berna birleşik
TRANSCRIPT
T.C. Sağlık Bakanlığı Bakırköy Dr.Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Anesteziyoloji ve Reanimasyon Kliniği Şef: Uzm.Dr. G.Oya HERGÜNSEL
ROKURONYUMLA SA ĞLANAN KAS
GEVŞEMESĐ ÜZERĐNE REMĐFENTANĐLĐN
ETK ĐSĐNĐN ARAŞTIRILMASI (Uzmanlık Tezi)
Dr. Berna AYANOĞLU TAŞ ĐSTANBUL-2008
1
ÖNSÖZ
Uzmanlık eğitimim süresince en iyi şekilde yetişebilmem için bilgi ve deneyimlerini
sabırla öğreten, her zaman hoşgörü ile sorunlarımızı çözümleyen değerli hocam ve
şefim Dr. G.Oya HERGÜNSEL’e ,
Bilgi ve deneyimlerini bizlerle paylaşan hastanemiz başhekimi , Anesteziyoloji ve
Reanimasyon Klinik şef yardımcısı Dr. Zafer ÇUKUROVA’ya saygıyla teşekkür
ediyorum.
Tezimin hazırlanmasında ve tüm uzmanlık eğitimim boyunca her zaman yardımlarını
ve desteğini yanımda bulduğum, başasistanımız Dr. Gülay AŞIK EREN’e,
Öğrettikleri her şey için tüm uzmanlarımıza,
Eğitimim boyunca acı, tatlı birçok anı paylaştığım asistan arkadaşlarıma,
Beraber hizmet verdiğimiz anestezi teknisyeni, hemşire ve personellere,
Mesleğime karşı her zaman desteği ve saygısı ile yanımda olan sevgili eşime,
Sonsuz teşekkür ve saygılarımla…
Dr. Berna AYANOĞLU TAŞ
2
ĐÇĐNDEKĐLER
GĐRĐŞ ............................................................................................................3
GENEL BĐLGĐLER ......................................................................................5
GEREÇ VE YÖNTEM ....... .......................................................................40
BULGULAR ...............................................................................................45
TARTIŞMA ................................................................................................67
SONUÇ .......................................................................................................73
ÖZET ..........................................................................................................74
KAYNAKLAR ...........................................................................................76
3
GĐRĐŞ
Günümüzde kas gevşeticilerin farmokolojilerindeki yeni gelişmeleri, etkileri,
etki başlama-bitiş süreleri bilinmesine ve monitorizasyon tekniklerinin
kullanılmasına rağmen rezidüel paralizi insidansı hala beklenmedik oranda
yüksektir. Yeterli kas gevşekliğini sağlamada, objektif monitorizasyonun yokluğunda
tercih edilen teknik, kürarizan ilaçların klinik gözlemlere dayanarak bolus olarak
tekrarlanmasıdır. Cerrahların subjektif isteğini tatmin için bu ilaçların yüksek dozları
kullanıldığında, dekürarizan ajanların kullanılan miktarları da artmaktadır (1). Bu da
genellikle çok ciddi olmayan yan etkilerin ortaya çıkması ile sonuçlanır. Yine de bazı
dramatik durumların oluşmayacağının garantisi yoktur. Bu nedenle hasta
morbiditesini minimuma indirmek, hasta kontrolünü artırmak ve cerrahi bakımı
optimize etmek için perioperatif dönemde nöromüsküler blok monitorizasyonu
gereklidir.
Artık cerrahi operasyonlarda trakeal entübasyon için yeterli şartlar
nöromüsküler bloker kullanmadan hipnotik + opioid kombinasyonuyla sağlanmaya
çalışılmaktadır (2). Bu amaçla potent opioidler sıklıkla kullanılır. Son yıllarda daha
potent ve kısa etki süreli olması, uygulama bitiminden sonra hızla elimine olması
nedeniyle remifentanil tercih edilen opioid haline gelmiştir.
Nöromüsküler bloker kullanmadan endotrakeal entübasyon gerçekleştirilen
çalışmalarda 4 mcg/ kg remifentanille muskuler rijidite olmaksızın bu hastalarda
ventilasyon kolaylığı, çene gevşekliği, vokal kordların pozisyonu ve entübasyona
öksürük yanıtın nöromüsküler bloker kullanılan gruptan daha iyi olduğu
bildirilmi ştir (7).
Remifentanil, mü opioid reseptörlerde selektif agonistik aktivite gösteren
anilopiperidin türevi bir opioid analjeziktir. Remifentanilin diğer opioidlere birincil
üstünlüğü ise belirgin derecede solunum depresyonu ve derin analjezi yapan
dozlarda kullanılıp infüzyon kesildikten sonraki 10 dakika içinde yeterli
spontan solunum olanağı sağlamasıdır. Gönüllü insanlar üzerinde yapılan ilk
4
değerlendirmelerde hızlı etki başlama zamanına, küçük dağılım hacmine, hızlı
yeniden dağılıma ve yaklaşık olarak 1 dakikalık bir terminal eliminasyon ömrüne
sahip olduğu bildirilmiştir (3-5). Đlacın klinik üstünlüğü, elimine edildiği organın
işlevine bağımlı olmaksızın, klirensinin çok hızlı olmasında ve dolayısıyla etkinin
çok hızlı bir şekilde ortadan kalkmasında yatmaktadır (4). Yapılan çalışmalarda,
remifentanilin bolus olarak verilmesini takiben sürekli infüzyonunun entübasyona,
cilt insizyonuna ve tüm cerrahi uyaranlara oluşan yanıtları etkili şekilde baskıladığı,
hemodinamik stabilite sağladığı gösterilmiştir (6).
Çalışmamızda remifentanilin 0,5 mcg/kg/dk’lık infüzyonu altında, hızlı etki
başlangıçlı orta etki süreli steroid grubu nondepolarizan kas gevşetici ajan olan
rokuronyumun 0,3 ve 0,6 mg/kg’lık dozlarının entübasyon kalitesine, kalp hızı, kan
basıncı ve nöromüsküler ileti üzerine olan etkilerini karşılaştırdık.
5
GENEL BĐLGĐLER
Tarihçe
Primer ve spesifik olarak nöromüsküler ileti fizyolojisini etkileyen ilaçlar, kas
gevşeticiler olarak sınıflandırılır. Kas gevşeticiler anestezik madde olmadığından
anestezi derinliğinin yetersiz olduğu hastalarda iskelet kası hareketini maskelemek
amacıyla kullanılmamalıdırlar.
1942’de Griffith ve Johnson, d-tübokürarinin kas gevşetici ajan olarak
güvenli olacağını savunmuşlardır. Kontrollü mekanik ventilasyonun ve rezidüel
nöromüsküler blokajın yeterince anlaşılamamış olması, antogonizmanın öneminin
bilinmemesi, monitorizasyonun tam yapılamaması nedeniyle efektif
kullanılamamıştır.
1952 ’de Thesleff ve Foldes süksinilkolini kullanmışlar, on yıl içinde sırasıyla
gallamin, dimetiltübokürarin bulunmuştur.
1967’de Baird ve Reid, panküronyumu klinik olarak kullanmışlar, 1980’
lerde atraküryun ve veküronyum, 1990’larda ise pipeküronyum, doksaküryum,
mivaküryum, roküronyum ve cisatraküryum klinik kullanıma girmişlerdir .
Đskelet Kasının Yapısı
Kas liflerinden oluşan iskelet kaslarının yapısını, miyofibril, sarkoplazma ve
sarkolemma oluşturur. Miyofibriller, aktin ve miyozinden meydana gelir. Elektron
mikroskobunda açık renkte görülen bant (I bandı) aktin filamentlerinden, koyu renkte
görülen bant (A bandı) ise miyozin flamentlerinden oluşur. I bandında ayrıca
6
tropomiyozin ve troponin proteinleri vardır. Đki aktin filamentinin birleşme yerine
Z bandı, iki Z bandı arasında kalan bölgeye ise sarkomer denir. Sarkoplazma
miyofibrili çevreler. Motor sinir lifi ve inerve ettiği kas lifleri bir motor üniteyi
meydana getirirler. Kas lifine paralel olarak uzanan kas iğcikleri ise kasılarak
afferent liflerle spinal korda taşınan uyarılar oluşturur.
Aktin flamentleri, dinlenim halinde miyozin flamentlerinin arasına girmiştir.
Depolarizasyonla oluşan aksiyon potansiyeli ile sarkoplazmik retikulum,
sarkolemma ve mitokondriadan kalsiyum salınır. Bu kalsiyum iyonları, gevşetici
protein olarak kabul edilen ve kontraksiyona karşı gelerek kası dinlenim halinde
tutan tropomiyozin ve troponin kompleksinin inhibitör etkisini bloke eder. Yani
kalsiyum iyonları kontraksiyonu tetikleyen maddelerdir. Kontraksiyon oluştuktan
sonra kalsiyum sarkoplazmik retikuluma geri absorblanmaya başlar ve kas gevşer.
Gereken enerji ATP şeklinde depolanmış olup adenozintrifosfatazla ADP’ a
dönüşmesi reaksiyonu sırasında açığa çıkar. ADP tekrar fosforile olarak ATP’ ye
döner. Bu reaksiyon için gerekli enerji ise mitokondria ve kreatinin fosfokinaz
etkisiyle kreatinin fosfattan sağlanan yüksek enerjili fosfat bağıdır. Kreatinin ise
idrarla atılır.
60-90 mvolt’luk negatif gerilim, dinlenim durumunda, hücre zarında
bulunmaktadır. Sinir aksonu bir noktasından uyarıldığında zar geçici olarak
geçirgenliğini kaybeder. 100 mvolt’luk bir aksiyon potansiyeli oluşur. Bu sayede
hücre içi gerilimi (+) 40 mvolt’ a ulaşır. Bu gerilimi oluşturan olayın tümüne
“depolarizasyon” denir. Membrandaki depolarizasyon alanıyla kendinden sonra
gelen alan arasında oluşan gerilim farkı, komşu alanda yeni bir depolarizasyona
neden olur. Böylece depolarizasyon dalgası sinir boyunca iletilir. Đletim myelinsiz
sinirlerde devamlı, myelinli sinirlerde ise zardaki iyonik değişimlerin sadece ranvier
düğümlerinde olması nedeniyle sıçrayıcı tiptedir.
7
Sinir Kas Đletiminin Anatomi ve Fizyolojisi
Uyarı sinir sonuna geldiğinde kas hücresine geçişi bir kimyasal aracıyla
sağlanır. Sinir kas iletimindeki temel olaylar; bir elektriksel uyarıyı izleyen, sinir
sonundan salınan asetilkolinin kolinoreseptörlerle etkileşmesi ve asetilkolinin,
kolinesteraz tarafından yıkılarak etkisinin sonlandırılmasıdır. Motor nöron ve kas
hücresi arasındaki uyarıların iletilmesini sağlayan bu bölgeye sinir-kas kavşağı
(sinaps) denir. Bu bölge pre ve post sinaptik olmak üzere iki membran ve
aralarındaki sinaps aralığından oluşur. Presinaptik alan asetilkolinin sentez,
depolanma, salınımından sorumludur. Presinaptik membranda bine yakın aktif zon
bulunur. Asetilkolin, kolinasetiltransferaz ve asetilkoenzim-A aracılığıyla kolinin
asetilasyonu sonucu meydana gelir. Asetilkolinin %80’i aktif zona yakın veziküller
içinde, %20’si de aksoplazmada erimiş halde, veziküller içinde proteine bağlı olarak
bulunur. Sinirsel bir uyarı geldiğinde, depolarize olan sinir sonu membranındaki
kalsiyum kanalları açılır. Ve ekstrasellüler bir iyon olan kalsiyum hücre içine girer.
Asetilkolinin protein bağı çözülür ve kavşak aralığına geçerek postsinaptik
8
membrana ulaşır. Postsinaptik zardaki kolinoreseptörlere bağlanır. Reseptör
asetilkolin reaksiyonu sonucunda Na+ kanalları açılır. Na+ ve Ca++ içeri girerken K+
dışarı çıkar. Depolarizasyon meydana gelir ve kas lifi boyunca yayılan
depolarizasyonda mekanik kasılmaya yol açar. Asetilkolin, asetilkolinesterazca
kompetitif antagonizmayla parçalanır. Presinaptik reseptörler asetilkolin salınımı ve
sentezi için gereken Na+’un spesifik iyon kanallarını kontrol ederler.
Depolarizan Blok: Asetilkolini taklit ederek agonist etki gösterirler.Na+
kanalları blok süresince açıktır ve kas lifi diğer uyarılara yanıt vermez .
Depolarizasyon nedeniyle fasikülasyonlar görülür. Antikolinesterazlarla antagonize
edilemezler. Kısmi paralizide tek uyarıya alınan yanıtta depresyon olur. Dörtlü
uyarılara alınan yanıtlar deprese ancak eşit yüksekliktedir. Blok etkisi geçtikten
sonraki seğirme yanıtının yüksekliği, kontrol yanıttan daha fazladır. Uzun süreli
uygulamalarda, aynı etkiyi sağlamak için giderek artan dozlarda gevşetici verilmesi
gerekir, yani taşiflaksi oluşur. Đnfüzyon veya tekrarlayan dozlarda Faz-II blok
gelişimine yol açar. Asetilkolin, izofluran, enfluran, solunumsal alkaloz, hipotermi
ve Mg++ etkisi ile potansiyelize olur. Depolarizan blok yapan en önemli ajan
süksinilkolindir.
Nondepolarizan Blok: Asetilkolinin reseptöre ulaşmasını önleyerek, motor
son plağın depolarizasyonuna engel olurlar. Bloktan önce fasikülasyon ve seğirme
yüksekliğinde artma görülmez. Antikolinesterazlarla antagonize olur. Depolarizan
kas gevşeticilerle kısmen antagonize olur. Kısmi paralizide, tek uyarıya alınan
yanıtta depresyon, tetanik sönme, post tetanik fasilitasyon ve bitkinlik görülür.
Dörtlü uyarılara yanıtlar giderek azalır. Volatil anestezikler, Mg++ ve hipotermi
etkisi ile potansiyalize olurlar. Asidoz bloğun derinlik ve süresini arttırır. Adrenalin,
süksinilkolin ve asetilkolin bloğu azaltır.
Dual Blok: Depolarizan kas gevşeticinin tekrarlanan dozlarda uzun süre
kullanımı ile non depolarizan kas gevşeticinin özellikleri gözlenmeye başlar (Faz-II,
bifazik, desensitizasyon bloğu). Geliştikten sonra nondepolarizan blok kadar sürebilir
tanı konduktan sonra antagonize edilerek düzelebilir.
9
Antikolinesteraz Blok: Antikolinesterazlar da esas olarak asetilkolin
birikimi ve kendi depolarizan etkileriyle blok yapabilirler.
Mikst Tip Blok: Đki ayrı kas gevşetici tipi kullanıldığında görülür.
Reseptörlerin bir kısmı depolarizan, diğerleri nondepolarizan kas gevşeticinin etkisi
altındadır.
Nonasetilkolin Blok: Asetilkolinin yapılması, salınması veya taşınmasının
engellendiği durumlarda görülür. Örneğin hemikolinium, prokain, botilinus toksini,
ağır Ca++ eksikliği, K+ ve Mg++ fazlalığı bu tip bloğa neden olur.
Sinir Kas Bloğunu Etkileyen Faktörler
1. Yaş: Yeni doğanda güvenlik sınırı dardır. Yaşlılarda ise kan akımının
yavaşlamış olması, plazma protein düzeyi ve sıvı kompartmanlarındaki
değişikliklerle, yaşın kas gevşeticilerle dolaylı bir etkileşimi söz konusu
olabilir.
2. Sinir ve Kas hastalıkları: Myastenia gravisli hastalar depolarizanlara
duyarlıdır. Miyotonik distrofide fasikülasyon olmadan miyotonik kasılma
olabilir.
3. Karaciğer hastalıkları: Bloğun süresi, azalmış metabolizmaya bağlı olarak
uzar.
4. Böbrek yetmezliği: Bloğun döndürülmesinde güçlük çekilebilir, hidrasyon,
diürez veya gerekirse hemodializ bu konuda yardımcıdır.
5. Kollajen doku hastalığı veya nörofibramatozis: Böyle hastalar,
nondepolarizanlara duyarlıdır.
6. Elektrolitler: Hipermagnezemide ve hipokalsemide bütün kas gevşeticilerine
ve hiponatremide nondepolarizan ajanlara duyarlılık söz konusudur.
7. Plazma proteinleri: Artışları ile kas gevşetici gereksinimi artar.
10
8. Đlaçlar: Aminoglikozid grubu antibiyotikler ile sinir-kas bloğu olur. Hem
asetilkolin salınımını azaltarak, hem de Mg++’a benzer şekilde postsinaptik
membranı stabilize ederek etkili olurlar.
9. Đnhalasyon anestezikleri: Santral sinir sisteminde kas tonusunun
korunmasından sorumlu refleks yolların doza bağımlı inhibisyonu ile iskelet
kasında gevşeme yaparlar. Kas gevşeticilerin etkisini doza bağımlı olarak
artırırlar.
10. Ganglion blokerleri: Sinir-kas kavşağında blok etkisi yaparlar.
11. Lokal anestezikler ve antiaritmikler: Kinidin, prokainamid, lidokain, beta
blokerler nondepolarizanların etkisini artırırlar.
12. Lityum: Nondepolarizanların etkisini uzatır.
13. Mg++ : Asetilkolin salınımını ve postsinaptik membranın asetilkoline olan
duyarlılığı ile kas lifinin uyarılabilirliğini azaltır, kas gevşeticilerin etkisini
uzatır.
14. Hipotermi: Kas gevşeticilerin etkisini uzatır.
15. Kan akımı: Akım ne kadar fazla ise blok o kadar hızlı başlar ve kısa sürer.
Kan akımının yavaşladığı durumlarda hipoksi ve asidozdan da etkilenerek
blokta uzama olur.
Kas Gevşeticilerin Etki Mekanizmaları
Bugün klinik anestezide kullanılan tüm kas gevşeticiler iki grupta
toplanabilir. Depolarizanlar ve nondepolarizanlar. Kürar nondepolarizan grubun
prototipidir. Bu gruptaki diğer ajanlar atrakurium, vekuronium, pipekuronium,
doksakurium, rokuronium, mivakurium ve pankroniumdur. Bu ajanlar postsinaptik
nikotinik reseptörün bir veya her iki ünitesine bağlanırlar. Asetilkolinin her bir alfa
subünitesine birer agonist molekülün bağlanması, reseptör aktivasyonu ve normal
fonksiyon için gereklidir. Sadece tek bir agonist molekülün reseptöre bağlanması onu
nonfonksiyonel hale getirmeye yeterlidir. Bu postsinaptik etkilere ek olarak kas
gevşeticilerin presinaptik bağlanmaları da asetilkolinin mobilizasyonuna ve
salınımına sebep olabilir.
11
Bir nondepolarizan blok esnasında reseptör inaktivasyonu gelişmiş olmasına
rağmen, kas direkt elektriksel uyarılara (elektrokoterizasyon gibi) cevap vermeye
devam edebilir. Nondepolarizan bloğun temel özellikleri şunlardır:
1) Oluşturduğu yarışma blok, nöromüsküler kavşaktaki asetilkolin
konsantrasyonu artırarak ortadan kaldırılabilir.
2) Nöromüsküler iletide geniş bir güvenlik marjı vardır. Örneğin
reseptörlerin %75’ inden fazlası inaktive edilmedikçe uyarılmış kas
yanıtlarında belirgin düşüş görülmez .
3) Uyarılmış kas cevaplarındaki değişikliklerin gözlenebileceği sadece
küçük bir aralık vardır ve bu aralıkta %76-92 arası reseptör blokajı
mevcuttur.
4) Oluşan blok hızlı stimülasyona cevap olarak devamlı düşüş gösteren
uyarılmış kas kontraksiyon amplitüdleri ile karakterizedir. Sonuçta oluşan
“sönme (fade)” daha düşük reseptör blokajında ve Single Twitch te
olduğundan daha düşük konsantrsayonlarında görülür (8).
5) Hızlı nörostimülasyondan sonra blok bir posttetanik fasilitasyon evresine
girer. Bu dönemdeki uyarılmış posttetanik kas cevapları pretetanik
olanlardan daha büyüktür.
Süksinilkolin ve deksametonium gibi depolarizan gevşeticiler önce
postsinaptik reseptörlere bağlanarak ve reseptör kanallarını açarak membran
depolarizasyonuna yol açarlar, bu işlevleri asetilkoline benzer. Ancak asetilkolinden
farklı olarak depolarizan gevşeticiler nöromüsküler kavşakta, uzun süre kalır ve son
plak depolarizasyonunun uzamasına sebep olurlar. Đlk dönemdeki tekrarlayan
eksitasyonlar geçici kas fasikülasyonları şeklinde kendini belli eder, bunu
12
nöromüsküler iletinin kesilmesi ve flask paralizi izler. Reseptörün asetilkolin ile
azalmış uyarılışı benzer bir cevap oluşturacaktır.
SĐNĐR UYARIMININ PRENS ĐPLERĐ
Bir sinir aksiyon potansiyeli elde etmek, stimülatörce uygulanan voltaja değil
akıma bağlıdır. Ohm kanuna göre bir kitleden geçen akım miktarı (I), uygulanan
voltajın (V) elektriksel rezistans (R) oranına eşittir I=V/R. Dolayısıyla cilt
empedansındaki herhangi bir değişiklik, akımı sabit tutabilmek için aynı oranda bir
voltaj değişikli ğine ihtiyaç duyacaktır; aynı zamanda sabit sinir depolarizasyonu
sağlanmış olacaktır. Klinik uygulamada, nörostimülasyon, tipik olarak 9 volt ile,
akım ayarlanabilir sinir stimülatörünün iletken Ag/AgCl jeli ile kaplanmış
elektrodlar (9,10) ve subkutanöz iğnelerle uygulanmasından ibarettir. Şunu belirtmek
önemlidir ki, stimülasyonun gücü onun süresine (uyarı derinliği, mikrosaniye
cinsinden) ve sinir lifine ulaşan akım amplitüdüne (mA olarak ) bağlıdır (11). Bir
sinir stimülatörünün en önemli özelliği zaman süresince eşit derecelerde sinir
depolarizasyonu oluşturabilmesidir. Bu en iyi şekilde, sinir demetindeki tüm lifleri
aktive edecek bir akım kullanarak olabilir. Yüzey elektrodları kullanıldığında
maksimal stimülasyon için 30-70mA’lık bir akım gerekir, subkutanöz elektrodlarda
bu değer 10mA civarındadır.
Bir sinir stimülatörünün önemli özellikleri şunlardır:
1) Stimulusun refraktör periyoda dek uzanmasından kaynaklanan tekrarlayan
sinir stimülasyonunun önüne geçmek için uyarı puls süresi 0,5 mili saniyeden
kısa olmalıdır (tipik olarak 0,1-0,2msn)
2) Stimulus monofazik ve dikdörtgen şekilli (kare-dalga paterni) olmalıdır,
çünkü bifazik pulslar tekrarlayan aksiyon potansiyelleri oluşturabilir.
3) Stimulus kendi süresince sabit akımda olmalıdır; dolayısıyle stimülatörün
reostası belli bir akıma göre ayarlandığı zaman değişen cilt empedansına
göre(5000 ohm’a kadar) kendi voltajını değiştirerek akımı sabit
tutabilmelidir.
13
4) Stimülatör hafif, taşınabilir ve pille çalışan dayanıklı bir stimülatör olmalıdır.
5) Pek çok paterni içeriyor olmalıdır.Single-twitch, train of four, double burst,
tetanus ve posttetanic sayım gibi…
6) Stimülatörün akım çıkışı 10mA’den en az 60-70mA’e dek ayarlanabilmelidir.
Sinire ulaşacak akım amplitüdünün en önemli belirleyicilerinden biri elektrodla
cilt arasındaki empedanstır. Paslanmaz çelik iğne elektrodları kullanıldığında doku
empedansı 500-2000 ohm arasındadır (11). Cilt uygun olarak hazırlandığında yüzey
elektrodları kullanarakta, buna yakın değerler elde edilebilir. Doku rezistansı cilde
bir elektrolit solüsyonu sürülerek ciddi oranda azaltılabilir. Cildi hafifçe temizlemek
ve/veya bir krem sürüp ozmoz için birkaç dakika beklemek te etkilidir. Böylesi bir
hazırlık yapıldığında, uyarılmış, twitch yanıt eşiği genellikle 15mA’den azdır. Ancak
ciddi bir cilt hazırlığına rağmen klinik uygulamada sabit bir akım her zaman elde
edilemeyebilir. Bazı stimülatörler cilt rezistansı 500-100 ohm arası olsa bile sabit bir
akım sağlayamaz veya bir supramaksimal akım amplitüdüne ulaşamazlar. Đdeal
olarak bir sinir stimülatörü, gelen akım şiddeti ile çalışabilmeli ve önceden set
edilmiş belli bir akımın altında alarm verebilmelidir.
Stimülatörlerce oluşturulan impulsun başka önemli bir özelliği de sinirde
alevlenmeye yani çalışmaya yol açacak mA cinsinden uyarı şiddetidir. Bu akım
amplitüdü eksponensiyel olarak artarken puls süresi azalır. Uyarının puls süresi ve
eksternal direncin her ikisi de sabitken, tüm sinir liflerinde efektif depolarizasyona
yol açacak akım “maksimal akım”olarak adlandırılır. Bu değerin altında iyileşen sinir
liflerinin miktarıyla akım arasındaki ilşki sigmoidaldir. Mutlak twitch yüksekliği
monitorize ederken uyarı şiddeti supramaksimal olmalıdır (maksimal akımdan %10-
20 fazla) ki zaman içinde cilt rezistansının küçük değişikliklerinde tüm liflerin buna
uyum sağlayabilmelerini garanti edebilsin. Supramaksimal akım genelde bir
uyarılmış yanıt oluşturabilecek en düşük akımın (eşik akım) 2,5-3 katıdır.
Cilt empedansı ve akım amplitüdünün yanı sıra, uyarılmış nöromüsküler yanıt
amplitüdünü belirlemede uyarının süresi (puls genişliği) de önemlidir. Uyarılmış
yanıt amplitüdleri, eğer akım şiddeti sabit tutulursa, 0,15 milisaniyenin üzerindeki
14
uyarı sürelerinde çok az değişiklik gösterir. Klinik uygulamada 0,1-0,3 milisaniyeler
arası uyarı genişliği kullanılır. Çünkü bu aralık nöromuskuler blok derinliğini
belirlemede optimaldir (12,13).
Stimülan elektrodların (yüzey elektrodları veya iğneler) yerleşimlerinde
nöromüsküler uyarılmış yanıtları etkiler. Şart olmamakla birlikte negatif elektrodu
sinire daha yakın yerleştirmek tercih edilmelidir (14). Diğer pozitif elektrod ise başka
bir sinirde depolarizasyona yol açmayacak bir yere yerleştirilmelidir. Cilt
sıcaklığının etkisi de gözardı edilmemelidir. Periferik soğutma uyarılmış yanıtları
düşürür. Lokal ısıtma ise elektrod impedansını, elektrod-cilt impedansını ve doku
impedansını azaltır. Buna ters olarak direkt ısıtma, sinyal kaynağını etkileyerek ve
cilt kan akımını artırarak elektromyografik yanıtlarda azalmaya yol açabilir (15).
Sinire uygulanan stimulusun sıklığı da yanıtı etkileyen bir faktördür. Bloke
olmayan bir nöromüsküler kavşakta suprafizyolojik stimulasyon sıklığı (70-200Hz
üzeri) kasta yorgunluğa yol açar. Ancak daha fizyolojik sınırlarda örneğin 50-70Hz
arası frekanslardaki tetanusta, normal bir nöromüsküler iletide yorgunluk
gözlenmeksizin sürekli kontraksiyonlar izlenebilir. Alternatif olarak, nondepolarizan
blok varlığında yorgunluk (yanıtlardaki kaybolma) daha yavaş stimülasyon
hızlarında ortaya çıkar. Bu kontraksiyondan yararlanılarak Train of four, double-
burst ve tetanik stimulasyon paternleri nöromüsküler bloğun sınırlarını göstermede
kullanılır. Nöromüsküler kavşakta yorgunluğa yol açmasının yanı sıra yüksek
frekanslı stimulasyon lokal kan akımını beş-altı kat artırır ve stimüle edilen kasa
ulaşan kas gevşetici miktarınıda dolaylı olarak artırmış olur. Klinik uygulamada
nörostimülasyon frekansı ile depolarizan-nondepolarizan blok etkisinin başlama hızı
doğru orantılıdır. Stimulasyon hızındaki artış yanlış olarak etki başlama hızında
artışa yol açacaktır (16). Tüm bu etkiler (yorgunluk, indüksiyon ve kan akımındaki
artış) aynı zamanda görünen doz gereksinimini (gerçek dozu değil) azaltabilir.
15
SĐNĐR STĐMULASYON YÖNTEMLER Đ
Sinir stimülasyon yöntemleri, single twitch (tekli uyarı ), train-of-four,
double burst (ikili patlama) ve tetanik stimülasyon ile posttetanik twitch sayımını
içermektedir.
Single Twitch (Tekli Uyarı)
Basic Anesthesia Training 2002, Monitoring basics-39
Bir sinire, kas gevşetici uygulanmasından önce bir supramaksimal
gevşeticinin oluşturduğu bloğun derecesini, elde edilen yanıtların bu baz değerlerle
karşılaştırılması ile belirlemek mümkündür. 0.2msn süren 0.1 Hz’lik (her 10
saniyede bir tekrarlayan ) bir supramaksimal stimülüs, en sık kullanılan Single-
Twitch tekniğidir. Aslında 0.1-1.0 Hz arası herhangi bir frekans seçilebilir. Ancak
nörostimülasyon frekansının blok başlama hızı üzerindeki etkisi ve görünürdeki ilaç
potensi de gözardı edilmemelidir.
16
Train of four (TOF)
Basic Anesthesia Training 2002, Monitoring basics-41
Bu yöntem 1970’den beri kullanılmaya başlanmış ve nöromüsküler blok için
standart hale gelmiştir. TOF yönteminde 4 supramaksimal uyarı 2 Hz frekansla
verilir. Nondepolarizan kas gevşetici varlığında kasın verdiği yanıt uyarının
amplitüdü giderek azalmaktadır; bu azalmanın derecesi nondepolarizan kas
gevşeticinin miktarı ile doğru orantılıdır. Buna göre 4’üncü uyarımın amplitüdünün
(T4), 1’inci uyarıya (T1) oranı nondepolarizan bloğun derecesini göstermektedir. Bu
oran T4/T1 oranı veya TOF oranı olarak bilinmektedir.
Bloke olmayan nöromüsküler kavşakta T4/T1 oranı 1’e yakındır. Rezidüel
depolarizan blokta uyarının boyu her 4 uyarı için amplitüd eşit derecede
kısalmaktadır ve fade (sönme) olayı görülmemektedir.
Faz II blokta süksinilkolin verilmesinden sonra oluşan Faz II TOF yanıtında
fade (sönme) olayı oluşmaktadır. Burada depolarizan blok yarışma şeklinde bir blok
oluşturmaktadır.
17
Rezidüel nondepolarizan blokta %70-75 reseptörlerin tutulması ile T4
amplitüdü düşmeye başlıyor. T4/T1 oranı 0.7 altına düşmeden T1 yanıtı
azalmamaktadır. Ancak T4 yanıtı kaybolduğunda %80 reseptörler bloke olmuştur.
T3 ve T2 kaybı %85-90 reseptörlerin blokajını gösterir. %90-95 reseptörlerin bloke
olması ile T1 kaybı olur. Amplitüd reseptörlerin blokajı ile giderek azalmaktadır(17).
Tetanik stimülasyondan daha az ağrılı olduğundan TOF, uyanık hastada
rezidüel blok için anestezi sonrası ve yoğun bakım ünitesinde kullanılmaktadır.
Hastada ağrı eşiği verilen akımın derecesi ile orantılıdır ve bu sebepten
uyanık hastada TOF rahatlıkla kullanılabilir. Buna rağmen rezidüel nondepolarizan
blokta TOF ve tetanik stimülasyon fade olayını oluşturmaktadır. Tetanusun tersine
TOF’da nöromüsküler yanıtların kolaylaştırması görülmemektedir. Ve uyanmakta
değişiklik yapmamaktadır .
Single Twitch’in tersine TOF’da bir kontrol amplitüde gerek yoktur. T4/T1
oranı bloğun derecesini göstermektedir (17).
T4/T1 oranı 0.75 olduğunda 50 Hz’lik (5 saniyede ) kas yanıtına karşılık
vermektedir. Halbuki Single Twitch yüksekliği kontrol değerine ulaşmaktadır. Bu
derece blok klinik olarak nöromüsküler fonksiyon ile korelasyon göstermektedir.
Ancak bazı hastalarda daha yüksek değerlere varmak gerekir.
18
Tetanik Stimülasyon
Viby-Mogensen 1988
30-100 Hz’lik yüksek frekanslı nörostimülasyon, bloke olmamış
nöromüsküler kavşakta tekrarlayan kas aksiyon potansiyelleri yaratır. Her bir
kontraksiyon birleşerek korunmalı kontraksiyonları oluştururlar. Fakat
suprafizyolojik hızlardaki stimülasyonla (70-200 Hz ) normal nöromüsküler kavşak
iletimi bile yorulabilir. Tetanik stimülasyon ile sinir uçlarındaki vesiküllerden büyük
miktarda asetilkolin salınımı olur. Stimülüs devam ederken, asetilkolin salınım hızı
azalır ve presinaptik depolardan lüzumundan fazla asetilkolin salınımı olur. Böylece
tetanik stimülasyona yanıt olarak oluşan kas kontraksiyonları giderek azalan
astilkolin salınımına rağmen devam eder. Pratikte 5 sn süreli 50 Hz’lik stimülüs
19
verilir. Çünkü oluşturan kas kontraksiyonu, maksimal volunter efordakine yaklaşmış
olur (18).
Saf depolarizan blok sırasında kas tonusunun peak’ı azalır.Ama bu düzey 5 sn
süre ile korunabilir. Nondepolarizan (ve Faz II ) blokta peak tonus azalır ve kas
gerilimi azalır. Stimülüs kesilmezse yorulmanın derecesi (fading ratio) nöromüsküler
bloğun derinliğine bağlıdır. Bu yönüyle T4/T1 oranına benzerdir. Yorulma
uygulanan stimülüsün frekansı ile de orantılı olarak değişir. Yüksek frekanslarda
fazladır. Ayrıca stimülüs süresi artarsa yorulmada artar. Nondepolarizan yada Faz II
blokta tetanik stimülasyon artmış nöromüsküler yanıt yaratır. Bu etki sıklıkla
stimülüs tetanustan 60-120 sn sonra verilirse olur. Son çalışmalarda yorulmanın
derecesinin 2 dakika öncesinde uygulanan tetanik stimülasyonla önemli ölçüde
değişmediğini ifade etmektedir.
Bu posttetanik potensizasyonun süresi ve şiddeti (PTP) nöromüsküler bloğun
derecesi ile ilişkilidir. Eğer uyarılmış yanıtlar PTP döneminde aranırsa bloğun
derecesi yeterince anlaşılamaz. Süksinilkolinin oluşturduğu blok PTP’ye yol açmaz.
Tetanik stimulasyon, nöromüsküler iletinin geriye dönme süresini kısaltır.Öyle ki test
bölgesindeki uyarılmış yanıtlar artık kas gruplarının durumu hakkında bilgi veremez
hale gelir (19). Tetanik stimulasyonun diğer bir kısıtlayıcı yönü, ağrılı bir girişim
olması nedeniyle ancak anestezi altında uygulanabilmesidir. Bu özelliği, yoğun
bakım veya uyanma odasındaki uyanık hastalardaki kullanımını engellemektedir.
20
Posttetanik Twitch Sayımı (PTC)
Basic Anesthesia Training 2002, Monitoring basics-49
Nondepolarizan blok esnasında uygulanan tetanik stimulasyon, bunu izleyen
yanıt amplitüdlerinde bir kaç dakika süren bir yükselmeye yol açar. Bunu 3 sn sonra
izleyen ve her saniye tekrarlayan bir supramaksimal stimulus (1Hz) alır.Yanıt olarak
elde edilen twitch (seğirme) sayısı bloğun derinliği ile ters orantılıdır ve Posttetanik
twitch sayımı (PTC) olarak adlandırılır. Nondepolarizan bloğun tamamıyle oturduğu
klinik vakalarda TOF veya single twitch stimulasyona, hiçbir nöromüsküler yanıt
alınamaz, dolayısıyla bu stimulasyon paternleri bloğun derecesini ölçmede etkin
olamazlar. Ancak tetanik stimulasyon sonrası nöromüsküler iletinin potensizasyonu,
tek bir stimulusun oturmuş nondepolarizan blok esnasında bir yanıt oluşturmasını
engelleyebilir (20). Posttetanik sayım (PTC) bu dönemde önem kazanır; Single
Twitch-TOF, Double Burst Stimulasyon (DBS) hiçbir yanıt vermezken,
nöromüsküler fonksiyonun geri dönüşüne kadar ki latent periyodun belirlenmesinde
işe yarar. PTC genellikle ileri derecede kas gevşemesinin gerektiği oftalmik
cerrahide, mikrocerrahide ve endotrakeal tüpün irritasyonunun istenmediği
durumlarda kullanılır.
TOF’ta yeniden bir yanıt alıncaya kadar geçen süre her nondepolarizan ajan
için değişiktir. Her nondepolarizan relaksan için PTC, derin bir bloktan çıkış zamanı
21
hakkında bilgi verir. Bilindiği üzere tekrarlayan tetanik stimulasyon nöromüsküler
bloğu antagonize edebilir. Dolayısıyla bazı araştırıcılar tetanik stimulasyonun 2-4
dakika aralıklardan daha sık tekrarlanmaması gerektiğini söylemişlerdir.
Double Burst Stimulasyon (DBS)
Basic Anesthesia Training 2002, Monitoring basics-53
DBS; 1980’li yılların sonunda nöromüsküler blok monitorizasyonda alternatif
bir metod olarak ortaya atılmıştır. Her biri 2-4 impuls içeren iki mini tetanik
stimülasyondan ibarettir. Her impuls standart olarak 0.2 msn süreli ve 50 Hz
frekanslıdır; iki impuls arası 0.75 saniyedir.
DBS 3,3’te ilk uyarı demeti 3 impulsdan (50 Hz’lik) oluşur, 0.75 sn sonra
aynı 3 impuls tekrarlanır. Çoğu araştırmacı, DBS 3,3’teki ikinci uyarı demetinin
yanıtının birinciye oranı yani D2/D1 oranı ile TOF’taki T4/T1 oranı arasında
mekanografik olarak yüksek bir korelasyon olduğunu söylemektedirler (21). Bu
araştırmalara göre DBS, TOF’tan daha kullanışlı olabilir. Çünkü DBS’deki yanıt
yoğunluğu(fade) TOF’takinden daha bariz olarak gözle veya dokunma yöntemleriyle
gözlenebilir ve ek bir kayıt cihazına gerek duyulmaz. Bazı makalelerde TOF
çalışmaları esnasında gözlenmeyen yanıt yorgunluğunun %48 oranında aslında
22
gözden kaçan ve mevcut olan yanıt yorgunlukları olduğu mekanografik testlerle
ortaya konmuştur.DBS ile bu tip bir gözden kaçma olasılığı sadece %9 bulunmuştur.
Nöromüsküler yanıt yorgunluğunun daha kesin gösterilmesi için DBS testi
submaksimal akım şiddeti kullanarak uygulanabilir. Bu tip bir uygulama ile hastayı
uyandırmak hem daha kolaylaşır hem de supramaksimal testten daha güvenilir
sonuçlar elde edilebilir.
Stimulasyon Yerleri
Nörostimulasyon bölge seçiminde esas olarak herhangi bir yüzeyel sinir
stimüle edilebilir. Ulnar sinir en çok kullanılan sinirdir ve Adduktor pollicis kasının
yanıtı monitorize edilir. Bu alan görsel, dokunsal ve mekanomyografik tesbit
açısından uygundur. Bu kasın diğer özelliği de kolun lateral kısmında olmasıdır,
stimulasyon yapılan yer medialdedir. Böylece direkt kas uyarılma ve yanılgı ihtimali
çok aza inmektedir.
Ulnar siniri uyarmak için bir elektrod bileğin 1 cm proksimalinde fleksor
carpi ulnaris tendonun radial tarafına yerleştirilir. Di ğer elektrod 3 veya 4 cm
proksimale yerleştirilir veya dirsekle medial epikondilde ulnar oluğun üstüne
yerleştirilebilir. Đkinci şekilde yerleştirilirse fleksor carpi ulnaris kası kasılabilir ve
baş parmak adduksiyonu artar. Diğer stimulus alanları arasında;
1- Medial malleus önünde posterior tibial sinir
2- Peroneal ve lateral popliteal sinirler (ayağın dorsofleksiyon monitorizasyonu)
3- Fasyal sinir ile orbitanın lateral kenarının 2-3 cm arkasında stylomastoid
foramenden çıktığı yerde orbiculari oculi kasının kasılmaları monitorize
edilir.
Yakın zamanda rekürran laringeal sinir stimülasyonu yolu ile vokal kord
addüksiyonunu monitorize edilecek bir yöntem bulunmuştur (22). Ancak henüz
araştırma çalışmalarında sınırlı kullanılmaktadır.
23
Kas Gruplarının Duyarlılıkları
Kas grupları, kas gevşeticilere duyarlılıklarında farklı gruplara ayrılır. Bu
farklılığın nedenleri arasında değişken yerel kan akımları, kas temperatür
değişiklikleri, reseptör yoğunluk farkı, kaslar arasında nöromüsküler kavşakta
güvenlik marj farkı, kas iğciklerinin kompozisyonundaki farklılıklar sayılabilir.
Adduktor pollicis kasıyla karşılaştırılınca diafragmanın, depolarizan ve
nondepolarizan kas gevşeticilere daha direçli olduğu ve aynı düzeyde gevşeme
oluşması için iki katı kas gevşetici gereklidir. Ancak diafragma ve larengeal kasların
depolarizan ve nondepolarizan kas gevşeticilere relatif dirençleri, daha yüksek doz
hızlı bolus yapılarak başlangıç, uyanma fazlarında hızlanma ve direnci ortadan
kaldırma imkanı mevcuttur. Diafragma ve yukarı havayolu kasları, periferik
kaslardan daha çabuk gevşerler, belki de bu kasların yüksek kanlanma seviyeleriyle
açıklanabilir. Kasgevşeticilere duyarlılık ve başlama zamanındaki fark, periferik
bölgeler monitorize edildiğinde klinik olarak anlamlıdır. Yüksek dozda ajan
kullanıldığında gevşeme başlangıç zamanı diafragmada hızlıdır ve yeterli gevşemeyi
adduktor pollicis kasından önce sağlar. Bununla beraber düşük doz uygulanınca
diafragma daha az duyarlı kalır ve adduktor pollicisin yanıtı diafragmadan 30-60 sn
önce çıkar.
Nöromüsküler Fonksiyonun Klinik Önemi ve Belirlenmesi
Nöromüsküler relaksasyonun derinliği ve geri döndürücü tedavinin
yeterliliğini ortaya koymak oldukça güçtür ve mekanografik yöntemler
uygulanmadığında sonuçlar güvenilir değildir. Ancak klinik uygulamada
mekanografik monitorizasyon pratik değildir, bunun yerine birkaç klinik belirtinin
gözlenmesi önerilir. Hastanın 5 sn boyunca gözlerini açık tutabilmesi (bu esnada
diplopi gelişmemesi gerekir), dilini çıkarabilmesi, yutkunabilmesi, başını veya
ayaklarını 5 sn boyunca kaldırabilmesi veya eli kuvvetlice sıkabilmesi klinik
göstergelerdir.
24
Nöromüsküler blok kalktığında artık kürarizasyon, güçsüzlük ve hastalardaki
düzensiz tremor şeklinde görülebilir. Nöromüsküler bütünlüğün klinik testleri,
bloğun derecesini ortaya koymakta yararlı olmakla birlikte, hastanın koopere
olmasını gerektirir. Dolayısıyla bilinci kapalı hastalarda uygulanamazlar. Kas
gevşeticilerin kullanımından sonra nöromüsküler bütünlüğün göstergeleri olarak tidal
volüm, vital kapasite, inspiratuar basınç ve solunum paternine bakılır. Yine de bazı
hastalarda normal tidal volümle yeterli ventilasyona rağmen, havayolu refleksleri ve
öksürme işlevi yetersiz kalmış olabilir. Hatta perioperatif solunum depresyonuna
sadece relaksanların rezidüel etkileri değil, solunumun santral uyarımının
baskılanması opioidler, anestezik ajanlar ve düşük arteryel CO2 seviyeleri de yol
açar. Sonuçta, rezidüel blok, respiratuar depresyon sebeplerinden biridir ve ancak
nöromüsküler iletinin bozukluğunu mekanografik yöntemlerle ortaya koyarak
gösterilebilir.
UYARILMI Ş YANITLARIN MON ĐTORĐZASYONU
SUBJEKTĐF YÖNTEMLER
Vizüel ve / veya taktil belirleyiciler, TOF stimulasyonuna yanıt olarak
nöromüsküler kayboluşun monitorizasyonunda hala en popüler metodlardır. Vizüel
belirleyiciler için gözlemci baş parmak hareket düzlemine göre 90 derecelik açıda
yer almalıdır. Taktil belirleyiciler için baş parmak tamamen abdüksiyonda tutulmalı
ve gözlemcinin parmak uçları hareket yönünde distal falanks üzerine
yerleştirilmelidir (1). Ancak bu tip subjektif yöntemler deneyimli gözlemcilerce
yapılsa bile nöromüsküler kayıbın gözlenmesinde güvenilir olmayabilir. Dolayısıyla
kaybın nonmekanografik daha iyi gözlenebilmesine yönelik yeni nörostimülasyon
yöntemleri (DBS gibi ) geliştirilmi ştir.
DBS çalışmaları bu yöntemin nöromüsküler kaybın saptanmasında TOF
yönteminden daha net sonuçlar verdiğini söylemektedir ve bu nedenle günümüzde
daha kullanışlı olduğu kabul görmüştür. Test submaksimal stimuluslar (10-50 mA)
25
kullanılarak netlik kaybolmadan ve daha az hasta yakınmalarıyla uygulanır. Ek
olarak, yeni araştırmalar göstermiştir ki nörostimulasyon paterninden bağımsız
olarak (TOF veya DBS) veya gelen akıma bakılmaksızın vizüel ve taktil yöntemler
arasında kayıbın gösterilmesi açısından belirgin fark yoktur.
OBJEKT ĐF YÖNTEMLER
Nöromüsküler bloğun belirlenmesi güvenilir olarak mekanomyografi,
elektromyografi ve akselerografi ile olur. Bunlar sırasıyla uyarılmış mekanik yanıtı,
elektriksel yanıtı ve kas akselerasyonunu ölçerler ve bloğun derinliğini ölçmede
vizüel-taktil yöntemlere göre daha doğru ve net sonuçlar verirler. Ancak zaman
kısıtlılığı, pahalı oluşları ve ortam sağlayabilme güçlükleri nedeniyle klinik
anesteziyolojide çok sık kullanılmazlar.
Mekanomyografi: Bu teknik bir kasın (genellikle m.adduktor pollicis) sinir
stimulasyon yanıtının ölçülmesidir. Bu kasılma bir transduser aracılığıyla elektriksel
enerjiye çevrilir, bir basınç monitoründe sayısal olarak gösterilir. Sinyalin amplitüdü
kas kontraksiyonunun şiddetiyle doğru orantılıdır. TOF uyarılarında dördüncü
yanıtın birinci yanıta oranı ölçülerek kayıbın derecesi net olarak belirlenebilir.
Uyarılmış yanıtların net ve güvenilir ölçümü için bazı ön şartlar yerine
getirilmelidir. Artefaktları önlemek için elin immobilizasyonu şarttır, baş parmağın
hareketi engellenmemelidir. Baş parmak transduser halkasına transduser aksı
boyunca basınç uygulamalı, böylece hareketin derecesi tamamiyle görülebilmelidir.
Đzometrik kontraksiyonu görmek için sinir stimulasyonu verilmeden önce
abduksiyondaki baş parmağa 200-300 gramlık bir preload uygulanmalıdır. Kayıt
yapan monitor beklenen yanıtları alacak şekilde ayarlanmalıdır.
Tetanik stimulasyondan sonra oluşan gerilim (tension) tek bir twitch uyarı ile
oluşanın dört katı kadar olabilir.Bu nedenle elin uygun gerilim aralıkları seçilmelidir.
26
Çoğu klinik uygulamada 0-5 kg arası gerilim aralığı nondepolarizan blok için uygun
olmaktadır. Ancak bloke olmayan nöromüsküler kavşaktaki tetanus 7.1+ 2.2 kg
kadar bir güç oluşturabilir ve bazı transduserlerin gücünü aşabilir.
Elektomyografi: EMG bir kasın elektriksel aktivitesinin yazdırılması
işlemidir. Elde edilen sinyal, kasın ve elektrodların lokalizasyonuna bağlıdır.
Genellikle bir elektrod kasın ortasına (nöromüsküler kavşak yakınına) ve diğeri de
tendona yerleştirilir. Üçüncü (nötral) elektrodun yerleştirili şi değişkendir. Bu tip
yerleştirimler en güvenilir EMG sinyallerini verir. Uyarılmış karışık kas aksiyon
potansiyeli (MAP) nöromüsküler kavşakdaki bloğun derecesiyle ters orantılıdır ve
EMG’de gösterilebilir: MAP amplitüdü � stimulusla oluşan tek tek kas liflerindeki
kontraksiyonların toplamını gösterir. Latent dönem stimulusla uyarılmış yanıtın
başlaması arasındaki zamandır. Bu dönem, sinir ileti zamanı ile nöromüsküler ileti
zamanının toplamıdır (EMG kayıtları için kas kontraksiyonu şart değildir). Aksiyon
potansiyeli eğrisinin şekli ise stimulan elektrodla kayıt cihazı arsındaki mesafeye
göre değişir. Çoğu EMG monitörü EMG eğrisi altında kalan alanı hesaplar ve
sayısal olarak döküm verir.
Tenar eminens kayıt bölgesi olarak kullanıldığında, EMG ile oluşturulan
uyarılmış yanıtla adduktor pollicis kuvvet transduseri yanıtları arasında iyi
korelasyon vardır. Ancak tenar eminensin hareket artefaktı zor suprese edilir.
Dolayısıyla elektromyografi için genelde hipotenar kaslar kayıt alanı olarak kullanılır
(adduktor pollicis kasına göre nondepolarizan relaksanlar için daha az sensitiftirler).
Zamanımızda mevcut çoğu EMG monitorleri single-twitch ve train-of-four
uyarımına gelen yanıtları kayıt edebilirler ama double-burst stimulasyon, tetanus
veya post tetanik twitch sayımı için programlanmamışlardır.
Akselografi: Kütle sabit tutularak nörostimülasyona yanıtın baş parmağın
açısal akselerasyonu, kontraksiyon gücüyle doğru orantılıdır. Đnce bir piezoelektrik
transduseri baş parmağa yerleştirilir, baş parmak oynadıkça voltaj üretir ve bu
voltajın amplitüdü baş parmak akselerasyonu ve relaksasyonunun derecesiyle doğru
orantılıdır. Akselerografik ve mekanomyografik uyarılmış yanıtlar, supramaksimalde
27
olduğu kadar değişen akım güçleriyle de karşılaştırılabilir (23). Đzotonik kas
kontraksiyonunu ölçtüğü için, akselerometri adduktor pollicis kasına bir preload
gerektirmez. Ancak yanıtların netliği baş parmak hareketi ve baş parmağın bir
kontraksiyon sonrası başlangıç pozisyonuna gelememesi nedeniyle bozulabilir.
ROKURONYUM BROM ĐDE (Organon 9426, Esmeron)
Rokuronyum vekuronyuma benzer olarak nöromüsküler sinaps bölgesinde,
postsinaptik etkisi ve reseptör selektive derecesi yüksek olan bir nondepolarizan kas
gevşeticidir.
Kas gevşemesi nikotinik kolinerjik reseptörler ile antagonist olarak yarışarak
oluşur. Đnsan ve hayvanlarda potensi vekuronyumun %15-20 kadarıdır.
Rokuronyumun potensinin düşük olması bir avantaj sayılmaktadır. Deneysel olarak
düşük potensli ilaçların daha hızlı başlangıç etki göstermeleri onların etki
bölgesindeki yüksek konsantrasyonuna bağlı olduğunu düşündürmektedir.
Rokuronyum otonomik ganglion blokajı yapmaz; başlangıç etki zamanı
(onset time) kısa, etki süresi orta ve eliminasyonu hızlıdır. Bir
aminosteroidnöromüsküler kas gevşetici olduğu için histamin salgılanma oranı çok
düşüktür.
FĐZĐKOK ĐMYASAL ÖZELL ĐKLER Đ
Rokuronyum, vekuronyum’un 2-morpholino 3-desacetyl,16-N-allyl-
yrollidino derivesidir. Vekuronyumdan farkı steroid nukleusların 3’lü
pozisyonlarındadır.
Rokuronyum’un ilginç moleküler karakteristiği pankuronyum ve
vekuronyumda A-halkasında bulunan steroid nukleusların asetilkolin benzer
fragmanın olmayışıdır. D-halkasında ki asetilkoline benzer fragmanın nöromüsküler
28
kavşakta reseptöre bağlanmada uygun bir yer olduğu genellikle potensi yüksek
nöromüsküler kas gevşeticilerde bulunduğu düşünülür. Bu fragman ayrıca
rokuronyumda bulunmaktadır.
Pankuronyum ve vekuronyumda bulunan quaterner nitrogene bağlı metil ve
allyl grupları yer değiştirmesi ve rokuronyumda asetilkoline benzer fragmanın
yokluğu rokuronyum potensinin azalmasında kısmen sorumludur.
A-halkasındaki asetat gubun yerine hidroksil grubun bağlanması,
rokuronyum’un stabil solusyon halinde bulunmasını sağlamaktadır.
FARMAKOK ĐNETĐK ÖZELL ĐKLER
Anestezik teknikler rokuronyumun farmakokinetiğini etkilemezken yaş
farmakokinetik üzerinde etkilidir. Yaşın ilerlemesi ile vücut sıvısındaki azalma
(özellikle ekstaselüler volüm azalması ) ve fonksiyonel organların yetersizliği sonucu
rokuronyumun eliminasyonu azalır. Yenidoğanlarda da organ matüritesi
tamamlanmadığından farmakokinetik etkilenir ve ilaç eliminasyonu azalır.
Hayvanlar üzerinde yapılan araştırmalar sonucu rokuronyumun vekuronyuma
göre vekuronyumun % 10-20 kadar potent olduğunu göstermektedir. Bu çalışmalar
insanda potent vekuronyumun %15’i kadar olduğunu gösterir. ED50 değeri
(0.105mg/kg ile 0.170mg/kg ) ve ED90 değerinde (0.259mg/kg ile 0,305mg/kg )
kullanılan dozlarda etkinin anestezi teknik ve stimülasyon yöntemine bağlı olduğunu
gösterir.
Enfluran ve isofluran, rokuronyumun etkisini potansiyelize ederler.
Halothanın etkisi diğer iki inhalasyon anesteziğe göre daha azdır. Sonuçta inhalasyon
anesteziklerin rokuronyumun nöromüsküler blok etkisini artırması, kasın gevşeticiye
sensivitesini artırmak esasına dayanır. Kedilerde nitröz oksidin blok derinliği
üzerinde pek etkisi olmadığı ama uyanma fazını uzattığı gözlenmiştir.
29
Bazı intravenöz anestezikler, droperidol, midazolam, etomidate, thiopentan ve
propofolün rokuronyumun etkisi üzerinde herhangi bir klinik etki yapmadıkları
bildirilmi ştir. Buna rağmen bu ilaçların yüksek dozlarda kullanımı etkiyi hafif
potansiyelize ettiği görülmüştür.
Tek doz antibiyotikler (metronidazol, netilmisin, sefuroksim ve diğer
aminoglikozidler) rokuronyumun yaptığı nöromüsküler blok üzerinde önemli bir
etkileri olmadığı gösterilmiştir.
Diğer nondepolarizan kas gevşeticiler de olduğu gibi fenitoin, kronik
kullanımda rokuronyumun etki zamanını kısaltarak doz ihtiyacını artırır.
FARMAKODĐNAM ĐK ETK ĐLER
Klinik bilgiler rokuronyumun etki zamanı ve uyanma indeksinin diğer orta
etkili kas gevşeticilere benzediğini göstermektedir. Doz-yanıt eğrisi ile ilgili
çalışmalarda, rokuronyumun etki zamanı 0,6mg/kg doz da entübasyon kalitesi iyi ve
çok iyi olduğu ve 60 saniyede iyi bir entübasyon şartı yarattığı gösterilmiştir.
Đnhalasyon anestezikler ile beraber kullanımının, intravenöz anesteziklerle
karşılaştırılmasında başlangıç etki zamanı daha hızlı ve etki süresinin daha fazla
olduğu gösterilmiştir. Blokların ortadan kaybolması antikolinesterazlarla kolaylıkla
sağlanır.
KARD ĐOVASKÜLER ETK ĐLER
Kas gevşeticilerin kardiovasküler etkileri muskarinik reseptör blokajı,
ganglion blokajı, noradrenalin salgısının artışı ve reuptake edilmesi veya histamin
salgılanması ile gerçekleşir.
Rokuronyumun vagal etkisi yok denecek kadar düşüktür. Vagolitik etkiler
rokuronyumun yüksek dozlarında ortaya çıkabilir. Bu da anestezi altında bradikardi
30
oluşmasının önlenmesi açısından yararlı olmaktadır. Ganglion blokajı veya
sempatomimetik etkileri, sempatik sistemi aktive edici ilaç (örneğin;antidepresan
veya betabloker) kullanan hastalarda herhangi bir problem yaratmamaktadır.
Klinik dozlarda rokuronyumun iskelet kasındaki nikotinik kolinerjik
reseptörler dışında diğer reseptörlere etkisi yok veya azdır.
REMĐFENTANĐL
Opioid ve nonopioid analjezikler endotrakeal entübasyona otonomik yanıtı
baskılamak amacıyla indüksiyondan hemen önceki dönemde ve ağrılı uyarana
otonomik yanıtı baskılamak amacıyla genel anestezinin idamesi sırasında sıklıkla
kullanılmaktadır. Opioidler sedatif ve hipnotik ajanlara olan gereksinimi azaltarak
uyanma periyodunu kısaltırlar. Opioidler aynı zamanda propofol, metoheksital,
etomidat ile birlikte görülen istemsiz motor hareketleri ve enjeksiyon sırasında ortaya
çıkacak ağrı problemini azaltır. Çok kısa etkili opioid analjezik olan remifentanilin
analjezik gücü fentanil ile benzerdir. Nonspesifik esterazlar tarafından metabolize
edilir. Bu durum remifentanilin sistemik eliminasyonunun hızlı olmasına izin verir
(24,25).
FĐZĐKOK ĐMYASAL ÖZELL ĐKLER Đ
Remifentanil,bir piperidin türevi, 3-(4-metoksikarbonil-4(L-oksopropil)-
fenilamino)-L-piperidin) propanoik asit, metil esterdir. Remifentanil hidroklorür
olarak, beyaz liyofilize toz halinde satılmaktadır. Piyasadaki formülünde glisin de
bulunmaktadır. Hazırlandıktan sonra Ph+3.0 ve pKa 7.07’dir. Kendiliğinden
yıkılmakla birlikte, 4’ün altındaki Ph’larda 24 saat süreyle kararlı kalır. Lipidde
çözünür, oktanol partisyon katsayısı Ph:7,4’te 17,9’dur. Remifentanil proteine %92
oranında bağlanır. Opioid bağlanma çalışmaları, remifentanilin mü-opioid
reseptörüne afinitesinin güçlü, delta ve kappa reseptörlerine bağlanma afinetisinin ise
az olduğunu göstermiştir. Remifentanil opioid reseptörü olmayan yapılara önemli
düzeyde bağlanmamaktadır. Naloksan remifentanilin etkilerini kompetitif olarak
31
antogonize eder. Remifentanilin major metaboliti karboksilik asit metaboliti olan
remifentanil asittir.
Remifentanil asit de aynı şekilde mü, kappa, gamma reseptörlerine bağlanır,
affinitesi çok daha zayıftır. Bağlanma çalışmaları, bu metabolitin afinitesinin, ana
bileşiğinkinden 800-2000 kat düşük olduğunu göstermiştir. Köpekler üzerinde
yapılan ve remifentanil yada remifentanil asitle elektroensefalogramın
baskılanmasını araştıran bir çalışmada, metabolit ana bileşikten 460 kat daha zayıf
bulunmuştur ( 68).
FARMAKOK ĐNETĐK ÖZELL ĐKLER
Remifentanilin konfigürasyonu diğer piperidin türevlerininkine çok
benzemekle birlikte, bunun kanda ve başka dokulardaki nonspesifik esterazlarla
metabolize edilmesine olanak tanıyan bir ester bağı vardır. Kanda yapılan in vitro,
köpeklerde yapılan in vivo çalışmalarda, bu bileşiğin ester hidrolizi ile hızlı ve
yaygın bir şekilde metabolize edildiği; terminal eliminasyon yarılanma ömrünün3.8-
8.3 dakika olduğu gösterilmiştir. Đn vitro testlerde, yıkılma sürecinin, plazma
kolinesterazın inhibe edilmesi yada plazma kolinesteraz işlevinin değiştiği
durumlarda değişikli ğe uğramadığı gösterilmiştir (26). Aynı şekilde; remifentanil,
süksinilkolin yada esmolol gibi esterazlarla metabolize edilen diğer bileşiklerin
yıkılmasını yada süresini değiştirmemektedir (27).
Remifentanilin esteraza dayalı metabolizması, özelliklerini son organ
yetersizliğinden bağımsız kılar. Karaciğer ve böbrek yetersizliği olduğu belgelenmiş
hastalarda remifentanilin farmakokinetik özelliklerinin değişmediği gözlemlenmiştir.
Karaciğer yetersizliği olan hastaların opioidlere daha duyarlı olduğu, dakika
ventilasyonunun %50 baskılanması için daha düşük konsantrasyonlar gerektiği
saptanmıştır. Buna göre; karaciğer hastalığı bulunanlarda, belli bir etki için verilmesi
gereken dozlar daha küçük olabilir ancak opioid etkisinin ortadan kaybolması aynı
derecede hızlı olacaktır.
32
Remifentanildeki ester bağı remifentanilin kan ve diğer dokulardaki esterazlar
tarafından hızlı bir şekilde metabolize edilmesine neden olur. Böylece remifentanilin
farmakokinetik ve farmakodinamik özellikleri böbrekle ilgili hastalıklarda değişmez.
Aynı zamanda remifentanilin ana metabolitinin eliminasyonunun azalması da klinik
olarak bir anlam taşımaz. Böbrek yetersizliği bulunan hastalarda bu duyarlılık artışı
gözlemlenmemiştir; dolayısıyla, bu hastalarda remifentanil doz uygulaması aynıdır
ve etkinin kaybolması da yine aynı derecede hızlıdır. Akciğerlerin remifentanil
metabolizması açısından önemli bir alan olmadığı düşünülmektedir. Buna göre,
remifentanilin intravenöz uygulamadan sonra beyinde etki yaptığı yere iletilmesi,
akciğerlerde ilk geçiş, metabolizmasına uğramadığını gösterir.
Remifentanilin birincil metaboliti böbreklerden atıldığından, böbrek
yetersizliği bulunan hastalarda birikme görülür. Ancak bu metabolit çok güçsüzdür;
24 saatlik infüzyondan sonra bile; klinik açıdan önemli konsantrasyonlara
erişmeyeceğini göstermiştir. Yaşları 2 ile 12 arasında değişen pediatrik hastalarda
remifentanilin farmakokinetik özellikleri, erişkinler için bildirilene çok benzerdir.
Yeni veriler, yaşlılarda ilacın etkisinin daha yavaş başladığını göstermektedir.
Yaşlılarda ayrıca, daha küçük bir dağılım hacmi ve hafifçe daha düşük klirens
bulunma eğilimi vardır. Bu farklılıkların açık sonucu, yaş ilerledikçe dozun
azaltılmasının gerektiğidir.
Piperidin sınıfından diğer opioidler gibi remifentanil de, plasentadan kolayca
geçer. Ancak, diğer opioidlerin aksine, fetüste de hızla metabolize olmaya devam
eder. Đlk olarak intravenöz yolla verilen 0,1mcg/kg/dk remifentanilde APGAR
puanının, epidural yolla verilen 100mcg fentanilinkinden daha farklı olmadığını
göstermiştir (28). Günümüzde kullanılan remifentanil, formülünde glisin bulunduğu
için, epidural yolla uygulanamamaktadır.
33
FARMAKOD ĐNAM ĐK ÖZELL ĐKLER
HEMOD ĐNAM ĐK ETK ĐLER
Remifentanil 2mcg/kg’lık dozlara kadar, sistemik kan basıncı ve kalp hızında
çok az değişikli ğe neden olur. 5mcg/kg ve üzerindeki dozlarda histamin salınımına
yol açmaz.
SOLUNUM ÜZERĐNDEKĐ ETKĐLERĐ
Diğer mü opioidleri gibi remifentanil de, doza bağlı solunum depresyonuna
yol açmaktadır. Dış uyarılar olmadığında, gönüllülerde inspiryum havasındaki %8
CO2 varlığında 0.05-0.1 mcg/kg/dk’lık remifentanil infüzyon hızları, dakika
ventilasyonunun %50 baskılanmasıyla sonuçlanmaktadır. Herhangi bir remifentanil
dozundan kaynaklanan solunum depresyonu derecesinin yalnızca doza değil, yaş,
genel tıbbi durum, ağrı bulunması ve başka uyarılar gibi çok sayıda etmene bağımlı
olduğu açıktır. Remifentanilin diğer mü opioidlere birincil üstünlüğü, anestezi
sırasında ventilasyon kontrol altındayken belirgin derecede solunum depresyonu ve
derin analjezi yapan dozlarda kullanılıp, infüzyon kesildikten sonraki 10 dakika
içinde yeterli spontan solunum olanağı sağlamasıdır. Aynı şekilde, remifentanilin
infüzyon sırasında spontan solunumda olan bir hastada solunum depresyonu fark
edilirse, infüzyonun yavaşlatılması yada kesilmesi, yeterli ventilasyon dürtüsünün
hızla; genellikle 3 dakika içerisinde geri gelmesini sağlayacaktır. Gerektiğinde
remifentanilin solunum depresyonu yapıcı etkisi naloksan ile geriye döndürülebilir.
MERKEZ Đ SĐNĐR SĐSTEMĐ ÜZERĐNDEKĐ ETKĐLERĐ
Remifentanil EEG’de doza bağlı bir baskılanmaya neden olur. Đnsanlarda
remifentanil infüzyonu sırasında konvülsiyon bildirilmemiştir. Beyin kan akımı, kafa
içi basıncı ve serebral metabolizma hızı üzerindeki etkileri, diğer mü
opioidlerindekine benzer. Ameliyat edilecek, kafa içi basıncı hafifçe artmış
hastalarda başarıyla kullanılmıştır.
Diğer opioidler gibi remifentanil de, kas rijiditesi insidansı ve şiddetinde doza
bağlı artışa neden olmaktadır.
34
Monitörize anestezi gözlemi sırasındaki gibi, yalnızca ağrı tedavisi için
remifentanil kullanılması düşünüldüğünde, remifentanili infüzyonla vermek daha
uygun olur. Sıfır derece kinetiğiyle uygulanan bir infüzyonla, kararlı durum
konsantrasyonuna çok çabuk (yaklaşık olarak 5 dakikada nihai konsantrasyonun
%70’ine yada 10 dakikada kararlı durumun %95’ine) erişilmektedir; bu nedenle,
genellikle yalnızca analjezi amaçlı kullanımda bolus dozu verilmesine gerek yoktur.
Bunun istisnası, kısa süreli ve ağrılı girişimlerdir; bu amaçla, 1mcg/kg’lık bir bolus 1
dakikada yoğun analjezi sağlar ve etki 1-3 dakika sürer. Kısa bir apne dönemi
oluşabileceğinden, önceden oksijen verilmesiyle olası bir oksijen desatürasyonu
önlenebilir.
FARMAKOD ĐNAM ĐK ĐLAÇ ETK ĐLEŞĐMLER Đ
Remifentanil, etkisi çok hızlı başlayıp çok da hızlı kaybolduğundan, anestezi
indüksiyonu için kullanılabilir. Bilinç kaybı için hesaplanan ED 50, 12mcg/kg’ de
bile bazı hastalarda bilinç kaybı olmamış, ayrıca yüksek oranlarda belirgin rijidite
gelişmiştir. Birçok hastada da, gerçek sonlanım noktası olan bilinç kaybını
belirlemek güç olmuştur. Sonuçta, opioid duyarlılığında büyük farklılıklar
olduğundan ve bu ilaçlarla ilgili yan etkilerden ötürü, yalnızca opioidle anestezi
indüksiyonu, kısıtlı kalmaktadır. Remifentanil dozunun artırılması, bilinç kaybı için
gereken tiyopental dozunu azaltmıştır. 3-5mcg/kg remifentanil dozu, tiyopental
indüksiyon dozunu yaklaşık olarak % 30 azaltıp laringoskopi ve entübasyona
yanıtlarıda ortadan kaldıracak kadar uzun sürmektedir.Yükleme dozu olarak 1mcg/kg
remifentanil ve propofol uyutma dozundan(0,5-1mg/kg) sonra 0,4mcg/kg/dk’lık
remifentanil infüzyon dozu hastaların % 80’inde ancak deri insizyonuna yanıtı
engellemiştir (29). Đndüksiyon için en iyi doz düzenlemesi, bir hipnotikle bilinç kaybı
oluşturulduktan sonraki 30 saniyede 0,5mcg/kg/dk dozunda remifentanil
indüksiyonuna başlanmasıdır. Daha sonra endotrakeal entübasyona kadar
remifentanil infüzyonu bu hızda sürdürülür. Remifentanil azot protoksit, propofol
veya bir inhalasyon ajanıyla desteklenmelidir. Girişimin sonunda, remifentanille
analjezinin sürdürülmesi, ancak infüzyonun devam ettirilmesiyle mümkündür. En
iyisi, infüzyon hızının 0,1mcg/kg/dk’ya eşit veya altında tutmak, daha sonra da
35
analjezi ile yeterli solunum arasında denge sağlayacak şekilde 0,025mcg/kg/dk’lık
ayarlamalar yapmak olabilir.
Solunum depresyonu yada göğüs duvarında rijidite potansiyeli nedeniyle,
remifentanil bolusları postpartum analjezi için kullanılmamalıdır.
Remifentanilin eliminasyon yarılanma ömrü ile t1/2 değeri çok kısa
olduğundan, klinik titrasyon için yeterince hızlı etki değişikli ği sağlama amacıyla
boluslar vermektense infüzyon hızında küçük değişiklikler yapılması yeterli
olmaktadır. Yükleme dozu uygulanmadan remifentanil infüzyonu yapıldığında,
etkinin % 70’i infüzyona başladıktan 5 dakika sonra sonra görülmekle birlikte,
konsantrasyon bunu izleyen 30 dakikada yavaşça artmaya devam edecektir.
Dolayısıyla, spontan solunumdaki bir hastaya remifentanil uygulandığı esnada, etki
ortaya çıkana kadar dozun titre edilmesi ve yakından gözlem kritik önemdedir.
PROPOFOL
Propofol klinik pratikte kullanılmaya başlanan en yeni intravenöz anestezik
ajandır. 1970 yılında gerçekleştirilen erken dönemdeki çalışmalarda propofole
hipnotik özelliğini kazandıran fenol derivesi eklenerek 2,6-di-iso propofol elde
edilmiştir (30). Đlk klinik tecrübeler Kay ve Rolly tarafından 1977 yılında
kaydedilmiştir. Propofolün anestezi indüksiyonunda kullanılabilir bir ajan olduğunu
doğrulamışlardır. Propofol sedasyon amacıyla kullanıldığı gibi anestezi idamesi ve
indüksiyonunda da kullanılmaktadır.
FĐZĐKOK ĐMYASAL ÖZELL ĐKLER Đ
Propofol hayvanlarda hipnotik özelliklerin ortaya çıkmasına neden olan bir
alkil fenol grubuna sahiptir. Alkil fenol oda sıcaklığında sıvı haldedir ve aköz
solusyonlarda çözünemez fakat yüksek oranda lipidde çözünebilir.Varolan
formülünde %1 oranında propofol, %10 oranında soya yağı, 2.25 oranında gliserol
ve %1,2 oranında pürifiye yumurta fosfatidleri içermektedir. pH’sı 7’dir ve belirgin
36
olarak visköz, süt beyazı bir maddedir. Propofol %1’lik solusyonlar halinde 20ml’lik
ampuller halinde ve 50ml’lik vialler halinde satılmaktadır.
Oda temparatüründe stabildir ve ışığa duyarlı değildir. Eğer propofolün dilüe
solusyonlarına ihtiyaç olursa %5 dekstroz sudaki ile sulandırılabilir.
METABOL ĐZMASI
Propofol karaciğerde glukuronid ve sülfat ile konjugasyona uğrayarak
böbrekler tarafından atılabilen suda çözünebilir bileşiklere dönüştürülür. Propofolün
% 1’i idrarla değişmeden ve % 2’si feçesle atılır. Propofolün metabolizmasının
aktif olmadığı düşünülmektedir. Çünkü propofolün klirensi hepatik metabolizmayı
aştığında, eksrahepatik metabolizma veya ekstrarenal eliminasyon
tartışılmaktadır(67).
FARMAKOK ĐNETĐK
Propofolün farmakokinetik özellikleri iki ve üç kompartmanlı modellerle
anlatılmıştır. Tek bir bolus injeksiyonu takiben tüm kandaki propofol düzeyi
redistribüsyon ve eliminasyonun sonucunda oldukça hızlı bir şekilde azalır.
Propofolün başlangıçtaki yarılanma ömrü 2 ile 8 dakika arasında değişir (31). Đki
kompartmanlı modeller kullanılarak gerçekleştirilen çalışmalarda, indüksüyon
dozundaki profolün eliminasyonu 2 yaşın altında en yüksek iken artan yaşla birlikte
azalır. Propofol primer olarak hipnotiktir. Etki mekanizması henüz kesin olarak
bilinmemektedir. Eldeki veriler Gamma Amino Bütirik Asit ( GABA ) ile aktive olan
klor kanallarının fonksiyonlarını değiştirerek etki ettiğini göstermektedir.
Barbitüratlardan farklı olarak profol antianaljezik etki göstermez. Propofolün ED50’i
1 – 15 mg/kg bolus dozudur. Hipnozun süresi doza bağımlıdır, 2-2.5 mg/kg
propofolü takiben 5 – 10 dakika hipnoz devam eder.
Suphipnotik dozdaki propofol sedasyon ve amnezi sağlar. Cerrahi sırasında
farkında olma yüksek infüzyon hızlarına rağmen bildirilmiştir. Hallüsinasyonlar,
seksüel fanteziler ve opistotonüs propofol uygulamasından sonra görülebilir.
Propofolün farmakokinetik özellikleri çok çeşitli faktörlerle değişebilir ( yaş, ağırlık,
37
altta yatan hastalıklar ve eşlik eden tedavi gibi ). Kadınlar daha yüksek distribüsyon
volümlerine ve klirens hızlarına sahiptir. Fakat eliminasyon yarılanma ömürleri
kadın ve erkeklerde aynıdır (31,32). Yaşlı hastalarda klirens hızları yüksektir fakat
daha küçük santral kompartman volümüne sahiptir. Çocuklar daha geniş santral
kompartman volümüne sahiptir ve çok daha hızlı bir klirensleri vardır. Karaciğer
hastalıklarından klirens değişmez fakat eliminasyon yarılanma ömrü belirgin olarak
uzar. Propofolün kinetiği renal hastalıklardan etkilenmez.
SOLUNUM SĐSTEMĐ ÜZERĐNE ETK ĐLERĐ
Propofol solunum sistemini kalitatif olarak barbitüratlara benzer şekilde
etkiler. Đndüksiyon dozundaki propofolden sonra apne ortaya çıkar ve apnenin
insidensi ve süresi kullnılan ilacın dozuna, indüksiyon hızına ve beraberinde
premedikasyon amacıyla kullanılan ajana bağlıdır. Propofol ile meydana gelen apne
30 saniyeden daha uzun sürebilir. 30 saniyeden uzun süren apnenin insidensi
beraberinde kullanılan opioidlerin toplam miktarını ayrıca premedikasyon amacıyla
kullanılan diğer ilaçlara bağlıdır ve indüksiyon amacıyla kullanılan diğer intravenöz
ajanlardan daha sık oranda görülmektedir.
Apne başlamadan önce sıklıkla tidal volümde azalma ve taşipne ortaya çıkar.
2,5 mg/kg indüksiyon dozundaki propofol solunum hızını 2 dakika boyunca anlamlı
olarak azaltır. Bütün bunlar göstermektedir ki propofolün uzayan etkisi solunum
hızından çok tidal volüm üzerindedir. Aynı zamanda CO2’e verilen solunum yanıtı
da propofol infüzyonu esnasında azalır. 50 – 120 mcg/kg/dk dozundaki propofol
infüzyonu ile aynı zamanda hipoksiye verilen solunum cevabını da deprese eder.
Propofol kronik obstrüktif akciğer hastalığı olanlarda bronkodilatasyonu indükler.
KARD ĐYOVASKÜLER S ĐSTEM ÜZERĐNE OLAN ETK ĐLERĐ
Propofolün en belirgin etkisi anestezi indüksiyonu esnasında arteriyel kan
basıncında yaptığı düşmedir. Varolan kardiyovasküler hastalıklardan bağımsız
olarak, 2-2,5 mg/kg dozunda ile gerçekleştirilen indüksiyondan sonra sistolik kan
basıncı % 25 – 40 oranında düşmektedir ( 33 ). Benzer değişiklikler ortalama ve
diyastolik arter basınçlarında da görülmektedir. Arteriyel kan basıncındaki düşme
38
kardiyak output / kardiyak indeks oranında % 15, stroke volüm indeksinde %20 ve
SVR’ de %15 – 25 düşme ile birliktedir. Aynı zamanda sol ventrikül stroke indeksde
%30 azalır. Sağ ventrikül fonksiyonlarının spesifik olarak bakıldığı zaman propofol
sağ ventrikül end – diyastolik basıncı ile volümü arasındaki eğrinin belirgin olarak
azalmasına neden olur.
Đndüksiyon dozundaki profolü takiben sistemik basınçta ortaya çıkan azalma,
vazodilatasyon ve miyokard depresyonunun sonucundadır. Hem miyokardiyal
depresel etki hemde vazodilatasyon yapıcı özellik doza ve plazma konsantrasyonuna
bağlı görülmektedir. Propofolün vazodilatatör etkisi hem sempatik aktivitede azalma
ve hemde düz kaslardaki intraselüler kalsiyum mobilizasyonu ile ilgili
görünmektedir. Đndüksiyon dozundaki propofolden sonra kalp hızı anlamlı olarak
değişmez. Bu propofolün hipotansif cevaba taşikardi cevabını azalttığına veya
ortadan kaldırdığına işaret eder ( 34 ). Propofolün sinoatriyal nod fonksiyonlarının
veya normal atrioventriküler ve aksesuar yolların iletimi üzerine direkt etkisi yoktur.
Anestezi propofol ile idame ettirildiğinde kalp hızı artabilir, azalabilir veya
değişmeden kalabilir. Propofol infüzyonu miyokardiyal kan akımında ve
miyokardiyal oksijen tüketiminde anlamlı olarak azalma yapar.
PROPOFOLÜN DĐĞER ETK ĐLERĐ
Propofol tiyopental gibi depolarizan ve nondepolarizan ajanların ortaya
çıkardığı nöromüsküler bloğu potansiyalize etmez. Propofolün uyarılmış kas cevabı
üzerine hiçbir etkisi yoktur. Bununla birlikte sadece propofol kullanıldıktan sonra iyi
entübasyon koşullarının sağlandığı gösterilmiştir. Propofol malign hipertermiyi
tetiklemez ve bu gibi durumlarda muhtemelen tercih edilmesi gereken anestezik
ajandır. Tek doz yapılan veya infüzyon halinde verilen propofol kortikosteroid
sentezini ve ACTH’nın normal koşullarda salınımını etkilemez. Emülsiyon halinde
hazırlanmış olan formu hepatik, hematolojik ve fibrinolitik fonksiyonları
değiştirmez. Bununla birlikte lipid emülsiyonu in vitro koşullarda trombosit
agregasyonunu azaltır. Kullanılan formülüyle propofole bağlı anaflaksi vakaları
bildirilmi ştir. Birden fazla ilaca karşı alerji tarif eden hastalarda propofol dikkatli bir
şekilde kullanılmalıdır.
39
Propofol aynı zamanda düşük hipnotik dozlarda anlamlı oranda antiemetik
aktivite göstermektedir. Bulantı ve kusma genel anesteziden sonra sıklıkla görülen
yan etkilerdir ve hastanın hastaneden ayrılmasını geciktirir. Erişkinlerde ve
çocuklarda postoperatif bulantı verilen desfluran ile ilgili olarak % 10 – 54 oranında
görülürken propofol ile % 5-13 arasında görülmektedir. Postoperatif dönemde
kusma, bulantıya oranla daha düşük oranda gerçekleşir. Propofol ile
karşılaştırıldığında desfluran ile daha fazla görülmektedir ( % 0-9’a % 7-33 ).
Propofolün antiemetik etkisinin olduğu düşünülmektedir. Postoperatif
dönemdeki bulantı kusmayı etkileyen cinsiyet, yaş ve anestezinin süresi yanında azot
protoksit ve / veya perioperatif opioid kullanımının postoperatif bulantı kusma ile
ilgili olduğu gösterilmiştir. Subhipnotik dozda yapılan propofolün kolestatik
piruritusu artırdığı gösterilmiştir.
PROPOFOLÜN YAN ETK ĐLERĐ VE KONTRENDĐKASYONLARI
Propofol ile anestezi indüksiyonu pek çok yan etki ile birliktedir. Bunlar
injeksiyon sırasında ağrı, myoklonus, apne, arteryel kan basıncında düşme ve nadiren
de olsa propofolün injekte edildiği vende tromboflebit şeklindedir.
Đnjeksiyon sırasında ortaya çıkan ağrı büyük venler seçilerek, el sırtındaki
venlerin kullanılmasından kaçınılarak ve kullanılacak olan propofolün içine lidokain
ekleyerek önlenebilir (35). Propofol injeksiyonu takiben apne görülmektedir.
Propofol ile ortaya çıkan apnenin süresinin 30 saniyeden uzun sürmesi daha sıktır.
Đndüksiyon sırasında en sık görülen yan etkileri sistemik kan basıncında meydana
gelen düşmedir. Anestezinin hemen başlangıcında indüksiyona eklenecek olan
opioidler ortaya çıkan hipotansiyonu artırırlar. Yavaş uygulama, daha düşük dozlarda
ve uygun olarak hidrate edilmiş olan hastalara uygulama kan basıncındaki düşmeyi
belirgin olarak azaltmaktadır.
40
GEREÇ veYÖNTEM
Bakırköy Dr.Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi etik kurul izni
(25.09.2007, Sayı:24) ve hastaların yazılı onayları alındıktan sonra, endotrakeal
entübasyon uygulanarak elektif operasyon geçirmesi planlanan 18-65 yaş arası, ASA
I-II grubunda, Mallampati skoru 1-2 olan, cerrahi işlemi 90 dakikayı aşmayan elektif
KBB, üroloji, kalp-damar, ortopedi vakası olan 60 hasta, kapalı zarf yöntemi ile
randomize edilerek 3 gruba ayrıldı(n=16). Yapılan Power analiz sonucu %90 güçte,
%5 farklılık oluşturacak (α:0.05), p<0,05 farkı belirlemek için her grubta en az 16
hasta bulunması gerekmekteydi. Olgular 20’ şer kişilik olup “GrupI”e ; 1 mcg/kg
remifentanil bolus dozundan sonra 2 mg/kg propofol ĐV yapılıp 0,5 mcg/kg/dk
remifentanil infüzyonu altında stabilizasyon aşamasını takiben rokuronyum 0,3
mg/kg uygulandı. “Grup II” ye 1 mcg/kg remifentanil bolus dozundan sonra 2mg/kg
propofol ĐV yapılıp 0,5 mcg/kg/dk remifentanil infüzyonu altında stabilizasyon
aşamasını takiben rokuronyum 0,6 mg/kg uygulandı. “Grup Kontrol” e ise 2 mcg/kg
fentanil bolus dozundan sonra 2 mg/kg propofol ĐV yapılıp serum fizyolojik sıvısı
0,5 ml/kg/saat hızında infüze edilirken stabilizasyon aşamasını takiben 0,6 mg/kg
rokuronyum uygulandı.
Nörolojik, kardiovasküler, solunum sistemi, karaciğer, böbrek yetmezliği ve
kas hastalığı olanlar çalışmaya alınmadı. Hastaların hiçbirine premedikasyon
uygulanmadı. Hastalara operasyon odasına alındıktan sonra 20 G intravenöz kanül ile
sağ el sırtından damar yolu açıldı ve damar yolu açıklığı ringer laktat ile sağlandı.
Olguların tümünde standart monitorizasyon yapıldı. Ortalama arter basıncı (OAB),
kalp tepe atımı(KTA) ve periferik oksijen satürasyonu (SpO2) preop, induksiyon,
entubasyon, entubasyon sonrası 5, 10, 15, 20, 30, 45, 60 dakikalarda , operasyon
bitiminde ve postop 5.dakika olmak üzere kaydedildi. KTA 40 atım/dk’ nın altındaki
değerler derin bradikardi olarak değerlendirilip 1 mg Atropin ile tedavi edilmesi
planlandı. Nöromüsküler ileti monitorizasyonu için ĐV yolun bulunmadığı sol kol
tercih edildi ve aynı pozisyonda kalması için başparmak dışındaki parmaklar kol
41
sehpasına tespit edildi. Nöromüsküler blok ulnar sinir üzerine elektrot yerleştirilerek
izlendi (TOF-Watch SX, Organon ).
Basic Anesthesia Training 2002, Monitoring basics-12
Basic Anesthesia Training 2002, Clinical practice-45
42
Preoksijenizasyon döneminden sonra Grup Kontrol’e 2 mcg/kg fentanil,
2 mg/kg propofol ĐV yapıldıktan sora 0,5 ml/kg/saat serum fizyolojik infüzyonu
başlanıp yanıt yüksekliğinin stabilize edilebilmesi için 10 dakikalık “stabilizasyon
aşamasına”geçildi. Stabilizasyon aşamasında %40 Oksijen + %60N2O + %1-2
sevofluran inhalasyonu altında ventilasyon, etCO2:30-35mmHg olacak şekilde IPPV
modunda sağlandı. Daha sonra olgulara 50 HZ’lik tetanik akım uygulanıp 1 dakika
beklendi. Ardından 3 dakika TOF uygulanıp kalibrasyon Cal 2 ile yapıldı.
Sonrasında yeniden 1 dakika beklenilip 3 dakika TOF uygulandı. Yanıtlar % 100 +/-
10 olduğunda yeterli kabul edildi (36,38-40).
Deri ısısı 32 derecenin üzerinde tutulup stabilizasyonda yeterli yanıt
yüksekliği alınan olgulara 0.6 mg/kg rokuronyun injeksiyonu bittikten sonra 2.0 Hz
0.2 ms süreli TOF uyarısı ulnar sinire her 15 saniyede bir sürekli uygulandı. TOF
stimülasyonuna yanıt % 90 bloke olup T4/T1 =2 olduğunda endotrakeal
entübasyon deneyimli bir anestezist tarafından gerçekleştirildi. Entubasyon kalitesi
Tablo I’ de belirtildiği gibi mükemmel, iyi, kötü, olanaksız olarak değerlendirildi.
Tablo I. Entübasyon Şartlarının Değerlendirilmesinde Kullanılan Goldberg Skalası
Çene Vokal
kordlar
Diyafragma
Mükemmel Gevşek Açık Hareketsiz
Đyi Gevşek Açık Minimal hereket
var
Kötü Gevşek Hareketli Hareketli
Olanaksız Gevşek
değil
Entübasyon yapılamıyor
43
Mükemmel:Çene gevşek,vokal kordlar abdukte,immobil,diafragmatik hareket yok.
Đyi :Çene gevşek,vokal kordlar abdukte ve immobil,diafragmatik hareket var.
Kötü :Çene gevşek,vokal kordlar hareketli,öksürüyor.
Olanaksız :Çene gevşek değil,vokal kordlar kapalı.
Nöromüsküler iletinin değerlendirilmesi amacıyla; rokuronyum
injeksiyonunun tamamlanmasından %100 blok oluşmasına kadar geçen süre
nöromüsküler blok süresi (NBS), T1 yanıtının %25 derlenmesine kadar geçen süre
klinik etki zamanı (KEZ), T1 yanıtının %25 derlenmesinden %75 derlenmesine
kadar geçen süre derlenme indeksi (DĐ) olarak kabul edildi.Operasyonun devamında
doz ilavesi gerektiğinde rokuronyum injeksiyonunun bitiminden TOF=0 olana kadar
geçen süre idame süreler (ĐS) olarak kaydedildi.
Grup I’de ki olgulara 1mcg/kg/dk remifentanil 30 sn de ĐV bolus yapıldıktan
sonra 0,5 mcg/kg/dk ile infüzyona geçilip 2mg/kg propofol uygulandı. Stabilizasyon
aşamasından sonra 0,3 mg/kg rokuronyum TOF stimülasyonunda T4/T1=2
olduğunda entübasyon yapıldı.
Grup II’de ki olgulara ise stabilizasyon aşamasından sonra 0,6 mg/kg
rokuronyum uygulanarak entübasyon yapıldı. Đdamede her üç gruba T1>%25
olduğunda 0,15 mg/kg rokuronyum uygulandı. Operasyon bitiminde cilt altında
iken infüzyonlar kapatılıp T1>%25 olduğunda antagonizasyon 0,01 mg/kg atropin
ve 0,03 mg/kg neostigmin ĐV uygulanıp TOF > %90 olduğunda olgular ekstübe
edilip postop analjezi 0,5 mg/kg meperidin ile sağlandı.
Đstatistiksel Đncelemeler
Çalışmada elde edilen bulgular değerlendirilirken, istatistiksel analizler için
SPSS (Statistical Package for Social Sciences) for Windows 10.0 programı
kullanıldı. Çalışma verileri değerlendirilirken tanımlayıcı istatistiksel metodların
(Ortalama, Standart sapma) yanısıra niceliksel verilerin karşılaştırılmasında normal
44
dağılım gösteren parametrelerin gruplar arası karşılaştırmalarında Oneway Anova
testi ve farklılığa neden çıkan grubun tespitinde Tukey HDS testi kullanıldı. Normal
dağılım göstermeyen parametrelerin gruplar arası karşılaştırmalarında Kruskal Wallis
testi ve farklılığa neden çıkan grubun tespitinde Mann Whitney U test kullanıldı.
Normal dağılım gösteren parametrelerin grup içi karşılaştırmalarında paired sample t
testi kullanıldı. Niteliksel verilerin karşılaştırılmasında ise Ki-Kare testi kullanıldı.
Sonuçlar % 95’lik güven aralığında, anlamlılık p<0.05 düzeyinde değerlendirildi.
45
BULGULAR
Bakırköy Dr. Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Anestezi ve
Reanimasyon Kliniğinde yaşları 18 ile 65 arasında; 19’u (% 31.7) kadın ve 41’i (%
68.3) erkek olmak üzere toplam 60 olgu üzerinde yapılmıştır. Olguların ortalama yaşı
32.40±12.11’dir. Olgular 20’şer kişilik olup remifentanil 0,5 mcg/kg/dk infüzyonu
altında rokuronyum 0,3 mg/kg kullanılan olgular “Grup I”, remifentanil 0,5
mcg/kg/dk infüzyonu altında rokuronyum 0,6 mg/kg kullanılan olgular “Grup II” ve
0,5 ml/kg/dk serum fizyolojik infüzyonu altında rokuronyum 0,6 mg/kg kullanılan
olgular Kontrol Grubu olmak üzere üç grup altında incelenmiştir.
Tablo 1: Demografik Özelliklere Đlişkin Değerlendirmeler
Kontrol
(Ort. ±±±± SD)
Grup I
(Ort. ±±±± SD)
Grup II
(Ort. ±±±± SD) Test ist.; p
Yaş 31,80 ± 11,71 33,20 ± 12,00 32,20 ± 13,16 F:0,069 ;
p:0,934
Boy 1,69 ± 0,06 1,67 ± 0,09 1,69 ± 0,09 F:0,646 ;
p:0,528
Kilo 69,90 ± 11,43 72,05 ± 17,92 71,70 ± 13,72 F:0,125 ;
p:0,883
Cinsiyet n (%) n (%) n (%)
Kadın 4 (% 20,0) 10 (% 50,0) 5 (% 25,0)
Erkek 16 (% 80,0) 10 (% 50,0) 15 (% 75,0)
χ2:4,775;
p:0,092
F: Oneway ANOVA testi χ2: Ki-kare testi
Yaş, boy ve kilo ortalamalarına göre gruplar arasında istatistiksel olarak
anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır (p>0.05).
Cinsiyet dağılımına göre gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir
farklılık bulunmamaktadır (p>0.05).
46
Tablo 2: Operasyon ve Anestezi Sürelerine Đlişkin Değerlendirmeler
Kontrol
(Ort. ±±±± SD)
Grup I
(Ort. ±±±± SD)
Grup II
(Ort. ±±±± SD) Test ist.; p
Operasyon
Süresi 62,55 ± 37,41 44,75 ± 20,56 56,00 ± 28,01
F:1,866 ;
p:0,164
Ansestezi Süresi 83,30 ± 35,80 65,60 ± 18,16 78,00 ± 26,42 F:2,144 ;
p:0,127
Operasyon ve anestezi sürelerine göre gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir
farklılık bulunmamaktadır (p>0.05).
Tablo 3: KTA Değerlendirmesi
KTA Kontrol
(Ort. ±±±± SD)
Grup I
(Ort. ±±±± SD)
Grup II
(Ort. ±±±± SD) Test ist.; p
Preop 80,70 ± 13,88 82,50 ± 11,40 80,25 ± 13,68 F:0,167 ;
p:0,847
Đndüksiyon 82,85 ± 14,90 82,00 ± 12,96 75,35 ± 11,17† F:1,967 ;
p:0,149
Entübasyon 87,05 ± 17,34 68,35 ± 12,95†† 69,95 ± 15,11† F:9,252 ;
p:0,001**
5. Dk 70,75 ± 10,78†† 65,25 ± 8,19†† 68,60 ± 14,81†† F:1,146 ;
p:0,325
10. Dk 64,70 ± 8,66†† 62,55 ± 8,69†† 67,45 ± 12,09†† F:1,219 ;
p:0,303
15. Dk 62,65 ± 8,24†† 63,00 ± 9,19†† 65,75 ± 13,13†† F:0,532 ;
p:0,590
47
20. Dk 61,15 ± 7,67†† 63,05 ± 9,33†† 68,05 ± 13,88†† F:2,252 ;
p:0,114
30. Dk 63,35 ± 8,37†† 63,26 ± 10,62†† 65,80 ± 10,89†† F:0,410 ;
p:0,666
45. Dk 64,94 ± 9,48†† 61,80 ± 5,79†† 63,24 ± 8,94†† F:0,454 ;
p:0,638
60. Dk 65,50 ± 10,00†† 59,63 ± 5,07†† 66,00 ± 12,74† F:1,084 ;
p:0,353
Operasyon sonu 67,65 ± 12,81†† 64,05 ± 13,19†† 69,70 ± 14,47† F:0,897 ;
p:0,413
Ekstübasyon 85,30 ± 16,04 84,10 ± 17,15 87,95 ± 26,07 F:0,189 ;
p:0,828
Postop 5. dk 74,80 ± 13,19† 73,35 ± 9,82† 75,30 ± 13,97 F:0,132 ;
p:0,876
F: Oneway ANOVA testi ** p<0.01
† Başlangıç ölçümlerine göre değerlendirmeler (p<0,05 düzeyinde anlamlı)
†† Başlangıç ölçümlerine göre değerlendirmeler (p<0,01 düzeyinde anlamlı)
Preop ve indüksiyon sonrası KTA düzeylerine göre gruplar arasında
istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmazken (p>0.05); entübasyon
esnasındaki KTA düzeyine göre gruplar arasında istatistiksel olarak ileri düzeyde
anlamlı farklılık bulunmaktadır (p<0.01). Kontrol grubu olgularının entübasyon
esnasındaki KTA düzeyleri; Grup I (p:0.001; p<0.01) ve Grup II’deki (p:0.002;
p<0.01) olguların KTA düzeylerinden istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı
yüksektir. Grup I ve Grup II’deki olguların entübasyon esnasındaki KTA düzeyleri
arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır (p:0.941; p>0.05).
Entübasyon sonrası 5. dk, 10. dk, 15. dk, 20. dk, 30. dk, 45. dk ve 60. dk KTA
düzeylerine göre gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık
bulunmamaktadır (p>0.05). Operasyon sonrası, ekstübasyon esnasında ve postop 5.
dk KTA düzeylerine göre gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık
bulunmamaktadır (p>0.05).
48
Kontrol grubunda; KTA düzeylerinde başlangıç ölçümlerine göre
indüksiyon öncesi ve entübasyon sırasındaki ölçümler anlamlı farklılık göstermezken
(p>0,05); entübasyon sonrası 5.dk’dan operasyon sonuna kadar alınan ölçümlerdeki
düşüşler istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı bulunmuştur (p<0,01); ekstübasyon
ölçümleri başlangıca göre anlamlı farklılık göstermemektedir (p>0,05); postop
5.dk’da görülen düşüş de p<0,05 düzeyinde anlamlıdır.
Grup I’de; KTA düzeylerinde başlangıç ölçümlerine göre indüksiyon öncesi
ölçümler anlamlı farklılık göstermezken (p>0,05); entübasyon esnasında ve
entübasyon sonrası 5.dk’dan operasyon sonuna kadar alınan ölçümlerdeki düşüşler
istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı bulunmuştur (p<0,01); ekstübasyon
ölçümleri başlangıca göre anlamlı farklılık göstermemektedir (p>0,05); postop
5.dk’da görülen düşüş de p<0,05 düzeyinde anlamlıdır.
Grup II’de; KTA düzeylerinde başlangıç ölçümlerine göre indüksiyon
öncesi ve entübasyon esnasındaki ölçümlerdeki düşüş anlamlı bulunmuştur (p<0,05);
entübasyon sonrası 5.dk’dan 45.dk’ya kadar olan düşüşler p<0,01 düzeyinde 60.dk
ve operasyon sonuna kadar alınan ölçümlerdeki düşüşler ise p<0,05 düzeyinde
anlamlı bulunmuştur; ekstübasyon ve postop 5.dk ölçümleri başlangıca göre anlamlı
farklılık göstermemektedir (p>0,05).
49
KTA
0
10
20
30
40
50
60
70
80
90
100
Pre
op
Đndü
ksiy
on
Ent
übas
yon
5. D
k
10. D
k
15. D
k
20. D
k
30. D
k
45. D
k
60. D
k
Ope
rasy
on s
onu
Eks
tüba
syon
Pos
top
5. d
k
Kontrol Grup I Grup II
Şekil 1: KTA Grafiği
50
Tablo 4: OAB Değerlendirmesi
OAB Kontrol
(Ort. ±±±± SD)
Grup I
(Ort. ±±±± SD)
Grup II
(Ort. ±±±± SD)
Test ist.;
p
Preop 95,65 ± 10,29 97,75 ± 14,92 95,45 ± 11,70 F:0,209 ;
p:0,812
Đndüksiyon 82,30 ± 13,97† 67,75 ± 13,17†† 80,30 ± 19,65†† F:4,945 ;
p:0,010*
Entübasyon 94,40 ± 21,87 70,45 ± 17,92†† 78,55 ± 18,17†† F:7,884 ;
p:0,001**
5. Dk 80,10 ± 11,36†† 68,45 ± 13,42†† 81,70 ± 20,48†† F:4,307 ;
p:0,018*
10. Dk 79,70 ± 15,14†† 70,40 ± 12,42†† 76,90 ± 17,67†† F:1,963 ;
p:0,150
15. Dk 77,50 ± 10,19†† 69,25 ± 13,21†† 76,60 ± 16,51†† F:2,231 ;
p:0,117
20. Dk 81,90 ± 12,64†† 68,75 ± 10,90†† 78,80 ± 14,77†† F:5,709 ;
p:0,005**
30. Dk 85,60 ± 15,36†† 67,90 ± 11,19†† 81,20 ± 18,18†† F:7,077 ;
p:0,002**
45. Dk 88,00 ± 13,92†† 74,10 ± 8,45†† 76,94 ± 11,23†† F:5,767 ;
p:0,006**
60. Dk 92,42 ± 12,06 74,75 ± 11,84†† 79,80 ± 13,87†† F:5,333 ;
p:0,011*
Operasyon sonu 88,65 ± 11,61†† 76,80 ± 12,54†† 85,65 ± 13,10† F:4,911 ;
p:0,011*
Ekstübasyon 101,35 ± 12,82 100,40 ± 14,14 105,30 ± 18,13† F:0,585 ;
p:0,561
Postop 5. dk 96,65 ± 12,19 95,10 ± 14,96 100,95 ± 13,08 F:1,014 ;
p:0,369
F: Oneway ANOVA testi * p<0.05 ** p<0.01 † Başlangıç ölçümlerine göre değerlendirmeler (p<0,05 düzeyinde anlamlı) †† Başlangıç ölçümlerine göre değerlendirmeler (p<0,01 düzeyinde anlamlı)
51
Preop OAB düzeyine göre gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir
farklılık bulunmazken (p>0.05); indiksiyon sonrası OAB düzeyine göre gruplar
arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulunmaktadır (p<0.05). Grup I’deki
olguların indiksiyon sonrası OAB düzeyleri; Kontrol (p:0.014; p<0.05) ve Grup
II’deki (p:0.040; p<0.05) olguların OAB düzeylerinden istatistiksel olarak anlamlı
düzeyde düşüktür. Kontrol ve Grup II’deki olguların indiksiyon sonrası OAB
düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır (p:0.916;
p>0.05).
Entübasyon esnasındaki OAB düzeyine göre gruplar arasında istatistiksel
olarak anlamlı farklılık bulunmaktadır (p<0.05). Kontrol grubu olgularının
entübasyon esnasındaki OAB düzeyleri; Grup I’deki olgulardan ileri düzeyde anlamlı
yüksekken (p:0.001; p<0.01); Grup II’deki olguların OAB düzeylerinden anlamlı
düzeyde yüksektir (p:0.033; p<0.05). Grup I ve Grup II’deki olguların entübasyon
esnasındaki OAB düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık
bulunmamaktadır (p:0.390; p>0.05).
Entübasyon sonrası 5. dk OAB düzeyine göre gruplar arasında istatistiksel
olarak anlamlı farklılık bulunmaktadır (p<0.05). Grup I’deki olguların entübasyon
sonrası 5. dk OAB düzeyleri; Kontrol (p:0.050; p<0.05) ve Grup II’deki (p:0.025;
p<0.05) olguların OAB düzeylerinden istatistiksel olarak anlamlı düzeyde düşüktür.
Kontrol ve Grup II’deki olguların entübasyon sonrası 5. dk OAB düzeyleri arasında
istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır (p:0.944; p>0.05).
Entübasyon sonrası 10. dk ve 15. dk OAB düzeylerine göre gruplar arasında
istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır (p>0.05).
Entübasyon sonrası 20. dk OAB düzeyine göre gruplar arasında istatistiksel
olarak ileri düzeyde anlamlı farklılık bulunmaktadır (p<0.01). Grup I’deki olguların
entübasyon sonrası 20. dk OAB düzeyleri; Kontrol grubundan ileri düzeyde anlamlı
düşükken (p:0.006; p<0.01); Grup II’deki olguların OAB düzeylerinden anlamlı
52
düzeyde düşüktür (p:0.043; p<0.05). Kontrol ve Grup II’deki olguların entübasyon
sonrası 20. dk OAB düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık
bulunmamaktadır (p:0.728; p>0.05).
Entübasyon sonrası 30. dk OAB düzeyine göre gruplar arasında istatistiksel
olarak ileri düzeyde anlamlı farklılık bulunmaktadır (p<0.01). Grup I’deki olguların
entübasyon sonrası 30. dk OAB düzeyleri; Kontrol grubundan ileri düzeyde anlamlı
düşükken (p:0.002; p<0.01); Grup II’deki olguların OAB düzeylerinden anlamlı
düzeyde düşüktür (p:0.023; p<0.05). Kontrol ve Grup II’deki olguların entübasyon
sonrası 30. dk OAB düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık
bulunmamaktadır (p:0.635; p>0.05).
Entübasyon sonrası 45. dk OAB düzeyine göre gruplar arasında istatistiksel
olarak ileri düzeyde anlamlı farklılık bulunmaktadır (p<0.01). Kontrol grubu
olgularının entübasyon sonrası 45. dk OAB düzeyleri; Grup I (p:0.014; p<0.05) ve
Grup II’deki (p:0.024; p<0.05) olguların OAB düzeylerinden istatistiksel olarak
anlamlı düzeyde yüksektir. Grup I ve Grup II’deki olguların entübasyon sonrası 45.
dk OAB düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır
(p:0.822; p>0.05).
Entübasyon sonrası 60. dk OAB düzeyine göre gruplar arasında istatistiksel
olarak anlamlı farklılık bulunmaktadır (p<0.05). Grup I’deki olguların entübasyon
sonrası 60. dk OAB düzeyleri; Kontrol grubundan anlamlı düzeyde düşüktür
(p:0.013; p<0.05). Grup II’deki olguların 60. dk OAB düzeyleri ile Kontrol
(p:0.068; p>0.05) ve Grup I’deki (p:0.680; p>0.05)olguların entübasyon sonrası 60.
dk OAB düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır.
Operasyon sonrası OAB düzeyine göre gruplar arasında istatistiksel olarak
anlamlı farklılık bulunmaktadır (p<0.05). Grup I’deki olguların operasyon sonrası
OAB düzeyleri; Kontrol grubundan anlamlı düzeyde düşüktür (p:0.011; p<0.05).
Grup II’deki olguların operasyon sonrası OAB düzeyleri ile Kontrol (p:0.727;
53
p>0.05) ve Grup I’deki (p:0.071; p>0.05) olguların operasyon sonrası OAB düzeyleri
arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır.
Ekstübasyon esnasında ve postop 5. dk OAB düzeylerine göre gruplar
arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır (p>0.05).
Kontrol grubunda; OAB düzeylerinde başlangıç ölçümlerine göre
indüksiyon öncesi düşüş anlamlı bulunurken (p<0,01); entübasyon sırasındaki
ölçümler anlamlı farklılık göstermememktedir (p>0,05); entübasyon sonrası 5.dk’dan
45.dk’ya kadar alınan ölçümlerdeki düşüşler istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı
bulunmuştur (p<0,01); 60.dk’da başlangıca göre anlamlı farklılık göstermezken
(p>0,05); operasyon sonu OAB ölçümlerinde görülen düşüş p<0,01 düzeyinde
anlamlıdır. Ekstübasyon ölçümleri postop 5.dk OAB ölçümleri başlangıca göre
anlamlı farklılık göstermemektedir (p>0,05).
Grup I’de; OAB düzeylerinde başlangıç ölçümlerine göre indüksiyon öncesi
ölçümler; entübasyon esnasında ve entübasyon sonrası 5.dk’dan operasyon sonuna
kadar alınan ölçümlerdeki düşüşler istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı
bulunmuştur (p<0,01); ekstübasyon ölçümleri ve postop 5.dk OAB ölçümleri
başlangıca göre anlamlı farklılık göstermemektedir (p>0,05).
Grup II’de; OAB düzeylerinde başlangıç ölçümlerine göre indüksiyon
öncesinden entübasyon sonrası 60.dk’ya kadar olan düşüşler ileri düzeyde anlamlı
bulunurken (p<0,01); operasyon sonu ve ekstübasyon ölçümlerdeki düşüşler ise
p<0,05 düzeyinde anlamlı bulunmuştur; postop 5.dk ölçümleri başlangıca göre
anlamlı farklılık göstermemektedir (p>0,05).
54
0
20
40
60
80
100
120
Pre
op
Đndi
ksiy
on
Ent
übas
yon
5. D
k
10. D
k
15. D
k
20. D
k
30. D
k
45. D
k
60. D
k
Ope
rasy
on s
onu
Eks
tüba
syon
Pos
top
5. d
k
Kontrol Grup I Grup II
ortalama OAB
Şekil 2: OAB Grafiği
55
Tablo 5: SAT Ölçümleri değerlendirmesi
SAT Kontrol
(Ort. ±±±± SD)
Grup I
(Ort. ±±±± SD)
Grup II
(Ort. ±±±± SD)
Test ist.;
p
Preop 99,10 ± 1,29 99,20 ± 1,06 98,65 ± 1,46 F:1,046 ;
p: 0,358
Đndiksiyon 98,95 ± 1,50 98,05 ± 2,37 98,90 ± 1,12 F: 1,679 ;
p: 0,196
Entübasyon 99,15 ± 1,35 99,25 ± 1,33 98,90 ± 1,12 F:0,402 ;
p: 0,671
5. Dk 99,10 ± 1,65 99,30 ± 1,03 98,80 ± 1,28 F:0,700 ;
p: 0,501
10. Dk 99,05 ± 1,88 99,20 ± 1,40 98,55 ± 1,50 F:0,898 ;
p: 0,413
15. Dk 99,00 ± 1,92 99,10 ± 1,17 98,55 ± 1,43 F:0,726 ;
p: 0,488
20. Dk 99,05 ± 1,70 99,05 ± 1,36 98,45 ± 1,50 F:1,030 ;
p: 0,364
30. Dk 99,05 ± 1,70 99,11 ± 1,41 98,80 ± 1,28 F:0,240 ;
p: 0,788
45. Dk 99,06 ± 1,31 99,00 ± 0,82 98,59 ± 1,18 F:0,787 ;
p: 0,462
60. Dk 99,08 ± 1,31 99,00 ± 0,93 98,40 ± 1,17 F:1,031 ;
p: 0,370
Operasyon sonu 99,30 ± 1,08 99,35 ± 1,23 98,60 ± 1,23 F:2,520 ;
p: 0,089
Ekstübasyon 98,90 ± 1,65 98,25 ± 2,00† 98,05 ± 1,79 F: 1,194 ;
p:0,310
Postop 5. dk 98,50 ± 1,57 97,65 ± 1,93†† 97,50 ± 1,67†† F:1,944 ;
p:0,153
F: Oneway Anova test
† Başlangıç ölçümlerine göre değerlendirmeler (p<0,05 düzeyinde anlamlı)
†† Başlangıç ölçümlerine göre değerlendirmeler (p<0,01 düzeyinde anlamlı)
56
Preop ve indiksiyon sonrası SAT düzeylerine göre gruplar arasında
istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmazken (p>0.05); Entübasyon
esnasındaki SAT düzeyi, entübasyon sonrası 5. dk, 10. dk, 15. dk, 20. dk, 30. dk, 45.
dk ve 60. dk SAT düzeylerine göre gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir
farklılık bulunmamaktadır (p>0.05). Operasyon sonrası, ekstübasyon esnasında ve
postop 5. dk SAT düzeylerine göre gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir
farklılık bulunmamaktadır (p>0.05).
Kontrol grubunda; SAT düzeylerinde başlangıç ölçümlerine göre
indüksiyon öncesinden postop 5.dk kadar yapılan değerlendirmelerde ölçümler
anlamlı farklılık göstermemektedir (p>0,05).
Grup I’de; SAT düzeylerinde başlangıç ölçümlerine göre operasyon sonuna
kadar alınan ölçümlerdeki değişimler istatistiksel olarak anlamlı bulunmazken
(p>0,05); ekstübasyon ölçümlerinde görülen düşüş p<0,05 düzeyinde ve postop 5.dk
SAT ölçümlerinde başlangıca göre görülen düşüş ise ileri düzeyde anlamlı farklılık
göstermektedir (p<0,01).
Grup II’de; SAT düzeylerinde başlangıç ölçümlerine göre ekstübasyona
kadar alınan ölçümlerdeki değişimler istatistiksel olarak anlamlı bulunmazken
(p>0,05); postop 5.dk SAT ölçümlerinde başlangıca göre görülen düşüş ise ileri
düzeyde anlamlı farklılık göstermektedir (p<0,01).
57
90
91
92
93
94
95
96
97
98
99
100
Preop
5. D
k
10. D
k
15. D
k
20. D
k
30. D
k
45. D
k
60. D
k
Opera
syon
sonu
Posto
p 5.
dk
Kontrol Grup I Grup II
ortalama SAT
Şekil 3: SAT Ölçümleri Dağılımı
58
Tablo 6: TOF sonuçlarının dağılımı
TOF Kontrol
n(%)
Grup I
n(%)
Grup II
n(%)
0 11 (% 55,0) 5 (% 25,0) 13 (% 65,0)
1 2 (% 10,0) 3 (%15,0) 5 (% 25,0) Entübasyon
2 7 (% 35,0) 12 (% 60,0) 2 (% 10,0)
0 20 (% 100,0) 17 (% 85,0) 20 (% 100,0)
1 - 2 (% 10,0) - 5. Dk
2 - 1 (% 5,0) -
0 19 (% 95,0) 11 (% 55,0) 19 (% 95,0)
1 1 (% 5,0) 7 (% 35,0) 1 (% 5,0) 10. Dk
2 - 2 (% 10,0) -
0 18 (% 90,0) 7 (% 35,0) 18 (% 90,0)
1 1 (% 5,0) 6 (% 30,0) 1 (% 5,0)
2 1 (% 5,0) 6 (% 30,0) 1 (% 5,0) 15. Dk
3 - 1 (% 5,0) -
0 17 (% 85,0) 6 (% 30,0) 17 (% 89,5)
1 2 (% 10,0) 7 (% 35,0) 1 (% 5,3)
2 1 (% 5,0) 3 (% 15,0) -
3 - 3 (% 15,0) 1 (% 5,3)
20. Dk
4 - 1 (% 5,0) -
0 11 (% 55,0) 3 (% 16,7) 9 (% 45,0)
1 7 (% 35,0) 5 (% 27,8) 9 (% 45,0)
2 1 (% 5,0) 5 (% 27,8) 2 (% 10,0)
3 1 (% 5,0) 2 (% 11,1) -
30. Dk
4 - 3 (% 16,7) -
0 8 (% 44,4) 4 (% 40,0) 8 (% 47,1)
1 5 (% 27,8) 1 (% 10,0) 3 (% 17,6)
2 1 (% 5,6) 2 (% 20,0) 4 (% 23,5)
3 2 (% 11,1) 3 (% 30,0) 2 (% 11,8)
45. Dk
4 2 (% 11,1) - -
59
0 6 (% 50,0) - 3 (% 30,0)
1 4 (% 33,3) 3 (% 37,5) 2 (% 20,0)
2 - 4 (% 50,0) 3 (% 30,0)
3 - 1 (% 12,5) 2 (% 20,0)
60. Dk
4 2 (% 16,7) - -
0 - - 1 (% 5,0)
1 3 (% 15,0) 1 (% 5,0) -
2 2 (% 10,0) 2 (% 10,0) 4 (% 20,0)
3 5 (% 25,0) 2 (% 10,0) 6 (% 30,0)
Operasyon
sonu
4 10 (% 50,0) 15 (% 75,0) 9 (% 45,0)
TOF ölçümleri sınıflamalarına göre Tablo 5’de gösterilmektedir.
Tablo 7: TOF sonuçlarının değerlendirmesi
TOF
Kontrol
(Ort. ±±±± SD)
(MEDYAN)
Grup I
(Ort. ±±±± SD)
(MEDYAN)
Grup II
(Ort. ±±±± SD)
(MEDYAN)
KW ; p
Entübasyon 0,80 ± 0,95
(0,00)
1,35 ± 0,88
(2,00)
0,45 ± 0,69
(0,00)
KW : 9,638
p:0,008**
5.dk 0,00 ± 0,00
(0,00)
0,20 ± 0,52
(0,00)
0,00 ± 0,00
(0,00)
KW :5,207;
p:0,085
10.dk 0,05± 0,22
(0,00)
0,55 ± 0,69
(0,00)
0,05 ± 0,22
(0,00)
KW :14,276
p:0,001**
15.dk 0,15 ± 0,49
(0,00)
1,05 ± 0,95
(1,00)
0,15 ± 0,49
(0,00)
KW :19,318
p:0,001**
20.dk 0,20 ± 0,52
(0,00)
1,30 ± 1,22
(1,00)
0,21 ± 0,71
(0,00)
KW :19,466
p:0,001**
30.dk 0,60 ± 0,82
(0,00)
1,83 ± 1,34
(2,00)
0,65 ± 0,67
(1,00)
KW :12,436
p:0,002**
60
45.dk 1,17 ± 1,43
(1,00)
1,40 ± 1,35
(0,50)
1,00 ± 1,12
(1,00)
KW :0,497
p:0,780
60.dk 1,00 ± 1,48
(0,50)
1,75 ± 0,71
(2,00)
1,40 ± 1,17
(1,50)
KW :3,908
p:0,142
Operasyon sonu 3,10 ± 1,12
(3,50)
3,55 ± 0,89
(4,00)
3,10 ± 1,07
(3,00)
KW :3,386
p:0,184
KW: Kruskal Wallis test **p<0,01
Entübasyon esnasındaki TOF düzeyine göre gruplar arasında istatistiksel
olarak anlamlı farklılık bulunmaktadır (p<0.05). Grup I olgularının entübasyon
esnasındaki TOF düzeyleri Grup II’ye göre ileri düzeyde anlamlı yüksektir (p:0.002;
p<0.01); Kontrol ile Grup I ve Grup II’nin TOF düzeyleri istatistiksel olarak anlamlı
bir farklılık bulunmamaktadır (p>0.05).
Entübasyon sonrası 5. dk TOF düzeyine göre gruplar arasında istatistiksel
olarak anlamlı farklılık bulunmamaktadır (p>0.05).
Entübasyon sonrası 10. dk ve TOF düzeylerine göre gruplar arasında
istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı farklılık bulunmaktadır (p<0.01). Grup I
olgularının entübasyon sonrası 10.dk TOF düzeyleri Kontrole ve Grup II’ye göre
ileri düzeyde anlamlı yüksektir (p:0.004; p:0,004; p<0.01); Kontrol ile Grup II’nin
TOF düzeyleri istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır (p>0.05).
Entübasyon sonrası 15. dk ve TOF düzeylerine göre gruplar arasında
istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı farklılık bulunmaktadır (p<0.01). Grup I
olgularının entübasyon sonrası 15.dk TOF düzeyleri kontrole ve Grup II’ye göre ileri
düzeyde anlamlı yüksektir (p:0.001; p:0,001; p<0.01); Kontrol ile Grup II’nin TOF
düzeyleri istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır (p>0.05).
Entübasyon sonrası 20. dk TOF düzeyine göre gruplar arasında istatistiksel
olarak ileri düzeyde anlamlı farklılık bulunmaktadır (p<0.01). Grup I olgularının
entübasyon sonrası 20.dk TOF düzeyleri kontrole ve Grup II’ye göre ileri düzeyde
61
anlamlı yüksektir (p:0.001; p:0,001; p<0.01); Kontrol ile Grup II’nin TOF düzeyleri
istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır (p>0.05).
Entübasyon sonrası 30. dk TOF düzeyine göre gruplar arasında istatistiksel
olarak ileri düzeyde anlamlı farklılık bulunmaktadır (p<0.01). Grup I olgularının
entübasyon sonrası 30.dk TOF düzeyleri kontrole ve Grup II’ye göre ileri düzeyde
anlamlı yüksektir (p:0.002; p:0,003; p<0.01); Kontrol ile Grup II’nin TOF düzeyleri
istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır (p>0.05).
Entübasyon sonrası 45. dk; entübasyon sonrası 60. dk ve operasyon sonu
TOF düzeyine göre gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık
bulunmamaktadır (p>0.05).
0
0,5
1
1,5
2
2,5
3
3,5
4
Ent
übas
yon
5.dk
10.d
k
15.d
k
20.d
k
30.d
k
45.d
k
60.d
k
Ope
rasy
onso
nu
Kontrol Grup I Grup II
orta
lam
a T
OF
ölç
ümle
ri
Şekil : TOF ölçümlerinin gruplara göre dağılımı
62
Tablo 8: Nöromüsküler blok süresi, nöromüsküler kullanım miktarı ve klinik etki
süresi ölçümlerinin gruplara göre değerlendirilmesi
Kontrol
(Ort. ±±±± SD)
Grup I
(Ort. ±±±± SD)
Grup II
(Ort. ±±±± SD) Test Değ; p
Nöromüsküler
Blok süresi 1,66 ± 0,84 2,57 ± 1,43 1,48 ± 0,87
F:5,626 ;
p:0,006**
Nöromüsküler
kullanım
miktarı
0,70 ± 0,20 0,59 ± 0,22 0,71 ± 0,19 F:2,423 ;
p:0,098
Klinik Etki
Süresi 38,86 ± 13,23 22,26 ± 6,13 43,29 ± 12,44
F:20,067;
p: 0,001**
F: Anoway Anova Test; **p<0.01
Nöromüsküler blok süresi ise gruplara göre ileri düzeyde anlamlı
farklılık göstermektedir (p<0,01); Grup I’in nöromüsküler blok süresi kontrol
grubundan istatistiksel olarak anlamlı yüksek bulunmuştur (p:0,029; p<0,05); Grup
II’ten ise ileri düzeyde anlamlı yüksek bulunmuştur (p:0,007; p<0,01). Kontrol grubu
ile Grup II arasında anlamlı farklılık yoktur (p>0,05).
Nöromüsküler kullanım miktarı gruplara göre istatistiksel olarak anlamlı
farklılık göstermemektedir (p>0,05).
Klinik etki süresi ise gruplara göre ileri düzeyde anlamlı farklılık
göstermektedir (p<0,01); Grup I’in klinik etki süresi kontrol grubundan Grup II’ten
ileri düzeyde anlamlı düşük düzeyde bulunmuştur (p:0,001; p:0,001; p<0,01).
Kontrol grubu ile Grup II arasında anlamlı farklılık yoktur (p>0,05).
63
0
0,5
1
1,5
2
2,5
3
Kontrol Grup I Grup II
Nöromüsküler Blok Süresi
ortalam
Şekil : Nöromüsklüler Blok Süresinin Gruplara Göre Dağılımı
0
5
10
15
20
25
30
35
40
45
Kontrol Grup I Grup II
Klinik Etki Süresi
ortalam
Şekil : Klinik Etki Süresinin Gruplara Göre Dağılımı
64
Tablo 9: Đdame süresi, derleneme süresi ve entübasyon süresinin gruplara göre
değerlendirmesi
Kontrol
(Ort. ±±±± SD)
Grup I
(Ort. ±±±± SD)
Grup II
(Ort. ±±±± SD) Test Değ; p
Đdame Süresi
1.Ölçüm 23,08 ± 6,36 17,98 ± 6,68 26,76 ± 10,05
F:5,006 ;
p:0,011*
Đdame süresi
2.Ölçüm 25,06 ± 7,43 18,48 ± 5,88 21,57 ± 5,90
F:2,156 ;
p:0,145
Derlenme süresi 6,40 ± 3,82 6,10 ± 2,40 6,30 ± 3,67 F:0,041 ;
p: 0,960
Entübasyon
süresi 1,26 ± 0,44 1,75 ± 0,70 1,13 ± 0,34
F:7,879 ;
p:0,001**
F: Anoway Anova Test; *p<0,05 **p<0.01
Đdame süresi birinci ölçümleri gruplara göre anlamlı farklılık göstermektedir
(p<0,05); Grup I’in idame süresi Grup II’den istatistiksel olarak anlamlı düzeyde
düşük bulunmuştur (p:0,010; p<0,05); Kontrol grubu ile Grup I ve Grup II arasında
anlamlı farklılık yoktur (p>0,05).
Đdame süresi ikinci ölçümleri ise gruplara göre anlamlı farklılık
göstermemektedir (p>0,05).
Derlenme süresi ölçümleri de gruplara göre anlamlı farklılık
göstermemektedir (p>0,05).
Entübasyon süresi ölçümleri gruplara göre ileri düzeyde anlamlı farklılık
göstermektedir (p<0,01); Grup I’in entübasyon süresi kontrol grubundan (p:0,012;
p<0,05) ve Grup II’den istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek bulunmuştur
(p:0,001; p<0,01); Kontrol grubu ile Grup II arasında anlamlı farklılık yoktur
(p>0,05).
65
0
5
10
15
20
25
30
Kontrol Grup I Grup II
Đdame Süresi 1.Ölçüm Đdame süresi 2.Ölçüm
ortalam
Şekil : Đdame Sürelerinin Gruplara Göre Dağılımı
0
0,2
0,4
0,6
0,8
1
1,2
1,4
1,6
1,8
Kontrol Grup I Grup II
Entübasyon Süresi
ortalam
Şekil : Entübasyon Süresinin Gruplara Göre Dağılımı
66
Tablo 10: Entübasyon kalitesine göre değerlendirme
Entübasyon
Kalitesi
Kontrol
n (%)
Grup I
n (%)
Grup II
n (%)
Test değ;
p
Mükemmel 5 (%25,0) 15 (%75,0) 13 (%65,0)
Đyi 14 (%70,0) 4 (%20,0) 6 (%30,0)
Kötü 1 (%5,0) 1 (%5,0) 1 (%5,0)
χχχχ2: 12,091
p:0,017*
χ2: Ki kare test *p<0,05
Entübasyon kalitesi gruplara göre anlamlı farklılık göstermektedir (p<0,05).
Kontrol grubu olguların entübasyon kalitesini mükemmel bulma oranları Grup I ve
Grup II’den anlamlı düzeyde düşük olarak saptanmıştır. Grup I ve Grup II’nin
entübasyon kaliteleri arasında ise anlamlı farklılık yoktur (p>0,05).
0%
10%
20%
30%
40%
50%
60%
70%
80%
90%
100%
Kontrol Grup I Grup II
Entübasyon Kalitesi
Mükemmel Đyi Kötü
Şekil : Entübasyon Kalitesinin Gruplara Göre Dağılımı
67
TARTI ŞMA
Nöromüsküler monitorizasyon yapılmayan cerrahilerde, yeterli kas gevşekliği
sağlamada tercih edilen yöntem, kas gevşeticilerin klinik gözlemlere dayanılarak
bolus olarak tekrarlanmasıdır(1). Özellikle abdominal cerrahilerde stabil kas
gevşekliği sağlanması gerekmektedir. Operasyon süresinin uzaması ile uygulanan
kas gevşeticinin bolus yöntemiyle kullanılması maliyeti artırmakta, derlenmenin
uzamasına ve ilaca bağlı yan etkilerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır.
Monitorizasyon, operasyon sırasında etkili bloğun sağlanması ve idamesinin
yanısıra ekstübasyondan ve hastanın uyanmasından önce yeterli derlenmenin garanti
edilmesi için önemlidir. Rezidü paralizi, hipoksiye azalmış ventilatuar yanıt ve
aspirasyon riski ile birlikte artmış farengeal disfonksiyon riski ve üst havayolu
obstrüksiyonu riski artışıyla ilişkilidir(45). Objektif kantitatif değerler, nöromüsküler
bloktan tam derlenmenin saptanmasında tek güvenilir kriterlerdir (46,47).
Günümüzde opioidlerin nöromuskuler iletimdeki etkileri hakkında fazla
bilgimiz olmamasına rağmen kas gerginliği reseptörleri ile ilgili monosinaptik
reflekslerde yalnızca minimal depresyona yol açtıkları kabul edilmektedir(48,49).
Opioidlerdeki analjezi oluşum mekanizmasına benzer olarak remifentanilin
postsinaptik siklik adenozin monofosfatı inhibe eden, voltaja duyarlı kalsiyum
kanallarını suprese eden ve potasyum iletimini artırarak postsinaptik membranın
hiperpolarizasyonuna neden olan guanin nükleotid bağlayan proteine (G-protein)
bağlanarak analjezik etki oluşturduğu bildirilmiştir (50-52).
Mü reseptörlerinin aktivasyonu potasyum iletkenliğini artırıp merkezi
nöronları ve primer afferentleri hiperpolarize ederken kappa ve delta reseptörlerinin
aktivasyonu kalsiyum kanallarını kapatır (53).
68
Remifentanil analjezik potansiyeli fentanile benzeyen, ester bağı ile onlardan
ayrılan güçlü mü opioid reseptör agonistidir. Remifentanil nonspesifik esterazlarla
metabolize olduğundan farmodinamik etkileri hızla ortadan kalkar. Remifentanil
infüzyonu kesildikten 10 dakika sonra etkisi sonlanır. Sonuçta bradikardi,
hipotansiyon, solunum depresyonu gibi yan etkileri diğer opioidlere göre daha kısa
sürede son bulur (1,41-43). Anestezi indüksiyonunda remifentanil için en iyi doz
düzenlemesi, bir hipnotikle bilinç kaybı oluşturulduktan sonraki 30 saniyede 0,5
mcg/kg/dk dozunda remifentanil infüzyonu başlanmasıdır. Daha sonra endotrakeal
entübasyona kadar remifentanil infüzyonu bu hızda sürdürülmelidir (44).
Randomize, çift kör olan bu çalışmada 0,5mcg/kg/dk remifentanil infüzyonu
altında rokuronyumun 0,6 mg/kg ve 0,3 mg/kg’lık dozlarının endotakeal entübasyon
kalitesi üzerine olan etkileri karşılaştırıldı ve remifentanilin rokuronyumla sağlanan
kas gevşemesi üzerine herhangi bir etkisinin olmadığı gösterildi.
Đndüksiyonda yüksek doz nöromüsküler bloker ile daha hızlı etki başlangıç
süresi ve uzun klinik etki süresi sağlanmasına rağmen düşük doz nöromüsküler
bloker ile de daha kısa etki süresi ve daha hızlı derlenme oluşmaktadır ( 57,58). Etki
başlangıç süresinin hızındaki değişiklikler ilacın dozuna bağlı olabilir veya
indüksiyon ajanlarına, ölçme metoduna ve çalışılan kas grubuna bağlı olabilir.
Plazma klirens hızı, instrensek reseptör afinitesi, nöromüsküler blokerin
mekanizması (nondepolarizan-depolarizan), etki başlangıç süresini etkileyen
parametrelerdir (63). Etkinlik süresi, anestezik idame ajanlarına ve yöntemine,
stimüle edilen kasın ısısına bağlı değişik ölçülebilir. Metedolojik farklılıklar da
çalışmalardaki karşılaştırmaları zorlaştırmaktadır (59).
Santral ve periferal ısı normal ve stabil korunduğu sürece, uyarılmış mekanik
TOF yanıtı uzamış sinir stimülasyonu boyunca stabildir. Periferal cilt ısısı 32
derecenin altında ise mekanik seyirme yüksekliğinde ve TOF oranında azalmaya
neden olur. Kor ısısı normal olsa bile periferik cilt ısısı 32 derecenin altında ise TOF
sinir stimülasyonu kullanılarak yapılan nöromüsküler fonksiyon değerlendirmesi
hatalı sonuç verebilir. Bu yüzden kor ve periferik cilt ısısı beraber normal
69
korunmalıdır (60). Bizim vakalarımızda da periferik deri ısısı 32 derecenin altına
düşmedi.
TOF’da sönme, nöromüsküler kavşaktaki presinaptik reseptörlerin bloğunun
sonucu oluşur. Normalde bu reseptörlerin stimülasyonu asetilkolinin veziküllerden
transferine neden olur (61). Presinaptik blok varlığında hızlıca tekrarlayan stimulus
salınan asetilkolinin azalmasına neden olur. Yapılan çalışmalar, sönmenin
nöromüsküler bloker ajanları arasında farklı olduğunu göstermiştir (62).
Nöromüsküler bloker bolus verildikten sonra kanda ilaç konsantrasyonu ve etki
yerleri hızla değişmektedir. Đlacın penetre olması için geçen süre ve farklı
reseptörlere bağlanması, bloğun erken eşitlenme fazı boyunca farklı farmakodinamik
etkilere neden olabilir. Bu yüzden nöromüsküler blokerin presinaptik reseptörlere
daha fazla afinitesi olması veya presinaptik reseptör bölgesine ulaşma ve
ayrılmadaki farklılıklar etki başlangıç süresi ile etkinin sonlanma süresindeki
değişikliklerden sorumlu tutulmaktadır (62).
Ferreira ve arkadaşları yaptıkları çalışmada; remifentanil ve propofol
kombinasyonunun 0,6 mg/kg tek doz rokuronyum verilen plastik cerrahi vakalarında
rokuronyumun etki başlama süresini etkilemedikleri, ama klinik etki sürelerinin
remifentanil propofol kombinasyonunun fentanil propofol kombinasyonundan daha
uzun olduğu görülmüştür. Cerrahi ve entübasyon kalitesinde her iki grupta yeterli ve
benzer sonuçlar elde edilmiştir (54). Klinik etki süreleri remifentanil grubunda
(33.1+/- 10 dakika) fentanil grubundan (27.1+/-7.4dakika) anlamlı olrak daha uzun
bulunmuştur (p<0.05). Bizim çalışmamızda da klinik etki süreleri gruplara göre ileri
düzeyde anlamlı farklılık göstermektedir (p<0,01); GrupI’in (22.2+/- 6.1 dakika)
klinik etki süresi kontrol grubundan(38.8+/-13.2 dakika) ve Grup II’ten(43.2+/-
12.4dakika) ileri düzeyde anlamlı düşük düzeyde bulunmuştur (p:0,001; p:0,001;
p<0,01). Kontrol grubu ile Grup II arasında anlamlı farklılık bulunmamıştır (p>0,05).
Schlaich ve arkadaşları yaptıkları çalışmada; günübirlik anestezi alan
hastalarda kas gevşeticisiz remifentanil 0,5 mcg/kg/dk ile 2 mg/kg propofol
kullanımına göre, rokuronyumun azaltılan dozlarda 0,45 mg/kg ve 0,3 mg/kg
70
kullanılmasını değerlendirilmiştir. Kas gevşetilmeyen hastaların % 40’ında
remifentanil, propofol kullanımı sonrası entübasyon kalitesi azalmıştır.
Rokuronyumun azaltılan dozlarının eklenmesiyle entübasyon kalitesi önemli
derecede iyileşmektedir. Sonuçta rokuronyumun azaltılan başlangıç dozları klinik
etki zamanını kısalttığını işaret ederek bizim çalışmamızla benzer sonuçlar
bulmuşlardır (55).
Kunitz ve arkadaşları yaptıkları çalışmada inhaler anestezik olan Xenon’un
kas gevşetici etkisini görmek üzere 0,6 mg/kg rokuronyum kullanarak 0,5 mcg/kg/dk
remifentanil ve 2 mg/kg propofolle indükledikleri anestezideki etkilerini, 0,5
mcg/kg/dk remifentanil, 2 mg/kg propofol ve 0,6 mg/kg rokuronyum kullanan grupla
karşılaştırdılar. Sonuçta 0,6 mg/kg rokuronyum kullanan her iki grupta da
nöromüsküler etki zamanı, klinik etki süresi ve derlenme indeksinin farklı olmadığı
gösterildi. Bizim çalışmamızda olduğu gibi Kunitz’in çalışmasındada nöromuskuler
bloker olarak rokuronyumun etkisinde herhangi bir farklılık bulunmamıştır (56).
Alanoğlu ve arkadaşları yaptıkları çalışmada hızlı-seri anestezi indüksiyonu
ve endotrakeal entübasyon gereken durumlarda 0,6 mg/kg rokuronyum ile 1 mcg/kg
remifentanil kombinasyonunun 40 saniye içinde yeterli entübasyon koşullarını
sağladığını göstermişlerdir (64). Bizimde çalışmamızda benzer sonuçlar elde edilip
Grup I ve Grup II’nin entübasyon kaliteleri arasında anlamlı farklılık bulunmamıştır.
David S. Warner 1999’da yaptığı çalışmada; nöroşirürji hastalarında
remifentanil kullanmış ve deneyimlerini yayınlamıştır (65). Warner’e göre;
remifentanil ve fentanil verilen hastalarda hemodinamik özellikler, perioperatif
dönem dışında birbirine yakındır. Entübasyon ve deri insizyonu arasında remifentanil
verilen hastaların çoğunda hipotansiyon gelişmiştir. Bu remifentanil indüksiyon
dozunun 1 mcg/kg olmasına bağlı olabilir. Bu çalışma tamamlandıktan sonra
remifentanil deneyimi geriye dönük olarak gözden geçirildiğinde 65 yaşın üzerindeki
hastalarda önerilen indüksiyon dozu 1mcg/kg’dan 0.5mcg/kg’ye indirilmiştir.
Warner’e göre yaşlı nöroşirurji hastalarında indüksiyon hızının azaltılması,
hipotansiyon vakalarını da azaltacaktır. Remifentanil verilen hastalarda postoperatif
71
hipertansiyon gelişme insidansı ayılmanın erken evresinde daha yüksek bulunmuştur.
Warner’e göre bu protokolde, geçiş dönemi için bir analjezi bulunmadığından daha
erken analjezik ihtiyacının ortaya çıkmasına bağlıdır. Hasta ayılmadan önce analjezi
sağlanacak olursa remifentanile dayalı anestezi sonrasında hipertansiyon insidansı
düşebilir. Remifentanilin bu açıdan üstünlüğü; idame dozundaki opioidin rezidüel
etkisi ile ayılma döneminde analjezi amacı ile verilen opioid arasında, erken ayılma
değişkenleri açısından (örneğin spontan ventilasyon ) çok az bir etkileşim olması,
hatta hiç etkileşim olmamasıdır.
Çalışmamızda OAB ve KTA’ları Grup I ve II de kontrol grubuna göre
indüksiyon da belirgin olarak azalmıştır. Ortalama arter basıncında düşme bazale
göre Grup I ve II de kontrol grubundan anlamlı düşük bulunmuştur. Remifentanil
hemodinamik yanıtları baskılamada daha etkin gözükmektedir. Bizim çalışmamızda
da benzer şekilde indüksiyonda bazal değere göre OAB ve KTA’larında düşme
olmuş ve entübasyondan sonra bazal değere yaklaşmıştır.
Hogue ve arkadaşlarının, indüksiyonda 0,5-1 mcg/kg ve 1mcg/kg
remifentanil, idamede ise 0,5 mcg/kg/dak ve 1mcg/kg/dak olmak üzere iki farklı
dozda remifentanil kullanılmış oldukları çalışmada, indüksiyonda hipotansiyonu
sırasıyla %10 ve %15 oranında rapor etmişlerdir (66).
Shüttler J. ve arkadaşlarının 1997’de abdominal cerrahi girişimlerinde
remifentanil ve alfentanil infüzyonları ile hemodinamik parametreler üzerindeki
etkilerini karşılaştırdıkları bir çalışmada; alfentanile göre remifentanil ile daha iyi
hemodinamik stabilizasyon sağlanmıştır (71). Remifentanile bağlı gelişen bradikardi
ve hipotansiyon istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır. Bizim çalışmamızda da
yalnızca iki vakada atropinle tedavi ettiğimiz derin bradikardimiz olmuştur.
Çalışmamızda idame süresi birinci ölçümleri gruplara göre anlamlı farklılık
göstermektedir (p<0,05); Grup I’in idame süresi Grup II’den istatistiksel olarak
anlamlı düzeyde düşük bulunmuştur (p:0,010; p<0,05); Kontrol grubu ile Grup I ve
72
Grup II arasında anlamlı farklılık yoktur (p>0,05). Đdame süresi ikinci ölçümleri ise
gruplara göre anlamlı farklılık göstermemektedir (p>0,05). Đdame sürelerinin ilk
ölçümlerinde Grup I’in düşük olması doğal olarak rokuronyum miktarının az
olmasıyla ilişkilidir. Đdame sürelerinin ikicisinde bir farklılık olmaması bu konuda
fazla literatür çalışmaları bulunmadığından, Grup I’e kısa aralıkla eklenen
rokuronyumun potensiyelizasyonu olarak değerlendirdik. Ayrıca bu konuda yeni
çalışmalara ihtiyaç olduğunu düşünmekteyiz.
73
SONUÇ
Remifentanilin 0,5mcg/kg/dk infüzyonu altında rokuronyumun 0,3 ve
0,6mg/kg dozlarıyla yaptığımız çalışmada; nöromuskuler monitorizasyonla
remifentanilin rokuronyumun etkinliğinde bir değişiklik yapmadığı görüldü.
Rokuronyumun etki başlangıcı ve süresi uygulanan dozlara bağlı olup yüksek
dozlarda etki başlangıcı kısa, etki süresi uzarken; düşük dozlarda etki başlangıcı
uzun olup etki süresi kısadır (69,70).
Bu çalışmada belirttiğimiz entübasyon koşulları, tahmin edilebilir
nöromüsküler derlenme süreci ve hemodinamik stabilitesi, rokuronyumu klinik
kullanımda tercih edilen kas gevşeticilerden biri yapmaktadır. Rokuronyum halen
mevcut en hızlı etkili nondepolarizan relaksandır. Uygulanan doza bağlı esnek bir
etki süresi vardır (45,46).
74
ÖZET
Çalışmamızda nöromüsküler monitorizasyon altında remifentanil
infüzyonunun rokuronyumla sağlanan kas gevşemesine, entübasyon koşullarına
olan etkilerini ve remifentanil infüzyonunun rokuronyumun etki süresini
değiştirip değiştirmediğini görmeyi amaçladık.
Genel anestezi altında elektif operasyon planlanan 18-65 yaş, ASA I-II,
cerrahi işlemi 90 dakikayı aşmayan 60 hasta, kapalı zarf yöntemi ile randomize
edilerek 3 gruba ayrıldı. Ortalama arter basıncı (OAB), kalp tepe atımı(KTA) ve
periferik oksijen satürasyonu(SpO2) preop, induksiyon, entubasyon, entubasyon
sonrası 5, 10, 15, 20, 30, 45, 60. dakikalarda , operasyon bitiminde ve postop
5.dakika olmak üzere kaydedildi. Nöromüsküler blok ulnar sinir üzerine elektrot
yerleştirilerek TOF-WatchSX (Organon) ile izlendi.
Preoksijenizasyon döneminden sonra Grup Kontrol’e 2mcg/kg fentanil,
2 mg/kg propofol ĐV yapıldıktan sora 0,5 ml/kg/saat serum fizyolojik infüzyonu
başlanıp yanıt yüksekliğinin stabilize edilebilmesi için 10 dakikalık “stabilizasyon
aşamasına”geçildi. Stabilizasyon aşamasında %40 Oksijen +%60 N2O + %1-2
Sevofluranla inhalasyon anestezisi altında hastalara önce 50 HZ tetanik akım
uygulanıp 1 dakika beklendi. Daha sonra 3 dakika TOF uygulanıp kalibrasyon Cal 2
ile yapıldı. Sonrasında yeniden 1 dakika beklenilip 3 dakika TOF uygulandı. Yanıtlar
% 100 +/- 10 olduğunda vakalar çalışmaya dahil edildi (1,2). Stabilizasyonda yeterli
yanıt yüksekliği alınan olgulara 0.6mg/kg rokuronyun injeksiyonu bittikten sonra
sürekli TOF uyarısı uygulandı. TOF stimülasyonuna yanıt T4/T1 =2 olduğunda
endotrakeal entübasyon deneyimli bir anestezist tarafından gerçekleştirildi. GrupI ve
II deki olgulara 1mcg/kg/dk remifentanil 30sn de ĐV bolus yapıldıktan sonra
75
0,5mcg/kg/dk ile infüzyona geçilip 2mg/kg propofol uygulandı. Stabilizasyon
aşamasından sonra GrupI’e 0.3mg/kg rokuronyum, GrupII’ye de 0.6mg/kg
rokuronyum uygulanarak entübasyon gerçekleştirildi. Đdamede her üç gruba
T1>%25 olduğunda 0.15mg/kg rokuronyum eklendi.
Entubasyon kalitesi mükemmel, iyi, kötü, olanaksız olarak değerlendirildi.
Operasyon bitiminde cilt altında iken infüzyonlar kapatılıp T1>%25 olduğunda
antogonizasyon uygulanıp TOF>%90 olduğunda olgular ekstübe edildi.
Grup I olgularının entübasyon esnasındaki TOF düzeyleri Grup II’ye göre
ileri düzeyde anlamlı yüksektir (p: 0,002). Kontrol Grubu ile diğer grupların TOF
düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır (p>0,05).
Grup I olgularının entübasyon sonrası 10.dk,15. dk,20. dk,30. dk TOF düzeyleri
Kontrol Grubu ve GrupII’ ye göre ileri düzeyde anlamlı yüksektir (p: 0,004). Grup
I’ in nöromüsküler blok süresi Kontrol Grubundan istatistiksel olarak anlamlı yüksek
(p: 0,029), Grup II’ den ise ileri düzeyde anlamlı yüksek bulunmuştur (p:0,007).
Kontrol Grubu ile Grup II arasında anlamlı farklılık yoktur (p> 0,05). Grup I’ in
klinik etki süresi Kontrol Grubundan ve Grup II’ den ileri düzeyde anlamlı düşük
düzeyde bulunmuştur. Grup I’ in idame süresi Grup II’ den istatistiksel olarak
anlamlı düzeyde düşük bulunmuştur (p: 0,010). Grup I’in entübasyon süresi Kontrol
Grubundan (p: 0,012) ve Grup II’ den istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek
bulunmuştur (p: 0,001). Kontrol Grubu olguların entübasyon kalitesini mükemmel
bulma oranları Grup I ve Grup II’ den anlamlı düzeyde düşük olarak saptanmıştır.
Grup I ve Grup II’ nin entübasyon kaliteleri arasında ise anlamlı farklılık yoktur
(p> 0,05).
Remifentanilin 0,5mcg/kg/dk infüzyonu altında rokuronyumun 0,3 ve
0,6mg/kg dozlarıyla yaptığımız çalışmada; nöromüsküler monitorizasyonla
remifentanilin rokuronyumun etkinliğinde bir değişiklik yapmadığı görüldü.
Rokuronyumun etki başlangıcı ve süresi uygulanan dozlara bağlı olup yüksek
dozlarda etki başlangıcı kısa, etki süresi uzarken; düşük dozlarda etki başlangıcı
uzun olup etki süresi kısadır.
76
KAYNAKLAR
1. Miller RD. Antagonism of neuromuscular blokage. Anesthesiology 1976;44:318-
329.
2. Klemola UM, Mennander S, Saarnivaara L. Tracheal intubation without the use of
muscle relaxants:remifentanil or alfentanil in combination with propofol. Acta
Anaesthesiol Scand 2000;44:465-9.
3. Glass PSA, Hardman JD, Kamiyama Y, et al. Preliminary pharmacokinetics
and pharmacodynamics of an ultra-short-acting opiyoid: remifentanil (G187084B).
Anesth Analg 1993; 77: 1031-40.
4. Egan TD, Lemmens HJM, Fiset P, et al. The pharmacokinetics of the new short-
acting opiyoid remifentanil (G1847084B) in healthy adult male volunteers.
Anesthesiology 1993; 79: 881-92.
5. Westmoreland CL, Hoke JF, Sebel PS, et al. Pharmacokinetics of remifentanil
(G187084B) and its major metabolite (G190291) in patients elective undergoing
inpatients. Anesthesiology 1993; 79:893-903.
6. Thompson JP, Hall AP, Russell J,et al. Effect of remifentanil on hemodynamic
response to orotracheal intubation. Br J Anaest 1998;80:467-469.
7. Klemola UM, Hiller A. Tracheal intubation after induction of anesthesia in
children with propofol- remifentanil or propofol-rocuronium. Can J Anaesth
2000;47:854-9.
8. Ali HH, Savarese JJ. Monitoring of neuromuscular function. Anesthesiology
1976;45:216-249.
9. Viby-Mogensen J. Clinical assessment of neuromuscular transmission. Br J
Anaesth 1982; 54:209-223.
10. Lam HS, Cass NM, Ng KC. Electromyographic monitoring of neuromuscular
blockade. Br J Anaesth 1981; 53:1351-1357.
11. Viby-Mogensen J, Jensen NH, Engaek J, et al. Tactile and visual evaluation of
the response to train of four stimulation. Anesthesiology 1985;63:440-442.
12. Kopman AF. The dose-effect relationship of metacurine: The integrated
electromyogram of the first dorsal interosseous muscle and the mechanomyogram of
the adductor pollicis compared. Anesthesiology 1988;68:604-607.
77
13. Bevan DR. Neuromuscular monitoring after surgery. Can J Anaesth
1990;37:395-396.
14. Miller RD. How should residual neuromuscular blockade be detected?
Anesthesiology 1989;70:379-380.
15. Walts LF, Levin N, Dillon JB. Assessment of recovery from curare. JAMA 1970;
213:1894-1896.
16. Viby-Mogensen J, Jorgensen BC, Ording H. Residual curarization in the
recovery room. Anesthesiology 1979;50:539-541.
17. Beemer GH, Rozental P. Postoperative neuromuscular function. Anaesth
Đntensive Care 1986;14:41-45.
18. Engbaek J, Ostergaard D, Viby-Mogensen J, et al. Clinical recovery and train of
four measured mechanically and electromyographically following atracurium.
Anesthesiology 1989;71:391-395.
19. Cronnelly R, Morris RB, Miller RD. Edrophonium: Duration of action and
atropine requirement in humans during halothane anesthesia. Anesthesiology
1982;57:261-266.
20. Beemer Gh, Bjorksten AR,Dawson PJ,et al. Determinants of the reserval time of
competitive neuromuscular block by anticholinesterase. Br J Anaesthesia 1991;
66:469-475.
21. Smith CE, Donati F, Bevan Dr. Dose-response relationships for edrophonium and
neostigmine as antagonists of atracurium and vecuronium neuromuscular blockade.
Anesthesiology 1989;71:37-43.
22. Goldhill DR, Whitehead JP, Emmott RS,et al. Neuromuscular and clinical effects
of mivacurium chloride in healthy adult patients during nitrous oxide-enflurane
anaesthesia. Br J Anaesth 1991;67:289-295.
23. Bevan DR, Donati F, Kopman AF. Reversal of neuromuscular blockade.
Anesthesiology 1992;77:785-805.
24. Glass PS. Remifentanil: A new opioid. J. Clin Anesth 1995;7:558.
25. Michelsen LG, Hugc CJ. The pharmacokinetics of remifentanil. J. Clin Anesth
1996;8:679.
26. Stiller RL, Davis PJ, McGowan FX, et al. Đn vitro metabolizm of remifentanil:
the effect of pseudocholinesterase deficiency. Anesthesiology 1995;83:A381.
78
27. Hoke JF, Cunningham F, James MK, et al. Comperative pharmacokinetics and
pharmacodynamics of remifentanil, its principle metabolite (GR90291) and alfentanil
in dogs. J pharmacol Exp Ther 1997;281:226-32.
28. Hughe SC, Kan RE, Rosen MA, et al. Remifentanil ultrashort acting opioid for
obstetric anesthesia. Anesthesiology 1996;85:A894.
29. Jhaveri R, Joshi P, Batenhorst R, et al. Dose comparison of remifentanil and
alfentanil for loss of consciousness. Anesthesiology 1997;87:253-9.
30. Fragen RJ. Diprivan (propofol): A historical perspective. Semin anesth 1988;7:1.
31. Kay NH, Sear JW, Upington J, et al. Disposition of propofol in patients
undergoing surgery. A comparison in men and women. Br J Anaesth 1986;58:1075.
32. Shafer A, Doze VA, Shafer SL, White PF. Pharmacokinetics and
pharmacodynamics of propofol infusions during general anesthesia. Anesthesiology
1988;68:348.
33. Coates DP, Monk CR, Prys-Roberts C, et al. Hemodynamic effects of infusions
of the emulsion formulation of propofol during nitrous oxide anesthesia in humans.
Anaesth Analg 1987;66:64.
34. Ebert TJ, Muzi M, Berens R, et al. Sympathetic responses to induction of
anesthesia in humans with propofol or etomidate. Anesthesiology 1992;76:725.
35. Stark RD, Binks SM, Dukka VN. A review of the safety and tolerance of
propofol . Postgrad Med J 1985;61:152.
36.Keith J.Girling, MBBS, FRCA, and Ravi P. Mahajan, MD, FFARCS (I). The
Effect of Stabilization on the Onset of Neuromuscular Block When Assenced Using
Accelerometry. Anesth Analg 1996;82:1257-60.
37. Egan TD. Remifentanil pharmacokinetics and pharmacodynamics: A preliminary
appraisal. Clin Pharmacokinetics 1995; 29: 80-94.
38. George C. Lee, Shuba Iyengar, Janos Szenohradszky,M.D.,James
E.Caldwell,M.B.,Ch.B.,Peter M.C.Wright, M.D.,Ronald Brown,B.S.,Marie
Lau,B.S.,Andrew Luks, B.A., M.A.,Dennis M.Fisher,M.D. Improving the Design of
Muscle Relaxant Studies. Anesthesiology 1997;86:48-54.
39. Aaron F. Kopman, M.D.,Sanjeev Kumar, M.D.,Monika M.Klewicka, M.S.,
George G.Neuman, M.D.The Staircase Phenomenon.Anesthesiology 2001;95:403-7.
79
40. J.Vıby-Mogensen, E.Jensen, M.Werner and H.Kirkegaard Nielsen. Measurement
of acceleration:a new method of monitoring neuromuscular function. Acta
Anaesthesiol Scand 1988;32: 45-48.
41. Davis PJ, Finkel JC, Orr RJ, et al. A randomized, double-blinded study of
remifentanil versus fentanyl for tonsillectomy and adenoidectomy surgery in
pediatric ambulatory surgical patients. Anesth Analg 2000;90:863-871.
42. Egan TD, Lemmens HJ, Fiset P,et al. The pharmacokinetic of the new short-
Acting opioid remifentanil (G187084B) in healthy adult male volunters.
Anesthesiology 1993;79:881-892.
43. Twersky RS, Jamerson B, Warner DS, et al. Hemodynamics and emergence
profile of remifentanil versus fentanyl porspectively compared in a large population
of surgical patients, J Clin Anesth 2001;13: 407-416.
44. Randel G.L, Fragen R.J, Librojo ES, et al. Remifentanil blood concentration
effect relation ship at skin incision in surgical patients compared to alfentanil.
Anasthesiology 1994;81: A375.
45. Berg H,et al. Residual neuromuscular block is a risk factor for postoperative
pulmonary complications. A prospective,randomized and blinded study of
postoperative complications after atracurium, vecuronium and pancuronium. Acta
Anesthesiol Scand.1997;41:1095-1103.46.
46. Pederson T, et al. Does perioperative tactile evaluation of the train-of-four
responses influence the frequency of postoperative neuromuscular blockade?
Anesthesiology. 1990;73:835-839.
47. Debaene B,et al. Residual paralysis in the PACU after a single intubating dose of
non-depolarizing muscle relaxant with an intermediate duration of action.
Anesthesiology 2003;98:1042-1048.
48. Gergis SD, Hoyt JL, Sokol MD: Effects of Innovar and Innovar plus nitrous
oxide on muscle tone and “H” reflex. Anesth Analg 1971; 50: 743.
49. Sokol MD, Hoyt JL, Gergis SD. Studies in muscle rigidity, nitrous oxide, and
narcotic analgesic agents. Anesth Analg 1972; 51: 1620.
50. Atechson R, Lambert DG. Update on opioid receptors. Br J Anaesth
1994;73:132-4.
51. Yaksh TL. The postinjury state. Curr Opin Neurol Neurosurg1993;6.250-6.
80
52. Bürkle H,Dunbar S, Aken Hv. Remifentanil: A novel, short-acting,m-opioid.
Anesth Analg 1996; 83: 646-51.
53. Ganong WF. Synapsis and neuromuscular transmission. 16 th ed.
Appleton&Lange 1995;88-121.
54. Ferreira TA, Rama-Maceiras P, Molins N, Rey-Rilo T. Fentanyl or remifentanil
to potentiate a single dose of rocuronium in patients anesthetized with propofol with
evaluation by accelerometry. Anesthesiol Reanim 2004; 51(4):190-4.
55. Schlaich N, Mertzlufft F, Soltész S, Fuchs-Buder T. Remifentanil and propofol
without muscle relaxants or with different doses of rocuronium for tracheal intubation in out
patient anaesthesia.Acta Anaesthesiologica Scandinavica 44 (6), 720–726.
56. Oliver Kunitz, MD, Jan-Hinrich Baumert, MD, Klaus Hecker, MD, Thorben Beeker,
MD, Mark Coburn, MD, André Zühlsdorff, MD, and Rolf Rossaint. Xenon Does Not
Prolong Neuromuscular Block of Rocuronium. Anesth Analg 2004;99:1398-1401.
57. Hunter JM. New neuromuscular blocking drugs. N Engl J Med. 1995;332:1691-
1699
58. Hemmerling TM, et al. Neuromuscular blockade at the larynx,the diaphragm and
the corrugator supercilii muscle: a review. Can J Anaesth. 2003;50:779-794.
59. Power SJ, Pearce AC, Jones RM. Fade profiles during spontaneus offset of
neuromuscular blockade: vecuronium and gallamine compared. British Journal of
Anesthesia. 1988;60:486-490.
60. Efikson LI, Lenmarken C, Jensen E, Viby-Mogensen J. Twitch tension and train-
of-four ratio during prolonged neuromuscular monitoring at different peripheral
temperatures. Acta Anaesthesiol Scand 1991;35: 247-252.
61. Cashman JN, Jones RM, Vella LM. Fade characteristics and onset times
following administration of pancuronium,tubacurarine and a mixture of both agents.
British Journal of Anesthesia. 1985;57:488-492.
62. Fletcher JE, Sebel PS, Mick SA, Van Duys J, Ryan K. Comparison of the train of
four fade profiles produced by vecuronium and atracurium. British Journal of
Anesthesia. 1992;68:207-208.
63. Aaron F. Kopman, Monika M.Klewicka, M.S.,David J Kopman, et al. Molar
potency is predictive of the speed of onset of neuromuscular block for agents of
intermediate, short and ultrashort duration. Anesthesiology 1999;90:425-431.
64. Alanoğlu Z, Yılmaz AA, Şahin N, Ateş Y, Tüzüner F. Rokuronyum-remifentanil
81
kombinasyonunun hızlı-seri anestezi indüksiyondaki etkinliği. Anestezi Dergisi
2006;14(2):109-115.
65. Warner DS, et al. A study with remifentanil in neurosurgical patients. Anesth
Analg 1999;89:33-39.
66. Hogue CW, Bowdle TA, Colleen O, et al. A multicenter evaluation of total
intravenous anaesthesia with remifentanil and propofol for elective inpatient surger.
Araesth. Analg 1996;83;279-285.
67. Sebel PS, Lowdon JD. Propofol: A new intravenous anesthetic. Anesthesiology
1989;71:260-277.
68. Hoffman WE,Cunningham F,James MK,et al.Effects of remifentanil:a new short
acting opioid on cerebral flow, brain electrical activity and intracranial pressure in
dogs anesthetised with isoflurane and nitrousoxide.Anesthesiology 1993;79:107-113.
69. Cooper RA, Mirakhur RK, Maddineni VR: Neuromuscular effects of rocuronium
bromide(Org 9426) during fentanyl and halothane anaesthesia. Anaesthesia
1993;48:103-105.
70. Mirakhur RK. Safety aspects of non-depolarizing neuromuscular blocking agents
with special reference to rocuronium bromide.Eur J Anaesthesiol 1994;11:133-140.
71. Shüttler J, Breivik H, et al. A comparison of remifentanil and alfentanyl in
patients undergoing major abdominal surgery. Anaesthesia 1997;52:307-317