t.c. ankara Ün vers tes sosyal b l mler enst tÜsÜ İslam...

85
I T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İSLAM TARİHİ VE SANATLARI (İSLAM TARİHİ) ANABİLİM DALI İBN-İ MİSKEVEYH VE TARİH ANLAYIŞI Yüksek Lisans Tezi İlyas Akyüzoğlu Ankara 2003

Upload: others

Post on 27-Dec-2019

7 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

I

T.C.

ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

İSLAM TARİHİ VE SANATLARI (İSLAM TARİHİ) ANABİLİM DALI

İBN-İ MİSKEVEYH VE TARİH ANLAYIŞI

Yüksek Lisans Tezi

İlyas Akyüzoğlu

Ankara 2003

II

T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

İSLAM TARİHİ VE SANATLARI (İSLAM TARİHİ) ANABİLİM DALI

İBN-İ MİSKEVEYH VE TARİH ANLAYIŞI

Yüksek Lisans Tezi

İlyas Akyüzoğlu

Tez Danışmanı

Prof. Dr. Nahide Bozkurt

Ankara 2003

III

İÇİNDEKİLER

İÇİNDEKİLER.........................................................................................................................................I

KISALTMALAR…………………...…………………………………………………………………III

ÖNSÖZ.................................................................................................................................................... 1

GİRİŞ

TARİH BİLİMİ VE İSLAM TARİHÇİLİĞİNİN GELİŞİMİNE GENEL BİR BAKIŞ

I-TARİH BİLİMİ…………… ……... …...........................................................................................4 II-İSLAM DÜNYASINDA TARİH ÇALIŞMALARININ BAŞLAMASI................... .........................7

III-MÜSLÜMANLARIN TARİH YAZICILIĞININ GENEL KARAKTERİ............................. ..........9

BİRİNCİ BÖLÜM

İBN-İ MİSKEVEYH’İN HAYATI VE ESERLERİ

I-HAYATI..............................................................................................................................................14

II-ESERLERİ.........................................................................................................................................25

IV

İKİNCİ BÖLÜM

İBN-İ MİSKEVEYH’İN TECARİBU’L-UMEM ADLI ESERİ VE TARİH ANLAYIŞI

I-TECARİBUL-UMEM VE TEAKİBU’L-HİMEM............................................................................31

A-ESERİN ÖZELLİĞİ............................................................................................................31

B-İBN-İ MİSKEVEYH’İN TAKİP ETTİĞİ METOT......................................... ..................33

C-İBN-İ MİSKEVEYH’İN YARARLANDIĞI KAYNAKLAR...........................................42

II-İBN-İ MİSKEVEYH’İN TARİH ANLAYIŞI..................................................................................52

SONUÇ.................................................................................................................................................68

BİBLİYOGRAFYA...................................................... .......................................................................73

5

KISALTMALAR

a.g.e. :Adı geçen eser.

Arp. trc. :Arapça tercüme.

a.mlf. :Aynı müellif.

bkz. :Bakınız.

b.y. :Basım yeri yok.

c. :Cilt.

çev. :Türkçe’ye çeviren.

D.İ.F.M :Daru’l-Fünun İlahiyat Fakültesi Mecmuası.

Haz. :Hazırlayan.

m.y. :Müstensih yok.

s. :Sayfa.

tahk. :Tahkik eden.

tash. :Tashih eden.

t.y. :Basım tarihi yok.

y.z.m. :Yazma eser.

6

ÖNSÖZ

İnsanoğlunun zihnini varlık anlamında “nereden geldik, nereye gidiyoruz?”

sorusu kurcalamaya başlayınca insanlar kendilerini felsefi bir uğraşının içerisinde

buldular. Aynı soruyu bu sefer kendi geçmişleriyle ilgili sorunca da tarih biliminin

temelini atmış oluyorlardı. İnsanlar kendi geçmişlerini hep merak etmişlerdir;

“Acaba atalarım kimlerdi, nasıl yaşarlardı, bizden farklı olarak neler yaparlardı?”

gibi sorular kafalarını kurcalamış ve bunların cevaplanması için insanoğlu bir çaba

içerisine girmiştir. Bu soruları cevaplamak için yapılan araştırma ve incelemeler

neticesinde elde edilen bulgularla da tarih bilimine kaynaklık edecek olan literatür

oluşmaya başlamıştır.

İslam dünyasında da tarihçilik özel bir ihtiyaç neticesinde ortaya çıkmıştır.

İslam peygamberi hayatta iken dini veya dünyevi meselelerle ilgili bir sorunla

karşılaşan Müslümanlar, çözüm için peygambere danışıyorlardı. Fakat Hz.

Peygamber vefat edince karşılaştıkları bir meseleyi ona danışmaları artık mümkün

olmadığından onun benzer durumlardaki tutumunun ne olduğunun bilinmesi ve

buradan yola çıkarak hüküm çıkarılması için onun uygulamalarının kaydedilmesi

ihtiyacı ortaya çıktı. Ayrıca Hz. Peygamber’in hayatını, yaptıklarını kayıt altına alıp

gelecek nesillere aktarmak da gerekiyordu. Böylece Hz. Peygamberin hayatını

(Siyer) ve savaşlarını (Megazi) konu alan kitaplar yazılmaya başladı. Daha sonra bu

süreç genel tarih yazıcılığına doğru hızla gelişti. Müslümanların genel tarih

yazıcılığına yönelmeleri İslam fetihleri sonrasında farklı din, dil, örf ve adetlere

sahip milletlerle karşılaşmaları ile başlamıştır. Ayrıca Kur’an’da geçen kıssalarda

geçmiş milletlere ait bazı olayların anlatılması genel tarih yazıcılığına etki eden bir

başka unsurdur. İslam dünyasında, tarihi, insanlığın varoluşundan itibaren ele alarak

7

işleyen ilk sistematik eseri Taberi, “Tarihu’l Umem ve’l-Muluk” adıyla yazmıştır.

Müslüman alimler eserlerini yazarlarken ve aktarırken hadisçilerin metodu olan

rivayet metodunu kullanıyorlardı.Tarihi haberleri kim rivayet ediyorsa o haberi

hiçbir eleştiriye tabi tutmadan olduğu gibi naklediyorlardı. Taberi de eserini bu

metoda göre yazmıştı.

Biz bu tezimizde, İbn-i Miskeveyh’in “Tecaribu’l-Umem ve Teakibu’l-

Himem” adlı eserini ele alacağız. Eser, genel tarih yazıcılığının bir ürünüdür. Yazar

tarafından insanlığın tarihinin genel bir panoramasını çıkarmak için yazılmıştır.

Bunun için İbn-i Miskeveyh eserine, “Ümmetlerin Tecrübeleri ve Himmetlerin

(gayret,azim) Akışı” anlamına gelen bir isim vermiştir.

Eser, hicri 366-372 yılları arasında filozof yazar İbn-i Miskeveyh tarafından,

kendisi Büveyhi hükümdarı Adududdevle’nin hizmetindeyken kaleme alınmıştır.

Eserin elde bulunan en eski nüshası İstanbul Süleymaniye Kütüphanesi Ayasofya

Bölümü’nde 3116-3121 numaraları arasında kayıtlıdır. Bu nüsha eserin tamamını

içeren eksiksiz tek nüshadır. Bu nüshanın İbn-i Miskeveyh’in vefatından yaklaşık

seksen beş yıl sonra (Miladi. 1111) istinsah edildiği tahmin edilmektedir.

Tezimizde, “İbn-i Miskeveyh’in hayatının ve eserlerinin” yanı sıra “yazar

tarihi ele alırken hangi kıstaslara dikkat etmektedir, kaynak olarak neleri veya

kimleri almıştır, olayları nasıl işlemiştir ?” gibi sorulara cevaplar bulmaya çalıştık.

Tecaribu’l-Umem ve Teakibu’l-Himem adlı eseri incelememizdeki esas amaç ise,

tezimizin konusundan da anlaşılacağı gibi, “İbn-i Miskeveyh’in tarih anlayışına etki

eden unsurları ortaya koymak ve yazarın tarih anlayışının ne olduğunu tespit

etmektir.”

8

Eserin en temel özelliği İslam tarihçilerinin genel metodu olan olayları

hiçbir elemeye tabi tutmadan olduğu gibi nakletme anlayışının (rvayetçilik) yazar

tarafından benimsenmemesi ve bu anlayışla yazılmış olmasıdır. Tarihe eleştirel bir

yaklaşım söz konusudur. Müslüman tarihçiler içerisinde eleştirel tarihçiliğin öncüsü

olarak İbn-i Haldun kabul edilmektedir. Biz araştırmalarımız neticesinde İslam

dünyasında eleştirel tarihçiliğin fikir babası olarak kabul edilen İbn-i Haldun’dan

yaklaşık üç asır önce yaşayan İbn-i Miskeveyh’in, eleştirel düşüncenin ilk

tohumlarını yazmış olduğu bu eserle attığını fakat sistematik bir hale getiremediğini

ayrıca yazarın İran tarihine ve İranlı yöneticilere olan aşırı sempatisinin eserinde

sergilemiş olduğu objektifliğe ve rasyonelliğe gölge düşürecek seviyede olduğunu

tespit ettik.

Çalıştığım yazar ve eseri hakkında yazılmış olan kaynak eserlere mümkün

olduğunca ulaşmaya çalıştım. Bu amaçla İstanbul ve Ankara’daki çeşitli kütüphane

ve yayınevlerini gezdim. İstanbul Süleymaniye Kütüphanesindeki 1111 yılında

basılmış olduğu tahmin edilen orijinal nüshasını inceledim.

Tez iki bölümden meydana gelmektedir. Girişte tarih bilimini, İslam

tarihçiliğinin gelişimini ve Müslümanların tarih yazıcılığının karakterini İbn-i

Miskeveyh’in yaşadığı döneme kadar genel hatlarıyla ele aldık. Birinci bölümde,

İbn-i Miskeveyh’in hayatını ve eserlerini inceledik. Son bölümde ise yazarın,

Tecaribu’l-Umem ve Teakibu’l-Himem adlı eserini ve tarihçilik anlayışını ele aldık.

Çalışmalarım sırasında bana destek veren İslam Tarihi Bölümü hocalarıma ve

özellikle bana her türlü yardımı yapan ve bu tezi almamı teşvik eden danışmanım

Prof. Dr. Nahide Bozkurt hocama teşekkürü bir borç bilirim.

İlyas Akyüzoğlu Ankara 2003

9

GİRİŞ

TARİH BİLİMİ VE İSLAM TARİHÇİLİĞİNİN GELİŞİMİNE

GENEL BİR BAKIŞ

I-TARİH BİLİMİ

İnsan bilgilerinin kaynağı yine insanın merak ve hayretidir. Bu durum, kendi

geçmişi söz konusu olduğunda da aynı şey geçerlidir. İnsanlar kendi geçmişlerini

çeşitli nedenlerden dolayı merak etmişler ve araştırmak istemişlerdir. Bu araştırma

çalışmaları neticesinde bir tarih bilimi meydana gelmiştir.

İbn-i Haldun’a göre tarih, zahiri olarak, insanların, kavimlerin hal ve

durumlarının nasıl değişmiş olduğunu, devlet sınırlarının nasıl genişlemiş, kuvvet ve

kudretlerinin nasıl artmış olduğunu, ölüm ve yıkılma çağı gelinceye kadar yeryüzünü

nasıl imar ettiklerini bize bildirir.1

Tarih bilimi, İnsanlığın yaratılıştan bu güne kadar geçirdiği aşamaları, madde

ve mana alanındaki faaliyetlerini, gelişme ve olgunlaşmasını, bu günkü duruma nasıl

geldiğini inceler.2

1 İbn-i Haldun, Mukaddime, çev. Zakir Kadiri Ugan, Ankara 1997, s.5 2 Sabri Hizmetli, İslam tarihi, Ankara 1995,s.1

10

Tarih sözcüğü, hem geçmişte kalan insani ve toplumsal olaylar topluluğunu,

yani yaşanmış geçmişi adlandırmakta kullanılır; hem de bu sözcükle, bu yaşanmış

geçmişi konu edinen bilim, tarih bilimi kastedilir.3Bu iki kavram her ne kadar farklı

anlamlar içeriyorsa da genelde birbirleriyle geçkin bir şekilde kullanılırlar.

Toplumlar geçmişlerini araştırmak kastıyla tarihçiliğe soyunurlar. Amaç,

geçmişi iyice kavrayıp oradan bazı dersler çıkararak geleceğe yön vermektir. Ayrıca

geçmişteki hataların tekrarını yapmamak ve edinilen tecrübeleri gelecek nesillere

aktararak gelişim çizgisini ileriye taşımak gayesi güdülür

İşte, kalkınma ve uygarlaşma sürecinde tarihin oynadığı bu önemli rol,

insanlığı bir “tarih bilimi” kurmaya, milletleri ve devletleri de “tarihçilik” yarışına

sevk etti. Sonuçta umumi ve milli tarihler yazıldı. İnsanlık hayatında meydana gelen

olaylar ve yeni oluşumlar tarih biliminin devamlı olarak gelişmesine,

zenginleşmesine ve çeşitli dallara ayrılmasına yol açtı.

Tarih biliminin bize sunduğu verilerin yorumlanması ve tarihi olaylardaki

neden-sonuç ilişkisini ortaya koyma çalışmaları neticesinde ise Tarih Felsefesi ortaya

çıkmıştır. R.G. Collingwood, “Tarih Felsefesi” ismini on sekizinci yüzyılda, eski

kitaplarda bulduğu öyküleri tekrarlamak yerine kendi kafasında kurmuş olduğu

düşünce tipinden yola çıkarak yorumlamalar yapan Voltaire’nin bulduğunu

söylüyor.4

Tarih Felsefesi, felsefenin tarihiyle birlikte başlamıştır denebilir aslında.

Çünkü insanlar doğa üzerinde düşünce üretirlerken aynı zamanda da tarih

yapmaktaydılar. Ama insanların ilgilerini kendi geçmişlerine çevirmeleri ve bunu bir

bilim haline getirmeleri felsefe ilmi ile aynı zamana denk düşmez. İnsanların ve 3 Doğan Özlem, Tarih felsefesi, İzmir 1998, s.1; John Tosh, Tarihin Peşinde, çev. Özden Arıkan, önsözde, İstanbul 1997 4 R. G. Collingwood, Tarih Tasarımı, çev.Kurtuluş Dinçer, Ankara 1996, s.31

11

insan topluluklarının başından geçenleri yer ve zaman vererek nakleden ve bu sayede

tarihe bilim olma hüviyeti kazandıranın Herodotos olduğu kabul edilir.5 Daha sonra

Thukydides, tarihi, geçmişte yaşanan olayları sadece kaydetme ve aktarma olarak

değil , insani ve toplumsal olayları değerlendirip yorumlama olarak anlayacaktır.6

Doğan Özlem’e göre, Tarih Felsefesi, İbn-i Haldun istisna sayılacak olursa

esas gelişimini son iki yüz elli yılda göstermiş bir felsefe disiplinidir.7 Tarihe felsefi

anlamda yorum getiren kimi filozoflar, tarihte tam bir ilerleme olduğunu söylerler;

bazıları ise, tarihte belli dönemlerde adına ilerleme diyebileceğimiz bir gelişme olsa

bile, tarihin tümüyle ilerleyen bir süreç olduğunu söylemenin mümkün olmadığını

söylerler. İlerleme ve ereklilik çoğu filozofta bir aradadırlar ve onlar tarihi çizgisel

olarak bir ereğe doğru ilerleyen bir süreç olarak görürler (Augustinus, Fichte,

Schelling, Hegel, Marx) ; diğer bazıları ise tam tersine, belli dönemlere göre devinip

duran bir döngüsel süreç olduğunu iddia ederler (İbn-i Haldun, Vico, Spengler,

Toynbee).8 İbn-i Miskeveyh’i de tarihe olan bakışını ve olayları ele alış şeklini

dikkate alarak bu düşünce gruplarından birisine sokmak istersek tarihte döngüsel bir

yapının olduğunu söyleyen gruba dahil edebiliriz.

5 Özlem, Tarih Felsefesi, s.19;Mübahat S. Kütükoğlu,Tarih Araştırmalarında Usul, İstanbul 1998, s. 6 6 Collingwood, Tarih Tasarımı, s.31 7 Özlem, a.g.e , s.215 8 Özlem, a.g.e., s.15

12

II-İSLAM DÜNYASINDA TARİH ÇALIŞMALARININ

BAŞLAMASI

İslam Tarihi’nin oluşumu, Kur’an’ın nazil olması ve hadislerin tedvininin

yanı sıra, çeşitli İslam ilimlerinin yazılışı ile birlikte başlar. Kur’an’ın hemen her

suresinde mutlaka bir tarihi olay anlatılır. Tarihi olaylar ise, çeşitli düşünce akımları

ve rejimleri için birer tecrübe tarlası ve onların güçlerini ispatladıkları, zaaflarını

gösterdikleri meydandır.9

Kur’an’ın bu tarih anlayışı, esas itibariyle, insan tabiatının derinlemesine

anlaşılması üzerine kurulmuştur.10

İslam Alemi’nde İsmi her ne kadar konmasa bile içeriği itibariyle Tarih

Bilimi’nin konusuna giren çalışmalar rivayetçilik, siyer ve megazi ile başlamıştır.

Hz. Peygamber’in tarihi fikirleri (Kur’an’ın yorumları) tarih araştırmalarının ana

kaynağını oluşturdu. Kişilerin yaptıkları, geçmişin olayları, yeryüzünün

topluluklarının bütün olayları önemli olaylar oldular. Aynı şekilde Hz. Peygamberin

kişiliği her türlü tarihi akışın açık ayırt edicisi oldu. Sonradan gelişen İslam Tarihi

İlmi sadece bu çizgiyi takip ederek gelişmiştir.11

Siyer ve Megazi yazarları gerek Arabistan tarihi gerekse Hz. Peygamberle

ilgili her türlü bilgiyi derleyip toplamaya, O’nun hayatını bütün yönleriyle ve doğru

olarak sonraki nesillere tanıtmaya büyük önem verdiler. Böylece ilk dönem İslam

tarihi için en çok güvenilen kaynaklar olma özelliğini kazandılar.

9 İmamuddin Halil, İslam’ın Tarih Yorumu, çev. Doç.Ahmet Ağırakça, İstanbul 1988, s.8 10 Mazharuddin Sıddıki, Kur’an’da Tarih Kavramı, çev. Süleyman Kalkan, İstanbul 1982, s.81 11 Franz Rosenthal, İlmu’t-Tarih İnde’l-Muslimin, Arp. Terc. Salih Ahmed el-İlî, Beyrut 1983, s.40

13

Bu sahadaki faaliyetler Emeviler zamanında başlamış ve Abbasiler

dönemindeki tercüme faaliyetlerinden de etkilenerek gittikçe gelişmiştir.

Müslümanların Ehl-i Kitap ve öteki dinlere mensup kişilerle birlikte yaşamaları, Fars

ve Bizans medeniyetlerine mensup milletlerle bir araya gelmeleri, Kur’an’ın öteki

peygamberlerden ve kavimlerden söz etmesi gibi sebepler de onları İslam

Peygamberi’nin siretini tüm yönleriyle kaydetmeye sevk etti.12 Ayrıca, Tefsir, Hadis,

Fıkıh vb. ilimlerin teşekkül etmesi Ashab devrinin, örnek halifelerin icraatlarının tüm

yönleriyle bilinmesini gerekli kıldı. Neticede Müslüman toplumda “peygamber

tarihçiliği” başladı ve “Peygamberler Tarihi” ilmi (Kısas-ı Enbiya) teşekkül etti.13

Fetih hareketleri de Müslüman dünyasında tarihçiliğin oluşmasında etkili

oldu. Siyer ve Megazi kitaplarının yanı sıra “Fütûh” kitapları ve “Peygamberler

Tarihi” İslam Tarihi’ne eklenerek bu ilim genel tarihçiliğe doğru gelişti. Böylece,

rivayetçi tarih yazıcılığı yani “vakanüvislik” başladı.14

Bunlara, hadislerin senetlerinin araştırılıp tespit edilmesinin zaruretinin ortaya

çıkması üzerine, Ashâb’ın ve Tabiîn’in, yani senette yer alan râvilerin, hal

tercümelerini ve öteki durumlarını konu edinen “Tabâkat” ve “Terâcim” kitapları

ilave edildi.15

İlk Siyer ve İslam Tarihi çalışmaları hicretin yüzüncü yılından sonra

başlamıştır. Bu türden çalışmaların ilki hicretin yüz yirminci yılında Ömer b.

Abdülaziz (99-101/717-720) devrinde yapıldı.

12 Rosenthal, İlmu’t-Tarih İnde’l-Müslimin, s. 41 13 M. Şemsettin Günaltay, İslam’da Tarih ve Müverrihler, İstanbul 1342/1240, s.11 14 Hizmetli, İslam Tarihi , s.14 15 Günaltay,a.g.e. , s.12

14

Zührî, hicri 121 yılında Megazi konusunda “Kitabu’l-Meğazi” isminde

müstakil bir kitap yazdı.16 İbn-i Miskeveyh’in Tarih Anlayışı’nı araştırırken kaynak

olarak kullandığımız, “Tecaribu’l-Umem” isimli eseri ise “umumi tarih” sınıflaması

içerisine girmektedir. Bu tür eserlerde tarih insanlığın başlangıcından itibaren ele

alınır ve genelde yazarlarının devirlerine kadar meydana gelen olaylar kaydedilir. Bu

konuda ilk müstakil eser yazan, Ebu Cafer Muhammed b. Cerir b. Rüstem et-Taberi

(ö.309/923)’dir. Tarihu’r-Rusûl ve’l-Mülûk isimli eserini onuncu asrın ilk on yılında

kaleme almıştır. Yazar eserinde insanlığın başlangıcından hicri 302-303 yılına kadar

olan olayları ele almıştır.17

III-MÜSLÜMANLARIN TARİH YAZICILIĞININ GENEL KARAKTERİ

Siyer ve megazi yazıcılığıyla başlayan İslam tarihçiliğinin genel

karakteristiği, olayların olduğu gibi nakledilmesiydi. Haber kaynağı olan râvilerin

eleştirisi anlamına gelebilecek olan cerh ve ta’dil çalışmaları her ne kadar eleştirel

yaklaşımların ilk örnekleri olarak görülse de bunlar olaylara değil kişilere dönük

eleştirilerdi.

Hicri dördüncü yüzyıldan önce birçok kitap yazan selefler tedvin ettikleri

eserlerde kullandıkları rivayetleri dikkatlice aldılar fakat rivayetlerin kaynaklarını

göstermeye ve direkt olanla dolaylı olanı birbirinden ayırmaya önem vermediler.

Bunun nedeni görevlerini ihmal etmeleri değildi. Onlar, kitaplarını muasırlarının

bilgilerine güvenerek yazıyorlardı. Onlar, kendilerinden sonra gelecek olanların

16 Mevlana Şibli, Asr-ı Saadet, çev. Ömer Rıza Doğrul, (I-IV), İstanbul 1973, s.40 17 Rosenthal, İlmu’t-Tarih İnde’l-Muslimin, s. 102

15

karşılaşacakları zorlukları hesaba katmadılar. Müellifler, muasırlarına ileri derecede

güveniyorlardı.18

İlk dönem İslam Tarihi kaynaklarından birkaç örnek inceleyecek olursak: İbn-

i Abdilhakem’in (ö.257/871) “Fütûh’u Mısr ve Ahbaruha”19 isimli eseri İslam

fetihleri hakkında yazılmış olan “futuhat” kitaplarındandır ve zamanımıza kadar

ulaşabilen eserlerin en eskilerinden biridir. Yazar eserde Mısır20, Ifrikiye21,

Mağrib22 ve Endülüs’ün23 Müslümanlar tarafından fethedilişini anlatmaktadır. Eser,

Hz. Peygamber’in Kıptiler hakkındaki hadisleriyle başlamakta ve bölgeye gelen

sahabilerin anlatılmasıyla son bulmaktadır. Eser hadisçilerin metodu olan rivayet

metoduyla yazılmıştır.

İlk dönemde yazılmış olan bir diğer futuhat kitabı da Belazuri’nin

(ö.284/892) yazmış olduğu eserlerden olan “Fütuhû’l-Buldan” isimli eserdir. Yazar

eserinde, Hz. Muhammed (s.a.v) zamanından hicri üçüncü yüz yıla kadarki fetihleri

bölge ve şehir esasına göre anlatmıştır. Belazuri, haberleri bazen senet usulüne göre

râvileri sıraladıktan sonra vermiş, bazen de râvileri kaldırarak haberi direk vermiştir.

Eserinde bu hususu söyle belirtiyor: “Hadis, siyer ve ülkelerin fetihleriyle uğraşan

bilginlerden bir topluluk bana haber verdi. Ben de onların sözlerini bazen aynen

naklettim veya kısalttım bazen de bir kısmını diğerleriyle karşılaştırarak bütünlemeye

çalıştım.”24

18 Fuad Sezgin, Muhadarat fi Tarihi’l-Ulumi’l-Arab ve’l-İslam, c. I, Frankfurt 1984, s. 151 19 İbn-i Abdilhakem, Futuh’u Mısr ve Ahbaruha, Kahire 1914 20 Yakut el-Hamevi, Mu’cemu’l-Buldan, Tash: Muhammed Emin el-Hanci, (I-X),c.VIII, Mısır 1323-1906, s.68 21 a.g.e., c.I., s.300 22 a.g.e., c.VIII, s.102 23 a.g.e., c.I, s.347 24 Belazuri, Futuhu’l-Buldan, tahk. Muhammet Rıdvan, Kahire 1932, s.17

16

Tezimizde incelediğimiz Tecaribu’l-Umem isimli eser yukarıda değindiğimiz

gibi umumi tarih sınıfına dahildir. Bu konuda yazılan ilk müstakil eserse Taberi’nin

Tarihu’l Umem ve’l-Mülûk isimli eserdir. Taberi de seleflerinin metodunu takip

ederek eserini rivayet metoduyla kaleme almıştır. Rivayetleri herhangi bir eleştiriye

tabi tutmadan olduğu gibi almış ve râvilerine aşırı derecede bir güven duymuştur.

Bunu kendi sözlerinden çok rahat anlayabiliriz. Taberi, isimli eserinin ilk

sayfalarında takip ettiği metodu şu şekilde anlatıyor: “Benim bu kitabımı gözden

geçirenler bilsinler ki bu eserimde aktarılan her bilgi ve haber pek azı hariç olmak

üzere akli delillerle, insanların düşünce ve akıllarıyla düşünüp buldukları sebeplere

dayanmayıp, ancak senetleriyle râvilerini gösterdiğim haber ve rivayetlere dayanır.

Çünkü geçip gidenlere ve sonra gelenlere dair olan haber, olay ve hadiselerden her

biri, bunları gözleriyle görmeyen ve o zamanları idrak etmeyenlere, ancak o halleri

gören ve işitenlerin haber vermeleri, o haberleri nakletmeleriyle bilinir;akıl ve fikirle

bilinmez. Geçip gidenlerin bazılarına dair naklettiğimiz haberlerin bir kısmını doğru

ve hakiki bulmayıp inkar edenler veyahut çirkin sayanlar bulunursa, onlar bilsinler

ki, bu haberler tarafımızdan uydurulmadan ravilerce bize nakledilmiştir. Biz de o

şekilde alarak aktarıyoruz.”25

Görüldüğü gibi eleştiri veya olayların yorumlanması düşüncesi ilk dönem

eserlerinde yoktur. Bu durum sonraki dönemler için de geçerlidir. İslam tarihçiliğinin

bu özelliğine Şemsettin Günaltay da vurgu yapmaktadır. Yazar, İslam tarihçilerine

yöneltilen en büyük kusurun eserlerini telif ederlerken eleştiriye yer vermemeleri

olduğunu söylüyor. Yazara göre bu eleştiri doğru olmakla birlikte bütün İslam

tarihçilerini bu genellemenin içerisine sokmak yanlıştır. Çünkü aralarında İbn-i

Miskeveyh ve İbn-i Haldun gibi gerçekten eleştirel düşünceler geliştirmiş yazarlar da

25 Taberi, Tarihu’l-Umem ve’l-Muluk, tahk. Muhammed Ebu’l-Fadl İbrahim, Beyrut, t.y., c.I, s. 7-8

17

vardır. Yazarların eleştiride yetersiz kalmalarının sebebi biraz da yaşadıkları

dönemlerin fikri, siyasi, ekonomik ve toplumsal şartlarının böyle bir yazım şeklini

geliştirmeye müsait olmaması veya bu yapının buna izin vermemesidir.26 Arnold

Toynbee de aynı görüştedir.27

İbn-i Haldun (ö.808/1406) tarihin sadece nakilden ibaret olmadığını, onun

içinde saklanan bir mananın bulunduğunu ve bunu araştırıp bulmanın görev

olduğunu söylemektedir. 28 Onun bu düşünceyi benimsemesi, İslam tarihçilerinin

tarihi olayları ele alıp değerlendirme anlayışında büyük bir devrim meydana

getirmiştir.

İbn-i Haldun’a göre, İslam tarihçilerinin büyükleri geçmiş gün ve çağların

haberlerini topladılar. Sonradan gelen anlayışı kıt bazı kişiler bu rivayetlere yalan

haberleri de karıştırdılar. Onlardan sonra gelenler de olaylar ve hallerin sebeplerini

düşünmeden, soruşturmadan rivayetlerini olduğu gibi aldılar. İbn-i Haldun ilk İslam

tarihçileri olarak İbn-i İshak (ö.151/768), Taberi (ö.309/923), İbn-i Kelbi

(ö.204/819), Vakidi (ö.207/823) ve Mesudi’yi (ö.345/957) zikrediyor.

İbn-i Haldun’a göre Mesudi ve Vakidi’nin eserlerinde tenkit edilecek çok şey

vardır. Fakat esas yanlışı onlardan sonra gelen tarihçiler yapmışlardır. Onlar bu

eserlerdeki haberleri hiçbir tenkide tabi tutmadan olduğu gibi almışlardır. Halbuki

yapılması gereken şudur: “İnsanların ve ferdin, dünyanın insan yaşayabilecek

yerlerinde bir araya toplanarak yaşamalarından ve yeryüzünü imar etmekten ibaret

olan Umran’ın türlü türlü tabiatları olup, bu tabiatların hal ve eserleri de türlüdür. İşte

26 Günaltay, İslam’da Tarih ve Müverrihler, s.6 27 Arnold Toynbee,Tarih Bilinci, çev. Murat Belge, İstanbul 1975, s.2 28 İbn-i Haldun, Mukaddime, s.5

18

haberler bu tabiat kanunları ile karşılaştırılır, rivayet ve eserler bunlarla mukayese

edilir, rivayet ve eserler bu tabiat kanunlarına uygun ise kabul, değilse reddedilir.”29

İbn-i Haldun, tarihe yeni bir yaklaşım getirerek büyük bir çığır açmıştır. İbn-i

Haldun’a kadar olan devrede aktarılan olaylar sağlam bir rivayet zinciri ile

aktarılmışsa doğru kabul ediliyordu ve metnin içeriğinin olabilirlilik açısından

incelenmesi söz konusu değildi. İbn-i Haldun rivayet zinciri sağlam olsa bile

aktarılan bir olayın tabiat kanunlarına uygunluk arz etmesi gerektiğini söylemiştir.

Olay eğer tabiat kanunlarına aykırı ise rivayet zinciri ne kadar sağlam olursa olsun

bunun gerçekleşmesi mümkün olmadığı için derhal reddedilmesi gerekmektedir. İbn-

i Haldun ortaya koymuş olduğu bu sistem ile tarih felsefeciliğinin de babası kabul

edilmiştir. Yazar da bizlere aktarılan tarihsel olayların doğruluğunu tespit için

geliştirdiği ve adını “Umran” koyduğu sistemin ilk defa kendisi tarafından ortaya

atıldığını söylemektedir.30

29 İbn-i Haldun, Mukaddime, s.19 30 a.g.e., s.91

19

BİRİNCİ BÖLÜM

İBN-İ MİSKEVEYH’İN HAYATI VE ESERLERİ

I-HAYATI

Ahmed b. Muhammed Miskeveyh’in yaşadığı onuncu yüzyıl bir taraftan etkin

bilimsel aktivitelerin yapıldığı, çeşitli entelektüel kazanımlar ve parlak edebi

ürünlerin elde edildiği diğer taraftansa ekonomik krizler, siyasi parçalanmalar,

ahlaki-sosyal dejenerasyonların yaşandığı bir dönem olmuştur. Aynı çağdaki çoğu

İslam ülkesi benzer durumlar içerisindeydiler.31

Abbasi Halifeliği uzun bir zamandır parçalanma süreci içerisindeydi. Miladi

925 yılına doğru bu süreç sona erdi. Batı İran32 Büveyhiler’in, Irak33 Hemedaniler’in,

Ifrikiye Fatımiler’in, Endülüs Emeviler’in, Maveraünnehir34 ve Horasan35

Samanoğulları’nın ve Kuzey Afrika ile Bahreyn36 Karmatiler’in yönetimi altındaydı.

Sadece Bağdat37 ve Irak’ın bir kısmı Halifeliğin hakimiyeti altındaydı.

Ebu Ali Ahmed b.Muhammed b. Yakub Miskeveyh el-Hazin (ö. 421/1030)

filozof , tarihçi, dilbilimci, şairdir.38 İran’ın Rey bölgesinde kesin olmamakla birlikte

31 M. Abdulhaq Ansari, The Ethical Philosophy Of Miskawaih, Aligarh İndia 1964, s.1; B. H. Siddiqui, “Miskawayh: Life And Works”, Journal Of The Regional Cultural Institue, c.VII, no:2-3, Tahran 1977, s.87 32 Yakut el-Hamevi, Mu’cemu’l-Buldan, c.I, s.386-387 33 a.g.e., c.VI, s.133 34 a.g.e., c.VII, s.370 35 a.g.e., c.III, s.407 36 a.g.e., c.II, s.72 37 a.g.e., c.II, s.230 38 Ömer Rıza Kehhale, Mu’cemu’l-Müellifin,(I-XV), c.II, Beyrut, t.y., s.168;Zirikli, el-A’lam, (I-X),c.I, Kahire 1954-1959, s.211;Kıfti, Kitab-u Ahbari’l-Ulema bi Ahbari’l-Hukema, Mısır 1326, s.217; George Sarton, Introduction to The History of Science, c.I, New York 1975, s.687; T. J. Boer ,Tarihu’l Felsefe fi’l-İslam, Arp. trc. Muhammed Abdulhadi Ebu Ruyde, Cezayir, t.y., s.249

20

bazı delillere dayanılarak 325/936 yılında doğduğu tahmin edilmektedir. Büveyhi

sarayında ilk defa 340 (932) yılında görevlendirildiğine göre o zamanlarda en

azından yirmili yaşlarda olması gerekmektedir. Araştırmacıların çoğu bu görüştedir.

39Fakat Şevki Dayf aynı görüşte değil ve doğum tarihinin daha önce olduğunu

söylemektedir.40

Ebu Ali künyesinin Şii olduğu için verildiği sanılmaktadır. Buna dayanak

oluşturan şey onun uzun süre Büveyhi sultanlarına hizmet etmiş olmasıdır. Çünkü

Büveyhiler Şii orijinli idiler. Tanındığı isim olan “Miskeveyh’in” isim mi lakap mı

olduğu veya kendisine ait olup olmadığı tartışmalıdır.41 Kıfti kendisinden “Ebu Ali

Miskeveyh”42 ,Kehhale “Ahmed b. Miskeveyh”43 Zirikli ve İbn-i Ebi Usaybia da

sadece “Miskeveyh”44 diye bahsediyor. Bütün bu tartışmalara rağmen “İbn-i

Miskeveyh” isim olarak kullanılmaya ve yazar bu şekilde tanınmaya devam

etmektedir. Yazarın Mecusi olduğu ve sonradan ihtida ettiği bir iddia olarak

geçmişse de 45 künyesine bakılarak bunun doğru olamayacağı söylenmiştir.46 Bu

durum belki büyük dedesi için söz konusu olabilirdi.

Filozofun hayatının ve eğitiminin ilk dönemleri ile ilgili bilgiler oldukça

azdır. O, şehir halkı tarafından sevilen ve saygı gösterilen, hali vakti yerinde bir

39 David Samuel Margoliouth, The Eclipse of The Abbasid Caliphate, c.VII, London 1921,önsöz /ii; Mohammed Nasır b. Omar, “Miskawayh’s Theory of Self-Purification And The Relationship Between Philosophy and Sufism”, Journal of İslamic Studies, c.1, Oxford 1994,s.35; Esa’d Samherani, , el-Ahlak fi’l-İslam ve’l-Felsefeti’l-Kadim,Beyrut 1988, s.143 40 Şevki Dayf, Tarihu’l Edebi’l-Arab-Asru’d-Duveli ve’l-İmarat,(I-V), c.V,Kahire 1975-1980,s.465 41 İsmail Hakkı İzmirli, “Ebu Ali Miskeveyh ‘İbn-i Miskeveyh’ el-Hazin”, D.İ.F.M., III/10, İstanbul 1928, s.18 42 Kıfti, Kitab-u Ahbari’l-Ulema bi Ahbari’l-Hukema, s.217 43 Ömer Rıza Kehhale, Mu’cemu’l-Müellifin, c.II, s.168 44 Zirikli, el-A’lam, (I-X),c.I, s.211; İbn-i Ebi Usaybia, Uyunu’l-Enba, , Beyrut 1960, s.331 45 Yakut el-Hamevi, Mu’cemul Udeba,(I-VII), c.II, Mısır 1924, s.89 46 Joel L. Kraemer, Humanism in The Renaissance of İslam, Leiden 1986, s.223; Karl Brockellman, Tarihu’ul-Edebi’l-Arab, Arp trc. Mahmud Fehmi Hicazi, Mısır 1993, s. 471

21

aileden gelmekteydi. Babası onun eğitim ve terbiyesiyle yakından ilgilenemedi ve

oğlu daha genç yaşlardayken vefat etti.47

Netice itibariyle o tamamen annesinin bakımı ve yönetimi altında büyüdü.

Babasının önlenemez kaybı onun ahlaki gelişiminde bir problem olmuştur. Babasının

vefatından sonra annesi kendisinden oldukça genç olan birisiyle evlendi.48 Öyle ki bu

adam, İbn-i Miskeveyh’in kardeşi yaşındaydı. Bu evliliği İbn-i Miskeveyh

onaylamadı ama annesini de terk etmedi. Bunda belki de üvey babasının konumunun

ve maddi durumunun yüksekliği etkili olmuştur. Annesi onun eğitiminin ilk adımını

tamamlaması için yardımcı oldu. Bu aşamada aldığı eğitim Kur’an, Edebiyat, Fıkıh,

Tarih, Aritmetik ve Temel Geometri’den oluşmaktadır. Bu eğitimini camilerdeki

sınıflarda ve önde gelen evlerde verilen derslerle almıştır. Annnesinden bağımsız

olma arzusu ve paraya olan tamahı onu Simya öğrenmeye ve uygulamaya da

yöneltti.49 Ebu Hayyan Tevhidi’nin belirttiğine göre o, Simya’nın varlığına samimi

bir şekilde inanmaktaydı. Bu durum o dönem için pek de şaşılacak bir şey değildi.

Çünkü Yahya b. Adiyy, Süleyman el-Mantıki gibi bilinen bir çok alim de benzer

kanaatler taşımaktaydılar. Bununla birlikte daha sonraları edinmiş olduğu

tecrübelerle İbn-i Miskeveyh böyle teşebbüslerin beyhude olduğunu anladı ve bu

düşüncesinden vazgeçti.50Öğretmenlerinin kimler olduğu hakkında kesin bir bilgi

mevcut değildir.51

Doğmuş olduğu şehir olan Rey, iyi bilinen bir merkezdir. Büveyhiler’in

yönetimi altında Irak Acemleri’nin başkentidir. Döneminin önemli eğitim ve kültür 47 Mohammed Nasır b. Omar, “Preliminary Remarks on Greek Sources of Muslim Ethics: Miskawaih’s Experience”, The İslamic Quarterly, c.XLI/4, London 1997, s.270; M. Abdulhaq Ansari, The Ethical Philosophy of Miskawaih, s.17 ;Es’ad es-Semherani, a.g.e, s.143 48 Ali Abdullah ed-Dafa’, İshamu Ulemai’l-Arab ve’l-Müslimin fi İlmi’l-Hayvan, Beyrut 1406-1986, s.123 49 Macit Fahri, İslam Felsefesi Tarihi, çev. Kasım Turhan İstanbul 1987, s.150;Muhammed Lütfi Cum’a, Tarihu Felasifeti’l-İslami fi’l-Maşrik ve’l-Mağrib,b.y.,t.y.,s.304 50 Ansari, a.g.e., s.18 51 Ansari, a.g.e., s.17

22

merkezlerinden bir çok bilgin yetiştirmiş bir şehirdir. Örneğin Ebu Bekir er-Razi

Rey’de yaşamış meşhur bir fizikçi ve bilim adamıdır.52 İbn-i Miskeveyh doğmadan

sadece beş yıl önce vefat etmiştir.

İbn-i Miskeveyh hayatının ilk zamanlarında Bağdat’ta Muizzuddevle-i

Deylemi’nin (334-356/945-967) veziri Ebu Muhammed Mühellebi’nin (ö.352/963)

hizmetine girmiş (340/952) ve bu sayede ilim ve irfanını geliştirme imkanına

kavuşmuştur. Bu dönemde yirmi ila yirmi beş yaşlarında olduğu tahmin

edilmektedir.53 Onun erken yaşta dikkat çekip saraya alınması iyi bir eğitime sahip

olduğunun bir delili olarak kabul edilebilir. Vezir Mühellebi edip, faziletperver ve

irfan sahibi idi. Ebu Hayyan Tevhidi’yi bazı aşırılıkları yüzünden Bağdat’tan

sürdüğü halde İbn-i Miskeveyh’in irfan ve dirayetini takdir ederek onu sarayından

ayırmadı, kendisine katip ve Hazin-i Kütüb tayin etti.54 Vezir Mühellebi’nin

teşvikiyle Bağdat’ta Ahmed b. Kamil’den tarih öğrendi. İbn-i Miskeveyh, Ahmet b.

Kamil’le Taberi’yi de okumuştur. İbn-i Miskeveyh eserinde ondan ders aldığını

söylüyor: “Bu sene (H. 350) Ebu Bekir Ahmet b. Kamil vefat etti. Ondan Ebu Cafer

et-Taberi’nin kitabını işittim. O, Ebu Cafer’in arkadaşıydı ve ondan çok şey işitmişti.

Ben de ondan (Ahmet b. Kamil) Taberi’nin kitabını okudum ve bir kısmını referans

aldım. Ahmet b. Kamil Abdussamed caddesinde oturuyordu ve onunla çok defa bir

araya geldim.”55 Daha sonra Sabit b. Sinan ile tanışarak onun tarihle ilgili eserini

inceledi.56

52 Yakut el-Hamevi, Mu’cemu’l-Buldan, c.IV, s.360 53 M.E.B. İslam Ansiklopedisi, c.5/2, İstanbul 1978, s.775 54 İsmail Hakkı İzmirli, “Ebu Ali Miskeveyh ‘İbn-i Miskeveyh’ el-Hazin”, III/10, s.22 55 İbn-i Miskeveyh, Tecaribu’l-Umem,(I-VI), m.y, (y.z.m., Süleymaniye Kütüphanesi, Ayasofya, nr.3116-3121), t.y., c.VI, s.244 56 İbn-i Miskeveyh Taberi’nin Tarihi’ni 302/915’e kadar periyodik olarak kullandı. el-Muktedir’in saltanatından itibaren 295/908-340/952’ye kadar onun kaynağı Sabit b. Sinan’ın tarihidir.

23

Muizzuddevle, Mühellebi’yi öldürtüp (352/963) Miskeveyh’i de görevden

uzaklaştırdı. Bunun üzerine İbn-i Miskeveyh Bağdat'ı terk edip Rey’e gitti ve orada

yaklaşık olarak iki yıl kaldı. Ardından Rüknüddevle’nin (335-366/947-977) veziri

Ebu’l-Fadl İbnu’l-Amid (ö.360/971) filozofu tekrar saraya çağırdı (354/965). Vezirin

kütüphanecisi ve defterdarı olarak ona yedi yıl hizmet etti.57 Vezir de aynı zamanda

bir ilim adamıydı ve kütüphanesi çok genişti. İbn-i Miskeveyh kütüphaneyi kullanışlı

bir hale getirdi ve onun müthiş hazinesinden faydalandı. İbnu’l-Amid’in kütüphanesi

farklı ilim ve bilimlerden oluşan (Felsefe, Din, Edebiyat, Tarih, Tıp, vs.) büyük bir

kütüphaneydi. Bu kütüphane Rey’e 355/965 yılında yapılan bir saldırı sırasında

yağmadan son anda kurtulmuştur. İbn-i Miskeveyh olayı şöyle anlatıyor: “Ben

İbnu’l-Amid’in kütüphanesinde görevliydim, kütüphane deponun olduğu yerde

güvenli ve sakin bir yerdeydi. O (İbnu'l-Amid) gece eve döndüğünde ne oturacak bir

şey bulabildi ne de su içmek için bir sürahi. İbn-i Hamza Alevi ona yatak takımı ve

kap kacak yolladı. O kendi dokümanları hakkında endişeliydi. Onlar kendisi için her

şeyden değerliydi. Onlar numaralanmış ve her tür ilimle ilgili, hikmetle ilgili,

bilgiyle ilgili şeyler içeriyordu. Yüz deve yükü belki de daha fazla orandaydı. Bana

baktı, onlar hakkında endişeliydi. Ben onlara dokunulmadığını söylediğimde

yüzünün parladığını gördüm, rahatladı ve dedi ki: ‘yemin ederim ki bütün

hazinelerim gitti fakat bunlar onların yerini tutar yarın erkenden onları falan yere

naklet’ dedi. Ben de yaptım. Bu suretle kitaplar kurtulmuş oldu.”58 İbnu'l-Amid, aynı

zamanda İbn-i Miskeveyh’in tarih ve edebiyatta üstadı sayılabilir.59 Ebu’l-Fadl

İbnu’l-Amid zamanında Ebi Tayyib el-Kimyai er-Razi’den kimya dersleri aldı;

57 Abdurrahman Badavi,Quelques Figures et Thémes de la Philosophie Islamique, Paris 1979,s.137 58 İbn-i Miskeveyh,Tecaribu’l-Umem, VI,143 59 İsmail Hakkı İzmirli, İslam’da Felsefe Akımları, haz. N. Ahmet Özalp, İstanbul 1995, s.107

24

onunla Cabir b. Hayyan ve Ebu Bekir Muhammed b. Zekeriyya er-Razi’nin

Kimya’ya dair kitaplarını tetkik etti.60

İbn el-Amid’in ölümünden (360/971) sonra Rüknüddevle, onun oğlu Ebu’l-

Feth’i (ö.366/977) vezir yaptı. Ebu’l-Feth Rüknüddevle'nin ardından

Müeyyiduddevle’nin (366-373/977-983) de vezirliğini yaptı. Filozof bu vezirle

birlikte Vasıt61 seferine de katıldı (975) Ebu’l-Feth’in vezirliği süresince İbn-i

Miskeveyh’in kütüphanedeki görevi de devam etti. 62

Ebu’l-Feth aynı yıl Rey’den Bağdat’a gelince Filozof da onunla geldi ve vezir

Bağdat’ta öldürülünceye kadar (366/977) ona hizmet etti. Ondan sonra da Şiraz’a63

gitti ve Büveyhi hükümdarı Adududdevle’nin (Fena Hüsrev) (338-372/949-983)

himayesine girdi. Adududdevle, İbn-i Miskeveyh’i kendisine hâzin yaptı ve ondan

sonra el-Hâzin diye anıldı. Felsefe ve tıp ilmini mühtedi bir Hristiyan olan Ebu’l-

Hayr b. El-Hammar’dan bu dönemde öğrendi.64 Bu sayede hikmet ilimlerinde öne

çıkmıştı ve Tıp ilminin usul- furuuna da hakimdi.65 Hammar, Yahya b. Adiyy’in

öğrencisi, o da Farabi’nin öğrencisiydi. Buradan yola çıkarak Felsefede İbn-i

Miskeveyh’in Farabi ekolünden olduğunu söylenebilir.66Rey şehrinde beş sene ders

okutan, eser yazan Horasan filozofu, Aristo şarihi tanınmış alim Ebu’l-Hasan

Muhammed b. Yusuf el-Amiri’den ders almadığı bildirilmektedir. Bununla birlikte

Ebu’l-Hasan el-Amiri’nin oğlu Ebu’l-Kasım el-Katib’in İsagoji ve Kategorya’ya

yazdığı Safvu’ş-Şerh isimli şerhi Ebu Hayyan Tevhidi vasıtasıyla almış beraberce

tashih etmiştir. Bu durumda Tevhidi İbn-i Miskeveyh’in ilk Felsefe hocası olmuştur.

60 Yakut el-Hamevi, Mu’cemul Udeba , c.II, s.89 61 Yakut el-Hamevi, Mu’cemu’l-Buldan, c.VIII, s.378 62 M. Abdulhaq Ansari, The Ethical Philosophy of Miskawaih, s.20 63 Yakut el-Hamevi, Mu’cemu’l-Buldan, c.V, s.320 64 Enciclopedia of Arabic Literature,tash. Julie Scott Meisami ve Paul Starkey,c.II,London 1998, s.529 65 İbn-i Ebi Usaybia, Uyunu’l-Enba, s.331 66 İsmail Hakkı İzmirli, “Ebu Ali Miskeveyh ‘İbn-i Miskeveyh’ el-Hazin”, III/10, s.21;Cavit Sunar, İbn-i Miskeveyh ve Yunan’da ve İslam’da Ahlak Görüşleri, Ankara 1980, s.10

25

Aynı zamanda her ne kadar İbn-i Miskeveyh el-Amiri’den doğrudan istifade

etmemişse de oğlu Ebu’l-Kasım vasıtasıyla ondan bilgi almış olmaktadır. Ebu’l-

Hasan el-Amiri, Ebu Zeyd Belhi’nin, Ebu Zeyd Belhi de Kindi’nin öğrencisidir.67

Dolayısıyla İbn-i Miskeveyh’te Kindi’nin fikirlerinin izleri de görülür.

Kıfti’nin bildirdiğine göre de İbn-i Miskeveyh Adududdevle’nin özel

kitaplığının müdürlüğünü yapmış, İran bilginleri sırasına girmiş ve ilim meclislerinin

en ileri gelenlerinden biri olmuştur ve “el-Mülûk fi’t-Tıbb” ile “Tecaribu’l-Umem”

adlı eserlerini de Adududdevle’ye ithaf etmiştir.68

Adududdevle’nin ölümünden sonra Şiraz’dan ayrılan (373/983) filozof , onun

oğlu olan ve Rey’de hükümdarlık yapan Samsamuddevle’nin (372-388/983-998)

hizmetine girdi. Vezir İbn-i Sa’dan’ın da nedimi oldu. İbn-i Sa’dan’ın da öldürülmesi

üzerine (375/985) İbn-i Miskeveyh’in Büveyhiler’le ilişkisinin sona erdiği ve bu

olaydan sonra filozofun Maveraünnehir ve Harezm69 taraflarına geçerek Harezm

Prensi Me’mun b. Muhammed’e intisab ettiği çeşitli kaynaklarda belirtilmektedir.

Filozof Harezmşahlar'ın sarayında İbn-i Sina, Ebu Sehl Mesihi, Ebu Reyhan Biruni,

Ebu Nasr Iraki gibi yüksek bilginlerin meclislerinde bulunmuştur. İbn-i Sina ile

araları hep bozuk olmuştur. Nitekim bu yolda şöyle bir olay anlatılmaktadır: “İbn-i

Miskeveyh bir gün sarayda ders verirken içeriye İbn-i Sina girmiş ve İbn-i

Miskeveyh’in matematikteki bilgisizliğine işaret kastıyla önüne bir ceviz atarak ‘bu

cevizin alanını arpalar ile ölç?’ demiş. Bunun üzerine İbn-i Miskeveyh’te onun

önüne ahlak kitabından bir parça atarak ‘sen ahlakını düzelt ki ben de sana cevizin

alanını ölçeyim’ diye cevap vermiş.”70

67 İzmirli, İslamda Felsefe Akımları, s.95 68 Kıfti, Kitab-u Ahbari’l-Ulema bi Ahbari’l-Hukema, s.218 69 Yakut el-Hamevi, Mu’cemu’l-Buldan, c.III, s.475 70 Kraemer, Humanism in The Renaissance of İslam, s223; Sunar, İbn-i Miskeveyh ve Yunan’da ve İslam’da Ahlak Görüşleri, s.12

26

İbn-i Miskeveyh’in bundan sonraki hayatında neler olduğuna dair net bilgiler

mevcut değildir. Yakut el-Hamevi eserinde Yahya b. Müneddih’ten naklen hicri 421

yılında Safer ayının dokuzunda vefat ettiğini söylüyor.71Ve genelde de bu tarih kabul

görmüştür.

Kendini üstün görmesi ve siyasal mevki ihtirası İbn-i Miskeveyh’in başlıca

kusurları olarak sayılmaktadır. Ayrıca devrinin karakteristik bir özelliği de saraydaki

zevk ve eğlence kültürünün ahlaksızlık denebilecek seviyede bulunmasıdır. İbn-i

Miskeveyh de bu duruma ayak uydurmuş ve ahlaki yönden uygunsuz olan eğlence

meclislerine katılmıştır.72Bu yaptıklarından daha sonraları pişmanlık içerisinde

olmuştur. Bu pişmanlığını Tehzibu’l-Ahlak isimli eserinde ahlaklı bireyin

yetiştirilmesinden bahsederken ortaya koyuyor: “Bir zamanlar benim yaptığım gibi

kişi, yaratılıştan yiyecek, giyecek, binecek, ziynet, at ve kölelere düşkün olsa, sonra

da bunlarla uğraşarak kendisinin layık olduğu mutluluğu ihmal etse, bu onun için bir

bahtsızlıktır, ziyandır, nimet ve kazanç değildir.

Bu kitabı inceleyen bilmelidir ki, öncelikle ben de büyüdükten ve bir kısım

alışkanlıklar kazandıktan sonra, yavaş yavaş nefsimi onlardan uzaklaştırdım ve bu

uğurda çok çaba harcadım. Ey! Faziletleri araştıran ve gerçek eğitimi isteyen

okuyucum, kendim için istemiş olduğum şeyi senin için de arzu ettim. Sana, sapıklık

çöllerinde uyanmadan önce, kurtuluş yolunu gösterdim.”73

Yaptığı bu yanlışlıklardan uzak, temiz bir hayat yaşama arzusu ile bazı

prensipler ortaya koymuş ve bunlara uymayı kendisine şiar edinmişti. İbn-i

Miskeveyh bunlara “yaratıcıyla, hiçbir etki ve baskı altında olmadan yaptığım

sözleşme” diyor. Yakut el-Hamevi kitabında filozofumuzu tanıtırken “İbn-i 71 Yakut Hamevi, Mu’cemul Udeba, c.II, s.88 72 Esad Samherani, el-Ahlak fi’l-İslam ve’l-Felsefetu’l-Kadim, s.143 73 İbn-i Miskeveyh, Tehzibu’l-Ahlak, çev:Abdulkadir Şener- İsmet Kayaoğlu- Cihat Tunç, Ankara 1983, s.52-53

27

Miskeveyh’in Vasiyeti” başlıklı bir bölümde bu prensipleri yazan kişinin İbn-i

Miskeveyh olduğunu söylüyor. İbn-i Miskeveyh’e göre ahlaki bir hayat sürdürmek

için insanların hayat boyu şu düsturlara tabi olmaları gerekmektedir:

1- İtikatta hakkı batıla tercih etmek

2- Sözde doğruyu yalana tercih etmek

3- Fiilde hayrı şerre tercih etmek

4- Kişinin nefsiyle olan mücadelesinde şeriata ve gereklerine yapışarak

cihadı çoğaltması.

5- Vaatleri yerine getirmek; bunun ilki de Allah’a verilen sözdür.

6- Yapmacıklıktan vazgeçmek

7- Güzele sevgi beslemek; güzeli sırf güzel olduğu için sevmek.

8- Akla danışıncaya kadar nefsi söz söyleme konusunda tutmak.

9- Yapmacıklıkla fesada düşmemek için meleke kazanıncaya kadar kişinin

mevcut durumunu muhafaza etmesi.

10- Doğru olan konularda ısrarcı olmak;cesur davranmak.

11- Vakti iyi kullanmak. Çünkü o ömürdür, ancak değerli şeyler için harcanır.

12- Bir işin yapılması gerektiğinde fakirlik ve ölüm korkusunu

atmak;gevşekliği bırakmak.

13- Tepki göstermek ve cevap vermekle meşgul olmamak için şer ehlinin

sözlerine özeni terk etmek.

14- İnsanın başına zenginliğin de fakirliğin de; yüceliğin de düşkünlüğün de

gelebileceğini düşünerek bu gibi durumları iyi karşılamak.

15- Azgınlığı ve haddi aşmayı azaltmak için sağlıkta hastalığı, sevinçte

üzüntüyü, kızgınlıkta rızayı hatırda tutmak. 74

74 Yakut el-Hamevi, Mu’cemul Udeba, c.II, s.95-96

28

İbn-i Miskeveyh felsefi fikirleri açısından, özellikle iki büyük etkinin

altındadır: Bunlardan biri, zamanında büyük bir şöhrete sahip olan İhvanu’s-Safa

cemiyetinin felsefi-ahlaki görüşleridir. Diğeri de Farabi felsefesidir.

İhvanu’s-Safa cemiyeti, Abbasi Devleti’nin bozulmaya başladığı sıralarda ve

Farabi’yi İbn-i Sina’ya bağlayan devrede şarkta büyük dini, felsefi ve siyasi gizli bir

cemiyet olarak onuncu yüzyılda (h.136) Basra’da kuruldu ve sonra Bağdat’ta bir

şubesi açıldı. Bu cemiyetin maksadı Müslümanları taassuptan kurtarmak tabiat

ilimlerini ve zihniyetini hakim kılmak ve bir “aydınlar ahlakı” meydana getirmekti.

Bunun için de İslam Şeriatı’nı felsefe ve ilim yoluyla hurafelerden temizlemek

gayesini güdüyorlardı. Bunlar hiçbir din ve mezhebe tabi olmayıp her çeşit dinsel

kaynaklardan faydalanma yolunu tuttular. Fakat, Hint ve Yunan ilmini ve felsefesini

de elden bırakmadılar. Matematik’te Fisagor’a, Mantık’ta Aristo’ya, Metafizik’te

Yeni Eflatuncular’a, Ahlak’ta Sokrat’a, Din felsefesi’nde de Farabi’ye bağlandılar.

Bilimsel bir üslupla dönüşüm ve evrim konularında en önce görüş açıklayanlar

İhvan-ı Safa idi. Canlı ve cansız cisimlerin aşamalı bir biçimde meydana geldiğini

açıklayıp madenden başlayarak sırasıyla bitkiyi, hayvanı geçerek insan aşamasına

kadar süren bir aşamalar silsilesi belirlemişlerdi.75 Her aşamanın sonu üstünde

bulunan aşamanın başına bitişiyor; cisimsel oluşumu bakımından insana en yakın

hayvan maymun oluyordu.76 Bu fikirleri İbn-i Miskeveyh’de benimsemiştir ve

kozmolojik varlık anlayışını bunun üzerine oturtmuştur.77 İhvan-ı Safa

peygamberleri filozoflardan üstün tutarak Farabi’den ayrılmış ve daha sonra gelen

İbn-i Miskeveyh, İbn-i Sina ve İbn-i Rüşd’e de öncülük etmiştir.78 İbn-i Miskeveyh,

bir çok konuda İhvan-ı Safa’yı İzlemiştir. Fakat uzun açıklama ve ayrıntılara girme 75 Enver Uysal, İhvan-ı Safa Felsefesinde Tanrı ve Alem, İstanbul 1998, s.181-182 76 İzmirli, İslamda Felsefe Akımları, s.104 77 İbn-i Miskeveyh, Tehzibu’l-Ahlak, s.,68 78 İzmirli, a.g.e, s.104

29

konusunda onlardan ayrılmıştır.79 İhvanu’s-Safa Cemiyeti’nin kurucusunun kim

olduğu tam olarak bilinmemektedir. İhvanu’s-Safa Felsefesi ile ilgili makaleleri

yazanlardan yola çıkılarak Zeyd b. Rifaa’nın bu ekolün kurucularından olduğu

tahmin edilmektedir.80

İbn-i Miskeveyh’in etkilendiği ikinci ekol Farabi Ekolü’dür. Farabi İslam'da

Meşşai okulunu kurmuş ve peşinden gidenler de bu okulu Endülüslü İbn-i Rüşd’e

kadar sürdürmüşlerdir. Öğrencileri, Bağdat’ta Yahya b. Adiyy, Halep’te İbrahim b.

Adiyy’dir.81 İbn-i Miskeveyh onun doğrudan öğrencisi olmasa da onun okulunu

sürdüren öğrencileri arasındadır.

İbn-i Miskeveyh Eflatun, Aristo ve Galenos’un fikirlerini mezcetmiştir.82

Bunların fikirleriyle İslam dinini birbirlerine yaklaştırmaya çalışır ve bu maksatla

Farabi’nin akılcı yolundan gider ve onun sistemini Tasavvufa ve İhvanu’s-Safa

görüşüne bağlar.83 Fakat o, Farabi’den esaslı bir noktada ayrılır: Farabi’ye göre

nazariye birinci planda, ameliye ikinci plandadır ve ameliye nazariyeye bağlıdır84;

İbn-i Miskeveyh’e göre ise ameliye birinci planda, nazariye ikinci plandadır. Başka

bir deyişle ahlak önce, ilim ondan sonradır.

İbn-i Miskeveyh zamanında iki ahlak sistemi vardı: Bunlardan biri

Yunan’dan gelen Rasyonel Ahlak Sistemi, diğeri de İslam’dan meydana gelen

Tasavvufi Ahlak Sistemi.

İbn-i Miskeveyh, başlıca dayanağı olan ve Aristo’nun nazari felsefesine

dayanmış olan hocası Farabi’yi pratik felsefe bakımından tamamlamaya çalıştı. Bu

79 İzmirli, İslamda Felsefe Akımları, s.108 80 T.J. De Boer, İslam’da Felsefe Tarihi, çev. Yaşar Kutluay, Ankara 1960, s. 60 81 Henry Corbin, İslam Felsefesi Tarihi, çev. Hüseyin Hatemi, İstanbul 1986, s.166 82 De Boer, Tarihu’l- Felsefe fi’l-İslam, s.249; Naci et-Tikriti, el-Felsefetu’Ahlakiyyetu’l-Eflatuniyye inde Müfekkiri’l-İslam, Bağdat 1402-1982, s.143 83 Ahmed Mahmud Subhi, el-Felsefetu’l-Ahlakiyye fi’l-Fikri’l-İslam, Kahire 1983, s.310 84 Farabi, Mutluluğu Kazanma-Eflatun Felsefesi-Aristo Felsefesi, çev. Hüseyin Atay, Ankara 1974, s.3

30

yönüyle Aristo ve Farabi’nin ardından üçüncü büyük üstaz sayıldı ve “Muallim-i

Salis” ünvanını aldı.85

İbn-i Miskeveyh’e göre insan sosyal bir varlıktır ve ahlak da ancak bu dünya

arzuları içinde ve bu sosyal hayatta gerçekleşir.86 Sosyal hayat da, Yunanlılar’ın

kabullendikleri gibi hikmet, iffet, şecaat, adalet ile kaimdir. Yalnız yaşayan bir

insanda ise bu faziletler meydana gelmez.87

II-ESERLERİ

1-el-Fevzu’l-Asğar:

İbn-i Miskeveyh’in günümüze kadar ulaşan metafizik ve teolojiyle ilgili en

sistematik eseridir. Eser, Allah’ın varlığı ve ispatı, nefis ve halleri, nübüvvet olmak

üzere üç meseleyi ele alıyor. Her üç mesele kendi içerisinde on bölüme ayrılarak

toplam otuz alt başlıkta inceleniyor. Birinci bölümde, isbat-ı vacip delilleri arasında

yer alan; kadim filozoflarca kabul edilen “hudus” ve “imkan” delilinden sonra

Aristo’nun “hareket delili” daha geniş bir şekilde tahlil ediliyor. İkinci bölümde ise,

nefis problematiği felsefi bir dil kullanılarak çözümlenmeye çalışılır. Yazar

peygamberlikten bahsettiği üçüncü bölümde ise, vahyin keyfiyeti, nübüvvet ve

kehanetin farkı gibi konuları akli tefekküre de vurgu yaparak yorumluyor. Eserin, Dr.

Salih Uzeyme tarafından yapılan Arapça tahkiki ve Roger Arnaldez tarafından

yapılan Fransızca tercümesi Paris’te Daru’l-Arabiyye li’l-Küttab yayınevince 1987

yılında bir arada neşredilmiştir.

85 Ali Abdullah ed-Dafa’, İshamu Ulemai’l-Arab ve’l-Müslimin fi İlmi’l-Hayvan, s.123 86 İbn-i Miskeveyh, Tehzibu’l-Ahlak, s. 105 87 Ahmed Mahmud Subhi, el-Felsefetu’l-Ahlakiyye fi’l-Fikri’l-İslam, s.312; De Boer, İslam’da Felsefe Tarihi, s. 91

31

2-Tehzibu’l-Ahlak ve Tathiru’l-Arak (Kitabu’t-Tahare ve Taharetu’n-Nefs)

Bu kitapta tekamül nazariyesinden, nefsin faziletlerinden, sosyal terbiyeden

söz eder. Fisagor, Eflatun ve Sokrat’ı mutluluğu nefiste görenlerden, Revakîler’i de

mutluluğu nefse ve bedene teşmil edenlerden sayar. Aristo’ya göre mutluluğun beden

sağlığında, varlıklı olmada, nam ve şöhrette, doğru itikatta toplandığını belirtir.

Yazara göre ise insan, “ruh, akıl, zeka, ahlak ve yatkınlık (isti’dat) tan müteşekkildir.

İnsanın asıl amacı, ebedi mutluluğa ulaşmak olmalıdır”. İslam Tasavvuf ve Felsefesi

alanında sistematik olarak yazılmış ilk ahlak kitabıdır. Kitabın ilk tahkikli neşri

Costantine K. Züreyk tarafından yapılmıştır ve “The Refinement of Character”

ismiyle 1968 yılında Beyrut’ta yayınlanmıştır. Eserin Fransızca tercümesi

Muhammed Arkoun tarafından Traité de’éthique adıyla 1969 yılında Dımeşk’te

yayınlanmıştır. Ayrıca Abdulkadir Şener, İsmet Kayaoğlu, Cihad Tunç tarafından

Türkçe’ye çevrilerek “Ahlakı Olgunlaştırma” adıyla 1983 yılında Ankara’da

yayınlanmıştır (Kültür ve Turizm Bakanlığı yay.:528, Tercüme Eserler Dizisi:25).

3-Tertibu’s-Saada

Eserin içinde Aristo’ya göre yapılmış bir ilimler tasnifi kısmı bulunmaktadır.

Genel konusu mutluluktur Felsefe’nin bütün kısımları doğru olarak bilinmedikçe

insanın tam bir mutluluğa erişemeyeceğini bildirir. Ebu’l-Fazl İbnu’l-Amid’in

isteğiyle yazar tarafından kaleme alınmıştır. Ali et-Tûbacî es-Süyûti tarafından 1982

yılında Kahire’de yayınlanmıştır.

32

4-Luğaz-ı Kabes

Bu kitabın aslı Fisagorcular’dan Filalaos’un öğrencisi Teb’li Cebes’e aittir.

Bu kitapta asıl anlatılmak istenen şey hayır ve şer meselesidir. İnsanları şerden

koruyup mutluluğa eriştirir ümidi ile Miskeveyh tarafından tercüme edilmiştir. Eser

Ali Suadi Tarafından 1898 de Cezair’de, E. Basset tarafından da 1873 te Paris’te

yayınlanmıştır.

5-Cavidan-ı Hired (Ezeli Akıl)

Ahlaki hikmetlere dair yazılmış bir eserdir. Fars, Hint, Arap, Grek ve İslam

kültür havzasının hikemiyatının derlendiği eserde, dünya entelektüel tarihinde ortak

ve sürekli bir hikmet geleneğinin mevcut olduğu fikri işlenmektedir. Eser

Abdurrahman Bedevi tarafından tahkik edilen bir nüshası el-Hikmetu’l-Hâlide adıyla

Meketebetu’n-Nahdati’l-Mısriyye yayını olarak 1952 yılında Kahire’de basılmıştır.

Diğer bir baskısı ise Daru’l Endelüs yayını olarak Beyrut’ta 1980 yılında basılmıştır.

Eserin Lüğazi Kabis başlıklı bölümü René Basset tarafından Tableau de Cébés adıyla

Fransızca’ya tercüme edilmiştir.

6-Kitabu’l-Hevâmil ve’ş-Şevâmil

Ebu Hayyan et-Tevhidi tarafından “hevâmil” (başı boş gezen develer)

adı altında sorulan felsefi, ilmi, filolojik ve kelâmî sorulara İbn-i Miskeveyh

tarafından “şevâmil” (elbisesine bürünen kimseler) adı altında verilen cevapları

içerir. Ayrıca 68, 69 ve 161. Sorular İbn-i Miskeveyh tarafından sorulmuş ve Ebu

Hayyan et-Tevhidi cevaplamıştır. Kaynaklarda bu eser Tevhidi’ye nisbet edilir fakat

cevapları veren İbn-i Miskeveyh olduğuna göre bu kitabı ikisinin ortak eseri olarak

kabul etmek daha doğru olur. Kitabın Ahmed Sakr ve Ahmed Emin tarafından

33

yazılan mevcut tek yazma nüshası Lecnetu’t-Te’lif ve’t-Terceme yayınevince 1951

yılında Kahire’de neşredilmiştir.

7-Risale fi Mahiyyeti’l-Adl

Adalet kavramının felsefi açıklamasını ele alır. Ali b. Muhammed es-Sufi’nin İbn-

i Miskeveyh’e sorduğu soruya cevap olarak yazılmıştır. Risalenin sekiz varaktan

oluşan tek yazma nüshası Meşhed Âsitâne-i Kudsi Rezevî Kütüphanesi’nde kayıtlıdır

(nr.137). Risale Muhammed Arkoun tarafından tahkik edilerek Hesperis Tomuda

adlı dergide 1961 yılında Beyrut’ta yayınlanmıştır (c.11, fasikül.1, s. 215-230). Daha

sonra Muhammed Sâlim Han tarafından da tahkik edilerek İngilizce tercümesiyle

birlikte An Unpublished Treatise of Miskawaih on Justice adıyla E.J Brill

müessesesiyle Leiden’de 1964 yılında yayınlanmıştır.

8-el-Mecmu’

Ragıp Paşa Kütüphanesi’ndeki bir mecmuada (nr.1463) yer almaktadır. İçinde yer

alan risaleler şunlardır: “el-Lezzat ve’l-Alam, Risale fi’n-Nefs ve’l-Akl, Kitabu’l-Akl

ve’l-Ma’kul, Risale fi’t-Tabia, Risale fi Cevheri’n-Nefs, fi’l-Bahs anha, Makale fi’n-

Nefs, el-Me’kulatu’s-Selas, Fi İsbati’s-Suveri’r-Ruhaniyye, fi İsbati zalike eydan fi’l-

İlleti’l-Ula, el-Fasl beyne’d-Dehr ve’z-Zaman.” Bu mecmua Muhammed Arkoun

Tarafından tahkik edilerek “Nusus Gayri Menşure li’Miskeveyh” adıylaKahire’de

İslami Yıllıklar içinde 1963 yılında yayınlanmıştır (c.V, s.191-205).

9-Tecaribu’l-Umem ve Teakibu’l-Himem

Nuh Tufanı’ndan Adududdevle’nin ölüm tarihi olan H.372 tarihine kadar

geçen vakaları toplamaktadır. Hicretin dördüncü yüzyılı için aydınlatıcı bir eserdir.

34

Eserin orjinali altı cilttir. Kayıtlarda hicri tarihler esas alınmış. Yazar tarihini, Hz.

Nuh (a.s) tufanını zikrederek başlatıyor. Birinci cilt Hz. Ali dönemi olan hicri otuz

yedi yılıyla birlikte sona eriyor. İkinci cilt, Sıffin savaşının anlatımıyla başlıyor

(h.37) ve hicri yüz üç senesinin olaylarıyla sona eriyor. Üçüncü cilt, hicri yüz dört

senesiyle başlıyor ve yüz doksan yılıyla sona eriyor. Dördüncü cilt, yüz doksan bir

yılıyla başlıyor ve iki yüz seksen üç yılıyla sona eriyor. Beşinci cilt, iki yüz seksen

dört yılıyla başlayıp üç yüz yirmi altı yılıyla bitiyor. Son cilt ise üç yüz yirmi yedi

yılıyla başlayıp Büveyhi hükümdarı Adududdevle'nin ölüm yılı olan 372/983 yılı

olaylarıyla sona eriyor. Büveyhiler’in tarihiyle ilgili son kısmı, İbn-i Miskeveyh’in

kendi kişisel gözlemlerine dayandığı için özellikle bu hanedanla ilgili güvenilir bir

bilgi kaynağı olarak kabul edilmektedir. En eski ve orijinal olan tek nüshası

İstanbul’da Süleymaniye kütüphanesi Ayasofya bölümünde 3116-3121

numaralarında kayıtlıdır. Bu nüshanın İbn-i Miskeveyh’in vefatından yaklaşık seksen

beş yıl sonra (505/1111)istinsah edildiği tahmin edilmektedir.88 Eserin biri Paris

Bibliothéque Nationale’de (nr.5838) diğeri Escurial Library’de (nr.1709) bulunan

fakat eksik olan iki orijinal nüshası daha vardır.

Eser üzerine iki zeyl yazılmıştır. Birincisi, el-Muktedibillah’ın 476’ dan 484

‘e (1083-1091) kadar vezirliğini yapan ve Medine’de 23-6-1095’te vefat eden

Muhammed b. el-Hüseyin b. Abdullah İbrahim Zahiruddin Ebi Şuca’ er-Ruzraveri

tarafından yapılan zeylidir ve 368 ile 389 yılları arasında geçen olayları ihtiva eder.

Diğeri ise, Muhammed b. Hüseyin b. Abdullah el-Bağdadi tarafından “Ahbaru’s-

Seyri’t-Tâliye alâ Tecaribu’l-Umemi’l-Hâliye” adıyla yazılmış ve daha sonra

88 T.D.V. İslam Ansiklopedisi, c.XX, İstanbul 1999, s.206

35

Muhammed b. Abdulmelik Ebi’l-Fazl el-Hemedani tarafından eklemeler yapılarak

tamamlanmıştır.89

Tecaribu’l-Umem’in 101-256 yıllarına ait kısmı iki cilt halinde Gazan’da

basılmıştır. Batıda, 196-251 yılları arasındaki bölümünü Fragmenta Historicorum

Arabicorum (II.1871) içinde neşrederek ilk defa tanıtan kişi Michael Jan de Goeje

olmuştur. Eserin Süleymaniye Kütüphanesi’ndeki nüshasının ilk üç cildi, Leone

Caetani tarafından The Tajarib al-Umam or The History of İbn-i Miskawaih adıyla

tıpkıbasım olarak yayınlanmıştır. (London 1909-1917) daha sonra Henry Frederic

Amedroz ve David Samuel Margoliouth, Abbasilerin son devri ile Büveyhiler’e ait

kısmı Ebu Şuca’ er-Ruzraveri’nin zeyli ile birlikte The Eclipse of The Abbasid

Caliphate başlıklı yedi ciltlik bir seri içinde yayınlamışlardır.

10- Diğer Eserleri

İbn-i Miskeveyh’in zikrettiğimiz bu eserlerinin yanında çeşitli kaynaklarda

ona atfedilen eserler de vardır. Bunlar: Ünsü’l-Ferid (küçük, hoş hikayelerden

meydana gelmiştir)90, Kitabu’l-Edviyye (basit bir tıp kitabıdır.),Terkibu’l-Bacâti

mine’l-Et’ime (pişirme usulünü gösterir) Kitabu’l-Müstevfa (Miskeveyh’in

kasidelerini içerir)91 es-Siyer (nefis tezkiyesinden,insan hayatını kolaylaştıracak olan

prensiplerden bahseder) 92

89 Karl Brockelmann, Tarihu’l-Edebi’l-Arab, s. 484-485 90 Kıfti, Kitab-u Ahbari’l-Ulema bi Ahbari’l-Hukema, s.217 91 Yakut el-Hamevi, Mu’cemul Udeba, c.II, s.91 92 Kıfti, , a.g.e., s. 218

36

İKİNCİ BÖLÜM

İBN-İ MİSKEVEYH’İN TECARİBU’L-UMEM ADLI ESERİ VE

TARİH ANLAYIŞI

I. TECARİBU’L-UMEM VE TEAKİBU’L-HİMEM

A-ESERİN ÖZELLİĞİ

Tecaribu’l-Umem’in önsözüne bakarsak eserin yazılış maksadını

anlayabiliriz. Yazar, bir çok tarih kitabını okuduktan sonra, o, kitaplarda kendisine

göre bazı yanlışlıklar ve de bazı prensipler keşfediyor. Keşfetmiş olduğu bu

hakikatleri sonraki nesillere aktarabilmek ve ibret alması gerekenlere bir kılavuz

sunabilmek amacıyla İbn-i Miskeveyh bu eseri kaleme alıyor. Yazar, esere besmele,

hamdele ve salvele ile başladıktan sonra kitabı yazış sebebini şu şekilde izah ediyor:

“Ümmetlerin haberlerini, meliklerin hayatlarını, şehirlerin haberlerini,tarih

kitaplarını derinlemesine okudum. Orada işlerde aynısının tekrar etmeyeceği

kendisinden faydalanılacak tecrübeler buldum.93 Onların, aynen olmasa bile şeklen

meydana gelmesi beklenebilir.94 Örneğin, devletlerin başlangıcı, kral(lık)ların

büyüyüp gelişmesi, sonra refah içerisine girmesi, ardından bu durumun bir

savurganlık haline gelmesi, ardından bu durumun izmihlal ve zevali getirmesinin

kaçınılmaz olmasını gördüm.”95

93 İbn-i Miskeveyh, Tecaribu’l-Umem, c.I, s.1 94 a.g.e., c.I, s.2 95 a.g.e., c.I, s.2

37

“Ayrıca şehirlerin imarında, yöneticilerin, askerlerin niyetlerinin ıslahında,

harp hilelerinde, düşmanlara karşı hazırlanan ve sahibine geri dönen tuzaklardaki

siyaseti gördüm.”96

“Vezirlerin , askeri erkanın, kendisine siyaset ve harp isnad edilen kişilerin

işleri ve olaylar neticesinde nasıl harplerin meydana geldiği bilinirse, elinde geçmişle

ilgili böyle misaller bulunursa sonradan gelenler için geçmişin tecrübesi kendisine

örnek olur ve o tecrübeyi kendisine kılavuz yapar. İşlerini haberi karşılamakla

karşılamış olur. İşleri (vakayı) vukua gelmeden önce bilir.”97

“Dünyanın işleri müteşabihtir ve onların halleri mütenasiptir. İnsan bu

örnekleri muhafaza ederse onu tecrübe etmiş gibi olur. Eğer onu düşük görür ve

dikkate almazsa o tecrübelerin hepsini tekrar yaşamak zorunda kalır.”98

“Bu metinlerde yine esmar ve hurafatlar gördüm. Bunlar kendisiyle uykunun

celb edileceği ve bundan başka faydası olmayan şeylerdir. Hatta bunlar kayıtlardan

çıkartılmalıdır ki okuyuculara ulaşmasın.”99

Yazar, yapmış olduğu okuma ve incelemeler neticesinde kendi düşüncesine

göre bir tarih kitabında nelerin olup olmaması gerektiğini tespit ediyor ve bu

düşüncelerden yola çıkarak eseri kaleme alıyor.

“İnsanların çoğu ondan faydalansın, yöneticiler haz alsın veya dünya işlerinde

vezirler, askeri erkan, şehirlerin yöneticileri, toplumda muteber olanlar, insan

tabakasının üstündekiler kıstas alsınlar diye bu kitabı topladım ve onu Tecaribu’l-

Umem diye isimlendirdim.”100

96 İbn-i Miskeveyh, Tecaribu’l-Umem, c.I, s.3 97 a.g.e., c.I, s.3 98 a.g.e., c.I, s.3 99 a.g.e., c.I, s.3 100 a.g.e., c.I, s.4

38

Burada İbn-i Miskeveyh tarafından eserin yazılış maksadı belirtilirken

“yöneticiler haz alsın” ifadesi dikkat çekmektedir. Bu ifade bize yazarın yaşamış

olduğu devirde saray çevresinin tarih bilimine bakış açısının nasıl olduğunun ip

uçlarını vermektedir. Buradan yola çıkarak o devir yöneticilerinin bu bilime bir

fantezi olarak baktıklarını söylememiz mümkündür.

Tecaribu’l-Umem ağırlıklı olarak ve konusu itibariyle rasyonel tarzda

yazılmıştır.101 Şemsettin Günaltay esere eskilerin dedikodularının ve efsanelerinin

dahil edilmediği kanaatindedir.102 Fakat İbn-i Miskeveyh tarafından aynı hassasiyetin

İran tarihi söz konusu olduğunda gösterilmediği ortadadır. Yazarların bir kısmı

verdiği bilgilerin tarihsel anlamda değerinin büyük olduğunu ve tarihe yazarın bir

filozof gözüyle bakmış olmasının eseri farklı kıldığını düşünmektedirler.103

B-İBN-İ MİSKEVEYH’İN TAKİP ETTİĞİ METOT

İbn-i Miskeveyh, eserine Tufanı zikrederek başlamakla birlikte kitabını bu

olaydan itibaren meydana gelen olayları anlatmak suretiyle devam ettirmiyor. Tufanı

sadece zikretmekle yetiniyor ve olay hakkında kendisine gelmiş olan herhangi bir

bilginin olmadığını, olsa bile insani tecrübe açısından bilinmesinden bir fayda

gelmeyeceğini söyleyerek direk olarak İran tarihine geçiyor ve tarihte kayıtlı olan ilk

hükümdarın Uşhanc olduğunu belirtiyor. Uşhanc’ın ardından oğlu Tahumart onun

101 Brockelmann, Tarihu’l-Edebi’l-Arab, s.471-477; Muhammed İsa Salihiyye, el-Mu’cemu’ş-Şamilu li’t-Turasi’l-Arabiyyi’l-Matbu’, Kahire 1995, c.V, s. 93-97; İsmail Hakkı İzmirli, “Miskeveyh’in Felsefesi Eserleri”, D.İ.F.M, III/11, İstanbul 1929, s.59-66 102 Günaltay, İslamda Tarih ve Müverrihler, s.99 103 Abdulvehhab İbrahim Ebu Süleyman, Kitabetu’l-Bahsi’l-İlm, Mekke 1983,s. 581; Encyclopedia of Arabic Literature, c.II, s. 530

39

ardından da Tahumart’ın kardeşi Cemşid’in İran hükümdarı olarak tahta geçtiğini

söyleyerek onların icraatlarını anlatıyor.104

İran hükümdarlarından Yezdicird’in krallığı dönemine gelince İslam tarihine

geçiş yapıyor. Burada yazar, “Yezdicird’in dönemi ile ilgili olayları Hz. Peygamber

dönemi ve halifelerin dönemini zikrettikten sonra tekrar anlatacağız. Rasulullah’ın

gazvelerinde insani anlamda meydana gelen tedbir ve hilelere gelince, onlardan olan

Hendek savaşı....”105 diyerek İslam tarihini, Hendek savaşından başlayarak anlatıyor

ve çok az bir yer ayırıyor.

Yazar, kendisinden önceki ve çağdaşı olan Müslüman tarihçilerin aksine

peygamberlerin hayatlarını kitabına almamıştır. Aynı şekilde Hz. Muhammed

(s.a.v)’in hayatıyla ilgili kıssaları veya peygamberlik görevini ifa edişi sırasında

meydana gelen olaylara da yer vermemiştir. Yazarın bu tavrını bazı yazarlar seküler

bir tarih oluşturma çabası olarak algılamışlardır.106

İbn-i Miskeveyh’in yaptığı ilk dönem İslam tarihiyle ilgili bu kısaltma onun

tarih anlayışı ve takip ettiği metot ile ilgili bir durumdur. Kesinlikle görmezlikten

gelme değildir. Peygamberlerin mucizelerini ve onların kıssalarını almamasının

nedeni peygamberlerin, peygamberlikle ilgili durumlarının özel bir durum olması ve

mucizevi karakterler taşımasıdır. Mucizelerse olağanüstü olaylardır ve tarihte belli

zamanlarda ve özel şartlarda Allah’ın izni ile gerçekleşmektedirler. İnsanlar bu

mucizelerden ibret alabilirler fakat bunları insanların tecrübe edip tekrar

gerçekleştirmeleri mümkün değildir.107 Yapmış olduğu bu kısaltmanın bir başka

nedeni de İran merkezli milli bir tarih yazma gayreti içerisinde olmasıdır. Bu

104 İbn-i Miskeveyh,Tecaribu’l-Umem, c.I, s.6 105 İbn-i Miskeveyh, a.g.e., c.I, s.136 106 Kraemer,Humanism in The Renaissance of Islam,s.224; M. S. Khan, “Miskawaih and Arabic Historiography”, Journal Of The Regional Cultural Society c.89/4 New Haven 1969, s.712 107 İbn-i Miskeveyh, a.g.e., c.I, s.6

40

iddiamızı İbn-i Miskeveyh’in efsanevi anlatımlardan ve mucizeleri aktarmaktan

kaçınmasına rağmen tarihte ilk kral olarak zikrettiği Uşhanc’dan bahsederken bütün

kriterleri bir kenara bırakıp ona efsanevi bazı sıfatlar yüklemesiyle

delillendirebiliriz. İbn-i Miskeveyh, tarihte kayıtlı olan ilk kral olarak Pers kökenli

Uşhanc’ı zikrettikten sonra onu şöyle anlatıyor: “Uşhanc dedesi Ceyumart’tan sonra

krallığa geçti ve Ekalim-i Seb’a’yı birleştirdi.108 Krallık sistemini oluşturdu ve devlet

işlerini düzene koydu memurluğu ihdas etti. Bu sayede fişdad diye isimlendirildi.

Bunun Arapça’daki anlamı “adaleti ilk ihdas eden kişi”dir. Ve denir ki, onun zamanı

Tufan’dan iki yüz yıl önceydi. O, ağacı ilk kesen, onunla bina yapan, madeni ilk

çıkaran, Babil ve Sûs şehirlerini kuran kişiydi. Faziletli ve övülmüş biriydi. Onun

güzel siyasetinden bazıları şunlardır: Fesat ehlini ortadan kaldırdı. Krallığı onlardan

temizledi, onları ülkelerden çıkarıp soğuk bölgelere sürdü. Fesat ehli de dağların

tepelerine ve adalara sığındılar. Bu fesat ehlinden boyun eğenleri kendi hizmetine

alarak onları Şeytan ve İfrit diye isimlendirdi.”109 Yazar, bu anlatımlarından da

anlaşılacağı gibi efsaneleri ve mucizeleri elerken göstermiş olduğu titizliği İran tarihi

ve yöneticileri söz konusu olduğunda gösterememiştir ve sonraki nesillere

aktarılmasında herhangi bir sakınca görmemiştir.

İslam tarihine, yazdığı eserde, bir nevi yan bir pasaj açarak kısaca değinme

alışkanlığının sadece İbn-i Miskeveyh’te bulunmadığını kendisinden önce yaşamış

olan bir başka İranlı tarihçi olan Ebu Ahmed Davud ed-Dineverî’nin (ö.282/895) “el-

Ahbaru’t-Tıval” isimli eserine baktığımızda anlayabiliriz: Dineveri, yazmış olduğu

bu eserde dünya tarihini insanlığın başlangıcından itibaren ele almış ve olayları da

hep İran’ı merkeze alarak anlatmıştır. Hz. Peygamber’in hayatı ile ilgili konuya

108 Ekalim-i Seb’a: Dünyanın ayrıldığı yedi kıta manasına gelen bir tabirdir. Eskiler bu kısımların her birinde çeşitli iklimler farz ederlerdi. Geniş bilgi için bkz. Mu’cemu’l-Buldan, c.I, s. 24-34. 109 İbn-i Miskeveyh, Tecaribu’l-Umem, c.I, s.7-8

41

gelince yazar, İran meliklerinden Anu Şirvan’ın dönemini anlattığı konu başlığının

altında Hz. Peygamberin hayatına kısaca değinmiştir. Bütün söyledikleri şunlardan

ibarettir: “Rasulullah (s.a.v) Anuşirvan’ın krallığının sonlarında dünyaya geldi.

Peygamber olarak görevlendirilene kadar Mekke’de kırk yıl kaldı. Bu süre boyunca

Anu Şirvan’ın yedi sene hükümranlığı olmuştur. Ardından on dokuz sene Hürmüz b.

Kisra Anu Şirvan dönemi olmuş ve peygamber olarak görevlendirildiğinde Kisra

Ebreviz’in hükümdarlığının on altıncı senesi idi. Mekke’de nübüvvetinin on üç yılı

boyunca bulundu ve Medine’ye hicret etti. Bu sırada Ebreviz’in hükümdarlığının

yirmi dokuzuncu senesi geçmişti. Medine’de on sene kaldı ve Kisra Ebreviz’in

ölümünden sonra Rasulullah (s.a.v) vefat etti. Rasulullah’ın yaşı altmış üç idi.”110

İbn-i Miskeveyh, hicri üç yüz kırk tarihinden itibaren kendi müşahedelerine

veya kendisinin çok güvendiği kişilerin birinci dereceden tanıklıklarına dayanan

anlatımlara başvuruyor.

Yazar gerek kaynaklardan almış olduğu gerekse kendi müşahedelerine

dayanan tarihi olayları naklettikten sonra kendi görüşünü konuya ilave ediyor ve bazı

açımlamalar yapıyor. Bu görüşlerin kendisine ait olduğunu belirtmek için. “ve

diyorum ki”111, “ben işittim”112, “bizce doğrulandı”113 veya “bu kitabın sahibi Üstaz

Ebu Ali Ahmed b. Muhammed Miskeveyh diyor ki”114 gibi ifadelere başvuruyor.

Olayları anlattıktan sonra da bu olayların meydana gelmesine neyin sebep olduğunu

belirtmek için ,“bunun meydana gelmesinin sebebi”115, “bu olay hakkındaki

haberlerin zikri”116, “durumun izahı”117 gibi ifadeler kullanıyor.

110 Ebu Ahmed ed-Dineveri, el-Ahbaru’t-Tıval, Tahk:Abdulmun’im Amir, Kahire 1960, s.74 111 İbn-i Miskeveyh, Tecaribu’l-Umem, c.I, s.7 112 a.g.e., c.VI, s.84 113 a.g.e., c.V, s.187 114 a.g.e., c.VI, s.136 115 a.g.e., c.II, s.287,288 116 a.g.e., c.V, s.280 117 a.g.e., c.II, s.538

42

Olayların hangi yıllarda geçtiğini “... yılına girdik”, “bu sene meydana gelen

olaylar” diyerek belirtiyor ve vakaları sırasıyla bir tarih düzeni içerisinde ele alıyor.

Bir yıl içerisinde birden fazla vakıa ele alınacaksa ve araya da izahatlar girmişse yeni

vakıa ele alınırken “fîha” (bu yılda) denerek o olayın zikredilen yıl içerisinde

meydana geldiği bildiriliyor.118 Bazı tarihlerse,“ İbnu’l-Amid, 360 yılının Safer

ayının altıncı günü Perşembe gecesi vefat etti”119, “Mühellebi Şaban’ın yirmi

yedisinde Cumartesi günü Zevata’da vefat etti. Allah ona rahmet etsin”120 şeklinde

ifadelerle gününe gün veriliyor.

Yazar bazı vakaların anlatımına ara veriyor ve daha sonra tekrar konunun

anlatımına başka bir yerde devam ediyor ama tabi ki bunları yaparken olayların

zamanlarla olan ilişkisini ortadan kaldırmıyor ve zaman silsilesini bozmuyor “konu

hakkında ilerde tekrar bahsedeceğiz inşallah”121, “ona tekrar döneceğiz”122 diyor.

Bazen de yeni bildirdiği bir haberle önceden bildirdiği haber arasında bağlantı

kuruyor, “şu olaya geri dönüyoruz”123, “daha önce zikretmiştik”124, “demiştik”125

gibi ifadeler kullanıyor.

Kitabına almış olduğu bir olayı kimden dinlediğini veya aldığını belirterek, “

Ebu Zekeriyya Yahya b. Said es-Susi hikaye etti126, Hişam b. Muhammed’in

dediğine göre”127 şeklinde başlayarak olayları anlatıyor. Bazen de belirsiz kişileri

118 İbn-i Miskeveyh, Tecaribu’l-Umem, c.V, s.205 119 a.g.e., c.VI, s.181 120 a.g.e., c.VI, s.198 121 a.g.e., c.VI, s.181 122 a.g.e., c.V, s.110 123 a.g.e., c.V, s.14 124 a.g.e., c.IV, s.1 125 a.g.e., c.VI, s.292 126 a.g.e., c.VI, s. 1 127 a.g.e, c. II, s.550

43

zikrederek, “falanın dediğine göre” , “falanın zikrettiğine göre”128 diyerek vakaları

naklediyor.

Bu metoda ve olayların anlatılış tarzına örnek vermek gerekirse:

Muktedir Billah’ın Halifeliği (h.295)129

Mu’tezid Billah’ın oğlu Cafer’e 13 yaşındayken biat edildi. Künyesi Ebu’l-

Fazl’dır.

Bu hususta cereyan eden vakalar:

Müktefi’nin hastalığı ağırlaşınca vezir Abbas b. Hasan hilafeti kime tevdi

edeceğini düşündü fakat kararlaştıramadı. Divan işlerini yapan eden dört kişiden

yani; Abdullah Muhammed b. Davut İbn el-Cerrah, Ebu’l-Hasan Muhammet b.

Abdun, Ebu’l-Hasan b. el-Furat ve Ebu’l-Hasan Ali b. İsa’dan biri vezirle beraber

onun evinden ata binerek sultan sarayına birlikte giderdi. O gün Muhammed b.

Davut vezirle birlikte atlara binip gittiler. Yolda giderken vezir onunla istişare etti.

Muhammed b. Davut, Ebu’l-Abbas Abdullah b. el-Mu’tez’i tavsiye etti ve onu övdü.

Ertesi gün vezirle beraber Ebu’l-Hasan Ali b. Muhammet b. el-Furat atına bindi ve

vezir ona da danıştı, lakin İbnu’l-Furat vezire şöyle dedi:Bu konuda benimle

müşavere etmek adete uygun değildir. Beni affet, benimle ancak memurlar hakkında

müşavere edilir. Bunun üzerine Abbas b. Hasan kızdı ve “bu, fikir beyan etmekten

açıktan açığa kaçınmadır. Yoksa kimin uygun olduğunu bilmez değilsin” dedi ve

ısrar etti. Bunun üzerine İbnu’l-Furat vezire “eğer vezirim belli bir kişide karar

kılarsa Allah’tan hatır dilesin ve kararını uygulasın” dedi. İbnu’l-Furat şöyle diyor:

“Vezir benim Mu’tez’in oğlunu kastettiğimi zannetti. Zira onun hakkında haber

yayılmıştı. Bunun üzerine vezir bana ‘samimi bir şekilde fikir beyan etmeni

istiyorum’ dedi. Buna karşı vezire şöyle dedim: Vezir benden bunu istiyorsa benim 128 İbn-i Miskeveyh, Tecaribu’l-Umem, c.VI, s.181 129 a.g.e., c.V, s.56

44

diyeceğim şudur: Allah’tan kork, bu işe ötekinin berikinin yurdunu, bahçesini,

cariyesini, çiftliğini, atını bilen ve ahalinin arasına giren, iş bilen tecrübeli ve

halkının kâr-zararını bilen kimseyi tayin etme”

İbnu’l-Furat dedi ki: “Vezir bu sözü bana birkaç kere tekrar ettirdi. Sonra

‘pekalâ kimi uygun görüyorsun?’ dedi. Mu’tezid’in oğlu Cafer’i dedim. ‘ne

yapıyorsun Cafer çocuktur’ dedi. Sabidir fakat Mu’tezid’in oğludur. Bu makama

neden emir ve nehyeden, bize ait olan işleri bilen, doğrudan doğruya devleti idare

eden, kendisini bağımsız gören birisine teslim ediyorsun, niçin tedbiri senin eline

bırakacak birisine teslim etmiyorsun?” dedim. Sonra üçüncü gün Ebu’l-Hasan Ali b.

İsa ile istişare etti ve bir isim söyletmek için çok uğraştı. Fakat Ali b. İsa hiç isim

söylemedi ve “ben kimseyi tavsiye edemem. Fakat Allah’tan korkmalısın ve dini göz

önünde bulundurmalısın” dedi. Abbas b. Hasan, Ebu’l-Hasan İbnu’l-Furat’ın fikrini

benimsedi.130 Hem de bu fikir, Müktefi’nin, kardeşi Cafer’i hilafete tayin

hususundaki ahdine de uygundu. Zilkadenin on ikisinde Cumartesi günü akşamı

Müktefi vefat edince vezir Abbas, Cafer’i yaşı küçük olduğu için istemeyerek halife

olarak atadı...

Cafer’in tayini tamamlandı ve Muktedir Billah diye lâkaplandı.

296 senesi girdi

Bu sene Abdullah b. el-Mu’tez (13. Halife el-M’tez’in oğlu) fitnesi

meydana geldi. Bu fitnenin keyfiyeti: Muktedir Billah’ı hilafetten azledip yerine

Abdullah b. el- Mu’tez’i geçirme tedbiri Muhammed b. Davut b. el-Cerrah ile

Hüseyin b. Hamdan tarafından icra edildi. Bu işe kumandanlardan, kâtiplerden ve

kadılardan bir cemaat iştirak etti. Bir gün Abbas b. el-Hasan Bustanu’l-verd diye

bilinen bahçesine gitmek için ata bindiğinde Hüseyin b. Hamedan onun yolunu kesti

130 İbn-i Miskeveyh, Tecaribu’l-Umem, c.V, s.57

45

ve kılıçla üzerine hücum ederek onu öldürdü...131 daha sonra Abdullah b. el-Mu’tez

elde edildi ve isyan bastırıldı.132

315 senesi

İbn-i Ebi’s-Sâc’ın Karmati ile olan vakası, düşmanı hor görüp ihtiyatı ihmal

ettiği için esir edilmesi, esir edildikten sonra başına gelen vakalar ve nihayet

katledilmesi. 133

317 senesi

Muktedir Billah’ın azli ve Kahirbillah’ın Hilafet makamına getirilmesi...134

318 senesi

Bu sene hassa piyadesi mahv ve helak oldu. Helak olmalarının sebebi

Hassa piyadesinin her işe burun sokmaları haddini aştı. “İktidardan

indirildikten sonra Muktedir’in hilafet merkezine tekrar getirilmesini biz sağladık”

diye küstahlık etmeye ve bu konuda aşırıya gitmeye başladılar. Masrafları ağırlaştı,

masrafları arttıkça istekleri arttı, gürültüleri çoğaldı, tecavüz sataşmaları ileri

derecelere vardı. Bunların aylıkları 130 000 altına kadar ulaşıyordu. Tesadüf olarak o

sırada süvariler de bayrak açtılar ve erzak talep ettiler. Piyadeler bunlarla çatıştı ve

bir çok adam öldürdüler. Sultan, mal piyadelere harcanıyor diye süvarilere karşı

mazeret beyan etti. Bunun üzerine süvariler piyadelerle çatışmaya girip onları

sultanın sarayından kovdular. Sonra Muhammed b. Yakut atına bindi piyadelerin

Bağdat’ta oturmamalarını ilan etti...

321 senesi

Ali b. Büveyh’in valiliğini yerine getiren sebep ve kalanlarının vazifeleri

başına varmadan azledilmeleri. 131 İbn-i Miskeveyh, Tecaribu’l-Umem, c.V, s.60 132 a.g.e, c.V, s.288 133 a.g.e, c.V, s.315 134 a.g.e, c.V, s.317

46

Ali b. Büveyh’in yükselmesine ve eriştiği dereceye çıkmasına sebep, tabii

olan cömertliği ve kalbinin genişliğidir. Bu büyük ahlâka bundan daha yüce bir ahlâk

eklenmişti ki o da onda bulunan tam şecaattir. Bütün bunlara bir takım güzel

tesadüfler ve uğurlu talih de eklendi. Ahitnamesini aldı ve Rey’e vardı. Ve böylece

padişahlığının ve iktidarının ilk basamağı olan valiliği elde etti. Halbuki Ali b.

Büveyh’le birlikte bir çok komutan da Rey için ahitnamelerini alarak yola

çıkmışlardı ama hepsi göreve başlayamadan azledilmişlerdi... Bu işler için Allah’ın

kaza ve kaderinden sonra Ali b. Büveyh’in cömertliğinden ve kalbinin genişliğinden

başka bir sebep bilinmiyor.135

324 senesi

Ebu’l-Hüseyin Ahmet b. Büveyh’in başına gelen vaka cereyan etti.

Hıyanetin ve ahdi bozmanın akıbeti.

Ebu’l-Hüseyin Ahmet b. Büveyh gençliğinden ve tecrübesizliğinden dolayı

katibine uydu. Dinin ve mürvetin icab ettiği şeyden ayrıldı. Askerinin şanlı olanlarını

topladı ve isyan etti... Ali b. Büveyh ihtiyatı elden bırakmadı askerlerini öldürdü ve

Ahmet b. Büveyh’i esir etti.

Verdiğimiz örneklerden de anlaşılacağı üzere İbn-i Miskeveyh ilk önce seneyi

zikrettikten sonra o yılda ne tür olaylar meydana gelmişse onları söylüyor. Ve

ardından da bu olayların meydana geliş nedenlerini veya sonuçlarını anlatıyor. Bazı

anlatımlar çok uzun ve ayrıntılı yapılmıştır.

135 İbn-i Miskeveyh, Tecaribu’l-Umem, c.V, s. 436

47

C-İBN-İ MİSKEVEYH’İN YARARLANDIĞI KAYNAKLAR

İbn-i Miskeveyh’in yararlandığı kaynakları iki ana grup olarak

değerlendirebiliriz: Birinci grup devlet yönetiminde yer alan ve İbn-i Miskeveyh’in

yanlarında Hâzinu’l-Kütüb olarak da çalışmış olduğu vezirler olan Ebu Muhammed

el-Mühellebi ile Ebu’l-Fazl İbnu’l-Amid’dir. Yazar onlardan faydalandığını şu

ifadelerle belirtiyor: “Bu eserin müellifi Ebu Ali Ahmet b. Miskeveyh şöyle diyor:

Bu seneden itibaren anlatacaklarımın ekserisi gözlemlerime veya haberleri benim

nezdimde kendi gözlemim değerinde olan kimselerin haberlerine dayanmaktadır.

Mesela, el-Üstaz er-Reisu’l-Fazl Muhammed el-Hüseyin el-Amid (r.a)’in bana

vermiş olduğu haberler güvenilirlilik açısından kendi gözlemimden aşağı değildir.

Ayrıca güvenirliliği şüphe götürmeyen Muhammed Mühellebi Rahimehullah bana

haber verdi.”136 Bu iki vezir İbn-i Miskeveyh’i ilmi konularda kendisini geliştirmesi

için teşvik etmişler , ona her türlü desteği ve imkanı sunmuşlardır.137

Yazarın ilk defa devlet ricali arasına girmesini sağlayan Muizzuddevle-i

Deylemi’nin veziri Ebu Muhammed Mühellebi’dir (ö.963). Dolayısıyla İbn-i

Miskeveyh’in ona karşı büyük güven duygusu beslemesi doğal karşılanabilir. Yazar,

vezirin kendisine verdiği bilgileri kitabına aldığını söylemektedir, “Ebu Muhammed

el-Mühellebi (r.a) kendi zamanında meydana gelen olayların çoğunu bana beraber

bulunduğumuz meclislerde uzunca yaptığımız sohbetler sırasında haber verdi.”138

İbn-i Miskeveyh kendisini saraya alıp Hazinu’l-Kütüb yapan vezirden övgüyle

136 İbn-i Miskeveyh, Tecaribu’l-Umem, c.VI, s.136 137 M. S. Khan, “The Personal Evidence in Miskawaih’s Contemporary History”, The İslamic Quarterly, c. XI/1-2, London 1967, s.50; a.mlf., “The Eye –Witness Reporters of Miskawaih’s Contemporary History”, İslamic Culture, c.XXXVIII/IV,s.296 138 İbn-i Miskeveyh, a.g.e., c. V, s.238

48

bahsetmektedir. Onu şu şekilde anlatıyor: “Mühellebi maksadını güzel ifade eder,

mal tahsil etme yollarını bilir, cömert, cesur ve edebi bir lisana sahip olup fasih bir

şekilde Arapça konuşurdu. Yazıcılık sanatının yok olmuş olan adetlerinden bir

çoğunu tekrar diriltti. Harabe olmuş yerleri tekrar imar etti. Para geliri elde etmek

için yerinde bir çok kaynaklar buldu. Bu suretle güzel işler yaptı. Bunun haricinde

edebiyat ve ilim erbabına önem verdi ve onların adları silinmeye ve unutulmaya yüz

tutmuş olanlarını tekrar ortaya çıkardı. Halkı bu konuda çalışma yapmaları için

teşvik etti.”139 İbn-i Miskeveyh ondan naklettiği haberlerin çoğunda onunla birlikte

yer almıştır. Yani aynı zamanda kendisi de gözlemlemiştir: “Yine bu sene de

Muizzuddevle, Ebu Ali el-Hazin’i Ebu Mihled’i, divan sahibi Ebu’l-Ferec İbn’ul-

Abbas’ı, Ebu’l-Fazl el-Abbas el-Hüseyin eş-Şivazi’yi ve Divanu’l-Ceyş sahibi Ebu

Sehl Dizevey’i tutukladı ve bunları Vezir Mühellebi’nin konağına götürüp ona teslim

etti… Vezirin bunlarla olan tartışmasında ben de yanlarındaydım”140

İbn-i Miskeveyh’in yararlandığı ikinci vezir, Rüknüddevle’nin veziri Ebu’l-

Fazl İbnu’l-Amid’dir. Yazar vezirin kütüphanecisi ve defterdarı olarak ona yedi yıl

hizmet etti.141 Vezir de aynı zamanda bir ilim adamıydı ve kütüphanesi çok genişti.

Miskeveyh hem kütüphaneden hem de vezirden bir çok konuda faydalanmıştır. İbn-i

Miskeveyh eserinde onun da Vezir Mühellebi gibi ilmi ve ahlaki güzelliklerinden

övgüyle bahsetmektedir.142 Hatta övgüsünde abartıya kaçtığını düşünenlere de

eserinde şu şekilde seslenmektedir: “Olabilir ki reisi görmemiş ve kitabımızın bu

faslını okumamış bazı kimseler, bizim onun hakkında ölçüsüz şehadette

bulunduğumuzu ve sahip olduğu ilim ve faziletinden fazlasını iddia ettiğimizi

zannederler. Bizi doğru söyleten ve ancak doğruyu söylememiz için bizden söz alan 139 İbn-i Miskeveyh, Tecaribu’l-Umem, c.VI, s.125-126 140 a.g.e., c.VI,s.185-186 141 Abdurrahman Badavi,Quelques Figures et Thémes de la Philosophie Islamique, s.137 142 İbn-i Miskeveyh, a.g.e., c.VI, s.275

49

Allah’a yemin ederim ki öyle değildir.” İbn-i Miskeveyh bu ifadesiyle övgü

konusunda kendisine gelebilecek eleştirilerden kurtulmak istemiştir. Özellikle 323 ile

355 yılları arasında geçen olayların anlatımında İbnu’l-Amid, yazar tarafından

kaynak olarak alınmıştır.143 Yazar İbnu’l-Amid’den naklettiği bir olayı şu şekilde

anlatıyor: “Ebu’l-Fazl İbnu’l-Amid şöyle anlatıyor: Ben ve Rüknüddevle askerlerle

beraber o kadar darlık, erzaksızlık ve yemsizlikle (hayvanlar için) karşı karşıya

kaldık ki benzeri görülmemiştir. Çevremizi Kürtler kuşatmıştı ve kimse karargahtan

dışarı çıkamıyordu. Gerek erzakı gerekse hayvanlar için yemi ancak Kürtler’den

satın alma yoluyla elde edebiliyorduk. Kürtler, daracık torba ve herhangi bir kapla un

getirip istedikleri fiyatlarla bize satıyorlardı. Alıp da içini boşalttığımızda ancak

kabın üstünde görülen kısmın un olduğunu kalanınınsa toprak olduğunu görürdük.

Üstte olan az miktardaki un da toprağa karışmış olduğundan hiçbir işe yaramazdı.

Arpa ve buğday konusunda da böyle yaparlardı. Bunların bunun gibi pek çok hileleri

vardı”144

Yazarın yararlanmış olduğu Vezir Mühellebi ve Vezir İbnu’l-Amid, devlette

üst düzeyde göreve sahip kimselerdir ve dolayısıyla siyasi kişiliğe sahiptirler. İbn-i

Miskeveyh’in, onlarla olan samimiyetinden kaynaklanan bir güven duygusuyla

hareket ettiği ve onlardan almış olduğu haberleri bu duygu ve düşüncelerle naklettiği

dikkate alınırsa bu anlatımlara objektif tarihçilik açısından dikkatle ve şüpheyle

yaklaşmak gerekmektedir. Çünkü genelde İslam coğrafyasındaki tarihçiler özellikle

saray eşrafından olan kimselere uzak durmuşlardır. İslam düşünce tarihine bir

bakılırsa ilim adamlarının ileri gelenlerinin bunu bir prensip haline getirdikleri

görülür. Hatta İslam fıkıhçılarının kendilerine verilmek istenen kadılık görevlerini

reddettikleri ve bunun yüzünden işkenceye uğradıkları bilinen bir gerçektir. 143 Meliha Rahmetullah, “el-Müerrihu İbn-i Miskeveyh”, Müerrihu’l-Arab,c.XL, Bağdat 1989, s.194 144 İbn-i Miskeveyh, Tecaribu’l-Umem, c.VI, s.140-141

50

İbn-i Miskeveyh’in saraya yakın duruşu kaçınılmaz bir şekilde eserine politik

bir renk katmıştır.145 İbn-i Miskeveyh’in Tecaribu’l-Umem’in yazılmasında

başvurduğu ikinci grup kaynaklar ise, eserlerini okumuş olduğu Taberi ve Sabit b.

Sinan’dır. 146

Yazar, eserinin büyük bir bölümünde Taberi’nin Tarihu’r-Rusul ve’l-

Mülûk’ünden faydalanmıştır. Taberi’nin tarihini hicri 37-302 tarihleri arasında

geçen vakaların anlatımında periyodik olarak kullanmıştır. Muktedirbillah’ın

saltanatından itibaren 295/908-340/952’ye kadar ki kısımda ise Sabit b. Sinan’ın şu

anda mevcut olmayan et-Tarih’inden faydalanmıştır.

İbn-i Miskeveyh’in eserindeki bilgilerle Taberi ve Sabit b. Sinan’ın

aktardıklarını karşılaştırırsak arada büyük bir benzerlik olduğunu görürüz. Hatta

bilgilerin birbirleriyle olan benzerliğinden yola çıkarak nerdeyse tamamen bu

kaynaklardan aktarılmıştır bile diyebiliriz. Yazar, bu eserlerden haberleri naklettikten

sonra kendisi olayların meydana geliş sebebini açıklama yoluna gitmiştir.

Vereceğimiz karşılaştırmalı metinlerden de anlaşılacağı üzere İbn-i Miskeveyh,

Taberi’den bolca faydalanmıştır ama bu bilgileri ondan aldığını belirtmemiştir.

Ayrıca Taberi’den yaptığı alıntılarda, bazen Taberi’nin kaynak belirterek aktarmış

olayları kendisi kaynak belirtmeden direk almıştır.147

Tecaribu’l-Umem’de dikkat çeken bir başka özellik, yazarın hicri üç yüz kırk

tarihinden itibaren aktardıklarının kendi duyum ve gözlemleri olduğunu belirtmesine

rağmen hicri 351 yılına ait kendisinin naklettiği bir olayın anlatımının Zehebi’nin

145 Tarif Khalidi, Arabic Historical Thought in The Classical Period, New York 1994,s.171; Badruddin Bhat, “Miskawaih as an Historian”, The İslamic Quarterly, c.XXXIII/2, London 1989, s.134 146 M. S. Khan, “The Use of Letters and Documents in The Contemporary History of Miskawaih”, The İslamic Quarterly, c.XIV/1, London 1970, s.45 147 bkz.153.ve 155. dipnotlu metinler.

51

“Tarihu’l-İslam” isimli kitabında Sabit b. Sinan kaynak gösterilerek anlatılması ve

iki metin arasında anlatım yönüyle büyük benzerlik arz etmesidir.148

148 bkz.157. ve 158. dipnotlu metinler.

52

TABERİ

هل لك فى امر: لمعاويةقال ا ●

اعرضه عليك ال يزيدنا اجتماعا و ال

عمرو بن (قال. يزيدهم اال فرقة؟ قال نعم

نرفع المصاحف ثم نقول ما فيها ) العاص

فإن ابى بعضهم ان . حكم بيننا و بينكم

بلى نقبل ما : يقبلها وجدت فيهم من يقول

فيها رفعنا هذاالقتال عنا و هذه الحرب

فرفعوا المصاحف . حينالى اجل او الى

هذا آتاب اهللا عز و : بالرماح و قالو

149...جل

● ذآر الخبر عما آان فيها من االحداث

فمن ذلك وفات سليمان بن عبدالملك،

توفى فيما حدثت عن حشام، عن ابى

رض قنسرين يوم مخنف بدابق من ا

الجمعة لعشر ليال بقين من صفر، فكانت

واليته سنتين ثمانية اشهر اال خمسة

150...ايام

149 Taberi, Tarihu’l-Umem ve’l-Muluk, c.V, s.48 150 a.g.e, c.VI, s.546

İBN-İ MİSKEVEYH

قال نرفع):عمرو بن العاص( قال ●

رماح ثم نقول ما فيها المصاحف على ال

فإن ابى بعضهم اال قال . بينكمو حكم بيننا

ال نقاتل حتى ننظر : وجدت فيهم من يقول:

قالوا مالحكم القران فتقع بينهم الفرقة وان

را فعنا هذه باجمعهم نقبل حكم القران

151الحرب و دافعناه الى اجل

● يوموفيها توفى سليمان بن عبدالملك،

فكان ،ن من صفرالجمعة لعشر مضي

152...خالفته سنتين و سبعة اشهر

151 İbn-i Miskeveyh, Tecaribu’l-Umem, c.II, s.8 152 a.g.e, c.II, s.550

53

و فيها ولى يزيد بن عبدالملك بن ●

مروان و آنيته ابو جالد وهو ابن تسع و

. عشرين سنة فى قول هشام بن محمد

و فى هذه اسنة قتل : قال ابو جعفر

153...شوذب الخارجى

فمن ذالك ما آان من قدوم رسول ●

عمرو بن الليث الصفار براس رافع بن

هرثمة فى يوم الخميس الربع خلون من

المحرم على المعتضد فامر بنصبه فى

المجالس بالجانب الشرقى الى اظهر ثم

تحويله الى الجانب الغربى و نصبه

هنالك الى الليل ثم رده الى دار السلطان

خلع على الرسول وقت وصوله الى و

154...المعتضد بالراس

153Taberi, Tarihu’l-Umem ve’l-Muluk, c.VI, s.574 154 a.g.e, c.X, s.51

و فيها ولى يزيد عبدالملك الجالفة و ●

آنيته ابو جالد وهو ابن تسع و عشرين سنة

و فيها قتل شوذب . فى قول هشام بن محمد

155...الخارجى

و فيها قدم رسول عمرو بن الليث ●

الصفار براس رافع بن هرثمة فى المحرم

فامر المعتضد برفعه و نصبه فى الجانب

الشرقى الى اظهر ثم تحويله الى الجانب

الغربى الى الليل ثم رده الى دار

156...السلطان

155 İbn-i Miskeveyh, Tecaribu’l-Umem, c.II, s.550 156 a.g.e, c.V, s.2

54

فمن ذالك ما آان من توجيه محمد بن ●

ج ابنه المعروف بابى المسافر ابى السا

الى بغداد رهينة بما ضمن للسلطان من

الطاعة والمناصحة فقدم فيما ذآر يوم

الثالثاء لسبع خلون منالمحرم منها معه

هدايا من الدواب والمتاع وغير ذالك

157...والمعتضد يومإذ غاءب عن بغداد

157 Taberi, Tarihu’l-Umem ve’l-Muluk, c.X, s.56

● فيها وجه محمد بن ابى الساج ابنهو

المعروف بابى المسافر الى بغداد رهينة

بما ضمن له من الطاعة والمناصحة فقدم

في المحرم منها معه هدايا والمعتضد

158...غاءب

158 İbn-i Miskeveyh, Tecaribu’l-Umem, c.V, s.6

55

SABİT b. SİNAN

و دجلت الروم: ن سنانقال ثابت ب ●

عين زربة مع الدمستق فى ماءة وستين

الفا و هى فى سفح جبل مطل عليها،

فصعد بعض جيشه الجبل، و نزل هو

على بابها، واجذوا فى نقب الصور،

فطلبوا االمان، فامنهم، و فتحوا له،

فدخلها و قدم جيشا منهم، و نادا بان

. يخرج جميع من فى البلد الى الجامع

- و آانو ستين الفا-لما اصبح بث رجالهف

فكل من وجوه فى منزله قتلوه، فقتلوا

عالما ال يحصى ، و اخذوا جميع ما آان

و آان من جمله ما اخذوا اربعون . فيها

من - لعنه اهللا–و قطع . الف رمح

حوالى البلد اربعين الف نخلة، و هدم

من آان فى : و نادى. البيوت و احرقها

ذهب حيث شاء، و من امسى الجامع فلي

فيه قتل، فازدحم الناس فى ابوابه، و

جماعة ومرا على وجوههم حفاة مات

عراة ال يدرون اين يذهبون، فماتوا فى

الطرقات جوعا و عطشا، واخرب

السور والجامع، و هدم حولها اربعة و

خمسين حصنا، اخذ

İBN-İ MİSKEVEYH

●و فيها ورد الروم عين زربة فى ماءة

وستين الفا و هى فى سفح جبل والجبل

مطل عليها فلما جاءه الدمستق فى هذا

الجمع العظيم انفذ جيشه الجبل و نزل هو

على بابها و انه قد اجذ فى نقب السور

طلبوا منه االمان فامنهم و فتحوا له باب

المدينة فدخلها قدم على اعطاءهم االمان

يخرج اول الليل بان فنادى فى البلد من

جميع اهله الى المسجد الجامع فلما اصبح

انفذ رجالته فى المدينة وآانوا ستين الف

رجل وآل من وجدوه فى منزله قتلوه

فقتلوا عالما من الرجال و امر بجمع ما فى

البلد من السالح فجمع اربعون الف رمح

من النحل فقطع نحو و قطع ما فى البلد

من حصل فى فى خمسين الف نخلة و نادى

ن المسجد الجامع من الناس بان يخرجوا ع

حيثالبلدالى

شاءوا وان من امسى ولم يخرج قتل

فخرج الناس مبادرين و تزاحموا فى

االبواب فمات بالضغط جماعة منالرجال

والنساء والصبيان ومروا على وجوههم

حفاة عراة

56

انتهى . ملة و منها بالسيفمنها باالمان ج

159...قول ثابت

159 Zehebi, Tarihu’l-İslam ve Vefayatu’l-Meşahiri ve’l-Alam, tahk: Ömer Abdusselam Tedmuri, 351-380 h., Beyrut 1989,s.8

ال يدرون الى اين يتوجهون فماتوا فى

الطرقات و من وجد فى المدينة اخر النهار

قتل واخذ آل ما خلفه الناس من امتعتهم و

اموالهم و هدم السوران اللذان علىالمدينة

و هدمت المنازل و بقى الدمستق مقيما فى

ن االسالم واحد و عشرون يوما و فتح بلدا

حول عين زربة اربعة و خمسين حصنا

منها اخذ منها بالسيف و منها

160...باالمان

160 İbn-i Miskeveyh, Tecaribu’l-Umem, c.VI, s.251-252

57

II-İBN-İ MİSKEVEYH’İN TARİH ANLAYIŞI

İbn-i Miskeveyh’in tarih anlayışını iyi anlayabilmek için onun düşünce

yapısına göz atmamız gerekmektedir. İbn-i Miskeveyh, Tecaribu’l-Umem gibi

değerli bir tarih kitabı yazmış olmakla birlikte daha çok bir ahlak filozofu olarak

bilinir. Yazmış olduğu “Tehzibu’l-Ahlak ve Tathiru’l-Arak” isimli eser, ahlak

felsefesi alanında yazılmış olan ilk sistematik eser olarak kabul edilir. Bu esere

baktığımızda yazarın varlık anlayışının ve ahlak öğretisinin ana temalarını

görebiliriz.

İbn-i Miskeveyh, kozmik varlık alanında tekamüle dayalı bir hiyerarşinin

mevcut olduğunu ve bu tekamül meydana gelirken oluşan varlık mertebelerinin,

birbirleriyle zincirin halkaları gibi geçiş ufuklarıyla bağlı olduklarını düşünüyor. Bu

tekamül cansız ve şekilsiz varlıklardan başlamaktadır, bunlar üreme duygusundan

yoksundurlar. Ardından şekilli fakat tohumsuz olan canlı bitkiler gelir. Sonra üreme,

neslini ve yavrusunu koruma, büyütme, acıyarak yuvasında barındırma ve üstünü

örtme duygusuna sahip olan hayvanlar gelir. Bu hayvanlarda kendi içlerinde

derecelenirler . Hayvanların en üstün dereceli olanları eğitilmeksizin insanı taklit

edebilen maymunlardır. Maymun, insana bakarak ve onun yaptığını yaparak, insanı

yormaksızın ve onun eğitmesine gerek duymaksızın, kendi kendini zekasıyla

eğitebilir. Burası hayvan ufkunun sonudur. Eğer o, bu sınırı geçer birazcık ilerlerse,

kendi ufkundan çıkar ve insan ufkuna girmiş olur. İnsan derecesine ulaşan varlık

bilgilere yönelir ve arzu duyar. İnsan Allah vergisi olan bu özelliklerini geliştirerek

yükselip ilerler ve kendi ufkunun sonuna varır. Kendi ufkunun sonunda melekler

58

ufkunun başıyla karşılaşır. İşte burası en üstün insan mertebesidir. Burada varlıklar

birleşir ve onların başı sonuna kavuşur.161

Filozof bu tekamül nazariyesini aslında Nübüvvet meselesini kendi felsefi

düşüncesine göre açıklamak için ortaya koyuyor. İbn-i Miskeveyh’in kozmik varlık

anlayışına dikkatlice baktığımızda bir döngüselliğin var olduğunu görürüz. Aynı

özellik kendisinin etkisi altında olduğu Farabi’de de vardır.162 Yazarın kozmik varlık

anlayışı ve ahlak öğretisi tarih anlayışına da yansımıştır. Bunları sırasıyla ele almaya

çalışacağız.

Tecaribu’l-Umem’in önsözüne bakarsak, İbn-i Miskeveyh’in tarih anlayışının

ana temalarını görmüş oluruz. Yazar, eserini yazmaya başlamadan önce kendi

dönemine kadar yazılmış olan ve kendisinin ulaşabildiği çoğu eseri okuduğunu ve bu

eserleri derinlemesine tetkik ederek bazı sonuçlar elde ettiğini söylüyor:

“Ümmetlerin haberlerini, meliklerin hayatlarını, şehirlerin haberlerini,tarih

kitaplarını derinlemesine okudum. Orada olaylarda aynısının tekrar etmeyeceği

kendisinden faydalanılacak tecrübeler buldum. Onların, aynen olmasa bile şeklen

meydana gelmesi beklenebilir. Örneğin, devletlerin başlangıcı, kral(lık)ların büyüyüp

gelişmesi, sonra refah içerisine girmesi, ardından bu durumun bir savurganlık haline

gelmesi, ardından bu durumun izmihlal ve zevali getirmesinin kaçınılmaz olmasını

gördüm.” 163

İbn-i Miskeveyh, yapmış olduğu tetkikler neticesinde tarihsel olaylar

arasında bir benzerlik keşfediyor. Tarihte meydana gelen olaylar mahiyet itibariyle

birbirinin benzeri olmasa bile şekil itibariyle birbirlerine benzemektedirler. Yani,

tarihte bazı sebeplere bağlı olan bir çeşit döngüsellik vardır. Yazar, buna devletlerin

161 İbn-i Miskeveyh, Tehzibu’l-Ahlak, s.,68 162 Farabi, el-Medinetü’l-Fazıla, çev. Nafiz Danışman, İstanbul 1956, s.22 163 İbn-i Miskeveyh, Tecaribu’l-Umem, c. I, s.1

59

kuruluş ve yıkılışlarındaki ortak noktaları zikrederek örnek veriyor. Devletler ilk

önce kurulurlar sonra büyüyüp gelişirler ardından refah dönemi gelir. Bu refah

dönemindeki yaşayış şekilleri zamanla savurganlığa dönüşür ve bu durum da

zamanla yıkılışı beraberinde getirir.

İbn-i Miskeveyh tarafından devletlerin canlı bir organizma gibi doğup

büyüdüklerinin ve sonra da öldüklerinin söylenmesi çok dikkat çekici bir durumdur

ve aynı zamanda bu düşünce kendisinin tekamül nazariyesindeki varlık dairesinin

izlerini de taşır. Bir başka dikkat çekici nokta tarihte buna benzer görüşlerin çok

sonraları ortaya atılması ve bu fikirlerin babalarının onlar olarak kabul edilmesidir.

İslam dünyasında İbn-i Haldun (1332-1406) tarafından batıda da on sekizinci

yüzyılda İtalyan filozof Giambattista Vico (1668-1744) tarafından dile getirilen

tarihi olayları bir organizma yapısıyla karşılaştırma ve bunların belli bir döngüsel

süreçte devinip durmaları düşüncelerinin164 esas kaynağının İbn-i Miskeveyh

olduğunu söylemek daha doğru olur.

İbn-i Haldun Mukaddime’sinde devletlerin geçirmiş olduğu aşamalarla ilgili

benzer şeyler söylemektedir. İbn-i Haldun’a göre, insanın tabii ömrü 120 yıldır, kırk

yaş olgunlaşma yaşıdır. Yani olgun bir insan kırk yılda yetişir. Öyleyse yüz yirmi

yılda üç olgun-üç batın insan yetişir. Kırk yıl içinde bir nesil yok olup gitmekte ve

düşkünlüğün ne olduğunu bilmeyen bir başka nesil yetişmektedir.

Bir devletin ömrü üç batını geçmez. Çünkü, devleti kuran ilk nesil,

bahadırlık, atılganlık, ululuk gibi özelliklerine sahiptir ve bu özelliklerini korurlar.

Kılıçlarının çalım yerleri keskin olur, bundan dolayı diğer kavimler onlardan korkar

ve onlara yenilirler. İkinci batın gelince devleti hazır olarak bulur. Refah ve huzur

164 Özlem, Tarih Felsefesi, s.31

60

içinde yaşar ve bolluğa alışır. Bu nesilde şeref bir şahısta toplanır (yani devleti bir

kavim kurar ama sonra onun başına bir kişi geçer ve yetkiyi kendi elinde toplar).

Bunun tesiriyle kalanları devleti koruma hususunda tembelleşirler. Bu nesil

başkalarına galebe çalamaz ve hakir düşer ve düşkünlüğe, boyun eğmeye alışırlar.

Fakat yine de devleti kendileri kurmasalar da hangi zorluklarla kurulduğunu

bildikleri için asabiyet ve şerefi bırakmazlar. Üçüncü batına gelince, bunlar rahat

yaşamaya alıştıkları için devletin korumasına muhtaç olurlar artık mücadele azmi

ortaya koyamazlar. Bunlar giyim kuşamlarında, atlara binmek ve güzelce süngü

kullanmak hususlarında askere benzeseler de, gerçekte bunlar atların üzerinde

kadınlardan da korkaktırlar. Düşman üzerlerine yürüdüğünde karşı koymaktan

acizdirler. Artık Allah büsbütün yıkılmasını irade edinceye kadar devlet bu hali üzere

devam eder.165 Yani anlaşılan bir devletin ömrü üç batın sürer, doğar, büyüyüp

olgunlaşır, sonra da ihtiyarlayıp çöker. Devletlerin ortalama ömürleri yüz yirmi

yıldır.

Vico’da insanoğlunun tekamülünü –evrensel olarak- üç çağa ayırır: Tanrılar

çağı, kahramanlar çağı ve insanlık çağı. Tüm bu çağlar tarihin akışı içinde kendi

dönenip dururlar. İnsanlar önce zorunluluğu tanırlar;sonra yararlıyı, hoşu, kendilerine

uygun olanı ve giderek lüksü öğrenirler; en sonunda baştan çıkarlar ve kendi tözlerini

tüketip giderler. 166

Bu görüşlerle İbn-i Miskeveyh’in bir devletin kuruluş ve yıkılışı sırasında

geçirmiş olduğu evreleri anlatırken söyledikleri arasında büyük benzerlik dikkat

çekmektedir.

165 İbn-i Haldun, Mukaddime, s.434 166 Özlem, Tarih Felsefesi, s.233

61

İbn-i Miskeveyh, Tehzibu’l-Ahlak’ında varlıkların mertebelerini anlatırken

bu varlık mertebelerinde hangi tür canlıların yer aldığını da örneklerle izah ediyor.

Örneğin, hayvan ufkunun sonu ile insan ufkunun başı arasında insandan çok az bir

farklılığı bulunan maymunlar yer almaktadır.

İnsanları da varlık silsilesinde derecelendirirken enteresan yorumlar getiriyor.

Yazar şöyle diyor :“Hayvan ufkunun sonuyla birleşen insan ufkunun ilk derecesinde,

medeni dünya dışında kuzey ve güney bölgelerinde yaşayan insanlar yer alır. Ye’cuc

ve Me’cuc ülkesinden, Türklerin ötesindekilerle, zenciler ve onlara benzeyenler çok

az bir üstünlükle maymunlardan ayrılan toplulukları meydana getirirler. Sonra

bunlarda orta bölgelere doğru gidildikçe ayırt etme ve anlama gücü gelişir. Zeka,

çabuk kavrama, ve faziletleri kabul etme özellikleri ortaya çıkar.”167

Burada dikkati çeken şey medeni dünyanın merkezine kendi yaşadığı bölgeyi

koymasıdır. Bu da tabi ki kendisinin tarihi vakaları yorumlamasına etki edecektir.

Çünkü bir filozofun bir kitabındaki yazdıklarıyla diğer kitabında yazmış oldukları

arasında mutlaka düşünce bağlamında bir bağlantı vardır ve birbirlerinden tamamen

bağımsız olmaları imkansızdır.

Bu görüşe neredeyse harfiyyen uyan bazı görüşleri İbn-i Haldun’da da

görmekteyiz. İbn-i Haldun’a göre yeryüzünün mu’tedil iklime sahip olan orta

bölgeleri gelişmiş mamur bölgelerdir. Çok soğuk olan kuzey ve çok sıcak olan

güney bölgeleri ise gelişmemiştir. Hüner ve sanatlar, güzel yapılar ve giyimler,

yiyecek maddeleri ve meyveler yeryüzünün orta bölgesinde toplanmıştır. Bu bölgede

yaşayan kişiler, tenleri, renk, çehre, ahlak ve dinleri gibi cihetlerden olan yüksek

167 İbn-i Miskeveyh, Tehzibu’l-Ahlak, s.49-50

62

özellikleri ile başka iklimlerin ahalisinden ayrılmışlardır. Peygamberler de ancak bu

iklimlerin kişileri arasından seçilerek gönderilirler.168

İtidal bölgesinden uzakta yaşayanlarsa, bunlar, her iş ve hallerinde itidalden

uzaktadırlar. Yapıları çamur ve kamıştandır. Yemekleri darı ve ottur. Kılık ve

ahlakları dilsiz hayvanların kılık ve ahlakına yakındır. Bunların din ve iman

hususlarındaki durumları da böyledir. Peygamberlik nedir bilmezler hiçbir şeriatleri

yoktur.169

İbn-i Miskeveyh’in tarih anlayışında dikkati çeken bir başka husus, onun

geçmişten intikal eden efsanevi anlatımlara ve hurafelere karşı elemeci bir yaklaşım

sergilemesidir. Yazar okumuş olduğu eserlerde bir çok efsane ve hurafe görmüştür.

Yazara göre bunlar insanın uyumak için dinleyebileceği masallardır ve kesinlikle

tarih kitaplarına alınmamalıdır . Bu düşünceyle hareket eden yazar eserine bu tür

haberleri İran tarihi ile ilgili olarak aynı hassasiyeti göstermemekle birlikte almamış

ve bir elemeye tabi tutmuştur. Bu görüşten yola çıkarak İbn-i Miskeveyh’in rasyonel

bir tarih anlayışını yakalamaya çalıştığını söyleyebiliriz.

Ayrıca İbn-i Miskeveyh, şehirlerin imarında, yöneticilerin, askerlerin

niyetlerinin ıslahında, harp hilelerinde, düşmanlara karşı hazırlanan ve sahibine geri

dönen tuzaklardaki siyaseti gördüğünü belirtiyor.170

İbn-i Miskeveyh’e göre, tarihi çok dikkatli bir şekilde okumalı, öğrenmeli ve

iyice tetkik etmeliyiz. Madem tarihteki olayların gelişimi şekil olarak birbirine

benzemektedir. Bizler de tarihi iyice inceledikten sonra bu şekilleri meydana getiren

ve olayların içinde gizli olan temel esasları tespit ederek geleceğimize yön

verebiliriz. Yazara göre vezirlerin, askeri erkanın, kendisine siyaset ve harp isnad 168 İbn-i Haldun, Mukaddime, s.194 169 a.g.e, s.195 170 İbn-i Miskeveyh, Tecaribu’l-Umem, c.I, s.2

63

edilen kişilerin işleri ve olaylar neticesinde nasıl harplerin meydana geldiği bilinirse,

elinde geçmişle ilgili böyle misaller bulunursa sonradan gelenler için geçmişin

tecrübesi kendisine örnek olur ve o tecrübeyi kendisine kılavuz yapar. Böylece

gelecekte meydana gelecek olayları tahmin edebilir ve ona göre tedbirini alır.

Dünyanın işleri müteşabihtir ve onların halleri mütenasiptir. İnsan bu örnekleri

muhafaza ederse onu tecrübe etmiş gibi olur.

Eğer bizler bu gizli prensipleri keşfedersek kazançlı çıkarız. Filozof, bu temel

prensipleri dikkate almanın önemli olduğunu belirtiyor. Kim bu geçmişin

tecrübelerini dikkate almazsa ve onları düşük görürse o zaman aynı aşamaları kendisi

de yaşamak zorunda kalır.171

Tecaribu’l-Umem’de dikkat çeken bir başka husus, peygamberlerin

mucizelerine yer verilmemesidir. Bu durumu İbn-i Miskeveyh, peygamberlerin

mucizelerinin insan tecrübesi içerisinde zikredilemeyeceğini söyleyerek açıklıyor.

Yazarın amacı insani alanda meydana gelen tecrübeleri ele almaktır. Peygamberlerin

hayatları mucizevi olduğu için onları insanların kendilerine örnek alabilmeleri

imkansızdır. Bunun için Hz. Muhammed (s.a.v)’ de dahil olmak üzere

peygamberlerin hayatı bu eserde incelenmemiştir. Sadece Hz. Peygamberin yapmış

olduğu savaşlarda insani anlamda meydana gelen tedbir ve hileleri ele almak

amacıyla Hendek savaşından itibaren peygamberin hayatını kısaca işlemiştir.172

Ancak tekamül nazariyesine inanan ve insanların peygamberliği kesbedebileceğini

kabul eden bir filozofun peygamberlerin hayatını esere almaması biraz çelişik bir

durum olarak dikkat çekmektedir.

171 İbn-i Miskeveyh, Tecaribu’l-Umem, c.I, s.3 172 a.g.e, c.I, s.136

64

Yazar saymış olduğumuz düşüncelerden yola çıkarak bu eseri kaleme

almıştır. İbn-i Miskeveyh diyor ki: “İnsanların çoğu ondan faydalansın, yöneticiler

haz alsın veya dünya işlerinde vezirler, askeri erkan, şehirlerin yöneticileri, toplumda

muteber olanlar, insan tabakasının üstündekiler kıstas alsınlar diye bu kitabı

topladım ve onu Tecaribu’l-Umem diye isimlendirdim.”173

İbn-i Miskeveyh’in eserini Nuh tufanıyla başlatmasına rağmen bu konudan

ve peygamberlerin hayatlarından hiç bahsetmemesi, başka milletleri İranlılarla olan

ilişkileri açısından ele alması, kitabını İran’ın ilk kralının Uşhanc olduğunu

söyleyerek başlatması, benimsemiş olduğu prensibin zıddına ona ait efsanevi

anlatımlara baş vurması ismini her ne kadar Tecaribu’l-Umem (Toplumların

tecrübeleri) olarak koymuş olsa da yazarın esas amacının İran merkezli milli bir

tarih yazmak olduğu izlenimini uyandırmaktadır. Kendisinin Büveyhiler’in

hizmetinde bulunması, saray eşrafıyla arasının iyi olması ve eserini Adududdevle’nin

hizmetinde çalışıyorken ele alması bu düşünceyi kuvvetlendirecek unsurlardır.

Ayrıca Tehzibu’l-Ahlak isimli eserinde kozmolojik varlık mertebelerini ele alırken

söylemiş olduğu “medeni dünyaya mensup insanlar dünyanın orta bölgelerde

yaşamaktadırlar. Bu bölgenin kuzeyiyle güneyinde yer alan bölgelerin insanları ise

hayvan ufkundan biraz yukarda yer alırlar ve maymunlardan çok az bir farkla

ayrılırlar.” sözü tarihi ele alırken İran ve civarını hangi bakış açısıyla

değerlendirdiğinin ip uçlarını vermektedir.

Aktarmış olduğu vakaları ele alış şekline bir göz atacak olursak: Yazar, ilk

önce olayın nerede, ne zaman ve ne şekilde meydana geldiğini söylemiş ve hemen

173 İbn-i Miskeveyh, Tecaribu’l-Umem, c.I, s.6

65

bunun ardından olayların meydana geliş nedenlerini ortaya koyma amacına dönük

olarak tahlillere girişmiştir.

315 senesi

İbn-i Ebi’s-Sac’ın Karmati ile olan vakası. Düşmanı hor görüp ihtiyatı ihmal

ettiği için esir edilmesi, esir edildikten sonra başına gelen vakalar ve nihayet

katledilmesi.

318 senesi

Bu sene hassa piyadesi mahv ve helak oldu. Helak olmalarının sebebi

Hassa piyadesinin her işe burun sokmaları haddini aştı. “İktidardan

indirildikten sonra Muktedir’in hilafet merkezine tekrar getirilmesini biz sağladık”

diye küstahlık göstermeye ve bu konuda aşırıya gitmeye başladılar. Masrafları

ağırlaştı, masrafları arttıkça istekleri arttı, gürültüleri çoğaldı, tecavüz sataşmaları

ileri derecelere vardı. Bunların aylıkları 130 000 altına kadar ulaşıyordu. Tesadüf

olarak o sırada süvariler de bayrak açtılar ve erzak talep ettiler. Piyadeler bunlarla

çatıştı ve bir çok adam öldürdüler. Sultan, mal piyadelere harcanıyor diye süvarilere

karşı mazeret beyan etti. Bunun üzerine süvariler piyadelerle çatışmaya girip onları

sultan sarayından kovdular.174 Sonra Muhammed b. Yakut atına bindi ve piyadelerin

Bağdat’ta oturmamalarını ilan etti...

İbn-i Miskeveyh’in eserinde dikkat çeken unsurlardan bir tanesi de Büveyhi

sultanlarına karşı olan aşırı derecedeki muhabbeti ve övgü dolu sözleridir. Yazar bu

174 İbn-i Miskeveyh, Tecaribu’l-Umem, c.V, s.330

66

tutumu yüzünden eleştiri konusu olmuştur. Buna Büveyhi Devleti’nin kurucusu

İmaduddevle’den bahsederken kullandığı ifadeleri örnek verebiliriz:

321 senesi

Ali b. Büveyh’in (Ali b. Büveyhi İmaduddevle :Büveyhi Devleti’nin

kurucusu) valiliğini yerine getiren sebep ve kalanlarının vazifeleri başına varmadan

azledilmeleri.

Ali b. Büveyh’in yükselmesine ve eriştiği dereceye çıkmasına sebep, tabii

olan cömertliği ve kalbinin genişliğidir. Bu büyük ahlâka bundan daha yüce bir ahlâk

eklenmişti ki o da onda bulunan tam şecaattir. Bütün bunlara bir takım güzel

tesadüfler ve uğurlu talih de eklendi. Ahitnamesini aldı ve Rey’e vardı. Ve böylece

padişahlığının ve iktidarının ilk basamağı olan valiliği elde etti. Halbuki Ali b.

Büveyh’le birlikte bir çok komutan da Rey için ahitnamelerini alarak yola

çıkmışlardı ama hepsi göreve başlayamadan azledilmişlerdi.. Bu işler için Allah’ın

kaza ve kaderinden sonra Ali b. Büveyh’in cömertliğinden ve kalbinin genişliğinden

başka bir sebep bilinmiyor.175

324 senesi

Ebu’l-Hüseyin Ahmet b. Büveyh’in başına gelen vaka cereyan etti.

Hıyanetin ve ahdi bozmanın akıbeti.

Ebu’l-Hüseyin Ahmet b. Büveyh gençliğinden ve tecrübesizliğinden dolayı

katibine uydu. Dinin ve mürvetin icab ettiği şeyden ayrıldı. Askerinin şanlı olanlarını

175 İbn-i Miskeveyh, Tecaribu’l-Umem, c.V, s.436

67

topladı ve isyan etti... Ali b. Büveyh ihtiyatı elden bırakmadı askerlerini öldürdü ve

Ahmet b. Büveyh’i esir etti. 176

İbn-i Miskeveyh’in eserini değerli kılan ana özellik, ülkenin içerisinde

bulunduğu durum hakkında kendisinin birikimine ve gözlemlerine dayanarak

yapmış olduğu değerlendirme ve yorumlardır. Yazar, objektif ve rasyonel bir

anlayışla ülkenin sosyo-ekonomik durumunu anlatmış ve bu durumun ileride nasıl

sonuçlar doğurabileceğini söylemiştir. Ve geçen zamanla birlikte İbn-i Miskeveyh’in

haklılığı ortaya çıkmıştır.

Büveyhi Devleti’nin kurucusu olan İmaduddevle Ali b. Büveyh ülkenin

iktisadi politikasını tımar sisteminin üzerine oturtmuştu. İmaduddevle, topraklara el

koyarak bunları maaş karşılığı olmak üzere subaylarına tımar olarak veriyordu.177 Bu

politika devletin ilk yılları için güzeldi. Çünkü hazinenin yükünü hafifletiyordu.

Ama bu durum zamanla işlerin kötü gitmesine, ardından gelen hükümdarların

işlerinin bozulmasına neden oldu hatta Büveyhi Devleti’nin yıkılmasının başlıca

nedeni bu oldu bile denebilir.

İşte İbn-i Miskeveyh, bu durumu kendi eserinde çok güzel bir şekilde izah

ediyor:

334 senesi

“Bu tedbirin (maaşların ödenmesi için oluşturulan ikta sisteminin)

memleketin harabesinden, askerin bozulmasından ibaret olan neticesi:

Her hangi bir tedbir eğri bina edilirse bu eğrilik ilk anda hissedilmezse de

uzun zaman sonra ortaya çıkar. Bunun benzeri şudur: Bir kimse caddeden biraz

saparsa başlangıçta bu kişinin sapması ortaya çıkmaz. Fakat uzun süre yürüyünce,

176 İbn-i Miskeveyh, Tecaribu’l-Umem, c.V, s.585 177 Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, Komisyon, c.V, İstanbul 1987, s.520

68

caddeden uzaklaşmış olur. Yürüyüş uzadıkça caddeden uzaklaşma o oranda artar.

Hatası ve ortaya çıkan fark açık bir şekilde belli olur.

Bu hatanın keyfiyeti şudur: Sevad nahiyelerinin ekserisi harap olduğu ve

geliri azaldığı halde gerekli yatırımlar yapılmadan ikta haline getirildi. Sonra vezirler

de ikta sahiplerinden rüşvet alıp onlara müsamaha ettiler. Bazı iktalar hakkında

hediye (rüşvet) aldılar. Bazıları hakkında ise şefaat kabul ettiler. Şu halde bu iktalar

yüksek fiyatlarla sahiplerinin ellerine geçtiler. Kıtlık yılları geçerek nahiyeler

gelişince galleler de arttı. Bu durumda bu iktaların bazılarının gelirleri arttı ve ürün

fiyatları da düştü. Bu durumda da bazı iktalar iyi gelir getirmemeye başladılar.

(biliyoruz ki, bu iktalar askerlere verildikleri dönemlerde mevcut olan kıtlıktan

dolayı fiyatlar son derece yüksekti.) kazançlı çıkanları ellerindeki iktalara sımsıkı

sarıldılar. İktalarından kazanamayanlar ise, onları reddedip bedellerini aldılar. Bu

suretle onların da zararları kapandı. Fakat yara büyüdü. Hatta, askerlerin, iktalarını

tahrip edip iade ederek, ona bedel olarak istedikleri yerden bir başkasını alıp kazanç

temin etmeleri adet oldu. İade edilen iktalar öyle adamların idarelerine verildiler ki

bunların maksatları ne buldularsa onu alıp bir kısmıyla hesap kapatmaktı yoksa iktayı

imar etmek değildi. Sonra bu iktalar birbirine karışmış bir hale gelince, ikta sahipleri

bunlara tekrar dönerler, yıkım ve dağılmanın son derecesine varmış olan bu

iktalardan ne kaldıysa onları ikta suretiyle tekrar kendilerine alıyorlardı.

Seneler geçtikçe re’sü-mal (asıllar) eriyip bitti.Eski bolluk kalmadı.

Sevadlarda mesalih bozuldu. Çiftçilere darlık çöktü, halleri zayıfladı. Bundan dolayı

kimisi memleketini terk edip kaçtı kimisi zulme ve haksızlığa sabretti. Kimisi de ikta

sahibinin şerrinden emin olmak ve ona uymak için zayiasını ona teslim edip rahat

etti. Mamur yerler harap oldu, divanlar kapandı. Katiplik ve amillikten eser kalmadı,

69

bu hususlarda mahir kimseler öldü. Bu işleri bilmeyen bir nesil yetişti. Bunlardan biri

kâtiplik veya amillikten bir işin başına gelirse, o işin yabancısı ve o işte yaya olduğu

görülürdü. İkta sahipleri, ihtimamlarını uşakları ve vekilleri vasıtasıyla kendi

nahiyelerinin tedbirine hasretmişlerdi. Bunlar, ellerinden geçeni zaptetmeyi,

maslahatı ve iktaı verimli kılmanın yollarını bilmezlerdi. Mallarını çeşitli oyunlarla

başkasına ikta ederlerdi. İkta edenler eksilen mallarını, muktaları müsadere ve

muamelede onlara haksızlık etmekle telafi ederlerdi.

Nahiyelerin mesalihine bakanlar, nahiyeler sultanın elinden çıktığı için

ortalıktan çekildiler (karışmadılar) Nahiyelerin yönetimi şundan ibaret kaldı:

Nahiyelerin ihtiyacını tahmin ve buna göre ikta sahiplerine taksitler ilzam edilir,

bunlar o taksitleri ödemezler (ertelerler) öderlerse de bu mala hıyanet edilir yerine

sarf edilmezdi. Nazırlar, olaya önem vermez oldular (olayların üzerinde durup

dikkatle inceleyerek gerekli tedbirleri almaz oldular).

Zira bunların niyetleri, kolay geleni alıp güç olanı bırakmak, sultandan yeni

taleplerde bulunmak ve ellerinde harap olan iktaları iade etmekti. Her nahiyenin

idaresi , Deylem havaslarından ileri gelen birisine verilmiş olup o adam o nahiyeyi

kendisine mesken ve arpalık edinmişti. Bu Deylemler'in yanına da hain mutasarrıflar

toplanmış olup bunların maksatları şuydu: Böyle giderle işlerini yürütmek ve bu

senenin taksidini öbür seneye atmaktan ibaretti.

İktaların haricinde kalan nahiyeler ise, devlet ricalinden iki tayfaya akt edildi.

Birincisi askerlerin ve kumandanların büyükleri, ikincisi ise derrace (cübbe) sahipleri

ve mutasarrıflardı.

Kumandanlara gelince bunların mal toplamak, kazanç elde etmek, mezalim

davasında bulunmak, taahhüdatının eksiltilmesini istemekten başka bir maksatları

70

yoktu. Bunlar sıkıştırılırlarsa o saat düşman olurlar, malları çoğalıp araları açılırsa

isyan bayrağını kaldırırlar, eğer müsamaha edilirlerse tamahları daha ziyade artar ve

hiçbir zaman durmazlardı.

Derracalılara gelince, bunlar, sultandan ödetmek ve mal çekmek için ona hile

yapma yolunu daha iyi bilirler, her biri başkasına nasıl muamele edildiğine dikkat

ederler, rüşvet verirler ve her türlü çareye baş vururlardı. Bu nedenle hepsine aynı

şekilde muamele edilirdi.

Aradan seneler geçti, bunlar her biri nahiyelerine sahip oldular ve idareleri

altında çalıştırdıkları kimselerle baş başa kaldılar. Bu memurlarından söz

geçirilebilecek gibi olanları, haline ve malına göre kimisi müsadere edildi. Kimisinin

vergisi (resm) değiştirildi, kimisinin vazifesi (salahiyeti) sınırlandırıldı. Kendisini

koruyabilecek derecede güçlü olanlarınsa vergileri hafifletildi ve buna karşılık olarak

ondan rüşvet alındı. Mültezim, onu, kara günleri ve sultanla yüz yüze gelme ve

zayıfları ezmek için kendisine yardımcı ittihaz etti. Bundan dolayı, divanlara kimse

müracaat etmez ve hiçbir amile (memur) kimse danışmaz, kimsenin şikayeti

dinlenmez ve hiçbir katibin nasihatine kulak asılmaz oldu. Zaminlerin muhasebesi,

asıl akdi ve tahsil edileni zikre inhisar etti. Raiyyeye nasıl muamele edildiği ve

onların içerisinde bulunduğu durumları, haksızlık veya iyilikle mi muamele edilip

edilmedikleri teftiş edilemez oldu. Harabiyetten korunmaya, harap olanı imara,

usulsüz vergi toplamalar, haksız müsadereler; hasılat üzerine herhangi bir hesaba

dayanmayan zamlar,harcamalarda aslı astarı olmayan bir takım giderler meydana

gelmeye başladı ve bunlara dikkat edilmez oldu.

Katiplerden birisi, bu hususlardan biri için bir şey söyleyecek olursa ve hali

vakti yerindeyse mali cezaya çarptırılır, belaya uğratılır, kökü kazılır ve katledilir,

71

sultan da o katibi az şey karşılığında feda ederdi. Eğer katip ihtiyaç içerisindeyse az

bir şeyle ağzı kapatılırdı. Katip de döner ve hasımdan yana olurdu. Lakin bundan

dolayı o katip kınanmaya layık değildir. Çünkü bu katip, korkuya uğrayınca sultanı

tarafından himaye olunmaz, söylediğinde sultanından yardım görmez.

Bunlar icmalen gelirlerin ziyanı hakkındadır., masraflara gelince; nafaka kat

kat artmış, divanların pazarları düşmüş, zimamlar bozulmuş ve diğer bir çok işler

vukua gelmiştir ki açıklaması uzun sürer. Birini söylersek diğerini söylemek gerekir.

Bundan dolayı sözü uzatmaktan kaçınıp işaret etmekle yetindik.

Sonra Muizzuddevle uşakları hususunda heva ve hevese uydu. Bunlara bol

bol iktalar verdi ve maaşlarına zam yaptı. Bunları mallandırmak hadem ve haşem

sahibi yapmak hususunu israf derecesine vardırdı. Bundan dolayı Muizzuddevle kara

gün için bir şey biriktiremedi ve hasılattan hiçbir şey arttıramadı. Masrafı günden

güne artmakta ve geliri azalmakta idi. Acziyet içerisinde olup gittikçe acziyeti müthiş

surette artmakta, bir sınırda durmamakta idi. Bu durum seneler geçtikçe

Muizzuddevle’yi, Deylemler'in istihkakları olan malları eksiltmeye mecbur etti.

Türklerin halleri iyi olduğundan Deylemler onları çekemez oldular. Nihayet

Muizzuddevle Türklere bağlanmaya ve Deylemler'e karşı onlarla kuvvetli kalmaya

mecbur kaldı.

Türklere itina neticesinde, Deylemler'in işlerini ihmal ettiği nisbette niyetler

bozulduğu gibi iki tayfa da bozuldular. Türklerin tamahları arttı ve dadandılar.

Deylemler ise fakr-u meskenette kaldılar. Bu türlü muamele, fitneyi hazırladı ve

Allah’ın iradesiyle yerlerinde zikredeceğimiz vakaların meydana gelmesine sebep

oldu.” 178

178 İbn-i Miskeveyh, Tecaribu’l-Umem, c.VI, s.136-140

72

İbn-i Miskeveyh’in ülkeyi yönetenlerin uygulamış olduğu iktisadi politikayı

değerlendirirken yapmış olduğu bu tespitler gerçekten onun, toplumun sosyo-

ekonomik yapısını çok iyi gözlemlediğini ve aksayan yönlerini tam bir isabetle tespit

ettiğini gösteriyor.

73

SONUÇ

İslam dünyasında tarihçilik Siyer ve Megazi yazıcılığı ile birlikte başlamış,

fetihlerin artmasıyla birlikte Fütûh kitapları yazılarak bu süreç ilerlemeye devam

etmiştir. Daha sonraları ise başka kültür ve medeniyetlerle karşılaşan Müslümanlar

gerek onlar hakkında bilgi edinmek amacıyla gerekse Kur’an’ın geçmiş ümmetlerden

bahsetmesi nedeniyle umumi tarihler yazmaya başladılar.

Müslüman tarihçiler, eserlerini oluştururken Hadis ilminde kullandıkları

rivayet ve sened metodunu kullanmaya devam ettiler. Geçmiş milletlere ait haberleri

kendilerine nasıl ulaştırılmışsa ve kitaplarda nasıl yazılmışsa aynen kendi eserlerine

aldılar. Bu yöntem aslında bir çok yönden faydalıydı. Olaylar bu şekilde yorumsuz

olarak nakledildiği için sonradan gelenler geçmişte yapılan işleri bütün sadeliğiyle

karşılarında hazır buluyorlardı. Bu avantajının yanında bu tip rivayetçi tarih

anlayışının beraberinde getirdiği bir çok sakıncalar da olmuştur. Tarihte gerçekten

yaşanmamış veya yaşanması mümkün olmayan bazı olaylara dair haberler kitaplara –

nasıl olduğu bilinsin veya bilinmesin- bir kere girdi mi artık hiçbir eleştiri

süzgecinden geçirilmediği müddetçe nesiller boyu aktarılmaya devam ediyordu.

Bu durum Müslüman tarihçilerin zayıf yönünü oluşturmuş ve bir çok

uydurma haber tarih kitaplarına girmiştir. Bu durumu farkına varan İbn-i Miskeveyh

tarih kitaplarından bu hurafe ve uydurma haberlerin temizlenmesi gerektiğini

söylemektedir. Hatta bu haberler herhangi bir şekilde nakledilmemeli ve sonraki

74

nesiller de bundan haberdar olmamalıdırlar. İşte bu düşünceyle yola çıkan İbn-i

Miskeveyh kendi eserinde tenkitçi ve elemeci bir tutum sergileyerek bu türden

uydurma haberleri yazmış olduğu kitaba almamıştır. İbn-i Haldun’da İbn-i

Miskeveyh’le aynı görüştedir. İbn-i Haldun’a göre ilk dönem İslam tarihçilerinin

üzerlerine düşen görev, kendilerine kadar ulaşmış olan tarihi olayları toplamaktı ve

onlar da bu görevi en güzel şekilde yerine getirmişlerdir. İlk dönem tarihçileri bu

haberleri toplamışlardır ama bu arada tarihte meydana gelmemiş veya meydana

gelmesi mümkün olmayan bazı olayları da eserlerine almışlardır. Veya almamış

olsalar bile bazı kıt fikirli kimseler veya art niyetli kimi kişiler bu tarihi haberlere

bazı uydurma rivayetler eklemişlerdir. Kendilerinden sonra gelen tarihçiler ise bu

olayların niteliğine bakmadan, herhangi bir değerlendirmeye tabi tutmadan bu

eserlerdeki haberleri olduğu gibi almış ve nakletmişlerdir. Bu da bazı uydurma

haberlerin gerçekmiş gibi nakledilmesine ve anlaşılmasına neden olmuştur.

Müslüman tarihçilerin bu vakanüvislik anlayışının bir kusur olduğu görüşünü

Şemsettin Günaltay da kabul ediyor. Müslüman tarihçilerin eleştirel bir düşünceyle

eserlerini ele almamaları onların içerisinde bulundukları ekonomik ve politik ortamla

ilintilidir. Yazar, Müslüman tarihçilerin yazım tarzı her ne kadar rivayete dayalı ve

eleştiriden uzak olsa da bunun genellenmesinin yanlış olacağını söylüyor. Çünkü

İbn-i Miskeveyh’in ve İbn-i Haldun’un eserlerinde eleştirel yaklaşımların hakimiyeti

dikkat çekmektedir.

Yazar M. Şemsettin Günaltay'ın da belirtmiş olduğu gibi Müslüman tarihçiler

içerisinde İbn-i Miskeveyh ve İbn-i Haldun eleştirel tarih anlayışının öncüleridirler.

İbn-i Haldun, eleştiriyi sistematik hale getirdiği, bunu da “Umran” diye

75

isimlendirerek tarihi vakaların tümüne uyguladığı ve de bir tarihçi olarak tanındığı

için daha çok meşhur olmuştur.

Bizim çalışmış olduğumuz Tecaribu’l-Umem ve Teakibu’l-Himem adlı eserin

yazarı olan İbn-i Miskeveyh ise daha çok bir Ahlak filozofu olarak tanınır ve

eserlerinin çoğunu Ahlak Felsefesi üzerine yazmıştır. Ahlak Felsefesi ile ilgili

yazmış olduğu Tehzibu’l-Ahlak ve Tathiru’l-Arak isimli eser bu sahadaki ilk

sistematik kitaptır. Yazarımız genelde bu eseriyle tanınmaktadır.

Ama Tecaribu’l-Umem’i incelediğimizde gördük ki tarihe eleştirel bakışın

tarihini -her ne kadar sistematik olmasa da- İbn-i Miskeveyh’ten başlatmak daha

uygun olacaktır. İbn-i Miskeveyh’i, açımlamasını İbn-i Haldun’da daha sonraları ise

on sekizinci yüz yılda Giambattista Vico’da gördüğümüz devletleri bir organizmaya

benzeterek onların da bir doğumunun, büyüme ve gelişmesinin, en sonunda da

ölümünün yani yıkılmasının olduğu fikrinin öncüsü kabul edebiliriz. İbn-i

Miskeveyh’e göre krallıklar da doğarlar, büyürler, refah seviyesine ulaşırlar. Refahın

beraberinde getirdiği lüks hayata alışan o devletin mensupları devletin hayatiyetini

devam ettirebilmesi için gerekli olan tedbirleri alma konusunda gerekli önemi

gösteremezler ve bu yüzden de o devletin yıkılması kaçınılmaz olur. Ayrıca, yapmış

olduğu incelemeler neticesinde tarih eserlerine hurafe ve efsanelerin sokulduğunu

görmüş ve kendi eserini oluştururken bu haberleri rasyonel bir düşünce süzgecinden

geçirip elemeye tabi tutarak bunları kendi kitabına almamıştır. Bunların tarih

kitaplarından mutlaka temizlenmesi gerektiğini belirtmiştir.

İbn-i Miskeveyh, eserini yazarken hurafe ve efsaneleri elemenin yanında

peygamberlerin hayatını da kitabına almamıştır. Yazarın kendisi böyle yapmasının

sebebini açıklarken mucizelerin insanların faydalanabileceği türden tecrübeler

76

olmadığını söylemektedir. Bu özellikten yola çıkan bazı yazarlar kitabın seküler bir

tarzda yazıldığını söylemişlerdir. Bu tanımlama nisbeten doğru olsa da yazarın bu

amacı taşıdığını ve tavrında tutarlı olduğunu söylemek zordur. Çünkü İbn-i

Miskeveyh İran’lı Kral Uşhanc’dan bahsederken tamamen efsanevi olan ve başka

insanların tecrübe etmesi mümkün olmayan -şeytanlarla savaşması gibi- bazı olayları

aktarmaktadır. Ayrıca yazar, her ne kadar genel bir tarih yazma düşüncesinde

olduğunu söylese de, kitabının başında hemen İran’ın eski tarihine giriş yapmış ve

olayları hep İran merkezli anlatmıştır. Bu görüşümüzü yazarın, İran’ın

hükümdarlarından Yezdicird’in dönemini anlatırken “Yezdicird’in dönemiyle ilgili

olayları Hz. Peygamber dönemi ve halifelerinin dönemini zikrettikten sonra tekrar

anlatacağız” şeklindeki ifadesi güçlendirmektedir. Yani amaç İran merkezli milli bir

tarih yazmak, tarihten çıkarılan tecrübelerle Büveyhi devletinin yöneticilerine devlet

yönetiminde nelere dikkat etmeleri gerektiği konusunda telkinde bulunmaktır. Yoksa

seküler bir tarih anlayışı geliştirmek değildir.

İbn-i Miskeveyh’in eserinde sergilemiş olduğu eleştirel ve rasyonel tavır –her

ne kadar milli duyguları ağır bassa da- bizce en dikkat çekici özelliktir. Yazar,

eleştirel düşünceyle hareket ederek geçmişten gelen uydurma haberleri bir elemeye

tabi tutmuştur. İncelemiş olduğu vakalarda tarihi olaylarda bir devinimsel karakterin

bulunduğunu keşfetmiştir. Yazara göre tarihi olaylar meydana geliş şekilleri

itibariyle birbirine benzemektedirler. Bunlar tıpa tıp aynısı olmasalar bile şeklen

aynıdırlar. Benzer sebepler benzer neticeler doğurmaktadır. Bunun için tarihi

inceleme konusu yapan kişiler bunlara odaklanmalıdırlar. Geçmişte meydana gelen

olayların ardında gizli olan sebepleri bulabilirsek gelecekte meydana gelecek olayları

önceden tahmin edebiliriz. Bu da bizim bir çok zarardan korunmamızı sağlar. Kim

77

bunları dikkate almazsa o zaman geçmişte yaşanmış olan tecrübeleri tekrar yaşamak

zorunda kalır ki bu da bir kısır döngüye yol açar.

Bütün bunları dikkate alarak İbn-i Miskeveyh’i eleştirel tarihçiliğin başlangıç

noktasına yerleştirebiliriz. Hatta onun modern tarihçiliğin öncülerinden olduğunu da

söyleyebiliriz.

78

BİBLİYOGRAFYA

-ANSARİ, M. Abdulhaq, The Ethical Philosophy Of Miskawaih, Aligarh İndia 1964

-BADAVİ, Abdurrahman, Quelques Figures et Thémes de la Philosophie Islamique,

Paris 1979

-BELAZURİ, Fütuhû’l-Buldan, tahk: Muhammet Rıdvan, Kahire 1932

-BHAT, Badruddin, “Miskawaih as an Historian”, The İslamic Quarterly,

c.XXXIII/2, London 1989, s.132-137

-BOER, T. J., Tarihu’l Felsefeti Fi’l-İslam, Arp trc. Muhammed Abdulhadi Ebu

Ruyde, Cezayir, t.y.

-……………, İslam’da Felsefe Tarihi, çev. Yaşar Kutluay, Ankara 1960

-BROCKELMANN, Karl, Tarihu’ul-Edebi’l-Arab, Arp. trc. Mahmud Fehmi Hicazi,

Mısır 1993

-COLLİNGWOOD, R. G., Tarih Tasarımı, çev. Kurtuluş Dinçer, Ankara1996

-CORBİN, Henry, İslam Felsefesi Tarihi, çev. Hüseyin Hatemi, İstanbul 1986

-CUM’A, Muhammed Lütfi, Tarihu Felasifeti’l-İslami fi’l-Maşrik ve’l-Mağrip ,

b.y., t.y.

-DAFA’, Ali Abdullah, İshamu Ulemai’l-Arabi ve’l-Müslimin fi İlmi’l-Hayvan,

Beyrut 1406-1986

79

-DAYF, Şevki, Tarihu’l Edebi’l-Arab-Asru’d-Duveli ve’l-İmarat,(I-V), Kahire

1975-1980

-DİNEVERİ, Ahmed, el-Ahbaru’t-Tıval, tahk:Abdulmün’im Amir, Kahire 1960

-Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, Komisyon, İstanbul 1987

-Enciclopedia Of Arabic Literature, tash. Julie Scott Meisami ve Paul Starkey,

London 1998

-FARABİ, Mutluluğu Kazanma-Eflatun Felsefesi-Aristo Felsefesi, çev. Hüseyin

Atay, Ankara 1974

-………., el-Medinetü’l-Fazıla, çev. Nafiz Danışman, İstanbul 1956

-GÜNALTAY, M. Şemsettin, İslam’da Tarih ve Müverrihler, İstanbul 1342/1240

-HALİL, İmamuddin, İslam’ın Tarih Yorumu, çev.Ahmet Ağırakça, İstanbul 1988

- HAMEVİ, Yakut , Mu’cemul Udeba, (I-VII), Mısır 1924 -………………….., Mu’cemu’l-Buldan, tash: Muhammed Emin el-Hanci, (I-X),

Mısır 1323-1906

-HİZMETLİ, Sabri, İslam tarihi, Ankara 1995

- İBRAHİM, Ebu Süleyman Abdulvehhab, Kitabetu’l-Bahsi’l-İlm, Mekke 1983

-İBN-İ Abdilhakem, Futuh’u Mısr ve Ahbaruha, Kahire 1914

80

-İBN-İ Ebi Usaybia, Uyunu’l-Enba, Beyrut 1960

-İBN-İ Haldun, Mukaddime, çev. Zakir Kadiri Ugan, Ankara 1997

-İBN-İ Miskeveyh, Tecarubu’l-Umem, (I-VI), m.y, (y.z.m., Süleymaniye

Kütüphanesi, Ayasofya, nr.3116-3121), t.y.

-………………….Tehzibu’l-Ahlak, çev. Abdulkadir Şener- İsmet Kayaoğlu-Cihat

Tunç, Ankara 1983

-İZMİRLİ, İsmail Hakkı, “Ebu Ali Miskeveyh ‘İbn-i Miskeveyh’ el-Hazin”,

D.İ.F.M, III/10, İstanbul 1928, s.17-33

-............................., “Miskeveyh’in Felsefesi Eserleri”, D.İ.F.M, III/11, İstanbul

1929, s.59-66

-............................., İslam’da Felsefe Akımları, haz. N. Ahmet Özalp, İstanbul1995

-KEHHALE, Ömer Rıza, Mu’cemu’l-Müellifin,(I-XV), Beyrut, t.y.

-KHALİDİ, Tarif, Arabic Historical Thought in The Classical Period, New York

1994

-KHAN, M. S., “The Use of Letters and Documents in The Contemporary History

of Miskawaih”, The İslamic Quarterly, c.XIV/1, London 1970, s.41-49

81

-..................., “Miskawaih and Arabic Historiography”, Journal Of The Regional

Cultural Society c.,89/4 New Haven 1969, s.710-730

-..................., “The Personal Evidence in Miskawayh’s Contemporary History”, The

İslamic Quarterly, c. XI/1-2, London 1967, s.50-63

-...................“The Eye –Witness Reporters of Miskawaih’s Contemporary History”,

İslamic Culture, c.XXXVIII/IV,s.295-299

-KIFTİ, Kitab-u Ahbari’l-Ulema bi Ahbari’l-Hukema, Mısır1326

-KRAEMER, Joel L., Humanism İn The Renaissance Of İslam, Leiden 1986

-KÜTÜKOĞLU, Mübahat S., Tarih Araştırmalarında Usul, İstanbul 1998

-M.E.B. İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1978

-MACİT, Fahri, İslam Felsefesi Tarihi, çev. Kasım Turhan İstanbul 1987

-MARGOLİOUTH, David Samuel, The Eclipse Of The Abbasid Caliphate, (I-VII),

London 1921

-MOHAMMED, Nasır b. Omar, “Miskawaih’s Theory of Self-Purification And The

Relationship Between Philosophy And Sufism”, Journal of İslamic Studies, c.1,

Oxford 1994,s.35-51

82

-..........................., “Preliminary Remarks On Greek Sources of Muslim Ethics:

Miskawayh’s Experience”, The İslamic Quarterly, c.XLI/4, London 1997, s.270-283

-ÖZLEM, Doğan, Tarih felsefesi, İzmir 1998

-RAHMETULLAH, Meliha, “el-Müerrihu İbn-i Miskeveyh”, Müerrihu’l-Arab,

c.XL, Bağdat 1989, s.194

-ROSENTHAL, Franz, İlmu’t-Tarih İnde’l-Muslimin, Arp. trc. Salih Ahmed el-îlî,

Beyrut 1983

-SALİHİYYE, Muhammed İsa, el-Mu’cemu’ş-Şamilu li’t-Turasi’l-Arabiyyi’l-

Matbu’, Kahire 1995

-SAMHERANİ, Esad, el-Ahlaku fi’l-İslam ve’l-Felsefetu’l-Kadim, Beyrut 1988

-SARTON, George, Introduction to The History of Science, New York 1975

-SUBHİ, Ahmed Mahmud, el-Felsefetu’l-Ahlak fi’l-Fikri’l-İslam, Kahire 1983

-SEZGİN, Fuad, Muhadarat fi Tarihi’l-Ulumi’l-Arab ve’l-İslam, Frankfurt 1984

-SIDDIKİ, Mazharuddin, Kur’an’da Tarih Kavramı, çev. Süleyman Kalkan, İstanbul

1982

-SİDDİQUİ, B. H., “Miskawayh: Life And Works”, Journal Of The Regional

Cultural Institue, c.VII, no:2-3, Tahran 1977, s.87-111

83

-SUNAR, Cavit, İbn-i Miskeveyh ve Yunan’da ve İslam’da Ahlak Görüşleri,

ANKARA 1980

-ŞİBLİ, Mevlana, Asr-ı Saadet, çev. Ömer Rıza Doğrul, (I-IV), İstanbul 1973

- TABERİ, Tarihu’l-Umem ve’l-Muluk, tahk. Muhammed Ebu’l-Fadl İbrahim, Beyrut, t.y. - TİKRİTİ, Naci , el-Felsefetu’Ahlakiyyetu’l-Eflatuniyye inde Müfekkiri’l-İslam,

Bağdat 1402-1982

-T.D.V İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1999

-TOSH, John, Tarihin Peşinde, çev. Özden Arıkan, İstanbul 1997

-TOYNBEE, Arnold,Tarih Bilinci, İstanbul 1975

-UYSAL, Enver, İhvan-ı Safa Felsefesinde Tanrı ve Alem, İstanbul 1998

-ZEHEBİ, Tarihu’l-İslam ve Vefayatu’l-Meşahiri ve’l-Alam, tahk: Ömer Abdusselam

Tedmuri, Beyrut 1989

-ZİRİKLİ, Hayruddin, el-A’lam, (I-X), Kahire 1954-1959

84

TEZ ÖZETİ

Akyüzoğlu, İlyas, İbn-i Miskeveyh ve Tarih Anlayışı, Yüksek Lisans Tezi, Danışman: Prof. Dr. Nahide Bozkurt, 78 s.

İslam Alemi’nde ismi her ne kadar konmasa bile içeriği itibariyle Tarih

Bilimi’nin konusuna giren çalışmalar “siyer” ve “megazi” ile başlamıştır.

Müslüman alimler eserlerini yazarlarken ve aktarırken hadisçilerin metodu

olan rivayet metodunu kullanıyorlardı. Yani tarihi haberleri kim rivayet

ediyorsa o haberi hiçbir eleştiriye tabi tutmadan olduğu gibi naklediyorlardı.

Bu metodun beraberinde getirdiği bir çok sakıncalar da olmuştur. Tarihte

gerçekten yaşanmamış veya yaşanması mümkün olmayan bazı olaylara dair

haberler kitaplara –nasıl olduğu bilinsin veya bilinmesin- bir kere girdi mi

artık hiçbir eleştiri süzgecinden geçirilmediği müddetçe nesiller boyu

aktarılmaya devam ediyordu.

Bu durumun farkına varan İbn-i Miskeveyh tarih kitaplarından bu

hurafe ve uydurma haberlerin temizlenmesi gerektiğini söylemektedir. İşte bu

düşünceyle yola çıkan İbn-i Miskeveyh kendi eserinde tenkitçi ve elemeci bir

tutum sergileyerek bu türden uydurma haberleri yazmış olduğu kitaba

almamıştır.

Biz bu tezimizde, İbn-i Miskeveyh’in “Tecaribu’l-Umem ve Teakibu’l-

Himem” adlı eserini ele aldık. Eser, genel tarih yazıcılığının bir ürünüdür.

Yazar tarafından insanlığın tarihinin genel bir panoramasını çıkarmak için

yazılmıştır. Bunun için İbn-i Miskeveyh eserine, “Ümmetlerin Tecrübeleri ve

Himmetlerin (gayret,azim) Akışı” anlamına gelen bir isim vermiştir. Tez iki

bölümden meydana gelmektedir. Girişte tarih bilimini, İslam tarihçiliğinin

gelişimini ve Müslümanların tarih yazıcılığının karakterini İbn-i Miskeveyh’in

yaşadığı döneme kadar genel hatlarıyla ele aldık. Birinci bölümde, İbn-i

Miskeveyh’in hayatını ve eserlerini inceledik. Son bölümde ise yazarın,

Tecaribu’l-Umem ve Teakibu’l-Himem adlı eserini ve tarihçilik anlayışını ele

aldık.

85

ABSTRACT

Akyüzoğlu, İlyas, İbn-i Miskawaih and His History Thought, Master Thesis, Advisor:: Prof. Dr. Nahide Bozkurt, 78 s.

The studies contained by the history science, even if they had not been

named so or not, in terms of their contents began with “siyer” and “megazi” in

Muslim world. On writing and conveying their Works to others, they were using

the “poutation method of muhaddisun”. Namely, they were pouteting the

historical events without any criticisims and regardless of who had puoted them.

This method gave rase to lots of disadvantages when many hearsays about some

events which didn’t occur at al lor were impossible to happen found themselves

a place inbooks, then they had been continued to be puoted as long as not to be

criticized.

Being aware of this problem, İbn-i Miskawaih suggested that these

made-up and false rumours should be excludedfrom the history boks. He,

begining with this conviction, did not give any place to these in his own book by

showing a critic and eliminative attitude.

İn this thesis, we have examined İbn-i Miskawaih’s book entitled

“Tajaribu al-Umem and Taakibu’l-Himam”. This book is a product of general

method of history writing it was written so as to make clear a panorama of

human history. That’s why he named this book so, and its meaning is

“Experiences of Nations and Course of Zeals.”

This thesis is comprised of two parts. İn the introduction, we have dealt

with history science, development of Muslim approach to history science,

development of Muslim approach to history and the character of Muslim

method of history writing in general until İbn-i Miskawaih.

İn part one, his life and Works are examined. İn the last part, we have

handled his “Tajaribu al-Umam and Taakibu’l-Himam” and his perception of

history.