkiye’nin savaşa girmesi ile Ruslar’ın “bir karşılıklı
yardımlaşma paktı bile imzalayabileceğini” söyledi (Weisband 2002:216-217). 18 Şubat
1944’te Rodos’taki Türk Konsolosluğu binası bombalandı. 16 Mart’ta ise Ribbentrop,
Büyükelçi Saffet Arıkan’a Türkler’in Müttefikler’e üs vermesi durumunda Almanlar’ın
buna karşılık vereceğini ima etti (Seydi 2006:253 ve Koçak 2003, 2:237).
Tüm bu gelişmeler sürerken Almanya’ya krom sevkiyatı daha da hız kazanmıştı.
1944’te, 25 Mart’a kadar Almanya’ya 75.842 ton Krom gönderilmişti ve yıl sonuna
kadar sevkiyatın toplamı 180,000 tonu bulacaktı. Müttefik baskıları sayesinde
Menemencioğlu, Almanya’ya Krom sevkiyatının ayda 4.200 tona indirilmesini
öneriyordu (Koçak 2003, 2:239-241). Von Papen, 18 Nisan 1943’te Türk-Alman Ticaret
Antlaşması’nın acilen uzatılması gerektiğini, yoksa bunun mümkün olmayacağını 6
Temmuz 1944 tarihli raporunda Berlin’e bildirmişti (Koçak 2003, 2:254). Ancak ABD
ile İngiltere 19 Nisan’da Türkiye’ye bir nota vererek Almanya’ya Krom ihracatının
durdurulmasını istemişti. Nihayet baskılar sonuç vermiş, Menemencioğlu da 21 Nisan
akşamı saat 19.00’dan itibaren Almanya’ya Krom sevkiyatının duracağını açıklamıştır.
Aynı akşam Türkiye, elindeki tüm kullanılabilir vagonları ardı ardına dizerek, 218
Krom yüklü vagonu Almanya’ya göndermek üzere Bulgaristan’a geçirmiştir. Ancak
Türk yetkililerin yardımıyla sevkiyat, 1 Mayıs’a kadar gizlice sürecekti (Koçak 2003,
2:241-242).
279
17 Nisan’da kimliği meçhul bir uçak İstanbul/Beykoz’daki tepeleri bombalarken, 30
Nisan’da yine İstanbul’da tekrar uçak sesleri duyulmuştu. Bunlardan dolayı İstanbul’da
pasif korunma önlemleri alınarak karartma uygulanırken, Tanin de 2 Mayıs 1944’te
“İstanbul bombalanmak tehlikesinde bulunuyor” başlıklı haberinde, bazı meçhul
uçakların İstanbul üzerinde uçtuğu ve birinin boş araziye bomba bıraktığı ile ilgili
İstanbul Valisi Lütfi Kırdar’ın açıklamasını yayınlamıştı.1 5 Mayıs gecesi bir uçak,
uçaksavar ateşi ile yaralanarak Yeşilköy’e zorunlu iniş yapmak zorunda kalmıştı. Bu
olayları takiben Ankara, İstanbul ve İzmir’de sivil savunma tatbikatları yapılmıştır
(Koçak 2003, 2:244).
Bu arada Macaristan’ın karışması da Türkiye’yi ilgilendiren bir hadise olmuştu. Hitler,
25 Mart’taki görüşmesi sırasında Manstein’a Macaristan’a müdahele için en uygun
zaman olduğunu, oradaki işlerin haddinden fazla karıştığını bildiren, bir Türk basın
haberini, okumuştu (Manstein 1962:609). Ruslar da Kırım’ı geri almak için
uğraşıyorlardı. Manstein’a göre Hitler, Kırım’ın çekinilmeden kaybedilmesiyle,
Türkiye’nin ve arkasından da Bulgaristan ile Romanya’nın sessizliklerini bozacaklarını
düşünüyordu (Manstein 1962:566). Ancak Manstein, Zeitzler vasıtasıyla Hitler’e,
Türkiye, Romanya ve Bulgaristan’ın tutumlarının Kırım meselesinden çok Bulgaristan
ve Romanya’nın doğu sınırlarının ilerisindeki bir Alman güney kanadının varlığıyla
ilgili olacağını belirtmiştir (Manstein 1962:573). 28 Nisan 1944’te “von Papen’in
Seyahati” başlıklı Washington kaynaklı bir haberde Almanya’da bir rejim değişikliği
olması halinde von Papen’in iktidar mevkine getirilmesinin çok olası olduğu
söyleniyordu.2 Demek ki Almanya’da da bir takım huzursuzluklar vardı.
Sovyet birlikleri Mayıs başlarında Romanya kapılarında umut vaadetmeyen ve ağır
kayıplı çarpışmalara giriyordu. İngiliz ve Amerikan elçileri 10 Mayıs’ta da Macaristan
ve Romanya ile ticari ilişkilerin kesilmesi için Türkiye’ye birer protesto notası
vermişlerdi (Weisband 2002:246-247). Aynı gün Türk gazetelerinde “Sivastopol Düştü”
manşeti göze çarpıyordu.3
1 Tanin, 2 Mayıs 1944, Se: 35 Sa: 4454-242.2 Tanin, 28 Nisan 1944 Sene: 35-Sayı: 4454-238.3 Tan, 10 Mayıs 1944,Sekizinci Yıl No: 3105.
280
Bundan sonra Türkiye hızla Batılı Müttefikler’e yönelmiş ve kısa bir sürede ABD ve
İngiltere’ye tamamen bağımlı hale gelmiştir. Bunun sonucunda Almanya’ya Krom
sevkiyatı tamamen durdurulmuştur. 6 Haziran 1944’te, “İngiliz Hükümeti Türkiye’ye
bir nota verdi” başlıklı haberde, bazı Alman vapurlarının Boğazlar’dan geçmesini altı
geminin geçirildiği istihbaratı üzerine İngilizler’in protesto ettikleri yazıyordu.1
Boğazlar’dan Mihver silâhlı ticaret gemilerinin geçişi de yasaklanmıştır. Bu olayları
Menemencioğlu’nun istifası takip etti.
6 Haziran’da Müttefikler, Fransa’nın Normandiya kumsallarına oldukça zorlu ve ağır
kayıplı ama başarılı bir çıkartma yaptıktan üç gün sonra 9 Haziran 1944’te İnönü,
Saraçoğlu’nun harbe girme eğiliminde olduğunu ve “Galiba döğüşeceğiz” dediğini not
almıştır (İnönü 2001:405).2 Normandiya çıkartmasından bir hafta sonra ise Müttefikler,
Knatchbull-Hugessen vasıtası ile Türkiye’ye yaptığı Almanya ile diplomatik ilişkilerini
tümden kesmesi isteği 13 Haziran’da sunulmuş, ancak bu talep Saraçoğlu tarafından
reddedilmiştir (Weisband 2002:256 ve Koçak 2003, 2:258). Hemen ardından İngilizler,
gizli silâhlandıkları gerekçesiyle Alman ticaret gemilerinin geçişini bile protesto etmye
başlamışlardır. İngiliz baskısı sonucunda, Ankara EMS ve Mannheim sınıfı Alman
gemilerinin geçişlerini kısıtlayarak bütün Alman gemilerinin aranması kararını almıştır.3
15 Haziran’da ise Menemencioğlu’nun istifası açıklanmış (Koçak 2003, 2:249-250),4
akabinde de Müttefik talebiyle Almanya ile ticari ilişkiler azaltılmaya başlamıştır
(Koçak 2003, 2:254). Öte yandan Stalin, Churchill’e gönderdiği 15 Temmuz 1944’teki
mesajında “...Almanya ile savaştan kaçınan Türkiye’nin savaş sonrası sorunlarındaki
özel hak isteklerinin dikkate alınmayacağı...” sözünü sarf etmişti. Stalin, Türkiye’nin
savaşa girmesinin artık Müttefikler’e bir fayda sağlamayacağını ve yalnız bırakılması
1 Tanin, 6 Haziran 1944, 35/4454-277.2 Normandiya Çıkartması ile birlikte gazete sütunları da Doğu Cephesi ve Batı Cephesi diye bölünerek çıkmıştır.3 Ruslar, çeşitli Alman savaş gemilerinin Boğazlar’dan Karadeniz’e geçirilmesine izin verildiği iddialarıyla 1941 ve 1942 boyunca Türkiye’yi protesto etmiş, benzer bir olay 1944’te de yaşanmıştır. (Koçak 2003, 1:607). Montreux Sözleşmesi’ne göre 105 mm’nin üzerindeki çapta top taşıyan gemilerin geçişi yasaklanmıştı. Boğazlar’ın her ikisi de ağlarla kapatıldığından, gemiler ya da denizaltılar Türk Hükümeti’nin izni olmaksızın geçemezlerdi. (Koçak 2003, 1:607).4 Numan Menemencioğlu görevden alındıktan sonra Başbakan Saraçoğlu Dışişler Bakanlığı görevini üç ay Başbakanlık göreviyle birlikte yürütmüştür. 15 Eylül 1944’te ise Hasan Saka Dışişleri Bakanı oldu. 13 Eylül 1944’te Hasan Saka Dışişleri Bakanı olarak atanmıştır.
281
gerektiğini savunmaktaydı (Uğurlu 2003:131).1 Bu arada 17 Temmuz 1944’teki “Millî
Şef İnönü Harp İlan Ettiği Takdirde” başlıklı bir yazı “…bütün Türkler onun
yanıbaşında olacaktır” şeklinde, Türkiye’nin Müttefikler ile birlikte savaşa girmesiyle
ilgili, adı bilinmeyen bir ABD’linin Ankara görüşmeleri hakkında beyanatı, Tanin’de
yer almıştı.2
Tüm bu gelişmeler Müttefikler’in Türkiye ile Almanya’nın ilişkilerini hedef alan bir
kampanya gibiydi. Türkiye baskılara dayanamayarak Ağustos başında Müttefik
taleplerini karşılamak zorunda kalmıştı. 2 Ağustos 1944’teki Meclis oturumunda
beyanat veren Saraçoğlu, gece yarısından itibaren Almanya ile siyasî ve ekonomik
ilişkilerin kesilmesini Meclis’ten talep etmiş, oylamaya katılan 411 milletvekilinin
tamamının oylarıyla öneri kabul edilmiştir.3 Ancak bütün bu gelişmelere Sovyetler hala
sıcak bakmıyor, Türkiye’nin savaşa girmedikçe yalnız bırakılması düşüncelerinden
vazgeçmiyorlardı (Weisband 2002:258).
Almanlar Türkiye’yi terkederken, Türkiye’deki birçok Alman muhalifin –İngilizler’in
istekleri- doğrultusunda korunduğu, ancak bunların arasında Naziler’in de karıştıkları
bilinmektedir (Seydi 2006:255-256). Bu durum, Türkiye ile Müttefikler arasında
gerginlik yaratmıştır. Almanya’daki 400 Türk öğrenci ile 20 Türk işadamı da
Türkiye’ye dönmeye başlamış, Türkiye’deki Alman şirketlerinin tasfiyesi ise 1944
sonuna kadar sürmüştür (Koçak 2003, 2:267).
Öte yandan İnönü’nün 7 Ağustos’taki notlarından Ruslar’ın Türkiye aleyhinde
propaganda yapmakta oldukları anlaşılmaktadır (İnönü 2001:411). Von Papen’e suikast
düzenleyen Kornilov ve Pavlov 8 Ağustos 1944’te serbest bırakılmışlardır (Jaescke
1990:106). Aynı ayın sonlarında Romanya düşerken, Kızılordu da Bulgar Sınırı’na
dayanmıştı.4 Bulgaristan işgal edilip, Sovyet tarafına geçince, Türkiye de Sovyet
1 Stalin’in bu düşüncelerinden, -o zaman için bile- Sovyetler Birliği’nin Almanya’dan sonra Türkiye’yi doğrudan tehdit edeceği sonucu rahatlıkla çıkarılabilirdi.2 Tanin, 17 Temmuz 1944 Se: 35 Sayı: 4454-318.3 TBMM Zabıt Ceridesi DEVRE: VII Cild 13:5 ve 10.4 İnönü’nün notlarına göre 26 Ağustos’ta Bulgaristan, Türkiye’nin yardımını istiyordu (İnönü 2001:411). Ruslar Bulgaristan’a yaklaşırken Türkiye’ye gelen batı yanlısı Bulgar Başbakan Muşanof’un İnönü’ye, “Bizi işgal edin. Sovyet Rusya geldiği takdirde, artık Bulgaristan’ın bir devlet olarak yaşaması olanak dışıdır” dediği TBMM koridorlarında söylenti olarak yayılmıştı (Osten 1992:146).
282
güdümlü Bulgaristan’ın Bulgar yayılmacılığını canlandırmasından korkmaya başlamış
(Weisband 2002:265), Bulgaristan’dan sonra sıranın Türkiye’ye geleceği düşüncesi de
Türkiye’de panik havasının esmesine neden olmuştur. Bulgar İçişleri Bakanı Gabrovski,
9 Eylül’de Türkiye’ye sığınmış, ancak Ruslar’ın talebi üzerine 19 Eylül’de iade
edilmiştir (Koçak 2003, 2:270). Sovyet ordularının Romanya’ya giriş şekillerini olumlu
karşılayan Türkiye, kendilerine savaş açmayan Bulgaristan’a giriş şekilleri yüzünden
tekrar korkuya kapılmıştı. Bulgarlar’ın Selanik ve Makedonya’da birlikleri’nin
bulunması da buraların Ruslar tarafından işgal edilebileceği düşüncesiyle Türkiye’yi
endişelendiriyordu. Ancak Churchill’in 9-18 Ekim arasındaki Moskova ziyareti
sonrasında buralardaki Bulgar kuvvetleri çekilmişlerdir (Weisband 2002:268-269).
Almanya ile ilişkilerini kesmesine rağmen, Ruslar’ın hala Türkiye’yi gözetlemeye
devam ettiği de görülmektedir. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kazım Orbay’ın
Başbakanlık’a ve Dışişleri Bakanlığı’na gönderdiği bir belgeye göre, 24 Eylül 1944’te
Babaeski ve Saray civarına zorunlu iniş yapan iki Sovyet uçağı enterne edilirken,
mürettebat bir Türk subayı eşliğinde İstanbul’daki Sovyetler Birliği Konsolosluğu’na
teslim edilmiştir.1
Türkiye, 3 Ocak 1945’te Japonya ile de ilişkilerini kesti (Koçak 2003, 2:272). Hükümet
artık herşeyiyle batının teknolojisine de bağlanmıştı. 1943-44 yılları boyunca Alman
savaş ekipmanına önem verilirken, Tanin’in 26 Ocak 1945’teki baskısında Londra’daki
uçak fabrikalarını ve hava tesislerini gezen Türk Havacılık Heyeti kaleme alınmıştı.2
Türk Hükümeti, 1945 Ocak’ından itibaren Sovyetler Birliği’ne savaş malzemesi taşıyan
gemilerin geçişine izin verdi. Stalin, İkinci Dünya Savaşı boyunca Boğazlar’dan yardım
gelmemesinin verdiği sıkıntıyı 4-11 Şubat 1945’te Yalta’da masaya yatırarak
“Boğazların mevcut rejiminin yeni koşullara uymadığı ve yapılacak değişikliklerin her
durumda Rusya lehine olması gerektiğini” savunmuş, ABD ve İngiltere de buna sıcak
bakmışlardır (Özbey 1999:539).
1 BCA:10.59.402.28.2 Tanin, 26 Ocak 1945, 36/4454-505.
283
23 Şubat 1945’te Meclis’te yaptığı konuşmada, Yalta’da 25 Nisan’da düzenlenecek San
Fransisco Konferansı’na katılacak ülkelerin 1 Mart 1945’e kadar Mihver Devletler’e
savaş ilan etme mecburiyeti karaı alındığını açıklayan Dışişleri Bakanı Hasan Saka, 20
Şubat günü İngiliz Büyükelçi Sir Maurice Peterson’un hükümete ilettiği memorandum
doğrultusunda konuyu Meclis gündemine getirdiklerini söylemiştir.1 Diğer
konuşmacılardan sonra sözü alan Başbakan Saraçoğlu ise Türkiye’nin Almanya ve
Japonya’ya harp ilan etmek istediğini duyurarak Meclis’ten yetki istemiştir.2 TBMM’de
oylamaya katılan 401 milletvekilinin tamamının kabul oyları sayesinde, Türkiye 23
Şubat’ta Almanya’ya ve Japonya’ya resmen savaş ilan etmiştir.3 Türkiye savaşa ancak
hem Almanya ile sınır ilişkisinin kesilerek iki ülke ordularının arasında önemli bir
mesafeye ulaşılması, hem de Almanya’nın Ruslar’a karşı artık savunma gücünün
kalmayarak yenilgisinin kesinleşmesi net olarak ortaya çıktığında girebilirdi. Nitekim
Türkiye’nin savaş açtığı 23 Şubat 1945’te Türkiye’ye en yakın cephe Macaristan’da
bulunuyordu ve Kızılordu Oder’in doğusuna dayanarak Berlin’e yakın olan Küstrin
Köprübaşı’nı ele geçirmişti.
Sovyetler Birliği, 19 Mart 1945’te Türk-Sovyet Anlaşması’nı yenileyemeyeceğini
açıkladı. Sovyetler Birliği, 7 Haziran 1945’te Molotov’un notasıyla Türkiye’den Kars
ile Ardahan’ı ve Boğazlarda ortak üsler isterken, Montreaux Sözleşmesi’nin Karadeniz
ülkeleri ve Sovyetler’in söz sahibi olacak şekilde değiştirilmesini talep etti. Almanya
artık yeniliyordu ve savaşta Kızılordu galipti. Buna rağmen Türkiye’nin Sovyet
isteklerine razı olması beklenemezdi.
11 Mayıs 1945’te Avrupa’da harbin kazanılması üzerine demeç veren Başbakan
Saraçoğlu, artık Naziler’i resmen barbar diye tanımlıyor, İngiltere’ye, ABD’ye ve
Sovyetler Birliği’ne methiyeler düzüyordu.4 Bu günden itibaren Türkiye’nin tehdit
olarak algılayacağı ülkelerin sayısı bire inmiş, tarafı ise belli olmuştu. Artık Sovyet
tehdidini ile onlarca yıl boyunca ensesinde hissedecek olan Türkiye, sırtını Batılı
Müttefikler’e yaslayarak yoluna devam edecekti.
1 TBMM Zabıt Ceridesi DEVRE: VII Cild 15:126-127.2 TBMM Zabıt Ceridesi DEVRE: VII Cild 15:131.3 TBMM Zabıt Ceridesi DEVRE: VII Cild 15:182.4 BCA: 01.11.64.1 ve TBMM Zabıt Ceridesi DEVRE:VII Cild 17:44-45.
284
SONUÇ
Türkiye İkinci Dünya Savaşı öncesinde Atatürk’ün liderlik döneminde batılılaşma
yolunu seçmiş ve bu doğrultuda savaş sırasında Batılı Müttefikler olarak tabir edilen
ABD, İngiltere ve Fransa ile iyi ilişkiler kurmuştu. Savaş esnasında ise “Millî Şef” ile
tek partili otoriter yönetime sahip olan Türkiye’de seferberlik ilan edilmeden sıkı bir
rejim oturtulmuştu. Bu durum savaşın getirdiği zorunlulukla Türkiye Cumhuriyeti’nin
genç olması ile birleşen bir durumdu. Bununla beraber bu tutum Türkiye’ye savaş
sırasında önemli bir manevra alanı kazandırmış, hem Mihver hem de Müttefikler ile
yakınlaşma imkânı tanımıştı. Başka bir deyişle Türkiye her iki taraftan da olabilir,
savaşı kazanana oynayabilirdi.
Çelişkilerle dolu olan savaş tarihi, 22 Haziran sabahını insanlık tarihi açısından
korkunç, Türkiye tarihi açısından mükemmel bir gün yapmıştır. Hem Almanya, hem de
Sovyetler Birliği birbirleriyle savaşa tutuşarak Türkiye için bir süre için tehdit olmaktan
çıkmışlardı. Türkiye, en azından birisi diğerini yenene kadar güçlenmek için önemli bir
vakit kazanmıştır.
Almanya ile Rusya Doğu Cephesi’nde savaşırken Türkiye’de cephedeki durumu sürekli
ve yakından izlemiş, askerî ve stratejik etüdler gerekli mercilerde hemen incelemeye
alınmış ve gelişen savaş tarzları kısa zaman içinde Türk Ordusu’na kazandırılmıştır.
Böylece 1943’e kadar yenildi gözüyle bakılan Kızılordu’nun Moskova ve Stalingrad’da
sergiledikleri “son duruşlar” ile dünyayı şaşırtmaları, 1943’ten başlayarak Almanlar’ın
sürekli ilerleyen Sovyetler karşısında gösterdikleri çetin direnişler altında yatan
tecrübeler, teorik olarak Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından da takip edildi. Bu olayların
stratejik yansımaları ise siyasî kadrolar için yer yer yeni fırsatlar yarattı.
Türkiye, gerçekten de Doğu Cephesi’nin açılmasından en çok yararlanan ülke olmuştu.
Üstündeki Alman ve Sovyet tehdidi kalkmış, Rusya’daki Türkler’in kurtulması fırsatı
doğmuştu. Sovyetler Birliği’nin stratejik derinliği de, 1941’de Kızılordu’ya savaşa tam
285
hazır olmak için önemli bir zaman kazandırarak erken bir Alman galibiyetine engel
olduğu için Türkiye’nin dış siyasetinde ihtiyacı olan manevra yeteneği kazandırmıştır.
Doğu Cephesi’nin Almanya ya da Rusya tarafından kazanılması, Türk statükoculuğuna
aykırı bir durum yaratacak, özellikle de Rusya kazanırsa ülke yine büyük bir tehditle
karşı karşıya kalacaktı. Böylece Türkiye Doğu Cephesi’nin kapanmaması için -belki de
ilk kez etik uygulamalarının dışına çıkarak- elinden geleni yapmıştır.1
Türkiye’nin bu tehdidi karşılayabilmesi, 1941’de Almanlar’dan gelmesi muhtemel
tehdidi karşılayabilme olasılığına göre çok daha zordu. Türkiye, dolayısıyla genel olarak
tercih ettiği Batılı Müttefikler’in Batı Cephesi’ndeki bozgununu, Doğu Cephesi’nin
istikrarı pahasına istemek zorunda kalmıştır. Çünkü 1944’te Fransa’dan doğuya
aktarılacak her Alman tümeni, beklenen Sovyet saldırısının durdurulması için son
derece önemliydi.
Savaşın başında ana hedefini “tarafsızlık” olarak belirleyen Türkiye, sanki sırat
köprüsünden geçerek bu hedefine ulaştı. 1941 yazı başlarken ciddî işgal tehdidi
yaşayan, 1942 sonlarında artık Almanlar ile stratejik işbirliğine neredeyse kesin gözüyle
bakan Türkiye, 1944’te Sovyetler’in Balkanlar’a inmesiyle yön değiştiren tehdide
rağmen yeni bir işgal durumu ile karşı karşıya kalacağını önceden sezmişti. Ancak,
savaşın başında ve öncesinde Batı dünyası ile kurduğu sıcak ilişkiler ile savaş sırasında
her iki tarafa karşı göstediği siyasî direncin getirdiği istikrarlı dış politika anlayışı
sayesinde, ABD’nin ve İngiltere’nin Türkiye’ye saygı göstermesine ve benimsemesine
neden olduğunu söyleyebiliriz. Bugün Türkiye’nin, savaş boyunca fiili olarak savaşa
girmeden en çok kazanımı elde eden ülke olduğu düşünülmektedir.
Dolayısıyla Doğu Cephesi’nin açılması, öncelikle Türkiye’nin geçici olarak işgal
tehlikesinden kurtulmasını sağlamış, izleyen dönemde ise Mihver ile Müttefik taraflar
arasındaki pazarlık payından kazanım elde edebilmesi için pazarlık gücünü artırmıştır.
Doğu Cephesi’nde Bulgaristan’ın işgali ile geçen süreye kadar güçlenmesini askerî,
1 Bu bağlamda Çiçero Olayı’nı bile ayarlayarak yenileceği düşüncesi ağır basan Almanlar’ı uyarmaktan kaçınmadığı da söylenebilir. Türkiye’nin Çiçero olayındaki esnek tutumunu, tarihi tecrübelerine dayanarak kalmakta olduğu zor durumun, yani iki cepheden ve Karadeniz’den Sovyetler ile geniş komşuluğun bir sonucu olarak görmek gerekir.
286
siyasî ve iktisadî alanlarda devam ettirebilen Türkiye, savaşı kazanmaya yakın tarafın
belli olmasını dikkatle izleyerek adımlarını buna göre atmıştır. Askerî ekipmanın
kalitesinin ve sayısının artırılması ve ordunun buna göre yeniden düzenlenmesi, çeşitli
tedbirlerle ekonominin bu düzenlemeye cevap verebilecek şekilde genişletilmesi ve
devletin izlediği siyasetin bu tertiplenmeleri sağlayacak şekilde zaman kazanması gibi
birbirini tetikleyen alanlarda, tutarlılığı elden fazla bırakmadan pratik çözümlere ulaşan
Türk devlet adamlarının olağanüstü çabaları ön plana çıkmıştır.
Türkiye savaşın başında ne Alman, ne de Sovyet işgaline karşı koyabilecek bir güce
sahipti. Ancak her ikisi arasındaki mücadeleyi en verimli biçimde değerlendirmeye
çalıştı ve bunu da büyük oranda başardı. Türk Ordusu savaşın sonuna yaklaşılırken,
savaşın başındakine oranla oldukça güçlenmiş ve Batılı Müttefikler’e uyumlu bir
şekilde yeniden organize edilmişti. Bu gelişme Türkiye’yi hâlâ işgal tehlikesinden kesin
olarak kurtarmaktan uzak gözükse de caydırıcılığını önemli ölçüde artırmış olduğu
açıktır.
Savaş sırasında amaçladığı ve istediği hedef olan tarafsızlık açısından bakıldığında
Türkiye kazanmıştı. Ancak Almanya’nın Doğu Cephesi’nde yenilmesi savaş öncesinde
zayıf noktalarının fazlalığıyla ünlü olan Sovyetler Birliği’ni savaşın sonunda süper güç
yapmış, böylece 1944’ten başlayarak Türkiye’nin en büyük kâbusu olan Sovyet tehdidi
de batıdan ve doğudan yirminci yüzyılın ikinci yarısı boyunca süren yeni bir faktör
olarak ortaya çıkmış ve Soğuk Savaş döneminde derinden etkilemiştir.
287
KAYNAKÇA
BASILMAMIŞ KAYNAKLAR
TÜRKİYE BAŞBAKANLIK CUMHURİYET ARŞİVİ (BCA) BELGELERİ
BCA: 18.238.607.1943.
BCA: 10.117.815.20.
BCA: 10.232.563.20.
BCA: 10.232.563.19.
BCA: 10.232.562.11.
BCA: 18.48.29.1941.
BCA: 01.11.64.1 .
BCA: 01.30.179.1.
BCA: 10.48.309.10.
BCA: 10.50.324.27.
BCA: 10.52.344.9.
BCA: 18.01.02.98.42.12.
BCA: 18.01.02.101.34.2.
BCA: 18.01.02.95.51.13.
BCA: 18.01.02.94.29.4.
BCA: 18.01.02.94.39.19.
BCA: 18.01.08.95.51.10.
BASILMIŞ KAYNAKLAR
TBMM ARŞİVİ
Kavanin Mecmuası DEVRE: VI Cild-22.
Kavanin Mecmuası DEVRE: VI Cild-24.
288
Kavanin Mecmuası DEVRE: VII Cild-26.
TBMM Zabıt Ceridesi DEVRE: VII Cild 1.
TBMM Zabıt Ceridesi DEVRE: VII Cild 13.
TBMM Zabıt Ceridesi DEVRE: VII Cild 15.
TBMM Zabıt Ceridesi DEVRE: VII Cild 17.
TBMM Zabıt Ceridesi DEVRE: VII Cild: 9.
GAZETE VE DERGİLER
Cumhuriyet, 31 İkincikanun 1943, 19’uncu yıl sayı: 6629.
“Greater Bulgaria”, Der Adler, 4 Mayıs 1943 No:9 (ss.272-277)
Tan, 1 Temmuz 1942 Sekizinci Yıl No: 2467.
Tan, 10 Mayıs 1944, Sekizinci Yıl No: 3105.
Tan, 11 Son Kanun 1942 Yedinci Yıl No: 2296.
Tan, 12 Eylül 1943 Sekizinci Yıl No: 2897.
Tan, 13 Mayıs 1942 Sekizinci Yıl No: 2418.
Tan, 2 Temmuz 1942 Sekizinci Yıl No: 2486.
Tan, 22 Şubat 1942 Yedinci Yıl No: 2338.
Tan, 23 Son Teşrin 1942, Sekizinci Yıl No: 2609.
Tan, 4 Ocak 1944 Sekizinci Yıl- No. 3006.
Tanin, 17 Temmuz 1944 Sene: 35 Sayı: 4454-318.
Tanin, 2 Mayıs 1944, Sene: 35 Sayı: 4454-242.
Tanin, 28 Nisan 1944 Sene: 35 Sayı: 4454-238.
Tanin, 6 Haziran 1944, Sene: 35/4454-277.
Tanin, 8 Ağustos 1944, 35/4454-340.
DİĞER BASILMIŞ KAYNAKLAR
CHURCHILL, Winston S. Bu Harbin İçyüzü (çev. Haldun Yaşaroğlu). Muallim Ahmet
Halit Kitabevi, İstanbul, 1942.
289
ÇAKIRHAN, Nail V. Tan Gazetesi Yazıları/1942: Harbin Eşiğindeki Türkiye,
TÜSTAV, İstanbul, 2003.
DAĞLI N. ve B. Aktürk (Haz.). Hükümetler ve Programları, 1920-1960, I.cilt, Ankara,
TBMM Basımevi, 1988.
İNÖNÜ, İsmet, Defterler, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2001.
ORENSTEIN, Harold S (Haz.). M. Soviet Documents on the Use of War Experience
Volume III, Military Operations 1941-1942 (ed), Frank Cass, London, 1993.
Soviet Tactical Doctrıne in WWII, The Nafziger Collectıon, Pisgah, 1998.
SOYSAL, İsmail. Türkiye’nin SiyasalAndlaşmaları I. Cilt (1920-1945), Türk Tarih
Kurumu, Ankara, 2000.
STALIN, Joseph. The Great Patriotic War of the Soviet Union, Greenwood Pres,
Publishers, Newyork, 1969.
UĞURLU, Ö. Andaç (Haz.). Türkiye Üzerine Gizli Pazarlıklar (1939-1944), Örgün
Yayınevi, İstanbul, 2003.
ARAŞTIRMALAR
ADKINS, Paul. Codeword Dictionary, Motorbooks International, Osceola, 1997.
AILSBY, Christopher. Images of Barbarossa. Brassey's, Dulles, 2001.
AKGÜL, Suat. “İkinci Dünya Savaşı’nda Rusya’nın Kuzey İran’daki faaliyetlerinin
Bölgeye ve Türkiye’ye Etkisi”, Altıncı Askerî Tarih Semineri Bildirileri I: İkinci
Dünya Harbi ve Türkiye, İstanbul, 20-22 Ekim 1997, 165-177, Genelkurmay
ATASE Başkanlığı Yayınları, Ankara, Genelkurmay Basımevi, 1998.
290
ALPARGU, Mehmet. “İkinci Dünya Savaşı’nda Sovyetler’in Kafkasya’daki Tehcir
(sürgün) Uygulamaları”, Altıncı Askerî Tarih Semineri Bildirileri I: İkinci Dünya
Harbi ve Türkiye, İstanbul, 20-22 Ekim 1997, 169-278, Genelkurmay ATASE
Başkanlığı Yayınları, Ankara, Genelkurmay Basımevi, 1998.
ARCAYÜREK, Cüneyt. Şeytan Üçgeninde Türkiye, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1987.
ARI, Kemal. “İkinci Dünya Savaşı Yıllarında Türkiye’de Savaş Ekonomisi
Uygulamaları ve Fiyatlar”, Altıncı Askerî Tarih Semineri Bildirileri I: İkinci
Dünya Harbi ve Türkiye, İstanbul, 20-22 Ekim 1997, 447-458, Genelkurmay
ATASE Başkanlığı Yayınları, Ankara, Genelkurmay Basımevi, 1998.
ARNOLD-FORSTER, Marc. Savaşan Dünya (çev. Can Kayabal). E Yayınları, İstanbul,
1975.
AYDEMİR, Şevket Süreyya. İkinci Adam II.Cilt (1938-1950), Remzi Kitabevi,
İstanbul, 2000.
BAKLANOV, Grigoriy. Temmuz 1941 Rusyası (çev. Naime Yılmaer). Kastaş, İstanbul,
1986.
BALİ, Rıfat N. Savaş yıllarındaki Türkiye Yahudileri”, Toplumsal Tarih, Sayı: 121
Ocak 2004, 88-91.
BARAN, Tülay Alim. “İkinci Dünya Savaşı Türkiye’sinin Mali Portresi”, Altıncı Askerî
Tarih Semineri Bildirileri II, İkinci Dünya Harbi ve Türkiye, İstanbul, 20-22 Ekim
1997, 227-238, Genelkurmay ATASE Başkanlığı Yayınları, Ankara,
Genelkurmay Basım Evi, 1999.
BARBIER, M.K. Kursk, MBI, St.Paul, 2003.
291
BARKAY, Gül İnanç. ABD Diplomasisinde Türkiye 1940-1943, Büke Yayınları,
İstanbul, 2001.
BARTOV, Omer. Barbarisation of Warfare, Macmillan Press, Oxford, 1986.
BARUTÇU, Faik Ahmet. Siyasî Anılar (1939-1954), Millîyet Yayınları, İstanbul, 1977.
BAUDOT, Marcel (Haz.). The Historical Encyclopedia of World War II, Facts on File,
New York, 1989.
BAUER, Eddy. Encyclopedia of World War II, Marshall Cavendish, New York, 1972.
BAYDAR, Ertuğrul. İkinci Dünya Savaşı İçinde Türk Bütçeleri, Maliye Bakanlığı
Tetkik Kurulu Yayını, Ankara, 1978.
BAYKARA, Tuncer. “Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı’ndaki Dış siyasetinde Dış
Türklerin yeri”, Altıncı Askerî Tarih Semineri Bildirileri I: İkinci Dünya Harbi ve
Türkiye, İstanbul, 20-22 Ekim 1997, 96-101, Genelkurmay ATASE Başkanlığı
Yayınları, Ankara, Genelkurmay Basımevi, 1998.
BAZNA, Elyesa, Ankara Casusu (çev. Feride Kurtulmuş), Karakutu Yayınları, İstanbul,
2005.
BEAN, Tim ve Will FOWLER. Russian Tanks of World War II, MBI, St. Paul, 2002.
BEKKER, Cajus, 4000 Metreden Hücum, Baskan, İstanbul, 1975.
BEREZHKOV, V. M. History in the Making: Memoirs of World War II Diplomacy,
Moscow, Progress Publishers, 1983.
BISHOP, Chris (Gen. Ed). The Encyclopedia of Weapons of World War II, Barnes &
Noble, Singapore, 1998.
292
BLAIR, Clay. Hitler’s U-boat War 1939-1942, Random House, New York, 1996.
BLANDFORD, Edmund L. Hitler's Second Army, Motorbooks International, Osceola,
1995.
BLOCH, Michael Ribbentrop, Abacus London, 2003.
BOATNER III, Mark Mayo. Biographical Dictionary of World War II. Presidio Press,
Novato, 1996.
BREYER, Siegfried. German Navy Vol.2 The German navy at War, 1935-1945,
Schiffer Publications, West Chester, 1989.
BROOKS, Ewart. Cehennem Kapıları (çev. Reha Pınar), Baskan, İstanbul, 1977.
BRUCE, George. The Paladin Dictionary of Battles, Grafton Books, Glasgow, 1986.
BRYANT, Arthur. The Turn of Tide. The Reprint Society, London, 1958.
BURÇAK, Rıfkı Salim. Moskova Görüşmeleri (26 Eylül 1939-16 Ekim 1939) ve Dış
Politikamız Üzerindeki Tesirleri. Gazi Universitesi, Ankara, 1983.
CARELL, Paul. Barbarossa Harekâtı 1. Cilt (çev. Hüsnü Erentok), Sinan Yayınları,
İstanbul, 1974.
--------- Barbarossa Harekâtı 2. Cilt (çev. Hüsnü Erentok), Sinan Yayınları, İstanbul,
1974.
--------- Barbarossa Harekâtı 3. Cilt (çev. Hüsnü Erentok), Sinan Yayınları, İstanbul,
1974.
293
--------- Kursk Savaşı (çev. Sâmih Tiryakioğlu), Baskan, İstanbul, 1981.
--------- Stalingrad'ın Sonrası (çev. Sâmih Tiryakioğlu), Baskan, İstanbul, 1983.
--------- Stalingrad, Schiffer Military History, Atglen, 1993.
CAŞIN, Mesut Hakkı. “İkinci Dünya Savaşı’nın Türk Dış Politikası ve Ulusal güvenlik
stratejilerine Etkileri”, Altıncı Askerî Tarih Semineri Bildirileri II, İkinci Dünya
Harbi ve Türkiye, İstanbul, 20-22 Ekim 1997, 123-138, Genelkurmay ATASE
Başkanlığı Yayınları, Ankara, Genelkurmay Basım Evi, 1999.
CEBECİOĞLU, Güngör. “İkinci Dünya Savaşı ve Türk Silâhlı Kuvvetleri”, Altıncı
Askerî Tarih Semineri Bildirileri I: İkinci Dünya Harbi ve Türkiye, İstanbul, 20-22
Ekim 1997, 322-380, Genelkurmay ATASE Başkanlığı Yayınları, Ankara,
Genelkurmay Basımevi, 1998.
CHUIKOV, V. I. The End of the Third Reich. MacGibbon & Kee, London, 1967.
CİMBAR Faruk. Military Terms and Abbreviations. Academy Plus, Ankara, 2000.
CLARK, Alan. Barbarossa The Russian-German Conflict, 1941-45, New York, Quill,
1985.
CROSS, Robin. The Battle of Kursk: Operation Citadel 1943 London, Penguin Books
2002.
ÇETİN, Türkan. “İkinci Dünya Savaşı Yıllarında Türkiye’nin Tarım Politikaları”,
Altıncı Askerî Tarih Semineri Bildirileri II, İkinci Dünya Harbi ve Türkiye,
İstanbul, 20-22 Ekim 1997, 281-292, Genelkurmay ATASE Başkanlığı Yayınları,
Ankara, Genelkurmay Basım Evi, 1999.
294
ÇINAR, Burak. “Incorrect Technological Decisions”, Akademik Araştırmalar Dergisi,
Mayıs-Ekim 2001, Yıl: 3, Sayı: 9-10, 145-177.
DEAR, I.C.B. The Oxford Companion to World War II, Oxford University Press,
London, 2001.
DE GAULLE, Charles. The Complete Memoirs By Charles Degaulle, Caroll & Graf,
New York, 1998.
DEGRELLE, Leon. Campaign in Russia: The Waffen SS on the Eastern Front, Institute
for Historical Review, Torrance, 1985.
DENKHAUS, Raymond A. “Death of Convoy 17” , World War II, February 1997, 38-
44, 72.
DENNISTON, Robin. Churchill’in Gizli Savaşı (çev. Sinan Gürtunca), Sabah Kitapları,
İstanbul, 1998.
DERİNGİL, Selim. Denge Oyunu, Tarih Vakfı Türk Yayınları, İstanbul, 1994.
DUPUY, Trevor N, Curt Johnson ve David L. Bongard. The Harper Encyclopedy of
Military Biography, Castle Books, Edison, 1992.
DURRANT, Jack. Only Frogs in an Ice-Bound Pool, Merlin Books, Gloucester, 1993.
EDİZ, Hasan Ali. Tahran 1943, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1970 .
EGGENBERGER, David. An Encyclopedia of Battles, New York, Dover, 1985.
ELLIS, John. The World War II Databook, Aurum Press, Manchester, 1993 .
ELPELEG, Zvi. Hacı Emin el-Hüseyni (çev. Dilek Şendil), İletişim Yayınları, İstanbul,
1999.
295
ERDEN, Ali Fuad. İsmet İnonü, Burhanettin Erenler, İstanbul, 1952.
ERICKSON, John. “Alexander Alexandrovich Novikov”, Stalin’s Generals, (Ed.
Harold Shukman), 155-176, Weidenfeld & Nicolson, London, 1993.
--------- The Road to Berlin, Cassel, London, 2003.
ERKİN, Feridun Cemal. Dışişlerinde 34 yıl I. Cilt, Türk Tarih Kurumu Yayınları,
Ankara, 1987.
ERTÜRK, Cabbar. Kızıl Ordu’dan Kafkas Millî Lejyonu’na bir Türk’ün II. Dünya
Savaşı Hatıraları, Turan Kültür Vakfı, İstanbul, 2005.
FOSS, Christopher F. Tanks and Fighting Vehicles, London, Salamander, 1977.
FÖRSTER, Jürgen ve Evan Mawdsley.. “Hitler and Stalin in Perspective: Secret
Speeches on the Eve of Barbarossa”, War in History 11, 1, 61-103, 2004.
FUCHS, Thomas. Adolf Hitler’in Yaşam Öyküsü (çev. İhsan Gürkan), Kastaş, İstanbul,
2002.
GEREDE, Hüsrev. Harb İçinde Almanya, ABC, İstanbul, 1994.
German Military Dictionary, Lancer Miltaria, Mt.Ida, 1944.
GILBERT, Martin. Second World War, Phoenix Press, London, 2000.
GLANTZ, David M. ve Jonathan House, When Titans Clash, University Press of
Kansas, Lawrence, 1995.
--------- From the Don to the Dnepr, Frank Cass, London, 2002.
296
--------- The Siege of Leningrad 1941-1944, MBI, Osceola, 2001.
GLASNECK, Johannes. Türkiye’de Faşist Alman Propagandası (çev. Arif Gelen),
Onur Yayınları, Ankara.
GORODETSKY, Gabriel. Grand Delusion: Stalin and the German Invasion of Russia,
Yale University Press, New Haven, 1999.
GREGORY, Barry. Mountain and Arctic Warfare, Patrick Stephens,
Northhamptonshire, 1989.
GUDERIAN, Heinz. Achtung-Panzer!, Arms & Armour Press, London, 1995.
--------- Bir Askerin Anıları Cilt 1 (çev. İhsan Gürkan), Baskan, İstanbul, 1977.
--------- Bir Askerin Anıları Cilt 2 (çev. İhsan Gürkan), Baskan, İstanbul, 1983.
GUNSTON, Bill. Combat Aircraft of World War II. Tiger Books, London, 1990.
GUTTMAN, Jon. “Polish Artilleryman on the Eastern Front”, World War II, 14, 5, 30-
36,74, 2000.
--------- “Red Stars Over Berlin”, Aviation History, www.thehistorynet.com.
GÜÇLÜ, Yücel. The Life and Career of a Turkish Diplomat: Cevat Açıkalın, Ankara,
2002.
GÜLEN, Nejat. Şanlı Bahriye: Türk Bahriyesinin İkiyüz Yıllık Tarihçesi 1773-1973.
Kastaş, İstanbul, 2001.
297
GÜRÜN, Kâmuran. Savaşan Dünya ve Türkiye: 3 SAVAŞ 1939-1945, Tekin Yayınevi
İstanbul, 2000.
HARDESTY, Von. Red Phoenix: The Rise of Soviet Air Power, 1941-1945,
Smithsonian Institution Press, Washington D.C., 1982.
HART, Stephen A. “Ostheer: January-July 1943”, Osprey Military Journal, 4,1, 22-29.
2002.
HEATON, Colin D. “Red Army Assaults at Seelow Heights”, World War II, 14, 1: 26-
32, 1999.
HERGÜNER, Mustafa. “İkinci Dünya Savaşı’nda Türk Boğazları”, Altıncı Askerî Tarih
Semineri Bildirileri II, İkinci Dünya Harbi ve Türkiye, İstanbul, 20-22 Ekim 1997,
187-210, Genelkurmay ATASE Başkanlığı Yayınları, Ankara, Genelkurmay
Basım Evi, 1999.
HITLER, Adolf. Kavgam (çev. Hüseyin Cahit Yalçın), Toker Yayınları, İstanbul, 1992.
--------- Siyasî Vasiyetim (çev. Kâmil Turan). Bilge Karınca Yayınları, İstanbul, 2002.
HOGG, Ian V. Allied Armour World War Two, The Crowood Press, Wiltshire, 2000.
--------- The Hutchinson Dictionary of Battles. Helicon, Oxford, 1998.
HUCHTHAUSEN, Peter A. “An American Diplomat Witnessed an Extraordinary
Reunion in Once War-torn Stalingrad”, World War II, 12, 4, 70, 1997.
HULL, Michael D. “Soviet Marshal Georgi Zhukov Fell from Grace in 1946 But
Became a National Hero after His Death in 1976” World War II, 12, 4, 64-66,
1997.
298
Hutchinson Dictionary of World War II, Brockhampton Press, London, 1994.
ION, A. Hamish ve Keith Neilson. Elite Military Formations in War and Peace,
Praeger, Westport, 1996.
İkinci Dünya Harbinin Tarihi, Askeri Basımevi, İstanbul, 1952.
İNÖNÜ, İsmet, Hatıralarım, 2. Kitap, Bilgi Yayınları, Ankara, 1987.
ISBY, David C. The Luftwaffe Fighter Force, Greenhill Books, London, 1998.
JACKSON, Robert. Unexplained Mysteries of World War II, Gallery Books, New York,
1991.
JACOBSEN, Hans-Adolf ve Charles Burdick (Haz.). The Halder War Diary 1939-
1942, Presidio, Novato, 1988.
JAESCHKE, Gotthard. Türkiye Kronolojisi (1938-1945) (çev. Gülayşe Koçak), Atatürk
Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, TTK Basımevi, Ankara, 1999.
Jane's fighting aircraft of World War II, Crescent, New York, 1989.
JUKES, Geoffrey. Hitler’s Stalingrad Decisions. University of California
Press, Berkeley, 1985
JUKOV, Georgiy K. Mareşal Jukov (çev. İhsan Gürkan), Baskan, İstanbul, 1982.
KARABEKIR, Kazım. Ankara'da Savaş Rüzgarları: II. Cihan Harbi: CHP Grup
Tartışmaları. Emre Yayınları, İstanbul, 1995.
KARAOSMANOĞLU, Yakup Kadri. Zoraki Diplomat, İletişim Yayınları, İstanbul,
2004.
299
KEEGAN, John. Barbarossa: Invasion of Russia 1941, Ballantine Books, New York,
1971.
--------- The Rand McNally Encyclopedia of World War II (gen. haz.), Rand McNally,
Hong Kong, 1984.
--------- The Second World War, Pimlico,London, 1997.
--------- The Times Atlas of the Second World War, (haz.) Harper & Row, New York,
1989.
--------- Who's Who in Military History, Routledge, London, 1996.
KIPP, Jacob W. Barbarossa, Soviet Covering Forces and the Initial Period of War:
Military History and Airland Battle, Foreign Military Studies Office, Fort
Leavenworth, http://call.army.mil/call/fmso/fmsopubs/issues/barbaros.htm, 1989.
KOCABAŞ, Süleyman. “Türkiye’nin İkinci Dünya Harbi Politikası”, Askerî Tarih
Bülteni, 23, 45, 119-124, 1998.
KOÇAK, Cemil. Türkiye’de Millî Şef Dönemi (1938-1945) Cilt 1, İletişim Yayınları,
İstanbul, 2003.
--------- Türkiye’de Millî Şef Dönemi (1938-1945) Cilt 2, İletişim Yayınları, İstanbul,
2003.
--------- Türk-Alman ilişkileri: 1923-1939. Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1991.
KÖKSAL, Osman. “Savaş Döneminin Memurların Alım Gücüne Etkileri (1939-1945)”,
Altıncı Askerî Tarih Semineri Bildirileri II, İkinci Dünya Harbi ve Türkiye,
300
İstanbul, 20-22 Ekim 1997, 239-248, Genelkurmay ATASE Başkanlığı Yayınları,
Ankara, Genelkurmay Basım Evi, 1999.
KURTCEPHE, İsrafil. “İkinci Dünya Savaşı sonunda Türkiye üzerinde Rus Baskısı”,
Altıncı Askerî Tarih Semineri Bildirileri I: İkinci Dünya Harbi ve Türkiye,
İstanbul, 20-22 Ekim 1997, 127-151, Genelkurmay ATASE Başkanlığı Yayınları,
Ankara, Genelkurmay Basımevi, 1998.
KURU, Hanife. “İkinci Dünya Savaşı yıllarında Türkiye’de Sosyo-Kültürel Atılımlar”,
Altıncı Askerî Tarih Semineri Bildirileri I: İkinci Dünya Harbi ve Türkiye,
İstanbul, 20-22 Ekim 1997, 490-503, Genelkurmay ATASE Başkanlığı Yayınları,
Ankara, Genelkurmay Basımevi, 1998.
KUTTA, Timothy J. “Soviet Dreadnought Tank”, Military Technical Journal, 8, 36-46,
1996.
LAFFIN, John. Brassey's Battles, Brassey's Defence Publishers, London, 1986.
LEDERREY, Ernest. Germany's Defeat in the East: the Soviet Armies at War, 1941-
1945, War Office, London, 1955.
LIDDEL HART, B.H. II. Dünya Savaşı Tarihi 1 (çev. Kerim Bağrıaçık), Yapı Kredi
Yayınları, İstanbul, 1998.,
--------- II. Dünya Savaşı Tarihi 2 (çev. Kerim Bağrıaçık), Yapı Kredi Yayınları,
İstanbul, 1998.
--------- Hitler'in Generalleri Konuşuyor Cilt-1 (çev. Mehmet Tanju Akad), Kastaş,
İstanbul, 1996.
--------- Hitler'in Generalleri Konuşuyor Cilt-2 (çev. Mehmet Tanju Akad), Kastaş,
İstanbul, 1996.
301
--------- Strateji: Dolaylı Tutum (çev. Cemal Enginsoy), ASAM Yayınları, Ankara,
2002.
--------- The Red Army, Harcourt, Brace and Company, New York, 1956.
LUCAS, James. Kommando, Grafton Books, London, 1986.
--------- Reich World War II Through German Eyes, Grafton Books, London, 1990.
--------- War on the Eastern Front, Greenhill Books, London, 1991.
LUMANS, Valdis O. Himmler’s Auxillaries, North Carolina Press, Chapen Hill, 1993.
MACKSEY, Kenneth. Military Errors of World War Two, London, Cassell, 1975.
--------- Panzer Birlikleri, İstanbul, Baskan, 1999.
MADEJA, W. Victor. The Russo-German War, Summer 1944: Destruction of the
Eastern Front, Valor, Allentown, 1987.
MANSTEIN, Erich von. Kaybedilen Zaferler, Askeri Basımevi, İstanbul, 1962.
MARGIOTTA, Franklin D. Brassey's Encyclopedia of Military History and Biography.
Brassey's, Washington, 1994.
MATANLE, Ivor. World War II, 50th Anniversary Commemorative Edition, New York,
Military Press, 1989.
MAULE, Henry. The Great Battles of World War II, Hamlyn, London, 1983.
MAYER, S.L. World War II, Hamlyn-Bison Books, Greenwich, 1984.
MCCARTHY, Peter ve Mike Syron. Panzerkrieg, Constable, London, 2002.
302
MCCOMBS, Don. World War II 4.139 Strange and Fascinating Facts, Wings Books,
New York, 1983.
MCTAGGART, Pat. “Red Storm in Romania”, World War II. March,
http://www.thehistorynet.com/wwii/blredstorminromania/, 2001.
--------- “Standoff at the Narwa Bridgehead”, World War II, 14, 2, 54-60, 1999.
--------- “Winter Tempest in Stalingrad”, World War II, 12, 4, 30-36, 1997.
MEGARGEE, Geoffrey P. “Triumph of the Null: Structure and Conflict in the
Command of German Land Forces, 1939-1945”, War in History, 4, 1, 61-103,
1997.
METEL, Raşit. Türk Denizaltıcılık Tarihi, T.C. Deniz Basımevi, İstanbul, 1960.
METİNSOY, Murat. İkinci Dünya Savaşı’nda Türkiye: Savaş ve Gündelik Yaşam,
Homer Kitabevi, İstanbul, 2007.
MITCHAM, Jr, Samuel W. Eagles of the Third Reich, Presidio, Novato, 1997.
MORELOCK, J. D. The Army Times Book of Great Land Battles, Berkley Books, New
York, 1999.
MUMCU, Uğur. 40'ların Cadı Kazanı, Tekin Yayınevi, İstanbul, 1995.
NEILLANDS Robin, The Bomber War, The Overlook Press, Woodstock, 2003.
NEULEN, Hans Werner. In the Skies of Europe, The Crowood Press, Wiltshire, 2000.
NEWARK, Tim. Turning the Tide of War, Hamlyn, London, 2003.
303
NIPE, Jr, George M. “Germany’s Lost Victory?”, World War II, 12, 6, 26-32, 1998.
NISSEN, Henrik S. Scandinavia During the Second World War, The University of
Minnesota Press, Minneapolis, 1983.
NOBLE, Alistair. “The People’s Levy - The Volkssturm and Popular Mobilization in
Eastern Germany 1944-45”, The Journal of Strategic Studies, 24, 1: 165-187,
2001.
OKÇU, Metin. “Zırhlı Birliklerin Tarihçesi ve Kuruluşundan Bugüne Zırhlı Birliklerde
Kullanılan Zırhlı Araçlar”, Savunma ve Havacılık, No: 1/96.
OSTEN, Necmi. 2. Dünya Savaşının Bilinmeyen Yanları, İstanbul, Acar Matbaacılık,
1992.
OĞUZ, Burhan. Yüzyıllar Boyunca Alman Gerçeği ve Türkler, İstanbul, Can Matbaa,
1983.
ORTAYLI, İlber. “İkinci Dünya Savaşı’nda Şehirlerde Hayat”, Altıncı Askerî Tarih
Semineri Bildirileri I: İkinci Dünya Harbi ve Türkiye, İstanbul, 20-22 Ekim 1997,
422-435, Genelkurmay ATASE Başkanlığı Yayınları, Ankara, Genelkurmay
Basımevi, 1998.
OVERY, Richard. Historical Atlas of the Third Reich, Penguin Books, Middlesex,
1996.
--------- Russia's War Blood Upon the Snow, TV Books, New York: 1997
--------- The Air War 1939-1945, Stein and Day, New York, 1981.
--------- The Road to War, Penguin Books, Middlesex, 1999 .
304
ÖNDEŞ, Osman. 2. Dünya Savaşı 1939-1945, Altın Kitaplar, İstanbul, 1976.
ÖZBEY, Mustafa. “İkinci Dünya Savaşında Boğazların Türk Rus İlişkilerine Etkiler”,
Altıncı Askerî Tarih Semineri Bildirileri II, İkinci Dünya Harbi ve Türkiye,
İstanbul, 20-22 Ekim 1997, 535-541, Genelkurmay ATASE Başkanlığı Yayınları,
Ankara, Genelkurmay Basım Evi, 1999.
ÖZKARABEKİR, Cengiz. Her Cephede Savaştık: İkinci Dünya Savaşı’nda Türkler,
Doğan Kitap, İstanbul, 2005.
PERRETT, Bryan. Knights of the Black Cross, Wordsworth Reference, New York,
1992.
--------- The Battle Book, Arms & Armour Press, London, 1997.
POLMAR, Norman. The Encyclopedia of Espionage, Gramercy, New York, 1997
PRICE, Alfred. The Luftwaffe Data Book, Greenhill Books, London, 1997 .
PRUFER, Curt Max. Rewriting History: The Original and Revised World War II
Diaries of Curt Prufer (Ed.), Kent State University Press, Kent, 1988.
REESE, Mary Ellen. General Reinhard Gehlen, CIA Bağlantısı, Sorun Yayınları, 1999.
REVIE, Alistair. Battle, Marshall Cavendish, London. 1974.
ROBERTS, Geoffrey K. The Soviet Union and the Origins of the Second World War:
Russo-German Relations and the Road to War, 1933-1941, Macmillan. London,
1995
RYAN, Cornelius. The Last Battle, Wordsworth Reference, Hertfordshire, 1999.
305
RZHESHEVSKY, Oleg. “Ivan Stepanovich Konev”, Stalin’s Generals, (Ed. Harold
Shukman), 91-108, Weidenfeld & Nicolson, London, 1993.
SADARANANDA, Dana V. Beyond Stalingrad, Preager, New York, 1990.
Savunma Sanayii Müsteşarlığı, 15’nci Yıldönümünde Savunma Sanayiinin Dünü,
Bugünü ve Yarını, Mönch Türkiye Yayıncılık, Ankara, 2001.
SCHELLENBERG, Walter (Haz.Louis Hagen). The Schellenberg Memoirs, Andre
Deutsch Ltd., London, 1956
SEATON, Albert. Stalin, Combined Publishing, Conshohocken, 1998.
SELLA, Ammon. The Value of Human Life in Soviet Warfare, Rautledge, London,
1992.
SEYDİ, Süleyman. 1939-1945 Zor Yıllar! 2. Dünya Savaşı’nda Türkiye’de İngiliz-
Alman Propaganda ve İstihbarat Savaşı, Asil yayın Dağıtım, Ankara, 2006.
SHIRER, William L. Nazi İmparatorluğu -Çöküş- (çev. Rasih Güran), Hürriyet,
İstanbul, 1979.
SHORT, Neil. “Duplication, Innovation, Desperation”, Osprey Military Journal. 3, 3,
46-55, 2001.
SHTEMENKO, Sergei M S. İkinci Dünya Savaşında Rus Harekâtı 1941-1945 (çev.
Güven Korulsan ve Yaşar Uçar). Ararat Yayınevi. İstanbul: 1971.
SINGER, Kurt. İkinci Dünya Harbinde Casuslar Ve Hainler, Baskan, İstanbul, 1982.
SNYDER, Louis L. Encyclopedia of the Third Reich, Wordsworth Editions,
Hertfordshire, 1998.
306
SOKOLOVSKIY, V.D. Soviet Military Strategy, Crane Russak & Company, New
York, 1986.
SPEER, Albert. Inside the Third Reich, Phoenix, London, 1998.
TAYLOR, A J P. The Origins of the Second World War, Penguin Books, Middlesex,
1991.
TAYLOR, James. The Dictionary of the Third Reich Penguin Books, Middlesex, 1997.
TEKİN, Emrullah. Alman Gizli Operasyonları ve Türkler, IQ Kültür Sanat Yayıncılık,
İstanbul, 2001.
The Historical Encyclopedia of World War II, MJF Books, New York, 1989.
The Picture History of World War II, 1939-1945, Grosset and Dunlap, New York, 1971.
Türk Subaylarının İkinci Dünya Harbi Hatıraları, Genelkurmay Basımevi, Ankara,
1999.
TSOURAS, Peter G. Fighting in Hell(ed.), Ivy Books, New York, 1998.
--------- The Great Patriotic War, Greenhill Book, London, 1992.
TÜRKMEN, Zekeriya. “Türk Basınında Çıkan Haberlere Göre, İkinci Dünya Savaşı
Yıllarında Türkiye Cumhuriyet’ini Savaş Ortamına Çekme Gayretleri”, Altıncı
Askerî Tarih Semineri Bildirileri II, İkinci Dünya Harbi ve Türkiye, İstanbul, 20-
22 Ekim 1997, 99-122, Genelkurmay ATASE Başkanlığı Yayınları, Ankara,
Genelkurmay Basım Evi, 1999.
UÇAROL, Rifat. “İkinci Dünya Savaşı, “Misak-ı Millî” ve Türkiye’nin Savaşa
Girmemek için Direnişi”, Altıncı Askerî Tarih Semineri Bildirileri I: İkinci Dünya
307
Harbi ve Türkiye, İstanbul, 20-22 Ekim 1997, 524-541, Genelkurmay ATASE
Başkanlığı Yayınları, Ankara, Genelkurmay Basımevi, 1998.
UĞURLU, İrfan. Türkçe-İngilizce Ansiklopedik Askeri Sözlük, Meteksan. Ankara, 1991.
ULUKSAR, Gündüz. “İkinci Dünya Savaşı Öncesi ve savaşın devamında Türk Rus
İlişkileri”, Altıncı Askerî Tarih Semineri Bildirileri II, İkinci Dünya Harbi ve
Türkiye, İstanbul, 20-22 Ekim 1997, 389-408, Genelkurmay ATASE Başkanlığı
Yayınları, Ankara, Genelkurmay Basım Evi, 1999.
US Department of Defense, Dictionary of Military Terms, Greenhill Books, London,
1995.
VERANOV, Michael. The Third Reich at War, Galahad Books, New York, 1999.
VIGOR, P. H. Soviet Blitzkrieg Theory, Macmillan, London, 1983.
WALKER, Ansil L. “Bloody Battle of Stalingrad: Hitler’s Waterloo”, Second World
War, Winter, 20-27, 1996.
WEEKS, Albert L. “Was Hitler “Forced” into Attacking Russia? New Evidence and
Analysis by Revisionist Historians Indicate Such a Possibility” World War II, 13,
4, 12-24, 1998.
WEISBAND Edward. 2. Dünya Savaşı ve Türkiye (çev. M. A. Kayabağ ve Örgen
Uğurlu), Örgün Yayınevi, İstanbul, 2002.
WERTH, Alexander. Russia at War 1941-1945, Carroll & Graf Publishers. New York,
2000.
WESTWOOD, J. N. Eastern Front:The Soviet-German War, 1941-45, Military Press,
New York, 1984.
308
WILLIAMSON, Gordon. SS The Blood-Soaked Soil, Motorbooks International,
Osceola, 1995.
WILMOT, Chester. The Struggle For Europe, Wordsworth Editions, Hertfordshire,
1997.
WINCHESTER, Charkes. “Demodernization of the German Army in World War II”
Osprey Military Journal. 2, 1, 18-25, 2000.
WINDROW, Martin. Dictionary of Military Biography, Wordsworth Reference, New
York, 1997.
WIRES, Richard. The Cicero Spy Affair, Praeger, Westport, 1999.
WRIGHT, Gordon. The Ordeal of Total War 1939-1945, Harper Torchbooks, New
York, 1968
www.feldgrau.com
www.thehistorynet.com
www.tuik.gov.tr
www.uboat.net
WYKES, Alan. The Siege of Leningrad, Macdonald, London, 1968.
YAVUZ, Nuri. “İkinci Dünya Savaşı’nda Almanya’nın Balkanlar’a Girmesi ve Türk
Alman Münasebetlerine Tesiri”, Altıncı Askerî Tarih Semineri Bildirileri I: İkinci
Dünya Harbi ve Türkiye, İstanbul, 20-22 Ekim 1997, 152-164, Genelkurmay
ATASE Başkanlığı Yayınları, Ankara, Genelkurmay Basımevi, 1998.
309
YİĞİT, Erdal. “Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı’ndaki Ekonomik Güçlüklerinin Askeri
ve Siyasî Alanlardaki Stratejik Kararlarına Etkisi ile Ege Adalarının Durumu”,
Altıncı Askerî Tarih Semineri Bildirileri II, İkinci Dünya Harbi ve Türkiye,
İstanbul, 20-22 Ekim 1997, 409-470, Genelkurmay ATASE Başkanlığı Yayınları,
Ankara, Genelkurmay Basım Evi, 1999.
YOUNG, Peter. The History of World War II Volume 5, Orbis, London, 1983.
ZIEMKE, Earl F. Battle for Berlin, Macdonald, 1968. London,
ZURICK, Tim. Army Dictionary and Desk Reference, Stackpole Books,
Mechanicsburg, 1999.
310
EKLER
EK A: 1943 OCAK SONLARINDA, DON SEKTÖRÜ’NDE ALMAN-
SOVYET KUVVET KARŞILAŞTIRMASI
Şema 1: 1943 Ocak Sonlarında, Don Sektörü’ndeki Sovyet Kuvvetleri (Güneybatı
Cephesi)
6. Ordu: 40.000 asker ve 40 tank
1. Muhafız ordusu: 70.000 asker
Popov Mobil grubu: 55.000 asker ve 212 tank
3.Muhafız Ordusu: 100.000 asker ve 110 tank
5. Tank Ordusu: 40.000 asker.
Cephe İhtiyatı: 20.000 asker ve 300 tank.
Toplam: 325.000 asker ve 662 tank
Şema 2: 1943 Ocak Sonlarında, Don Sektörü’ndeki Alman Kuvvetleri
Lanz Ordu Grubu: 20.000 asker
1. Panzer Ordusu: 40.000 asker ve 40 tank.
Hollidt Ordu grubu: 100.000 asker ve 60 tank.
Toplam: 160.000 asker ve 100 tank.
Ancak üç SS panzer tümeni ile bir piyade tümeni de yoldaydı ve bunların 300 tankı
mevcuttu.
(Glantz 2002:87-88)
311
EK B: ŞAHİKA HAREKÂTI ALMAN MUHAREBE DÜZENİ
Şema 3: Şahika Harekâtı Alman Muharebe Düzeni
GÜNEY ORDULAR GRUBU (Manstein)
4.Panzer Ordusu (Hoth)
LII. Kolordu
57. Piyade Tümeni
255. Piyade Tümeni
332. Piyade tümeni
Panzer kolordusu
XXXXVIII. 3. Panzer Kolordusu
3. Panzer Tümeni
Grossdeutschland Panzer Tümeni
11. Panzer Tümeni
2/3 167. Piyade Tümeni
II. SS Panzer Kolordusu (Hausser)
1. SS Panzer Tümeni “LAH”
2. SS Panzer Tümeni “Das Reich”
3. SS Panzer Tümeni “Totenkopf”
1/3 167. Piyade Tümeni
Kempf Ordu grubu (Kempf) (taarruz kesimi)
III. Panzer kolordusu
168. Piyade Tümeni
6.Panzer Tümeni
19. Panzer Tümeni
7. Panzer Tümeni
XI. Kolordu
106. Piyade tümeni
320. Piyade Tümeni
Güney Ordular Grubu İhtiyatı
XXIV. Panzer Kolordusu
312
5. SS Panzer Tümeni “Wiking”
MERKEZ ORDULAR GRUBU (Kluge)
9. Ordu (Model) (Müsademe grubu)
XXXXVI. Panzer Kolordusu
102. Piyade Tümeni
258. Piyade Tümeni
7. Piyade Tümeni
31. Piyade tümeni
XXXXVII. Panzer Kolordusu
6. Piyade Tümeni
20. Panzer Tümeni
2. Panzer Tümeni
4. Panzer Tümeni
XXXXI. Panzer kolordusu
18. Panzer Tümeni
292. Piyade Tümeni
86. Piyade Tümeni
10. Panzergrenadier Tümeni
Manteuffel Grubu
9. Panzer Tümeni
Batı İltihak Cephesi: XX. Kolordu
251. Piyade Tümeni
137. Piyade Tümeni
45. Piyade Tümeni
Doğu İrtihak Cephesi: XXIII. Kolordu
78. Statik Tümen
216. Piyade Tümeni
383. Piyade Tümeni
Merkez Ordular Grubu İhtiyatı
12. Panzer Tümeni
36. Panzergrenadier Tümeni
313
Ayrıca 198. Piyade Tümeni
(Manstein 1962:654-655, ek: 13)
314
EK C: 7 AĞUSTOS 1943’TE KURSK’UN GÜNEY KESİMİNDE
SOVYET VE ALMAN KUVVETLERİ KARŞILAŞTIRMASI
Şema 4: 7 Ağustos 1943’te Kursk’un Güney Kesimindeki Sovyet Gücü
Voronej Cephesi: 458.000 asker ve 1.859 tank.
38. Ordu: 62.000 asker
40. Ordu: 50.000 asker ve 340 tank.
27. Ordu: 82.000 asker ve 220 tank.
6. Muhafız Ordusu: 85.000 asker ve 180 tank.
5. Muhafız Ordusu:85.000 asker ve 70 tank.
1. Tank Ordusu: 37.000 asker ve 503 tank.
Stepler Cephesi: 198.000 asker ve 454 tank.
53. Ordu: 77.000 asker ve 291 tank.
69. Ordu: 60.000 asker ve 70 tank.
7. Muhafız Ordusu: 61.000 asker ve 80 tank.
Sovyet Güneybatı Cephesi’nin 57. Ordusu: 60.000 asker ve 109 tank.
İhtiyatlar: 155.000 asker ve 410 tank
4. Muhafız Ordusu: 80.000 asker ve 200 tank
47. Ordu: 75.000 asker ve 210 tank.
Sovyet gücü, ihtiyat ve lojistik birimleri de dahil toplam 900.000 asker ve 2.832 tanktır.
Şema 5: 7 Ağustos 1943’te Kursk’un Güney Kesimindeki Alman Gücü
4.Panzer Ordusu: 120.000 asker ve tahmini 150 tank.
Kempf Ordu Grubu: 80.000 asker ve tahmini 60 tank.
İhtiyatlar: 65.000 asker ve 350 tank
Öncelikli İhtiyat: Grossdeutschland Panzer Tümeni: 15.000 asker ve 100 tank.
İkincil İhtiyatlar 1. SS Panzer Tümeni, 2. SS Panzer Tümeni ve 1. Panzer Tümeni:
50.000 asker ve 250 tank.
(Glantz 2002:225)
315
EK D: ALMANLAR TARAFINDAN KARADENİZ’DE BATIRILAN
SOVYET SAVAŞ GEMİLERİ:
Tablo 3: Almanlar Tarafından Karadeniz’de Batırılan Sovyet Savaş Gemileri
İsim İnşa Tür Ağırlık Batırılış Tarihi Batırılış Yeri BatıranFrunze 1914 Destroyer 1.300t 21Eylül 1941 Tendre
YarımadasıLuftwaffe
Sovershenny 1939 Destroyer 1.686t 12 Kasım 1941 Sivastopol Luftwaffe
Svobodny 1939 Destroyer 1.686t 10 Haziran 1942 Sivastopol Luftwaffe
Bezuprezhnyy 1936 Destroyer 1.660t 26 Haziran 1942 Yalta açıkları Luftwaffe
Tashkent 1937 Destroyer 2.893t 2 Temmuz 1942 Novorossisk Luftwaffe
Bditelnyy 1936 Desrtoyer 1.660t 2 Temmuz 1942 Novorossisk Luftwaffe
Besposhadny 1937 Destroyer 1.660t 6 Ekim 1943 Kırım’ın güneyi Luftwaffe, SG-77
Sc210 1936 Denizaltı 586t 13 Mart 1942 Kırım açıkları Luftwaffe
S32 1939 Denizaltı 840t 26 Haziran 1942 Feodasiya’nın Doğusu
Luftwaffe
SC212 1936 Denizaltı 578t 17 Aralık 1942 Sulina yakınları Sub-chaser Xanten
M36 1938 Denizaltı 205t 11 Eylül 1943 Sivastopol açıkları
Sub-chaser
D4 1929 Denizaltı 930t 4 Aralık 1943 Yevpatoriya yakınları
Sub-chasers
SC216 1940 Denizaltı 590t 17Aralık 1943 Tarchankut Burny yakınları
Sub-chaser UJ-106
L 6 1931 Denizaltı 1.040 18 Nisan 1944 Kostanza’nın kuzeydoğusu
Sub-chaser UJ103
Chervon Ukrayna
1915 Kruvazör 6.934 12 Kasım 1941 Sivastopol Luftwaffe
(Breyer 1989: 149-178)
316
EK E: BALKANLAR’DAKİ ALMAN KUVVETLERİNİN
YAPILANMASI (1943-1944)
Şema 6: “E” Ordular Grubu Yapılanması (Ocak 1943)LXV. Kolordu (Hırvatistan Komutanlığı)
714. Tümen
717. Tümen
718. Tümen
7. SS Dağ Tümeni
Sırbistan Komutanlığı
704. Tümen
I. Bulgar Kolordusu
Girit
22. Havaindirme (planör) Tümeni
Girit Kıyı Tugayı
İtalyan Sienna Tümeni
İhtiyat
369. Hırvat Tümeni
187. İhtiyat Tümeni
47. Alay
440. Alay
373. Hırvat Tümeni (kuruluyor)
Şema 7: “E” Ordular Grubu Yapılanması (Haziran 1943)Hırvatistan Komutanlığı
100. Avcı Tümeni (Jäger)
114. Avcı Tümeni
118. Avcı Tümeni
7. SS Dağ Tümeni
369. Tümen
187. İhtiyat Tümeni
LXVIII Kolordu
317
1. Panzer Tümeni
117. Avcı Tümeni
Güney Yunanistan Komutanlığı
11. Luftwaffe Tümeni
104. Avcı Tümeni
Selanik Ege Komutanlığı
1. Dağ Tümeni
Girit
22. Havaindirme (planör) Tümeni
İtalyan Tümeni
İhtiyat
Rodos Tümeni
Şema 8: “E” Ordular Grubu Yapılanması (Ordu Seviyesinde, Ekim 1943)395. Komutanlık
963. Kale Tugayı
Sınır Tugayı
81. Güvenlik Alayı
91. Güvenlik Alayı
639. Güvenlik Alayı
Selanik Ege İdari Bölgesi (yedi Bulgar Tümeni)
XXII. Dağ Kolordusu
1. Dağ Tümeni
104. Avcı Tümeni
LXVIII.Kolordu
117. Avcı Tümeni
1. Panzer Tümeni
Girit Komutanlığı
22. Havaindirme (planör) Tümeni (yarısı motorize olmuş)
Girit Kale Tugayı
İhtiyat
Rodos “Taarruz” Grubu
Brandenburg Grubu
318
Şema 9: “E” Ordular Grubu Yapılanması (Ordu Seviyesinde, 26 Aralık 1943)Ege İşgal Kolordusu
26. Bulgar Tümeni
28. Bulgar Tümeni (ihtiyat)
395. OF Komutanlığı
963. Kale Tugayı
Sınır Tugayı (demarcation brigade)
81. Güvenlik Alayı
91. Güvenlik Alayı
639. Güvenlik Alayı
Selanik Ege İdari Bölgesi
4. SS Panzergrenadier Tümeni
7. Bulgar Tümeni
XXII. Dağ Kolordusu
104. Avcı Tümeni
LXVIII. Kolordu
938. Kale Tugayı
117. Avcı Tümeni
11. Luftwaffe Tümeni
Girit Komutanlığı
22. Havaindirme (planör) Tümeni (yarısı motorize)
Girit Kale Tugayı
Doğu Ege komutanlığı (kuruluyor)
Rodos “Taarruz” Tümeni (939. Kale Tugayı dahil)
Kale Tugayları
Şema 10: “E” Ordular Grubu Yapılanması (Ordu Seviyesinde, 15 Haziran 1944)LXXXXI: zb V Kolordusu (önceki 395 OFK)
963. Kale Tugayı
Sınır (Demercation) Tugayı
81. Güvenlik Tugayı
91. Güvenlik Tugayı
639. Güvenlik Tugayı
319
II. Bulgar (İşgal) Kolordusu
7. Bulgar Tümeni
16. Bulgar Tümeni
28. Bulgar Tümeni
XXII. Dağ Kolordusu
104. Avcı Tümeni
1. Dağ Tümeni
4. SS Polis Tümeni
964. Kale Tugayı
966. Kale Tugayı
1017. Kale Tugayı
LXVIII. Kolordu
41. Kale Tümeni
117. Avcı Tümeni
11. Luftwaffe Tümeni
86. Güvenlik Alayı
18. Polis Alayı (Motorize)
Girit Komutanlığı
22. Havaindirme (planör) Tümeni (yarısı motorize)
133. Kale Tugayı
Ege Komutanlığı
Rodos “Taarruz” Tümeni (393. Kale Tugayı dahil)
967. Kale Tugayı (Kos)
968. Kale Tugayı (Levos)
969. Kale Tugayı (Larissa)
(Madeja 1979:120-122, ek D)
320
EK F: SOVYET AĞIR SİLÂH VERİLERİ
Tablo 4: Sovyet Uçak İmalâtı (1938-1940)
Yıl Savaş Uçağı
1938 5.469
1939 10.382
1940 10.565
(Shtemenko 1971:28)
Tablo 5: Sovyet Ağır Silâh Üretimi (1941-1944)
Yıl Tank ve KKT Top ve Havan Savaş Uçağı1941 4.700 53.600 8.2001942 24.500 287.000 21.7001943 24.100 126.000 29.9001944 29.000 47.300 33.2001945 16.000 11.300 8.200Toplam 98.300 525.200 122.100(Glantz 1995:306, ek Tablo D)
Tablo 6: Kızılordu’nun Savaş Kuvveti (1941-1945)
Tarih Toplam,Tank ve KKT
ToplamTop ve Havan
ToplamSavaş Uçağı
22 Haz. 1941 22.600 76.500 20.0001 Ocak 1942 7.700 48.600 12.0001 Ocak 1943 20.600 161.600 21.9001 Ocak 1944 24.400 244.400 32.5001 Ocak 1945 35.400 244.400 43.3009 Mayıs 1945 35.200 239.600 47.300(Glantz 1995:306, ek Tablo D)
321
EK G: KAYIPLAR
Tablo 7: Kızılordu Kayıpları (1941-1945)
Yıl Ölü/Kayıp Yaralı/Hasta Toplam1941 2.993.803 1.314.291 4.308.0941942 2.993.536 4.087.265 7.080.8011943 1.977.127 5.506.520 7.483.6471944 1.412.335 5.090.869 6.503.2041945 631.633 2.191.748 2.823.381
Toplam 10.008.434 18.190.693 28.199.127(Glantz 1995:292, ek Tablo A)
Tablo 8: Küçük Mihver Ülkeleri’nin Doğu Cephesi’ndeki Kayıpları (1941-1945)
Ülke Ölü/Kayıp Esir ToplamMacaristan 350.000 513.700 863.700İtalya 45.000 48.900 93.900Romanya 480.000 201.800 681.800Finlandiya 84.000 2.400 86.400Toplam 959.000 766.800 1.725.800(Glantz 1995:370, ek Tablo E)
Tablo 9: Kızılordu Ağır Silâh Kayıpları (1941-1945)
Yıl Tank ve KKT Top ve Havan(50mm.+) Savaş Uçağı1941 20.500 63.100 17.9001942 15.100 70.300 12.1001943 23.500 25.300 22.5001944 23.700 43.300 24.8001945 13.700 16.000 11.000
Toplam 96.500 218.000 88.300(Glantz 1995:306, ek Tablo D)
322
EK H: SAVAŞ BOYUNCA TÜRKİYE’NİN EKONOMİK VERİLERİ
Tablo 10: Millî Savunma Bakanlığı’na ayrılan bütçeler (1938-1945) (TL)
Yıl MSB Bütçesi1938 94.500.0001939 173.000.0001940 290.500.0001941 322.500.0001942 497.500.0001943 542.500.0001944 554.000.0001945 248.000.000(Koçak 2003, 2:370-371)
Tablo 11: Dış Ticareti Verileri (1939-1945) (milyon dolar)
Yıl İhracat İthalat Fark
1939 98,0 90,9 7,1
1940 87,7 53,0 34,7
1941 97,7 57,5 37,2
1942 126,9 113,6 13,3
1943 197,8 156,1 41,7
1944 178,8 126,8 52,0
1945 168,4 97,1 71,3
(Yiğit 1999:425, tablo)
Tablo 12: 1939-1945 Arası Krom Üretimi (ton)
Yıl Üretim1939 183,3001940 169,8001941 135,7001942 116,3001943 154,5001944 182,1001945 148,100
(Weisband 2002:98)
323
EK I: SAVAŞ BOYUNCA TÜRKİYE’DE BASIN İLE İLGİLİ
VERİLER
Tablo 13: 1943-1945 Arasında Basında Tiraj DurumuCumhuriyet 16.000Ulus 12.000Yeni Sabah 10.000Vatan 7.000Vakit 4.000Akşam 10.000Son Posta 10.000Tasviri Efkâr 6.000Son Telgraf 4.000İkdam 4.000(Weisband 2002:60)
Tablo 14: 1939-1945 Arasında Gazeteleri Kapatma Kararları1
Cumhuriyet beş kez 5 ay 9 günTan yedi kez 2 ay 13 gün2
Vatan dokuz kez 7 ay 24 gün3
Tasviri Efkâr sekiz kez 3 ayVakit iki kez 12 günYeni Sabah üç kez 6 günAkbaba dört kez 11 günHaber iki kez 10 gün(Koçak 2003, 2:138-139)
1 Kapatma kararlarının bazıları hükümet, bazıları ise sıkıyönetim mahkemeleri tarafından alınmıştır.2 12 Ağustos 1944’ten itibaren süresiz olarak kapatıldı.3 30 Eylül 1944’ten itibaren süresiz olarak kapatıldı.
324
EK J: TÜRK SAVAŞ DÜZENİ (HAZİRAN 1941)
Şema 11: Barbarossa Harekâtı Öncesinde Türk Kara Kuvvetleri YapılanmasıTÜRK KARA KUVVETLERİ (41 piyade tümeni, üç süvari tümeni, bir zırhlı tümen ve
üç zırhlı tugay)
BİRİNCİ ORDU (Karargah: İstanbul, Orgeneral Fahrettin Altay)
III. Kolordu (Çatalca Hattı)
IV. Kolordu (Çatalca Hattı)
VI. Kolordu (Kuzeydoğu Marmara)
X. Kolordu (Çankırı, Zonguldak, Ankara ve Çerkeş)
XV. Kolordu (Boğaziçi)
XX. Kolordu (Çakmak Hattı)
İKİNCİ ORDU (Karargah: Balıkesir, Orgeneral Abdurrahman Nafiz Gürman)
I. Kolordu (Çanakkale Boğazı)
II. Kolordu (Demirkapı ve Gelibolu)
V. Kolordu (Güney Marmara)
XII. Kolordu (İzmir)
ÜÇÜNCÜ ORDU (Karargah: Erzurum, Orgeneral Kazım Orbay)
VII. Kolordu (Kuzeydoğu)
VIII. Kolordu (Güneydoğu ucu)
IX. Kolordu (Orta Karadeniz)
XVIII. Kolordu (Erzincan)
XVII. Bağımsız Kolordu (Maraş)
(Türk Subayları 1999:51 ve Öndeş 1976:740)
325
EK K: ARŞİV BELGESİ
Belge 1: Savaş Sırasında Gelen Alman Silâhları
4 Mayıs 1944 tarihine kadar Almanya’dan gönderilen silâh ve ekipmanların listesi.
(BCA: 10.52.344.9)
326
EK L: HARİTALAR
Harita 1: Barbarossa Harekatı 1941
http://upload.wikimedia.org/wikipedia/en/b/b8/Eastern_Front_1941-06_to_1941-12.png
Harita 2: Stalingrad Ve Kafkaslar 1942
http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/d/dd/Eastern_Front_1942-
05_to_1942-11.png
327
Harita 3: Kursk Muharebesi Öncesi Tarafların Durumu 1943
http://dialspace.dial.pipex.com/town/avenue/vy75/kskmap01.htm
Harita 4: Sovyet Taarruzları 1943-1944
http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/9/96/Eastern_Front_1943-
08_to_1944-12.png
328
Harita 5: Kırım’ın Kurtarılması 1944
(Keegan 1989:146-147)
Harita 6: Kızılordu’nun Bulgaristan’a Girişi
(Keegan 1989:177)
329
Harita 7: Sovyet Taarruzları 1945
http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/c/c3/Eastern_Front_1945-01_to_1945-
05.png
Harita 8: Berlin İç Savunma Hattı’nın Çöküşü 1945
(Keegan 1989:184-185)
330
EK M: RESİMLER
Resim 1: Krom Karşılığı Alınan Pz-IVG
Etimesgut Tank Müzesi, http://www.ankaramaket.com/img/muze/bg/PHTO0005.jpg
Resim 2: Savaş Başındaki Sovyet Menşeli T-26B-2 Tankı
Etimesgut Tank Müzesi, Burak Çınar Arşivi.
331
ÖZGEÇMİŞ
Kişisel Bilgiler
Adı Soyadı : Burak Çınar
Doğum Yeri ve Tarihi : Ankara 1973
Eğitim Durumu
Lisans Öğrenimi : Bilkent Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler
Yüksek Lisans Öğrenimi : Atılım Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler
Bildiği Yabancı Diller : İngilizce
Bilimsel Faaliyetleri Yayınlanmamış Doktora Tezi: İkinci Dünya Savaşı’nda Doğu Cephesi ve Türkiye, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Hacettepe Üniversitesi (2007).
Yayınlanmamış Master Tezi: Körfez Savaşı Sonrası Türkiye, Suriye ve Yunanistan’ın Savunma Politikalarının Türk Dış Politikasına Etkileri, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Atılım Üniversitesi (2002).
Ulusal Yayın-Akademik: “Incorrect Technological Decisions”, Akademik Araştırmalar Dergisi (No: 9-10, Mayıs-Aralık 2001) http://www.academical.org/dergi/MAKALE/9_10sayi/s9cinar1.htm
Ulusal Yayın-Akademik: “Yeni NATO Üyesi Doğu Avrupa Ülkelerinin Dünya Silah Piyasasındaki Yerleri”, Jeopolitik (Yıl: 1, Sayı: 2, Bahar 2002)
Ulusal Yayın-Akademik: “İkinci Dünya Savaşı’ndaki Silah Teknolojileri’nin Soğuk Savaş’a Etkileri”, Jeopolitik (Yıl: 2, Sayı: 5, Kış 2003)
Ulusal Yayın-Akademik: “İran Puzzle’ın Son Parçası mı?”, Jeopolitik (Yıl: 3, Sayı: 10, Bahar 2004)
Ulusal Yayın-Akademik: “Savaş ve Çatışmalardaki Amerikan Askeri Kayıpları”, Jeopolitik (Yıl: 3, Sayı: 9, Kış 2004)
İş Deneyimi
Stajlar :
Projeler :
Çalıştığı Kurumlar :
İletişim
E-Posta Adresi : [email protected]
Tarih : 6 Haziran 2007