toplumsal cinsiyet rollerinin anlamlandırılış …...kuramsal Çerçeve sembolik etkileşim...

26
1 Toplumsal Cinsiyet Rollerinin Anlamlandırılış Biçiminin “Kadın Sanatçı Kimliği”nin Oluşum Sürecine Etkileri** Hasan SANKIR* Abstract Men and women are social entities and society has attributed some roles and behavior patterns to both genders since their birth. These roles attributed to both gender are assumed as a fact by society. Hence, it is possible to say that these roles and their arrangement will always be present at any place where women and man appears. This is also true for the process to build women identity in plastic arts. It has been observed that the general views of social environment are affective during formation of the identity of a woman in art. Masculine parts of the social environment influence the mind and self-mechanisms. Therefore, women perform their social mind on the basis of their social gender. This puts women in secondary position in art area as in the case of other areas in every part of the social life. Key Words: Symbolic İnteractionism, Gender, Masculinity, Generalized Other, Meta Perception, Self, Özet Kadınlar ve erkekler toplumsal birer varlıktır ve doğumlarından itibaren toplum her iki cinse de bazı rol, davranış kalıpları, atfeder. Her iki cinse aktarılmış olan bu rol modelleri toplum tarafından kabul edilmiş doğrular olarak görülür. Bu nedenle, kadının ve erkeğin olduğu her yerde toplumsal cinsiyete (Social Gender) dair bu tür rol düzenlemelerinin de yer alacağını söylemek mümkündür. Bu durum, plâstik sanatlar alanında kadın sanatçı kimliğinin inşası süreci içinde geçerlidir. Sanat alanında kadın kimliğinin ortaya konmasında sosyal ortamın genel özellikleri etkili olmaktadır. Sosyal ortamın eril (Masculen) özellikleri kadınların zihin ve benlik süreçlerini etkilemektedir. Bu nedenle kadınlar, sosyal benliklerini toplumsal cinsiyet rolleri çerçevesinde gerçekleştirmektedirler. Bu durum toplumun çoğu alanında olduğu gibi sanat alanında da kadını ikincil bir konuma sokmakta ve kadın sanatçı kimliğinin oluşum sürecinde etkili olmaktadır. Anahtar Sözcükler: Sembolik etkileşimcilik, Toplumsal cinsiyet, Erkeksilik, Genelleştirilmiş diğeri, Dolaylı algı, Sosyal Benlik, * Hacettepe Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Sosyoloji Bölümü **Bu çalışmanın oluşturulmasında yazarın “Sembolik Etkileşimci Yaklaşım Çerçevesinde Plâstik Sanatlarda Kadin Sanatçi Kimliği” isimli Doktora Tez çalışmasından yaralanılmıştır.

Upload: others

Post on 30-Dec-2019

27 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: Toplumsal Cinsiyet Rollerinin Anlamlandırılış …...Kuramsal Çerçeve Sembolik etkileşim yaklaşımına göre ‘benlik’ ve ‘kimlik’ birbirinden tamamıyla ayrılabilen

1

Toplumsal Cinsiyet Rollerinin Anlamlandırılış Biçiminin “Kadın

Sanatçı Kimliği”nin Oluşum Sürecine Etkileri**

Hasan SANKIR*

Abstract

Men and women are social entities and society has attributed some roles and behavior

patterns to both genders since their birth. These roles attributed to both gender are assumed

as a fact by society. Hence, it is possible to say that these roles and their arrangement

will always be present at any place where women and man appears. This is also true for

the process to build women identity in plastic arts. It has been observed that the general

views of social environment are affective during formation of the identity of a woman in

art.

Masculine parts of the social environment influence the mind and self-mechanisms.

Therefore, women perform their social mind on the basis of their social gender. This

puts women in secondary position in art area as in the case of other areas in every part of

the social life.

Key Words: Symbolic İnteractionism, Gender, Masculinity, Generalized Other, Meta

Perception, Self,

Özet

Kadınlar ve erkekler toplumsal birer varlıktır ve doğumlarından itibaren toplum her iki cinse

de bazı rol, davranış kalıpları, atfeder. Her iki cinse aktarılmış olan bu rol modelleri toplum

tarafından kabul edilmiş doğrular olarak görülür. Bu nedenle, kadının ve erkeğin olduğu

her yerde toplumsal cinsiyete (Social Gender) dair bu tür rol düzenlemelerinin de yer

alacağını söylemek mümkündür. Bu durum, plâstik sanatlar alanında kadın sanatçı

kimliğinin inşası süreci içinde geçerlidir. Sanat alanında kadın kimliğinin ortaya

konmasında sosyal ortamın genel özellikleri etkili olmaktadır.

Sosyal ortamın eril (Masculen) özellikleri kadınların zihin ve benlik süreçlerini

etkilemektedir. Bu nedenle kadınlar, sosyal benliklerini toplumsal cinsiyet rolleri

çerçevesinde gerçekleştirmektedirler. Bu durum toplumun çoğu alanında olduğu gibi sanat

alanında da kadını ikincil bir konuma sokmakta ve kadın sanatçı kimliğinin oluşum

sürecinde etkili olmaktadır.

Anahtar Sözcükler: Sembolik etkileşimcilik, Toplumsal cinsiyet, Erkeksilik,

Genelleştirilmiş diğeri, Dolaylı algı, Sosyal Benlik,

* Hacettepe Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Sosyoloji Bölümü

**Bu çalışmanın oluşturulmasında yazarın “Sembolik Etkileşimci Yaklaşım Çerçevesinde Plâstik

Sanatlarda Kadin Sanatçi Kimliği” isimli Doktora Tez çalışmasından yaralanılmıştır.

Page 2: Toplumsal Cinsiyet Rollerinin Anlamlandırılış …...Kuramsal Çerçeve Sembolik etkileşim yaklaşımına göre ‘benlik’ ve ‘kimlik’ birbirinden tamamıyla ayrılabilen

2

1. Giriş

İnsanoğlu doğduğu andan itibaren kendini sosyal bir ortamın içerisinde bulur. Kendini

diğerlerinden farklı biri olarak algılayabildiği çocukluk yaşlarından itibaren içine

doğduğu bu sosyal ortamı algılar ve algıları dâhilinde tepkiler vererek sosyal eylemler

gerçekleştirir. Kendisi dışındakilerle gerçekleştirmiş olduğu bu toplumsal eylemler

sayesinde sosyal ortamın taşıdığı özellikleri ve bu ortamda sosyal olarak varlığını

ortaya koyup devam ettirebilmesi için gerekli olan araçsal sembolleri öğrenir. Bu

sayede kendini ve diğerlerini yine ve yeniden anlamlandırır. Gerçekleşmiş olan ya da

kendisinin gerçekleştireceği toplumsal eylemleri bu algıya göre değerlendirir/

anlamlandırır.

Kişinin kendisi ve kendisi dışındaki her şey hakkındaki düşüncesini oluşturan ve

belirleyen çeşitli etkenler vardır. Kişinin algıları bu etkenler arasında en belirleyici

olanıdır. Kişinin kendisi ve diğerleri hakkındaki algıları kişiyi bu sürecin hem öznesi

hem de nesnesi durumuna sokar. Kişi, kendini nesneleştirebilir, kendine dışarıdan

bakabilir (Miller, 1982: 6). Bu süreçlerin sonunda kişi kendisini başkalarıyla

özdeşleştirebilir, kendini onun yerine koyarak onun rolünü alabilir. Bu süreç birey için

sosyal ortamın ve sosyal davranışların diğerinin gözünde ne anlama geldiğini tahmin

etmesini sağlayacak bir kapasitenin gelişmesine olanak tanır. Diğerlerinin rolünü alan

birey, böylece kendi davranışının sosyal ortamdaki etkisinin ne olacağını tahmin etme

yeteneği kazanarak davranışları üzerinde daha fazla kontrol sağlar.

Sosyal etkileşimlerde kullanılan sembolik araçlar söz konusudur. En geniş ve en etkili

sembolik sistem dildir. Birey, dili kullanarak kendine diğerlerinin cevaplarını verebilir.

Kendini nesneleştirir ve diğerlerinin rolünü alır. Bu süreçler sonucu kimliğini var

edeceği benlik ve zihin süreçlerini ortaya koyar

Toplumsal cinsiyet rolleri sosyal ortamın vazgeçilemeyen özelliklerinden biridir ve

bireyin kimliğini ortaya koyma sürecinde etkilidir. Sosyal ortamda bireylerden

cinsiyetleri doğrultusunda ve buna bağlı olarak sosyal ortamın o cinsiyetten beklentisi

olan rol modellerine uygun kimlikler geliştirilmesi beklenir. Bu anlamda toplumsal

cinsiyet rolleri bireyin zihin ve benlik süreçlerini etkileyen en önemli araçsal

semboller bütünüdür. Bu araçsal semboller üzerinde eril söylemin iktidar kurması bu

araçları kullananların bu bakışın iktidarına maruz kalmalarına neden olmaktadır.

Sosyal ortamın her alanında olduğu gibi sanat alanında da kadınlar eril söylemin

iktidarına maruz kalarak kendilerini ikincil konumda bulmuşlardır. Kadınlar sanat

alanında da kendi benliklerini özgürce ortaya koymak ve sanatçı kimliklerini var

edebilmek için büyük çaba sarf etmek zorunda kalmışlardır. Sanat sosyal etkileşim

alanıdır ve gündelik yaşantıların bir yansımasıdır. Soysal benliği ve sonucu olarak

sosyal kimliğini ortaya koyan sanatçının faaliyetleri gündelik yaşamın toplumsal

sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Sanatsal üretim sosyal benliğin bir sonucudur.

Sanatçıyı var eden bu sosyal benliğin iki karakteristik özelliği ise sanatsal anlamda

sembolik iletişim biçimleri geliştirmeye yönelik doğası ve yeteneğidir. Sanatçıyı var

eden bu benlik süreci özünde toplumsal, sosyal bir nitelik taşır. Çünkü sanatın kendisi

de sanatçıda toplumsal bir düzene aittir ve sembolik bir dile sahiptir.

Sosyal ortamın bir üyesi olarak sanatçı, kimliğini, sosyal ortam içindeki konumunu,

sanatçı olarak rolünü, statüsünü ve imajını tanımlarken kendisiyle ve kendisi dışında

kalan tüm diğerleriyle ilişkisinde kendini anlama ve anlamlandırma süreci yaşar. Bunu

yaparken diğerlerinin sanatçı olarak kendisini nasıl gördüğü, nasıl değerlendirdiğini

hesaba katar. Sanatçının hesaba kattığı bu bilgiler benliğini ve sanatçı olarak kimliğini

ortaya koymada başvurduğu referans görevi görmektedir. Sanatçının sosyal ortamda

Page 3: Toplumsal Cinsiyet Rollerinin Anlamlandırılış …...Kuramsal Çerçeve Sembolik etkileşim yaklaşımına göre ‘benlik’ ve ‘kimlik’ birbirinden tamamıyla ayrılabilen

3

gerçekleştirdiği tüm iletişimler, etkileşimler ve sanat çalışmaları aracılığıyla elde ettiği

bilgiler sonucu diğerlerinin kendisi ve sanatı hakkındaki düşünceleri sonuç olarak

sanatçıda diğerlerinin kendisi ile ilgili izlenimlerinin bilgisine sahip olur. Toplumsal

cinsiyet rolleri bağlamında bu bilgiyi yorumlayışı sanatçı benliğini ve kimliğini ortaya

koymakta ve ayrıca sanatını icra etmekte son derece etkili olmaktadır.

Kadınların sanatçı olarak sosyal benlik ve zihin süreçlerini ortaya özgürce

koyabilmeleri ve bu bağlamda güçlü bir sanatçı kimliği var edebilmeleri sosyal ortamın

taşıdığı özelliklerle yakından alâkalı bir durumdur. Bu süreçte sosyal ortamın eril

özellikleri kadınların sanatçı kimliklerini var etme süreçlerinde erkeklere göre, daha çok

zorlanmakta ve kendilerini erkeklerin bakış açılarıyla değerlendirmek durumunda

kalmaktadırlar. Bu süreç kadınların özgür bireyler olarak sosyal ortamdaki yerlerini

almalarına olanak tanıyacak özgür ve güçlü zihin ve benlik süreçlerinin gerçekleşmesini

zorlaştırmakta kimi zaman ise engellemektedir. Kadınların sanatçılar olarak sosyal

ortamdaki yerini almaları özveriler dahilinde çalışmalarıyla mümkün olabilmektedir.

2. Araştırmanın Problemleri

1- Erkeklerin sosyal ortamda bulunan araçsal semboller üzerindeki iktidarı, zihin ve

benlik süreçlerini ortaya koymada aynı araçsal sembolleri kullanmalarından dolayı

kadınların kimliklerini var etme sürecinde güçlükler yaşamalarına neden olmakta

mıdır?

1.1. En önemli sembolik etkileşim aracı olan dil üzerindeki eril söylemin iktidarı,

kadınların kendilerini ifade ve zihin, benlik süreçlerini var etme süreçlerinde erkeklere

göre daha zorlanmalarına neden olmakta mıdır?

2. Kadınlar, toplumsal cinsiyet rollerini erkekler üzerinden mi tanımlamaktadırlar?

3. Toplumsal cinsiyet rollerini anlamlandırışlarından dolayı kadınlar, sanatı ve sanatçı

olmayı erkekler üzerinden mi tanımlamaktadırlar? Diğer bir ifade ile kadının kendi

varlığını algılayışı, erkeklerin kendisini (kadını) nasıl algıladığıyla ilgili bir durum

mudur? Bu durum kendi kimliğini/sanatçı kimliğini oluşturmada belirleyici midir?

3.1. Günümüzde plâstik sanatlar alanında kadın sanatçıların kimlik oluşumunda

ataerkil yapılanmanın etkisi devam etmekte midir? Bir başka deyişle kadın sanatçılar

halen kendilerini erkekler üzerinden mi tanımlamaktadırlar?

3. Kavramsal ve Kuramsal Çerçeve

3.1. Kavramsal Çerçeve

Sosyal Benlik:

Benlik kendimize yönelik inançlarımızın bütünüdür. Bireyin benliği ortaya koyabilmek

için her aşamada diğerlerinin varlığına ihtiyaç duyar. Birey sosyal bir ortam

içerisine doğar ve bu ortamı diğerleriyle paylaşır. Bu ortamda oynadığı

roller, sahip olduğu inanç ve değerler gibi kendine yönelik yapmış olduğu

değerlendirmeler, diğer insanların aracılığını gerektiren bir nitelik taşımaktadır.

“Kişisel düşünce, sadece paylaşılan anlamlar aracılığıyla diğerlerinin düşünceleriyle

girilen ilişkiyle var olur” (Miller, 1982:5). Birey benliğini, kendisini diğerlerinden

farklı biri olduğunu hissettiği çocukluk yaşlarından itibaren diğerleriyle

gerçekleştirdiği etkileşimler aracılığıyla geliştirmeye ve ortaya koymaya başlar.

Toplum, benlikleri olan insanlardan oluşur. Bununla beraber benlik, kişiler arası

ilişkiler içinde oluşur, korunur ve değişir. “Benlik” kavramı, bizim mutlak

değerimizden çok, diğerlerinin bizim hakkımızda düşündüklerinden çıkardığımız

şeylere bağlıdır”. Bu nedenle benlik, bir yapı değil bir süreçtir. Bu süreç elbette ki bir

etkileşim sürecidir. Sosyal ortamı paylaşan bireylerin birbirleriyle gerçekleştirdikleri

sosyal eylemler ve etkileşimler aracılığıyla birbirleri hakkında değerlendirmeler

Page 4: Toplumsal Cinsiyet Rollerinin Anlamlandırılış …...Kuramsal Çerçeve Sembolik etkileşim yaklaşımına göre ‘benlik’ ve ‘kimlik’ birbirinden tamamıyla ayrılabilen

4

yapabilmek için bilgiler, tanımlar elde ederler. Bu tanımlar, kişiyi kendi

davranışlarını yönlendirmeye ya da durumlarını devam ettirmeye zorlar. Mead’e

(1934) göre benliğin gelişimi, bireyin kendisine dışarıdan bakabilme yetisine kendisini bir

obje olarak görebilme kapasitesine bağlıdır ve bunu dil yeteneği sayesinde gerçekleştirir.

Birey sosyal ortamda sürekli diğerlerinin rolünü alır ve kendine diğerlerinin cevabını bir

anlamda vermiş olur. Dolayısıyla diğerlerinin rolünü alabildiği ölçüde kendine dışarıdan

bakmaya başlar ve kendini objeleştirir. (Hewit, 1979: 170).

Dolaylı Algı

Sosyal ortamın bir üyesi olarak birey kendi toplumsal kimliğini, sosyal ortam içindeki

konumunu, rolünü, statüsünü ve imajını tanımlarken kendisiyle ve kendisi dışında

kalan tüm diğerleriyle ilişkisinde kendini anlama ve anlamlandırma süreci yaşar. Bunu

yaparken diğerlerinin kendisini nasıl gördüğü, nasıl değerlendirdiğini hesaba katar.

Bireyin kendi benliği ile ilgili üç tür bilgi vardır ve bu bilgileri sosyal ortamda diğerleri

ve kendisiyle gerçekleştirdiği iletişim sonucu elde eder. Bunlardan ilki; kişinin kendisi

hakkındaki düşüncesidir. İkincisi; diğerlerinin kişi hakkındaki düşünceleridir.

Üçüncüsü ise; diğerlerinin kişi hakkındaki düşüncesinin kişideki düşüncesidir. Bu

üçüncü bilgi, ‘dolaylı algı’ olarak kavramlaştırılmıştır. Dolaylı algı kişinin sosyal

ortamda gerçekleştirdiği tüm iletişimlerle, etkileşimlerle elde ettiği bilgiler sonucu

diğerlerinin kendisi hakkındaki düşüncelerinin bireyde yarattığı etkidir. Birey bu etkiyi

anlamlandırarak, yorumlayarak kendini, sosyal ilişkilerini ve sosyal ortamı yeniden

algılayabilir ve yorumlayabilir. Sosyal eylemleri bu algının etkisi altında yeniden

yorumlamalara tabi olarak farklılaşabilmektedir.

Genelleştirilmiş Diğeri

Sembolik etkileşim yaklaşımına göre bireyin benlik sürecini ortaya koyabilmesinin

gereği başkalarının varlığı, sosyal ortamın varlığıdır. Benliğin ortaya konma sürecinde

tanıma, sınıflandırma ve değer biçme gibi süreçleri sadece diğerleriyle girdiğimiz

etkileşimden geçerek öğreniriz. Sosyal benlik de etkileşim içerisinde gelişir ve

etkileşimin süreci ve sonucu tarafından tanımlanır. Kim olduğumuzu ve belirli

etkileşim bağlamlarında ne yaptığımızı tanımlamak için diğerlerini genelleştiren

(generalized other) bir anlayış geliştiririz. Bu, genelde insanların ne umdukları ve

bizim eylemlerimize nasıl değer biçtiklerine dair bir anlayıştır. Bu bağlamda roller,

belirli davranış ve beklentileri belirli pozisyon etiketlerine bağlar. Merkezde

etkileşimler bizi erkek veya kadın, anne veya kız çocuk, satıcı veya müşteri olarak

kendimizi tanımlamaya ve bunlarla ve tamamlayıcı tanımlarla davranış kalıplarını

birleştirmeyi öğrenmeye götürür. (Knowles, 1982:6).

‘Diğerlerinin rolünü alma’nın içerisinde diğerlerinin yapacaklarını öngörme ve

kendisinden bekleneni kestirebilme yetileri yer alır ve “rol alma/yerine geçme süreci,

sosyal davranışın bir çok üyesi tarafından anlamları paylaşılan sembolleri gerektirir”

(Miller, 1982:21).

Benlik Farkındalığı

Benlik farkındalığı nasıl ki başkalarının ve çevremizdeki tüm canlı cansız şeylerin

farkına varabiliyorsak kendimizin de tıpkı bir nesne gibi farkımıza varabilmemizdir.

Nesnel bir benlik farkındalığına ulaştığınızda gerçekte ne olduğunuz ile ne olmak

istediğiniz konusunda bir karşılaştırma yaparsınız. Benlik farkındalılığı sonucu

insanlar kendilerini fiziksel görünüm, entelektüel edim, atletik beceri ya da ahlâksal

bütünlük içerisinde olanlar gibi çeşitli standartlarla karşılaştırmalarına neden olur.

Başkalarının kişiler hakkında düşündükleri, görünümleri ve başkalarına nasıl

göründükleri bu anlamda önemlidir. (Macrea, Bodenhousen ve Milne, 1998: 579)

Kendini Nesneleştirme

Sosyal ortamın aktörü olan birey, kendisi hakkında da (diğer) nesneler gibi düşünme

Page 5: Toplumsal Cinsiyet Rollerinin Anlamlandırılış …...Kuramsal Çerçeve Sembolik etkileşim yaklaşımına göre ‘benlik’ ve ‘kimlik’ birbirinden tamamıyla ayrılabilen

5

kapasitesine sahip olabilir; Mead’in terimleriyle, kendi nesnemiz olabiliriz. Yani,

kendimiz hakkında, etrafımızdaki dünyadaki nesneler (ve diğer insanlar) hakkında

düşünebildiğimiz gibi düşünebiliriz, belirli bir durumda bir geri adım atabilir ve önceki

yaptıklarımız üzerinde düşünebiliriz ve mevcut bir durumda diğerlerinin bize nasıl

bakacağını ve bizi nasıl gördüklerini zihnimizde canlandırabiliriz. Bu, kendilik-

bilincidir. Bu süreç aynı zamanda bireyin kendisini kendisine sunma yeteneğidir.

Sosyal ortamın parçası olan birey kendilik bilinci sayesinde kendisini ve diğerlerini

değerlendirerek sosyal davranışlar ortaya koyar. Sosyal ortamda birey benliğini ancak

gerçekleştirdiği sosyal ilişkiler vasıtasıyla geliştirebilmektedir. Böylece toplumsal

organizasyonun üyeliği; düşünme, kendi eylemlerini değerlendirme, kendi kendinin

bilincine vararak hareketlerini yönlendirme zorunluluğu getirmektedir. (Mead, 1934:

261)

Toplumsal Cinsiyet Rolleri

“Cinsiyet” biyolojik kadın-erkek ayrımını anlatırken “toplumsal cinsiyet” erkeklik ile

kadınlık arasında buna paralel ve toplumsal bakımdan eşitsiz bölünmeye gönderme

yapmaktadır”. “Fakat bu terimin kapsamı, ilk ortaya çıkışından beri, yalnızca

bireysel kimliği değil sembolik düzeyde erkekliğin ve kadınlığın kültürel idealleri

ve yapısal düzeyde ise kurumlar ve örgütlerdeki cinsel iş bölümünü içine alacak kadar

genişlemiştir” (Marshall, 1999: 98)

3.2. Kuramsal Çerçeve

Sembolik etkileşim yaklaşımına göre ‘benlik’ ve ‘kimlik’ birbirinden tamamıyla

ayrılabilen iki farklı kavram olarak görülmez aksine bu yaklaşıma göre ‘benlik’ ve

‘kimlik’ bir bütünü var eden ve de birbirinden kolayca ayrılamayacak şekilde bir yapı

sergiler. Bununla birlikte, “Benlik” (self), sosyal ortamda toplumu oluşturan bireylerin

her birinin gerçekleştirdikleri sosyal etkileşimlerden elde ettikleri sosyal deneyimlerle

şeklini bulan ve her an kullanabileceği yeniden üretip şekil verebileceği potansiyelidir.

Sosyal yaşamda bireyin gerçekleştirdiği tüm sosyal etkileşimler kendisine, içinde

bulunduğu ortam, kendi ve diğerleri hakkında bilgiler, deneyimler sunar. Bu

deneyimler kişinin bu ortamdaki rehberi, yol göstericisi, pusulası görevini yerine

getiren benliği ortaya koymaktadır. Benliğin dışarıya yansıyan kısmı kimlik ise, sosyal

olarak şekillenmiş bu potansiyelin bireyin tercihleri doğrultusunda ortaya koymuş

olduğu ve diğerlerine özellikle yansıtmak, göstermek istediği seçilmiş tercihlerinden

oluşur. Fizikî çevre, sağlık şartları, biyolojik miras gibi diğer faktörlerin yanı sıra, tüm

sosyal faktörler, benliğin oluşumuna katılırlar. Bunların yanı sıra gurup tecrübesi ve

ferdîn kendine has olan tecrübesi de kişiliğin gelişmesini devam ettirir. (Bilgiseven,

1982: 151).

Mead’ e göre insan toplumunu anlamak için yapılması gereken şey, insan kişiliğinin en

özel iki yanı olan zihin ve benliğin varlığını bu ikisi sayesinde sürdüren toplumun

süregelen toplumsal süreçlerin birer parçası olarak görülmesidir. Zira, Mead, Darwin'in

evrim teorisinden etkilenerek oluşturduğu bu görüşünde insanlara has tüm zihinsel

yeteneklerin onların karşılaştıkları mevcut ortamlara uyumlarını kolaylaştırmaya

yönelik davranışlar olduğunu vurgular. (Mead, 1934:2)

Bu anlayışa göre, insanlar içine doğdukları dünyaya 'uyum sağlamak' için mevcut

imkânları kullanan 'faydacı' varlıklardır; başka bir ifadeyle, bireye özgü şeylerin çoğu

dünyaya uyum çabalarının ürünüdür. "İnsanların varlıklarını sürdürmelerini sağlayan

temel bir adaptasyon biçimi olarak düşünme" anlayışı sağlar. Böylece, insanlara has

özelliklerin, örneğin dili kullanma, kendini bir nesne olarak görebilme ve muhakeme

kapasitelerinin adaptasyon ve uyum süreçlerinin ürünleri oldukları söylenebilir. Zihin

ve benlik, davranışçıların çoğu kez yaptıklarının aksine, göz ardı edilemez. (Mead,

1934:2)

Page 6: Toplumsal Cinsiyet Rollerinin Anlamlandırılış …...Kuramsal Çerçeve Sembolik etkileşim yaklaşımına göre ‘benlik’ ve ‘kimlik’ birbirinden tamamıyla ayrılabilen

6

Sosyal davranışçı yaklaşıma göre, kadınların ya da erkelerin genel olarak belirli bir

konuda benzer davranış ortaya koymaları üyesi oldukları sosyal grubun o konu üzerine

genel tutumlarının ipuçlarını verir. Bir başka ifadeyle örneğin, sosyal davranışçı

yaklaşıma göre kadınların kimi durumda erkeğe göre ikinci plânda olması hem

kadınların hem de kadınların ve erkeklerin oluşturduğu büyük grubun cinsiyet

ayrımcılığı ve buna bağlı olarak ortaya çıkan durum ve davranış biçimlerinin genel

özelliklerini verir. Mead’ e göre bir bireyin davranışı onun üyesi olduğu toplumsal

grubun davranışı olarak anlamak mümkündür. Bu durumda ortaya çıkan somut

durumun değerlendirmesini kadınlar ve erkekler açısından iki farklı anlama ve sonuca

dayalı bir şekilde sosyal davranış yaklaşımına göre değerlendirebiliriz.

Yine bu anlayışa göre, insanların sahip oldukları nitelikleri anlamak için özel önemde

olan faktör, çevre koşullarına adaptasyon ve uyum sonucunda oluşan davranışların

pekiştirilmesidir. Kadınların ve erkeklerin benliklerini/kimliklerini oluşturma süreçleri

ve örnek olarak verilen cinsiyet ayrımcılığı çevre koşullarına adaptasyon ve uyum

yaklaşımı ile açıklanması söz konusu olabilir. Sonuç olarak Mead’e göre, toplumsal

grubun düzenli davranışlarını ona ait tekil bireylerin davranışlarıyla değil, daha ziyade

grubun düzenli davranışlarına göre açıklanabilir. Bu durumda kadınların ve erkeklerin

davranışları bir sosyal grup olarak ortaya konan düzenli davranış örüntülerine göre

anlamlandırılabilir. Tüm bu anlamlandırma ve tanımlama süreçleri sağlıklı bir zihnin

varlığına işaret eder. Zira ancak sağlıklı bir zihin tüm bu süreçlerin işlerliğini sağlar.

Mead’in davranışçı yaklaşımı zihin konusunda etkileşime dayalı bir anlayış ortaya

koyar. (Mead, 1934:3)

Mead’e göre kişi diğerleriyle gerçekleştirmiş olduğu etkileşimler sayesinde, kendini

sosyal ortam içindeki bir nesne olarak görme kapasitesine sahip olur. Ona göre, benlik;

başlangıçta, doğum esnasında yoktur. Benlik, sonradan edinilen ve gelişen bir şeydir

ve toplumsal deneyim sürecinde etkinliklerle birlikte ortaya çıkar. Benlik dili kullanma

ve diğerlerinin rolünü alma kapasitesinin ürünüdür. Mead’e göre, sosyal ben bireylerin

diğerlerinin hareketlerini okudukları veya onların tutumlarını edindikleri bir süreçtir ve

bu süreçte belirli durumdaki belirli bir nesne tipi olarak bir benlik imgesi bir benlik

resmi üretilir. Bu benlik imgesi bireyde belirli tepkiler üreten davranışsal uyaran olarak

işler. Ayrıca bireyin tepkileri diğerlerinin başka tepkilerine yola açar ve bir bireyin rol

almasını mümkün kılan, böylece yeni benlik imgeleri ve yeni davranışsal uyaranlar

üreten hareketlerin sergilenmesiyle sonuçlanır. (Ritzer, 2005: 489)

Birey bu süreçte kendini doğrudan algılamaz Birey, aynı toplumsal grubun diğer

üyelerinin bakış açısından veya bir bütün olarak ait olduğu toplumsal grubun genel

bakış açısıyla yani dolaylı olarak algılar. Kişi, toplumsal bir deneyim ve davranış

ortamı veya bağlamı içindeki diğerlerinin kendisine ilişkin tutumlarını dikkate alarak

kendisi için bir nesne hâline gelir. Sosyal ortamda belirli durumlarda benlik

imgelerinin üretilmesi zamanla bireyin kendini nesneleştirmesinden dolayı kendine

yönelik kalıcı tutumların geliştirilmesine neden olur. Birey, etrafındaki diğerlerinin

hareketlerini onların kendisine karşı tutumları ışığında seçici olarak yorumlarlar ve

böylece davranışları bir tutarlılık kazanır. Mead, kişinin bir nesne olarak kendisine

ilişkin istikrarlı tutumlar geliştirmesini tam veya birleşik benlik olarak terimleştirir.

Ancak bu tam benliğin katı bir yapı olmadığını kabul eder. Ona göre, farklı toplumsal

bağlamlarda tam benliğin farklı yönleri daha açık bir biçimde gözlenir. Böylece kişi

izleyicilere bağlı olarak farklı ‘temel benlikler’ sergileyecektir. (Ritzer, Smart, 2003:

220)

Burada çalışmamızı ilgilendiren önemli nokta sosyal ortamda davranışların

değerlendirilmesi ve bu süreç sonucu benlik imgelerinin ortaya konmasında araç olarak

kullanılan araçsal sembollerin genel özellikleridir. Başka bir ifadeyle, sahip olduğumuz

bu araç nasıl davranmamız gerektiğinin bilgisini bize vermektedir ve bir anlamda

Page 7: Toplumsal Cinsiyet Rollerinin Anlamlandırılış …...Kuramsal Çerçeve Sembolik etkileşim yaklaşımına göre ‘benlik’ ve ‘kimlik’ birbirinden tamamıyla ayrılabilen

7

sosyal ortamdaki davranışlarımızın belirlenmesi üzerinde etkiye sahiptir. Bu noktada

son derece işlevsel ve önemlidir. Fakat bu araçsal sembollerin genel özellikleri aynı

olay için kadınlar ve erkekler üzerinde farklı sonuçlar ortaya çıkmasına neden olabilir.

Bu araçsal sembollere örnek olarak, toplumsal cinsiyet rollerini düşündüğümüzde aynı

olay kadınlar ve erkekler için farklı sonuçlar ortaya çıkartabilmektedir. Bu noktada

kadınların ve erkeklerin aynı sosyal ortamı paylaşmalarına rağmen benliklerini var

etme ve kimliklerini ortaya koyma süreçlerinde farklı etkileşimlere ve

değerlendirmelere maruz kaldıkları ortaya çıkmaktadır. Son olarak sosyal ortamın

değerlendirmesinde kullanılan araçsal sembollerin eril ya da dişil özellikte olması bu

araçları kullananları etkilemekte ve bireylerin sosyal dünyayı anlamlandırılışı buna

göre belirlenmektedir.

4. Toplumsal Cinsiyet Rolleri ve Sosyal Benlik/Kimlik

4.1. Sembolik Etkileşim Yaklaşımı Çerçevesinde Sosyal Benlik ve Toplumsal Kimlik

Sembolik etkileşim yaklaşımı kökenleri psikolojik geleneğe dayanan bir Amerikan

sosyoloji ekolüdür. Bu ekolün kurucusu George Herbert Mead olmakla birlikte yaşamı

süresince çalışmalarını kitaplaştırmamış, fakat kendisinden sonra öğrencisi Blumer,

çalışmalarını derlemiş ve sembolik etkileşim yaklaşımını kuramsal olarak geliştirmeye,

tamamlamaya çalışmıştır.

Çalışmamızda, kişinin toplumsal varoluşu, toplumsal kimliği, ele alınırken yapmaya

çalıştığımız, benlik ve toplumsal kimlik kavramını birbirinden ayrı, bağımsız

yapılar, süreçler olarak ortaya koymak değildir. Çalışmanın yaklaşımı, benlik ve

kimliği bir bütünü oluşturan iki vazgeçilmez unsur olarak ele almaktadır. Benlik ve

sosyal kimlik kavramlarının oluşturdukları bütün; sosyal ortamda diğerleriyle

gerçekleştirilen sosyal etkileşimlerden elde edilen ve bireyin her an kullanabileceği bir

potansiyel olarak ortaya çıkan şeydir. Bu noktada kimlik, birinin diğeriyle

gerçekleştirdiği ilişkiden çok daha karmaşık ve üst bir yapı sergilemektedir.

4.1.1. Sembolik Etkileşim Yaklaşımı Çerçevesinde “Zihin” (Mind)

Mead’ e göre insan toplumunu anlamak için yapılması gereken şey, insan kişiliğinin en

özel iki yanı olan zihin ve benliğin varlığını bu ikisi sayesinde sürdüren toplumun

süregelen toplumsal süreçlerin birer parçası olarak görülmesidir. Zira, Mead, Darwin'in

evrim teorisinden etkilenerek oluşturduğu bu görüşünde insanlara has tüm zihinsel

yeteneklerin onların karşılaştıkları mevcut ortamlara uyumlarını kolaylaştırmaya

yönelik davranışlar olduğunu vurgular. (Mead, 1934:2)

Bu anlayışa göre, insanlar içine doğdukları dünyaya 'uyum sağlamak' için mevcut

imkânları kullanan 'faydacı' varlıklardır; başka bir ifadeyle, bireye özgü şeylerin çoğu

dünyaya uyum çabalarının ürünüdür. "İnsanların varlıklarını sürdürmelerini sağlayan

temel bir adaptasyon biçimi olarak düşünme" anlayışı sağlar. Böylece, insanlara has

özelliklerin, örneğin dili kullanma, kendini bir nesne olarak görebilme ve muhakeme

kapasitelerinin adaptasyon ve uyum süreçlerinin ürünleri oldukları söylenebilir. Zihin

ve benlik, davranışçıların çoğu kez yaptıklarının aksine, göz ardı edilemez. (Mead,

1934:2)

Mead’ e göre bir bireyin davranışını, onun üyesi olduğu toplumsal grubun davranışı

olarak anlamak mümkündür. Mead’in sosyal davranışçı yaklaşımını özetleyen bu

anlayışı tersten ifade edersek 'öznel davranış'ı anlamak için genel davranışçı ilkelerin

kullanılabileceğini anlamına gelir. İnsanların tür olarak kendilerine has nitelikleri söz

konusudur. Bu nitelikler, diğerlerince de paylaşılan ve bireyin biricik özelliği olarak

görülmeyen, öznel olmayan ve ortaya çıkan davranışı açıklayan pekiştirici süreçlerin

Page 8: Toplumsal Cinsiyet Rollerinin Anlamlandırılış …...Kuramsal Çerçeve Sembolik etkileşim yaklaşımına göre ‘benlik’ ve ‘kimlik’ birbirinden tamamıyla ayrılabilen

8

ürünüdür. Böylece, insanların sahip oldukları nitelikleri anlamak için özel önemde olan

faktör, çevre koşullarına adaptasyon ve uyum sonucunda oluşan davranışların

pekiştirilmesidir. Mead’e göre, toplumsal grubun davranışı onu oluşturan tekil

bireylerin davranışlarıyla açıklamaz; daha ziyade, sosyal grubu meydana getiren her

tekil bireyin davranışlarını mevcut topyekûn grup etkinliği bütününe göre analiz

edilebilir. Yani, toplumsal grubun düzenli davranışlarını ona ait tekil bireylerin

davranışlarıyla değil, daha ziyade bireyin davranışları toplumsal grubun düzenli

davranışlarına göre açıklanabilir. (Ritzer, Smart, 2003: 220)

Mead'in Zihin (Mind) Anlayışı

Zihin, bir ortamda nasıl davranmamız gerektiğinin ve o ortama nasıl uyum

sağlayabileceğimizin bilgisinin saklı olduğu anlamlı sembollerin; dil, mimikler,

toplumsal cinsiyet rolleri, anlamlı davranışlar ve tüm bunların oluşturduğu davranış

örüntülerinin öğrenilmesidir. Zihin aynı zamanda, bir sosyal ortamda diğerleriyle

etkileşimin sonucunda ortaya çıkan bir davranışsal tepki türüdür.

Mead’e göre zihnin gelişebilmesi için belirli evrelerden geçmesi gerekmektedir. Sosyal

ortamın içerisine doğan bebek hayatta kalabilmek için başkalarına ihtiyaç duyar.

Başkaları da diğerlerine ihtiyaç duymaktadır. Bu nedenle en başından itibaren zihin bir

benliğin toplumla zorunlu bağlılığın ve etkileşim süreçlerinin bir ürünüdür. Toplum

varlığını dili kullanarak başkalarının rollerini alan (genelleştirilmiş diğeri) aktörlerin

sayesinde sürdürür. Bu ortamda bebek ihtiyaçlarını sembollerle donatılmış olan bir

sosyal dünya da karşılamak zorundadır. Bebek, diğerlerinin bilinçli terbiyesi ve basit

sınama-yanılmalar neticesinde, ihtiyaçlarını (örneğin, besin, anne) karşılamakla ilişkili

nesneleri belirtmek için anlamlı sembolleri kullanmaya başlar. Diğer dürtülerini

karşılayabilmesi için bebeğin nihayetinde dili daha yüksek düzeyde kullanabilmesi ve

anlama kapasitesi geliştirmesi gerekir ve dili kullanabildiğinde diğerlerinin

hareketlerini okumaya ve onların yardımlarından faydalanmaya başlayabilir. Küçük

çocuklar bilinçli olarak düşünmeye, üzerinde düşünmeye ve tepkileri zihinde

canlandırmaya ancak rol-almayı öğrendikten sonra başlayabilir. Başka deyişle, Mead'in

zihin olarak terimleştirdiği en temel davranış kapasitelerini bu sayede sergilemeye

başlayabilirler. (Mead, 1934:7)

Mead’e göre, sosyal ortam ve diğerlerinin varlığı yani sosyal etkileşim zihinden

bahsedebilmenin temel koşuludur. Ona göre, 'zihin' bir toplumsal ortamda diğerleriyle

etkileşimin ürünü olan bir davranışsal tepki türüdür. Etkileşim olmasaydı zihin var

olamazdı. (Mead, 1934:177). Ona göre, insanlar arasında diğer canlılardakinden nitelik

olarak farklı bir iletişim biçimi gelişmiştir. Bu iletişim anlamlı sembolleri içerir.

Anlamlı sembolleri kullanma kapasitesi insanı diğer türlerden ayırır. Zihin, bireyin

olgunlaşırken anlamlı sembolleri kullanma kapasitesinin giderek gelişmesi sürecinde

ortaya çıkar. Bu noktada sosyal ortamda bulunan ve iletişimi sağlayan bu anlamlı

sembollere örnek olarak toplumsal cinsiyet rolleri verilebilir. Toplumsal cinsiyet rolleri

kadınlar ve erkekler için anlamlı semboller içermektedir. Bir sosyal grubun tüm

üyeleri için benzer anlamlar ifade etmekte ve buna bağlı olarak üyeler benzer

durumlarda benzer davranışlar ortaya konmaktadır. Sosyal ortamda pek çok

hareket/davranış ortaya koyduğumuz düşünüldüğünde bu davranışların anlamlı

sembollerin kullanımıyla değerlendirilmesi sonucu ortaya toplumsal cinsiyet rolleri

çıkmaktadır. Toplumsal cinsiyet rolleri toplumun üyelerinin sosyal ortamdaki

hareketleri üzerinde belirleyicidir.

Diğerlerinin rolünü alma süreci ve zihin:

Mead’e göre organizmalar anlamlı sembolleri zihin yoluyla değerlendirirler ve belli

durumlarda benzer uyarana benzer tepkiler verirler. Mead, bu durumu organizmaların

sembolleri zihin yoluyla değerlendirmesi sonucu ortaya çıkan anlamlı ve uzlaşımsal

Page 9: Toplumsal Cinsiyet Rollerinin Anlamlandırılış …...Kuramsal Çerçeve Sembolik etkileşim yaklaşımına göre ‘benlik’ ve ‘kimlik’ birbirinden tamamıyla ayrılabilen

9

hareketler/davranışlar olarak belirler. Ona göre, anlamlı sembolleri değerlendirmemize

olanak tanıyan şey dilin kendisidir. Ona göre, dilin temelini anlamlı sembollerin

oluşturmaktadır. Dil sayesinde iletişim kurar, başkalarının rollerini alabilir, kendimizi

ifade edebilir ve zihnimizde her türlü düşünme aktivitesini gerçekleştirebiliriz. Dilsel

iletişimin temeli seslere dayanmaktadır, zira sesler gönderen ve alıcı tarafından kolayca

işitilebilir, böylece benzer bir davranış eğilimini harekete geçirebilir. Ses dışındaki

başka semboller de benzer davranış eğilimini harekete geçirebilmeleri bakımından

önemlidir. Örneğin, kaşlarını çatmak, yumruklarını sıkmak, sert bir ifade, hepsi,

gönderenler ve alıcıların benzer tepkileri için bir uyaran hizmeti görmeleri bakımından

önemlidir. Benliğin var olabilmesi için zihnin gerekliliği söz konusudur. Başkalarıyla

gerçekleştirilen etkileşimler sayesinde zihin ve benlik kapasiteleri ortaya konur. Bu

noktada zihin, benlik ve dil arasında önemli karşılıklı ilişkiler söz konusudur. İnsan

yavrusu ancak temel dil kapasitesini kazanınca bir zihne sahip olabilir. (Mead, 1934:

604)

Zihin sosyal ortama uyum sağlama ve onun parçası olma adına anlamlı sembolleri

değerlendirir. Anlamlı sembollerin dil aracılığı ile zihin tarafından değerlendirilmesi

sonucunda somut tepkiler yönlendirilebilir, tasarlanabilir ve ertelenebilir. Bu süreçte

zihin anlamlı sembollerin kullanıldığı, değerlendirildiği bir iç konuşma süreci

gerçekleştirir. Zihnin bu kapasitesi doğuştan gelmez; başkalarıyla etkileşime ve onların

anlamlı sembollerini yorumlama ve kullanma yeteneği kazanmaya bağlıdır. Zihin

tarafından anlamlı sembollerin dil vasıtasıyla değerlendirmesi aynı zamanda bireyin

benliğini ortaya koyma sürecinin de bir parçasını oluşturmaktadır. Sosyal ortamın

aktörleri olarak kadınlar ve erkekler bahsi geçen bu süreci günlük hayat rutinlerinde

çok kere tekrar etmektedirler. Bireyler zihin aracılığıyla sosyal ortamda karşılaştığı

somut tepkileri değerlendirerek yönlendirebilir. Bu yüzden, zihin anlamlı sembollerin

kullanıldığı bir 'İçsel hareketler konuşmasıdır' çünkü zihin sahibi bir birey kendisiyle

konuşmaktadır. Zihnin bu kapasitesini başkalarıyla gerçekleştirilen etkileşimlerle ve

onların anlamlı sembollerini yorumlama ve kullanma yeteneği sayesinde elde etmiştir.

(Ritzer, 2005: 488)

Zihnin oluşum ilkeleri:

Birey zihin ve benlik sahibi diğerlerinin oluşturduğu bir ortam içerisine doğar ve bu

ortamın düzenlilikleri kendisinden önce belirlenmiştir. Zihin ve benlik bu anlamda

diğerlerinin varlığına ihtiyaç duyar. Bireyin içine doğduğu sosyal ortam zihin ve benlik

süreçlerini etkilerken bireyin ortaya koyduğu zihin ve benlik süreçleri de toplumu

belirlemektedir. Mead, insanların bebeklikten itibaren diğerlerine ve içine doğduğu

topluma nasıl uyum sağladığını anlamaya çalışırken sosyalleşme sürecinin temel

özelliklerini betimleyen bir dizi önerme geliştirir. Bu önermelerde, bebeklik

aşamasından itibaren bireyin zihin sürecini ortaya koyarak nasıl bir kimlik

geliştirdiğini ve toplumun bir parçası haline geldiğini ortaya çıkartmaya çalışır.

-Birey düzenli bir aktörler topluluğundan meydana gelen bir ortama uyum sağlamak

zorunda olduğu için anlamlı hareketlerin etkisine, daha fazla maruz kalır.

-Bir birey ihtiyaçlarını düzenli bir aktörler topluluğu içerisinde karşılamaya çalışırken

anlamlı hareketleri nasıl okuması ve kullanması gerektiği ile ilgili ihtiyaçlarının

karşılanmasına daha fazla seçici değer yükler.

-Bir birey anlamlı hareketleri kullanmayı ve okumayı öğrendikçe kendi ortamı içindeki

diğerlerinin rolünü alma yeteneği artar ve böylece, ihtiyaçlarını iletmek ve bunları

karşılamak için bağımlı olduğu diğerlerinin tepkilerini daha kolay tahmin etme

kapasitesi geliştirmiş olur.

-Bireyin rol alma ve anlamlı hareketleri kullanma kapasitesi arttıkça kendisiyle iletişim

Page 10: Toplumsal Cinsiyet Rollerinin Anlamlandırılış …...Kuramsal Çerçeve Sembolik etkileşim yaklaşımına göre ‘benlik’ ve ‘kimlik’ birbirinden tamamıyla ayrılabilen

10

kurma kapasitesi artar.

-Bireyin kendisiyle iletişim kurma kapasitesi arttıkça çevresindeki nesneleri örtük

olarak ifade etme, uygun olmayan tepkileri engelleme ve ihtiyaçlarını karşılayacak

tepkileri seçme ve böylece uyum sağlama kapasitesi artacaktır.

-Bir bireyin bu tür düşünceli davranışlar sergiledikçe tepkilerini kontrol etme ve

böylece süregelen bu düzenli topluluklar içinde diğerleriyle iş birliği yapma yeteneği

artar.(Turner ve diğerleri, 2007: 518)

4.1.2. Sembolik Etkileşim Yaklaşımı Çerçevesinde “Benlik” (Self)

Benliğin Yapısı

Benlik, insanların karşılıklı etkileşimleriyle ortaya çıkan ve bireyin, çevresindeki

olguları değerlendirmesine, anlamlandırmasına, ayırt etmesine olanak sağlayan şeydir.

Benlik, bir anlamda, kimliktir diyebiliriz. Benlik ayrıca bireylerin, kendilerini, kendi

düşüncelerinin, tarzlarının, seçimlerinin sonucunda ortaya çıkan nesneler olarak

görmelerine olanak tanır. Kısaca birey benlik aracılığıyla kendini nesneleştirerek,

kendine herhangi bir şeye bakıyormuş gibi bakabilir ve değerlendirebilir.

Mead’e göre kişi diğerleriyle gerçekleştirmiş olduğu etkileşimler sayesinde, kendini

sosyal ortam içindeki bir nesne olarak görme kapasitesine sahip olur. Ona göre, benlik;

başlangıçta, doğum esnasında yoktur. Benlik, sonradan edinilen ve gelişen bir şeydir

ve toplumsal deneyim sürecinde etkinliklerle birlikte ortaya çıkar. Benlik dili kullanma

ve diğerlerinin rolünü alma kapasitesinin ürünüdür. Mead’e göre, sosyal ben bireylerin

diğerlerinin hareketlerini okudukları veya onların tutumlarını edindikleri bir süreçtir ve

bu süreçte belirli durumdaki belirli bir nesne tipi olarak bir benlik imgesi bir benlik

resmi üretilir. Bu benlik imgesi bireyde belirli tepkiler üreten davranışsal uyaran olarak

işler. Ayrıca bireyin tepkileri diğerlerinin başka tepkilerine yola açar ve bir bireyin rol

almasını mümkün kılan, böylece yeni benlik imgeleri ve yeni davranışsal uyaranlar

üreten hareketlerin sergilenmesiyle sonuçlanır. (Ritzer, 2005: 489)

Birey bu süreçte kendini doğrudan algılamaz Birey, aynı toplumsal grubun diğer

üyelerinin bakış açısından veya bir bütün olarak ait olduğu toplumsal grubun genel

bakış açısıyla yani dolaylı olarak algılar. Kişi, toplumsal bir deneyim ve davranış

ortamı veya bağlamı içindeki diğerlerinin kendisine ilişkin tutumlarını dikkate alarak

kendisi için bir nesne hâline gelir. Sosyal ortamda belirli durumlarda benlik

imgelerinin üretilmesi zamanla bireyin kendini nesneleştirmesinden dolayı kendine

yönelik kalıcı tutumların geliştirilmesine neden olur. Birey, etrafındaki diğerlerinin

hareketlerini onların kendisine karşı tutumları ışığında seçici olarak yorumlarlar ve

böylece davranışları bir tutarlılık kazanır. Mead, kişinin bir nesne olarak kendisine

ilişkin istikrarlı tutumlar geliştirmesini tam veya birleşik benlik olarak terimleştirir.

Ancak bu tam benliğin katı bir yapı olmadığını kabul eder. Ona göre, farklı toplumsal

bağlamlarda tam benliğin farklı yönleri daha açık bir biçimde gözlenir. Böylece kişi

izleyicilere bağlı olarak farklı ‘temel benlikler’ sergileyecektir. (Ritzer, Smart, 2003:

220)

Mead, kendisinin benliğin toplumsal kurulumu üzerine görüşlerini ve beraberindeki

“benlik basitçe toplumsal tavırların yalın bir örgütlenmesinden ibaret değildir”

şeklindeki inancını, “ferdi ben”, “sosyal ben” diğer ifadeyle “ben” ve “beni/bana”

arasındaki ayrımı ortaya koyarak netleştirmeye çalışmıştır. “Ben” ve “beni/bana” (me)

zorunlu bir şekilde toplumsal deneyimle ilişkilidir. Ancak ben organizmanın ötekilerin

tavırlarının karşı yanıtıdır; beni ise üstlenilen, ötekilerin bir dizi örgütlü tavırlarıdır.

(Coser, 2008: 299)

Page 11: Toplumsal Cinsiyet Rollerinin Anlamlandırılış …...Kuramsal Çerçeve Sembolik etkileşim yaklaşımına göre ‘benlik’ ve ‘kimlik’ birbirinden tamamıyla ayrılabilen

11

Mead’e göre, (Mead, 1934: 198) sosyal ben; sosyal ortamda bir kişinin belirli bir

durum içindeyken sergilediği davranışlar sonucunda ürettiği benlik imgesi dir. Sosyal

ben diğerlerinin tutumlarının, davranış örüntülerinin, toplumsal ilişkilerin yapısının

bilgisini kısaca toplumun bilgisini içermektedir. Zira tüm bunlar bireyin ortaya

koyduğu davranışlarına yönelik yorumlarını etkilerler. Örneğin bir kütüphanede

yüksek sesle konuştuğumuzda diğerlerinin hayret dolu bakışlarıyla ve beklide

tepkileriyle karşılaşırız ve böylece bulunduğumuz yerin sessiz kalma konusunda belirli

kuralları olduğunu kavrarız. Bu gibi durumlar, belirli bir durumda, kişilerin

diğerlerinin hareketlerini değerlendirerek bir anlamda onların rollerini alarak sosyal

ortamın özelliklerinin kavranması sonucunda ortaya çıkan sosyal ben imgeleridir.

'Sosyal ben'den farklı olarak, 'ferdi ben' davranışların somut sergilenişidir. Kişi

kütüphanede yüksek sesle konuştuğunda bu 'ferdi ben'dir ve aynı kişi kendi yüksek

sesine tepki verildiğinde eylemin 'sosyal ben' evresi devreye girer. Mead 'ferdi ben'in

sadece deneyimler sırasında bilinebileceğini vurgular, zira 'ferdi ben'in gerçekte ne

yaptığını bilmek için 'sosyal ben' imgelerinin gelmesini beklememiz gerekir. İnsanlar

hareketi yapıncaya ('ferdi ben') kadar diğerlerinin beklentilerinin ('sosyal ben') gerçekte

nasıl somutluk kazanacağını bilemezler.

İnsanlar sosyal ortamda bu gibi durumlarla çok kez karşılaşırlar. Sosyal ortamın

aktörleri olarak kadınlar ve erkekler içinde bulundukları sosyal ortamın pek çok

özelliğini bu yolla içselleştirirler. Bu ortamlarda eylemlerde bulunur, kendilerini

nesneler olarak algılar ve eylemlerinin sonuçlarını değerlendirirler. Aynı zamanda

diğerlerinin kendi eylemlerine yönelik tepkilerini yorumlar ve böylece bir diğer

durumda nasıl bir davranış ortaya koymaları gerektiğine yönelik bir anlayış belirlerler.

Bir sonraki benzer durumda bu tecrübelerini kullanan birey yeniden eylemde bulunup

kendi eylemleri hakkında bir benlik imgeleri üretmiş olur. Tüm bu süreç Mead’in

yaklaşımının temel çıkış noktası olan; bireylerin içinde bulundukları sosyal ortama

adaptasyon süreci yani sosyal ortama uyum sağlama ve onun bir parçası haline gelme

çabalarıyla örtüşmektedir. (Ritzer, 2005: 832)

Mead’in ortaya koyduğu benlik imgesi sürecine göre, sosyal ortamın aktörleri daha

önce karşılaşmadıkları bir durumla karşılaştıklarında zihinlerinin geliştirmiş oldukları

uyum kabiliyetleri sayesinde ortaya çıkan durumu değerlendirerek sosyal ortama ya da

o ana ait sınırlılıkları, belirlenmişlikleri, kuralları ya da beklentileri öğrenmiş olur ve

bir sonraki benzer durum için uygun olan davranış örüntüsü modelini zihnine

yerleştirmiş olur.

Burada çalışmamızı ilgilendiren önemli nokta sosyal ortamda davranışların

değerlendirilmesi ve bu süreç sonucu benlik imgelerinin ortaya konmasında araç olarak

kullanılan konvansiyonel sembollerin genel özellikleridir. Başka bir ifadeyle, sahip

olduğumuz bu araçlar nasıl davranmamız gerektiğinin bilgisini bize vermektedir ve bir

anlamda sosyal ortamdaki davranışlarımızın belirlenmesi üzerinde etkiye sahiptir. Bu

sembolik araçlar son derece işlevsel ve önemlidir. Fakat bu araçsal sembollerin genel

özellikleri aynı olay için kadınlar ve erkekler üzerinde farklı sonuçlar ortaya çıkmasına

neden olabilir. Bu araçsal sembollere örnek olarak, toplumsal cinsiyet rollerini

düşündüğümüzde aynı olay kadınlar ve erkekler için farklı sonuçlar ortaya

çıkartabilmektedir. Bu noktada kadınların ve erkeklerin aynı sosyal ortamı

paylaşmalarına rağmen benliklerini var etme ve kimliklerini ortaya koyma süreçlerinde

farklı etkileşimlere ve değerlendirmelere maruz kaldıkları ortaya çıkmaktadır. Son

olarak sosyal ortamın değerlendirmesinde kullanılan araçsal sembollerin eril ya da dişil

özellikte olması bu araçları kullananları etkilemekte ve bireylerin sosyal dünyayı

anlamlandırılışı buna göre belirlenmektedir.

Benliğin oluşum ilkeleri:

Bireyin içine doğduğu sosyal ortamın özellikleri benlik süreçlerini belirlemektedir.

Page 12: Toplumsal Cinsiyet Rollerinin Anlamlandırılış …...Kuramsal Çerçeve Sembolik etkileşim yaklaşımına göre ‘benlik’ ve ‘kimlik’ birbirinden tamamıyla ayrılabilen

12

Birey içinde bulunduğu ortamda gerçekleştirmiş olduğu etkileşimler aracılığıyla

benliğini var eder. Bu nedenle ortamın özellikleri etkileşimler üzerinde belirleyicidir ve

bu özellikler etkileşimler yoluyla bireyin benliğini belirler. Mead’ insanların

bebeklikten itibaren diğerlerine ve içine doğduğu topluma nasıl uyum sağladığını

anlamaya çalışırken sosyalleşme sürecinin temel özelliklerini betimleyen bir dizi

önerme geliştirir. Bu önermelerde, bebeklik aşamasından itibaren bireyin benlik

sürecini ortaya koyarak nasıl bir kimlik geliştirdiğini ve toplumun bir parçası haline

geldiğini ortaya çıkartmaya çalışır.

-Bireyler düşünceli davranışlar sergiledikçe anlamlı hareketleri daha kolay okuyabilir,

daha kolay rol alabilir ve kendisiyle daha kolay iletişim kurabilir.

-Bir birey anlamlı hareketleri okuyabildiği, rol aldığı ve kendisiyle iletişim kurduğu

ölçüde kendini belirli bir ortamdaki nesne olarak görebilir.

-Birey pek çok farklı özel diğerinin rolünü almayı öğrendikçe kendisini diğer birçok

kişinin eğilimleriyle ilişki içinde bir nesne olarak görebilir.

-Rolünü alabileceği diğerlerinin perspektifi genelleştikçe birey kendini giderek daha

fazla toplumun genel değerleri, inançları ve normlarıyla ilişki içinde bir nesne olarak

görebilir.

-Hem özel diğerleriyle hem de genel perspektiflerle ilişki içinde bir nesne olarak

kendisine ilişkin imgeleri istikrar kazandıkça, birey daha bilinçli olarak rol alabilir ve

davranışsal tepkileri daha istikrarlı olur.

-Bir nesne olarak kendisine yönelik tepkileri istikrar kazandıkça ve kendisini özel

diğerleriyle olduğu kadar genel perspektiflerle de ilişki içinde görebildikçe, birey

tepkilerini daha fazla kontrol edebilir ve böylece süregelen ve düzenli topluklar içinde

diğerleriyle daha fazla iş birliği kapasitesi kazanabilir. (Turner ve diğerleri, 2007: 518)

4.2.Toplumsal Cinsiyet ve Roller

Günlük yaşantımızın bir parçası olarak hemen her gün, pek çok insanla karşılaşırız.

İnsanlarla karşılaştığımız an onların kadın ya da erkek olduklarına dair bir fikrimiz

olur. Onları kadın ya da erkek olarak kimlikleme çalışmamız neredeyse engellenemez

bir süreçtir. Bu süreç çoğunlukla kendiliğinden ve üzerinde çok düşünülmeden

gerçekleşir. Cinsiyete ilişkin ilk ipuçlarını fizikî özellikler, dış görünüş ve giysiler

aracılığı ile kolayca elde ederiz. Aslında cinsiyetimize yönelik ipuçları bizler daha

bebekken oluşturulmaya başlanmaktadır.

Yeni doğan çocuğun biyolojik bir cinsiyeti vardır, ama henüz toplumsal cinsiyete sahip

değildir. Çocuk büyürken toplum da, çocuğun önüne cinsiyete uygun kurallar,

şablonlar ya da davranış modelleri dizisi koyar. Belirli toplumsallaştırma etkenleri de

ya da failleri- özellikle aile, medya, arkadaş grupları ve okul- söz konusu bu

beklentileri ve modelleri somutlaştırarak çocuğun bunları sahipleneceği ortamları

hazırlar. Çeşitli öğrenme mekanizmaları da işin içine girmektedir: koşullanma,

öğretim, model alma, özdeşleşme, kuralları öğrenme gibi. Toplumsal modeller ya da

kurallar, ayrıntıları ne olursa olsun, az ya da çok içselleştirilirler. Bunun sonucunda,

normalde belirli bir cinsiyetin toplumsal beklentileriyle örtüşen bir toplumsal cinsiyet

kimliği ortaya çıkar. Toplumsallaşma kavramları ile cinsiyet rolü kuramı arasında

büyük bir yakınlık bulunduğu açıktır (Oglesby ve Hill, 1993: 718).

Cinsiyet ile edinilmiş kimlik kişilerde içinde yaşanılan toplumun onlara uygun gördüğü

şekillerde var olmaktadır. Yani kişi doğum ile kazanmış olduğu cinsiyet kimliğini daha

Page 13: Toplumsal Cinsiyet Rollerinin Anlamlandırılış …...Kuramsal Çerçeve Sembolik etkileşim yaklaşımına göre ‘benlik’ ve ‘kimlik’ birbirinden tamamıyla ayrılabilen

13

sonra toplumsal yaşantısı sonucu kazandığı özelliklerle bütünler. Kişi böylece kendisi

hakkında sahip olduğu düşüncesini yani kadın ya da erkek olarak sahip olduğu

cinsiyetle ilgili yorumlamalarını içinde bulunduğu toplumun ortak değer ve inanışları

ile belirgin hale getirir.

Kadın ve erkek arasındaki ayrım toplumsal yaşamda evrensel bir örgütleyici ilkedir.

Çocuklar olarak, erkek ve kızlardan farklı beceriler öğrenmeleri ve farklı kişilikler

geliştirmeleri beklenir. Yetişkinler olarak, erkek ve kadınlar karı ya da koca, anne ya

da baba olarak belirgin bir biçimde farklı cinsiyet ilişkili roller üstlenirler. Kültürler

neyin erkeksi ya da kadınsı olduğuna yönelik tanımlar barındırırlar. Bunla birlikte

cinsiyet farklılık ya da benzerliklerini vurgulamalarında faklılıklar olmakla birlikte

toplumsal yaşamı yapılandırmak, kurgulamak için cinsiyetin kullanımı tüm kültürlerde

temeldir. (Yoder, 1999:68).

Kadınlık ve erkeklik, tanımlanmış toplumsal rollerdir. Kadınlık ve erkeklik, bir

karşıtlık ilişkisiyle kurulur. Kadın, özel alana ait, doğaya yakın, seyredilen, edilgen,

tüketen, bağımlı kavramlarıyla anlamlandırılırken, erkek; kamusal alana ait,

kültür ve teknolojiye yakın, seyreden, etken, üreten ve özgür kavramlarıyla

anlamlandırılır. Ancak; üretilen bu anlam, sosyal ortamın eril özelliklerinin baskın

geldiği bir yaklaşımdır ve eril söylemi onaylayacak kodlamalara dayanır ve kadının

tarihsel görünürlüğünü azaltan neden de budur.

Cinsiyetçi iş bölümü de içselleştirilmiştir. Pilot ya da cerrah denildiğinde akla genel

olarak kadın gelmemekte, çünkü bu işler kadınsı bulunmamaktadır. Ancak, anaokulu

öğretmeni, hemşire, hostes denildiğinde akla kadın gelir. Bu koşullanmalar kadın ve

erkeklerin kendilerini konumlamaları açısından da belirleyen olduğu için, cinsiyetçi iş

bölümünde onay mekanizması işlemektedir (Bahsin, 2003:45).

Özel alan, ‘mahrem’ olarak anlamlandırılmış ve bunun bir sonucu olarak da fazla

deşifre edilmemiştir. Ancak; ev ve ailenin içerdiği özel alanla özdeş anlamlandırılan

kadının, tarihin kayıtlara geçirilişinde yer almayışı ya da marjinalleştirilerek yer

verilmesinin temelinde, mahremiyetten çok, eril yapı tarafından, kadının ilgi

alanlarının, eylemlerinin, beğenilerinin değersiz görülmesi ve bu yönde

anlamlandırılması nedenini arayabiliriz. Kamusal alan, takım elbiseyle simgelenen

erkeğin dünyası, özel alan ise kadının dünyasıdır. İmayla kamu alanına gittikçe artan

oranda önem yüklenirken, özel alan önemsizleştirilmiştir. (Işık, 2002:43).

Sosyal ortamda bireyler sosyalizasyon süreci içerisinde toplumsal cinsiyet rollerine

ilişkin pek çok girdiyle donatılırlar. Sosyal ortamın eril özellikleri sosyalizasyon

sürecinde öğrenilen cinsiyet rollerini de belirler. Eril yaklaşım böylece kendi varlığını

meşrulaştıracak ve devamlılığını sağlayacak cinsiyet rollerinin var olmasını sağlar.

Kadınlar genellikle düşük bir statü sergilemekte ve toplumda önemli roller

gerçekleştirebilecekleri alanlardan uzak tutulmakta ya da bu roller

gerçekleştirildiğinde fark edilmemekte, görmezden gelinmekte ya da yok

sayılmaktadır. Ev ve aile içerisine konumlandırılanın kadın olmasına karşın, bu

etkinliği görünmemekte ayrıca ekonomik ilişkilerin üretiliş şeklinden dolayı aileye

sahip olan, aile içindeki egemen karakter, erkek olmaktadır. Kadın özel alanda

ortaya koyduğu somut üretime karşın ailenin sosyal temsilinde ikincil bir konuma

oturtulmakta ve daha çok tüketicilik özelliğiyle tanımlanmaktadır. “Ev kadınları

olarak tanımlanan ve hizmet gören kadınların gerçek yaşamsal işlevleri ve en önemli

rolleri ev için daha çok şey satın almaktır” (Rakow, 1995: 22).

Özetle, sembolik etkileşimci yaklaşım, biyolojik cinsiyetin doğuştan, toplumsal

cinsiyetin ise toplumsal ve öğrenilmiş olduğuna vurgu yapmaktadır. Sembolik

Page 14: Toplumsal Cinsiyet Rollerinin Anlamlandırılış …...Kuramsal Çerçeve Sembolik etkileşim yaklaşımına göre ‘benlik’ ve ‘kimlik’ birbirinden tamamıyla ayrılabilen

14

etkileşimci yaklaşım, kadın ve erkeğe özgü davranış beklentilerinin ve tutumların

cinsiyet rolleri olarak nasıl sosyalleştirildiği üzerine çalışmaktadır. Buna göre,

toplumun kurumları tarafından kadına ve erkeğe uygun aktiviteler belirlenmektedir.

Bunu gerçekleştiren toplumsal kurumların eril özellik taşıyor olması beraberinde

ortaya konan toplumsal cinsiyet rollerinin erkekleri daha avantajlı bir konuma

taşımaktadır. Böylece toplumsal cinsiyet rolleri ve dil gibi sembolik araçları kullanarak

erkekler sosyal ortam üzerinde kendi iktidarlarının ihtiyaçlarına yönelik tasarruf

gücünü elde etmiş olmaktadırlar. Bu güç sayesinde sosyal ortamı kendi ihtiyaçları

doğrultusunda kadınların ikinci plânda kalacağı ve kendi iktidarlarının onayını ve

devamlılığını sağlayacakları bir şekilde yeninden üretilmesine olanak sağlamış

olmaktadırlar.

Tüm bu süreçlerin yaşanması yanı sıra kadınlar sanayi devrimiyle başlayan ve

günümüze kadar devam eden süreçte çalışma hayatında var olmalarıyla birlikte kendi

sosyal konumları ve buna bağlı olarak erkeğin tahakkümünde olan kamusal alanda

yerlerini alabilmek için zor ve güçlü bir mücadele içerisine girmişlerdir. Bu süreçte

önemli kazanımlar elde etmişlerdir. Fakat günümüz açısından halen kadın ve erkeğin

eşit koşullarda sosyal ortamı eşit bir şekilde paylaştıklarını söylemek mümkün

değildir. Kadınlar bu anlamda önemli kazanımlar elde etmiş olsalar da sosyal ortam

halen erkeğin tasarrufu altında ve kadının ikincil plânda olduğu bir alan olarak

yeniden üretilmeye devam edilmektedir.

5. Plâstik Sanatlarda Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Kimliği

5.1. Sanat Tarihi ve Toplumsal Cinsiyet

Yeryüzünde ilk insanın ortaya çıktığı günden günümüze geçen sürede kadınların ve

erkeklerin yapıp etmelerinin birikimli toplamı kültür tarihini oluşturur. İnsan felsefe,

tarih, sanat, bilim vb. gibi alanlarda yaratıcı etkinliklerde bulunmuş ve insanlık tarihini

bu üst birikimiyle yönlendirmiştir. Tarihin bu etkinlik süreci içerisinde farklı

dönemlerinde dünyanın farklı köşelerinde bu çalışmalara pek çok insan katılmış

olmakla birlikte hemen hepsinin ortak bir özelliği söz konusudur. Bahsi geçen süreci

gerçekleştirenlerin ezici çoğunluğu erkelerden oluşmaktadır. Kadınların bu süreç

içerisinde yer almaması bir anlamda aklın ve kültür yaratımının yalnızca erkekler

tarafından mı kavramsallaştırılabileceği sorusunu akla getirmiştir.

Eril söylemin ve egemen kültürün baskısına maruz kalan kadınlar kendilerini

tanımalarına ve benliklerini ortaya koyabilmelerine olanak sağlayacak özgür sosyal

ortamdan uzak kalmışlardır. Eril yaklaşımın ve egemen kültürün sembolik mesaj

bombardımanı altında kendini tanımlamaya çalışan kadın bunu gerçekleştirirken

farkında olmadan eril söylemi de bir anlamda meşrulaştırmış olmaktadır. Bu süreç

sonunda kadınlar kendi benliklerini kendi imgelerini erkekler kadar özgürce ve

toplumsal yapının her alanını kapsayacak bir biçimde ortaya koyma şansına sahip

olamamaktadırlar.

Tarihin Eril Yüzü

Toplumun organik belleği yoktur ve dolayısıyla her toplumun olayların kaydını tutan

birine ihtiyacı vardır. Ancak olayların kaydının tutulması demek aynı zamanda onların

seçmeye ve yorumlamaya tabi tutulması demektir. Bu anlamda her türlü tarih,

geçmişin bir “yeniden kurgulanması’nı içerir ve dolayısıyla kolaylıkla bir ideolojik

aygıta dönüşebilir. Bu ideolojik aygıtın kullanımı, tarihe geçecek olayların, kişilerin

yerlerin vs. kısaca tarihin konusunun belirlenme sürecinin de ideolojik olması

anlamına gelir. Böyle olunca, Tarihin öznesi, e d e n i , e y l e y e n i olarak gösterilen

insan genellikle beyaz, batılı ve erkek olmuştur. Tarihçiliğin bir "meslek" olarak

gelişiminde çok önemli rol oynayan pozitivist tarihçilik, bir bütün olarak gündelik

Page 15: Toplumsal Cinsiyet Rollerinin Anlamlandırılış …...Kuramsal Çerçeve Sembolik etkileşim yaklaşımına göre ‘benlik’ ve ‘kimlik’ birbirinden tamamıyla ayrılabilen

15

yaşamı görmezlikten gelirken kadınları da yok saymıştır. Bir kere, tarihçilik mesleği

erkeklere özgü olduğu gibi, kapsadığı alanlar da eril olarak algılanmıştır. Tarih dışına

itilip deneyimleri marjinalleştirilenler, elbette yalnızca kadınlar değil; tüm "altta

kalanlar"; örneğin köleler, köylüler, proleterler, zenciler, vb. belirli zamanlarda tarih

dışı bırakılmışlardır. Dolayısıyla, bu anlamda Tarih, bütün evrensellik iddiasına karşın

kısmî bir tarih, göreli bir tarih olmuştur. (Berktay, 2003:20).

Tarihin yazımı sürecinde tarihin konusu olarak gerçekleştirilen seçimler tarih yazımı

ile iktidar arasında bir ilişkiyi ortaya koyar. Bilgi ve iktidar arasındaki güçlü ve

kaçınılmaz ilişki tarihin dünyayı tanımlama, anlamlandırma isteği sonucunda onu,

iktidar ilişkileri ağının önemli bir parçası olarak işlevselleştirmiştir. Tarih çoklukla

iktidarın devamlılığını ve meşruluğunu desteklemek durumunda kalmaktadır. İktidarın

ve sosyal hayatın akışının devamlılığı için gerekli olan düzenlemelerin

gerçekleştirilmesine yönelik ortaya konulan tüm yaklaşımlar eril bakışın gördüklerini

yansıtmaktadır. Kadının tarih içindeki konumu ve görevi eril söylemi onaylayacak

şekilde yapılan cinsiyet rollerinin bir gereği olarak belirlenmiştir. “Geleneksel

kaynaklarda (kütüphane koleksiyonları, devlet arşivleri, mahkeme kayıtları, sayım

belgeleri, sivil toplum kuruluşlarının a r ş i v l e r i , dini k u r u l u ş ar ş i v l e r i vb . )

kadının gö rü nme z l i ğ i , bu kayıtlarda kadına ait bilgi olmadığından değil, kadına

ait belgelerin tarihçilerin ilgi alanının dışında kalmasından, su yüzüne

çıkarılmamasından kaynaklanmaktaydı” (Mardin, 2002:184).

Tarih disiplininin de içinde yer aldığı sosyal bilimler, "dünyayı tanımlama,

anlamlandırma ve açıklama amacı taşır. Sosyal bilimlerin bu yaklaşımı aynı zamanda

iktidar ağı ilişkilerinin önemli bir öğesi olmasını sonucunu doğurur." Belirli bir

"zümre"nin perspektifinin merkezîleştiği böyle bir alanda, geriye kalan kişi, olay ve

olguların kapsam dışında bırakılması da bu egemenliğin somut göstergelerinden

biridir. Eril söylemin bakış açısını yansıtarak kurgulanan tarihçilik içerisinde kadın ve

kadın deneyimlerinden bahsedilmemesinin sebebi bu çerçevede netlik kazanır. Ancak

kadınlar tarihi süreç içerisinde gerek tarihi süreçteki etkin rolleri, gerekse toplumların

varlıklarını sürdürebilmeleri açısından önemli konuma sahiptirler. Buna rağmen

kadının tarih yazımından bütünüyle dışlanmış olması tarihin bir iktidar alanı, tarih

yazımının ise "iktidar edimi" olduğunu açıkça göstermektedir (Berktay, 2003: 19-20).

Sanat Tarihinin Eril Yüzü

Geleneksel sanat tarihi incelendiğinde şu gerçekler ortaya çıkmıştır: Özelikle

modernist sanat tarihçiler kadın sanatçıları görmezden gelmişler, kadınların yaptığı

sanatı zanaatla ilişkilendirerek, kadınları sadece el becerileri gerektiren işlerden

bahsederken kullanmışlardır. Bu ilişkilendirmeyi açıklarken de kadınların yaratıcılık

gerektiren işlerden yoksun oldukları için zanaatla uğraştıklarını iddia etmişlerdir.

Kadın sanatçıları sanat tarihine konu olarak alan ilk kişi Vassaridir. Sanat tarihi

açısından dönemin sanatçılarını ele almak üzere hazırlanan nadir kapsamlı

çalışmalardan biri 1550 yılında yazılan "Le Vite Piú Eccellenti dei Pittori, Scultori e

Architettori" ("Ünlü Ressam, Heykeltraş ve Mimarların Yaşamları") isimli çalışmadır.

1550 yılında gerçekleştirilen ilk baskısında hiç kadın sanatçıya yer verilmezken, 1568

yılında genişletilmiş ikinci baskısında onüç kadın sanatçıya yer verilmiştir. Bu

çalışmada Vassari, sanatın gelişimini 13. yy.'dan 16. yy.'a kadar olan dönemde

incelemiş ve dönemin sanatçılarını hayat hikâyeleri ve eserleriyle birlikte ele almıştır.

Vassari’ nin eseri sayesinde Rönesans döneminde yaşayan ve ilk kez toplum tarafından

kabul gören kadın sanatçıları tanıma imkânı doğmuştur.

Ancak, 1970’ li yıllara kadar Vassarinin bu çabası zincirleme bir reaksiyon

yaratmamıştır. Uzunca bir uyku döneminden sonra ilk kez 1970’ li yıllarda, cinsiyet

Page 16: Toplumsal Cinsiyet Rollerinin Anlamlandırılış …...Kuramsal Çerçeve Sembolik etkileşim yaklaşımına göre ‘benlik’ ve ‘kimlik’ birbirinden tamamıyla ayrılabilen

16

temelli sorgulamalar doruk noktasına çıkmıştır ve bu çerçevede kadınların sanat

dünyasında yer almamış olmalarının nedenleri araştırılmıştır. Bu araştırmalardan en

önemlisi Linda Nochlin tarafından 1973 yılında yayınlanan “Niçin Büyük Kadın

Sanatçı Yok?” adlı makaledir. Bu makale, sanat çevrelerince oldukça fazla dikkat

çekmiştir. Nochlin’e göre, tarihte Manet ve Michaelangelo ayarında büyük kadın

sanatçı olmamıştır. Bunun nedeni olarak ise, eğitim ve kurumların, yeteneği ortaya

çıkaracak fırsat eşitliğini kadınlara sağlamaması olarak açıklamaktadır.

Tarihsel Süreçte Plâstik Sanatlarda Sosyal Ortam ve Kadının Benlik İnşası Çabaları

Sanat tarihinde tüm özverileriyle var olmaya çalışan kadın sanatçılar mevcut eşitsiz

ortamda sanatsal faaliyetler ortaya koyarak erkek sanatçılarla rekabet etmek

durumunda kalmışlardır. Özellikle plâstik sanatlar alanında ünlü erkek sanatçılarla

ilişkilerinde, eş, kardeş ya da sevgili olarak sanatsal çalışmalarda bulunan kadın

sanatçılar çoğunlukla erkeklerle aynı düzeyde, hatta bazen onlardan üstün olarak

değerlendirilen çalışmalar ortaya koyarak sanat tarihinde biz de varız diyebilmişlerdir.

Kadının ve erkeğin yeteneklerinin eşit ölçüde verimli ve paralel geliştiği durumların

yanı sıra, genellikle “kadın yeteneğinin” ilgili erkek partner (eş, sevgili, baba, kardeş)

tarafından sömürüldüğü ve yok edilmeye çalışıldığı hatta yaratıcı payının dışlandığı ve

geriye itildiği sanat tarihinde çeşitli örneklerle gözlemlenmiştir (Stephan, 1989: 11).

Kadının eril söylem tarafından görünmez olarak algılandığı böyle bir sosyal ortamda

kadın sanatçılar da kurallarını erkeklerin koyduğu sanat alanında varlık gösterebilmek

için kendisine uygun görülen biçimde tüm olumsuzluklara rağmen çalışmalar ortaya

koymaya gayret göstermişlerdir. Bununla birlikte erkeklerin hâkimiyetindeki bir alan

olarak algılanan sanat alanı içerisinde varlık göstermeye çalışan kadın sanatçılar, eril

söylem tarafından kadın olmalarını tescilleyecek bir şekilde çalışmaları kadın çalışması

olarak algılanmış bir anlamda sanat eseri bile olsa ötekileştirilmiştir.

Yaratma edimi yalnızca erkelere has bir özellik değildir. Sanat tarihinde kadın

sanatçılarının gerekli koşullar sağlandığında plâstik sanatlar alanında verilen

eğitimlerle desteklenmesi durumunda ve de ünlü erkek sanatçılarla çalışabilme fırsatı

yakaladıklarında kendilerini geliştirebildikleri sanat tarihi adına değerli çalışmalar

ortaya koyabilmişleridir. Kadınların birey olabilmelerinin önündeki engeller aşılarak

özgün ve bağımsız bir biçimde benliklerini ve kimliklerini var etmeleri gerekmektedir.

Kadın sanatçı olarak var olabilmek aynı zamanda kadın kimliğini özgürce var

edebilmekle mümkündür.

Bu yüzyılın ortalarına kadar durum kadın sanatçıların alehine işlemeye devam

etmiştir. Sanat tarihi incelemelerinde Rönesans’tan önce kadınların plâstik sanatlarla

nasıl ve ne derece ilgilendiklerine dair çok az bilgiye rastlanmaktadır. Fakat,

Rönesans ile birlikte yukarıda da değindiğimiz üzere kadınların sanat alanında

çalışmalar ortaya koydukları bilinmektedir. Ancak, o dönemde de kadın sanatçılar

için sanat alanında çalışma yapmalarına yönelik gerekli imkânların sunulmadığı hatta

ket vurucu, engelleyici bir atmosfer yaratıldığı görülmektedir. Buna rağmen varlık

göstermeye çalışan kadın sanatçıların ise güçlüklerle karşılaştıkları görülmüştür.

Bu duruma ilişkin çok sayıda örnek olmakla beraber Vassari’nin kitabında yer alan

sanatçılardan Marietta Robusti ve Aretemisia Gentilechi nin yaşamı çarpıcı örnek

olarak gösterilebilir. Bu kitaptaki bilgilerden döneminin sanatçıları arasında ismi geçen

Marietta Robusti’nin kadın olmasına ve toplumsal yapının tüm olumsuzluklarına

rağmen sanatsal çalışmalarını sürdürğü ve hatta İspanyol sarayından sipariş aldığını

(Grosenick, 2005: 11) öğrenmekteyiz. Bu anlamda bu durumu sanatçının başarısının

göstergesi olarak düşünebiliriz. Ancak, bu kitaptan, babası ve ustası olan Tintoretti’nin

kızının kendi çalışmalarının önüne geçmesini engelleyebilmek için onu zorla

evlendirdiğinin bilgisi de verilmektedir. Tintorettinin bu davranışı bir anlamda eril

Page 17: Toplumsal Cinsiyet Rollerinin Anlamlandırılış …...Kuramsal Çerçeve Sembolik etkileşim yaklaşımına göre ‘benlik’ ve ‘kimlik’ birbirinden tamamıyla ayrılabilen

17

söylemin iktidarına karşı çıkmaya cüret eden kızını mevcut cinsiyet rolleri anlayışına

kurban ederek cezalandırdığı şeklinde yorumlanabilir. Kızının da bu duruma direnç

gösteremeyerek boyun eğmesi bir bakıma mevcut toplumsal cinsiyet rollerinin yeniden

üretilmesine katkı verici olduğu düşünülebilir. Çünkü, çevresindeki pek çok kadın için

bu durum kadının eş ve anne rolünün pekiştirilmesi için iyi bir örnek teşkil etmektedir.

Ayrıca, kaderin yarattığı bir ironi olarak, Robisti’nin evliliğinin dördüncü yılında

doğum esnasında hayatını kaybetmesi onu, kadının annelik rolünün idolü olarak,

simgeleştirmiştir. Bu üzücü olay bile toplumsal cinsiyet ayrımcılığının yeniden

üretilmesi yolunda kullanılmıştır.

Bu dönem de kadın sanatçıların hemen hepsi pek çok sıkıntı çekmiştir. Bunların

arasında ikinci örnek olarak Artemisia Gentilesch’nin hayatı da gösterilebilir. O da

kadın ve kadın sanatçı olmanın en ağır bedellerini ödemiştir. Artemisia Gentileschi

ressam Orazio nun kızıdır ve babasının atölyesinde sanat eğitimi almıştır. Ne var ki,

ondokuz yaşına geldiğinde kendisindeki yeteneği fark eden babası Orazio tarafından

perspektif dersleri vermesi için tutulan Agostino Tassi’nin tecavüzüne uğramıştır. Bu

olayın üzerine mahkeme tarafından iffetsizlikle suçlanmış, hatta mahkeme salonunda

bekâret kontrolü yapılarak tacizin boyutu daha da büyümüştür. Gentileschi bu

yaşadıklarının izlerini ömür boyu taşıyarak, normal hayatta cezalandıramadığı erkeksi

dünyayı resimlerinde cezalandırdığı (Grosenick, 2005: 11) düşünülebilir. Çünkü,

Artemisia Gentileschi’ in tüm resimlerinde ya erkekleri öldüren ya da zarar veren

kadınları veya mahkeme salonunu yorumladığı görülmektedir.

Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Sonuç olarak diyebiliriz ki, bu dönemde eril

söylemin iktidarına karşı çıkma cesaretini gösterip, sanatçı olarak ben de varım

diyebilen her kadının kendine özgü, zorluklarla ve acılarla dolu bir yaşam hikâyesi

olmuştur. Kadınlar, eril söylemin cinsiyet rolleri temelinde katı bir şekilde

kurumsallaştırmış olduğu sosyal ortamda kendilerini ve sanatçı kimliklerini var etmek

zorunda kalmışlar ve bu anlamda bazıları günümüzde de geçerli olan pek çok sorunla

karşılaşmışlardır.

Örneğin, sanat akademilerine kabul edilmemişler, sanat eğitiminde çok önemli bir yeri

olan çıplak model üzerinden çalışma imkânı bulamamışlar, sanat etkinliklerine kabul

edilmemişler, yaptıkları eserler sanat eseri olarak nitelendirilmemiş zanaat kapsamında

algılanmıştır, babaları, kocaları ya da sevgilileri yapılan çalışmaları sahiplemişler ve

kendi imzalarını atmışlardır. Kadın sanatçı başarılı olsa bile bu başarı kadının hanesine

değil onu yetiştiren erkeğin başarısı olarak lanse edilmiştir.(Ulusoy 1999: 64).

Böylelikle bu alanda performans göstermeye cesaret eden kadınlar bile hep

erkeklerinin gölgesinde kalmışlardır. Erkekler bu cesareti cüret olarak algılamıştır.

Söz konusu duruma 20.yy dan da örnekler verilmesi mümkündür. Modern dönemde

sanat alanında var olmaya çalışan kadın sanatçılardan en popüler olanlarından ikisi

Camille Claudel ve Gwen John dur. İkisi de ünlü heykeltraş Rodin’in hem öğrencisi

hem modeli hem de sevgilisi olmuştur. Burada bu iki sanatçının örnek olarak

verilmesindeki neden benzer ortamlarda bulunmalarına karşın, kadının aleyhine olan

toplumsal cinsiyet tutumlarına karşın bu iki kadının gösterdikleri farklı vaziyet alışları

yüzünden farklı deneyimleri yaşamalarıdır. Dönemlerinde modern sanat tarihi

literatürnde her iki kadın sanatçının da sanatsal anlamda başarılı olarak

değerlendirilmelerine rağmen, Camille Claudel’un kendi benliğini ve kimliğini

oluşturmak açısından israrlı davranması ve Whitney’e göre (1994) dönemin sanat

kamusunun Claudel’in işlerini, Rodin’in işlerinden daha başarılı bulması bağlamında

bir anlamda Rodin’e rakip olması, onun Gwen John dan çok farklı bir hayat deneyimi

yaşamasına neden olduğu görülmektedir.. Tıpkı Gwen John gibi Camille Claudel de

Rodin’in sevgilisi ve modeli olmuş aynı zamanda birlikte çalışmışlardır. Rodin’in

Page 18: Toplumsal Cinsiyet Rollerinin Anlamlandırılış …...Kuramsal Çerçeve Sembolik etkileşim yaklaşımına göre ‘benlik’ ve ‘kimlik’ birbirinden tamamıyla ayrılabilen

18

stüdyosuna 1883 yılında asistan olarak giren Camille Claudel kendi heykel

çalışmalarını sürdürürken bir yandan da atölyesini paylaştığı sevgilisine de

çalışmalarında katkı sağlamıştır. Claudel’in 1880’lerde 1890’ların başında Rodin’e

sağladığı katkı onun insanüstü bir üretkenliği olduğu inancını ortaya çıkartmıştır.

Rodin ile çalıştığı süre boyunca Claudel’ın yaratıcı çalışmalarının büyük bir kısmı

ustası Rodin’in işleriyle büyük benzerlik göstermekteydi (Chadwick, 1996: 176) ve

hatta bir süre sonra Rodin’e ait olduğu söylenen işlerin aslında Claudel tarafından

yapıldığı söylentileri ortaya çıktı. Rodin bu durumdan büyük rahatsızlık duyarak bir

fırsatı değerlendirip, Claudelin ailesini de ikna ederek onu akıl hastanesine kapattı.

Claudel ömrünün sonuna kadar akıl hastanesinde kalmış ve böylelikle sanat alanından

tamamen koparılmış oldu.

XIX. yy.dan beri kadınlar tarafından verilen mücadelenin faydalarını ancak XX.yy.da

yaşayan kadın sanatçılar görebilmişlerdir. Bu yeni dönemle birlikte artık kadınlar

erkeklerle aynı sanat akademilerinde gidebiliyor, aynı uzmanlık alanlarına

başvurabiliyor, aynı sergilere katılıp ödüller alabiliyorlardı. Artık kadınlar sanat

dünyasında tek başına var olabiliyor ve sorumluluk alabiliyorlardı. Sadece kadınlar

tarafından yapılmış resimlerden oluşan ilk resim sergisi 1884 yılında Amsterdam’da

düzenlenmiştir. Daha sonraları Paris’te 1908 ve 1913 yıllarında yine sadece kadınların

eserlerinin sergilenebileceği daha ileri düzeyde sergiler için kadın sanatçılara

davetiyeler gönderilmiş ve bunun sonucunda birçok sergi düzenlenmiştir. (Grosenick,

2005: 12)

XX. yy. cinsiyet ayrımcılığının ortadan kaldırılması konusunda önemli fikirlerin ortaya

konup tartışıldığı bir dönem haline getirmiştir Bu dönemde kadın hakları ve de kadın

sanatçılar için önemli kabullenişlerin gerçekleştirildiği bir yüzyıl olmuştur. Artık kadın

ile erkek arasında bir fark olmadığı fikri yaygınlaşmaya başlamış diğer bir anlatımla

eril söylemin kurguladığı toplumsal cinsiyet rolleri sorgulanır, tartışır bir hal almıştır.

Sanat alanında üstün sanat eserlerinin cinsiyet üstü olması gerektiği fikri savunulmaya

başlamıştır.

Kısaca özetlendiği üzere, kadınların Rönesans’tan bu güne toplumun hemen her

alanında olduğu gibi sanat alanında da varlık göstermeleri, çalışmalarını ortaya

koyabilmeleri ve bu anlamada kadın kimliğini var edebilmeleri çok uzun ve meşakkatli

bir sürecin sonunda gerçekleşebilmiştir. Günümüzde bile sanat tarihinde yerini almış

önemli kadın sanatçılar olmasına rağmen yinede kadınların bu alanda en az erkekler

kadar varlık gösterdiklerini söylemek güç olacaktır. Dünyanın çeşitli yerlerindeki

modern sanat müzelerinde yer alan sanatsal çalışmalar ipucu olarak kullanılırsa; henüz

sanatçı olarak kadınların çalışmalarının erkeklerin çalışmalarının yarısına bile

yaklaşamadığı görülür. Fakat dikkati çeken başka bir nokta ise erkek sanatçıların

ortaya koyduğu çalışmalarının büyük bir çoğunluğunun hala kadın bedeni ve cinselliği

üzerine olmasıdır. (Freeland, 2008: 121)

Kadınların toplumun her alanında olduğu gibi sanat alanında da karşı karşıya kaldığı

eşit olmayan sosyal koşullar benliklerini ve dolayısıyla kimliklerini özgürce ortaya

koyabilmeleri sürecini olumsuz yönde etkilemektedir. Bu konuda erkeklerle

karşılaştırıldığında kadınların; görece daha fazla güçlükle karşılaştıkları, daha çok

zorlandıkları, dil, araçsal semboller gibi sosyal araçların eril nitelikler taşıması ve

sosyal ortamın eril özellikleri nedeniyle sosyal benliklerini, kimliklerini ortaya koyma

sürecinde erkekler kadar özgür olamadıkları söylenebilir.

Page 19: Toplumsal Cinsiyet Rollerinin Anlamlandırılış …...Kuramsal Çerçeve Sembolik etkileşim yaklaşımına göre ‘benlik’ ve ‘kimlik’ birbirinden tamamıyla ayrılabilen

19

5.2. Sembolik Etkileşim Yaklaşımına Göre Toplumsal Cinsiyet Rollerinin Anlamlandırılış

Biçiminin Kadın Sanatçı Kimliğinin Oluşum Sürecine Etkileri Üzerine Tartışma

Bu bölümde, buraya kadar aktarılan “sosyal benlik ve kimlik” anlayışı çalışmanın

problemleri dahilinde ele alınıp tartışılacaktır.

1- Erkeklerin sosyal ortamda bulunan araçsal semboller üzerindeki iktidarı, zihin ve

benlik süreçlerini ortaya koymada aynı araçsal sembolleri kullanmalarından dolayı

kadınların kimliklerini var etme sürecinde güçlükler yaşamalarına neden olmakta mıdır?

Sembolik etkileşim yaklaşımına göre sosyal ortamda kadınlar tıpkı erkekler gibi

toplumu oluşturan diğer bireylerin her birinin gerçekleştirdikleri sosyal etkileşimlerden

elde ettikleri sosyal deneyimlerle şeklini bulan ve her an kullanabileceği yeniden üretip

şekil verebileceği benlik potansiyelini geliştirirler. Sosyal yaşamda kadın diğerleriyle

gerçekleştirdiği tüm sosyal etkileşimler kendisine, içinde bulunduğu ortam, kendi ve

diğerleri hakkında bilgiler, deneyimler sunar. Bu deneyimler kadının bu ortamdaki

rehberi, yol göstericisi, pusulası görevini yerine getiren benliği ortaya koymaktadır.

Kadın kimliği olarak tartışılan kavram ise benliğin dışarıya yansıyan kısmıdır. Sosyal

olarak şekillenmiş bu potansiyelin kadının tercihleri doğrultusunda ortaya koymuş

olduğu ve diğerlerine özellikle yansıtmak, göstermek istediği seçilmiş tercihlerinden

oluşur.

Kadınların benlik potansiyellerini ortaya koymaları için diğerlerinin varlığı bir

zorunluluktur. Kadınlar da tıpkı erekler gibi kuralları ve sınırları önceden belirlenmiş

bir sosyal ortam içerisine doğar ve bu ortamda sosyalleşerek ortamın bu anlamda

özelliklerini öğrenir ve içselleştirir. Sosyal ortamdaki deneyimleri sayesinde diğerleri

ve diğerlerinin kendi hakkındaki görüşlerine yönelik doğru olduğunu kabul ettiği

düşüncelere sahip olur. Bu noktada aynı zamanda sosyal ortamın kendisinden

beklentilerini de keşfetmiş olur. Yani Kadın kimliğini bu süreçte var ederken

diğerlerinin beklentilerini de hesaba katan bir süreç sonunda bir potansiyel ortaya

koymuş olmaktadır. Bu durum erkek için de benzer şekilde gerçekleşen bir süreçtir. Bu

süreçteki faklılık, toplumsal cinsiyet rolleri bağlamında sosyal ortamın kadın ve erkeğe

yönelik farklı beklentilere sahip olması ve bu anlamda kadına ve erkeğe farklı roller

yüklemiş olmasıdır. Böylece kadınların ve erkeklerin benlik ve kimlik potansiyellerini

ortaya koyuş süreci benzer fakat ortaya çıkan benlik potansiyellerinin farklı olması söz

konusudur.

Tüm bu süreçte kadın, aynı zamanda kendisini diğerlerinin yerine de koymuş

olmaktadır. Kendisi ile ilgili sosyal ortamın beklentilerini keşfettiğini düşündüğü bu

süreçte diğerlerinden beklenilenleri de fark etmiş olur. Böylece başkalarının rolünü

almış olur. Başkalarının rolünü alma ya da genelleştirilmiş diğeri sürecinde kadınlar,

diğerlerinin hareketlerini okur veya onların tutumlarını edinirler. Böylece kadınlar bu

süreçte belirli durumdaki belirli bir nesne tipi olarak bir benlik imgesi bir benlik resmi

üretir. Bu benlik imgesi bireyde belirli tepkiler üreten davranışsal uyaran olarak işler.

Ayrıca bireyin tepkileri diğerlerinin başka tepkilerine yola açar ve bir bireyin rol

almasını mümkün kılan, böylece yeni benlik imgeleri ve yeni davranışsal uyaranlar

üreten hareketlerin sergilenmesiyle sonuçlanır. Tüm bu süreçlerin sonunda kadınlar bir

yandan sosyal ortamın bir parçası olmakta hem de bu ortamı sürekli ve yeniden

değerlendirerek sosyal etkileşimler gerçekleştirmektedirler.

Özetle, bireyin içine doğduğu sosyal ortamın genel özelliklerini öğrenerek kendini

nesneleştirmesi ve kendisini başkalarının gözünden görme sürecinde kullanılan

Page 20: Toplumsal Cinsiyet Rollerinin Anlamlandırılış …...Kuramsal Çerçeve Sembolik etkileşim yaklaşımına göre ‘benlik’ ve ‘kimlik’ birbirinden tamamıyla ayrılabilen

20

sembolik araçlar, ataerkil yapılanma nedeniyle eril özellikler taşımaktadır. İnsanlığı var

eden her iki cinsten biri olan erkekler bu durumun avantajlarını kendilerince

kullanırken kadınlar için durum bir dezavantaj oluşturmaktadır. Zihin ve benlik

potansiyellerinin ortaya konmasında kullanılan sosyal ortamın genel özellikleri, dil,

toplumsal cinsiyet rolleri, eğitim ve sosyalizasyon gibi çeşitli araçsal sembollerin

ataerkil zihinsel kodlar içeren eril bir bakış açısıyla kurgulanıp, yapılandırılmış ve

devamlılığının bu anlamda sağlanmış olduğu görülmektedir. Kullanılan bu araçların

eril özellikleri kadınların benlik ve kimlik potansiyellerinin ortaya konulma sürecini

sosyal ortamın genel özellikleri ve beklentileri doğrultusunda biçimlendirilmesi

sonucunu ortaya çıkartmaktadır. Bu sürecin doğal bir sonucu olarak kadınlar,

kendilerini diğerlerinin gözünden görmeğe çalıştıkları zaman sanatçı, öğretmen,

mühendis, mimar olarak görülmekten daha çok kadın, anne, kız kardeş olarak görülme

eğilimini tespit etmektedirler. Sosyal ortam sürekli olarak kadınların kimliklerini

erkeklerin bakış açısına göre belirlemek, düzenlemek ya da en azından sosyal

kimliklerinden çok biyolojik kimlikleriyle algılanmak zorunda oldukları sosyal

süreçleri yine ve yeniden üretmektedir. Tüm bunların sonucu olarak kadınlar kimlik

potansiyellerini ortaya koyma sürecinde sosyal ortamın sembolik araçlarının eril

özelliklerinden dolayı daha çok zorlanmakta ve güçlüklerle karşılaşmaktadırlar.

1.1. En önemli sembolik etkileşim aracı olan dil üzerindeki eril söylemin iktidarı,

kadınların kendilerini ifade ve zihin, benlik süreçlerini var etme süreçlerinde erkeklere

göre daha zorlanmalarına neden olmakta mıdır?

Birey, sosyal ortamda anlamlı sembolleri zihin aracılığıyla değerlendirir. Ortamın

karakteristik özellikleri doğrultusunda ortaya konmuş olan bu anlamlı sembollere

tepkiler ortaya koyar. Bu süreçte anlamlı semboller dil sayesinde değerlendirilir. Dil

sosyal ortamın karakteristik özelliklerine sahip olan araçsal sembollerin en

önemlilerinden biridir. Birey, dil sayesinde iletişim kurar ve her türlü zihinsel

aktiviteyi gerçekleştirir. Böylece başkalarının rolünü alabilir, kendisini diğerlerinin

gözüyle görebilir ve kendisini nesneleştirebilir.

Benlik potansiyelinin ortaya konabilmesi zihinsel aktiviteye bağlıdır. Bu anlamda

sosyal ortamda başkalarıyla gerçekleştirilen etkileşimler sayesinde zihin ve benlik

potansiyelleri ortaya konmaktadır. Bunu mümkün kılan ise araçsal sembollerden biri

olan dil dir. Bu süreçte Zihin sosyal ortama uyum sağlama ve onun parçası olma adına

bir iç konuşma süreci gerçekleştirir. Böylece anlamlı semboller değerlendirilir ve

tepkiler ortaya konur. Tüm bu süreçlerin gerçekleşmesini sağlayan zihin doğuştan

gelmez, sosyal ortamda başkalarıyla gerçekleştirilen etkileşimler sonucu ortamda yer

alan anlamlı sembolleri yorumlama ve kullanma yeteneğinin kazanılmasıyla söz

konusudur. Bireyin benlik ve kimlik potansiyelini ortaya koyma ayrıca sosyal ortamın

sıradan bir üyesi olma sürecinde başvurduğu dil taşıdığı özellikler doğrultusunda bu

süreçte ve sonucu üzerinde belirleyici olmaktadır. Bireyin benlik ve kimlik

potansiyellerinin ortaya konmasında kullanılan dil sosyal ortamın karakteristik

özelliklerini taşımaktadır. Dil ataerkil yapılanma nedeniyle eril zihinsel kodlar

içermektedir. Bu durum yeryüzündeki her dil için geçerlidir. Zira, yeryüzünde şu an

kadının ve erkeğin eşit haklara sahip olduğu eşitlikçi bir toplum yapısı

görülmemektedir. Dilin taşıdığı eril özellikler bunu benlik ve kimlik potansiyellerinin

ortaya konması sürecinde bir araç olarak kullanan kadınları olumsuz yönde

etkilemektedir. Aynı süreçleri yaşayan ve aynı araçları kullanan erkeklere göre

kadınlar benlik ve kimlik potansiyellerinin ortaya konma süreçlerinde daha

zorlanmalarına neden olmaktadır. En basit zihinsel süreçleri bile gerçekleştirmek için

ihtiyaç duyduğumuz sembolik araç olarak dil taşıdığı eril özellikler nedeniyle

kadınların kendilerini ifade ederken ve diğerleriyle gerçekleştirdiği etkileşimleri

değerlendirirken kendilerini erkelerin bakış açısına göre konumlandırmak zorunda

Page 21: Toplumsal Cinsiyet Rollerinin Anlamlandırılış …...Kuramsal Çerçeve Sembolik etkileşim yaklaşımına göre ‘benlik’ ve ‘kimlik’ birbirinden tamamıyla ayrılabilen

21

kalmaktadırlar.

2. Kadınlar, toplumsal cinsiyet rollerini erkekler üzerinden mi tanımlamaktadırlar?

Sembolik etkileşim yaklaşıma göre, kadınların ya da erkeklerin genel olarak belirli bir

konuda benzer davranış ortaya koymaları üyesi oldukları sosyal grubun o konu üzerine

genel tutumlarının ipuçlarını verir. Bir başka ifadeyle örneğin, kadınların kimi

durumda erkeğe göre ikinci plânda olması hem kadnların hem de diğerlerinin

oluşturduğu büyük grubun cinsiyet rollerini ve buna bağlı olarak ortaya çıkan durum

ve davranış biçimlerinin genel özelliklerini verir. Mead’ e göre bir bireyin davranışı

onun üyesi olduğu toplumsal grubun davranışı olarak anlamak mümkündür. Bu

durumda ortaya çıkan somut durumun değerlendirmesini kadınlar ve erkekler açısından

iki farklı anlama ve sonuca dayalı bir şekilde sosyal davranış yaklaşımına göre

değerlendirebiliriz. Bu anlamda toplumsal cinsiyet rolleri kadınların ve erkeklerin

sosyal benlik potansiyellerini ve buna bağlı olarak kimliklerini ortaya koyma

süreçlerini sosyal ortamın belirgin özellikleri doğrultusunda belirlediği söylenebilir.

Sosyal ortamda bireyler sosyalizasyon süreci içerisinde toplumsal cinsiyet rollerine

ilişkin pek çok girdiyle donatılırlar. Sosyal ortamın eril özellikleri sosyalizasyon

sürecinde öğrenilen cinsiyet rollerini de belirler. Eril yaklaşım böylece kendi varlığını

meşrulaştıracak ve devamlılığını sağlayacak cinsiyet rollerinin var olmasını sağlar.

Kadınların benlik potansiyellerini ve buna bağlı olarak kimliklerini ortaya koyma

sürecinde sosyal ortamın eril özelliklerinin büyük ölçüde belirlemiş olduğu toplumsal

cinsiyet rollerine maruz kalmaktadırlar. Ayrıca, sembolik etkileşim yaklaşımı

dahilinde benlik ve kimliğin oluşum sürecinde bireyin kendisini diğerlerinin gözünden

görme ve değerlendirmesi, kendisini sosyal ortamın genel özellikleri dahilinde

nesneleştirmesi ve diğerlerinin kendisinden beklentileri olarak belirlediği ve dolaylı

algı olarak kavramlaştırılan süreçleri yaşaması dolayısıyla kadınlar kimliklerini var

etme sürecinde kendilerini eril söylemin belirleyiciliği altında yani erkekler üzerinden

değerlendirmekte ve tanımlamaktadırlar.

Özetle toplumun kurumları tarafından kadına ve erkeğe uygun cinsiyet rolleri

belirlenmektedir. Bunu gerçekleştiren toplumsal kurumların eril özellik taşıyor olması

ve beraberinde ortaya konan toplumsal cinsiyet rolleri erkekleri daha avantajlı bir

konuma taşımaktadır. Böylece toplumsal cinsiyet rolleri ve dil gibi sembolik araçları

kullanarak erkekler, sosyal ortam üzerinde kendi iktidarlarının ihtiyaçlarına yönelik

tasarruf gücünü elde etmiş olmaktadırlar. Bu güç sayesinde sosyal ortamı kendi

ihtiyaçları doğrultusunda kadınların ikinci plânda kalacağı ve kendi iktidarlarının

onayını ve devamlılığını sağlayacakları bir şekilde yeninden üretilmesine olanak

sağlamış olmaktadırlar. Kadınlar, sosyal ortamın en önemli araçsal sembollerinden

olan toplumsal cinsiyet rollerini kendilerini ve sosyal konumlarını algılarken

kullanmaktadırlar. Toplumsal cinsiyet rollerinin eril özellikleri dolayısıyla kadınlar

kendilerini ve sosyal ortamı algılayışları erkekler üzerinden gerçekleşmektedir. Bir

başka söylemle kadınlar toplumsal cinsiyet rollerini erkekler üzerinden

değerlendirmektedirler.

3. Toplumsal cinsiyet rollerini anlamlandırışlarından dolayı kadınlar, sanatı ve sanatçı

olmayı erkekler üzerinden mi tanımlamaktadırlar? Diğer bir ifade ile kadının kendi

varlığını algılayışı, erkeklerin kendisini (kadını) nasıl algıladığıyla ilgili bir durum

mudur? Bu durum kendi kimliğini/sanatçı kimliğini oluşturmada belirleyici midir?

Kadının sanat alanında tıpkı toplumun pek çok alanında olduğu gibi ikincil plâna

itildiğini görmekteyiz. Kadınlar, sanatçı olarak kimliğini oluşturma ve bu kimliğin

diğerleri tarafından onaylanmasını sürecinde sosyal ortamın eril özelliklerini taşıyan dil

Page 22: Toplumsal Cinsiyet Rollerinin Anlamlandırılış …...Kuramsal Çerçeve Sembolik etkileşim yaklaşımına göre ‘benlik’ ve ‘kimlik’ birbirinden tamamıyla ayrılabilen

22

veya toplumsal cinsiyet rolleri gibi araçsal sembollerin kullanımı dolayısıyla güçlükler

yaşamaktadırlar.

Sembolik etkileşim yaklaşımına göre genelleştirilmiş diğerleri kavramı, kişinin sosyal

ortamı ve anlam sistemlerini algılayışını ve yorumlayışını içerir. Bu durum sosyal

ortamın bir parçası olan kadın sanatçılar içinde söz konusudur. Sanatçı olarak kadınlar

sosyal ortamı anlamlandıracak araçsal sembolleri öğrenir ve böylece; sanatçı olarak

kadın, toplumsal rolünün/rollerinin gereklerini, sosyal ortamın kendisini bir kadın ve

bir sanatçı olarak nasıl anlamlandırıldığını, kendisini onaylayıp onaylamadığını

önceden kestirebilir. Sanatçının cinsiyetlerinden kaynaklanan toplumsal rolleri, bu

rollerin gereği olan davranış kalıpları ve sanatçı olarak, içinde yer aldığı sosyal ortamla

etkileşimlerinde, kadın ya da erkek olmalarından dolayı nasıl algıladıkları ve bu algı

sonucunda kendilerine dönerek yaşam pratiklerini ve sanatsal çalışmalarını nasıl

yeniden şekillendirdikleri sosyal ortama egemen olan toplumsal cinsiyet anlayışı ve

toplumsal cinsiyet rollerin anlamlandırılış biçimine göre açıklanabilmektedir.

Sosyal ortamda sanatçı olarak kadınların kendi benliklerini ve kimliklerini var etme

süreci, parçası oldukları sosyal ortamdan farklı bir ifadeyle kültürden bağımsız olarak

gerçekleşemez. Benliğin ortaya konulup geliştirilmesi ancak sosyal ortamda

diğerleriyle gerçekleştirilen etkileşimlerle mümkün olabilmektedir bu da diğerlerinin

varlığını zorunlu kılar. Benlik, dolayısıyla sanatçı benliği ve kimliği sanatçının içinde

yer aldığı toplumun karakteristik özelliklerini taşır. Sanatçı sosyal ortamın bir parçası

olduğu ve bu ortamı diğerleriyle paylaştığı için sanatçının benliği, kimliği de bu

ortamın değer yargılarını tarihsel ve kültürel özelliklerini taşıyacak ve sanatçı bilerek

ya da farkında olmadan bu özellikleri ortaya koyduğu sanatsal çalışmalarına

yansıtacaktır.

Sosyal ortamın ve bu ortamdaki araçsal sembollerin eril özellikleri, ya da sanat

kurumunun eril yapısı gibi sosyal ortamın maskülen özelliklerinden

kaynaklanan pek çok nedenden dolayı sosyal ortamın kadınları, sanatçı olarak

görmeme veya başarılı sanatçılar olarak kabul etmeme gibi bir isteği, yaklaşımı

söz konusudur denilebilir. Sosyal benliklerini buna bağlı olarak kimliklerini var

etme sürecinde kadınlar erkeklerle eşit şartlara sahip değillerdir. Kadınlar

çoklukla kendilerini erkekler üzerinden tanımlamakta sanatçı olarak kendilerini

algılayışları, erkelerin kendilerini nasıl algıladıklarıyla alâkalı bir hal

göstermektedir. Kadınlar sosyal benliklerini tıpkı erkeler gibi içinde yaşadıkları

ve parçası oldukları sosyal ortamla etkileşimlerinden geçerek oluştururlar fakat

sosyal ortamın karakteristik özellikleri bu etkileşimlerin doğasını ve sonuçlarını

da belirler. Bu nedenle aynı ortamda benzer etkileşimler ortaya konsa bile

sonuç olarak kadınların ve erkeklerin ortaya koydukları benlik süreçlerinin

farklılaştığı söylenebilir.

3.1. Günümüzde plâstik sanatlar alanında kadın sanatçıların kimlik oluşumunda ataerkil

yapılanmanın etkisi devam etmekte midir? Bir başka deyişle kadın sanatçılar halen

kendilerini erkekler üzerinden mi tanımlamaktadırlar?

Kimliğin dili erkek bakış açısıyla yaratılmıştır dolayısıyla, kadının profesyonel

kimliğinin gelişimi ve oluşması sosyal ve tarihsel kuvvetler tarafından

biçimlendirilmiştir. Sosyal ortamın kadına uygun gördüğü rol onların kendilerini bir

birey olmaktan çok anne, eş ve ya kız kardeş, kız evlât gibi toplumsal cinsiyet

rolleriyle özdeşleştirmelerine neden olmaktadır. Bu durum sanatsal kimliğin

oluşumunu oldukça zorlaştırmaktadır. Kadınlık rolü ve sanatçı rolü arasındaki

uyumsuzluk sonunda kadınların ben kimim sorusunu sormasına neden olmakta ve

Page 23: Toplumsal Cinsiyet Rollerinin Anlamlandırılış …...Kuramsal Çerçeve Sembolik etkileşim yaklaşımına göre ‘benlik’ ve ‘kimlik’ birbirinden tamamıyla ayrılabilen

23

kadınlar profesyonel olarak ne yaptıkları konusunda endişe taşımaktadırlar. Kadınlar

sosyal ortamda sanatçı olarak benliğini kimliğini ortaya koymakta, bu kimlik ile sosyal

ilişkilerini, etkileşimlerini gerçekleştirmekte bir anlamda sanatçı olarak kendini sosyal

ortama takdim etmektedirler. Kendisi dışındakiler yani sosyal ortam ise kendisini bir

sanatçıdan ziyade bir kadın, anne, eş olarak biyolojik cinsiyet bağlamında algılamakta

daha istekli olduğunu belli eden mesajları sosyal ortamın her aşamasındaki

etkileşimlerle kadına göndermektedirler. Sosyal ortama sunduğu benlik tasarımı ile

sosyal ortamdan geri aldığı benliğine yönelik kendi yansıması çoğunlukla aynı

olmamaktadır. Kadın bu durumda kendini ve sanatçı kimliği sorgulamakta, sanatçı

olarak kimliğinden şüphe edebilmektedir. Bu durum kadının sağlıklı sosyal ilişkiler

gerçekleştirmesinin önüne geçmektedir. Oysa sosyal ortamın uygun gördüğü biyolojik

cinsiyet kalıplarına yönelik anne, eş gibi kadınlık rollerini gerçekleştirdiğinde onay

almakta, sosyal ödüllere ulaşmaktadır. Böylece kadın bir süre sonra onaylanan

davranışlarını daha çok benimsemeyi tercih etmektedir. Bazen de kendi olmayı daha

çok tercih etmekte ve sosyal ortamla ve eril söylemle bir mücadeleye girişmektedir.

Böyle bir tercih sosyal ortamın kendisini dışlamasıyla son bulabilmektedir.

Günümüzde bunu çok sık yaşamasak bile sanat tarihinde yakın geçmişte bu tür pek çok

örnek söz konusudur.

Sonuç olarak sosyal ortamın karakteristik özellikleri eril söylemin iktidarının onayını

ve devamlılığının sağlanmasını gerçekleştirmesi nedeniyle kadınlar üzerindeki

olumsuz etkileri sürmektedir. Sosyal ortamın süregelen bu özellikleri değişmedikçe

kadınların benlik ve kimlik potansiyellerinin ve buna bağlı olarak kadın sanatçı

kimliklerinin ortaya konmasında yaşanan olumsuzlukların ortadan kalkması mümkün

görünmemektedir. Günümüz koşullarında feminizm gibi düşünce akımları ve bu

bağlamda ortaya çıkan feminist sanat anlayışı gibi yaklaşımlar dahilinde kadın hakları,

kadın sanatı, kadın çalışmaları gibi pek çok alanda kadınların bilinçli çalışmalar ortaya

konmasına rağmen sosyal ortamın eril özelliklerinin halen baskın olduğu

görülmektedir. Sonuç olarak günümüzde plâstik sanatlar alanında kadın sanatçıların

kimlik oluşumunda ataerkil yapılanmanın etkisi devam etmekte olduğu görülmektedir.

Bir başka söylemle, kadın sanatçılar dil ve toplumsal cinsiyet rolleri gibi sembolik

araçların eril özelliklerinden dolayı halen kendilerini erkekler üzerinden

tanımlamaktadırlar.

6.Sonuç

Sosyal ortamda birey, davranışlarını gerçekleştirirken, davranışının toplum tarafından

onaylanıp onaylanmadığını dikkate alır. Kişi, sosyal ortamda uyumlu ve dengeli

ilişkiler ortaya koyabilmek için onaylanacağını düşündüğü davranışlarda daha çok

bulunmayı tercih eder. Böylece kendine ve sosyal konumuna uygun Kabul gören

davranışları ve bunların ardındaki sembolik anlamları öğrenir ve kullanır. Bireyin

sosyal ortamda davranışları öncesi kendisinden beklenileni tahmin etmesine ve bu

anlamda beklentiler geliştirmesine olanak sağlayan genelleştirilmiş diğeri bilgisi,

benlikle ilgili bilgilerin elde edilmesi, kendisi için toplumsal rol(ler) edinmesi

açısından belirleyici bir etkinliğe sahiptir. Kişinin diğerlerini genelleştirmesi için gerek

koşul ise; üzerinde anlaşılmış, anlamları paylaşılan, ortak simgelerin, içinde bulunulan

toplumun geneli tarafından kullanılıyor olmasıdır. Tüm bu süreçler kişilerin içinde

bulunduğu ve aynı zamanda bir parçası olduğu sosyal ortamı anlamlandırması sağlar.

Sosyal davranışları, diğerlerinin gerçekleştirdiği sosyal eylemleri bağlamlarıyla birlikte

anlamlandırır, değerlendirir ve sonucunda kendi davranışını ortaya koyar.

Birey sosyal ortamda diğerlerinin rolünü alırken ve diğerlerinin kendisinden

beklentilerini tahmin ederken, paylaşılan anlamları tespit eder ve bunları kullanır. Bu

noktada dil önemli bir araç olarak ortaya çıkar. Dil, kapsamı en geniş olan simge

Page 24: Toplumsal Cinsiyet Rollerinin Anlamlandırılış …...Kuramsal Çerçeve Sembolik etkileşim yaklaşımına göre ‘benlik’ ve ‘kimlik’ birbirinden tamamıyla ayrılabilen

24

sistemidir ve bireyin benliğini kimliğini var edebilmesi için son derece önemlidir. Bu

bağlamda dil paylaşılan anlamlara sahip işaretlere ihtiyaç duyar. Dil sayesinde kendi

benliğini var eder ve diğerlerine sunar aynı zamanda kendine ‘diğerinin’ cevaplarını

verebilir, böylelikle de kendisi için ‘obje’ haline gelebilir. Kendisini nesneleştirmesi

dışarıdan kendine bakabilmesine imkân tanır ve böylece dışarıya verdiği mesajları ve

diğerlerinin kendini nasıl algıladığına yönelik bir fikri olur. Bu süreç sosyal konumunu

ve bu konumunun gereklerini, diğerlerinin bu konumdan beklentilerini anlamasına

kendine bu yönde bir yön vermesine neden olur. Bu nedenle benlik bir yapı değil bir

süreç olarak algılanmalıdır.

Kadın ve erkek arasındaki ayrım toplumsal yaşamda evrensel bir örgütleyici ilkedir.

Çocuklar olarak, erkek ve kızlardan farklı beceriler öğrenmeleri ve farklı kişilikler

geliştirmeleri beklenir. Yetişkinler olarak, erkek ve kadınlar karı ya da koca, anne ya

da baba olarak belirgin bir biçimde farklı cinsiyet ilişkili roller üstlenirler. Kültürler

neyin erkeksi ya da kadınsı olduğuna yönelik tanımlar barındırırlar. Cinsiyet ile

edinilmiş kimlik kişilerde içinde yaşanılan toplumun onlara uygun gördüğü şekillerde

var olmaktadır. Yani kişi doğum ile kazanmış olduğu cinsiyet kimliğini daha sonra

toplumsal yaşantısı sonucu kazandığı özelliklerle bütünler. Kişi böylece kendisi

hakkında sahip olduğu düşüncesini yani kadın ya da erkek olarak sahip olduğu

cinsiyetle ilgili yorumlamalarını içinde bulunduğu toplumun ortak değer ve inanışları

ile belirgin hale getirir.

Sosyal ortamda bireyler sosyalizasyon süreci içerisinde toplumsal cinsiyet rollerine

ilişkin pek çok girdiyle donatılırlar. Sosyal ortamın eril özellikleri sosyalizasyon

sürecinde öğrenilen cinsiyet rollerini de belirler. Eril yaklaşım böylece kendi varlığını

meşrulaştıracak ve devamlılığını sağlayacak cinsiyet rollerinin var olmasını sağlar. Bu

süreç sonunda ortaya çıkan durum olarak; aile içi cinsiyet rollerinin paylaşımında

erkeğin en önemli görevi, ailenin geçimini sağlamak; kadının ise, ev işlerini yapmak

ve çocukların ve evin erkeğinin bakımını üstlenmektir. Bu durum sosyal alanda

kadına ikincil bir sosyal konumu belirler. Böyle bir konum kadının bilimde sanatta,

felsefede ikincil olan, ya da görünmez olan kişi haline dönüştürmektedir. Kadın baş

rolü erkeğin oynadığı insanlık tarihinin sahnesinde, ikincil konumu ve senaryosunu,

seslendirmesini erkeğin belirlediği ya da en azından izin verdiği bir yardımcı rolü

yerine getirmiş olmaktadır. Tarih içerisinde yüzyıllar boyu kadın, kendisi hakkında

bilgi üretmeyen, kendisini ve çalışmalarını görünür kılamayan bir tarihsel anlayış

sürecinde ele alınıp nesnelleştirilmiş, yine bu süreç içerisinde kadına insanlığın

devamlılığını sağlayan biyolojik roller uygun görülüp erkeğin toplumsal egemenliğini

onaylayacak bir şekilde konumlandırılmak istenmişlerdir. Bu noktada tarih kadınların

ilgisini çekmiş sosyal bilimler alanında, "tarihte neden kadına dair bilgi yok",

"kadınlar gerçekten tarih içinde yoklar mı" sorularının peşine düşen feminist girişimler

ortaya çıkmaya başlamıştır.

Eril söylemin ve egemen kültürün baskısına maruz kalan kadınlar kendilerini

tanımalarına ve benliklerini ortaya koyabilmelerine olanak sağlayacak özgür sosyal

ortamdan uzak kalmışlar ve bu nedenle kimliklerini oluşturma ve bunu ortaya koyma

sürecinde yaşadıkları bu olumsuzlukları ve sonuçlarını da içselleştirmek zorunda

kalmışlardır. Sosyal ortamda sosyal ilişkilerle benliklerini var etmeye çalışan kadınlar

diğerlerinin kendisinden beklentilerini meşru olarak algılamış ve bilim, sanat, tarih gibi

alanları eril yaklaşımın faaliyet alanı olarak algılamak zorunda kalarak bu alanlardan

uzak kalmayı tercih etmişler, ısrar edenler ise bir şekilde kendileri ve ortaya koydukları

çalışmalar değersiz bulunmuş, görmezden gelinmiştir

Sosyal ortamın eril söylemi, kadınlara erkeğin ihtiyaçlarına uyan rolleri uygun

görmekte ve bu rollere uyum için kadının biyolojik doğasını kendisine karşı

kullanmaktadır. Bu süreç kadının bir birey olarak ya da bir sanatçı olarak benliğini var

Page 25: Toplumsal Cinsiyet Rollerinin Anlamlandırılış …...Kuramsal Çerçeve Sembolik etkileşim yaklaşımına göre ‘benlik’ ve ‘kimlik’ birbirinden tamamıyla ayrılabilen

25

etmesini kimliğini ortaya koymasını zorlaştırmaktadır. Sonuç olarak, benlik ve

kimliğin ortaya konma sürecinde kullanılan araçların üzerine eril söylemin iktidarı söz

konusudur ve bu araçlar eril özellikler taşımaktadır. Kadınların birey ya da kadın

sanatçı olma sürecinde benlik ve kimlik süreçlerini bu araçlar vasıtasıyla ortaya

koymak zorunda olmaları nedeniyle, kadınların tamamıyla kendilerini ifade eden

özgün benlikler ve kimlikler ortaya koyabilmeleri olası görülmemektedir. Toplumsal

ortamın özellikleri ve kadına yönelik bu haksızlığı bertaraf etmek adına ve kadınların

özgürce benliklerini ve özgün kimliklerini ortaya koymalarını sağlamak üzere

toplumsal cinsiyet rolleri ya da dil gibi sosyal araçlar üzerindeki eril iktidarı ortadan

kaldırılması ya da kadınların kendilerine bu anlamda yeni sosyal araçlar var

etmelerininin sağlanması gerekmektedir.

Kaynakça:

Bahsin, K. (2003). Toplumsal Cinsiyet. İstanbul: Kadınlarla Dayanışma Vakfı

Yayınları.

Berktay, F. (1998). Kadın Olmak, Yaşamak, Yazmak. İstanbul: Pencere Yayınları.

Berktay, F. (2003). Tarihin Cinsiyeti. İstanbul: Metis Yayınları.

Bilgiseven Â. K. (1982). Genel Sosyoloji. Kavramlar-Nazariyeler Bünye (Türkiye’de

Sosyal Tabakalaşma) Değişme ve Sosyal Gelişme. İstanbul.

Chadwick, W. (1996). Women, Art and Society. Singapur: Thames and Hudson.

Coser, L. A. (2008). Sosyolojik Düşüncenin Ustaları. Ankara: De Ki Basım Yayım.

Ecevit, Y. (1998) Türkiyede Ücretli Kadın Emeğinin Toplumsal Cinsiyet

Temelinde Analizi, 75 yılda Kadınlar ve Erkekler, İstanbul: Tarih Vakfı Yayınları,

Freeland, C. (2008). Sanat Kuramı (Fisun Demir, Çev.). Ankara: Dost Kitabevi

Yayınları.

Goethals, G. R., Darley, J. M. (1987). Social Comparison Theory: Self Evaluation

and Group Life. N.Y.: Springer-Verlag.

Goffman, E. (2004). Günlük Yaşamda Benliğin Sunumu (Barış Cezar, Çev.).

İstanbul: Metis Yayınları.

Grosenick, U. (2005). Women Artists. London: Taschen.

Hewit, J. P. (1979). Self and Society: Symbolic İnteractionist Social Psychology. Ally

and Bacon Inc.

Işık, S. N. (2002). 1990’larda Kadına Yönelik Aile İçi Şiddetle Mücadele Hareketi İçinde Oluşmuş Bazı Gözlem ve Düşünceler. (Bora, A, Günal, A. der.).

İlyasoğlu, A., Akgökçe, N. (2001). Yerli Bir Feminizme Doğru. İstanbul: Sel

Yayıncılık.

Jones, A. (1998). Body Art/Performing The Subject. London : University of Minnesota

Pres.

Kağan, S. M. (2008). Estetik ve Sanat Notları (Aziz Çalışlar, Çev.). İzmir:

Karakalem Kitabevi.

Kalnicka, Z. (2006). Feminist Metaforlar. Felsefeye Ne Önerebilirler?. Kadın

Çalısmaları Dergisi, Sayı. 2.

Knowles, E. S. (1982). From Individuals to Group Members: A dialectic fort the

Social Sciences.

Lerner, G. (1993). The Creation of Patriarchy . Oxford: Oxford University Pres.

Lindaman, E. (1976). Images of Future. Toronto: Toronto Press.

Lynton, N. (2004). Modern Sanatın Öyküsü (Cevat Çapan, Sadi Öziş, Çev.). İstanbul:

Remzi Kitabevi.

Macrea, C. N., Bodenhousen, G. V., Milne, A. B. (1998). Saying no to unwanted thoughts:

Self –Focus and the regulation of mental life. Journal of Personality and Social

Psychology.

Page 26: Toplumsal Cinsiyet Rollerinin Anlamlandırılış …...Kuramsal Çerçeve Sembolik etkileşim yaklaşımına göre ‘benlik’ ve ‘kimlik’ birbirinden tamamıyla ayrılabilen

26

Mansfıeld, N. (2006). Öznellik-Freud’dan Haraway’e Kendilik Kuramları ( H.

Çetinkaya, R. Durmaz, Çev.). İstanbul: Aralık Yayınları.

Mardin, A. (2002) Hanımlar Aleminden Rozaya. İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları.

Marshall, C. (1999). Sosyoloji Sözlügü. İstanbul: Bilim Sanat Yayınları.

Mead, G. H. (1934). Mind, Self and Society. London: The University Of Chicago

Pres.

Miller, D. L. (1982). The Individual and the Social Self Unpublished Work of

George Herbert Mead. London: The University of Chicago Press.

Oglesby, C. A., Hill, K. L. (1993). Gender and Sport. Handbook of research on sport

psychology. New York: Macmillian Publishing company.

Rakow, L. (1995). Popüler Kültüre Feminist Yaklaşımlar: Ataerkinin Hakkını Teslim

Etmek. (S. İrvan, M. Binark der.).

Ritzer G. (2005). Encyclopedia of Social Theory. California: Sage Publications, Inc.

Ritzer G., Smart, B. (2003). Handbook of Social Theory. London: SAGE Publications

Ltd.

Stephan, C. (1989) Gender and Feminzm. New York: Oxford University Pres.

Taylor, S. E., Peplau, L. A., Sears, D. O. (2007). Sosyal Psikoloji. Ankara: İmge

Kitapevi.

Turner, H. J., Beeghley, L., Powers, C. H. (2007). Sosyolojik Teorinin Oluşumu.

İstanbul: Sentez Yayıncılık.

Tutal, N. (2001). Fransız Düşünürlerden Ötekilik Yaklaşımları. Kültür ve İletişim,

Sayı. 4.

Ulusoy, D. (1999) Plâstik Sanatlarda Toplumsal Cinsiyet. Ankara: Hacettepe

Üniversitesi Edebiyat Fakültesi dergisi. Cilt:16 Sayı:2

Whitney, C. (1994). Women, Art and Society. Singapur: Thames and Hudson.

Yoder, J. D. (1999). Women and Gender: Transforming psychology. NJ: Prentice Hall.