seyr i sülûk türküleri

25
I. ULUSLARARASI TÜRK KÜLTÜRÜ KONGRESİ I. INTERNATIONAL CONGRESS OF TURKISH CULTURE 13-14 Ekim 2014/13-14 October 2014 Türk Tasavvuf Kültürü ve Gelenekleri/Turkish Sufi Culture and Tradition PROCEEDINGS/BİLDİRİ KİTABI SSU Publication

Upload: ihramcizade

Post on 13-Aug-2015

273 views

Category:

Education


5 download

TRANSCRIPT

I. ULUSLARARASI TÜRK KÜLTÜRÜ KONGRESİ

I. INTERNATIONAL CONGRESS OF TURKISH CULTURE

13-14 Ekim 2014/13-14 October 2014

Türk Tasavvuf Kültürü ve Gelenekleri/Turkish Sufi Culture and

Tradition

PROCEEDINGS/BİLDİRİ

KİTABI

SSU Publication

I. ULUSLARARASI TÜRK KÜLTÜRÜ KONGRESİ

I. INTERNATIONAL CONGRESS

OF TURKISH CULTURE

Hazırlayan/Editor

Fatih İYİYOL

İstanbul 2014

Turkey

ISBN: 978-605-63388-0-9 Eser Adı/ Name: I. Uluslararası Türk Kültürü Kongresi Bildirileri/ I.International

Congress of Turkish Culture Hazırlayan/ Editorial Board: Fatih İYİYOL

Yayımcı Adı / Publisher: Süleyman Şah Üniversitesi/ Süleyman Şah University Yayın Tarihi / Date: Ekim 2014

Matbaa Adı / Printed by: Servet Ofset Matbaa Şehri / Place of Publication: İstanbul

Basım Tarihi / Date of Publication: Ekim 2014 Kaçıncı Basım/ Edition: 1st / 1

Sayfa sayısı / Page number: Konu / I. Topic:

Konu Başlıkları / Subject Titles: Sufism Yayının Dili/ Language: Türkçe- English

I.Uluslararasi Türk Kültürü Kongresi/ I.International Congress Of Turkish Culture

346 13-14 Ekim 2014/13-14 October 2014

Seyr-i Sülûk Türküleri

Ahmet Emre Dağtaşoğlu

Özet

Tasavvuf düĢüncesinde önemli unsurlardan biri olan seyr-i

süluk hem anonim türkülerde hem de saz Ģairlerinin eserlerinde

çokca iĢlenmiĢ bir konudur. Tasavvufi içerik taĢıyan birçok unsur,

özellikle de ahlaki meseleler toplumda tanınmaktadır, ancak seyr-i

süluk gibi teknik bir konunun türkülerde iĢlenmiĢ olması oldukça

dikkat çekicidir. Bu durum, tasavvufi dünya görüĢünün toplumda

tahmin edilenden daha derin kökleri olduğunu düĢündürmektedir.

Bu sebeple bildiride bu meselenin türkülerde nasıl iĢlendiği türkü

metinlerine dayanılarak incelenmeye çalıĢılacaktır. Böylece

tasavvufi görüĢlerin halkın saz ve söz sanatında ne gibi bir etkisi

olduğu sergilenmiĢ olacaktır.

Anahtar Kelimeler: Seyr-i Süluk, Tasavvuf, Nefs, Türkü, Saz

ġairi, Müzik.

Folk Songs About Sayr-ı Sulûq

Abstract

The Spiritual Jouney (sayr-i sulūq), an important issue in

Sufism, had been examined commonly both in anonymous folk

songs and in the poems of troubadours. A lot of sufi elements

including moral values are known very well in the public;

however, it is a noteworthy fact that a technical issue like sayr-i

sulūq had been considered in folk songs to a great extent. This

fact shows that Sufi way of life has deeper roots in the public

opinion more than we thought. For this reason, in this paper the

issue of sayr-i sulūq will be discussed on the basis of the texts of

anonymous folk songs and the poems of troubadours.

Consequently, we will try to demonstrate how these sufi views

affect folk music and rhetoric.

Keywords: Sayr-i sulūq, Sufism, Nafs, Folk Song, Troubadour,

Music.

Yrd. Doç. Dr./ Trakya Üniversitesi Ġlahiyat Fakültesi/ [email protected]

[email protected]

I.Uluslararasi Türk Kültürü Kongresi/ I.International Congress Of Turkish Culture

347 13-14 Ekim 2014/13-14 October 2014

Giriş

Ġslam düĢüncesinin temel alanlarından birini tasavvuf oluĢturmaktadır.

Tasavvufun en önemli kavramlarından birisi, bu alandaki ilerleyiĢi ifade eden “seyr-i

sülûk”tur. Seyr-i sülûkun genel bir tanımını yapmak mümkün olmakla birlikte farklı

tarikatlarda seyr-i sülûkla ilgili çok farklı anlayıĢların olduğu bilinmektedir. Bu

bildiride ise konunun teknik ayrıntılarına girmeden genel anlamda seyr-i sülûkun ne

olduğu ve nasıl tanımlandığı ele alındıktan sonra, Anadolu halk türkülerinde bu

hususun nasıl iĢlendiği incelenmeye çalıĢılacaktır. Elbette ki türkü metinlerinde bu

mesele teorik bir biçimde ele alınmamakta, seyr-i sülûkun belirli özellikleri bazen

açık bazen kapalı bir biçimde iĢlenmektedir. Bu bakımdan türkülerden yola çıkarak

teorik bir zemin oluĢturma iddiasında bulunulamaz, ancak belirli hususlara dikkat

çekmenin mümkün olduğu söylenebilir. Bu noktaları açıklığa kavuĢturmak hem seyr-i

sülûkun türkülerde nasıl iĢlendiğini görmemizi sağlayacak hem de bu türkülerin

sözlerinde ilk bakıĢta anlaĢılamayan bazı hususların anlaĢılmasını mümkün kılacaktır.

Bu amaçla önce seyr-i sülûk genel hatlarıyla incelenecek ardından türkü metinlerine

dayanarak yapılacak tahlillere geçilecektir.

Seyr-i Sülûk

Arapça olan “seyr-i sülûk” kavramı genel manada bir yola girmek anlamını

taĢımaktadır ve müridin tasavvuf alanında yürüyeceği yol ile bu yolun serencamını

anlatmaktadır. Lisan’ül Arab‟da seyr, “gidiĢ” ve “uzun yolculuk”, sülûk ise “bir Ģeyin

I.Uluslararasi Türk Kültürü Kongresi/ I.International Congress Of Turkish Culture

348 13-14 Ekim 2014/13-14 October 2014

içine girmek, bir Ģeyin içine nüfuz etmek, bir Ģeyin bir Ģeyin içine nüfuz ettirilmesi”

Ģeklinde tanımlanmaktadır (Bkz. Ġbn Manzur, 1990).1 Dolayısıyla söz konusu

kelimelerin geniĢ bir anlam çerçevesi vardır. Bu bağlamda “„sülûk‟ kelimesi, ilk

dönem tasavvuf klasiklerinde dini hayatla ilgili bütün fiilleri kapsayan geniĢ bir

kullanıma sahipken XII. yüzyılda tarikatların ortaya çıkmasından sonra daha çok

„Hakk‟a ulaĢma yolunda belli tasavvufi adab ve erkânın uygulanması‟ anlamını

kazanmıĢtır” (Uludağ, 2010: 127).

Seyr-i sülûk kavramının teknik anlamına girmeden önce kelimelerin sözlük

anlamlarından bir takım çıkarımlar yapmak mümkündür. Mürid bir yola talib

olduğunda menzile ulaĢmak için çeĢitli aĢamalardan geçmek ve belirli bir yolu

yürümek zorundadır. Bu yolun temel özelliklerinden birisi müridin halden hale

girmesi ve beka billah (hak ile baki olmak) aĢamasına varana kadar belirli bir halde

durup kalmamasıdır. Hatta beka billah aĢamasının bile “O, her gün (her ân) yeni bir

iĢtedir” (Rahman, 55/29)2 ayeti uyarınca her an yeni bir halde bulunduğunu söylemek

mümkündür. Bu bağlamda seyr kelimesinin bir fiili ifade etmesi ve sürekli gidiĢe

iĢaret etmesi oldukça anlamlıdır. Kat edilecek yolun uzunluğu ve hatta ömür boyu

sürecek olması ise yine seyr kelimesinin “uzun yol” anlamıyla tutarlılık arz

etmektedir. Sülûk ise öncelikle yola girmeyi ifade etmekle birlikte, bir Ģeye nüfuz

etmek anlamını da taĢıdığından bu yolun ancak belirli konularda kazanılan vukuf ile

kat edilebileceğini, nüfuz edilemeyen hususların sâlikin sülûkunu engelleyeceğini ya

da yavaĢlatacağını hatırlatmaktadır. Sadece kelime anlamlarından yola çıkarak seyr-i

sülûk‟un ne gibi bir anlam çerçevesine iĢaret ettiği bu Ģekilde özetlenebilir.

Daha özelde ise seyr-i sülûk “talibin Hakk‟a erme yeteneğini kazanmak için

nefsini dünya kirlerinden arındırması, ahlakını düzeltmesi ve güzelleĢtirmesi …

nefsini ve rabbini bilmesidir” (Uludağ, 2010: 127). Aziz Nesefi de bu bağlamda

“sülûk, tasavvuf ehline göre kötü sözlerden iyi sözlere, kötü fiillerden güzel fiillere,

1 Arapça olan bu sözlükten kavramların tercümelerini lutfeden değerli meslektaĢım Yrd. Doç. Dr.

Abdullah Taha Ġmamoğlu‟na müteĢekkirim. 2 Kur‟an-ı Kerim‟den yapılan alıntılar Süleyman AteĢ‟in ekte künyesi verilen mealindendir. Kur‟an-ı

Kerim, Çev. Süleyman AteĢ, Yeni Ufuklar NeĢriyat, Ġstanbul 1975.

KONUK
Vurgu

I.Uluslararasi Türk Kültürü Kongresi/ I.International Congress Of Turkish Culture

349 13-14 Ekim 2014/13-14 October 2014

fena ahlaktan güzel, iyi ahlaka ve kendi varlığından Hakk Teâlâ‟nın varlığına

gitmekten ibarettir” (Nesefi, 2007: 81) demektedir. Bunu gerçekleĢtirmek için çıkılan

yolun belli Ģartları ve aĢamaları bulunmaktadır. Farklı tarikatlar çeĢitli sınıflamalar

yapmıĢlar ve ayrıntıda birbirlerinden farklı tertipler ortaya koymuĢlardır. Bunun temel

sebebi ise Hakk‟a giden yolların, gökteki yıldızlardan daha çok ve mahlûkatın

nefesleri kadar olması, dolayısıyla her insanın meĢrebine göre bir yolun bulunmasıdır

(Bkz. (Uludağ, 2010: 128). Ancak ayrıntıdaki farklılıklara rağmen tüm tarikatlarda

amaç ortaktır ve bu ortaklığa dayanarak genel bir çerçeve çıkartmak mümkündür.

Seyr-i sülûkta genel kabule göre dört seyr vardır, bunlar sırasıyla seyr ilallah

(Allah‟a seyr), seyr fillah (Allah‟da seyr), seyr maallah (Allah ile seyr) ve seyr

anillah‟tır (Allah‟dan seyr). Bu dört aĢamadan ilkinde nefisten hareket edilir ve

vahdeti örten kesret perdesi kaldırılır. Ġkinci aĢamada ise sâlik Hakk‟ın sıfatları ile

vasıflanır. Üçüncü aĢamada da zahir-batın ikiliği ortadan kalkar ve veliliğin sonuna

ulaĢılır. Son aĢama ise irĢad için tekrar halka dönmektir (Bkz. Kara, 2010: 164; ayrıca

bkz. Rabbani, 2008: 207-208 ve bkz. Rabbani, 2006a: 84-85). Bu bağlamda seyr aynı

zamanda “seyr-i uruci” ve “seyr-i nuzuli” olmak üzere daha genel bir sınıflamaya da

tabi tutulur. Buna göre insanın derece derece yükselerek Hakk‟a vasıl olması seyr-i

uruci, oradan tekrar kesret âlemine yani maddi âleme iniĢi de seyr-i nüzulidir ve

“seyr-i nüzuliye seyr-i zevrak da (kayık yolculuğu) denir” (Uludağ, 2005:316).

Seyr-i nüzulü büyük önem taĢımaktadır çünkü çekilen onca zahmetin en

önemli amaçlarından biri halka hizmet edebilecek donanımı edinmek ve bu

donanımla halkın arasına dönerek hizmete baĢlamaktır. “Nihayet, bidayete rücu‟dur

ve bu, iĢin esasıdır” (Bkz. Öztürk, 1998: 126) düsturu da bunu anlatmaktadır. “Halka

hizmet velayetin kemali, nübüvvetin esas gayelerinden biridir. Bunun içindir ki

sülûkün son merhaleleri halka hizmetle yücelir” (Öztürk, 1998: 127, ayrıca bkz.

Rabbani, 2008: 220-221). Necmeddîn-i Dâye de seyr-i urucinin zorluğunu, seyr-i

nüzulinin ise bereketini anlatmak için Ģu sözleri nakletmektedir:

ġeyh Ebu‟l-Hasan Harakani Ģöyle demiĢtir: Allah‟a giden

yol, kuldan Hakk‟a ve Hak‟tan kula olmak üzere iki

KONUK
Vurgu
KONUK
Vurgu
KONUK
Vurgu
KONUK
Vurgu

I.Uluslararasi Türk Kültürü Kongresi/ I.International Congress Of Turkish Culture

350 13-14 Ekim 2014/13-14 October 2014

Ģekildedir. Kuldan Hakk‟a giden yol dalalet içinde dalalet

iken, Hak‟tan kula giden yol hidâyet içinde hidâyettir

(Dâye, 2013: 260).3

Seyrin dört aĢamasının sağlıklı bir biçimde kat edilebilmesi için nefs tezkiyesi

büyük önem taĢımaktadır. Mutasavvıflar bunun üzerinde de durmuĢ ve nefsi

mertebelere ayırarak ele almıĢlardır. Örneğin Tirmizi bazen dört bazen beĢ

mertebeden söz ederken (Bkz. Çift, 2008: 217), Abdülkerîm el-Cîlî beĢ mertebeden

bahsetmektedir (Bkz. Cîlî, 2002: 370 vd.). NakĢibendi ve Halidiye gibi tarikatlarda

ise seyr-i sülukta “Letaif-i Hamse” olarak isimlendirilen bir tasnife dayanılmaktadır

(Türer, 2003: 143). Konuyla ilgili farklı görüĢler olmasına rağmen yedi mertebeli

tasnifin karĢımıza daha çok çıktığını ve bu sınıflamanın halk tarafından daha yaygın

bir biçimde bilindiğini söylemek mümkündür. Bu yedi mertebe ise sırasıyla, nefs-i

emmare, nefs-i levvame, nefs-i mülhime, nefs-i mutmainne, nefs-i raziyye, nefs-i

marziyye ve nefs-i kâmile‟dir (Bkz. Uludağ, 2006: 528; ayrıca bkz. Muslu, 2007: 47

vd. ile 63). Bu sınıflamayı mutasavvıflar Kur’an-ı Kerîm‟e dayandırmakta ve Yûsuf

12/53, Kıyâmet 75/2, Fecr 89/27-28, ġems 91/7-8-9-10 ayetlerini buna delil olarak

göstermektedirler (Bkz. Uludağ, 2006: 528; Uludağ, 2005: 274-275; Ögke, 1997: 26-

28 ile 84 vd.; Calverley, 1943: 254-255). Seyr-i sülûkun baĢarıya ulaĢması için nefis

tezkiyesinin gerçekleĢtirilmesi, her mertebeye uygun zikirlerin tamamlanması ve

farklı özellikleri bulunan bu mertebelerin aĢılması gerekmektedir.

Mutasavvıflar sâlikleri de sınıflamıĢlar ve sâlikin durumuna göre yola

girenleri ikiye ayırmıĢlardır. Bunlardan birisi “mürid” diğeri ise “murad”dır. Ġmam-ı

Rabbani‟nin tanımına göre murad, cezbesi sülûkundan önce olan kiĢidir, mürid ise

önce talib olan ve cezbesi sonra gelen kiĢidir. Mutasavvıflar cezbesi önce olan sâlikin

daha makbul olduğunu belirtmekte ve kâmil mürĢidin de bunlar arasından çıktığını

söylemektedirler (Bkz. Rabbani, 2008: 462; Rabbani, 2006b: 27). Ġmam-ı Rabbani‟ye

3 “Seyr-i uruci” ve “seyr-i nüzuli” ayrımı Platon‟un Devlet‟indeki mağara benzetmesini akla

getirmektedir. Zira orada da önce mağaradan yukarı doğru bir çıkıĢ, ardından da aĢağıda kalanları irĢad

için bir geri dönüĢ söz konusudur. AĢağıya ve yukarıya doğru olan seyirler ile bu seyirlerin amacı hem

Platon‟da hem de mutasavvıflarda neredeyse aynıdır (Bkz. Plato, 2006: 514a-520a).

KONUK
Vurgu

I.Uluslararasi Türk Kültürü Kongresi/ I.International Congress Of Turkish Culture

351 13-14 Ekim 2014/13-14 October 2014

göre “Sâlik-meczub olan tasavvuf yolcusu, meczub-sâlik olana göre „marifet‟

yönünden daha ileridedir. Muhabbet konusu ise bunun tersinedir. Çünkü meczub-

sâlik olan kiĢiyi Cenab-ı Hak iĢin baĢından sonuna kadar özel muhabbeti ve lütfu ile

kuds tarafına çekerek terbiye eder” (Rabbani, 2006a: 67; ayrıca bkz. Rabbani, 2008:

462). Cezbenin sülûktan önce gelmesi hızlı aĢama kaydetmek için oldukça önemlidir

ancak tek baĢına cezbe yeterli değildir, aksine sülûkun da cezbeye eĢlik etmesi

gerekmektedir. Zira sadece cezbeye sahip olan kiĢi de Hakk‟a yakın olarak

değerlendirilmesine rağmen sülûkun aĢamalarından habersiz olduğu için irĢad etme

yetkisini hiçbir zaman elde edemez (Bkz. Rabbani, 2002: 8). Necmeddîn-i Dâye de

Ġmam-ı Rabbani‟nin görüĢleriyle paralel olan Ģu görüĢleri ileri sürmektedir.

Bu yolun yolcuları iki kısımdır; sâlikler ve meczublar.

Meczublar, cezbe kemendiyle çekilen, Ģevkin galebesi

içinde makamlardan aceleyle geçirilen kimselerdir. Bu

nedenle de bu yolun halleri, makamları ve afetlerinin neler

olduğuyla ilgili fazla bilgiye sahip değildirler. … Bunlar

Ģeyhlik ve rehberlik yapmaya ehil değildirler (Dâye, 2013:

290).

Tasavvuf yoluna sülûk eden sâlikin yukarıda kısaca açıklanan aĢamaları

baĢarıyla kat edebilmesi için yerine getirmesi gereken yükümlülükleri ve haiz olması

icab eden bazı özellikleri vardır. Öncelikle sâlikin aĢk ve ihlas sahibi olması

gerekmekte, doğru ahlak üzere bulunması icab etmektedir (Bkz. Dâye, 2013: 212;

ayrıca bkz. Nesefi, 2007: 81). “Birçok tekkede, hemen giriĢte veya kolayca

görülebilecek bir yerde, „Edeb Ya Hû‟ Ģeklinde, Allah‟a edeb için yalvaran söz

levhaları” (Küçük, 2011: 58) olması boĢuna değildir. Bununla birlikte “özellikle

nefsin aldatıcı ve geçici arzularını kırmak için genellikle az yemek, az uyumak, az

konuĢmak ve halvet (çile) gibi mücâhede esasları”nı (Muslu, 2007: 44) dikkatle

uygulamalı, bunu gerçekleĢtirebilmek için “masivâyı tamamen terkederek Allah

Ta‟âlâ‟yı sıdk ve ihlasla talep etmelidir” (Tek, 2009: 186; ayrıca bkz. Dâye, 2013:

201-219). Çünkü seyr-i sülûkta ilk amaç masivadan el çekmek ve bu dünyadan uzak

durmak, bunun ardından da nefsi kötü sıfatlardan arındırarak nefis tezkiyesini

gerçekleĢtirmektir. Sâlik ancak bu yolla vuslata erebilecektir.

Ancak sâlikin bu özellikleri haiz olması gerekli olmakla birlikte vuslat için

yeterli değildir, zira bu süreçte ona yol gösterecek, mertebesine göre zikretmesi

KONUK
Vurgu
KONUK
Yapışkan Not
Satellite
Çizgi
Satellite
Çizgi

I.Uluslararasi Türk Kültürü Kongresi/ I.International Congress Of Turkish Culture

352 13-14 Ekim 2014/13-14 October 2014

gereken isimleri telkin edecek ehliyet sahibi kâmil bir mürĢide ihtiyaç vardır. Aksi

takdirde mürid, sülûku esnasında sorunlar yaĢayacak, yol kat edemeyecek, bazı

makamlarda takılıp kalacak ya da bulunduğu aĢamaların bilgisine vakıf

olmadığından, baĢka bir deyimle bu aĢamaların inceliklerine nüfuz edemediğinden

ciddi hatalara düĢebilecektir. “Zira sülûk süreci zorluklarla ve tehlikelerle doludur.

Talibin bu yolda tek baĢına yürümesi yolda kalmasına, yolu ĢaĢırmasına veya yolda

ayağı kayıp ümitsizliğe düĢmesine sebep olabilir” (Uludağ, 2010: 127-128; ayrıca

bkz. Dâye, 2013: 191-195). Bu bağlamda Necmeddîn-i Dâye de “bil ki yolu bilen bir

rehber, velayet ve tasarruf sahibi bir kâmil Ģeyh olmaksızın din yolunda sülûk etmek

ve yakîn âlemine ulaĢmak mümkün değildir” (Dâye, 2013: 190) uyarısında

bulunmaktadır. Yunus Emre‟nin türkü formunda da okunan “Yar Yüreğim Yar”

isimli Ģiirindeki “bu yol uzundur, menzili çoktur/geçidi yoktur, derin de göller var”

(Gölpınarlı, 1961: 378) dizeleri de burada hatırlatılabilir.

Tasavvuf gibi sözün çoğu zaman manaya kifayetsiz kaldığı, aynı konuyla

ilgili sayısız tanım ve tariflerin yapılageldiği bir alanda keskin sınırlar çizmek pek

mümkün değildir. Hele ki seyr-i sülûk gibi sayısı mahlûkların nefesi kadar çok

olabilecek bir konuda belirgin bir tablo ortaya koymak zordur. Ancak en genel

anlamıyla seyr-i sülûk hakkında bu söylenenlerden Ģu sonuçları çıkartmak

mümkündür:

Mutasavvıflara göre hakikate ulaĢmanın yolu nefsi temizlemekten ve gönlü

masivaya kapamaktan geçmektedir. Bu düĢüncenin dayandırıldığı düstur ise “nefsini

temizlemiĢ olan Ģüphe yok ki felaha ermiĢtir” (ġems, 91/9) ayeti ile mutasavvıfların

çokça andıkları “ölmeden önce ölünüz” (Aclunî, 1351-52: 350) hadisidir. Bunu

gerçekleĢtirmenin yegâne yolu ise seyr-i sülûktur. Seyr-i sülûka baĢlayacak olan

müridin ihlas ve aşk dolu olması gerekmekte, aynı zamanda tehlikelerle dolu bu yolda

ona yol gösterebilecek ehliyet sahibi kâmil bir mürşide intisab etmesi gerekmektedir.

Seyr-i sülûkla ilgili sayılan bu temel hususlar, hemen her mutasavvıfın üzerinde

anlaĢtığı, seyr-i sülûkun olmazsa olmaz Ģartlarıdır. Tasavvuf yoluna giren sâlikler de

ikiye ayrılmakta, biri murad iken diğeri mürid olarak isimlendirilmektedir. Murad

olanların cezbesi sülûkundan önce olup, bunlar iradeleri dıĢında yola çekilmekte ve

KONUK
Vurgu
KONUK
Vurgu
Satellite
Çizgi
Satellite
Çizgi

I.Uluslararasi Türk Kültürü Kongresi/ I.International Congress Of Turkish Culture

353 13-14 Ekim 2014/13-14 October 2014

irĢad edilmektedirler. Müridler ise önce intisab edip gayret ve cehdin ardından cezbe

yaĢamaktadırlar. ĠĢte bu ana konular Anadolu halk türkülerinde de iĢlenmekte ve

zaman zaman doğrudan zaman zaman da dolaylı olarak ele alınmaktadırlar.

Seyr-i Sülûk Türküleri

Yukarıda da belirtilmiĢ olduğu üzere türküler birer sanat eseri oldukları için,

onların sözlerinde belirgin ve sınırları iyi çizilmiĢ teorik bir anlatıma rastlamak

zordur. Bunun türkülerin genel özelliğiyle bağlantılı olduğunu ileri sürebileceğimiz

gibi, yolun hallerini ifĢa etmenin makbul görülmemesiyle de bağlantısı olduğunu

söylemek mümkündür. Buna rağmen seyr-i sülûkun temel konularını ele alıp iĢleyen

türkülerin sayısı bir hayli kabarıktır. Türkülerin bu özelliğinin küçümsenmemesi ve

dikkate alınması gerektiği söylenebilir. Çünkü seyr-i sülûkla ilgili hususlar sadece

türkülerin sözlerinde sanatsal unsurlar olarak kullanılmamakta, sözlü kültürün bazı

değelerini sonraki nesillere aktarmak amacını taĢımakta, bunun dıĢında konulara ilmi

ve teorik bir çerçeveyle yaklaĢmanın ötesinde aĢkla eğilmeyi mümkün kılmakta ve

yolun sâliklerine ilham vermektedir. Necmeddîn-i Dâye‟nin Ģu tespitleri bunu daha

iyi anlamamızı sağlayabilecektir:

Bil ki hakikati söylemek ve tarikat yoluna sülûk etmeyi

açıklamak, istidatlı taliplerin içinde Ģevk ilhamlarına ve

talebin ortaya çıkmasına sebep olur. Özellikle bu sözler

âĢık-ı sadıklar ve muhakkik kamillerden sadır olursa,

sıddıkların gönlündeki muhabbet ateĢinin kıvılcımlarının

parlamasına vesile olur. … Bu sözlerin diğer bir faydası da

yine bihaber olanları uyandırması ve saadet kilidini hangi

anahtarın açacağını bilmeye yardım etmesidir. Bu nedenle

“bazen kulak gözden önce âĢık olur” demiĢlerdir (Dâye,

2013: 47).

Seyr-i sülûkla ilgili olarak Anadolu türkülerinde en çok ele alınan hususlar

“kamil bir mürĢidin gerekliliği”, “masivadan ümid yüzme ve dünyadan el çekme”,

“ikilikten geçip vahdete ulaĢma”, “nefsin tezkiyesi ya da „ölmeden önce ölünüz‟ emri

uyarınca öldürülmesi”, “kiĢinin kendini tanıması”, “vahdet” ve “cemal görüp vuslata

erme” gibi hususlardır. Örneğin sözleri Pir Sultan Abdal‟a ait olan ve Musa Eroğlu

tarafından derlenen aĢağıdaki türkü, bu sayılan unsurların hemen hepsini veciz bir

biçimde dile getirmektedir.

KONUK
Vurgu
KONUK
Vurgu

I.Uluslararasi Türk Kültürü Kongresi/ I.International Congress Of Turkish Culture

354 13-14 Ekim 2014/13-14 October 2014

Dünyadan el çek ey divane gönlüm

UlaĢ bir üstada, er ile görüĢ

MürĢidin nazarından yâd edersen

Ġkilikten geçip bir ile görüĢ

MürĢide yüzünü sürmek dilersen

Emrine zatına ermek dilersen

Hakk‟ın cemalini görmek dilersen

Nur ile nur olup sır ile görüĢ

Sen nefsini öldür ola gör yeksan

Erler meydanında ola gör kurban

Yedi iklim, dört köĢede lamekân

Erenlerin sırrı nur ile görüĢ

ÂĢık-ı sadıklar öle gelmiĢtir

Ağlayanlar bir gün güle gelmiĢtir

El ele el Hakk‟a yola gelmiĢtir

Tanı kendi özün pir ile görüĢ

Pir Sultan‟ım kemter kuldur ġah‟ına

Hünkâr Hacı BektaĢ nazargâhına

Deli gönül hâk ol düĢ dergâhına

Er olayım dersen er ile görüĢ.

(Gölpınarlı; Boratav, 1991: 332-333)4

Bu türküdeki “nur ile nur olup sır ile görüĢ” dizesi, birçok tarikatın

benimsediği “yolun her halinin ifĢa edilmemesi gerektiği” düsturunu hatırlatmaktadır.

“Ağlayanlar bir gün güle gelmiĢtir” dizesiyle de sabrın ve sebatın önemine iĢaret

4 Bu bildiride seçilen metinler Anadolu halk müziği geleneğinde türkü olarak okunan ve geleneksel

müziğe aĢina olanların tanıdığı metinlerdir. Seyr-i sülûku çok daha iyi anlatıp ifade etmesine rağmen

türkü olarak okunmayan eserler buraya alınmamıĢtır.

Satellite
Vurgu
Satellite
Vurgu

I.Uluslararasi Türk Kültürü Kongresi/ I.International Congress Of Turkish Culture

355 13-14 Ekim 2014/13-14 October 2014

edildiği gibi, “gül” kelimesi üzerine kurulan cinas bize baĢka bir yorum kapısı daha

açmaktadır. ġöyle ki, “gül” peygamberimizi simgelemektedir ve kâmil mürĢidlerin

yüklendikleri irĢad görevi de bir silsile ile peygamberimize kadar çıkmakta, böylece

onun maneviyatını temsil etmektedir. Bu bakımdan “ağlayanlar bir gün güle

gelmiĢtir” derken Ģair, dert çekenlerin bir gün kâmil bir mürĢide gelip derman

bulacaklarını ifade etmektedir.

Benzer konuları iĢleyen baĢka bir türkü ise sözleri ġah Hatai‟ye ait olan, Ali

Ekber Çiçek‟in Erzincan yöresinden derlediği “Ġnsan-ı Kamile Ereyim Dersen” isimli

türküdür. Bu türküde de kamil bir mürĢidin öneminden bahsedilmekte ve bu mürĢide

teslim olmanın gerekliliği vurgulanmaktadır. Ayrıca hem “vahdet” hem de “ölmeden

önce ölmek” anlayıĢı dillendirilmektedir.

Ġnsan-ı kâmile ereyim dersen

Bir mürĢid-i kâmil bulanlar gelsin

Gönül Kâbe olmuĢ hem Beytullahdır

Ol bahri ummana dalanlar gelsin

PiĢirip piĢirip söyle sözünü

Göründüğün gibi göster yüzünü

MürĢidine teslim eyle özünü

Birlik kapusunu bulanlar gelsin

Can Hatayim mana söyler dilinden

Vahdet âleminin gonca gülünden

Korkumuz artmadı ölüm elinden

Var ölmeden evvel ölenler gelsin

(Ergun, 1946: 50-51)

Bu türküde geçen “gönül Kâbe olmuĢ hem beytullahtır/ol bahri ummana

dalanlar gelsin” dizeleri tasavvuf geleneğimizde yaygınca kullanılan bir benzetmeyi

içermektedir. Zira “vahdet umman, kesret bunun dalgalarıdır. Sufiler genellikle

varlığın tek olduğunu, çokluğun görünürde kaldığını anlatmak için deniz örneğini

kullanırlar” (Uludağ, 2005: 64, ayrıca bkz. Nesefi, 2007: 40-41). Bazen de deniz

Satellite
Vurgu

I.Uluslararasi Türk Kültürü Kongresi/ I.International Congress Of Turkish Culture

356 13-14 Ekim 2014/13-14 October 2014

benzetmesi melekût âlemini ifade etmek için kullanılmaktadır, Dâye‟nin deyimiyle

“Berr/kara, cisimler, baher/deniz, melekut âlemidir” (Dâye, 2013: 74). Ġbn-i Arabi de

“hikmet denizine dalan hayret sahipleri”nden bahsetmektedir (Arabi, 2008: 37). Bu

türküde geçen umman benzetmesi de vahdeti iĢaret etmekte ve seyr-i sülûkun

amaçlarından birine atıfta bulunmaktadır. “Birlik kapusunu bulanlar gelsin” dizesi ile

son kıtada geçen “vahdet aleminin gonca gülünden” dizesi bu hususu daha açık ortaya

koymakta ve Ģair meramını daha belirgin bir biçimde dile getirmektedir.

MürĢidin öneminden bahsettiği gibi seyr-i sülûkun baĢka hususlarına da yer

veren bir baĢka türkü ise sözleri Sırrı‟ya5 ait olan ve Tacim Dede‟den alınan “MürĢide

Ermeyen Hakkı Bilemez” isimli MaraĢ türküsüdür. Bu türküde “çöllerde kalmıĢtır

yolun bulamaz/bu yolu pek gözle kervan bulunur” dizesi ile sâlikin mürĢidsiz yolunu

kaybedeceği anlatılmaktadır. “Hak yoluna bezl et malın var ise” dizesi de “dünyadan

el çekme”yi telkin etmektedir. Aynı kıtanın devam eden dizelerinde de seyr-i sülûkta

yine çok önemli bir yeri olan zikirden, dolaylı olarak bahsedilmektedir. “Eğer girer

isen Hakk‟ın yoluna/ÂĢık isen bakma sağı soluna” dizeleri de yola giren sâlikin sabır

ve sebat göstermesi gerektiğini, nefsin aldatmalarına kanıp sağa sola meyletmeden

dosdoğru yolunda gitmesi gerektiğini belirtmektedir. Aynı kıtanın devamında da

kulluğa bel bağlandığında bunun mükafatının alınacağı üzerinde durulmaktadır. “Ġkiyi

terk eden eriĢir bire” dizesiyle de vahdete ulaĢmanın yolu gösterilmekte, ardından,

candan vaz geçenin cananı bulacağı hatırlatılarak anlam pekiĢtirilmektedir. Zira

sâlikin Allah‟tan baĢka herĢeyi, yani masivayı, gönlünden silip atması gerekmektedir.

Silinip atılması gereken Ģeyler içinde sâlikin kendisi de bulunmaktadır. Aynı anlamı

pekiĢtiren “düĢ gam vadisine sür yere yüzün/sular gibi çağla umman bulunur” dizeleri

de bu yolun zorluklarla dolu olduğunu, gam vadisinde uzun süre çile çekildikten ve

5 Sırrı ismini taĢıyan, biri Kütahya diğeri Diyarbakır doğumlu iki farklı Ģair olduğu bilinmektedir. Bu

türkünün sözlerinin bu Ģairlerden birine mi, yoksa aynı ismi taĢıyan baĢka bir Ģaire mi ait olduğunu

tahmin etmek pek mümkün görünmemektedir. Türkünün Tacim Dede‟den derlenmiĢ olması, sözlerin bir

ihtimal Diyarbakır‟lı Sırrı Hanım‟a (1814-1877) ait olabileciğini düĢündürse de Kütahya‟lı Sırrı‟nın (18.

yy) yeni Ģiirleri bulunmadan ve Diyarbakır‟lı Sırrı Hanım‟ın divanı basılmadan tahminden öte bir tespitte

bulunmak mümkün değildir. Bu konuda bkz. (Ġspirli, 2007: 450 ve Güler, 1999: 303 vd.).

I.Uluslararasi Türk Kültürü Kongresi/ I.International Congress Of Turkish Culture

357 13-14 Ekim 2014/13-14 October 2014

sular gibi yere yüz sürüp nefsi terbiye ederek yol alındıktan sonra ummana, yani

vahdete ve dolayısıyla menzile ulaĢılacağını belirtmektedir. Zira akarsuların menzili

denizdir. Vahdeti simgeleyen deniz benzetmesinin burada mahir ve çarpıcı bir

biçimde kullanıldığı görülmektedir.

MürĢide ermeyen Hakk‟ı bilemez Eğer ki baĢında aklın var ise

Seni irĢad eder bir can bulunur Hak yoluna bezl et, malın var ise

Çöllerde kalmıĢtır yolun bulamaz Geceler subha dek derdin var ise

Bu yolu pek gözle kervan bulunur Bülbül gibi zar et gülĢen bulunur

Su gibi meyledip her yana akma Eğer girer isen Hakk‟ın yoluna

PervaneveĢ canın odlara yakma ÂĢık isen bakma sağı soluna

AĢkın gevherini deryaya atma Devlet kuĢu Ģayet konar koluna

Var âdemden iste ol kân bulunur Kulluğa bel bağla sultan bulunur

Hakka‟a talib isen hizmet et pire Dinle gel can ile Sırri‟nin sözün

Hâk eyle yüzünü süregör yere Altın gibi kal ol, pak eyle özün

Ġkiyi terk eden eriĢir bire DüĢ gam vadisine sür yere yüzün

Canından geçince canan bulunur Sular gibi çağla umman bulunur6

Bir baĢka örnek ise Arguvan yöresine ait olan ve Erol Köker‟in derlediği

“Mekteb-i Ġrfan” isimli türküdür. Bu türküde yukarıdaki türkülerden farklı olarak,

mutasavvıfların sıkça dile getirdikleri “kim kendini bilirse rabbini bilir” hadisine bir

atıf vardır ki, seyr-i sülûkun amaçlarından birisi de nefsini tanımak suretiyle Hakk‟ı

tanıyabilecek donanıma sahip olmaktır. Bu bakımdan “men aref sırrına erdim

uyandım” dizesi ile Ģairin anlatmak istediği, kendisinin bu noktaya ulaĢtığı ve gaflet

uykusundan uyandığı gerçeğidir.

6 Türkünün sözlerine matbu bir eserde rastlanamamıĢtır, eserin hem sözleri hem de icrası için Tolga

Sağ‟ın “Nar-ı Hasret” isimli albümüne baĢvurulabilir.

Satellite
Vurgu

I.Uluslararasi Türk Kültürü Kongresi/ I.International Congress Of Turkish Culture

358 13-14 Ekim 2014/13-14 October 2014

Bu türküde seyr-i sülûk ile ilgili karĢımıza çıkan baĢka bir husus ise “aĢk”

hususudur. Hatırlanırsa yukarıda sâlikin aĢk ve ihlas dolu olması gerektiğinden

bahsedilmiĢti. Bu türküde de “üç huruf beĢ nokta” ile anlatılmak istenen “aĢk” (شق (ع

kelimesidir. Bu dizenin peĢinden gelen “onu hesab ettim dört kitap çıktı” dizesi ise

ebced hesabıyla ilgili olabileceği gibi önceki dizeyi açıklamak amacıyla da söylenmiĢ

olabilir. Çünkü tasavvufi anlayıĢa göre dört kitabın manasını anlamak ve irfan sahibi

olmak ancak aĢk ile mümkündür.

“ġu fani dünyayı bir kapı sandım/Meğer tekmil imiĢ dört kapı çıktı” dizeleri

ise Alevi-BektaĢi kültüründe yaygın olan ve Ahmed Yesevi‟nin Fakrname‟si ile Hacı

BektaĢ-ı Veli‟nin Makalat‟ında karĢımıza çıkan dört kapı ve kırk makam Ģeklindeki

sınıflamayı iĢaret etmekte, bu bağlamda seyr-i sülûka atıfta bulunmaktadır. Bu tasnife

göre Ģeriat, tarikat, marifet ve hakikat olmak üzere dört kapı ve her birinin muhtevi

olduğu onar makam bulunmaktadır. Seyr-i sülûk bu kırk makamın aĢılması ile

mümkün olmaktadır (Bkz. Özcan, 2004: 241 vd; ayrıca bkz. Bozkurt, 2005: 168 vd.).

Türküde atıfta bulunulan “dört kapı” Alevi-BektaĢi kültüründe yaygın olan bu dört

kapı anlayıĢıdır.

Gerçeğin bir nurdan yaratılmıĢ olması ise “sonra ona biçim verdi, ona kendi

ruhundan üfledi” (Secde, 32/9) ayetinde olduğu üzere, Allah‟ın insana kendi

ruhundan üflediği gerçeğini hatırlatmaktadır. Ġkinci dizede geçen “on iki kapıdır

Adem‟de mevcud” dizesi ise Alevi-BektaĢi kültüründe karĢımıza sıkça çıkan yaygın

bir anlayıĢı ifade etmektedir. Bu anlayıĢ ise insan vücudundaki on iki delikten

mülhem, insanın “on iki kapılı bir Ģehir” olduğu anlayıĢıdır (Bkz. Gölpınarlı; Boratav,

1991: 204). Ġkinci dizedeki bu benzetme, bir önceki dizede “bir nurdan yaratılan

gerçeğin” Âdem olduğu yönündeki yorumu güçlendirmekte ve ilk dizenin daha rahat

anlaĢılmasını sağlamaktadır.

Mekteb-i irfan‟da el verdim ere MürĢid-i kâmil‟den dersimi aldım

Okudum elifi bir hesap çıktı Men aref sırrına erdim uyandım

Üç huruf beĢ nokta geldi bir yere ġu fani dünyayı bir kapı sandım

Onu hesab ettim dört kitap çıktı. Meğer tekmil imiĢ dört kapı çıktı.

Satellite
Vurgu

I.Uluslararasi Türk Kültürü Kongresi/ I.International Congress Of Turkish Culture

359 13-14 Ekim 2014/13-14 October 2014

Gerçeği bir nurdan yarattı mabud

On iki kapıdır Âdemde mevcud

Sabri der olmuĢam isbat-ı vücud

Haydar kapısından bir cevap çıktı.7

Hem mürĢidden alınan ilhamı hem de “kendi cenazesin kılan âĢıktır” dizesi

ile “ölmeden önce ölünüz” düsturunu hatırlatan bir baĢka türkü ise Erzincan‟lı ÂĢık

Davut Sulari‟ye ait olan “Benden Sorulursa ÂĢık Olanlar” isimli Ģu türküdür.

Benden sorulursa âĢık olanlar

Manen pir elinden içen âĢıktır

Meclis olup değerini bulanlar

Kendi cenazesin kılan âĢıktır

Hakiki olanı kâinat tanır

Derdi aĢk olanlar cihan dolanır

Gâhi berrak akar gâhi bulanır

Olgun mertebede kalan âĢıktır

Ben âĢık değilim yoksul ozanım

Ġçimde dert kaynar bünyem kazanım

Bazı yalçın dağım bazı sazanım

Davut Sulari‟den kalan âĢıktır

(Yalsızuçanlar, 2009: 108)

Bu türküde Ģair aynı zamanda “aĢk”ın önemi de vurgulamakta ve “derdi aĢk

olanlar cihan dolanır” dizesi ile sadece kevn-ü mekanda yapılan gezintiyi değil,

bilakis seyr-i sülûku da ima etmektedir. “Hakiki olanı kainat tanır” Ģeklindeki ilk dize

7 ġiire herhangi bir matbu eserde rastlanmamıĢtır. Erol Köker‟in “Mekteb-i Ġrfan” isimli albümde

türkünün hem sözleri hem de icrası bulunmaktadır. Bu gibi türkülerde zaman zaman nesilden nesile

aktarılırken tahrifatlar oluĢmakta ve bazı kavramlar ya da ifadeler değiĢmektedir. Derleme yapan

sanatçılar kaynak kiĢinin söylediği biçime bağlı kaldıkları için kaynak kiĢilerin yaptığı hatalar olduğu

gibi kalmaktadır. Böyle bir hatanın sonucu olsa gerek, aslında “üç huruf beĢ nokta” Ģeklinde okunması

gereken ifade de birçok kiĢi tarafından “üç huruf bir nokta” Ģeklinde okunmaktadır.

Satellite
Vurgu

I.Uluslararasi Türk Kültürü Kongresi/ I.International Congress Of Turkish Culture

360 13-14 Ekim 2014/13-14 October 2014

bu yorumu güçlendirmekte ve “gâhi berrak akar gâhi bulanır” dizesi ise seyr-i sülûkta

sâlikin yaĢadığı farklı hallere iĢaret etmektedir. “Ben âĢık değilim yoksul ozanım”

dizesi ise bir yandan tevazu gibi görünürken diğer yandan fakr‟a iĢaret etmektedir.

Zira fakr “sâlikin kendisini daima Allah‟a muhtaç bilmesi, Allah‟ın hiçbir Ģeye

ihtiyacı olmadığını kavraması”dır (Uludağ, 2005: 131).

Seyr-i sülûkla ilgili baĢka bir örnek ise sözleri Hasan Hüseyin Orhan‟a ait

olan “Er Kalkan ÂĢıklar” isimli Ģu Arguvan türküsüdür.

Er kalkan âĢıklar erdi menzile

Sen de tedarikin gör yavaĢ yavaĢ

Erdi nev baharım tufan eriĢti

Yağmaya baĢladı kar yavaĢ yavaĢ

ĠĢe güce varmaz oluyor elim

BaĢa geleceğin söylüyor dilim

Yüz bin ömür sürsen ahiri ölüm

Değer musallaya ser yavaĢ yavaĢ

Hüseynim bu yola gayret gerektir

Susuzdur yollarım bardak gerektir

Ağuyu kesmeye türyak gerektir

Sokmadan vücuda mar yavaĢ yavaĢ8

Bu türkünün ilk mısralarında yola erken girenlerin menzile erdiği, sülûka

girmek için tedarikin yapılması gerektiği belirtilmektedir. Seyr-i sülûk uzun ve

meĢakkatli bir yol olduğu için bu yola ne kadar erken sülûk edilirse o kadar iyidir. Bu

dizelerin seyr-i sülûka yorulmasını sağlayan ilk dayanak “er kalkan âĢıklar”dan

bahsederek söze giriliyor olmasıdır. Ġkinci kıtada ise sülûkta nüfuz edilmesi gereken

8 Bu türkünün metni matbu olarak herhangi bir antolojide ya da monografide bulunamamıĢtır. Muharrem

Temiz‟in “Arguvan: DeyiĢler” isimli albümünde hem türkünün icrası hem de sözleri mevcuttur. Ancak

Ģiirin bir varyantı ÂĢık Ruhsati‟nin Ģiirleri arasında bulunmaktadır ve uzun hava formunda icra

edilmektedir. Hem türkünün sözleri hem de künye bilgileri ve notaları Ģu eserde bulunabilir: (Kaya,

2010: 453, 515). Bu konuda ayrıca bkz. (DağtaĢoğlu, 2014: 155 vd.)

Satellite
Vurgu

I.Uluslararasi Türk Kültürü Kongresi/ I.International Congress Of Turkish Culture

361 13-14 Ekim 2014/13-14 October 2014

bir husus vurgulanmakta ve masivaya değer verilmemesi gerektiği belirtilmektedir.

Son kıtada ise seyr-i sülûkun zorlu bir yol olduğu hatırlatılmakta, bu yolda gayretin

önem arz etmesiyle birlikte önlemler de alınması gerektiği vurgulanmaktadır. Son

dizelerde ise mutasavvıfların sıklıkla nefse iĢaret için kullandıkları yılan motifi

karĢımıza çıkmakta ve sâlik, nefsin yapacağı oyunlara karĢı uyarılmakta, önceden

tedbirler alması gerektiği hatırlatılmaktadır (Bkz. DağtaĢoğlu, 2014: 142 vd.).

Dolayısıyla bu türkünün öğretici bir özellik taĢımaktan ziyade uyarıcı bir özellik

taĢıdığını söylemek mümkündür.

“Kınamayın Beni Hakkı Sevenler” isimli Feyzullah Çınar‟dan alınan Sivas

türküsü Seyr-i sülûk türküleri içerisinde özel bir yere sahiptir. Hem lirik sözleri hem

de dinleyeni aĢka sevkeden ezgisi oldukça dikkat çekicidir. Bunun dıĢında bu türküde,

yukarıda belirtilmiĢ olduğu gibi, Ġmam-ı Rabbani‟nin üzerinde durduğu ve baĢka

mutasavvıfların da değinmeden geçmedikleri “murad” ve “mürid” arasındaki fark ele

alınmakta, buna bağlı olarak cezbenin sülûktan önce gelmesi durumu

resmedilmektedir. Türkünün sözlerini bu gözle okuduğumuzda, anlamlandırılamayan

birçok dizenin anlamlı hale geldiği görülecektir.

Kınamayın beni Hakk‟ı sevenler Dil meftun olmazsa âĢık yarına

Rüzgar esmeyince dal ırganır mı! Yanar mı pervane Ģem‟in nârına

Külli boĢ değildir aĢka düĢenler Ah u zar çekmese Hak didarına

Katre düĢmeyince sel uyanır mı! Uyanıp habından su dolanır mı!

Öyle bir Mecnun‟um Leyla‟ya billah Nice bir alemin perverdigarı

Okunur isminde harf-i bismillah Mevlam her kuluna vermez bu kârı

TutuĢtu her yanım hasbeten lillah Günbegün artıyor bülbülün zârı

Mevla‟yı zikreden kul kınanır mı! Goncasız gülĢene gül yamanır mı!

Buldu Celali‟yi kırklar yediler

Erkanı öğredip hizmet verdiler

HaĢre dek bu çarkı çevir dediler

Sormadım ki buna kol dayanır mı!

(HaĢlak, 1963: 12-13, ayrıca bkz. Kurnaz; Tatcı,

2000: 171-172)

Satellite
Vurgu

I.Uluslararasi Türk Kültürü Kongresi/ I.International Congress Of Turkish Culture

362 13-14 Ekim 2014/13-14 October 2014

Malum olduğu üzere meczub kiĢilerin bazı davranıĢ ve tavırları genelde

yadırganır ve hatta zaman zaman kınanır. Bu türkünün ilk iki dizesinde de bu duruma

bir iĢaret vardır; Ģöyle ki Ģair, içinde bulunduğu halin sebepsiz olmadığını “rüzgar

esmeyince dal ırganır mı” dizesiyle belirtmekte ve aĢka düĢüp kapıldığı cezbe

sebebiyle bu hali yaĢadığını, bu hal yüzünden kınanmaması gerektiğini

belirtmektedir. Celali hakkında yörede anlatılan hikayeler de bu yorumu destekler

niteliktedir (Bkz. HaĢlak, 1963: 11 vd.) “Öyle bir Mecnun‟um Leyla‟ya billlah” dizesi

ile baĢlayan kıta ise yakalandığı cezbenin onu nasıl yaktığını çok daha açık bir

biçimde göstermekte ve “Mevla‟yı zikreden kul kınanır mı” dizesiyle de zikre

baĢladığını belirtmektedir. Cîlî de bu bağlamda “Istılâm-ı zâtî hazret-i ilâhiyye-i

zâtiyyeden sadır olan cezbe ile abdin nefsinden gaybûbeti ve hissinin elinden gitmesi

ve nefsinden fânî olması demek olup, sekr ve istiğrâk-ı samedânî makamıdır” (Cîlî,

2002: 390) sözleriyle cezbenin nasıl bir etki yaptığını açıklamaktadır.

“Nice bir âlemin perverdigarı/Mevlam her kuluna vermez bu kârı” dizeleri ile

Celali‟nin anlattığı husus yine doğrudan cezbe ve murad ile ilgilidir. Yukarıda

üzerinde durulduğu üzere bu cezbe herkese nasib olmamakta ve murad, müridin

yaĢadığından daha canlı bir cezbe ve muhabbet yaĢamaktadır. Necmeddîn-i Dâye‟nin

de belirttiği üzere “her ne kadar hiç kimse bu aĢkın temennisinden uzak değilse de,

her temenni sahibinin eli bu yüce saadetin eteğine ulaĢamaz” (Dâye, 2013: 48).

“Allâh, dilediği kimseyi nuruna iletir” (Nûr, 24/35) ve “dilediğini rahmetine sokar”

(Dehr, 76/31). Ayrıca yine Kasas suresinde belirtildiği üzere “Allah, dilediğini doğru

yola iletir. O, yola gelecek olanları daha iyi bilir” (Kasas, 28/56) ve “hikmeti

dilediğine verir. Hikmet verilen kimseye çok hayır verilmiĢtir” (Bakara, 2/269).

Son kıtada ise Celali, cezbenin ardından seyr-i sülûka girdiğini de

anlatmaktadır, zira “buldu Celali‟yi kırklar yediler-öğredip erkanı hizmet verdiler”

I.Uluslararasi Türk Kültürü Kongresi/ I.International Congress Of Turkish Culture

363 13-14 Ekim 2014/13-14 October 2014

dizesi cezbe yaĢayan bir murad olarak yola çekildiğini ve yolun gereklerini mürĢidden

öğrenip icra etmeye baĢladığını göstermektedir. “HaĢre dek bu çarkı çevir dediler-

Sormadım ki buna kol dayanır mı” dizeleri ise Necmeddîn-i Dâye‟nin ġeyh Ali

Bünani‟den rivayet ettiği “her koĢan kimseye eyer vurulmaz, ama eyer vurulan kimse

koĢmak zorundadır” sözünü hatırlatmaktadır. Ayrıca sülûka giren kiĢinin mürĢidinin

sözlerine tabi olması gerektiği de hatırlanacak olursa, Celali‟nin son dizeyi neden

böyle bitirdiği daha iyi anlaĢılabilecektir.

Cezbe halinde ilhama açık olduğunu söyleyebileceğimiz saz Ģairlerinden biri

de ÂĢık Dertli‟dir. Son olarak, sözleri Dertli‟ye ait olan ve türkü formunda okunan

“ġarab-ı Ledünden Ġçelden Beri” ile “Hitab-ı Elest‟te Bezm-i Ezelde” isimli Ģiirleri de

cezbeyle ve seyr-i sülûkla ilgili türkülere örnek olarak gösterilebiliriz.

Şarab-ı Ledünden İçelden Beri

ġarab-ı ledünden içelden beri Meylim yok cihanın kulli varında

Ayılmadım gitti mestanesiyim Destimi gezdirmem kisb ü kârında

BihuĢ olup candan geçelden beri ġem‟-i ruhsarında aĢkın narında

Serseri gezerim efsanesiyim Gece gündüz yanan pervanesiyim

Rahmeyle halime, eyleme azab Dertli dellalıdır bazar-ı aĢkın

Kudret yok vermeğe suale cevap Kulu kurbanıdır kerrar-ı aĢkın

Ey cebini hurĢit, hüsnü mahitab AĢkı bünyad eden mimarı aĢkın

Zencir-i zülfünün divanesiyim Tamir kabul etmez viranesiyim

(Vaktidoldu, 1998: 39)

Hitab-ı Elest’te Bezm-i Ezelde

Hitab-ı elest‟te, bezm-i ezelde Bir kün emri ile halk oldu dünya

Sadakatle ikrar verenlerdeniz Bu kadar mevcudat, bu kadar eĢya

Gönül gezdirmeyiz gayri güzelde “Nefhatü min ruhi” dedikte Mevla

Biz Cemal‟üllahı görenlerdeniz Âdem‟in Ģekline girenlerdeniz

Satellite
Vurgu
Satellite
Vurgu

I.Uluslararasi Türk Kültürü Kongresi/ I.International Congress Of Turkish Culture

364 13-14 Ekim 2014/13-14 October 2014

Bir türlü derd ile bezet Dertli‟yi

Gerek kısalt gerek uzat Dertli‟yi

Bab-ı velayette gözet Dertli‟yi

Yabancı değiliz, erenlerdeniz

(Kutlu, 1988: 149)

Sonuç

Seyr-i sülûkla ilgili türkülere birçok örnek vermek mümkündür. Ancak

yukarıda incelenen örneklerin, Anadolu halk türkülerinde seyr-i sülûkun hangi

bağlamlarda ve hangi kavramlara ağırlık tanınarak ele alındığını ortaya koymak için

yeterli olduğunu söyleyebiliriz. Türkülerde dikkatle üzerinde durulan ve sıkça ele

alınan hususlar “kamil bir mürĢidin önemi”, “dünyadan el çekmek ve gönlü masivaya

tamamen kapatmak”, “nefsi tezkiye etmek ve kendini tanımak”, “ölmeden önce

ölmek”, “ikilikten geçip vahdete ulaĢmak” gibi hususlardır. Bunlar kadar sık

rastlanmasa da “murad” ve “mürid” arasındaki farkı ele alan, buna bağlı olarak sülûk

öncesi cezbeyi resmeden türkülere de rastlanmaktadır. Birçok türküde de “elest

bezmi”, “cemalullah”, “Ģarab-ı ledün” ve “velayet” gibi doğrudan seyr-i sülûkla ilgili

olan kavramlar kullanılmaktadır.

Seyr-i sülûk meselesiyle doğrudan bağlantılı konuların türkülerde iĢlenmesi

ilgi çekici olmakla birlikte ĢaĢırtıcı değildir. Çünkü tasavvuf, bir yaĢam biçimi olarak

bu toplumun sosyal hayatında geçmiĢten günümüze önemli bir yer tuttuğundan, bu

konuyla ilgili kavram ve anlayıĢların türkülerde iĢlenmiĢ olması gayet doğaldır.

Ancak türkülerin sözleri arasında bu gibi unsurları gözden kaçırmamak ve hangi

bağlamlarda kullanıldıklarını bilmek hem kültürümüzün önemli bir alanını tanımak

hem de türkülerin sözlerine vakıf olabilmek için önem taĢımaktadır. Bu yapılmadığı

taktirde kültürümüzdeki önemli bir anlam dünyasının üstü örtülüp “perdelenecek”,

birçok türkünün de sözleri bağlamsız kalacak, dolayısıyla anlaĢılamayacaktır. Bu

bakımdan, yukarıda ele alınan kavramların geçtiği türküleri, bu bildiri boyunca

örneklendirilmeye çalıĢıldığı biçimde seyr-i sülûk ve tasavvufla bağlantısı içerisinde

düĢünüp anlamak, ilk bakıĢta anlamsız gelen noktaların belirli bağlamlara oturup

anlam kazanmasını sağlayacaktır.

Satellite
Vurgu

I.Uluslararasi Türk Kültürü Kongresi/ I.International Congress Of Turkish Culture

365 13-14 Ekim 2014/13-14 October 2014

Son olarak belirtilmesi gereken bir husus da bu türkülerin yaratıcılarının bahsi

geçen kavramları bilinçli bir biçimde kullanıp kullanmadıkları hususudur. Bunu tespit

etmek elbette ki kolay değildir ancak Ģiirlerden ve biyografik malumatlardan

anlaĢılabildiği kadarıyla, belli bir tasavvufi tecrübenin neticesinde yazılan Ģiirler

olduğu gibi, herhangi bir tecrübeye dayanmayan Ģiirler de vardır. Dolayısıyla seyr-i

sülûkla ilgili konulara değinen bir türkü yakan Ģairin doğrudan seyr-i sülûk ile ilgili

bir tecrübesinin bulunması zorunlu değildir. Tasavvufla ilgili kavramların toplumda

yaygın biçimde kullanılması sebebiyle, hem anonim hem de müellifi belli eserlere bu

kavramların sızdığı görülmektedir. Bu durum da tasavvufun Anadolu halk

kültüründeki derin etkisini baĢka bir açıdan göstermektedir.

Kaynakça

ACLÛNÎ, Ġ. M. (1351-52), Keşfu’l-hafâ ve Müzîlü’l-ilbâs I-II, Beyrut.

BOZKURT, F. (2005), Buyruk: İmam Cafer-i Sadık Buyruğu, Kapı Yay., Ġstanbul.

CALVERLEY, E. E. (1943), “Doctrines of the Soul (Nafs and Ruh) In Islam”, The

Muslim World, Vol. 33, issue 4, ss. 254-264.

CÎLÎ, A. (2002), İnsân-ı Kâmil, Çev. Abdülaziz Mecdi Tolun, Ġz Yayıncılık., 2. Bas.,

Ġstanbul.

ÇĠFT, S. (2008), Hakîm Tirmizî ve Tasavvuf Anlayışı, Ġnsan Yay., Ġstanbul.

DAĞTAġOĞLU, A. E. (2014), “Anadolu Türkülerinde Yılan Motifi ve Nefs”, Yılan

(Ed. Emine Gürsoy Naskali), Kitabevi Yay., Ġstanbul, ss. 133-167.

DÂYE, N. (2013), Tasavvuf Yolu: Mirsâdü’l-İbâd mine’l-Mebde’ ile’l-Mead, Çev.

Halil Baltacı, M. Ü. Ġlahiyat Fakültesi Vakfı Yay., Ġstanbul.

ERGUN, S. N. (1946), Hatayi Divanı: Şah İsmail Safevi, Edebi Hayatı ve Nefesleri,

Ġstanbul Maarif Kitaphanesi, Ġstanbul.

GÖLPINARLI, A. (1961), Yunus Emre ve Tasavvuf, Remzi Kitabevi, Ġstanbul.

GÖLPINARLI, A.; BORATAV, P. N. (1991), Pir Sultan Abdal, Der Yay., Ġstanbul.

I.Uluslararasi Türk Kültürü Kongresi/ I.International Congress Of Turkish Culture

366 13-14 Ekim 2014/13-14 October 2014

GÜLER, K. (1999), “XVIII. Yüzyıl SazĢairlerinden Kütahyalı ÂĢık Sırrı”,

Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı: 1, ss. 303-308.

HAġLAK, S. (1963), Halk Ozanı Bayburt’lu Celali, Dernek Yay., Ankara.

ĠBN-Ġ ARABĠ, M. (2008), Füsusu’l-Hikem: Hikmetlerin Özü, Çev. Abdülhalim

ġener, Sufi Kitap Yay., 2. Bas., Ġstanbul.

ĠBN-Ġ MANZUR, E. C. M. M. (1990), Lisanu’l-Arab, Der Sadır, Beyrut-Lübnan.

ĠSPĠRLĠ, S. A. (2007), “Osmanlı Kadınının ġiiri”, Turkish Studies: International

Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic,

Volume 2/4, ss. 445-454.

KARA, M. (2010), Tasavvuf ve Tarikatlar Tarihi, Dergah Yay., 8. Bas., Ġstanbul.

KAYA, D. (2010), Âşık Rusati, Sivas Belediyesi Yay., 4. Bas., Sivas.

Kur’an-ı Kerim, Çev. Süleyman AteĢ, Yeni Ufuklar NeĢriyat, Ġstanbul 1975.

KURNAZ, C. (2000), Mustafa Tatcı, Bayburtlu Celâlî ve Şiir Dünyası, M.E.B. Yay.,

Ankara.

KUTLU, ġ. (1988), Dertli, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., Ankara.

KÜÇÜK, H. (2011), Tasavvufa Giriş, Değerler Eğitimi Merkezi Yay., Ġstanbul.

MUSLU, R. (2007), “Halvetiyye‟de „Atvâr-ı Seb‟a‟ Yazma Geleneği ve Sofyalı

Bâlînin Atvâr-ı Seb‟a Risalesi”, Tasavvuf: İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi,

Yıl: 8, Sayı: 18, ss. 43-63.

NESEFĠ, A. (2007), Hakikatlerin Özü, Haz. M. Murat Tamar, Ġnsan Yay., 3. Bas.,

Ġstanbul.

ÖGKE, A. (1997), Kur’an’da Nefs Kavramı, Ġnsan Yay., Ġstanbul 1997.

ÖZCAN, H. (2004), “BektaĢilik‟te Dört Kapı Kırk Makam”, Journal of Turkish

Studies 28/1, Harvard University USA, ss. 241-245.

ÖZTÜRK, Y. N. (1998), Kur’an ve Sünnete Göre Tasavvuf, Yeni Boyut Yay., 8.

Bas., Ġstanbul.

PLATO. (2006), Republic, Trans. Paul Shorey, Ed. Jeffrey Henderson, London, Loeb

Classical Library, Harvard University Press, USA.

I.Uluslararasi Türk Kültürü Kongresi/ I.International Congress Of Turkish Culture

367 13-14 Ekim 2014/13-14 October 2014

RABBANĠ, Ġ. (2002), Mebde’ ve Me’ad, Çev. Süleymân Kuku, Hakikat Kitabevi

Yay., Ġstanbul.

RABBANĠ, Ġ. (2006a), Ariflerin Halleri, Çev. Necdet Tosun, Sufi Kitap, Ġstanbul.

RABBANĠ, Ġ. (2006b), Manevi Yolculuk, Çev. Necdet Tosun, Sufi Kitap Yay.,

Ġstanbul.

RABBANĠ, Ġ. (2008), Mektubat Tercemesi, Çev. Hüseyin Hilmi IĢık, Hakikat

Kitabevi Yay., 5. Bas., Ġstanbul.

TEK, A. (2009), “Azîz Mahmud Hüdâyî‟nin Seyru Sülûk AnlayıĢı”, Üsküdar

Sempozyumu III: Aziz Mahmud Hüdayi, Üsküdar Belediye BaĢkanlığı Üsküdar

AraĢtırmaları Merkezi, Ġstanbul, ss. 179-191.

TÜRER, O. (2003), “Letâifi Hamse” İslam Ansiklopedisi, Cilt-27, Türkiye Diyanet

Vakfı Yay., Ġstanbul, ss. 143.

ULUDAĞ, S. (2005), Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Kabalcı Yay., 2. Bas., Ġstanbul.

ULUDAĞ, S. (2006), “Nefis”, İslam Ansiklopedisi, Cilt-32, Türkiye Diyanet Vakfı

Yay., Ġstanbul, ss. 526-529.

ULUDAĞ, S. (2010), “Sülûk”, TDV İslam Ansiklopedisi, Cilt: 38, Türkiye Diyanet

Vakfı Yay., Ġstanbul, ss. 127-128.

VAKTĠDOLDU, A. A. A. (1998), Âşık Dertli Baba, Can Yay., Ġstanbul.

YALSIZUÇANLAR, S. (2009), Efendiler Bağı: Davut Sulari, YaĢamı-ġiirleri,

Karacaahmet Sultan Kültür Derneği Yay., Ġstanbul.