ekim gençligi

40

Upload: kizilbayrak

Post on 19-Mar-2016

238 views

Category:

Documents


7 download

DESCRIPTION

Ekim Gencligi 119 Eylül / 2009

TRANSCRIPT

Page 1: Ekim Gençligi
Page 2: Ekim Gençligi
Page 3: Ekim Gençligi

--Kendi yarattığı krizi fırsata çevirmeye çalışan

burjuvazi, gençliği yaz döneminde hazırlıksızyakalamışken, har(a)ç zamlarıyla paralı eğitimikatmerleştirme derdine düştü. Üniversitegençliğine yönelik yaz döneminde başlayansaldırılar yeni dönemde de sürecektir. Bir yandanticari eğitim saldırısı devam ederken, diğeryandan gençliğe ve onların öncüsü olandevrimcilere yönelik soruşturma saldırıları,yanısıra ulusalcı ve faşist çetelerin saldırılardevam edecektir.

Bu yıl önümüzde bir dizi gündembulunmaktadır. ABD emperyalizminin kanadoymazlığı, Ortadoğu'daki işgalin ve direnişindevam edeceğinin göstergesidir. Emperyalistsavaş gündemi yakıcılığını koruduğu oranda,emperyalizmin savaş demek olduğu ve barışınancak sosyalizmle geleceği perspektifiylehareket etmek, dönemin sorumluluklarındandır.Diğer yandan, ABD emperyalizminin bölgepolitikasının ihtiyaçları ve bu çerçevede Türkiyeyüklediği görevler çerçevesinde Kürt sorunuüzerinden açılımlar gündemdedir. Bu açılımlarKürt halkının ulusal özgürlük mücadelesininbitirilmesini ve düzenle “barış”tırılarak teslimalınmasını hedeflemektedir. Bu gündem, Türk veKürt gençliğinin mücadelesinin ortaklaştırılma-sında bir manivelaya dönüştürülebildiğikoşullarda, gençlik hareketi için önemli birolanak olacaktır.

Kriz gündemi ise, kapitalizmin teşhiri vealternatifi ekseninde kesintisiz işlenmesi gerekenbir diğer önemli gündemdir. IMF-DB’nin 1-7Ekim'de Türkiye'ye gelmesi de bu çerçevedeönümüze önemli sorumluluklar koymaktadır.Daha öncesinde İstanbul’u NATO’ya dar edendevrimci iradeyi ortaya çıkarma fırsatıönümüzde durmaktadır. Krizle birlikteemperyalist-kapitalist dünya sisteminin IMF-DBgibi kurumları, etkin bir teşhirin ve eylemli birmücadelenin konusu olmak durumundadır.

Yeni dönemle beraber düzenin saldırıları dahada yoğunlaşacaktır. Bu tablo, günü kurtarmakyerine geleceği kazanma hedefiyle hareketetmeyi gerektirir. Bu ne demektir? Saldırılarınarka planını görmek ve yönelinecek esas hedefisaptayabilmektir. Soruşturmalarda soruşturmala-rın iptaline sıkışmamak; ulusalcı ve faşistçetelerin saldırılarında çatışma eksenine sıkışma-mak; har(a)çlara yapılan zamlarda zamların geriçekilmesi veya devletin ödemesi eksenine sıkış-mamak; savaş ve ulusal sorunda “her ne olursaolsun barış” eksenine sıkışmamak demektir.

Önümüzdeki süreçte, diğer gündemlerinyanısıra, gençliğin öncelikli iki gündemiolacaktır: Krizle birlikte hızlanan ticari eğitimin(haraç zamları vb.) saldırıları ve Kürt sorununda“demokratik açılım” ile gündeme gelen Kürtsorunu.Har(a)ç zamları ve politik bakışımız

Har(a)çlara yapılması planlanan astronomikzamlar, bunlara karşı yaz dönemi olmasınarağmen yükselen gençlik eylemleri ve zamoranının %8’e çekilmesi, bize birçok şeyigöstermiştir. Birincisi, har(a)çlara yapılan zamlarkapitalizmin ekonomik krizinden, faturanın işçive emekçilere ödetilmesinden bağımsız düşünü-lemez. İkincisi, sermaye devleti, yaz dönemiolmasından ve hareketin parçalı karakterindenkaynaklı bir sınırlılık taşısa da, ortaya çıkangençlik muhalefeti karşısında hedeflediğizamları hayata geçirememiştir. Bu da, birleşikhareket edilebildiğinde, saldırılara karşı sonuçalıcı bir mücadelenin örülebileceğini göster-mektedir. Son olarak, har(a)ç zamları geriçekilmiş olsa da, unutulmaması gereken,meselenin bugün yapılan zamlar olmadığı,gençliğin temel gündeminin parasız eğitimekseninde mücadele olduğudur. Zam sürecindeki1-2 aylık pratik, meselenin nasıl ele alınması veyeni dönemde nasıl bir yol yürünmesi gerekti-ğine dair deneyimlerle doludur.

Har(a)ç saldırısı sadece bugün yapılan zamoranı üzerinden ele alınmaz. Gençlik kitlelerinedöne döne anlatılması gereken temel meseleeğitimin ticarileştirilmesidir. Har(a)çlara yapılanzamlar üzerinde yükselen muhalefet bu eksendeyönlendirilmeli ve ileriye çekilmelidir. Herdüzeyde eşit, parasız, bilimsel ve anadilde eğitimtalebi yükseltilmeli, mücadele bu temel eksendeörülmelidir. 3

Devrimcilik,

günün sorumluluklarını yerine getirmek,

günü geleceğe taşımaktır!

Page 4: Ekim Gençligi

“Har(a)çları devlet ödesin!” veya “Har(a)çzamları geri çekilsin!” gibi geri formülasyonlar,eğitim alanına yönelik son derece temel birsaldırının/eğitimin ticarileştirilmesinin gözdenkaçırılmasına, dahası genelde haraç saldırınınmeşrulaştırılmasına hizmet etmektedir. Eğitimsürecini doğrudan etkileyen özelleştirmeler(yurt, kantin, ulaşım vb.) bir yana, üniversiteeğitiminin haraca bağlanmış olması, en temelhaklardan biri olan eğitim hakkına yönelik çokciddi bir saldırıdır ve hiçbir meşruiyeti yoktur.

Kısacası, “Har(a)ç zamları geri çekilsin!”türünden son derece geri hedeflerle gençliğipolitikleştirmek, onu ileriye çekmek mümkündeğildir. Temel bir hak olan “Parasız eğitim!”talebi öne çıkmalı, “Har(a)çlar kaldırılsın!”,“Har(a)çları ödemiyoruz!” sloganları da bunabağlı olarak formüle edilmelidir. Bu çerçevedeönemle vurgulanması gereken bir diğer nokta,paralı eğitim saldırısının sadece haraçlardan daibaret olmadığıdır. Haracın ötesinde bir dizikalem, özellikle işçi ve emekçi çocukları içinüniversite eğitimini olanaksız hale getirmektedir.Sorun bu bütünlüğü içinde ele alınmalı, geriformülasyonlar mahkum edilmelidir.Birleşik mücadele ihtiyacı

Bu politik hattın hayata geçirilmesi elbettebirleşik bir mücadeleyi gerektirmektedir.Birleşiklikten ne anladığımızı genç komünistlerolarak değişik vesilelerle ortaya koymuş bulunu-yoruz. Birleşiklik bir takım siyasetlerin birarayagelmesine daraltılamayacağı gibi, ne olursaolsun birleşmek uğruna ilkelerden vazgeçmek veesnemek anlamına da gelmemektedir. Bugünhar(a)ç zamları üzerinden yaşanan son deneyim,birleşikliğin nasıl olması gerektiği konusunda,tüm sınırlılıklarına rağmen belli bir fikirvermiştir. Yaz dönemi olmasına karşın kimiokullarda örgütlenen açık toplantılar, hantalbürokratik işleyişe ve tüzüksel normlarasıkışmayan örgütlenmeler, birleşik birmücadelenin ancak, açık toplantı/açıktartışmalarla demokratik bir işleyiş zemininde veortak politik ilke ve hedeflerle örülebileceğiniortaya koymuştur.

Yerellerde yapılan kitle toplantıları bu açıdanönemli bir yerde durmaktadır. Toplantıları kiminörgütlediği, politik zayıflığı veya darlığı, bizimbu toplantılara katılmamızın önünde bir engeldeğil tersine bir ihtiyaçtır. Düşüncelerin açıkça

ortaya konulabildiği, politikaların tartışabileceğibir ortamın oluşturulması yeterlidir.

Hedefimiz geniş gençlik kesimlerinipolitikleştirmek olduğuna göre, her türlü yol,yöntem ve araçlarla kitlelere gitmeli, böylesüreçleri de en iyi bir biçimde değerlendirmeyibaşarabilmeliyiz. Gençliğin ileri kesimlerinidevrim ve sosyalizm mücadelesine kazanmanınyolu da buradan geçmektedir.“Kürt açılımı” ve mücadele perspektifi

Yeni dönemde Kürt sorunu üzerinden yapılansözde “demokratik açılım”, Kürt hareketinitasfiye çabaları, uzlaşı arayışları önümüze ikilibir görev çıkartmaktadır.

İlk görev, sermaye düzeninin hedefininsorunu çözmek değil mücadeleyi bitirmekolduğu ve bu sözde açılımın gerisinde ABDemperyalizminin bölgeye ilişkin politikaları ileTürk burjuvazinin çıkarlarının durduğuvurgulanmalıdır. Kürt sorununun gerçek vekalıcı çözümünün bu düzenin yerle birolmasından geçtiği, bunun için de Kürtgençliğinin kapitalist düzene karşı devrim vesosyalizm mücadelesinde yer alması gerektiğietkili bir propagandanın konusu edilmelidir.Kırıntı haklarla geleceğini kaybetmek mi,devrimden yana tavır alıp gerçek özgürlük içinsermaye düzenine karşı mücadeleye katılmakmı? Kürt gençliği açısından sorulması gerekentemel sorunun bu olduğu anlatılmalıdır.

İkinci görev, mücadelenin ortaklaştırılmasınoktasında Kürt halkının haklı taleplerininsahiplenildiği bir politik hattın oluşturulmasıdır.Ezen ve ezilen ulusa mensup gençliğin gerçek veortak düşmanı olarak sermaye iktidarı gerçekliğigözler önüne serilmelidir. Yoğunlaşan saldırılar ve devrimci sorumluluk

Bugün gençlik geçmişe kıyasla çok dahabüyük saldırılarla karşı karşıyadır. Gençliğinmücadelesini büyütmenin olanakları fazlasıylaartmıştır. Burjuvanin ideolojik kuşatması,toplumsal muhalefetin zayıflığı, sınıf hareketininmevcut durumu vb. nesnel güçlüklerle karşıkarşıyayız ve bunun önemini küçümsemiyoruz.Fakat, devrimci irade en küçük bir olanağı bilegüce dönüştürmek demektir.

Genç komünistler olarak mesafe almamızıengelleyen, gençlik kitleriyle buluşmamızı zorasokan hata, zaaf ve zayıflıklarımıza karşı savaşaçmalıyız. İdeolojik gücümüzün, devrimcibakışımızın sınanacağı biricik alanın politika veörgütlenme alanı, burada alacağımız mesafeolduğunu bir an bile unutmamalıyız. Politik veörgütsel kazanımları büyütme hedefiyle gününgörev ve sorumluluklarına yüklendiğimizdegeleceği kazanmayı da başaracağız.

Başta da söylediğimiz gibi, devrimcilik,günün sorumluluklarını yerine getirmek, günügeleceğe taşımaktır.

Gençlik gelecek, gelecek sosyalizm!Ekim Gençliği4

Page 5: Ekim Gençligi

“Eğitim sistemi, bir bütün olarak toplumsal gerçekliği yansıtır. Eğitim sis-temi toplumsal bir gerçeklik olduğu ölçüde, sadece ekonomik düzey değil,

sosyalizasyon süreçlerini, ideolojik yapılanmaları, güç ilişkilerini vedolayısıyla devlet-birey, birey-toplum gibi karmaşık bir süreç içerisinde açığa

çıkar.”*Kapitalizmin temel özelliklerinden biri olan rekabet ve yeni

pazar alanları sorunu yaşanan kriz ile birlikte daha yakıcı birbiçimde hissedilmeye başladı. 1970’ler dünya ölçeğinde derinleşenekonomik kriz ile birlikte verili toplumsal ilişkilerin değişiminesahne oldu. “Artık piyasa ilişkileri toplumsal ilişkileri tanımlayacakölçüde bir egemenlik biçimine dönüşmüştür.”** Bu dönemle bir-likte neo-liberal politikalar hayata geçmeye başladıkça daha önce“kamu hizmeti” sayılan eğitim, sağlık vb. alanlar tekellerin gözdiktikleri hedefler haline gelmiştir. Sermaye, temel hizmet alan-larını paralılaştırarak veya özelleştirerek kar getirecek yeni yatırımalanlarına dönüştürmeye başlamıştır.

Türkiye’de neo-liberal saldırganlığın miladı olan 24 OcakKararları, 12 Eylül’ün hemen ardından atılan adımlar (YÖK’ün ku-rulması vb.) ve ‘95’te imzalanan GATS anlaşması eğitim alanın-daki piyasalaştırma sürecinin dayanaklarıdır. Dünya ölçeğinde‘70'lerle başlayan bu süreç, Türkiye'de ‘80 faşist darbesinin ardın-dan hayata geçirilmiştir. Ve kısa bir dönemdeki yoğun saldırı süre-ciyle birlikte kazanılmış hemen hemen tüm haklar gasp edilmiştir.

Sermayenin kar alanı “eğitim sektörü”

Burjuvazi eğitim sürecine dönük müdahalelerini hızlandırmak-tadır. Burada önemli olan birinci nokta, eğitim alanındayaşadığımız değişikliklerin bütünsel olarak kapitalizmin yaşadığıgelişimin/sıkışmanın bir parçası olduğudur. İkinci nokta ise,Türkiye’de yapılmaya çalışılan değişikliklerin dünyanın birçokülkesinde gerçekleştirilen hatta sonuçlarını üreten süreçlerolduğudur.

Almanya, Fransa, İtalya, Yunanistan ve daha birçok ülkede“eğitim hakkının gaspına karşı” tepkiler örgütlenmiştir. Bu sürecebütünlüklü bakabilmek, dünya ölçeğinde sürdürülen saldırılarkarşısında üretilecek çözüm açısından önemlidir.

Eğitim, sermaye için oldukça önemli bir sektör durumundadır.Dünya “eğitim sektörü” yıllık 2 trilyon dolarlık bir pazar duru-mundadır. Dünya toplam ticareti üzerinden dolaşıma giren tutarın97 rakamlarıyla 5.47 trilyon dolar olduğu düşünülürse, eğitimüzerinden dolaşıma giren 2 trilyon doların önemi kendiliğinden an-laşılır.

Eğitimin artık hak olmaktan çıktığı, alınır satılır nesneye dönüş-tüğü bir süreçte eğitimi alan kişiye öğrenci muamelesi yapılmasınıbeklemiyoruz. Birer ticarethane mantığıyla işleyen üniversiteler,her sene müşteri oranını ve dolayısıyla kar oranını büyütmek içinyeni uygulamalar getiriyorlar. Bunun yanı sıra eğitime bütçedenayrılan pay her geçen yıl düşüyor. Ve bütçeden ayrılan paranınyetmediği gerekçe gösterilerek, ayrıca eğitim bireysel bir ihtiyaçalanı olarak tanımlanıp kişinin karşılaması formüle edilerek, paralıeğitim uygulaması hayata geçiriliyor.

Bunun ilk basamağını, üniversitelere kayıt olabilmenin önkoşulu haline gelen harçlar ve katkı payları oluşturuyor. Harcınıyatıramayanların üniversiteye kayıt yaptıramamasıyla, eğitim biz-zat parası olanın satın alabildiği bir metaya dönüştürülüyor. Diğeryandan hem ilk ve ortaöğrenimde hem de yükseköğrenimde özelkurumlara arazi tahsisi, vergiden muaf bırakılmaları, özel okulöğrencilerine burs (özel okulların öğrenci sıkıntısının önüne geçe-

bilmek için) gibi ciddi destekler sağlanıyor. Üniversitelerde isevakıf üniversitelerine ayrılan pay devlet üniversitelerinkinden dahayüksek durumda.

Üniversite içerisinde hizmet temelli hemen tüm alanlarözelleştiriliyor ya da özel işletme mantığıyla çalışan kurumlaradönüştürülüyor. Özel üniversitelerin fazlasıyla artmasının yanı sıradevlet üniversitelerinde alınan haraçlara zam yapılması, paralıbölümler açılması veya paralı öğrenci kontenjanları oluşturmalarıeğitimin ticarileşmesinin boyutunu gösteriyor.

Üniversite-sermaye işbirliği çerçevesinde bölümler yenidenkonumlandırılırken, sermaye bölümlere ayırdığı bütçeyi de kendiihtiyaçları doğrultusunda belirliyor. Üniversite mezunlarının büyükçoğunluğu işsizken, eğitim her dönem daha da kalitesizleşirken,üniversite sayısı ve bölüm kontenjanlarının artırılmasının tek biraçıklaması olabilir; daha fazla öğrenciden daha fazla para sağla-mak. İkinci öğretimlere yapılan zamlar da yeterince açıklayıcıdır.Üniversitelerde bölüm kontenjanının artırılmasının yanı sıra buzamların ardı sıra ikinci öğretimi olmayan bölümlerin ikinci öğre-timlerinin açıldığını görüyoruz. İnsanların açıkta kalmaması içinbunca “olanak” oluşturduklarını söyleseler de, buradaki amaç dahafazla insanın eğitim alması ya da belli bir meslek dalında çalışacakinsan açığının olması değildir.

Krizle derinleşen saldırılar...

Sermaye her zaman içinde bulunduğu krizden çıkmanın yol veyöntemlerini geliştirir. Hepsinde ortak payda, krizin yarattığısonuçların faturasının işçi ve emekçilere kesilmesidir. Kapitalizminyaşadığı son kriz dönemiyle birlikte yoğun bir saldırı süreci de ha-yata geçirilmeye başlandı.

Egemenler krizi fırsata dönüştürme noktasında adımlarını atı-yorlar. Sermaye iktidarı ağırlaşan krizin faturasını emekçilere yük-lemek için sosyal yıkım programını daha bir pervasızlıklauyguluyor. Çığ gibi büyüyen işsizlik, düşük ücretler, ardı arkası ke-silmeyen zamlar, yüksek vergilerle boğuşarak yaşama savaşı veren-ler, okulların açılmasıyla, soygun ve vurgun aracı haline getirileneğitim sorunuyla yüz yüzeler.

Kapitalizmin geleceksizlikten başka bir şey ifade etmediği dahanet bir şekilde ortaya çıktı. Krizin öğrenci gençliğe yansımasıhar(a)çlara gelen zamlarla katmerlenmiş durumda. Bu yıl için zamoranı %8 olsa da, toplamda ödenmesi gereken har(a)ç miktarlarıson derece yüksek.

Sistemin eğitim politikası uyguladığı piyasalaştırmaların birparçasıdır. Yıllardır sürdürdüğü ticarileştirme saldırılarıyla eğitim-den sağlığa temel ihtiyaç alanlarının paralı olması topluma kanık-satılıyor. Sermaye açısından kendi haklarının farkında olmayan,bilinci dumura uğratılmış bir topluma saldırıları ardarda uygulamakkolaydır. Bu saldırı sürecini durdurmanın yolu haklarımızın neolduğunu iyi kavramak ve kavratmaktan geçiyor.

Gençlik krizin yarattığı sonuçları reddetmelidir. Haklarımızınelimizden alınmasını, krizin bizlere ödetilmeye çalışılan bedelinireddetmelidir. En başta, harçlara gelen zamların geri çekilmesindenöte, harç paralarının kaldırılması, parasız ve nitelikli eğitim talebinidillendirmelidir. Sermaye sınıfının içinde bulunduğu krizi aşmakiçin faturayı kesmeye çalıştığı tüm kesimler, sömürü ve barbarlıkdüzenine karşı ortak bir hatta militan mücadeleyi büyütmelidir.

*, ** Neo-Liberal Eğitim Ekonomisi; Eleştirel BirÇerçeve Denemesi, Fuat Ercan 5

Eğitim haktır, satılamaz!

Krizin bedelini ödemiyoruz, parasız eğitim istiyoruz!

Page 6: Ekim Gençligi

6

Har(A)ç saldırısı süreci ve

yerellerden yansıyanlar

Har (a)çlara getirileceği söylenen %8, %100, %500 zamlar bütünyerellerde olduğu gibi Eskişehir’de de zayıf ya da kitlesel ancaköfkeli eylemlere sahne oldu. Son olarak Bakanlar Kurulu tarafından

%8 olarak belirlenen zam oranı, hükümetin ölümü gösterip sıtmaya razı etmepolitikasının bir sonucudur. Bu anlayış sermaye devletinin başbakanının“öğrencilere müjde” sözlerinde ifadesini bulmuştur. Toplumun her kesimindebiriken tepkinin farkında olduklarının da göstergesidir. %100, %500 gibiabartılı zam oranları geri çektirilmiş olsa da %8 gibi hiç de az olmayan birzam oranı belirlendi.

Eskişehir’de sürecin başından itibaren Genç-Sen üzerinden yürüyen birtakım çalışmalar yapıldı. Öğrenci Kolektifleri’nin de yer yer kendini gös-terdiği bu süreçte diğer gençlik örgütlerinin yaptığı işler zayıf ve tepkiyiaçığa çıkartmaktan uzak kaldı.

Genç-Sen’li öğrenciler, YÖK başkanının “teklif rektörlerden geldi” sözlerininardından üniversite rektörlerinden randevu alarak şehirdeki iki üniversite rektörüyle görüşme gerçek-

leştirdiler. Osmangazi Üniversitesi rektörü ile yapılan görüşmede rektör, herhangi bir talepleri ol-madığını ve sistemin öğrencilere vahşet uyguladığını kabul etti. Ancak öğrencilerin basına açıklama

yapılması taleplerini kabul etmeyerek safını açıkça ortaya koymuş oldu. AnadoluÜniversitesi rektörü ise randevu vermekten kaçındı ve son ana kadar okulda bu-lunmadığı söylendi. Ancak öğrenciler okul içerisinde bir yürüyüş düzenleyerekrektörlük önüne geldiğinde rektörün görüşmeyi kabul ettiği açıklandı. Yapılangörüşmede, Genç-Sen’li öğrencilerin hazırladığı süreci değerlendiren bir dosyarektörlüğe verildi.

Şehir merkezinde de yaygın eylemlilikler gerçekleştiren Genç-Sen’liöğrenciler, meşaleli yürüyüşler, oturma eylemleri ve eylemlerde oluşturulanserbest kürsü bölümleriyle Eskişehir halkını da sürece dahil etmeyeçalıştılar. Eylemlerde sendika ve siyasi yapıların da desteği alındı.

Temsilciler Meclisi’nde karara bağlanan talepler Eskişehir’de de çokfazla tartışmaya konu edilemedi. Dönem başından itibaren en geniş Genç-Sen bileşeniyle tartışılacağı karara bağlanarak, tartışmalı olan kimi talep-ler (Haraçları devlet ödesin!) eylemlerde daha silik bir şekilde işlendi.

Son olarak, devletin zamları %8 olarak belirlemesinin ardından bütün yerellerle birlikteEskişehir’de de sendikaların, siyasi partilerin ve örgütlerin desteğiyle bir yürüyüş gerçekleştirilerek,“%500’ü geri çektirdik %8’i de geri çektireceğiz” başlığıyla bir eylem örgütlendi ve asıl talebin parasızeğitim hakkı olduğu vurgulandı.

Yaz okulunun sonuna kadar devam eden çalışmaların dönem içerisinde daha birleşik ve militan birtarzda yürütülebilmesi için genç komünistler olarak çabalarımızı sürdüreceğiz.

Eskişehir Ekim Gençliği

Eskişehir’de har(a)ç gündemli çalışma ve Genç-Sen

İzmir’de haraç zammı saldırısına karşı yürütülen

tartışmalar üzerineTicarileşen eğitimle beraber üniversiteler birer ticarethaneye dönüşüyor deriz çoğu değer-lendirmemizde. Öğrencilerinde müşterileştiğini belirtiriz. Neo-liberal dönüşümlerin öğrencigençliği ittiği geleceksizliği ortaya koyarız. Harçlara yapılması planlanan %500 zam bu

söylediklerimizi açıkça ortaya serdi. Öyle ki, ticari eğitim uygulamalarını artık kanıksamış biröğrencinin, bu kez tüm cebini boşaltmak istiyorlardı. Bunda şimdilik başarılı olamasalar da, aldıklarıharaçlar yine de işçi ve emekçi çocuklarını fazlasıyla zorlamaktadır.

Türkiye genelinde yapılan eylemlerle zam tutarı %8’e inmiş durumda. Bu eylemlilikler İzmir’de dekendini gösterdi. İzmir’den bu hareketliliğe parçalı bir tablo ve devrimci değerlerden yoksun birliktelik-ler eklenmiş oldu. Bunları başlıkları altında tek tek ele alacağız.

Page 7: Ekim Gençligi

7

Yurtsever Cephe Öğrenci Birliği ve Emek Gençliği CHP ve TGB ile aynı platformda!

İzmir’de TMMOB öğrenci komisyonlarının çağrıcılığında bir toplantı yapıldı. Toplantıya katılanörgütlenmeler: TMMOB’nin bünyesindeki öğrenci komisyonları, Emek Gençliği, TKP, CHP ve TG-B’dir. Öğrenci Kolektifleri ve Gençlik Muhalefeti TGB’nin bu bileşende yeralması nedeniyle bileşen-den çekildiler. Yukarıdakı bileşen, “Tüm üniversite öğrencileri” adı altında harç zamlarının geriçekilmesini ve parasız eğitimi talep eden bir imza kampanyası yürüttü. Çalış-maların pratik ayağını da Emek Gençliği ile TKP’li öğrenciler üstlendi.

Bu tablo gençlik hareketi için ibret vericidir. Reformizmin batağındaki EmekGençliği ve TKP’nin programlarının ışığında geldikleri nokta ortadadır. Ulusalcıçetelerle, düzenin geri ideolojisinin temsilcileriyle hareket etmekte, aynı plat-formda birleşebilmektedirler. Kitlelere aynı söylemlerle gitmekte, bir bakımakitlelerle bu gerici odakları yan yana getirmektedirler.

Emek Gençliği’nin bir süredir yaptığı tartışmalardaki “birleşiklik” vur-gusu “herkesi” kapsamaktadır. Bu kapsam o kadar geniştir ki, içerisine özel-likle Ege Üniversitesi’nde faşizan tutumlarıyla karşımıza çıkan, devrimcilereve devrimci faaliyete saldıran ulusalcı çeteleri dahi alabilmektedir. Yerelseçimlerde bağımsız sosyalist adayın afişlerine CHP’liler saldırırken, EmekGençliği de afişleri kapatarak afiş çalışması yürütebilmiştir. Dolayısıyla, bukadar pervasızca girişilen bu birlikteliğe çok da şaşırmamak gerekiyor.

Geçtiğimiz dönem Yıldız Teknik Üniversitesi’nde yaşanan olaylar hatırlanmalıdır. Buolaylar sırasında taraf belirlemeyen TKP, açıktır ki tarafını artık net olarak belirlemiştir. Aynı şekilde,Ege ve Dokuz Eylül Üniversitelerinde de faşist saldırıları yalnızca uzaktan izleyen TKP’lilerin, çalış-malarının ana eksenini AKP karşıtlığı oluşturmaktadır. Öğrencilerin gündemine dair sözlerini de ancakbu minvalde söyleyenler, şimdi birliktelik adına CHP ve TGB ile “parasız eğitim” demektedirler!

Parçalı ve dağınık tabloda Öğrenci Kolektifleri ve Genç-Sen

Harç zamlarının açıklanmasıyla beraber sürece refleks cevap verebilen iki örgütlenme ÖğrenciKolektifleri ve Genç-Sen olmuştur. Öğrenci Kolektifleri’nin yaptığı eylemler ses getirmiş, bu eylemleriGenç-Sen’in yaptığı eylemler izlemiştir. Süreç içerisinde eylemleri birleştirme adına yapılan toplantılar-dan bir sonuç çıkmamıştır. Beklemeci bir tutumla bir süredir “AKP karşıtlığı” üzerinden ortaklaşanÖğrenci Kolektifleri ve TKP birbirlerini gözetmişlerdir. Kolektifler tarafından Yurtsever Cephe ÖğrenciBirliği’nin kamptan dönüşü beklenmek istenmiştir. Bu süreçte ayrı ayrı eylemler yapılmıştır.

Aktif ancak dar grupçu bir Genç-Sen gerçeği

Genç-Sen bir bütün olarak harç sürecinde sözünü söylemiş, yaratılanhareketlilikte yer tutabilmiştir. İzmir’de yapılan eylemlerde çeşitli araçlarkullanılmıştır. Zincirleme eyleminden pankart sallandırmaya, yol kesmedentiyatroya kadar bir dizi eylem biçimi hayata geçirilmiştir. Toplantılardan birsonuç çıkmayınca kendi eylemlerine yoğunlaşan Genç-Sen, ne yazık kikendi içerisinde iletişim problemini çözmüş değildir. Eylem tarihleri vesaatleri telefonlarla bildirilirken, toplantı saatleri ve tarihleri bildirilme-mektedir. Süreci başlatan gruplar süreci kendilerine mal etmekte, dargrupçu bakışlarıyla bir kez daha politik platformlarını ortaya koymak-tadırlar.

İzmir’de Genç-Sen’in merkezi kararlarının rengi kendini belli etmek-tedir. Dövizlerde yer alan “Harçları devlet ödesin!” talebi gibi. Ancak söylemolarak öne çıkan talepler “Parasız eğitim!”, “ Harçlara hayır!”dır. Bu yönüyle Genç-Sen’inmerkezi bakışına göre bir parça ileridir. Ancak Genç-Sen harç zamlarında yapılan indirim sonrasında“%0” talebini öne sürmektedir. Tam da bu noktada öne çıkarılması gereken “Harçlar kaldırılsın!” ve“Parasız eğitim!” talepleri geri planda kalmaktadır. Genç-Sen’in yapması gereken, harç sürecini bir fır-sata çevirerek kitlelerin politikleştirmenin araçlarını yaratmaktır. Dar grupçu kaygılarıyla Genç-Sen birarpa boyu bile yol alamaz. Günü kurtarmaya endeksli bakış geleceği kucaklayamayacağı gibi, tüken-mekle yüzyüze kalacaktır.

Komünist gençliğin görevi

Kapitalist düzen krizinin faturasını işçilere, emekçilere ve gençliğe kesmektedir. Öğrencilere kesilenfatura kendisini ticari eğitimin derinleşmesinde bulmaktadır. Yapılan zamlar bunun somut göstergesidir.Gençliğin karşılaştığı tüm sorunlar bütünlüklü bir bakışla ele alınmalıdır. Soruşturmalardan ulaşım zam-larına, harçlardan bursların kesilmesine dek bir dizi sorun ticarileşen eğitim ve baskılar üzerindenişlenebilmelidir.

Özellikle İzmir’den yansıyan birliktelikler göstermektedir ki, bu süreç aynı zamanda safları danetleştirecektir. Reformizmle mücadele daha da keskinleşecek, komünist gençliğin omuzlarındaki yükdaha da ağırlaşacaktır. Yeni döneme başlarken bu süreci iyi değerlendirmeli ve geleceği kazanmabakışıyla hareket etmeliyiz.

İzmir Ekim Gençliği

Page 8: Ekim Gençligi

8

Özellikle son yıllarda gençlik kitleleri genel bir durgunluk içindeler. Gençlik hareketininözneleri bu tabloyu değiştirmedikleri gibi pasif kalıyorlar. Gençliğin yaşadığı sorunlargün geçtikçe daha yakıcı bir şekilde hissedilirken, hareketin yaşadığı tıkanıklık

aşılamıyor. Oysa, eğitim sürecindeki saldırılar gençlik hareketinin önünü açmanın olanaklarını sun-maktadır. Yapılması gereken, doğru politikalarla gençliğin birleşik, kitlesel, devrimci mücadelesiniyaratma misyonuyla hareket etmektir.

Harçlara %500'e kadar zam yapılmasını gündeme getiren hükümet,üniversite gençliğinin sokağa taşıdığı tepkileri sonucu harç zamlarını %8 ilesınırladığını açıklamıştı. Bu sürece ilişkin değerlendirmemizi bir kez dahaortaya koymak istiyoruz.

Facebook’tan eylem alanlarına…

Haraç zamlarına karşı ortaya konan tepkiler...

Harç zamları üzerine ilk örülen süreçlerden biri Facebook üzerindentartışmaları başlayan ve “Üniversite Gençliği” imzasıyla yapılan eylemoldu. Facebook’ta “Üniversite Harçlarına Yapılan Büyük ZammıProtesto Edenler” isimli bir grup oluşturuldu. 15 bini bulan üyelerininiçinde bağımsız unsurların yanısıra kimi meslek odaları ve siyasi parti-lerin gençlik örgütlerinin (Emek Gençliği, TGB ve Yurtsever Öğrenci

Birliği’nden öğrencilerin) desteğiyle, tepkinin sokağa taşıması kararıalındı. “Eşit ve parasız eğitim istiyoruz!” şiarı ile örgütlenen eylem, harç zamları üzerin-

den internet aracılığı ile gençliği harekete geçirme noktasında olumlu bir adım olma olanağınasahipti. Ancak pratikte atılan adımlarda son derece geri bir tutum sergilenmiştir. Miting alanı için alı-

nan izin belgesi, grup üzerinden tüm eylemcilere (üyelere) tebliğ edilmiş, altıçizilerek hiçbir siyasal grup, platform ve parti ambleminin taşınmayacağı ifadeedilmiştir. Devrimci güçlerin üniversitelerde ve toplumun her alanında yoğun-laştırılan baskı uygulamaları ile kitlelerden soyutlanmak, devrimci siyasal mü-cadelenin marjinalleştirilmek istendiği bir dönemde Yurtsever Öğrenci Birliğive Emek Gençliği’nden öğrencilerin de içinde bulunduğu bir platformda alı-nan bu karar, son tahlilde gençlik hareketinin önündeki barikata hizmet et-miştir. Birlikteliğin bağımsız unsurları kapsaması ve görev dağılımda onlarında özneleştirilmesi bakımından anlamlı olsa da, bunun tek başına yeterli ol-mayacağı açıktır. Özellikle içinden geçilen dönemde gençlik kitlelerinipolitikleştirmek gibi temel bir sorumluluk önümüzde duruyorken, gericikaygıları besleyen bir tutum alınmış, nitekim gerçekleşen eylemin ardın-dan bir pratik sergilenmemiştir.

İkinci bir birliktelik ve eylemsel süreç ise www.harczamlari.org sitesiüzerinden ortaya konuldu. Öğrenci Muhalefeti, Otonom örgütlülükler, TMMOB

öğrenci komisyonlarından öğrenciler ve bağımsız öğrencilerin içinde bulunduğu bu bileşen, Tak-sim Gezi Parkı’nda üniversite tanıtım günlerinde gerçekleştirdikleri anlamlı eylemin ardından Beşik-

taş Meydanı’nda da bir basın açıklaması gerçekleştirdi. Harç zamlarının geriçekilmesini talep eden, toplamda üniversitelerin ticarethaneye çevrilmek is-tendiğine dikkat çeken bileşenler, basın açıklamasının ardından Abbas AğaParkı’nda bir forum gerçekleştirerek sürece yönelik müdahale imkânlarınıtartıştılar. Zam oranının %8 olarak belirlenmesinin ardından ise, üniver-sitelerin açılması ile kendilerine bir hareket ekseni belirlemeye karar verdiler.

Zamlara karşı tepkilerden biri de Öğrenci Kolektifleri’nden geldi.“Harçlara hayır!” şiarı ile eylemlilikler gerçekleştirenn Öğrenci Kolektifleri,sürecin başından itibaren bütünlüklü bir hat belirleyerek bir süreç başlat-tılar. Marmara Oteli’nde YÖK Çalıştayı’na ve Ankara’da Bakanlar Ku-rulu’na müdahale, ardından %8’lik zam açıklamasını bir kazanım olaraknitelendiren Öğrenci Kolektifleri, sürece parasız eğitim talebini yüksel-terek devam edeceklerini ifade ettiler.

Genç-Sen sürecinin yansıttıkları

Sürecin aktif öznelerinden bir de Öğrenci Gençlik Sendikası (Genç-Sen) idi. “Harçlara zamyaptırmayacağız!”, “Harçları devlet karşılasın!”, “Harçlara değil maaşlara zam!” söylemleriyleçeşitli illerde merkezi birçok eylem yapan Genç-Sen, YÖK Çalıştayı ve Bakanlar Kurulu gibisüreçlere müdahale noktasında olumlanacak bir pratik sergiledi. Genç-Sen, refleks eylemler veeylemlerden sonra yapılan açık toplantılar ile önceki pratiklerini aşan bir seyir izledi.

Gençlik hareketinin parçalı tablosunun İstanbul’da

yansıması

Page 9: Ekim Gençligi

Belirtmek gerekir ki, bu açık toplantılar, harekete geçen tabanın basıncısonucu karar almanın, TM veya MYK darlığına sıkışmış bir biçimde dahafazla devam edilemeyeceğinin ifadesi idi. Ancak, zamanla daha belirleyicihale getirilebilecek bu toplantılar zamanla tartışmalar daraltılarak işlevsiz-leştirildiler. Toplantılar, sürecin özeti adı altında, politik bir değerlendirme-den yoksun bir biçimde yaşananların kronolojik sıralanmasına dönüştü.İlerleyen sürece ilişkin politika koyma çabaları ise, sürecin ilk aşamasındaalınan kararlar dayatılarak geçiştirildi. Toplamın aldığı kararların, oldu bit-tiye getirilerek üzerinden atlanabildi.

Ayrıca Genç-Sen birleşik bir eylemlilikten özellikle kaçınmıştır. “Aslayalnız yürümeyeceksin!” şiarını benimseyen ama bu süreçte yalnızyürümeyi dar grupçu kaygıları ile gerekçelendiren bir tutum izlemiştir. Zam-ların %8 oranında netleşmesi ile birlikte, örülecek sürecin %8’in de geri çekilmesi yönlü ola-cağını, “Harçları devlet karşılasın” söylemiyle birlikte “Parasız eğitim istiyoruz!” talebinin öneçıkarılacağını vurgulamıştır.

Genç komünistler sürece ilk müdahale noktasında bir gecikme yaşasalar da,sürecin geri kalanında çok yönlü müdahale etmişlerdir. Müdahalenin kapsamı,gerek şiarlar noktasında gerek parçalı eylemlilikleri birleştirmek noktasındaolsun, hareketin çıkarlarını gözeten bir çerçevede olmuştur. Parçalı tabloyubirleştirmek ve sadece eylemsel bir birliktelik değil bir süreç birlikteliğiyaratmak noktasında hala da devam eden müdahalelerimiz söz konusu.

İstanbul’da “Üniversite Öğrencileri” imzasıyla “Parasız eğitim istiyoruz!Har(a)çlara hayır!” şiarlı DGH, Ekim Gençliği, Gençlik Muhalefeti,Öğrenci Kolektifleri, Tüm-İGD, YDG’nin örgütlediği bir eylem pratiği or-taya konuldu. Sürecin tartışmalarına TKP ve EHP Gençliği de katıldı. TKPGençliği tartışmaların onları ifade etmediğini, EHP Gençliği ise siyaset-lerin kendilerini ifade edemediği eylemleri ‘kendiliğindencilik’ olaraknitelendirdiklerini, eylem hatlarını Genç-Sen üzerinden devam ettirecekleriniifade ederek, süreçten ayrılmış oldular.

Zam oranı netleşmeden tartışmalarına başlanan birliktelik, birçok siyasetin net olmaması ne-deniyle sadece bir eylem birlikteliği şeklinde kaldı. Sürecin eylem birlikteliğiniaşması üzerinden yaptığımız tartışmalara bileşenin tümü tarafından bir karşılıküretilemedi. Öğrenci Kolektifleri zam oranı netleşmeden önce merkezi karar-larını beklediklerini ifade etmişlerdi, zam oranının netleşmesi ile birlikte tartış-maların büyük bir kısmı ‘kazanım’ üzerinden ilerledi. Gençlik Muhalefeti ise,oluşacak herhangi bir birlikteliğin tartışmaları için erken olduğunu, okullarınaçılması ile birlikte bu sürecin gerçek muhatapları ile birlikte tartışılmasıgerektiğini ifade etti. Ardından süreç DGH ve Ekim Gençliği’nin örgütlediğiaçık toplantılar biçiminde devam etti.

Eğitim alanında artan saldırı süreci kısa süreli bir hareketlilik yaratsada, sürecin başka bir seyir izleyeceği açıktır. Saldırı sürecini har(a)çlarayapılan zam eksenli almak sürecin ilerletilmesi noktasında ön açıcıdeğildir. Örülen süreçlerin devamlılığını sağlamak, saldırı sürecini bütün-lüklü kavrayabilmeyi gerektirmektedir. Ancak bu bütünsellik içerisinde elealınabildiğinde geçmişin deneyimlerini aşan bir süreç yaşanabilir. Süreç bizlere daha fazlasorumluluk düştüğünü bir kez daha gösteriyor.

Yaz sürecinde ortaya çıkan tablo umut verici olmasının yanısıra birleşik birmücadele hattını tüm aciliyetiyle önümüze çıkarmış bulunmaktadır. Birleşiklik-ten anladığımız elbette siyasetlerin ilkelerinden vazgeçip bir araya geldiği şe-matik biçimler değildir. İlkeler dahilinde siyasi öznelerin, otonomörgütlülüklerin, öğrenci kulüp, kol, topluluklarının, bağımsız unsurların yanitüm muhalif kesimlerin sürecin bir parçası haline geleceği, politikleşeceği birbiçim öğrenci hareketini bugünkü hareketsiz ve dar halinden çıkaracaktır.Saldırı süreçlerinin yoğunlaştığı dönemler bunu yaratabilmenin olanaklarınısunuyor. Süreç içerisinde dar grupçu çıkarlar, ilkesiz birliktelikler, birleşik,kitlesel, militan bir gençlik hareketi yaratmak hedefinde olmayan tümsüreçler kendi sınırlarını aşamamak ile yüz yüze kalacaklardır. Gençlikhareketinde geçmiş süreç deneyimleri bunu tüm açıklığıyla ortaya koy-maktadır.

Günü kurtarmak adına atılan adımlar geleceği kucaklamaktan yoksundur, bu tabloyu ter-sine çevirmek ise sürecin bütünlüklü değerlendirmesi ile mümkündür. Geçmişten ders almayı bile-rek, önümüzdeki dönemde daha etkin müdahaleler yaparak gençlik hareketini daha ileriye taşımamisyonuyla hareket edeceğiz.

İstanbul Ekim Gençliği 9

Page 10: Ekim Gençligi

Devrimci Genç-Senliler bu sürece iki temel tartışma ışığındabakıyor. Birincisi, süreci karşılamaya yetecek bir şiarlar bütünsel-liğinde ele alabilmeli (yani ticari eğitim saldırısını bütünsel birhatta ele alabilmek); ikinci olarak ise, bu sürecin birleşik, kitlesel,devrimci bir gençlik hareketini yaratabilmenin olanaklarını oluş-turabilmeliyiz.

Genç-Sen’in öne sürdüğü taleplere dair

Genç-Sen bu dönemde yapılması planlanan %500’lere varanzam saldırısının karşısında “harçlara zam yaptırmayacağız” demek-tedir. Uygulanması hedeflenen zamların karşısında durduğunugösteren bu şiar bunu tamamlayan başka taleplerle bütünlenebilme-lidir.

Genç-Sen’in ilk elden ortaya koyduğu bir diğer talep ise “bu yılharçları devlet karşılasın” idi. Bu taleple ortaya konan; bu yıl krizvar, öğrenciler de mağdur, bu koşullarda öğrencilerin masraflarınıkarşılaması zorken bir de zam düşünülüyor. Zam yapılması bir debu dönemin kriz koşulları göz önüne alınarak “bu yıl harçları dev-let ödesin” deniyor. Belirlenen ilk taleplerde ne harç ne de paralıeğitim uygulamalarının kendisine dair söz söylenmiştir. Hatta “buyıl harçları devlet karşılasın” söylemi harç kavramını olağan-laştıran bir anlayışı yansıtmaktadır. Eğitimin bir hak olduğuna, pa-ralı olmasının bir ticarileştirme saldırı olduğuna dair bir yaklaşımlaele alınmamıştır.

Bunun üzerine yapılan tartışmaların sonucunda bu yıl ibaresikaldırılarak “Harçları devlet karşılaşın” formülasyonuna dönüştü-rülmüştür. “Harçları ödemiyoruz” önerisinin üzerine bu şiar açısın-dan kriz vurgusu yok ve kitlelerin daha kolay sahiplenebilmesigerektiği tartışılmıştır. İllerde yapılan toplantılarda ve temsilcilermeclisinde bu yönlü tartışmalarımızı bu yönleriyle yapmamızınsonucunda “Parasız eğitim istiyoruz!” talebi eklenmiştir. Tartış-

maların sonucunda “Parasız eğitim istiyoruz!”talebinin eklenmiş olması sadece har(a)ç uygulamasıaçısından değil eğitim sürecinde karşımıza çıkartılan

paralı uygulamaların hepsini içerisinde barındırması açısından an-lamlıdır.

Diğer taraftan harç uygulaması, kendisi bir hak olan ve parasızolması gereken eğitimin, kişinin kendi gelişimini sağladığı vb.gerekçelendirmeleriyle, masrafların bir kısmının kişi tarafındankarşılanması tanımlaması üzerine paralı eğitim uygulamalarıbaşlamıştır. Bir hakkın gaspedilmesi yönlü bir saldırıdır. Bu yönlübir saldırının karşısında, harç uygulamasının kendisine dair sözsöylenmesi gereklidir. “Harçlar kaldırılsın” bu noktada söylenmesigereken ve vurgulanması gereken bir şiardır. Ayrıca önerilen“harçları ödemiyoruz” şiarı da yapılan saldırının karşısında alınantutumu gösteriyor ve bugün öğrenci kitlesinin kendisini bu saldırıkarşısında tutum almaya çağırılmasıdır. Hatta önüne koyduğusüreçte, harekete geçen kitleyi aktif bir eylemsellik içindetutabilmek, harçları ödememe çağrısıyla boykot örgütleme birhedef olabilmelidir.

“Harçları devlet karşılasın!” ve ‘”Harçlar kaldırılsın!” şiarlarısonuçta ödememek gibi bir noktada “aynı” olarak tanımlanıyor.Böyle algılanıyor. Bu şiarlardan ilki harç kavramını meşrulaştıran,bu uygulamaya dair söz söylemeyen bir yaklaşımdır. Tam da bunoktasıyla kitleye verilecek bilinç noktasında muğlâklığı taşımak-tadır. Bilinç açıklığı yaratan ve net bir tutum alan yanı yoktur.Sadece ikisi de gerçekleşirse “para vermeyeceğiz” gibi bir yak-laşımla ele alınması sorunun kapsamını sığlaştırmaktadır. “Krizde-yiz, yarısını öderiz!”de de öne sürüldüğü gibi, var olanı durumu veyarattığı sonuçları kabullenip, “elde edilebilecek” kıstası üzerindenyol yürümeye çalışmakla gerçek ve kalıcı bir sonuç alınacağınındüşünülmesi hayaldir. Genç-Sen olarak haklarımızı unutmadan,haklarımızın elimizden alınmasına karşı bir mücadele hattınıönümüze koymalıyız.

Birleşik, kitlesel, devrimci bir gençlik hareketi için!

Devrimci Genç-Senliler sürecin başında Genç-Sen’i ilerici güç-lerin bir araya geldiği bir zeminde politik ve örgütsel bir tutum10

Birleşik, kitlesel, militan

bir gençlik hareketi yaratma sorumluluğu!Üniversiteler yaz tatilindeyken YÖK üniversite har(a)çlarına yapmayı düşündüğü zammı açıkladı. Zam miktarı %8 ila %500 arasında değişiyordu. Bu önerinin

yapılmasıyla birlikte birçok refleks tepki ortaya konuldu. Genç-Sen de başından itibaren saldırıya karşı eylemler hayata geçirmiş, tepkinin açığa çıkması ve kamuoyuoluşmasında çaba sarfetmiştir.

Eylemli tepkilerin de etkisiyle har(a)çlara yapılacak zam %8 oranında kesinleşti. Gelişen süreç açısından “har(a)ç zamları” üzerinden örülecek pratik-politik hatbütünüyle “parasız eğitim” talebini karşılamak durumundadır. Zira birçok unsur açısından da, Genç-Sen açısından da zam oranlarındaki netleşme (belirli yerellerdeokulların kayıt haftasında ortaya koyulan pratik dışında) bir durgunluk yaratmıştır. Bu durgunluğu aşabilmek her şeyden önce süreci kavrayabilmeyi gerektiriyor. Yazdöneminin ortalarında Genç-Sen’in ördüğü sürece dair bir yazı kaleme almıştık. Yaşanan gelişmelere rağmen sürecin nasıl ele alınması gerektiğine dair yapılantartışmanın hala güncelliğini koruduğunu düşünerek, sözkonusu yazıyı okurlamıza sunuyoruz...

Page 11: Ekim Gençligi

almak açısında olumlu bir adım olarak tanımlamıştı. Genç-Sen’in bu süreç içerisinde hareket ile kurduğu bağ sınır-

larında genişleyecek, gençlik hareketini geliştirecek bir gücedönüşebileceği, bunun olmadığı koşullarda ise bu süre içerisindeolumlu olarak tanımladığımız adımların da heba edileceği söylen-mişti.

Genç-Sen bu süreçle birlikte daha hareketli olduğu yerellerdeaçık toplantılar örgütlemeye başlamıştır. Daha geniş toplantılardasüreci tartışma ve planlama, başından beri olması gereken bir işle-yişin hareketli bir süreçte Genç-Sen’e dayatmasıdır. Böylesi birsüreçte kitle başka türlü kucaklanamazdı. Genç-Sen’in kitleyesadece çağrı yapan sınırda kalması, onun bu süreçte kitleselleşmeolanağı taşıması yerine dıştalanmasına neden olurdu. Bu yönlü biradım atmıştır ama bundan sonrasında da bunun kalıcı olmasısağlanmalıdır. Genç-Sen sürekli aktif bir çalışma örmeli ve engeniş birlikteliklerde gündemleri ve eylemsellikleri, politik hattınıtartışmalıdır. Böyle olduğu bir durumda, gençlik hareketinin herdaim belirleyici bir öznesi olur ve öz örgütlülük olma iddiasını ha-yata geçirebilmenin zeminini yaratabilir.

Gelişen bu süreç açısından ise Devrimci Genç-Senliler’in yap-tığı birçok tartışmanın önü Genç-Sen içerisindeki liberal-reformistblok tarafından bilinçli olarak kesilmeye çalışılmış olsa da, pratikbu tartışmaları güncellemiştir. Uzun bir süre Genç-Sen’i tüzükselnormlara sıkıştıran ve hareketsiz kalmayı bir tarz olarak oturtmayaçalışan anlayışların bugün ‘tüzüksel normlar’ın üzerinden atlamasıbir tesadüf değil pratiğin zorlamasıdır.

Bu süreçte birleşik bir mücadele hattı üzerine yapılan tartış-malarda, özellikle İstanbul İl Meclisi’ndeki tartışmalarda birleşik-liğin “gereksiz” ve “hayal” olduğu vurgusu belirli anlayışlartarafından dile getirilmiş, birçok grubun bizim eylemliliklerimizegelmemesi üzerinden gerekçelendirilmiştir. Bu anlayış birleşikhareketi, Genç-Sen’in sürece kendisini dayatması olarak anlamak-tatır. Başını TÖP ve EHP Gençliği’nin çektiği bu anlayış İstanbul İlMeclisi toplantısında büyük bir çoğunluk tarafından mahkumedilmiştir. TM’ye taşınan tartışmada alınan karar, bir eylemin bir-likte örülebilmesi için diğer öznelere çağrıdır. TM’den çıkan kararbir eylem süreci olsa da, Genç-Sen süreci bütünlüklü ele almak,yoğunlaşan saldırılara karşı ortak bir mücadele hattına evriltmekzorundadır.

Böylesi bir süreçte Genç-Sen’i kendi dar pratikleri ile sınırla-maya çalışan aynı anlayış kitle örgütlenmesi sorununu çözdüğüyanılsaması ile karşı karşıyadır. Elbette ki bu yanılsama Genç-Sen’e ve gençlik hareketine dair bir kavrayışsızlığın ürünüdür.Genç-Sen’in sürecin aktif bir öznesi olmasını “süreci alıpgötürmek”, “öncü olmak” gibi tanımlamalarla değerlendirilmesininbugün için henüz bir karşılığı yoktur. Herhangi bir kitle örgütüveya siyasal gençlik örgütü bir sürece aktif müdahale etmiş, süreçte

belirleyici bir unsur olmuş olabilir, ama bu tablodan kaynaklı buonun öz örgütlülük olduğunu göstermez.

“Kitle örgütlenmesi sorununu bir çırpıda masa başında çöze-ceğini sanan yaklaşım, elbette ki ilerici potansiyelin bir arayagelmesinin önemi ve kapsamını kavramakta zorlanacaktır. Sorunu‘örgütleri birleştirmeye’ indirgediğimizi düşünmeleri de örgüt soru-nuna bakıştaki bu yavanlığın dışa vurumudur. Zira birleşik birgençlik örgütlenmesi sorunu öznel bir sorundur, öznelerin iradiçabası ve müdahalesi ile bir çırpıda başarılabilir. Ancak bu hiçbirbiçimde gençlik örgütlenmesi sorununun çözüldüğü anlamını taşı-mamaktadır. Bu sadece bir olanağa, hareketi sıçratabilecek bir di-namiğe işaret etmektedir. İlerici potansiyeli bir araya getiren birbirleşik örgütlenme asıl hedefin, geniş gençlik yığınları ile buluşmahedefinin bir kaldıracıdır sadece. Ve hedefe, doğru bir yöntem vebakışta ilerleyebildiği koşullarda bir anlam taşır.”(Devrimci genç-lik mücadelesinde gelecek için notlar, Ekim Gençliği, Sayı: 103,15 Mayıs-15 Haziran ‘07)

Yapılan tartışmanın denk düştüğü yer bir soruyu canlandırıyor.Genç-Sen’in “kendi içinde tüzüksel maddeler değil, hareket içindeve hareket için bir örgüt mü yoksa kendi içinde bir örgüt mü ola-cağıdır?” Sorunun yanıtı, yıllardır süren saldırıya karşı örülebile-cek birleşik bir mücadelede yatıyor.

Devrimci Genç-Senliler, Genç-Sen’in bugünkü verili durumunu,hareketin öncüsü olma konusunda bir yanılsama içerisindeki tutu-munu ve hareketin birleşik bir mecrasının olanaklarını görmemekkonusunda ısrarlı olan bakışını mahkum etmek durumundadır.

Haraç zamları karşısında ilk elden öğrenci gençliğin ve eğitimemekçilerinin birleşik mücadele imkânlarının tartışılacağı birleşikbir süreç tartışmasını ısrarla yapmak yükümülüğüyle karşıkarşıyadır.

Genç-Sen olarak bu süreçte yapmamız gereken, bu saldırıyakarşı ortaya çıkan tepkiler başta olmak her türlü gençlik örgütlülük-lerini bir araya getirmek ve en geniş birliktelikle bu saldırıya cevapvermektir. Bu demek değildir ki, böylesi bir birleşik hat oluştuğun-da Genç-Sen’in üzeri çizilecektir. Kaldı ki Genç-Sen olarak kendieylemlerimizi, kendi çalışmalarımızı devam ettirmemizin önündehiçbir engel yoktur. Bu sadece Genç-Sen’e mahsus da değil, herkeskendi bağımsız çalışmasını devam ettirmekte özgürdür. Ama şu daunutulmamalıdır ki, birleşik, kitlesel ve devrimci bir hareket yarat-ma sorumluluğunu her daim taşımalıyız ve böylesi bir saldırı süre-cinde bunu yaratmak yönlü adımları sıklaştırmalıyız. Bu süreçteburada iş yapan bir Genç-Sen var, birlikte iş yapmak isteyen varsabuyursun gelsin yaklaşımıyla hareketli unsurları bir araya getirme-yi düşünenler yanılmaktadırlar. Bu yaklaşımla hareket ederekkendimizi tek adres olarak göstermemiz doğru değildir.

Devrimci Genç-Senliler

11

Page 12: Ekim Gençligi

Yazın ortasında haraçlara yapılması planlanan %500’lere zamoranının ardından gençlik sokaklardaydı. Sokaklarda yükselen sessonucunda zamlar %8’e geriletildi. Haraç zammına ve paralı eği-time karşı yapılan eylemler:

Genç-Sen: “Pes etmeyeceğiz, pes ettireceğiz!”9 Temmuz günü YÖK’ün yaptığı açıklamayla zam saldırısının duyulmasıyla Genç-Sen ilk eyle-

mini Eskişehir’de gerçekleştirdi. Saat 21.30’da İl Sağlık Müdürlüğü’nün önünde ajitasyonlarlabaşlayan yürüyüş Adalar Migros’un önüne kadar sürdü. Burada yaklaşık iki saat süren oturmaeylemi gerçekleşti.

11 Temmuz tarihinde saat 13.00’da Taksim tranvay durağında buluşan Genç-Senliler “Haraçlarazam yaptırmayacağız!” pankartıyla Galatasaray Meydanı’na kadar yürüdüler. Meydanda yapılanbasın açıklamasında tüm öğrencileri, velileri ve duyarlı insanları mücadeleye çağıran Genç-Senliler,kriz döneminde haraçlara yapılan faiş fiyattaki zamlara karşı sokakta olacaklarını duyurdular.

Genç-Sen birçok ilde haraçlara zam yaptırmama kararlılığıyla sokaklardaydı. Eskişehir, İstanbul,İzmir, Ankara, Denizli,… illerde Genç-Sen haraçlara karşı eylemli bir süreç ördü. Oturma eylemi,meşaleli yürüyüşler, yol kesme eylemleri, rektörlerle görüşme gibi çeşitli eylem biçimlerini kullana-

rak yapılması planlanan zamları engelleme hedefiyle bir süreç ördü.25 Temmuz Cumartesi günü gerçekleşen YÖK çalıştayını protesto etmek

için Genç-Senliler, saat 9.30’da The Marmara Otel’in önündeydiler. Hazırla-dığı dosyayı sunmak üzere çalıştaya girmeye çalışan Genç-Sen temsilcisi,Gençlik Muhalefeti ve Öğrenci Kolektifleri’nden birer temsilciyle birlikteçalıştaya girdi. İçeriye giren üniversite öğrencileri, üniversitelerle ilgili yapı-lan ve öğrencilerin de geleceğini etkileyecek bir toplantıda kendilerininolmamasının anti-demokratik olduğunu ve üniversite harçlarına yapılan zam-ları protesto ettiklerini ifade ettiler. İçerde çalıştayın gerçekleştiği sırada otelegirmeye çalışan Öğrenci Kolektifi’nden 11 kişi gözaltına alındı. Toplantıyagiren öğrenci heyeti, arkadaşlarının gözaltına alınmasına tepki göstererek, pro-testo etmeleri üzerine ağızları kapatılarak personel kapısından çıkartılıpgözaltına alınmak istendi. Ancak, o sırada arka kapıda bulunan Genç-Sen üye-lerinin protestosu üzerine 3 kişilik heyet bırakıldı.

10 Ağustos Pazartesi günü Bakanlar Kurulu’nun açılması üzerine Genç-Senliler, haraç zammınıprotesto etmek ve Bakanlar Kurulu’na katılmak için Ankara’daydılar. Bakanlar Kurulu2nun yapıla-cağı yere doğru yürüyüşe geçen Genç-Senliler toplantının yapılacağı yere varınca içeriye temsilcisokmaya çalıştırlar. Uzun bir bekleyişin ardından toplantının başka bir binada yapıldığını öğrenenGenç-Senliler Güven Park’a gidip eylemlerini orada sürdürdüler. Temsilciler, toplantının yapıldığı

binaya gittiler, içeriye alınmayan temsilciler oturma eylemi başlattılar. GüvenPark’ta yedi saati aşkın bekleyen kitle toplantının yapıldığı yere doğru yürüyüşegeçince polis saldırdı. Polisle yaşanan çatışmanın ardından eylem sona erdi.14öğrenci göz altına alındı.

Gözaltına alınan öğrencilerden çooğu kadındı ve gözaltı süresi boyuncatacize maruz kalan kadınlar için Genç-Sen’li Kadınlar “Tacizci polis Genç-Sen’likadınları yıldıramaz” şiarıyla bir basın açıklması gerçekleştirdiler.

Üniversite öğrencilerinin yürüttükleri haraç karşıtı mücadelenin sonucundazamlar %8’e geriletildi. Öğrenci Gençlik Sendikası'nın (Genç-Sen) harç zamla-rına karşı başlattığı eylemler %500'lük harç zammının geri çektirilmesininardından %8'lik zammın geri çektirilmesi hedefiyle sürmekte. Genç-Sen bu çer-çevede 16 Ağustos Pazar günü saat 16.00'da, 6 ilde eş zamanlı olarak eylemgerçekleştirdi.

Genç-Sen haraç zamlarına karşı bir yandan da hukuki bir mücadele hattı oluş-turmak için dava açtı. 26 Ağustos tarihinde açacağı davayı Makine MühendsilerOdası’nda gerçekleştirdiği basın toplantısı ile duyurudu.

Haraç zamlarına karşı

gençlik sokaklardaydı

Page 13: Ekim Gençligi

13

Üniversite Öğrenciler:“Pazarlık yok, harçlarahayır!”Yapılan Bakanlar Kurulu ardından üniver-

site harçlarına %8 zam yapılacağınınaçıklanması ile birlikte, öğrencilerin zamlarıve paralı eğitim saldırılarını hedef alan eylem-leri sürüyor.

Üniversite harçlarına %8 ile %500 arasındadeğişen oranlarda zam önerildiğinin açıklan-ması ile beraber çeşitli illerde eylemler veprotestolar gerçekleştirilmeye başlandı. Esasolarak %100’ün üzerinde zamlar ile ikinciöğrenimleri yoğun saldırıya maruz bırakan zamönerisi öğrenci gençlik cephesinden giderekartan bir öfke ile karşılandı ve en son BakanlarKurulu’nda zam önerisi tüm fakülteler için %8ile ortaklaştırıldı.

14 Ağustos Cuma günü Galatasaray Postanesi önünde toplanan öğrencilerin de talebi parasızeğitimdi. DGH, Ekim Gençliği, Gençlik Muhalefeti, Öğrenci Kolektifleri, TÜM-İGD ve YDG’ninbirlikte örgütlediği eylem öğrencilerin Postane önünde toplanmaları ile başladı. “Parasız eğitim istiy-oruz!” şiarlı Üniversite Öğrencileri pankartının açılması ardından ajitasyon konuşmaları ile yapılanzamların eğitimin ticarileştirilmesi anlamına geldiği vurgulandı. Zam kararının %8 ile sınırlandırıl-masının ortaya konulan mücadele azminin bir sonucu olduğu ifade edildikten sonra çevrede toplananilgili kitle yürüyüşe davet edilerek konuşma sonlandı. Konuşma boyunca “Ferman devletin, üniver-siteler bizimdir!”, “Pazarlık yok, harçlara hayır!”, “Müşteri değil öğrenciyiz!”, “Zamlara göz yummaisyan et!” sloganları atıldı ve şarkılar söylendi.

Galatasaray Lisesi önünden yürüyüşe geçilmesi ile birlikte, yol boyunca ajitasyon konuşmalarıdevam etti ve ortak sloganlar gür bir şekilde hep bir ağızdan atıldı. “Eşit, parasız, bilimsel, anadildeeğitim!”, “Harçlara hayır, YÖK’e hayır, parasız eğitim istiyoruz!”, “Ferman Tayyip'in, sokaklar biz-imdir!”, “Sermaye uşağı AKP’ye hayır!”, “Sokağa, eyleme, örgütlenmeye!” sloganlarının atıldığıyürüyüş boyunca korteje katılanlar ile birlikte sayısı 250’yi aşan kitle, alkışlar ve ıslıklar ile TaksimTramvay durağı önüne geldi. Durak önünde de çevredekilerin desteğini alan öğrenciler adına biröğrenci basın metni okudu. Basın metninde “Yapılması planlanan yüksek oranlardaki zam geri çek-ilmiş olsa da, bizler biliyoruz ki aslında asıl hedefledikleri tüm bölümlere yüksek meblağlarda fiyatbiçip eğitim masraflarını tamamen kişinin üzerine yıkmaktır.” denilerek saldırının bütünlüğü ortayakondu ve zamların taşeronluğunu yapan bu zihniyetin “herkesin okumasına gerek” görmediği belir-tildi.

Neo-liberal ekonomi politikaları ile birlikte temel hakkımız olan her şeyin alınır satılır hale getir-ilmek istendiğinin altının çizildiği basın metninde piyasalaştırma saldırılarının AKP eli ileyoğunlaştırıldığı ifade edildi. Eğitim alanında ise ticarileştirme saldırıları ardından masraflarınıkarşılayamayan öğrencilere işaret edildi. Söz konusu saldırı karşısında intiharı, soygunu tercih eden-ler olduğu gibi kredi uygulamasının ise çözümsüzlüğü katmerleştirdiği vurgulandı.

Kapitalizmin yapısal krizinin yükünün her fırsatta işçi ve emekçilere yüklenmek istendiğinin vur-gusu ile devam eden açıklamada %20’lere varan işsizlik oranı ile birlikte hayatın her alanınınzamlara boğulduğu ifade edildi. “Bizler krizin bedelini ödemeyi reddediyoruz! Krizin faturasıpatronlara!” denildi.

Yaşanan sürecin kamuoyuna yansıtılmakistendiği gibi salt zam tartışması olmadığı,eylemlerin yasadışı nitelik taşımadığı bunakarşın yapılanların tam da ihtiyaca karşılıkgeliştiği ve taleplerin her yerde dillendirilmeyedevam edeceği söylendi. Öğrencilerin harçlarave paralı eğitime karşı bugün bir araya geldik-leri ve sermayenin saldırılarına karşı işçi veemekçiler ile omuz omuza durabilmeningerekliliği vurgulandı. “Şimdi zaman sokaklarıısıtmaya devam etmenin zamanıdır! Şimdi zamansokaklarda sesimizi yükseltmeye devam etmeninzamanıdır!” denilerek sonlandırılan konuşmaardından sloganlar ve alkışlar ile eylem sonaerdirildi.

İstanbul Ekim Gençliği

Page 14: Ekim Gençligi

Uludağ Üniversitesi Öğrencileri: “Haraçlara yapılan zamlargeri çekilsin!”Uludağ Üniversitesi öğrencileri yaz okulu süresi boyunca har(a)ç zamlarına karşı eylemli bir

süreç ördü. Gerçekleştirilen eylemlerin ardından imza kampanyası başlatıldı. Pazar günü Görükle’de,Pazartesi ve Salı da üniversite içerisinde toplu olarak imza toplanmaya çıkıldı. İmzaların yanındaeylem çağrısı da yapıldı.

Çarşamba günü ise, saat 12.30’da Mediko-Sosyal önünde bir basın açıklaması yapıldı.“Har(a)çlara yapılan zamlar geri çekilsin / Uludağ Üniversitesi Öğrencileri” pankartının arkasındatoplanan yaklaşık 60 kişi tarafından gerçekleştirilen açıklamada YÖK’ün yaptığı zam oranlarınadeğinildi ve buna karşı mücadele çağrısı yapıldı.

Açıklamanın ardından kortej halinde, Tıp Fakültesi önüne geçildi. Burada kısa bir müzik dinletisisunuldu. Halaylar ve marşlar eşliğinde bir süre beklendikten sonra toplanan imzaların gönderilmesiiçin postaneye gidildi. İmzaların gönderilmesinin ardından eylem sona erdi.

Eylem boyunca “Haraç zamları geri çekilsin!”, “Susma haykır harç zammına hayır!”, “Müşterideğil öğrenciyiz!”, “Savaşa değil eğitime bütçe!”, “Eşit parasız bilimsel anadilde eğitim!”, “YÖKkalkacak polis gidecek üniversiteler bizimle özgürleşecek!”, “Ferman YÖK’ünse üniversitelerbizimdir!” sloganları sıklıkla atıldı.

Eylemi Ekim Gençliği, DGH, SGD, Dev-Genç, Emek Gençliği, Genç Dayanışma ve DSİPörgütledi.

Uludağ Üniversitesi Ekim GençliğiÇukurova Üniversitesi Öğrencileri: “Bir derdim var:

Haraçlara hayır! Parasız eğitim haktır!”Çukurova Üniversitesi’nde haraç saldırısının başından beri yapılan protestolar 5 Ağustos günü

yapılan eylemle son buldu.Daha önce devrimci-demokrat öğrencilerin örgütleyicisi olduğu bir eylemyapılmış ve bu süreç her hafta yemekhane ve bazı kafelerde tiyatro oyunları oynanarak devametmişti. Bu etkinliklerin son günü olan 5 Ağustos günü son olarak Durak Kafe önünden yemekhaneönüne bir yürüyüş gerçekleştirildi. Burada basın açıklaması okundu. Okunan metinde memurmaaşlarına %3,5 gibi gülünç bir zam yapan zihniyetin öğrencilere %500’e varan zamlar yaptığısöylendi.

YÖK’ün öğrencilere kan kusturduğu, ÖSS’ye giren öğrencilerin 30 bininin 0 çektiğine, 1 milyon88 bin öğrencinin 165 barajını geçebildiğine vurgu yapılarak eğitimin ticarete dönüştürüldüğü,zengin çocuklarının özel okullarda okutulduğu ve eğitimde fırsat eşitsizliği yaratıldığı ifade edildi.

“Bir derdim var! Har(a)çlara hayır – Parasız eğitim haktır” pankartının açıldığı eylemde “Müşterideğil öğrenciyiz!”, “YÖK’e hayır!”, “Parasız, bilimsel, anadilde eğitim!”, “YÖK kalkacak, polisgidecek, üniversiteler bizimle özgürleşecek!” sloganları atıldı. 60 kişinin katıldığı eylem öncesindeEkim Gençliği’nin harç zamlarına ilişkin çıkardığı merkezi bildirinin dağıtımı fakültelere ve amfikantine dağıtımını gerçekleştirdik.

Çukuova Üniversitesi Ekim Gençliği

2009-2010 Eğitim-Öğretim Yılı'nın başlamasıyla beraber İstanbul Ekim Gençliği de faaliyetlerinebaşladı. İstanbul Üniversitesi’nde ve Yıldız Teknik Üniversitesi’nde kayıt dönemine yönelik bildiridağıtımları gerçekleştirildi.

İÜ kayıt günlerinde bildiri dağıtımı… İstanbul Üniversitesi Ekim Gençliği, üniversiteye kayıt için gelen öğrencilere seslendi. Okuldaki

anti-demokratik uygulamaları, harçlara yapılan zamları konu alan bildiriler öğrencilere ulaştırıldı.Ayrıca bu yıl ilk defa yeni kayıt olan öğrencilerden dosya ve kimlik kartı ücreti olarak alınan 50TL’ye de bildirilerde yer verilerek bu uygulama teşhir edildi ve "parasız eğitim" şiarı öne çıkarıldı.

Bu sene kayıtların farklı fakültelerde yapılmasından dolayı Edebiyat Fakültesi ve Merkez kampüsönünde dağıtımlar gerçekleştirildi. 2 Eylül Çarşamba ve 3 Eylül Perşembe günü yapılan dağıtımlar,okul önünde dağıtılan yurt ve burs ilanlarına rağmen öğrencilerin ilgisini çekti.

14

Kayıt parası adı alt ında soygun.. .Paral ı eğit ime karş ı mücadeleye!

Page 15: Ekim Gençligi

YTÜ kayıt haftasında Ekim Gençliği faaliyeti 2 Eylül Çarşamba günü Yıldız Teknik Üniversitesi Ekim Gençliği, eğitimin ticarileşmesini ve

soruşturma terörünü bildiri ve ozalit gibi araçlarla teşhir etti. Kayıt haftası olması sebebi ile pek çoköğrenci ve veli ile iletişime geçme fırsatının yakalandığı dağıtım sırasında yapılan konuşmalardaeğitimin ticarileştirilmesi, YTÜ yönetiminin verdiği uzaklaştırma cezalarının sebepleri üzerindeduruldu.

YTÜ ana giriş kapısı önüne “Har(a)ç zamları geri çekilsin!”, “Har(a)çlar kaldırılsın!”, “Parasız venitelikli eğitim istiyoruz!”, “YTÜ A.Ş.’ye buradan girilir! / İçeride sizi bekleyenler: Bilimselolmayan eğitim, harç zamları, barınma, ulaşım, yemekhane, kırtasiye vb. masrafları, düşünce ve sözyasakları, soruşturmalar ve cezalar” ve “YTÜ’de İP/TGB-polis-idare işbirliğine son! / Eşit, parasız,bilimsel, anadilde eğitim talep ettiğimiz için, savaşa değil eğitime bütçe istediğimiz için, üniversitedesermayeye, şovenist gericiliğe, bilimsel olmayan müfredata hayır dediğimiz için üniversitemizegiremiyoruz!”, “Soruşturmalar, cezalar geri çekilsin! Eğitim hakkımız engellenemez!” yazılı, EkimGençliği imzalı ozalitler asıldı.

“YTÜ AŞ’ye Hoşgeldiniz!” başlıklı bildirilerde ise üniversitelerin birer ticarethaneyedönüştürülmesi üzerinde duruldu ve harç zamları ile birlikte paralı eğitim uygulamaları teşhir edildi.“Soruşturmalar, cezalar geri çekilsin! Eğitim hakkımız engellenemez!” altbaşlığı ile üniversitelerdeyaşanan bu sürece karşı çıkan, parasız ve nitelikli eğitim talebini dile getiren öğrencilerin soruşturmave ceza terörü ile karşı karşıya kaldığı anlatıldı. Öğrenci ve veliler krizin faturasını ödememeye,yoğunlaşan saldırılara karşı mücadele etmeye çağrıldı.

Ayrıca YTÜ ana giriş kapısı önünde Genç-Sen “Asla yalnız yürümeyeceksin! Öğrencininüniversite rehberi” kitapçığı dağıtımı ile birlikte Genç-Sen’in tanıtım ve kayıt çalışmasıgerçekleştirildi. Öğrenci Kolektifleri de “Yıldız Teknik Üniversitesi’ne Hoşgeldin!” başlıklı bildiridağıtımı yaptı.

İÜ - YTÜ / Ekim Gençliği

Genç-Sen kayıt paralarına karşı eylemdeydiÖğrenci Gençlik Sendikası (Genç-Sen) üniversiteye yeni kayıt yaptıran öğrencilerden hukusuz bir

biçimde alınan kayıt paralarının öğrencilere geri ödenmesi için bugün İstanbul başta olmak üzereçeşitli illerde eylemler gerçekleştirdi.

İstanbul: Kayıt paraları geri ödensin!Galatasaray Postanesi önünde biraraya gelen öğrenciler, "Hukuk dışı toplanan kayıt paraları geri

ödensin / Genç-Sen" pankartı ve "Parasız eğitim istiyoruz" dövizleri ile Genç-Sen flamaları taşıdılar.Yapılan açıklamada, harç zamlarıyla beraber çeşitli gerekçelerle 50 TL ile 250 TL'ye varan kayıt

paraları istendiği ve bu paralar yatırılmadığı takdirde öğrencilerin kayıtlarının yapılmadığı belirtildi.Toplanan kayıt parasının yasadışı olduğunun vurgulandığı açıklamada, paraların geri ödenmesi talepedildi.

Açıklamada şu sözlere yer verildi: "Önce harçlarımıza %500’e varan zamlar yapmaya kalktınız,şimdi de mücadelemiz sonucu yapamadığınız zamların farkını yasadışı uygulamalarla kapatmayaçalışıyorsunuz. Ne verdiniz de ne bekliyordunuz? Maaşlarına ortalama %3 zam yaptığınız insanlarıntamamen gayrı-meşru yollardan topladığınız bu paraların peşinibırakmalarını mı? Biz Öğrenci Gençlik Sendikası olarak kimseyidaha fazla soymanıza izin vermeyeceğiz. Bu paralar sahiplerinegeri ödenene kadar mücadelemiz hem hukuki yollardan hem desokaklardan yürüyecektir."

Baskılar bizi yıldıramaz!Açıklamada, üniversiteye ilk defa kayıt olmaya çalışan

öğrencilere yardımcı olmak ve onları üniversiteye geldiklerindekarşılaşacakları sorunlar konusunda bilgilendirmek amaçlıkurulan “Kayıt Destek Masaları” nın daha ilk günden itibarençeşitli saldırılarla engellenmek istendiği belirtildi ve çeşitliillerde gerçekleştirilen saldırılar sıralandı.

Açıklama harç zamlarına karşı yürütülen mücadeleninkayıt paralarının geri ödeninceye kadar sürdürüleceğininbelirtilmesi ile sonlandırıldı.

Eylemde, "Parasız eğitim istiyoruz!", "Öğrencilersusmuyor, haklarını istiyor!", "Asla yalnızyürümeyeceksin!", "Baskılar bizi yıldıramaz!" sloganları atıldı.

Kızıl Bayrak/İstanbul

Page 16: Ekim Gençligi

16

12 Eylül askeri faşist darbesinin bir ürünüolan YÖK kuruluşundan bu yana bir baskı aygıtıolmanın yanında eğitimin ticarileştirilmesiyönlü büyük adımlar atmıştır. Neo-liberal poli-tikalar çerçevesinde eğitim bir hak olmaktançıkarılmış, giderek parası olana verilen bir“hizmet”e dönüştürülmüştür. Türkiye’nin GATSüyeliğiyle birlikte bu dönüşüm daha hızlı birsürece girmiş ve ilkokuldan başlayarak üniver-siteye kadar eğitim sermaye için bir rant alanıhaline gelmiştir.Kapitalizmin yapısal krizinin derinleştiğigünümüzde burjuvazi önüne çıkan her alanı karamaçlı kullanmaya çalışırken, eğitim de bualanın önemli bir parçası durumundadır. YÖKBaşkanı’ndan ÖSYM Başkanı’na, Milli EğitimBakanı’ndan TÜSİAD’a eğitimin paralı olmasıgerektiği yönünde açıklamalar yapılmaktadır.Geçtiğimiz günlerde har(a)çlara %500’e varanzamların yapılacağının dillendirilmesi ve ardın-dan yalanlaması da, saldırıların önümüzdekidönemde yoğunlaşacağını göstermektedir.Şimdilerde gündemden düşse de okulların satışaçıkarılmak istenmesi de bu saldırıların birparçası durumundadır.Geçtiğimiz aylarda dönemin İstanbul ValisiMuammer Güler 22 okulun satışa çıkarılacağınıaçıkladı. “İstanbul'da rantı yüksek, artık ticarialan olarak değerlendirilebilecek, büyük katmadeğer yaratabilecek” okulların satışından sözederek, “ticari alanlarda, ana meydanlarda veyol kavşaklarında kalan, eğitim-öğretimbakımından daha uygun mekanlara taşınabile-cek, ama bulunduğu yer itibariyle gayri menkulanlamında rantı yüksek okulların satışı vedevri” ile ilgili bir kanunun bulunduğunu, bukanun çerçevesinde, içerisinde özel idareye aitilköğretim okullarını da bulunduğu bazıokulların satılacağını ifade etti. Satışı yapılacakokulların mekanının turizm veya iş merkeziolarak değerlendirilebileceğini belirtti. Eğitimin ticarileştirilmesi yönlü adımlarınıhızlandıranlar bu kez de okullarımıza göz dik-miş durumdalar. İstanbul’daki okulların sayısıhali hazırda yetersizken, özellikle ilköğretimde70-80 kişilik sınıflarda öğrenciler “eğitim”almaya çalışırken, “değerli” okulların satılmasıve bunların turizm alanı olarak değerlendirilerekdaha fazla kar elde edileceği tartışılıyor. Vali,her ne kadar “elde edilen gelirle yenisiniyapacağız” dese de, ardından ekliyor: “Okulyapacak arsa bulamıyoruz”. Eğitim Sen 3 No'lu Şube Başkanı NebatBukrek konuyla ilgili şunlarısöylüyor:“Eğitimde bir ticarileştirme,özelleştirme söz konusu. Okul sayısında birazalma yaşanırken öğrenci sayısında artış var.2002-2003 Eğitim-Öğretim Yılı'nda 35 bin 133okul mevcutken, 2008-2009 döneminde bu sayı33 bin 769'a düştü.” Okulların giderekticarethane haline getirildiğini ifade eden

Bukrek,“Geçmişte yaşadıklarımıza da bakılırsa,okullar için gösterilen arsalar sağlıklı yerlerolmayacak” diyor.Okullar üzerine yapılan hesaplar ve açıkla-malar hiç de şaşırtıcı değildir. Eğitiminmetalaştırılması, bunun doğal sonucu olarakniteliksizleşmesi, üniversite-sermaye işbirliği,GATS üyeliği, bu çerçevede özel okullarınteşviki vb. yıllardır sürdürülen politikaların birsonucudur. Okulların satılığa çıkarılması da buçerçevede ele alınmalıdır. Yaşamını “kar, daha çok kar” üzerindenidame ettiren kapitalist sistem girdiği krizkoşullarından çıkma yolunu ararken, karşısınaçıkan her alanı “değerlendiriyor”. “Tümtoplumun sınıf savaşımı içindeki sınıfların konu-mu ile şekillendiği ve eğitimin de üretimilişkileri ve sınıfsal çelişkilerle iç içe geçtiği”dünyada eğitimin piyasalaşması, üniversitelerinbirer ticarethaneye ve öğrencilerin müşteriyedönüştürülmesi yetmiyormuş gibi şimdi de göz-lerimizi okullarımıza çevirmiş durumdalar.Öğrencilerden alınan paralarla yetinmiyorlar,turizmden gelecek olan “dolarları” düşünüyor-lar.Tüm bu saldırılar ticarileşen eğitim sürecibütünlüğü içinde ele alınmalıdır. Çünkü busaldırı sınırlı bir uygulama değil çok yönlü birsaldırı sürecinin parçasıdır. Buna karşı verilecekmücadele de bu bütünlük içerisinde elealınmalıdır.“Bizler, ticari eğitim, geleceksizlik vb.sorunların daha yakıcı yaşandığı lise ve üniver-sitelerde gençliğin talepleri ekseninde sözümüzüdaha güçlü ve yaygın bir şekilde söylemeliyiz.Gençliğin geleceğini gas eden, beyinlerini ken-disine zincirleyen, eğitimden birçok hakkınakadar elinden alan kapitalist sisteme karşıgençliği örgütlü mücadelenin parçasıyapmalıyız.Yoğunlaşan saldırı süreçleri ortak birzeminde hareket etmenin gerekliliklerini bir kezdaha önümüze koyacaktır. Bugünden başlayarakyeni dönemde birleşik bir şekilde hareketetmenin olanaklarını yaratmalıyız. Güçlü birşekilde yanıt üretebilmek, kitlesel bir hareketyaratabilmek için birleşik bir zeminde fiili-meşru mücadeleyi yükseltmeliyiz.”

Ticari eğitim saldırılarına son!Eşit, parasız, bilimsel, anadilde eğitimistiyoruz!

Okul binalarını da satışa çıkarmak istiyorlar...

Ticari eğitim saldırılarına son!

Page 17: Ekim Gençligi

Öğrencilerin kazandıkları üniversitelerin açıklanmasıile birlikte eğitim dönemi öncesi hazırlıklar başlamışoldu. Aileleri ve öğrencilerde başlayan telaş, işçi veemekçi aileler açısından zorlanma ile yaşanacak. Zira ev-lerinden uzağa gidecek öğrencilerin barınma masrafları,zaten krizin ağır bedellerini ödemeye zorlanan milyon-larca ailenin belini daha da bükecek. Bir yanda sınırlı sa-yıda devlet yutları ve özel yurtlar, bir yanda ise cemaatyurtları ve öğrenci evleri… Hangisi tercih edilecekolursa olsun, barınma sorunu bugün işçi ve emekçilerin çocukları için son derece yakıcı olacaktır.

Yaz ortalarında üniversite har(a)çlarına yapılacak zam oranın tartışılmaya başlanması, öğrencigençlik içinde bir hareketlenme ile karşılık bulmuştu. Bu süreçte dikkat edilmesi gereken, öncelikleyakıcı bir şekilde işçi-emekçi çocuklarının etkilendiği paralılaştırma saldırılarını bir bütün ola-rak ele alabilmektir. Kayıt masrafları, karne paraları ve üniversite harçlarının yanısıra teknikgezi masrafları, kömür parası, temizlik parası, bilgisayar labarotuarı yardımları ile bu saldı-rının kapsamı oldukça geniştir. Tabloyu bütünlüklü bir biçimde görmeli ve eğitimin tica-rileştirilmesini hedefe alan bir talep belirleyerek ulaşımdan yemekhaneye, kırtasiyedenbarınmaya tüm alanları yerli yerine oturtabilmeliyiz.

Neo-liberal ekonomi politikaları ile eğitim kapsamına giren haklarımız bugünhızla gasp edilmektedir. Eğitim sürecinin tüm kalemleri çeşitli adlar altında biz-lere faturalandırılıyor. Haraç, bağış, kayıt parası vb.’nin yanısıra bir öğrencinineğitim görebilmek için ihtiyaç duyduğu ulaşım, yemekhane ve barınma gibiihtiyaçların tümü ailenin sırtına yükleniyor ve herkes parası kadar eğitimemahkum ediliyor. Her yıl milyonlarca öğrenci, kayıt olabildikleri üniver-site ve orta öğrenim kurumları için ailelerinin yanından ayrılıyor ve ba-rınma sorunu ile yüzyüze kalıyorlar. Yurtların durumu her eğitim yılıbaşında milyonlarca işçi ve emekçi ailenin kabusu haline geliyor.

Sermaye düzeninin kişiyi kendi imkanları çerçevesinde kalacak bir yer bulmak zo-runda bırakmasıyla, anayasada vurgulanan “parasız eğitim” boş bir laf haline geliyor. Ser-maye devletinin güdük çözümü olan ve en “cüzzi ücret”i talep eden devlet yurtları ilk aklagelebilecek olanakken, bugün ne kapasite olarak ne de nitelik olarak bir öğrencinin eğitim hayatı bo-yunca barınma ihtiyacını karşılayabilecek durumdadır. Birçoğu metrepollerdeki üniversitelerin yakı-nında dahi değildir. Taşrada ise aradaki mesafe şehirler arası ölçekte olabilmektedirler.

İş böyleyken, birine yerleşebilseniz, yani yine aylık bir ücret ödeyerek, 8 kişilik odaları olan üni-versiteye uzak bir yurda yerleşseniz dahi, buralarda koşullar ihtiyacı karşılamaktan alabildiğineuzaktır. Etüd mekanları yetersizdir, kantinler, internet ve bilgisayar imkanı özelleştirilmiştir. Kısa-cası barınma ihtiyacını karşılamaktan alabildiğine uzaktırlar.

Özel yurtlar ise söz konusu tablodan şöyle ayrılırlar: Hemen hemen aynı koşullara sahipolursunuz, sadece odanızı daha az öğrenci ile paylaşırsınız ve bunun için de aylık olarakyüzlerce lira para ödersiniz. Devlet yurtlarının yıllık ücreti yaklaşık 800 TL’den başlaya-rak bin TL’yi aşmaktadır. Özel yurtların ücretleri ise genellikle 3 bin TL civarından baş-layarak 7-8 bin TL’ye varmaktadır.

Eğitim alanı üzerinden sermayeye açılan imkanlar ile birlikte, bu adaletsiz tablo-dan faydalanmak isteyen düzen içi bir dizi gerici kamp da barınma alanına elini at-mıştır. Cemaat yurtları, eğitim masrafları altında ezilen işçi ve emekçiçocuklarını gerici ideolojiler ile esir almak için birbirleri yarışmaktadırlar.

Bozuk düzende sağlam çark olamayacağı, üniversite eğitiminin tüm kalem-leri üzerinden kendisini bir kez daha göstermektedir. Barınma bu çarklardan sadecebiridir. Bugün kayıt hazırlıkları ile birlikte eşitsizliğin en yakıcı yüzlerinden biri olarak tek-rar karşımıza çıkmıştır. Geleceksizliğe mahkum edilen milyonların bu sermaye düzenini yok et-mekten başka şansı yoktur.

17

Parasız eğitim istiyoruz!

Tüm öğrencilere parasız

nitelikli barınma hakkı

Page 18: Ekim Gençligi

Son dönemde iktidardakilerin ağızlarından yansıyan, bir korkununizdüşümüdür. Açıklamaları yapan kişiye bakıyoruz, biliyoruz ki bucümleleri sarfeden sadece bir kişi değil bir sınıfın temsilcisidir. Aitolduğu sınıfın üslubuyla konuşuyorlar: “Ekmek bulamazsanız pastayiyin”den, “asmayalım da besleyelim mi?”ye kadar tüm cümleleradeta pervasızca yineleniyor. Ancak, “kaşıkla verip kepçeyle alan” buzihniyet yaptıklarını allayıp sunmayı da çok iyi biliyor. Bu zihniyetingünümüzdeki temsilcisi olan AKP’nin en yetenekli olduğu konulardanbirisi de “iyi görüntü vermek”. Bu “iyi görüntü” verme çabasınınaltındaki korkuyu görebiliyoruz.

İstanbul Menkul Kıymetler Borsası’nın Eğitime Katkı Projesiprotokol imza töreni yapıldı. İmza töreninde konuşma yapan TayyipErdoğan şunları söyledi: "Bizim için eğitim en öncelikli meselemiz.Çünkü eğitimde eğer bizler dünyayla yarışta bu açığı kapatırsak ozaman Türkiye’yi, bu milletin evlatlarını tutana aşk olsun.

Bakınız sulu-kuru her türlü kötü alışkanlıklar gençliğimizde var. Butabi gençliğimizin ne yazık ki çok çok arzu edilmeyen yerlere doğrukaydığını gösteriyor. Eğer suç oranlarında bazı konulardaki artışlarvarsa ebeveynler olarak bizim, okullarımızdaki eğitim anlayışının,devlet olarak hükümet olarak bize ait şüphesiz ki eksikler var sorunlarvar. Eğer kötü haberler, kara haberler duymak istemiyorsak,yavrularımızı bu istenmeyen durumlara düşmesini istemiyorsak devlet-millet elele vereceğiz. Çocuklarımızı çok daha iyi yetiştirmek ve bukötü alışkanlıklardan kurtarmak suretiyle yavrularımızı bu ülkeninaydınlık geleceğine birer köşe taşı olarak görmek istiyoruz. Bunun içinokullarımızın çok büyük önemi var. Ama anne-baba olarak bizlerin deçok büyük görevi var. Yola çıkarken ’Türkiye’nin yeniden inşasında 4temel taşımız var’ dedik. Eğitim, sağlık, adalet, emniyet.’’Türkiye’yi budört temel taş üzerinde yükselteceğiz’ dedik…”

“Öncelikli meselemiz eğitim”

Bir süre önce har(a)çlara yapılacak zamlara karşı eylem yapanöğrencilere adap dersi veren Tayyip Erdoğan, öncelikli meselenineğitim olduğunu vurguluyor!

Oysa, AKP iktidarının eğitime yönelik girişimlerine şöyle birbaktığımızda, her bakımdan bir gerileme ve gericileşme yaşandığınıgörüyoruz. Milli Eğitim Bakanlığı’nın merkez ve taşra teşkilatındayaşanan yoğun siyasi kadrolaşma, kamu kaynakları ile özel okullarıdesteklemek, üniversiteleri egemenlik altına alma çabaları, eğitiminiçeriğini daha da gericileştirme yönündeki uygulamalar, paralıeğitimde alınan mesafe vb., vb.’dir. Dönem dönem gündeme getirilentürban, imam hatip ve özel okullara destek tartışmaları ise, eğitimsisteminin gerçek sorunlarının üzerini örtmek ya da eğitimde yaşanantemel sorunları geri plana itmek işlevi görmüştür. Türkiye’de yıllardıruygulanan eğitimde özelleştirme politikaları AKP iktidarı ile birliktedaha da hızlanmıştır. Eğitim giderlerini devletin üstlenmesigerekirken, siyasi iktidarların bilinçli politikalarıyla büyük orandavelilerin omuzlarına yıkılmış, parasız eğitim hakkı büyük bir tahribatauğratılmıştır. Her yıl har(a)çlara yapılan zamlar bunun en somutgöstergesidir.

Buradan bakıldığında, gerçekten de öncelikli meselelerinin eğitimolduğunu söyleyebiliriz! Eğitimi ticarileştirerek işçi ve emekçilerinçocuklarının okuma haklarını gaspetmek, geleceklerini tümüyleçalmak alanında aldıkları mesafe ile nasıl bir öncelik anlayışına sahipolduklarını göstermektedirler.

“Sorunun çözümü aile”de!

Gençliğin sahip olduğu “kuru-sulu” her türlü kötü alışkanlığı dilegetirirken, sorunun sadece gençlikten ibaret olmadığını davurguluyor Tayyip Erdoğan. Kuru-sulu kötü alışkanlıktanımlamasının içerisine yalnızca gençlikteki yozlaşma ve

çürüme değil, örneğin konsere gitmek, arkadaşlarıyla dolaşmak,har(a)ç zamlarına ‘hayır’ demek, ‘parasız eğitim’ istemek, savaşsız,sömürüsüz, sınırsız bir dünya düşü kurmak vb. de giriyor. Gençliği“sorun” olarak tanımlarken, çözümü için aileden eğitim sisteminebirçok noktaya değiniyor ve görevin büyük bir kısmını aileyeyüklüyor.

Oysa bu düzende aile de bu sistemin bir parçasıdır. “Gelenekselaile kapitalist toplum düzeninin temel direkleri arasındadır, onuayakta tutan en temel kurumlardan biridir. Toplumun istikrarı vegeleceği ile aile arasında organik bir bağ kurar burjuva ideolojisi,politikası ve dolayısıyla da popüler propagandası. Burjuvazi bugünkübiçimiyle ailenin kendi düzeninin mikro birimi olduğunu ve düzenleuyumlu, onun ihtiyaçlarına yanıt veren insanın öncelikle aile ilişkileriçinde üretilip yetiştirildiğini çok iyi bilir.”

Erdoğan da bu bilinçle aileye işaret ediyor, geleceği içinmücadelenin yolunu tutan değil “geleneksel aile” eliyle zaptu raptaltına alınmış bir gençlik özlemini dile getiriyor.

Dört temel köşe taşı: Eğitim, sağlık, adalet, emniyet

Kapitalizmin tek temel taşı vardır: Daha fazla kar! Bunun için dedaha fazla sömürü ve köleleştirme!

Türkiye’nin bu köşe taşları üzerinde yükseleceğini söyleyenlerindüzeni, baskı, terör ve azgın bir sömürü üzerine oturmaktadır. Onlarınadaleti, ahlakı, dini ve ideolojisi her alanda sömürüyü ve eşitsizliğimeşrulaştırmaktadır. Örneğin, köşe taşlarından eğitim ve sağlık bir hakolmaktan çıkarılmış bulunmaktadır.

Öte yandan, çürüyen kapitalist düzen insana dair olan değerlerihızla çürütmekte, burjuva yozlaşma ve ahlaksızlık giderek tümtoplumu etkisi altına almaktadır. Gençliğe ilişkin işaret edilen “sulu-kuru her türlü kötü alışkanlık” kuşkusuz bunları da kapsamaktadır vebu düzen koşullarında gençliğin bu alışkanlıklardan kurtulması içingeleceği için mücaeleye atılması dışında bir çözüm yolu yoktur.Mücadele yolunu tutumayan gençlik, ya burjuva yozlaşma batağındaçürümeye ya dinsel gerici hurafelerle beyni dumura uğratılmaya, daırkçı şovenizmle zehirlenmeye mahkum edilmektedir.

Onların ahlakına ve adaletine gelince... Burjuvazinin adaletindeeşitlik yalnızca kağıt üzerinde kalan bir yalandır. Parası olmadığı içinhırsızlık yapmak zorunda kalanı döverken, farklı düşüncelerisansürlerken, insanları savaşa gönderip ölümleri üzerine gözyaşıdökerken, sağlıklı yaşamın önemine değinip SSGSS yasasınıgeçirirken, kısa yoldan zengin olmayı gençlere bir başarı felsefesiolarak sunarken, ormanlarımızı kesip televizyon ekranlarında sırıtarakbu katliamlardan ülkemizin para kazandığını iddia ederken, adaletüzerine nutuklar atıp bir yandan elikanlı katilleri hapishaneden çıkarıpdiğer yandan devrimci tutsakları ölüme mahkum ederken, ahlaktan veadaletten sözetmek tam bir arsızlıktır.

Geçmişten günümüze “sorun” olarak gençlik

68’de 6. Filo’yu denize döküyorduk, 70’lerde boykotlarımızlabütün toplumsal tepkilerin yanında yerimizi alıyorduk, 89’da bahareylemliliklerindeydik, 95’te Gazi’deydik, 96’da üniversiteleriişgallerimizle özgürleştiriyorduk, 2000’lerde Türkiye’de, Almanya’da,Fransa’da, İtalya’daydık... 2008 Aralık ayında Atina’da, "Heryerdeyiz. Biz gelecekten bir resimiz" diyorduk...

İktidardakilerin “iyi görüntü vermek” noktasındaki yeteneklerikorkularını gizlemeye yetmiyor.

Birçok tarihsel olayda rol oynayan gençlik bundan sonra da“sorun” olmaya devam edecektir. Tek tutarlı sınıf olan işçi sınıfınınyanında, öncüsünü izleyecektir!

“Gençlik sorunu” mücadele alanlarında çözülecek!

18

Page 19: Ekim Gençligi

Bir süredir DTP eksenli olarak komünistlere yönelen tehditve zorbalık girişimleri yeni boyutlar kazanarak sürmektedir. 28Ağustos 2009 tarihinde başlayan Geleneksel 1 Mayıs MahallesiFestivali’nde açılan Kızıl Bayrak standı, DTP’li bir grubunsaldırısına uğradı. Stand dağıtılmakla kalmadı, saldırıya karşıkoyan sınıf devrimcileri de uğradıkları saldırı sonucu yara-landılar. Saldırı nedeniyle festivali programı iptal edildi.

30 Ağustos günü Kızıl Bayrak tarafından yapılan “Sesimiziengellemeye gücünüz yetmez!” başlıklı açıklamada şunlarsöylendi:

“Gazetemiz Kızıl Bayrak ve devrimci siyasal faaliyetimizeyönelik devletin baskı, gözaltı, yasaklama ve sansür biçimindesüren engelleme çabası biliniyor. Bu saldırılar yeni değil. Tarihsahnesine çıktığımızdan bu yana neredeyse kesintisiz sürmüştürbu saldırganlık. Kuşkusuz devletin bu saldırganlığının birsiyasal sınıf mantığı var. Bunun için her saldırıyı büyük birsoğukkanlılıkla ve devrimci direnişçi bir duruşla karşılıyoruz.

Fakat bugünlerde yeni bir saldırganlık biçimiyle karşılaştık.Geçtiğimiz günlerde gazetemizi basan Kürt hareketine yakın-lığıyla bilinen Gün Matbaası, ‚‘basmama’ tehditiyle gazetemizesansür uygulamaya kalktı. Gerekçe, gazetemizde M.CanYüce’nin yazılarına yer vermemizdi. Gazetemizle ilişkisitümüyle ticari boyutlarda olan bu matbaanın bugüne kadar hertürlü saldırıya karşı ilkelerden ödün vermeden yayıncılık yapanKızıl Bayrak’a böyle bir dayatmada bulunmasını hakaret say-dık. Bunun için bu mabaayla ilişkimizi kestik ve durumu da ka-muoyuna ‚Zorunlu bir açıklama’ başlığıyla duyurduk.

Açıklamamızda bu girişimi, ‘Devrimci basına yöneliksaldırıların arttığı ve dayanışmanın yükseltilmesinin büyük birönem taşıdığı bir süreçte Kızıl Bayrak gazetesinin yayınfaaliyetini aksatmaya ve sansüre tabi tutmaya yönelik bir gir-işim’ olarak değerlendirmiş ve bu saldırının ‘özgür basın ge-leneği’ni savunmak için devlete karşı yıllarca direnmiş, hertürlü saldırıya, baskıya, katliama karşı mücadele etmiş birhareketten gelmesini düşündürücü bulduğumuzu belirtmiştik.

Fakat, muhataplarımız bu açıklamamız üzerine oturupdüşünmek ve gerekli sonuçları çıkarmak yerine saldırılarınındozunu yükseltmeyi seçmişlerdir. 30 Ağustos günü, 1 MayısMahallesi’nde yapılan festivalde, M.Can Yüce'nin yazısının yeralmasını gerekçe göstererek gazetemizin satışını engellemeyekalkmışlar, engelleyemedikleri için de standımıza saldır-mışlardır. Çalışanlarımızın darp edilip, standın dağıtıldığı busaldırı, komünist faaliyete ve devrimci eleştiriye karşı taham-mülsüzlüğün ürünü alçakça bir saldırıdır. Özünde devletinfaşist baskı ve teröründen bir farkı yoktur.

Fakat bilinmelidir ki, bugüne kadar devletin türlü baskı veişkencesine karşı diz çökmediğimiz gibi bu türden saldırılarkarşısında da diz çökmeyiz, papuç bırakmayız. Şu da iyi bilin-melidir ki, bu saldırıya yapanların ne Kürt halkının özgürlükmücadelesiyle, ne de demokratik hak ve özgürlük mücadelesiyleyakından uzaktan bir ilgisi yoktur, olamaz. Bu tür davranışlarsadece ve sadece döner sahibini vurur.

Tüm devrimci, ilerici güçleri bu saldırıyı kınamaya ve hesapsormaya çağırıyoruz. Yine ilgili Kürt siyasi öznelerini busaldırıları durdurmaya, gazetemize yönelik bu alçakçasaldırıyla ilgili açıklama yapmaya çağırıyoruz.”

1 Mayıs Mahallesi Festivali sonrası süreçte de saldırı tehdit-leri sürdü. 3-6 Eylül tarihlerinde yapılması planlanan 4. Ge-leneksel Sarıgazi Halk Festivali’nde Kızıl Bayrak gazetesistandı açıldığı taktirde “benzer bir saldırının önünün alınama-yacağı”nın Sarıgazi DTP temsilcileri tarafından ifade edilmesiüzerine, Festival Tertip Komitesi’nde yeralan kurumlar festivaliiptal edilip edilmemesi konusunda bir tartışma yürüttüler. Üm-raniye BDSP, bu görüşmeler esnasında, festivalin iptal edilmesitartışmasına ve saldırgan tutuma ilişkin olarak açıklamasında şuifadelere yer verdi:

“4 yıl önce devrimciler tarafından belediyenin elinden alın-mış anlamlı bir festival. Bunun iptal edilmesi bir sorun, oradayeni bir saldırının yaşanacak olması ayrı bir sorun. Fakat bizçekilmiyoruz. Çünkü bizim burada aldığımız tutum tek başınaDTP’ye karşı aldığımız bir tutum değildir. Size DTP ya daBDSP tarafında olmanız gerekiyor demiyoruz. Ortada meşruolmayan bir şiddet var. Bizim BDSP olarak meşru gördüğümüztek şiddet devrimci şiddettir, o da karşı-devrimcilere uygulanır,faşistlere uygulanır. Açık söyleyelim, diğer kurumlar benzersaldırıları başka kurumlara uygularsa burada bizim alacağımıztavır nettir. Bu yüzden bu sadece DTP ya da BDSP arasındakibir mesele değildir. Burada tek başına festivalin geleceğitartışılıyor. Fakat bizim için asıl olarak DTP’ye eleştiri yönel-ten her kurumun ajitasyon-propaganda özgürlüğünün gele-ceğinin de tartışılması gerekiyor. Biz bu festivalde sadeceismimiz geçsin diye burada değiliz. Burası bizim çalışmamızınbir parçasıysa eğer standımız olmadan, politik yayın organı-mızı emekçilere ulaştırmadan orada olmamızın hiçbir anlamıyoktur. Politik yayın organımız bizim ideolojimizinkılavuzudur.”

Yapılan bu tartışmalar sonucunda Sarıgazi Halk Festiva-li’nin de iptal edilmesi kararlaştırıldı.

Biz de Ekim Gençliği olarak geçmiş yıllarda, 2006Mart’ında, aynı yasakçı ve saldırgan tutumla karşılaştık.YÖGEH tarafından, Ekim Gençliği’nde çıkan bir yazı gerekçegösterilerek, dergimizi satamayacağımız, satmaya devam et-tiğimiz durumda bunu engelleyecekleri söylendi. Bu yasakçıtutuma karşı net bir şekilde tavrımızı ortaya koyarakfaaliyetimizi örmeye devam ettik. Bunun üzerine İstanbulÜniversitesi’nin Edebiyat ve Avcılar Kampüsleri’ndemasalarımıza ve yoldaşlarımıza saldırı gerçekleştirildi. Busaldırıları kararlı tutumuzla püskürttük.

Biz komünistler, nasıl bugüne kadar tüm tehdit ve saldırılarkarşısında çizgimizden taviz vermeden devrim ve sosyalizmmücadelemizi büyütme çabamızı sürdürdüysek, bundan sonrada aynı çizgide yürüyeceğiz.

Ekim Gençliği19

Hiçbir tehdit ve saldırı sınıf devrimcilerinin düşünce,

ifade ve eleştiri özgürlüğünü kısıtlayamaz!..

Komünistlere yönelik zorbaca

saldırılar sürüyor!

Page 20: Ekim Gençligi

Gençlik hareketinin önderlik boşluğunu doldurma iddi-asında olan biz genç komünistler, bunu başarabilmekiçin, hızla işçi sınıfının komünist partisinin kimliğineuygun bir kadrosal gelişmeyi yaşayabilmek duru-mundayız. Bu çerçevede komünist gençlikörgütünün ihtiyaçlarına yanıt vermeamacıyla gerçekleştirdiğimiz kampımızınçok yönlü eğitim ihtiyacını giderme vepartili bilinci ilerletme gibi iki temelhedefi vardı. Elbette ki ideolojik, poli-tik ve örgütsel eğitim bir devrim-cinin yaşamı boyunca devamedecektir. Biz bu kampla birlikte“düşünen ve savaşan militan-lar”a ulaşabilmenin biradımını atmaya çalıştık.Kamp süreci boyuncayapılan sunumlarla, kam-pın iç işleyişi ve kolektifbilinçle beraber “düşü-nen ve savaşan mili-tanlar” cümlesinitemeldayanaklarınakavuşturmaya,içselleştirmeyeçalıştık.

Geçtiğimiz dönemi tamamlarken, yaptığımız değerlendir-meler doğrultusunda önümüze çok yönlü bir eğitim ve gelişim

süreci koyduk. Yüzyüze olduğumuz zaaflı tabloyu kırmak,devrimci-partili yaşamı özümsemek noktasında mesafe alabilmek

için öncelikli hedeflerimizi belirledik. Kadrosal gelişimi sağlamakhedefiyle ideolojik, politik ve örgütsel eğitim sürecini önümüze koy-

duk. Bir başlangıç adımı olarak “Daha güçlü bir komünist gençlikörgütü için ileri!” şiarlı bir kamp örgütledik.

Dönemin sonunda yaptığımız değerlendirme, “Genç komünistler, budeğerlendirmeler ışığında önümüzdeki sürece dönük müdahalelerini

bütünlüklü bir biçimde hayata geçireceklerdir. Yeni dönemde gençlikiçerisindeki devrimci önderlik boşluğunu doldurma iddiasıyla hareket ede-

cekler, birleşik, kitlesel, devrimci bir gençlik hareketi ve örgütünü adım adımkavga içerisinde öreceklerdir” cümleleriyle bitmektedir. Gençlik hareketinin

hep işaret ettiğimiz apolitizm ve örgütsüzlük gibi yapısal sorunları, gençlikgruplarının gençlik hareketine ilgisizliği, iddiasızlığı ve politikasızlığıyla bir-

leşince kronikleşen sorunlara dönüşebilmektedir. Gençlik hareketinin bu verilikoşullarında hareketin önderlik boşluğunu doldurma iddiası daha da önemli bir

yerde durmaktadır. Bu iddiayı ete kemiğe büründürmek ise, “Gençlik içinde prole-tarya sosyalizminin/işçi sınıfı devrimciliğinin bayrağını yükseltmek, ideolojide,

politikada, değerler sisteminde ve nihayet belirleyici bir alan olarak pratikmücadelede bunu layıkıyla temsil etmeyi başarabilmek”ten geçmektedir.

Bu noktada ideolojik ve politik eğitim, pratik mücadele alanındaki görevlerin ye-rine getirilmesi ve örgütlenme sorununun aşılması öncelikli hedeflerimizdendir.

Genç komünistlerin önlerinde duran en öncelikli sorun alanı ise, partisiyle bütünleşipdevrimci değerlerini içselleştirmesidir. Partili kimlik; ideolojik kimlik, politik kimlik ve

militan/direnişçi kimliğin bütünselliğinde şekillenmektedir. Gençlik hareketinin önderlikboşluğunu doldurma iddiasında olan biz genç komünistler, bunu başarabilmek için, hızla işçi

sınıfının komünist partisinin kimliğine uygun bir kadrosal gelişmeyi yaşayabilmek durumun-dayız. Bu çerçevede komünist gençlik örgütünün ihtiyaçlarına yanıt verme amacıyla

gerçekleştirdiğimiz kampımızın çok yönlü eğitim ihtiyacını giderme ve partili bilinci ilerletmegibi iki temel hedefi vardı. Elbette ki ideolojik, politik ve örgütsel eğitim bir devrimcinin yaşamı

boyunca devam edecektir. Biz bu kampla birlikte “düşünen ve savaşan militanlar”a ulaşabilmenin biradımını atmaya çalıştık. Kamp süreci boyunca yapılan sunumlarla, kampın iç işleyişi ve kolektif

bilinçle beraber “düşünen ve savaşan militanlar” cümlesini temel dayanaklarına kavuşturmaya,içselleştirmeye çalıştık. Yaşamını devrim ve sosyalizm davasına adama tercihinde bulunan her birey kendi içerisinde de devrimci

bir süreci başlatmış olur. Düzenle olan tüm bağların yıkılması ve yeni bir kültür ve değerler sistemi edinme olaraktarif edebileceğimiz bu süreç, kendi içerisinde altüst oluşları barındırmaktadır ve hiçbir zaman bu altüst oluşlar tam

anlamıyla tamamlanmış sayılmaz. Geleceği yaratma iddiasındaki bir partinin gençliği olmanın yükümlülüklerini bil-ince çıkarmalı, devrimin ihtiyaçlarını görerek yaşamlarımızı şekillendirmeliyiz. “Daha güçlü bir komünist gençlikörgütü için ileri!” şiarıyla gerçekleşen kampımız, bu ihtiyaçların ürünü olarak doğmuş ve sorunların çözümünoktasında gösterilen ısrarın somutlanması olmuştur.

Eksikliklerimizden öğrenerek yol yürüyoruz!Kampımızı önceleyen aylarda ihtiyaçlar gözönüne alınarak bir dizi seminer başlığı belirlenmiştir. Bu başlıkların20

Başarılı bir kamp çalışması ile yeni döneme hazırlık...

Daha güçlü bir komünist gençlik örgütü için ileri!

Page 21: Ekim Gençligi

21

içeriği ve sıralanışları kendi içinde bir bütünselliği ifade etmektedir. Sunumların paylaşımında olabil-diğince çok sayıda genç komünist görev aldı. Salt bir sunuma hazırlanmak bile kendi içinde bireğitim sürecidir. Bu bilinçle yapılan paylaşım, ilk defa sunum yapacak yoldaşlarımıza da deneyimkazandırmış oldu. Ancak sunum paylaşımını yaygınlaştırmak, başlıkları bölerek görev dağılımınıartırmak yönlü tercihin bir sonucu olarak, sunuma hazırlanan yoldaşlarımızın bir araya gelmesi veistenen düzeyde bir ön hazırlık süreci noktasında belli zorlanmalar yaşanmıştır.

Bu yönüyle kampımızın ön süreci istenilen başarıyı yakalayamamış, bir takım eksiklikler ken-disini kamp sürecinde de göstermiştir. Sunum başlıklarına dair yerellerde ön eğitim süreçlerininörülmemesi, sunumların ve tartışmaların ayrıntılanarak uzamasına neden olmuştur. Belirli yerellerdesunum ekseninde veya kampın başlıkları üzerinden eğitim çalışmaları hayata geçirilmiş olsa dasınırlı kalmıştır. Yaz döneminde pratik faaliyetin yoğunluğu, yoldaşlarımızın yaz döneminde sınıfçalışması alanında konumlanmaları gibi nedenler elbette eksikliğin bir nedenidir ancak asla birbahanesi olamaz. Sonuçta ortaya çıkan tablo kampın ön sürecinin verimli bir biçimde kullanılmamışolduğudur.

Kamp sürecinde sunumlar ağırlıklı bir yer tutmuştur. Sunumlar için ayrılan süreler tartışma ihti-yacı nedeniyle sürekli uzamış, bu noktada planlamayı aksatabilmiştir. Gece geç saatlere kadar sürentartışmalar, uyku ve gündüz beraber geçirilecek saatlerden fedakarlık edilmesini gerektirmiştir. Gençkomünistlerin iradesiyle kampın amacı doğrultusunda yapılan bu tercih nedeniyle kolektif yaşamıhayata geçirebileceğimiz saatlerimiz oldukça sınırlı kalmıştır. Bu yoğunluk doğal olarak zihinselyorgunluk nedeniyle yer yer sunumların takip edilmesini de zorlaştırmıştır. Zaman sorunu nedeniylesunum bazı başlıkları ise iptal edilmiştir. Bu başlıklar: Ortadoğu-İran, kadın sorunu, kriz ve kitleçalışmasının sorunlarıdır. Ayrıca yapılması planlanan şehit yoldaşlarımızın anması da gerçekleştirile-memiştir.

Günün ağırlıklı bir bölümünü tartışmalarla geçiren genç komünistler, sunumlarda marksist tahlilyönteminin kavranması noktasında belirli bir yol katetmişlerdir. Tartışmalar bu yöntemle yapılmış,sunumlara ve tartışmalara müdahaleler bu eksende yapılmıştır. Özellikle partili kimlik üzerineyapılan sunum büyük ilgiye konu olmuş, anlamlı tartışmalar yaşanmıştır. Partili kimliğin içselleşti-rilmesi noktasında önemli bir yere sahip olan bu sunumda yoldaşlarımız kafalarındaki sorularacevaplar bulabilmiş ve olumlu anlamda yeni soru işaretleri ortaya çıkabilmiştir. Elbette ki bu soruişaretleri partili kimliğin somutlanması üzerinedir ve ileriye doğru bir sıçrayışı içerisinde barındır-maktadır.

Kolektif yaşam kültürünü hayata geçirebilmek için de bir dizi anlamlı pratik sergilenmiştir. Hergece yapılan gün değerlendirmesi bir dizi küçük soruna anında müdahale etmeyi kolaylaştırmış, gün-lük işlerden nöbetlere dek ayrıntılı planlamalar yapılabilmiştir. Kampın ilk günlerinde planlamada birdağınıklık yaşansa da devrimci bir müdahale ile bu sorun aşılmıştır. Sunum planlamaları da değer-lendirme toplantılarında komün tarafından yapılmıştır. Eleştiri-öz eleştiri mekanizması butoplantılarda hayat bulmuştur.

Ayrıca, kamp süreci boyunca iç illegalitenin gerekleri yerine getirilmiştir. Bu nokta da, eski alış-kanlıklardan arınmak yönlü bir müdahale olarak algılanıp gerekleri hayata geçirilmeye çalışılmıştır.

Kamp süreci boyunca yapılan sunumlar ve tartışmalar, konular üzerine araştırmaya sevk etmiştir. Bir bütün olarak kampımız amacı doğrultusunda işlevini yerine getirmiştir. Bir dizi eksikliğe

rağmen sağladığı başarıyla gelecek döneme anlamlı deneyimler bırakmıştır. Kamptan aldığımız güçle daha da ileriye!

“Daha güçlü bir komünist gençlik örgütü için ileri!” şiarlı kampımız bize ideolojik-politikbirikim noktasında yaşadığımız sorunları bir kez daha göstermiştir. Kampımız, işçi sınıfının

Başarılı bir kamp çalışması ile yeni döneme hazırlık...

Tartışma başlıkları:

1) Marksizm’in üç

temel kaynağı

2) Ekim Devrimi

deneyimi

3) Dünya devrim

deneyimleri

- Latin Amerika Ülkeleri

(Küba, Şili, Venezüella,

Honduras, Arjantin vb.)

- Portekiz deneyimi

- İspanya iç savaşı

- Paris Komünü

- Çin Devrimi

4) Türkiye devriminin

karakteri

5) Ulusal sorun

6) Faşizm ve faşizm

karşıtı mücadele

7) Türkiye sol hareketi

ve parti tarihi

8) Partili kimlik

9) Gençlik hareketi

tarihi

10) Gençlik hareketinin

sorunları ve örgütlenme

sorunları

11) Yayın

12) Geçmiş dönem

değerlendirmesi ve yeni

dönem

Daha güçlü bir komünist gençlik örgütü için ileri!

Page 22: Ekim Gençligi

komünist partisiyle genç komünistler arasındakiideolojik birikim açısının kapanması ve politikyetkinliğe ulaşılması noktasında alınmasıgereken yolu ortaya koymuştur. Ön hazırlık süre-ciyle beraber kamp boyunca yapılan tartışmalarbelli bir birikim yaratmış olsa da, yazımızınbaşında da belirttiğimiz gibi eğitim süreci,bununla birlikte partili kimliği içselleştirmesüreci hep sürecektir.

İşçi sınıfının komünist partisinin çizgisinigençlik alanında var etmekten ve gençlikhareketindeki önderlik boşluğunu bu çizgininışığında doldurmaktan söz ettiğimiz yerde,eğitim çalışmalarının önemi bir kez daha ortayaçıkmaktadır. Yeni dönemde genç komünistler,öncelikle kamp sunum başlıkları üzerinden veelbette, kendi kolektiflerinin saptayacağı eksik-likler üzerinden eğitim çalışmalarına hızvermelidirler. Bu eğitim çalışmalarının biçim veyöntemleri yereller tarafından ihtiyaçlarçerçevesinde belirlenmeli ve marksist-leninistklasikler ve partimizin çizgisini kavrayacağımızkitaplarımızla bütünleşebilmelidir. Eğitim çalış-maları belli periyotlarda düzenli bir biçimdegerçekleştirilmelidir. Bu yapılabildiği ölçüdekampımız, “düşünen ve savaşan militanlar”ıyaratmada bir adım olabilecektir. Gençkomünistler kamp sürecinde gösterdikleri ısrarıeğitim çalışmalarında da gösterebilmelidirler.

Yazımızın girişinde yaptığımız alıntıda vur-gulandığı gibi; ideolojide, politikada, değerlersisteminde alacağımız mesafe, belirleyici biralan olan mücadelenin pratik ayağında da somut-lanabilmek durumundadır. Eğitim çalışmalarıüzerinde yaptığımız vurgu elbette pratik ayağıylabirleştirilmelidir. Bu da kendisini, yayınüzerinden ve pratik-politik faaliyette yaşadığımızsorunların ve zayıflıkların aşılması noktasındagösterilecek ısrarda somutlayacaktır.

Yeni döneme ilişkinKamp sürecinde ayrıntılı bir tartışmaya konu

olan merkezi gençlik yayınımız üzerine birkaçnoktayı vurgulayalım. Merkezi gençlik yayını-mız, politikalarımızı geniş gençlik kitlelerineulaştırmanın ve örgütlenmenin bir aracıdır. Bunedenle yayınımızın, amacına uygun bir biçimdeen etkin kullanımını hedeflemeliyiz. Yayınımızıpolitik olarak beslemeli, güçlendirmeli, katkılarıdüzenli olarak örgütleyebilmeliyiz. Genç komü-nistler önümüzdeki dönemde hem merkezigençlik yayınımıza daha etkin bir katkı sunmalı,hem de yayını daha etkin ve yaygın bir biçimdekullanabilmelidirler.

Tartışma başlıklarımız içerisinde olan ancaktartışılamayan kitle çalışması ve örgütlenmesorunları konusunda da genç komünistlerinönünde bir dizi görev durmaktadır. Geneldeyaygın ve güçlü bir politik-pratik faaliyet örebil-sek de, bu çalışmaların gereken örgütsel olarakkarşılığını alamadığımız açıktır. Ayrıca birleşikve kitlesel bir gençlik hareketi yaratma noktasın-daki ısrar ve çabamız da henüz bir karşılıküretememiş olabilir. Diğer yandan, yoğun birşekilde yürüttüğümüz ajitasyon-propagandafaaliyetlerinde de istenilen düzey yakalanamamış

olabilir. Bu alanlarda yeterince mesafe alamamışolsak bile, ısrar ve irade kırılması yaşamadan yolyürümesini başarabilmeliyiz. Bununla birlikte,bu kadar yoğun bir çalışma pratiğinin örgütselalanda sonuç üretememesinin nedenlerini tartış-malı, kendimize eleştirel bir gözle bakmasınıbilebilmeli, eksikliklerimize çubukbükebilmeliyiz.

Yerel çalışma alanlarımız, yeni dönemebaşlarken, örgütlenme sorununun aşılmasıgereken temel bir sorun olduğu bilinciyle hareketetmelidirler. Bu noktada bir dizi deneyime sahipbulunuyoruz. Bu deneyimleri irdelemeli, zayıfkaldığımız noktaları bilince çıkarabilmeliyiz.

Önümüzdeki dönemde esnek örgütlenmeleryine gündemimizde olacaktır. Bununla beraberyerel yayın faaliyetlerimiz gözden geçirilebil-meli, varsa olanaklarımız bu doğrultuda seferberedilmeli, yerel yayın çalışmamız mevcutsa dahaetkin kullanımının yolları belirlenmelidir. Klüp-ler, öğrenci toplulukları, meslek odaları etkin birmüdahaleye konu edilebilmelidir.

Ayrıca yeni dönemde çalışma alanlarımızolarak yurtlara yüzümüzü dönmemiz gerekmek-tedir. Bu yeni dönem krizin etkileri gençliküzerinde kendisini daha da yakıcı olarak göstere-cektir. Barınma sorunu da bunlardan birinioluşturmaktadır. Bu yönlü bir politik çalışmaihtiyacının yanında, yurt deneyimleri de göster-miştir ki, örgütlenme sorununun çözümhalkalarından birini de bu alanlaroluşturmaktadır. Bu alanlara yapılacakmüdahaleler işçi ve emekçi çocuklarını politik-leştirip ileriye çıkarmayı kolaylaştıracaktır.

Daha güçlü bir komünistgençlik örgütü için ileri!Kampımız bir takım eksiklikleri barındır-

makla beraber başarıyla sonuçlandırılmıştır.İdelojik-politik eğitim alanında bir adım atıl-mıştır. Kolektif yaşayışın anlamlı örneklerisergilenmiştir. İç illegalite ve güvenlik ilebirlikte devrimci bir örgütün yaşamsal önemikavranmıştır. Sıra, bu adımı daha güçlü birbiçimde ileriye doğru taşıyabilmektir. Sıra, par-timizle aramızdaki ideolojik açınınkapanmasında gösterilecek azami çabadadır.Sıra, her alanda partili kimliğin gereklerini yeri-ne getirmek, iç işleyişimizi bu noktada tekrargözden geçirerek düzenlemektedir. Sıra,yoldaşlık ilişkilerini kuvvetlendirmek, yaşamınher alanında devrimci değerleri oturtmaktadır.Sıra, partiyle bütünleşme iddiasını somutlamak-tadır. Sıra, bu bilinçle gençlik hareketindetuttuğumuz misyonu kavrayarak daha güçlü birkomünist gençlik örgütü yaratmaktadır.

Kampla birlikte atılan adımlar, yeni dünyayıyaratacak yeni insanların adımlarıdır. Yenidönemde genç komünistler birleşik, kitlesel, mi-litan bir gençlik hareketi yaratma çabasıylabirlikte harekete önderlik edecek olan komünistgençlik örgütlerini büyütecek ve güçlendirecek-lerdir! “Gençlik gelecek, gelecek sosyalizm!”şiarını somutlayacaklardır!

Genç Komünistler22

Sıra, bu adımı daha

güçlü bir biçimde ileriye

doğru taşıyabilmektir.

Sıra, partimizle

aramızdaki ideolojik

açının kapanmasında

gösterilecek azami

çabadadır. Sıra, her

alanda partili kimliğin

gereklerini yerine

getirmek, iç işleyişimizi

bu noktada tekrar

gözden geçirerek

düzenlemektedir. Sıra,

yoldaşlık ilişkilerini

kuvvetlendirmek,

yaşamın her alanında

devrimci değerleri

oturtmaktadır. Sıra,

partiyle bütünleşme

iddiasını

somutlamaktadır. Sıra,

bu bilinçle gençlik

hareketinde tuttuğumuz

misyonu kavrayarak

daha güçlü bir komünist

gençlik örgütü

yaratmaktadır.

Page 23: Ekim Gençligi

İstanbul hareketli bir karşılamaya

hazırlanıyor...

IMF ve DB yeni saldırılar için

İstanbul’da!

Emperyalist-kapitalist sistemin içerisindebulunduğu yapısal krizi kitlelerde büyükhoşnutsuzluğa ve tepkilere yolaçıyor.

Kendi bataklığında debelenen sistem çıkış yoluaramaya, “krizi fırsata çevirmeye” çalışıyor. Debe-lendikçe daha fazla yıkım politikasına başvuruyor.Bu saldırılar ülkemizde işçi ve emekçilere “Özelİstihdam Büroları” ve “İşsizlik Sigorta Fonu’nunyağmalanması”, yoksulluk, işsizlik, öğrencigençliğe ise eğitimin ticarileştirilmesi ve gelecek-sizlik olarak yansıyor.

Hayata geçirilen politikaların gözden geçirile-ceği, yeni sosyal yıkım politikalarının, “uyumpaketleri”nin masaya yatırılacağı bir toplantı Ekimayında (1-7 Ekim) İstanbul Kongre Merkezi’ndegerçekleştirilecek. Dünya Bankası grubu ve IMFGuvernörler Kurulu’nun her yıl düzenli olarakgerçekleştirdikleri yıllık toplantılardan biri olan butoplantı İstanbul’da hareketli bir sürecin geçe-ceğini işaretliyor. Kan emiciler sürüsü ve beslendikleri

damarlar!

Emperyalist-kapitalist sistem kendi devam-lılığını sağlamak için çeşitli yöntemlere başvurur.ABD güdümünde görev yapan birçok saldırıörgütü (NATO, IMF, DB) “soğuk savaş” ortamındaortaya çıkmış ve sonrasında sistem içerisindeyeniden yapılandırılmışlardır.

Uluslararası Para Fonu (IMF) ve DünyaBankası bu örgütlenmelerden yalnızca ikisidir.1944 yılında ABD’nin Bretton Woods kentindetoplanan konferans sonrasında, emperyalistlerinçıkarlarını korumak, dünya ölçüsündeki yağma vetalanı güvenceye almak amacıyla bu oluşumlaragidilmiştir. IMF 1948’de Washington’da faaliyetegeçmiş ve üye sayısı 44’tür. IMF’nin kendinebiçtiği görev; global finansal düzeni takip etmek,borsa, döviz kurları, ödeme planları gibi konulardadenetim ve organizasyonu yapmaktır. DünyaBankası ise, kredi verme ve uluslararası hakemlikyapma görevini üstlenmiştir.

Kendine biçtiği grçek misyonun ne olduğununise elimizdeki veriler üzerinden daha iyi anlaşıla-cağını düşünüyoruz. 1946’dan bu yana IMF ile an-laşma yapan 48 ülkeden 32’sinin ekonomisi çöktü.Milyonlarca insanın açlığa mahkûm edildiği dar-belerin birbiri ardına geldi dönemler geçirildi.Bryan Johnson ve Brett Schaefer’in yaptığı araştır-malar, IMF’den borç alan 48 ülkede kişi başınadüşen zenginlik açısından hiçbir ilerleme kaydedi-lemediğini, bunlardan 32’sinin ekonomisinin çök-tüğünü ortaya koyuyor. Güney Kore, Tayvan,

Endonezya gibi birçok örneğe bu araştırmaiçerisinde veriliyor.

Eşgüdümlü hüreket eden DB ve IMF dünyahalklarının kanı ile beslenmektedir. Emperyalisttekellerin çıkarları doğrultusunda az gelişmişülkelerin ekonomilerini tahrip etmek, neo-liberalsaldırıların dayanaklarını oluşturmaktadır. Kuru-luşundan bugüne hiçbir ülkenin ekonomisi düzelt-memiştir, tersine bu ülke emekçileri daha fazlayoksullaştırılmışlardır. Joseph Stiglitz, artık açığaçıkmış bulunan gerçekler karşısında çaresizlikleşunları söylüyor:

“IMF'nin küstah olduğunu söyleyecekler. IM-F'nin yardım etmesi gereken gelişmekte olanülkelerin söylediklerine gerçekten kulak vermedik-lerini söyleyecekler. IMF'nin gizliliğine vedemokratik sorumluluk taşımadığına işaret edecek-ler. IMF'nin ekonomik reçeteleri işleri iyiye değil,daha kötüye götürdüğünü, ekonomik yavaşlamayıresesyona, resesyonu depresyona dönüştürdüğünüsöyleyecekler. Haklılar. Ben, Dünya Bankası'nınbaş ekonomistiydim. Ve IMF'nin sorunlara nasılyaklaştığını gördüm. Dehşet içinde kaldım.”(Joseph Stiglitz, 1997-2000 Dünya BankasıBaşkan Yardımcısı ,The Insider)

Bu iki suç örgütünün Türkiye ile ilişkileri deyeni değil. Türkiye 1946 yılından bugüne IMF ileilişki içerisindedir. 1958’den yani ilk stand-by’ınimzaladığı tarihten bu yana IMF’nin denetimi vegözetimindedir. Türkiye sadece son 10 yılda 171.3milyar dolar bütçe açığı verdi. Bu iki örgütün işisadece para değil, ilişki kurulan ülkeleri uluslar-arası tekellerin yağma ve talanı için düzlük alanaçevirmektir. IMF anlaşma yaptığı her ülkedeözelleştirme ve sosyal yıkım saldırılarının motorgücü olmuştur.

Suç örgütüne “karşılama töreni”!

Ekim ayında İstanbul’da yapılacak toplantıdaçeşitli raporlar yayınlanacak, seminerler verilecek.Burjuvazinin kuklası birçok renkli isim bu semi-nerlerde sunum yapacak.

Sermaye devleti de hazırlıklarını hızlandırıyor.Bu toplantıyla birlikte işçi ve emekçilere yeni fatu-ralar çıkarılacak, yeni saldırılar gündeme gelecek-tir. Bu nedenle işçi ve emekçilerin haklı öfkesindenkorkan sermaye devleti, daha şimdiden eylemalanları olarak izni verilen yerleri duyurdu.

İstanbul son dönemlerin en hareketli Ekim ayı-na hazırlanıyor! Kan emici katiller sürüsünü defet-mek için, krizin faturasını ödememek için,geleceğimize sahip çıkmak için bu bir avuç asala-ğın karşılama törenini layıkıyla yerine getireceğiz. 23

Page 24: Ekim Gençligi

24

Kürt sorununda ABD merkezli sahte çözümplanının devreye sokulmasından itibaren, düze-nin tüm güçleri yıllardır “tabu” olarak kabulettiği bu sorunu çeşitli platformlarda dillendirdi-ler, bu sorun hakkında görüşler bildirdiler.Ordusundan hükümetine, devlet bürokrasisi vemedyasına kadar gerici düzenin tüm güçleri yıl-lardır inkar ettiği Kürt realitesini tanımak , “ezve çöz” politikasının iflasını kabul etmek zorun-da kaldı. Ancak bu kabulleniş aldatıcıolmamalıdır. Amaç Kürt sorununa çözüm getir-mek değil, bir takım kırıntılarla Kürt halkınınözgürlük istemlerini boğmak ve Kürt hareketinitasfiye etmektir.

Başlangıçta hayallere yolaçan açılım sürecigelinen yerde tıkanmış ve son derece güdük olansınırları net bir biçimde açığa çıkmış bulunuyor.Nitekim, başlangıçta “Kürt açılımı”, ardından“demokratik açılım” olarak tanımlanan planagelinen yerde artık “Milli birlik projesi”denilmektedir.

ABD patentli sözde “çözüm” projesinin,ABD’nin Irak, Güney Kürdistan ve Ortadoğuprojesinden bağımsız olmadığı biliniyor. 2007Washington mutabakatıyla birlikte TC’ye GüneyKürdistan ve Irak’ta etkin taşeronluk rolü biçil-

miştir. ABD Irak’tan çekilmesiyle birlikte burayaen sadık uşağı olan TC’yi konumlandırmak iste-mektedir. ABD tarafından verilen bu taşeronluğuyerine getirebilmesi için TC’nin hem dışarıdaGüney Kürdistan’la ilişkilerini düzeltmesi, hemde içerideki Kürt sorununa ilişkin bir takımaçılımlar yapması gerekmektedir.

“Salt Kürt sorunu üzerinde alındığında dahada önemli olan ABD faktörüne geçiyoruz. ABDGüney Kürdistan’daki fiili devletleşmeninhamisidir ve Irak işgalinde işler gitgide dahaçok sarpa sardığı ölçüde Kürt bölgesi ABD içinşimdiden düşünülen sığınaktır. ABD bir taraftantüm Irak’ta kontrol kurmak için var gücüyleçabalamakta, ama öte taraftan Kürt bölgesinezorunlu bir geri çekilişe de bugünden kendinihazırlamaktadır. Bu ihtimalin gerçekleşmesi,Güney Kürdistan’da bağımsız bir Kürt devletidemektir. Amerikalı akıl hocaları ve Türkiye’dekiAmerikancılar, bu durumda Türkiye ile yeni Kürtdevletinin müttefik olması gerektiğini birdönemdir işleyip durmaktadırlar. Doğaldır kiböyle bir gelişme, Türkiye’deki Kürt sorunundabelli adımlar atılmaksızın düşünülemez.” (Kürtulusal sorunu üzerine değerlendirmelerdenseçmeler / 1, H. Fırat, SY Kızıl Bayrak, 27Ağustos 2005, Sayı: 2005/34)

Her ne kadar AKP hükümeti somut olarakatacağı adımları açıklamasa da, Tayyip Erdo-ğan’ın gerekse İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ınyapmış olduğu açıklamalardan, sorunun iğretiçözümüne dair AKP hükümetinin ne gibi adımlaratacağı anlaşılmaktadır. Bu noktada artık yıllar-dır devlet politikası olarak sürdürülen Kürtkimliğini tanımama politikası sona ermiştir.Ancak, bu çerçevede verilecek hakların sınırlıbazı kültürel kırıntıların ötesine geçemeyeceğide görülmüştür. Erdoğan’ın, "Tek millet, tekbayrak, tek vatan, tek devlet anlayışı içinde busüreci sürdürüceğiz. Genel af söz konusu değil-dir." açıklaması düzenin “kırmızı çizgiler”ini birkez daha belirtilmesidir. Gelinen aşamada verile-cek kültürel hakların hangi boyutta olacağıtartışılmaktadır. Bu hakların bireysel haklardanöteye geçemeyeceği düzenin birçok kurumutarafından dillendirilmiş bulunmaktadır.

Genelkurmay’ın, “Türk Silahlı Kuvvetleri,kültürel farklılıklara saygılıdır. Ancak kültürelfarklılıkların siyasallaştırılmasını, başka birifadeyle temsilci aracı olmasını, toplumsalsiyasal kimlik unsuru hale getirilmesini TürkiyeCumhuriyeti Anayasası içinde mümkün görmez.”şeklinde yaptığı açıklama da, düzenin bu konudane kadar esneyebileceğini bir kez dahagöstermiştir.

Kürt sorununda “demokratik açılım”

aldatmacası

Page 25: Ekim Gençligi

2525

MHP ve CHP’ye gelince, “çözüm süreci”neiğreti de olsa dahil olmak istememektedirler. Buiki partinin “demokratik açılımı” bir ihanetolarak değerlendirmesi ve Türkiye’yi bölmeyedönük bir proje olarak görmesi şovenizmikörüklemektedir.

En önemlisi ise, atılacak adımlarla PKK’nintasfiyesinin amaçlanıyor olmasıdır. Bu AKPhükümeti tarafından açıkça dillendirilmiştir.İçişleri Bakanı Atalay yaptığı açıklamada,öncelikli hedeflerinin silahların susması vePKK’nin tasfiyesi olduğunu vurgulaması, genelaf düşünmediklerini açıklanması, düzenin bunoktada net bir tutum içinde olduğunugöstermektedir.

Düzen cephesinden atılan bu adımlar Kürtsiyasi çevrelerini umutlandırmış ve ihtiyatlı daolsa bir iyimserlikle havası yaratmıştı. Ancakbugün bu hava dağılmış bulunuyor. Öcalan’ınyaptığı, “Kürtlerin her alanda örgütlenmesininönü açılacak, Kürtler demokratik bir ulus olarakvarlık kazanacak. Kendi sporunu, eğitimini, diniörgütlenmelerini, meclisini, belediyeleriniyapabilirse kendisi yapacak, kuracak. Hattakendi özsavunması bile olacak. Kendi ihtilafla-rını çözecek bir savunma gücü olacak. YaniKürtler kendi kendini demokratik bir şekildeörgütleyecek…” şeklindeki açıklama ise düzenin

“kırmızı çizgiler”ini aşan bir içeriktedir, buanlamıyla düzeni zora sokmuştur.

Diğer yandan, Öcalan’ın çözüm içinsunduğu “yol haritası”nın içeriği her ne kadaraçıklanmamışsa da, sorunun Kürt işçi veemekçileri için gerçek ve kalıcı çözümüne dairsomut bir öneri içermeyeceği açıktır.

Düzenin asıl amacı soruna çözüm bulmakdeğil Amerikan emperyalizmin Ortadoğu’dakiçıkarlarına uygun bir rol üstlenebilmek içinkendi içerisindeki pürüzleri gidermektir.

Çözüm paketi olarak ortaya konulanlarhiçbir şekilde Kürt işçi ve emekçilerin ulusaltaleplerini karşılayamaz ve Kürt sorununu kalıcıbir çözüme ulaştıramaz. Gerçek ve kalıcı birçözüm ancak Kürt ulusuna kendi kaderini tayinhakkı tanınması, her türlü ayrıcalığın ve eşitsiz-liğin ortadan kaldırılması, tüm dillerin tam hakeşitliğinin sağlanması, zorunlu devlet dilininkaldırılması, herkese kendi anadilinde eğitimhakkının tanınmasıyla mümkündür.

Amerikan emperyalizminin ve sermayedevletinin böyle bir çözüm planının olmadı-ğı/olamayacağı açıktır. Gerçek ve kalıcı birçözümü hayata geçirebilmek ancak ve ancaksermaye devletine ve kurulu düzene karşıdevrimci bir mücadeleyle olanaklıdır.

ABD emperyalizmine uşaklıkta hiçbir sınırtanımayan, onun 51. eyaleti olmaktan öte birpolitikaya sahip olmayan sermaye iktidarı, kam-burlarından birisini, Ermeni sorununu da bir“açılım” ile sözde çözüyor.

Bu sözde çözüm girişiminin “Kürt açılımı”ile aynı zamana denk gelmesi tesadüf değildir.Terör demagojisiyle Ortadoğu’yu ve Kafkaslarışekillendiren ABD, her ülkeye yeni roller biç-mekte, herkese safını belirlemesi için tehditlersavurmaktadır. Geçen sene Gürcistan’ın GüneyOsetya'ya girmesiyle ABD-Rus emperyalistleriarasında Kafkaslar’da egemenlik kurma yarışıdaha da kızışmıştır. Bunun gerisinde bölgedekipetrol ve doğalgaz kaynaklarına hakim olma mü-cadelesi vardır. Bu çıkar mücadelesinde dünyahalklarının payına düşen ise baskı, zulüm vekatliamlar olmaktadır.

Obama'nın Türkiye'ye yaptığı ziyaret hiç deboşuna değildi. Türkiyeli uşaklarının ağızlarınısulandıran bu ziyaret, ABD'nin bölgedeki em-peryalist çıkarlarına hizmet karşılığında kırıntılarkapmada Türkiye'nin önünün açık olduğunu

göstermekteydi. Obama, TBMM’de yaptığıkonuşmada, Ermeni sorunu üzerinden herhangibir ön koşuldan bahsetmeksizin, Türkiye’nin Er-menistan sınırını açmasını ve Ermenistan’la iliş-kilerin "normalleştirmesini" önermişti. Bu öneriüzerine bir takım adımlar atılmaya çalışılmışancak Azerbaycan'ın da emperyalist çözümün birparçası olması gerekliliği bu açılımı bugünekadar ertelemişti. O dönem Tayyip, YukarıKarabağ sorunu çözülmeden sınırın açılamaya-cağını söylemişti. Ancak ABD emperyalizmininuşaklarını beklemeyeceği açıktır. Zaten uşaklarınsöyledikleri, ABD konuştuktan sonra hüküm-süzdür.

ABD’nin “normalleştirme”den kastettiği, em-peryalizmin çıkarları çerçevesinde bir arayagelme, bu çıkarlar karşısında sorun çıkartma-madır. Bakü-Ceyhan boru hattı üzerinden gelişenekonomik ilişkilerin sorunsuz ilerlemesi, Erme-nistan'ın coğrafi olarak tuttuğu konum nedeniyletüm uşakların ortak hareket etmesi gerekmekte-dir.

Elbette Türk burjuvazisinin kendi sınıf çıkar-

“Ermeni açılımı”: Emperyalistler

söylüyor, sermaye devleti uyguluyor!

Page 26: Ekim Gençligi

ları ve kırıntılar peşinde koşma bakışı da busorunu çözmesini gerektirmektedir. Bu, dış poli-tikada Türk burjuvazisinin elini güçlendirecektir.

Ermeni Açılımı ile hedeflenen ilişkilerin normalleştirilmesi15 Ekim’deki Türkiye-Ermenistan maçına

kadar ön görüşmelerin gerçekleştirilmesi ve pro-tokollerin imzalanması hedefleniyor. On yıllardırçözülemeyen sorunlar, ABD'nin direktifleri,İsviçre'nin arabuluculuğu ile birkaç hafta içindenasıl da “çözülüyor” ve ilişkiler "normalleştiri-liyor” görüyoruz!

Bu protokollerle, karşılıklı olarak diplomatikilişki kurulması; diplomatik temsilcilik açılması,protokolün yürürlüğe girmesinden sonraki iki ayiçinde ortak sınırın açılması; Türk, Ermeni veİsviçre temsilcileri ile uluslararası uzmanlardanoluşacak bir ortak tarih komisyonunun kurulma-sı; ticari ve sanayi ilişkileri geliştirmek için yedialt komisyonun kurulması hedefleniyor.

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, "Erme-nis-tan ile ilişkileri normalleştirmek istiyoruz,fakat aynı zamanda Yukarı Karabağ da dâhilolmak üzere Güney Kafkasya'daki tüm ilişkilerinnormalleştirilmesini istiyoruz. Bu, bölgedekalıcı, istikrarlı bir barış ve istikrarın olmasınısağlar. Kafkaslar, etnik gerilim ve dondurulmuşsorunlar nedeniyle çok acı çekti" demektedir.Davutoğlu’nun, Avrupa'da AB Dışişleri Bakan-ları'nın gayri resmi toplantısına katılırken, elindeciddi ve güçlü bir diplomatik koz olacağı bur-juva medya tarafından dile getirilmektedir. El-bette ki uşaklığı sınırlarında...

Kafkaslar’daki tüm acı ve gerilimlerin so-rumlusu emperyalizmken, sorunun “çözümü”onun direktifleri ve uşaklarının el birliğiylegerçekleştirilmektedir!

Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy, “Ermenistanve Türkiye arasındaki ilişkilerin normalleşmesibölge istikrarına katkıda bulunacak tarihsel birolaydır” derken, ABD Dışişleri Bakanlığı

Sözcüsü Ian Kelly ise, “Her iki hükümetle de,bölgede barış, güvenlik ve istikrara katkıda bu-lunacak tarihi bir süreçte ilişkilerin normalleşti-rilmesine destek için yakın çalışmaya hazırolacağız” açıklamasını yapmaktadır.

Böylece emperyalistlerin literatürüne yeni birkelime girmiş bulunuyor. Emperyalist çıkarlardoğrultusunda rollerin biçilmesi, paylaşılması,ilişkilerin gözden geçirilip yeniden uyarlanmasıve halklara payına zulüm, katliam, kan ve gözya-şının düşmesinin yeni adı: Normalleştirme!

Toplumun normalleştirilmesiBugüne kadar Ermeni sorunu ve Kürt sorunu

üzerinden yürütülen politikalar gelinen yerdetıkanmış bulunmaktadır. Burjuvazinin bugünküsınıf çıkarları ile uyuşmamaktadır. 1 Marttezkere kazasından sonra yoğurdu üfleyerekyiyen sermaye devletinin bu açılımları yapabil-mesi için ise toplumun yeniden şekillendirilmesi(yanı normalleştirilmesi) gerekiriyor.

Tüm bu açılımlar karşısında şoven gericilerise, “Yapılanın Türkiye’yi bölünmeye götürecekyeni bir adım olduğu konusunda bildik argüman-larını sıralarken Ermeni halkına yönelik düş-manlıklarını kustular... Amerikan uşaklığıylasicili bozuk olan bu faşist cephe, yapılanın birABD oyunu olduğunu belirtmeyi ihmal deetmedi. Böylelikle, halkın anti-ABD’ci duygu-larını istismar ederek şovenist zehirlerini dahaetkili kullanmayı hesap ediyorlar.”

Bugün açlımlar üzerinden yapılan çıkışlar birbütünlük arz etmektedir. Bu sorunlar üzerindenburjuva gericiliğinin iki kampı çatışırken, toplu-ma da iki seçenek sunulmaktadır: Ya emperyaliz-min çıkarları doğrultusunda sözde çözümüdestekleyeceksin, ya da milliyetçi-şoven bir geri-cilikle halklar arası düşmanlıkta yerini alacaksın!

"İşte bunun içindir ki; bu gerici sınıf çıkar-larının damgasını vurduğu bu ‘açılımlar’danhalkların ihtiyaçlarını ve taleplerini karşılaya-cak bir sonuç çıkmaz. Çünkü emperyalistler veişbirlikçileri halklar için özgürlük ve barış değil,kölelik ve daha fazla sömürü peşindedirler.Bunun için yıllarca Kürt ve Ermeni düşmanlığıyapan, bu düşmanlığı bir politika haline getirip,halkları zehirleyenler bugün barış ve demokratikhaklardan bahsedebiliyorlar."

Bugünkü sözde açılımlar başta ABD olmaküzere emperyalistlerin bölgedeki çıkarları üz-erinden dikte ettirilmekte, işbirlikçi uşaklar dabu emperyalist çıkarlara taşeronluk karşılığındakırıntı elde hevesiyle üzerine düşeni yapmayaçalışmaktadır. Halklar arasındaki sorunlarıngerçek çözümü ve halkların kardeşliği ancak,Türk-Kürt-Ermeni işçi ve emekçilerin emperya-listlere ve işbirlikçilerine karşı mücadelesiylemümkündür. Ne zaman ki insanın insan üzerin-deki sömürüsü son bulur, işte o zaman bir ulusunbaşka bir ulus üzerindeki baskısının ortadankalkmasının da, halklar arasında gerçek kardeş-liğin örülmesinin de koşulları ortaya çıkar.Emperyalist-kapitalist dünya sisteminde iseçözümler ancak ilişkilerin "normalleştirilmesi"derekesinde kalır. 26

Halklar arasındaki

sorunların gerçek

çözümü ve halkların

kardeşliği ancak, Türk-

Kürt-Ermeni işçi ve

emekçilerin emperya-

listlere ve işbirlikçilerine

karşı mücadelesiyle

mümkündür. Ne zaman

ki insanın insan üzerin-

deki sömürüsü son bulur,

işte o zaman bir ulusun

başka bir ulus üzerindeki

baskısının ortadan

kalkmasının da, halklar

arasında gerçek kardeş-

liğin örülmesinin de

koşulları ortaya çıkar.

Page 27: Ekim Gençligi

1Eylül günü Nazi Almanyası’nın Polonya’ya saldırmasıyla ik-inci emperyalist paylaşım savaşı başlar. Bu savaş 1945’e deksürecek ve insanlığın o tarihe kadar gördüğü en büyük yıkı-

ma ve onmilyonlarca insanın ölümüne neden olacaktır. 1 Eylül1939’da başlayan bu savaşın izleri günümüze kadar silinememiştir.Belki de ibret olması için, bu savaşın başladığı gün olan 1 Eylül,Dünya Barış Günü ilan edilir.

Her sene Dünya Barış Günü gelip çattığında, burjuva devlet baş-kanları barıştan dem vurur, tam bir ikiyüzlülükle barışın tesis edilebil-mesi için çabaladıklarını söylerler. Bunun en çarpıcı örneği, Irak veAfganistan’da işgali sürdüren, zaman zaman belirli ülkelerde askerioperasyonlar düzenleyip katliamlar yapan, savaşlarda kışkırtıcılıkrolünü üstlenen ABD başkanların yaptığı “barış” açıklamalarıdır. Birbaşka örnek ise, içeride Kürt halkına karşı kirli bir savaş yürüten,dışarıdaysa Yugoslavya, Afganistan ve Lübnan’da yaşanan işgallerinbir parçası olan Türkiye Cumhuriyeti başbakanlarının “Yurtta sulh, ci-handa sulh!” yalanına sarılmalarıdır.

Bu açıklamalarda ikiyüzlülüğün yanısıra bir gerçeklik payı da bu-lunmaktadır! Emperyalistler ya da işbirlikçileri olan kapitalist rejimlerde “barış”tan yana olmaktadırlar. Ama nasıl ve hangi karakterde birbarış?

Kapitalist bir toplumda barışı anlayabilmek için, savaşı ve her iki-sinin birbiri ile kopmaz bir bağı olduğunu anlayabilmek gerekir. Savaşiçin kullanılan en klasik tanım Clausewitz’in “savaş politikanın başkaaraçlarla devamıdır” sözüdür. Yani iki düşman arasında sürekli birmücadele vardır. Bu mücadele belli bir dönem barışçıl bir seyir izlerancak giderek sertleşir ve şiddet araçlarıyla sürdürüldüğünde ise savaşbiçimini alır. Bu açıklamayı yukarıdaki örneğe uygularsak, ABD em-peryalizmi yeni sömürgecilik yöntemiyle dünya üzerinde hegemonya-sını kuruyor. Bazı ülkeleri barışçıl yöntemlerle sömürgeleştirip pazarhaline getiriyor. Gelen itirazlara karşı kontra yöntemlerle mücadelesi-ni sertleştiriyor. Tehlike üst boyuta çıktığında ise açık bir savaşımageçiyor.

Dolayısıyla, örneklediğimiz barış gerçek anlamıyla bir barışdeğildir. Emperyalizmin ve işbirlikçilerinin aralarında “barış” sürer-ken, işçi ve emekçiler sözkonusu olduğunda ise zaman zaman yumu-şayıp zaman zaman sertleşen bir savaşım yaşanmaktadır.

Emperyalist savaş “barış”la sonuçlansa da, bu gerçek anlamda birbarış değildir, savaşa yalnızca ara verilmektedir. 1 Eylül ‘39’da başla-yan savaş, SSCB’de işgal altındaki halkların haklı savaşlarını dışındatutarsak, emperyalistler arasındaki bir paylaşım savaşıdır. Emperyalistsavaş sona erince de emperyalist barış dönemi başlamıştır. Sömürü-nün, baskı ve tahakkümün devam ettiği, ancak kapitalistlerin geçicibir süre için barıştığı bir dönem.

Barış üzerine bir şeyler söylenmeye başlandığında silahlanma ya

da silahsızlanma da konuya dahil olmaktadır. Uluslararası tekellerarasındaki pazar mücadelesi yüzyılın başında müthiş bir silahlanmayaneden oldu. Bu silahlar emperyalistler arasında, Lenin’in de öngördü-ğü gibi “dünyanın tekrar paylaşılmasında” kullanıldılar. Ancak ikincipaylaşım savaşı yerini barışa bıraktığında da kimse silahlarını göm-medi. Bu durum SSCB’nin varlığına dayandırılmıştı. Ancak SSCByıkıldığında da silahlanma devam etti. Kıtalar arası füzeler, bunlarınkalkanları, dünyayı birkaç kez yok edebilecek sayıda nükleer bomba-lar derken uzayın bile silahlandırılması gündeme geldi. Silahlanmanınve militarizmin akıl almaz boyutlara ulaşması, dünyanın bir kez dahaemperyalist barışçıl paylaşımdan savaşa geçeceğini gösteriyor. Birsene önce Gürcistan’da yaşananlar hatırlardadır.

Silahsızlanma, çağımızda sadece içi boş bir söylemdir. “Kapitalisttoplum daima ucu bucağı olmayan bir dehşettir.”

Barışçıl yöntemlerle mücadele, silahsızlanma gibi söylemler sade-ce dünya politikasında değil sınıf mücadelesi için de kullanılmaktadır.Birincisi iyi niyetli bir temenni olarak değerlendirilebilir ama aynısöylemin sınıflar mücadelesine uygulanmaya çalışılması dar görüşlü-lüğün ötesinde tam bir budalalıktır. “Bu duygusal temenniler pratiktebir sonuç yaratmadığı gibi emperyalizme karşı ezilen halkları, toplumölçüsünde ise tepeden tırnağa silahlı burjuva sınıfı karşısında proletar-yayı çaresizce boyun eğmeye iter.”

Tüm dünyada barışın gerçek anlamını bulabilmesi ve tüm silahla-rın bir daha kullanılmamak üzere gömülmesi ancak savaşın kaynağı-nın kurutulmasıyla mümkün olabilecektir. Marks ve Engels insanlıktarihini “sınıf savaşımları tarihi” olarak tanımlar. Sömürü üzerine ku-rulu toplum yapısı egemenler arasında da sömürüden kimin daha çokpay kapacağı üzerine mücadeleye, bu mücadelenin derinleşmesi isesavaşa neden olur. Bu savaşım asla gerçek anlamda bir barışla sonuç-lanmaz, yoğunluğu değişmek üzere sürekli mücadele vardır. Yüzkölesi olan beyin iki yüz kölesi olan beye savaş açması gibi, moderntoplumda da bu durum egemenler arasında savaşlara neden olur. Ser-mayenin uluslararasılaşması bu mücadeleyi dünya ölçeğine çıkarır. Bumücadeleyi kimin kazanacağından bağımsız, bu sefer emperyalizm veişbirlikçileriyle onların tahakküm kurduğu sınıflar arasında mücadelesertleşir. Tüm bunlar, savaşların sınıflı toplum gerçeğinden kaynak-landığını gösteriyor.

Savaşların yok edilebilmesi, onun günümüzdeki kaynağı olan em-peryalist-kapitalist sistemin yok edilmesinden geçmektedir. Ancak ozaman barış kavramı yerli yerine oturacaktır. Çünkü kapitalizmde“barış” gizli bir savaşım anlamına gelir. Gerçek ve kalıcı bir barışınsağlanabilmesi “uluslararası proletaryanın önderliğinde zafere ulaştırı-labilecek dünya devrimi”ne bağlıdır. Gerçek barış tüm dünyada utkunproletarya devrimiyle anlamını bulacaktır. Savaş, silah-lanma, militarizm gibi olgular tümüyle tarihe karışacaktır. 2727

Barış gerçek

anlamını

sosyalizmde

bulacaktır!

Page 28: Ekim Gençligi

Yazın öne çıkan gündemlerinden birisi Çin’in Sincan böl-gesinde çıkan olaylar oldu. Medya da Sincan’daki gericietnik çatışmayı özellikle öne çıkartarak, şovenizmi yük-

seltmenin bir aracı olarak kullandı. Dinci kesim ve faşist güçler desokaklara dökülerek Uygur Türkleri’nin yanlarında olduklarınısöylediler. Olayları gerici düşüncelerini yaymak amacıyla istismarederken, ne denli ikiyüzlü olduklarını da bir kez daha gösterdiler.

Çin’deki çatışmalar 26 Haziran günü başladı. Bir oyuncak fab-rikasında Uygur Türkleri ve Han Çinliler’i arasında çıkan kavganınölümle sonuçlanması hızla etnik bir çatışmaya dönüştü. UygurTürkleri’nin yaptığı gösterilere Çin kolluk kuvvetleri çok sert mü-dahale etti. Tüm bunların sonucunda, Çin devletinin resmi rakamla-rına göre çoğu Han Çinli’si olan 200’e yakın kişi hayatını kaybetti.Uygurlar ise 400-500 civarında Uygur Türkü’nün öldürüldüğünüiddia ettiler.

Çin’de olayların başlaması ve Çin devletinin sert müdahelesiyleTürkiye’de dinci faşist güçler tarafından örgütlenen eylemlere anti-komünizm damgasını vurdu. Yapılan eylemlerde Çin’deki Müslü-man Türkler’e “Komünist Çin” rejiminin zulmettiğini söylediler.Başbakan Erdoğan ise yeni bir “one minute” çıkışında bulunarak,Çin’in soykırım yaptığını açıkladı. Bazı AKP’lilerse Çin mallarınınboykot edilmesi ya da Çin’e ticari yaptırımlar uygulanması gerekti-ğini söylediler. Ancak Çin’le olan ticaret hacminin büyüklüğü busözleri söyleyenlerin sözlerini yutmalarını gerektirdi. Filistin mese-lesinde olduğu gibi, paranın bir kez daha din kardeşliğinin de ırkkardeşliğinin de önünde olduğunu gösterdi. Müslüman ve Türkkardeşlerine biçtikleri değerin birkaç milyar dolardan az olduğu or-taya çıkmış oldu.

Gerek devletin tepesindekiler tarafından gerekse sokaklara dö-külen gericiler tarafından gösterilen tepkiler sahte ve ikiyüzlüdür.Çin’de yaşananları soykırım olarak nitelendiren Erdoğan ya da so-kaklara dökülen gericiler, Kürdistan’daki devlet terörüne ve asimi-lasyon politikalarına da soykırım diyebilecekler midir? Sincan’dayaşanan Uygur-Han çatışması gerici bir etnik çatışmadır ve Çindevleti de bu çatışmaya vahşice müdahale etmiştir. Bunun sonu-cunda yüzlerce insan ölmüş ve yaralanmıştır. Fakat bunu aşan kat-liamların yaşandığı bir coğrafyadır Türkiye. Kürdistan’da yıllardıryürütülen kirli savaşa baktığımızda, Türk sermaye devletinin vah-şet ve katliamda Çin devletiyle yarıştığını görebiliriz.

18 Ağustos 1992’de Şırnak’ın devlet tarafından basılıp üç günboyunca tanklar, roketatarlar, law silahlarıyla bombalanması sonu-cu 54 kişi yaşamını yitirdi. Yine aynı yıl Cizre’deki Newroz kutla-malarına yaylım ateşi açılması sonucu elliden fazla kişi hayatınıkaybetti. 2006’nın Mart ayında Amed’de yapılan gösterilere ateşaçıldı. Çin’e soykırım yaptığı suçlamasında bulunan aynı başbakanAmed’deki olaylar üzerine kadın da olsa çocuk da olsa öldüreceğizmanasına gelen sözler söyledi. Yakılan 4.000 köy, 17.500 failimeçhul cinayet ve daha sayamayacağımız yüzlerce örnek.

Verilen tepkilerle amaçlanan, şovenizmi tırmandırmakve anti-komünizm propagandası yapmaktı. Kaldı ki orta-

da “komünist” bir Çin de yoktur. Söylenenler sadece çarpıtmadanibarettir. Komünist olduğu iddia edilen Çin rejimi dünya kapital-izminin motor gücüdür. Çin’de emeğe verilen değer oldukça alt birseviyededir. Çin’i yöneten Çin Komünist Partisi açıkça serbestpiyasayı savunmakta, buna da serbest piyasa sosya-lizmi demekte-dir. Çin çalışma rejimi vahşi kapitalizm dönemini andırmaktadır.

Çin’in birbuçuk milyarlık nüfusu onlarca ulus ve etnik grupbarındırmaktadır. Bunlardan biri de Uygur Türkleri’dir. 1949 ÇinDevrimi’nin kazanımları tümüyle yokedilmiştir. Bu da ulusal/etniksorunların boy vermesine yol açmıştır. Uygur ve Tibet sorunlarıbunların başlıcalarıdır.

Çin’deki ulusal sorunun kaynağı da dünyanın genelinde olduğugibi kapitalizmdir. Çin burjuvazisi sömürüsünü devam ettirebilmekiçin halkları birbirlerine düşürmektedir. Sorun “komünist Çin”dendeğil kapitalizmden kaynaklanmaktadır.

Çin ekonomisi modern kölelik üzerinde yükseliyor!

Çin emperyalizmi dünyanın her kıtasında önemli bir rol oyna-maktadır. Dünyanın üçüncü büyük ticari gücü olan Çin Halk Cum-huriyeti, AB, ABD ve Kanada’nın ikinci büyük ticaret ortağıdır vebaşta ABD olmak üzere diğer emperyalist devletler ile rekabetteekonomik ilişkilerini güçlü bir silah olarak kullanmaktadır. BatıAsya’da ve Ortadoğu’da (örneğin İran ile) yaptığı petrol ve doğalgaz anlaşmaları ile hem enerji ihtiyacını karşılamakta hem debölgedeki etkisini pekiştirmektedir. Dünyanın en büyük fabrikasıdurumunda olan Çin hammadde ve enerji ihtiyacını karşılamak içinayrıca Kanada, Arjantin, Ekvator ve Venezüella gibi, tarihsel olarakABD’nin etki alanına giren devletlerle de ekonomik anlaşmalar ya-parak küresel bir ekonomik güç haline gelmektedir. Öyle ki GüneyAmerika ile yaptığı ticaret 2002-2007 arasında %900 artmıştır.Burdan da görüleceği gibi, Çin bir yandan ihtiyaçlarını karşılarkenbir yandan da küresel rakibi ABD’nin etki alanını daraltmaktadır.

Çin bu ekonomik büyümeyi emekçilere kölelik koşulları dayat-masına borçludur. Bu yolla Çin’i emperyalist tekellerin yatırımyapması için çekici bir ülke haline gelmiştir. Emek yoğun sektörel-erde dünyaya egemenliğini kabul ettirmiş olan Çin, dünya oyuncaküretiminin %70’ini, ayakkabı üretiminin %50’sini karşılamaktadır.Teknoloji yoğun üretimde de Çin önemli bir gelişme göstermiştir.Dünya magnetron üretiminin yaklaşık %50’sini, televizyon üreti-minin %33’ünü karşılayan Çin, son dönemde otomotiv gibi serma-ye yoğun sektörlere de güçlü bir giriş yapmıştır. Tüm bunların Çinişçi ve emekçileri açısından anlamı ise, son derece ağır ücretli köle-lik koşullarıdır. Düşük ücretler, güvencesiz ve esnek çalıştırmabugün dünyanın her yerinde yaygınlaşıyor, ancak bunlar Çin’de enacımasız boyutlara ulaşmıştır. Çin’in dünyanın fabrikası halinegelmesinde, bu acımasız çalışma koşulları, emeğin dizginsizcesömürülmesi vardır.

Çin’in Sincan Uygur Özerk bölgesi üzerindeki kirli hesapları datüm bu gerçeklerden bağımsız ele alınamaz. Tek çözüm yolu isehalkların el ele verip kuracağı sosyalizmdir.28

Sincan’da yaşananlar

ve Çin gerçeği

Page 29: Ekim Gençligi

Son 1.5 yıldır sermaye medyası bile polislerinartan terörünü “polis vahşeti”, “polislerin zorbalı-ğı”, “dozunu kaçırmak” , “polis mağdurları” sözle-riyle işlemeye başladı. Elbette polis terörü son ikiyılda ortaya çıkmadı ama toplumun her kesiminirahatsız etmesi polislerin son dönemlerde her za-mankinden daha fazla şiddete başvurmasındandır.Sadece toplumsal olaylarda değil istisnasız herolayda polis şiddete başvurmakta, terör estirmekte-dir.

Polis Vazife ve Selahiyetleri Kanunu’nda(PVSK) yapılan değişiklikler polisleri ''olağanüstü''yetkilerle donatmıştır. Polisin karakollarda infazlargerçekleştirmesi, kendisine kimlik soranları, hesapödemesini isteyenleri, sokakta yüksek sesle konu-şanları tekme tokat dövmesi, kırmızı ışıkta geçenle-ri vurması PVSK’da yapılan değişikliklerinardından yaşanmaya başlamıştır. Bu yasa ile polisartık sokakta istediğine kimlik sorabilecek, üzeriniarayabilecek, parmak izi alabilecek, hatta gözü tut-mazsa çekip vurabilecektir!

Nitekim, İzmir’de dur ihtarına uymadığı içinpolis Baran Tursun adlı bir genci kafasından vur-muştur. Aynı şekilde Antalya’da 18 yaşındaki Çağ-daş Gemik de Baran Tursun ile aynı akıbetipaylaşmıştır. İstanbul Avcılar’da bir parkta biraiçen Feyzullah Ete isimli bir kişi ise polis tarafın-dan kalbine atılan tekme ile öldürülmüştür. FestusOkey, Engin Çeber, Mehmet Koç, Ferhat Gerçek,Hamiyet Eke ve birçokları ya polis kurşunuyla yada işkencede katledilmiştir.

Haziran 2007’de Polis Vazife ve SelahiyetleriKanunu’nda yapılan değişikliklerle birlikte kara-kollarda 13 kişi polis tarafından öldürülmüş, polissilahı ile 53 kişi yaralanmış, 416 kişi ise işkencegörmüştür. 47 ilde meydana gelen 331 olayda 1.605kişi çeşitli hak ihlalline maruz kalmıştır. Son iki ay-da İHD’ye polis terörüne maruz kalan 60 kişi baş-vurmuştur. Bu veriler TİHV ve İHD’ninsunduklarıdır ve sadece kayıtlara geçenlerdir.Kayıtlara geçmeyenlerle birlikte düşünüldüğünde,durum görünen de vahimdir.

Bütün bunlar yaşanırken Emniyet Genel Müdür-lüğü “iyi polis”i oynamaktadır. Bir takım kampan-yalarla “toplumla birlikte”, “sevgi, dayanışma”,“halktan birisi” gibi argümanlarla, bilbord reklam-ları ile kendisini şirin göstermeye çalışmaktadır.Ancak bu çaba, artan polis teröünü gizleyememek-tedir. Keyfi ve şiddet içeren uygulamaları, polisin“meşruluğunu” büyük oranda tartışılır hale getir-miştir.

Emekçilerin alınterinin gaspı üzerine oturan busistemde kolluk kuvvetlerinin işlevi sistemin var-lığını sürdürmesini sağlamaktır. Özellikle de ikti-sadi ve sosyal çelişkilerin derinleştiği dönemlerdeemekçiler her zamankinden daha fazla kendileriniyoksulluğa mahkum edenlerden hesap sorma vesorgulama eğiliminde olurlar. Bu da sermaye devle-tini böylesi dönemlerde daha fazla şiddete başvur-maya götürür. Burjuva hukuku buna uygun olaraktahkim edilir. Kolluk güçlerinin terörü yasallaştı-rılır.

1845’te çıkartılan Polis Nizamnamesi’nin 12.maddesi grevleri, iş bırakmaları ve işçi cemiyetlerioluşturma girişimlerini fesat hareketler sayar vefiili olarak engelleyeceğini ifade eder. 1845’tekiPolis Nizamnamesi, 1908’deki Tatili Eşgal,1924’deki Takriri Sükun ve 1936’daki 141-142yasaları ve fiili uygulamalar bugünkü TMY vePSVK’ye denk düşmektedir. Hepsinin hedefindeemekçi yığınların hak arama mücadelesi vardır.

Kriz içerisinde debelenen sermaye devleti, faşistuygulamalarını son birkaç yıldır daha da boyutlan-dırmıştır. Bunu son üç yılın 1 Mayıslar’ından, ensıradan basın açıklamasına bile azgınca saldırma-sından, kurumların basılıp çalışanlarının tutuklan-masından, devrimci basına yönelik sansür, toplatmave yayın durdurma saldırılarından vb. görüyoruz.Temel hak ve özgürlüklerimiz için, geleceğimiziçin devrim ve sosyalizm mücadelesini yükseltme-miz gerekmektedir. Bütün kurumları ile çürümüşolan bu düzen alaşağı edilemediği sürece, emekçi-ler üzerindeki her türlü baskı ve zorbalığı daha daarttıracaktır. 29

Kriz içinde debelenen sistem terör

estirerek ayakta kalmaya çalışıyor!

“Devlet kurulur; özel

bir güç, özel silahlı

adamlar müfrezeleri

meydana gelir: Her

devrim, devlet aygıtını

yıkarken arı durumda bir

sınıflar savaşı örneği

verir, egemen sınıfın

kendisine hizmet eden

silahlı adam

müfrezelerini yeniden

kurmak, ezilen sınıfsa,

sömürücülere değil,

sömürülenlere hizmet

etmeye yetenekli bu tür

yeni bir örgüt kurması

için nasıl çabaladığını

bize en açık biçimde

gösterir.” (F. Engels)

Page 30: Ekim Gençligi

Bu ülkede her gün yeni cinayetler işleniyor,çocuklar hastanelerde ölüyor, devrimciler cezaev-lerinde işkenceden geçiriliyor, evlerini yıktırmakistemeyenler coplanıyor, zamlara karşı sokağaçıkanlar gözaltına alınıyor… Ve tüm bunları ser-mayenin devleti yapıyor. Kontrgerilla örgütleriylecinayetler işliyor, çeteleşmiş kurumlarıyla bucinayetleri aklıyor…

Geçtiğimiz aylarda basında da sık sık karşımızaçıkan bir cinayet var… Sevgilisi tarafından başı ke-silerek katledilen genç kızı, Münevver Karabulut’utartışıyoruz aylardır. Bu cinayetin üzerinden yak-laşık 6 ay geçmiş olmasına rağmen cinayetin zan-lısı olarak aranan Cem Garipoğlu hala bulunamadı.Halbuki devlet tüm kurumları ile zanlıyı yakalamakiçin seferber olmuştu! Zengin bir ailenin çocuğuolan Cem cinayetten sonra ortadan kayboldu. Ortagelirli bir aile olan Karabulut ailesi ise halacinayetin aydınlanmasını istiyor. Münevver’inbabası “öldürülen, bir aşçının değil bir iş adamınınkızı olsaydı çoktan bulurdunuz” derken, cinayetinsınıfsal özünü de ortaya koyuyor aslında. Devletinkimin devleti olduğu, hangi sınıfın çıkarlarını ko-ruduğu ve böylesi vahşice bir cinayette bile suçluburjuva bir ailenin çocuğu olduğunda devlettarafından nasıl korunduğu ortaya çıkıyor. Devletsermaye devleti, hukuk burjuva hukuku…

Devletin kurumları da bu cinayetin üstünü ört-mek için vazifesini yapmaya koyulmuş. Cinayetinardından cesette iki kişiye ait sperm bulunduğuaçıklamasını yapan Adli Tıp Kurumu, sonrasındaspermin kirli bir eldiven nedeniyle başka bir ceset-ten bulaştığını açıklayarak raporu yeniliyor.Böylece Münevver’in kadın kimliğinden dolayı üz-erine yaftalanan “kötü kız” etiketi insanlar üzerindeetkisini buluyor ve vahşice öldürülmeyi hak ettiğidüşüncesi yerleştiriliyor beyinlere.

Bu olayın bir benzeri de cezaevlerinde

yaşanıyor bugünler de… JİTEM’in kurucusu olarakbilinen emekli albay Arif Doğan sağlık sorunlarınedeniyle tahliye edilirken, cezaevlerinde onlarcahasta tutsak ölüme mahkum ediliyor. Yıllarca türlücinayetlere imza atan ve devletin kontrgerilla örgüt-lerinden biri olan JİTEM’in kurucuları ve Ergene-koncular burunları kanasa dahi tahliye edilebiliyor.Onlarca hasta devrimci tutsak ise göz göre göreölüme terk ediliyor. Nasıl mı? Devletin kirli işleriniyapmak ve işkencelerin, katliamların, üzerini ört-mek için kurulan Adli Tıp Kurumunu üzerine düşengörevi yapmak için devreye sokarak. Yıllarcaişkenceden geçirilmiş, tecritte ölümcül hastalıklarayakalanmış devrimci tutsaklara “sağlam raporu”veren Adli Tıp Kurumu, böylece sermaye devletinehizmetin gereklerini yerine getiriyor. İdam ceza-sının kaldırılmasıyla “demokratikleşen” bir ülkedeyok etmek için türlü yöntemler geliştirilmiş bu-lunuyor!

Adli Tıp Kurumu’nun imza attığı kirli işleredair daha sayabileceğimiz öyle çok örnek var ki.Hüseyin Üzmez’in tacizde bulunduğu kız çocuğuna“psikolojik olarak olaydan etkilenmediği” yönünderapor veriyor. “Wernicke Korsakoff” teşhisi konu-larak tahliye edilen devrimci tutsaklar hakkındayeni raporlar hazırlayarak onların yeniden tutuklan-masını sağlıyor. Halbuki bu hastalığın bugününkoşullarında tedavi edilme şansı yok.

Tüm bu örnekler, Adli Tıp Kurumu’nun düzeninkirli işlerinin üstünü örten bir kurum olduğunu is-patlıyor. Bu kurumun başkanlığına seçilerek getiril-miş Nur Bilgen’de özel olarak belirlenmiş bir isim.Daha önce ölüm orucundaki devrimcilere verdiğisahte raporlarla TTB tarafından meslekten uzaklaş-tırılan Nur Bilgen, bugün de sermaye devletininkatliam politikalarını Adli Tıp Kurumu aracılığıylagerçekleştiriyor. Ayrıca bu isim daha önce savcılaraişkence eğitimi vermek için görevlendirilmiş.Dolayısıyla, Nur Bilgen’in bu kurumun başına ge-tirilmesi bir rastlantı değil.

Çürüyüp kokuşan düzenin çeteleşen devletinekarşı tek alternatifin sosyalizm olduğu daha yakıcıbir gerçeklik olarak ortaya çıkıyor son günlerde.Bir kez daha görülüyor ki, temiz toplum, bu devle-tin, onun hizmet ettiği sınıfın ve dayandığı düzeninaltedilmesiyle, onların yıkıntıları üzerinde yeni birtopluun kurulmasıyla mümküdür. Temiz toplum,boğazına kadar kirin, kanın ve her türlü pisliğiniçinde olanların pis ve kanlı elleriyle değil, işçisınıfının ve emekçilerin tertemiz elleriyle kurula-bilir ancak. Bu uğurda yükselttiğimiz bayrak elbetbir gün tüm insanlığı saracak, işçi sınıfı ve emekçi-lerin ellerinde dalgalanarak bu saltanatı yıkacaktır. 30

Adli Tıp: Düzenin

kirli işlerini

temizleme kurumu

Page 31: Ekim Gençligi

Devlet zindanlardaki katliamlarına devam ediyor!

Devrimci tutsak Güler Zere ile dayanışmayı

yükseltelim!

Sermaye devletinin katil yüzü GülerZere’ye yönelik uygulamalarla bir kezdaha kendini açık bir şekilde gösteri-

yor. Devlet devrimci tutsakları tecrit koşullarıylakatletmeye devam ediyor. DHKP-C davasından14 yıldır tutuklu olan kanser hastası Güler Zeregün gün ölüme yaklaşıyor.

Sermaye devletinin hapishanelerindesaldırılar, işkenceler, tacizler, insanlık dışı yaşamkoşulları, hasta tutsakların ölüme terk edilmesigibi uygulamalar devam ediyor. İnsan HaklarıDerneği’nin (İHD) 2008 yılı raporuna göre, 306ağır hasta mahkumun tedavisi gereğince yapıl-mamış, 37 kişi cezaevlerinde hayatını kaybet-miştir. 2008 yılında işkence ve kötü muameleyeuğrayanların sayısı ise 1546’dır. Bu rakamlar biledurumun vahametini ortaya koymaktadır.

Bu tablo, kapitalizmin derinleşen kriziyle bir-likte faturayı işçi ve emekçilere kesmek isteyensermayenin hayatımızın her alanına yönelttiğisaldırılardan ayrı değildir. Bu saldırılar, kriz ba-hanesiyle işten atmalar, ücretsiz izinler, köleceçalışma koşulları, her türlü tüketim malına veücretsiz olması gereken kamu hizmetlerineneredeyse her gün yapılan zamlar vb. ilekarşımıza çıkmaktadır. Ortaçağ köleliğine dönüşanlamına gelen “Özel İstihdam Büroları” ya datemel bir hak olan sağlığı paralılaştıran veçalışanların emekli olmasını imkansız hale ge-tiren Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık SigortasıYasası gibi yasalarla meşrulaştırılmaktadır.

Bu saldırılara karşı mücadele bayrağını yük-selten, işçi ve emekçiler için yaşanabilir birdünya kurman savaşın veren devrimcilerin F tipicezaevlerine atılmaları, tecritin yanısıra yaşam-larını tehdit eden koşullarla yüzyüze bırakılma-ları, tedavilerinin yapılmayarak ölümeterkedilmeleri, bu saldırı düzeninin bekasıiçindir. Kendi sınıf çıkarlarını gözeten sermayedevleti zindanlarda da saldırılarını boyutlandır-maktadır.

Hapishanelerdeki tecrit koşulları ve hasta tut-sakların durumu Güler Zere ile bir kez daha gün-deme gelmiştir. Elbistan E Tipi KapalıCezaevi’nde boyun ve ağız içi kanserineyakalanan Güler Zere’nin tedavisi Adana BalcalıHastanesi’nin bodrum katında, tedavininsürdürülebilmesi için gerekli hiçbir koşulun ol-madığı mahkum koğuşunda yapılmaktadır.

Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi BalcalıHastanesi Kulak Burun Boğaz Ana Bilim Dalı

raporunda “Boynundaki tümör nedeniyle yenidenameliyat olması ve radyoterapi alması gerekir”,Adana Tabip Odası raporunda “Tam iyileşmeşansının çok düşük olduğu, hastanın bulunduğuortamın hastalığın tedavisini ileri derecede zor-laştırdığı” kanaatine varılmış, ÇÜ Tıp FakültesiAdli Tıp Ana Bilim Dalı raporunda ise “Şahsınbir başkasının bakım ve gözetimine muhtaçolduğu, cezaevi koşullarında bakım ve tedavininsağlıklı olarak yerine getirilmesinin mümkün ol-mayacağı, iyileşinceye kadar hapis cezasının in-fazının ertelenmesinin uygun olacağı”belirtilmiştir. Tüm bu raporlara rağmen Güler Zere

ölüme mahkum edilmeye çalışılmaktadır.

Güler Zere’nin tedavisi için cezaevikoşullarının uygun olmadığı bu denli açıkken, İs-tanbul Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Dairesi,koşulların uygun olduğu ve tedavinin mevcuthaliyle devam edebileceği yönünde rapor ver-miştir. Bu kurumun başkanı Nur Birgen sermayedevletinin kirli işlerini aklamada daha önce depek çok kez gündeme gelmiştir. Özel HarekâtDairesi eski Başkanı İbrahim Şahin’e, Susurlukdavasından hüküm giydiğinde, “sürekli hastalığıvar” raporu veren ve böylece af yolunu açan da,ölüm orucu sonrası ‘wernicke korsakoff’ sendro-muna yakalandıkları için tahliye edilen 16 tu-tuklu ve hükümlüye “Cezaevinde yaşamınısürdürebilir” raporu vererek onları yeniden ceza-evine gönderen de Nur Birgen’den başkasıdeğildir. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür.

Güler Zere’ye yapılanlara karşı büyük bir ka-muoyunun oluşması üzerine sermaye iktidarıkendisini savunma ihtiyacı hissetmiştir. TBMMİnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı veAKP Mersin Milletvekili Zafer Üskül üzerinden,tam bir arsızlık örneği sergilenerek, hastanedekimahkum koğuşunun koşullarının çok iyi olduğu,tedavinin burada sürebileceği açıklamasıyapılmıştır.

Açıktır ki devlet, devrim ve sosyalizm mü-cadelesi verenlerden korkmakta ve onlarısindirmek için her yol ve yöntemi denemektedir.Güler Zere şahsında yaşananların gerisinde buvardır. Ancak ne yaparlarsa yapsınlar, sömürüsüzbir dünya için savaşanlar bu haklı mücadelelerin-den vazgeçmeyeceklerdir.

Hasta tutsaklara özgürlük!Güler Zere serbest bırakılsın! 31

Page 32: Ekim Gençligi

Partinin özü ve özeti olan

zor dönem devrimcileri!

Türkiye, ‘70’li yıllarda yükselişegeçen devrimci bir kitle hareketililiği-ne sahne oluyordu. Hak alma mücade-lesi, devrim ve sosyalizm mücadelesiyükselmişti. Büyük ölçüde küçük-bur-juva katmanlara yaslanan bu hareket‘80 darbesiyle yenilgiye uğradı.

ABD’nin “bizim oğlanları” başarmıştı. ‘80 sonrasıtasfiyeciliğin, yılgınlığın yılları oldu Türkiye solhareketi adına. Geçmişle hesaplaşmadan devralı-nan mirasın üzerinde ayakta durmaya çalışanlar,yeni koşullara uyum adı altında legalleşenler,geriye isimden başka bir şey kalmayan örgütler...

‘87’ler, işçi sınıfının bahar eylemlilikleriylebir parça bu tablonun değişmeye başladığı yıllar-dır. İşte komünist hareket bu süreçte doğdu. Yep-yeni bir bakışla çıkmıştı ortaya. Geçmişinküçük-burjuva ideolojisinin yerine proleter ideolo-jiyi koyuyor, ihtilalcı marksist-leninist sınıf partisitanımlıyor, tasfiyeciliğe inat illegalitede ve sınıfagitmekte ısrar ediyordu. EKİM, Türkiye sol hare-keti için yeni bir nefesti! Gücünü ideolojik sağ-lamlığından alan bu hareket, birçok fırtınayıgöğüslemesini bildi. ‘98’de ise partileşti. Artık adıTürkiye Komünist İşçi Partisi’ydi. İşte böyle birpartinin neferleriydi Habip ve Ümit!

Bir komünist kadro ideolojik kimlik, direnişçikimlik ve örgütlü kimliğin bütünleşmesinde bulurkendini. Bu kimlikleri cisimleştiren ise partidir.Bu nedenle bir komünist kadro partisinden ayrıdüşünülemez. Nevzat’ı Habip, Ümit’i Tuna yapanpartidir. Onlar partimizin özü ve özetidirler cüm-lesi de bu gerçeğe işaret etmektedir. Onların de-vrimci yaşamlarına bakarken bu gerçeği akıldatutmak gerekiyor.

Nevzat’tan Habip’e: Parti ve devrim

davasına adanmış bir ömür!

Bir demir-çelik işçisidir Nevzat. Kürt, Alevikökenli ve ilkokul mezunudur. Komünist hareketleİzmir’de tanışmış, devrimci yaşama burada başla-mıştır. ‘87’den itibaren hareketin saflarındadır. İlkzindan deneyimi değişimin yoğunlaştığı dönemdir.Aynı zamanda, hareketin saflarında tasfiyeciliğinde boy verdiği dönemdir. Habip’in tasfiyecilereyanıtı, “Sizin elinizde tuttuğunuz devrimin kızılbayrağı değil, tasfiyeciliğin bayrağıdır.” olmuştur.Habip yoldaş harekete sarsılmaz inancını haykır-mıştır tasfiyecilerin yüzüne.

Habip yoldaş adanmışlığın örneğidir. Etiğiyle-kemiğiyle, bilinciyle partinin hizmetindedir. Bir-çok kez düşmanın eline düşmüş, her seferindedirenişçi kimliğin temsilcisi olmuştur. KemalpaşaCezaevi’nden kaçtıktan sonra yazdığı yazıda, “du-varınızı yıktık, düzeninizi de yıkacağız!” demekte-dir.

Nevzat Çiftçi dört çocuk babası bir proleterdir.Sınıf bilinçli bir işçi olarak kendisini sürekliyetiştirmiştir. O, Ekim’de yoldaşları tarafındanbeklenen yazıların yazarı Tekoşin’dir. Bu değişimpartili kadro olma yolunda katledilen mesafedir.Habip tüm devrimci yaşamı boyunca hem kendi-sini hem de çevresini değiştirip dönüştüren biryoldaş olmuştur her zaman. Ümit’ten Tuna’ya: Geceyle batmayan güneş

Ümit yoldaş komünist hareketle üniversite yıl-larında tanışmış ve devrimci yaşama buradabaşlamıştır. Gençlik çalışması dışında militan birdevrimci olarak birçok pratik görev üstlenmiştir.Daha sonra legal ve illegal çalışmanın birçokalanında örgütsel görevler almıştır. Devrimciyaşamında çok kere tutuklanmıştır. Her defasındadirenişçi çizgiden taviz vermemiştir. Partinin ku-ruluş kongresinin kapanış konuşmasında şunlarısöylemektedir:

“Partiyi kazandık! Gerçekte geleceğimizi,gözbebeğimiz gibi korumamız gereken temel birtarihsel aracı kazandık. Üzerine artık tereddüt-süzce öleceğimiz bir davayı kazandık. Artık tered-dütsüz öleceğiz! Partiyi kazandık! Önümüzdesınıfı partiye kazanma, parti ve sınıfa dayanarakdevrimi kazanma sorumluluğu var! Şan olsun par-timize, Türkiye Komünist İşçi Partisi’ne!”

Ümit yoldaş yeteneklerini ve yaratıcılığınıparti ve devrim davasını geliştirmenin hizmetindekullanmıştır. Çalışma yaptığı okulda 5-6 metreyüksekliğindeki bir duvara yazılama yapmış, nasılyaptığı sorulduğunda ise “yaratıcılığın sonu,isyanın sınırı yoktur!” diye cevap vermiştir.Faaliyeti ve davasını geliştirecek her türlü aracıyetkin bir biçimde kullanmanın en somutörneğidir.

Yoldaşlığın en güzel örneklerini pratikte yaşat-masını bilen Ümit yoldaşlığı,“gerektiğinde üzeri-ne gelen kurşunları bile paylaşmaktır!” diyerektanımlamıştı. Ve Ulucanlar’da her iki yoldaş üzer-lerine gelen kurşunu paylaştılar.

Yaşamlarıyla partiye layık bu iki yoldaş, ölüm-leriyle de partinin bayrağını daha yüksekleretaşıdılar.

Ulucanlar: Bir direniş manifestosu!

Ulucanlar hapishanesi inşa edildiğinde birhandır. Daha sonra yolcuların konakladığı odalarıbirer koğuşa dönüştürüldü ve bu kez devrimcileriağırladı. Hapishanenin giriş kapısıyla ikinci kapıarasına kapıaltı denilir. Kapıaltıyı geçince küçük,dört yanı duvarlarla kaplı bir bahçede bulursunuzkendinizi. İşte bu bahçenin ortasındadır uzunkavak ağacı! Yiğit devrimcilerin boynunda yağlıilmek varken, son haykırışlarında devrim vesosyalizmi duymuştur o duvarlar. Ulucanlar tari-hinde nice yiğitlikler gördü. 26 Eylül günü de buyiğitliklerden birine tanıklık etti. 32

Habip ve Ümit: Partili kimliğin cisimleştiğizor dönem devrimcileri

“Yoldaşlık,

gerektiğinde

üzerine gelen

kurşunları

paylaşabilmektir!”

Page 33: Ekim Gençligi

26 Eylül 1999 Ulucanlar katliamı, bucoğrafyada çoğu insanın bilmediği, bir çoğunun daunuttuğu onlarca katliamdan birisi. Tarih kita-plarında hiç yer almayacak, çocuklarımıza “şanlımilletimizin kahramanlık destanları”ndan başka birşeyin öğretilmediği o tarih derslerinde asla anlatıl-mayacak bir direniş...

Sermaye iktidarı “yeni bir dünya” mücadelesin-den öylesine korkuyor ki, büyük bir vahşetlesaldırıyor, korku salmaya çalışıyor. İşkencehanel-erde, zindanlarda dört duvar arasında katlediyordevrimcileri.

F tipi hücre... Her şeyin bembeyaz olduğu,şarkı dinlemenin, çiçek beslemenin yasak olduğu...İnsan yüzü göremeyesin diye aynanın bile yasakolduğu bir işkencehane. Devletin o dönem de-vrimci iradeyi teslim almaya yönelik son saldırısı.İnsanı insani olan her şeyden uzaklaştırarak, in-sanca duygularını yok etme çabası. Korkutaraksusturamadığı çığlığı kimsenin duyamadığı dörtduvara hapsederek boğma çabası.

Ulucanlar cezaevinin siyasi tutsaklar koğuşu,devrimci iradenin en güçlü olduğu alanlardan biri.F tipleştirme saldırısını hayata geçirmek içinsaldırı buradan başlatılıyor. Önceden planlanmış,her türlü hazırlığı yapılmış bir katliam hayatageçiriliyor. Ardından gelecek yeni katliamlarınprovası oluyor.

10 devrimcinin ölümüyle sonuçlanan ama ser-maye devletinin içine düştüğü korkunun ne kadarhaklı olduğunu bir kez daha gösteren bir direnişsergileniyor Ulucanlar’da. Operasyonun başladığıandan itibaren olay “Ankara Ulucanlar Cezae-vi’nde isyan” diye duyuruluyor televizyon kanal-ları tarafından. İlk saldırıda üç ölü; Ümit Altıntaş,Abuzer Çat ve Zafer Karabıyık... Kanı çekilinceye

kadar hastaneye götürülmeyen, hastaneyegötürülürken yolda öldürülen Habip Gül...

Gaz bombaları ve makinalı tüfeklerekarşı yataklar, yastıklar ve dolaplar siper.Hayat kurtarmak için kullanıldığı sanılanitfaiye araçları bu kez devrimcileriköpükle boğmak ve kancalarla avlamakiçin birer silah. Saatlerce süren saldırınınardından bu kez havalandırmaya dolanrobokoplar. Cam kırıkları üzerinde metrelercesürüklenen, yaralı olarak hamama götürülen,çırılçıplak soyulan, kalaslarla öldüresiye dövülen,kasatura darbeleriyle parçalanan tutsaklar. Hızaratölyesine götürülüp beli hızarla kesilen İsmetKavaklıoğlu. Ve uzun namlulu kurşunların bacak-larında açtıkları deliklere demir mıhlar çakılanCemal Çakmak...

Bizler katliamcı devletin vahşetlerinin hiçbiriniunutmadığımız gibi Ulucanlar katliamını da unut-mayacağız. Faillerin yargılanmasını beklemiyoruz,çünkü biliyoruz ki ancak katliamcı sömürü devle-tini ortadan kaldırmak bu vahşeti sonlandıracaktır.Ya fabrika dişlilerinin arasında, masa başlarındasaatlerimizi satarak ömrümüzü feda edeceğiz.Erken yaşlanıp erken öleceğiz ya da bir işcinayetinde aniden olacak ölümümüz. Ya da isyanederek umudu yeşerteceğiz yüreklerde. Sorgulaya-cağız ve sorgulatacağız, zulmü ve ölümü gözealarak. Ama bu kez zavallıca olmayacakölümümüz. Onlar “terörist” diye anlatırken çocuk-larına, bizler yaşamımızla da ölümümüzle desadece umudu beslemiş olacağız. Bizler buradayız,yok olmayacağız, tükenmeyeceğiz. Yüreklerde in-sana dair olan, insanlık için olan bütün iyi şeylertükenmedikçe, biz hep var olacağız!

N. Medi 33

Ulucanlar: Yaşam için direnerekölmenin destanı!

Faşist sermaye devleti F tipi saldırısına hazır-lanıyordu. 26 Eylül’ün arifesinde burjuva basındahücreleri öven yazılar yayınlanıyordu. Habip isesaldırıdan sekiz ay önce şöyle yazmıştı: “Sermayedevletinin ‘koordine merkezleri ve icra organları’bir kez daha yenilgiyi tadacaklardır. … bedelödeyerek kazandığımız mevzileri, bedel ödeterekkoruyacağız!”

İlk hedef, zindanlardaki en önemli direnişmevzilerinden biri olan Ulucanlar oldu. Sermayedevletinin bekçileri bombasıyla, mermisiyle,köpüğüyle saldırdı. Karşılarında ise “devrimciidare teslim alınamaz!” haykırışlarını duydular.Ulucanlar direnişi ölüm makinelerine karşı sekizsaat sürdü. Bu görkemli direniş karşısında yenilenbir kez daha sermaye devleti oldu. On yıldız son-suzluğa uğurlandı. Habip Gül, Ümit Altıntaş, AzizDönmez, Ahmet Savran, İsmet Kavaklıoğlu,Abuzer Çat, Zafer Kırbıyık, Mahir Emsalsiz,Önder Gençaslan, Halil Türker.

Habip ve Ümit Ulucanlar direnişinde enöndeydiler. Onlar ölümü tereddütsüzce kucak-ladılar. Partinin kızıl bayrağına leke sürmediler.Yaşamlarıyla olduğu gibi ölümü kucaklayışlarıylada bizlere izlenmesi gereken yolu gösterdiler.

Habip ve Ümit’ten Hatice ve Hüseyin’e

kızıl bayrak elden ele daha da ileriye!

Habip ve Ümit partinin özü ve özetidirler. On-lardan, onların yaşamından tekrar tekrar öğren-mektir bize düşen. Ve elbette ki, sınıfın komünistişçi partisine yaraşır bir kadro düzeyine çıkmacüretini kuşanabilmektir. Habip ve Ümit’tenöğreneceğimiz en önemli şeylerden biridir bu. Heralanda partiyi ileri götürecek olan, partiyle devrimhedefine kilitlenecek olan Habipler, Ümitlerdir.Haticeler, Hüseyin’lerdir. Yani yarının bizleri!

O halde, Ümit’in dediği gibi, cüret edip kazan-maya!

Bizler katliamcı

devletin

vahşetlerinin

hiçbirini

unutmadığımız

gibi Ulucanlar

katliamını da

unutmayacağız.

Page 34: Ekim Gençligi

Merhaba dostlar, yoldaşlar! Sizleri Eda, Gülnur, Evrim olarak Sincan Kadın

Hapishanesi’nden tüm devrimci duygularımızla selam-lıyoruz.

Sizlere daha önce de bir mektup yazmıştık. Ancak“Disiplin Kurulu”ndan gelen yanıtla kullandığımız kimikelimelerin “sakıncalı” olduğunu öğrendik. Bundandolayı ilk mektubumuz size ulaşamadı ve yeni bir mektu-pla sizlere seslenmeye çalışacağız.

Biz Eda ve Gülnur olarak 11 Ağustos Salı sabah06.00 sularında “TKİP üyesi” olduğumuz ve propagan-dasını yaptığımız gerekçesiyle evlerimiz basılarakgözaltına alındık. Yaklaşık 2 saat süren ev aramalarındabilgisayarlarımıza, kitaplarımıza ve bazı özeleşyalarımıza el kondu. Aramalardan sonra TEM’egötürüldük. Düzenin kolluk kuvvetleri TEM’dekaldığımız süre boyunca bizleri teslim almaya çalıştı. Ai-leyi kullanarak psikolojik işkence yaptı. Yaptığımız açlıkgrevini, ifade vermeme, konuşmama tutumumuzu boşadüşürmeye çalıştı. Ancak biz sınıf devrimcilerini teslimalamayacaklarını tutumumuzu sürdürerek onlara göster-miş olduk.

Cuma sabahı adliyeye götürüldük. Sermayenin kollukkuvvetleri şahsında karşımıza çıkan tutum farklı biçim-lerde mahkemede de devam etti. Kurumlarımıza,gazetemize ve değerlerimize sahip çıktık. Akşam saat-lerinde de tutuklanarak Sincan Kapalı Kadın Hapishane-si’ne getirildik.

Ben de Evrim olarak, yoldaşlarımın tutuklandığı 14Ağustos Cuma günü 18.00 dolaylarında Tuzluçayırsokaklarında sermayenin kolluk kuvvetleri olan TMŞekipleri tarafından kurulan pusu ile gözaltına alındım.Yolda yürüken beni durdurarak önümü kesen araçlardançıkan TMŞ polislerinin yaka-paça gözaltına almasınayanıtım “İnsanlık onuru işkeneyi yenecek!” haykırışıoldu. Ağzımı kapatarak beni zorla bir arabaya bindirm-eye çalıştılar. Ardından bir polis minibüsüyle beni apartopar götürdüler. Bu andan itibaren TMŞnezarethanesinde hiçbir ifade vermeyerek ve açlık greviyaparak, faaliyetimize yönelik saldırıya devrimci kim-liğimle yanıt verdim. Kronik astım rahatsızlığımdan kay-naklı nezarethane hücresinde fenalaşarak iki defahastaneye kaldırılmam ve defalarca kriz geçirmemekarşın devrim ve sosyalizm davasına olan inancımdanaldığım güçle soluğuma soluk kattım. Karşılaştığımız de-vlet terörünün bir ayağı olarak dayanaksız gerekçelerle17 Ağustos Pazartesi günü tutuklandım.

Devletin tüm kurumlarının bir bütün olarak işkenceciolduğu gerçeği hapishane girişinde zorla çıplak aramadayatmasıyla sürdü. Bizler de gözaltından beri

sürdürdüğümüz tutumu burada da devam ettirdik. Şimdiyoldaşlarım Gülnur ve Eda ile bir arada duvarlarınardında mücadelenin başka bir alanını var ediyoruz.

*** Uzun yıllardır ilmek ilmek ördüğümüz, tırnaklarımı-

zla kazıyarak yürüttüğümüz faaliyetimize yönelik bu tu-tuklama saldırısı elbette bizi şaşırtmadı. Mamak 6.Kültür Sanat Festivali’nin bir gün sonrasında başlayansaldırı sınır tanımadı. Mamak İşçi Kültür Evi’nden çıkan,9 yıl boyunca yapılan meşru kitle eylemlerinin fotoğrafve görüntüleri, ‘68 devrimci hareketinin önderlerininbelgesel ve fotoğrafları, festivalde yapılan konuşmalarınyasadışı ilan edildiği saldırı dalgası devrimcifaaliyetimizi sınırlandırmaktan başka bir amaç taşımıyor.Savcılık tarafından İşçi Kültür Evi’nin “örgüt evi” olaraktanımlandığı, Eksen Yayıncılık kitaplarının “yasadışı”ilan edildiği bu saldırı ve tutuklama terörü aynı zamandaişçi ve emekçilerin sermaye iktidarı karşısında örgütlen-mesinden ve yan yana gelmesinden duyulan korkununürünüdür.

Kapitalistler 2009’u sermaye açısından “kriz yılı” ilanederken krizin faturasını ağır bir şekilde emekçilere ödet-mektedir. İşte kapitalistlerin ekonomik, sosyal, siyasalsaldırıları dizginsizce sürerken grevler, direnişlerle işyer-leri, sokaklar, işçi ve emekçilerin öfkesiyle dolup taş-maya başlıyor.

İşte böyle bir tablo içinde Mamak 6. Kültür SanatFestivali, bu yıl kapitalizmin bu saldırıları karşısında ha-laylarıyla, tiyatrosuyla, ezgileriyle, çocukların gülüş-leriyle, karşılıksız ve çıkarsız bir dünya özlemiyle,“Karanlığa ışık, sessizliğe çığlık olacağız!” şiarıylaörgütlendi. 2009 yılını krizi fırsata çevirmek için kol-larını sıvayanlar, sınıfa ve örgütlülüklerine saldırı dal-gasını festivalin ardından İşçi Kültür Evi’ne dönüksaldırıyla devam ettirdiler. Bizleri duvarların ardına ko-yarak yapılmaya çalışılan sınıfa ve örgütlülüklerineyönelik saldırının bir parçasıdır.

Gündüzünde sömürülmeyen, gecesinde aç yatılmayanbir dünya için mücadele azmimizi hiçbir güç engelleye-meyecek. Ateşin keşfinden başlayan mücadelemizgüneşin zaptına dek sürecek. Duvarların ardındanyeniden sizleri kucaklıyor ve işçi sınıfının davasına vedevrimci faaliyetine dönük bu kuşatmaya karşı yan yanagelmeye çağırıyoruz. Sınıf devrimcilerinin bu çağrısınayanıt vermeye davet ediyoruz.

Sincan Kadın Hapishanesi’nden TKİP dava tutsaklarıEda Ünalan, Gülnur Ertaş, Evrim Erdoğdu

22 Ağustos ‘09

“Bu kuşatmayı yaracağız!”

Sincan Kadın Hapishanesi’nden mektup...

Page 35: Ekim Gençligi

12 Eylül darbesinin, yani faşist rejimin tahkim edilmesinin üzerinden tam 29 yıl geçti.‘70’li yılların yükselen kitle hareketliliği ve ona öncülük eden devrimci hareketezilmiş, böylece emperyalist-kapitalist sistemin yaşadığı krizden çıkmak için gün-deme getirilen neo-liberal politikaların uygulanmasının önünde engel kalmamıştı.Ekonomi reçetesi olarak gündeme gelen 24 Ocak Kararları’nı uygulayabilmeninönü açılmakla kalmamış, ordunun siyasal yaşam üzerinde tam bir hakimiyeti tesisedilmişti. Tüm bunları görmek için tarihe kısa bir göz atalım.

Sermaye devleti, yapısal iktisadi krizine çözüm olarak 24 Ocak Kararları’nıgündeme getirdi. Yaşanan krizi aşmanın yegane yolu ve ihracata dayalı büyümeyleekonomiyi yeni temeller üzerine kurmak olarak tanımlandı 24 Ocak Kararları. Ser-maye sözcülerinin “ekonomik istikrar tedbirleri” olarak öne çıkardığı bu kararna-menin uygulanabilmesi “siyasi istikrar”a bağlıydı, 12 Eylül faşis darbesi buistikrarı yaratmayı hedefliyordu

Darbenin koşulları hazırlanmaya başlanmıştı. İlk elden 70’li yılların ikinciyarısında güçlenen devrimci hareketi ve işçi dinamiğini bertaraf etmek, kitleleri mezhepçilik-milliyetçilik oyunlarıyla kendi içinde bölüp parçalamak için faşist güçler devreye sokuldu. Devletin faşistbeslemelerinin tetikçiliğinde cinayetler birbirini izledi. Maraş’ta, Çorum’da akıl almaz katliamlar yapıldı.Binlerce işçi ve emekçinin katıldığı ‘77 1 Mayıs’ını CIA destekli bir kontr-gerilla operasyonuyla kana bu-ladılar. 1979’da sıkıyönetim ilan edildi. 1980’de işçi sınıfının artan eylemlilikleri ve grevleri saldırılarlabastırıldı. Devrimci gençliğin mücadesini boğmak için okullarda, sokaklarda kıyımlara girişildi.

Katliamlarla ve provakasyonlarla bir darbenin zemini hazırlanmıştı.12 Eylül 1980’de sokaklar tan-klarla, askerlerle kuşatılmıştı. Kenan Evren sabah radyo ve televizyonlardan, kan kokan sözcüklerle,Türkiye’yi bir uçurumun kıyısından döndürdüklerini söylüyordu. Elbette bunlarla sınırlı değildi faşizminkana doymazlığı, baskılar, zulümler... Bir de 12 Eylül darbesinin sonuçları vardı.

Devlet 12 Eylül’le birlikte sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda yeniden yapılandırıldı. Meclisdağıtıldı, tüm yetki Milli Güvenlik Konseyi’nin elinde toplandı. MGK bir yıl dolmadan tam 268 karar-name çıkardı ve devleti baştan aşağı yeniden inşa etti. Belediye başkanlarından ilçe kaymakamlarına çoksayıda görevli görevlerinden alındı ve yerlerine askeri atamalar yapıldı. Faşist askeri cunta işçi sınıfınaadeta savaş açtı. Tüm sendikal faaliyetler durduruldu, grev yasaklandı, ücretler donduruldu. Türk-İş hariçtüm sendikalar kapatıldı. Tüm siyasi partiler kapatıldı. Devrimcilere yönelik baskılar şiddetlendi. Onbin-lerce devrimci, işçi, sendika yöneticisi tutuklandı, işkencelerden geçirildi. Tüm kazanımlar bir çırpıda yokedildi.

Askeri faşist diktatörlüğün aldığı her türlü karar denetim dışı tutuldu. 1982’de askeri cuntanın hazırlat-tığı anayasa kabul edildi ve Genelkurmay Başkanı Kenan Evren cumhurbaşkanı oldu. 1983’ten itibarenparlamenter sisteme geçilse de, ordunun siyaset üzerindeki ağırlığı hep varlığını korudu. Devlet 12Eylül’ün baskıcı rejimini üniversitelerde de YÖK’ü kurarak hayata geçirdi.

O günden bu güne değişen tek şey isim değişiklikleri. Milli Güvenlik Konseyi’nin adı Milli GüvenlikKurulu oldu ama hala bu ülkede kararları ABD işbirlikçisi MGK veriyor. Bu ülkenin ekonomisi burju-vazinin ve Amerika’nın çıkarları doğrultusunda batıp çıkıyor. Bu ülkede işçiler ve emekçiler kapitalizminkrizlerinden bir türlü kurtulamıyor; emekliye %1, işçiye %3, öğrenci haraçlarına %8 zamlar yapılıyor. Buülkede kontr-gerilla elemanları “bizim çocuklar” denilerek açıkça sahipleniliyor

Geçtiğimiz günlerde darbecilerin dokunulmazlığını öngören 15. maddenin kaldırılması gündeme geldi.Cuntacıların şefi Kenan Evren, “12 Eylül’ü halk desteklemiştir. Halka sorsunlar diyorum. Eğer halk ‘evet’der geçici 15. maddeyi kaldırırsa o zaman hiç yargılamaya gerek yok, ben intihar ederim!” açıklamalarınıyapabilmiştir. Bu pervasız açıklama bile, 12 Eylül rejiminin sürdüğünün bir göstergesidir. Bu elikanlı katilkendi eceliyle ölse bile, 12 Eylül’ün hesabını bu ülkenin işçi ve ve emekçileri er geç soracaktır.

12 Eylül düzeni emperyalizme köleliliğin ifadesidir ve bugün bu kölelik derinleştirilerek kanımızemiliyor, IMF’nin yıkım politikaları ekonomi paketi olarak sunuluyor. Amerikan savaş gemileri hiçbirengel görmeden boğazlardan geçiyor. Kürt hareketine karşı sindirme ve katletme politikası devam ed-erken, sözde açılımlarla Kürt halkının mücadelesi boğulmaya çalışılıyor.

12 Eylül düzeni, emperyalizmin ve sermayenin işçi sınıfı ve emekçiler üzerinde sınır tanımaz bir baskıve sömürü sistemi olarak hala da sürmektedir. Ancak, son yıllarda işçi ve emekçi hareketi saflarındabiriken öfke ve hoşnutsuzluk, 12 Eylül rejiminin sermaye için yarattığı dikensiz gül bahçesini yaşatmanınhiç de kolay olmadığını göstermektedir. İşçi sınıfı ve emekçilerin siyasal mücadele alanına çıkmasıyla, 12Eylül rejiminin asıl sorumlusu işbirlikçi burjuvaziden, 12 Eylül darbecilerinden ve tüm katliamcılardanhesap sorulacaktır. 35

“Cellât uyandı

yatağında bir gece

“Tanrım” dedi “Bu

ne zor bilmece :

Öldürdükçe

çoğalıyor adamlar

Ben

tükenmekteyim

öldürdükçe…”

Ataol Behramoğlu

Dizginsiz bir baskı ve sömürü ile

12 Eylül düzeni sürüyor!

Page 36: Ekim Gençligi

36

Chavez ve Morales

örnekleri egemenlere

korku salıyor!

1963’te diktatörlük dö-nemi başlayan Honduras,neo-liberal politikaların mi-litarizm sopası ile uygulan-dığı Latin Amerikaülkelerinden biridir. 1963-1981 boyunca kesintisizdiktatörlük ile köleleştiril-mek istenen Honduras,sivil yönetime geçtikten

sonra da ABD destekli faşist çetelerin tehditindenkurtulamadı. 7 milyonluk ülke nüfusunun %50’siyoksulluk sınırının altında yaşamaya mahkûm edildi.Latin Amerika’da emekten yana politikalar izlemeyeçalışan tüm yönetimler gibi Honduras hükümetleri desürekli darbe baskısıyla yüzyüze kaldı.

Ordunun silah zoruyla devirdiği Honduras Libe-ral Partisi’nden Manuel Zelaya, kazandığı başkanlıkseçimleri ardından rakiplerinin itirazı nedeniyleancak iki ay sonra görevine gelebilmişti. ArdındanZelaya, Fidel Castro ve Hugo Chavez önderliğindekiLatin Amerika için Bolivarcı Alternatif (ALBA)üyesi olmaya karar vererek, Küba, Venezüella, Bo-livya, Ekvador gibi ülkelerle işbirliğine yöneldi. Asa-lak Honduras burjuvazisine korku salan Zelaya’nınemekten yana politikaları değildir. Daha önemlisi,diğer Latin Amerika ülkelerinde olduğu gibi Hondu-ras’ta da geniş emekçi kitlelerin politikleşmesi, bur-juvazinin iktidarını zora sokan bir mücadeleyönelmesidir.

Darbeye karşı militan halk direnişi!

Amerikancı faşist darbenin ardından ülke dışınagönderilen Zelaya’nın Honduras halkını direnişe ça-ğırması ile birlikte binlerce Honduraslı sokaklaraçıktı. Honduraslı ilerici örgütler de yayınladıklarıortak bildiriler ile darbeye izin vermeyeceklerini vefaşist saldırıya karşı mücadele edeceklerini deklareettiler. Ülkenin her yanından göstericilerbaşkente Başkanlık Sarayı’na yürüdüler.Amerikancı faşist darbeye karşı baştaVenezüella, Nikaragua, Küba olmaküzere, Latin Amerika’nın diğer ülkele-rinde de kitle gösterileri gerçekleştirildive birçok liderden Zeleya’ya destek açık-lamaları geldi. Ayrıca ALBA, UNASUR,OEA gibi kıtasal örgütlülükler üzerinden,diplomatik ve siyasi araçları kullanarakdarbenin boşa çıkartılacağı, gerekirse as-keri müdahale alternatifinin gündeme gele-bileceği ifade edildi.

Honduras’ta Genel İş Sendikası, faşist çetelerinarkasındaki kapitalistlerin işyerlerinin kuşatılması ar-dından, sadece ceplerini düşünen patronları can evle-rinden vuracaklarını açıkladı. Devlet Darbesine KarşıUlusal Cephe Meclisi süreli grev çağrısı yaptı, sendi-kalar ve emekçiler bu çağrıya kitlesel katılımları iledestek verdiler. Hayatı durduran Honduraslı emekçi-ler darbecilerin iplerini elinde tutan asalak burjuva-ziye nefes aldırmayacaklarını kararlı tutumları iledefalarca gösterdiler. Öğretmenler ve profesörler,darbeye girişilen 28 Haziran’ın ardından greve çıktı-lar. Darbeye karışan iş adamlarına yanıt olarak cepheüyeleri, şehirdeki lüks dükkanlara erişimi engelledi.Darbenin ilk gününden itibaren göstericilere her fır-satta saldıran kolluk güçleri, tüm zorbalıklarına rağ-men Honduraslılara boyun eğdiremediler.

Honduraslı emekçiler amerikancı faşist çetelerkarşısında kararlı direnişlerini darbenin ilk günündenitibaren sürdürüyorlar. Ancak Zelaya darbecilerekarşı net bir tutum almamaktadır. “Pasif direniş”i önesüren Zelaya, Nikaragua sınırındaki kampa devlet te-rörüne göğüs gererek ulaşan binlerce Honduraslıemekçiye rağmen şiddete başvurmadan ilerleyecek-lerini ifade etmektedir. Bu tutumu ile kitlesel kıyım-ların önünü aldığını var sayan Zelaya, bu noktadayanılmaktadır. Amerikancı faşist çete darbenin ilkgününden itibaren militan ve kararlı Honduraslıemekçilerin direnişi karşısında son derece gayri-meşru bir konuma düşmüştür. Bu nedenle Obama yö-netimi bile darbecilere tavır almak zorunda kalmıştır.Gelinen noktada darbecilerin kitlesel kıyımlarınınönünü alan Zelaya’nın pasifist tutumu değil, LatinAmerika halklarının gür sesidir.

2002’de Chavez’e yönelik darbeyi Venezüellalıemekçiler püskürtmüş, ABD destekli Bolivya burju-vazisinin Morales’e yönelik tüm darbe girişimleri deemekçi kitlelerden alınan güçlü boşa düşmüştü. Tümbunlar göstermektedir ki, Amerikancı darbeyi püs-kürtecek esas güç, başta Honduraslı emekçiler olmaküzere Latin Amerikalı halklarının birleşik mücadele-sidir.

Honduras’ta amerikancı faşist askeri darbe

Latin Amerika halklarının

direnişiyle püskürtülecektir!

Ülkenin heryanındangöstericilerbaşkente BaşkanlıkSarayı’nayürüdüler.Amerikancı faşistdarbeye karşıbaşta Venezüella,Nikaragua, Kübaolmak üzere, LatinAmerika’nın diğerülkelerinde de kitlegösterilerigerçekleştirildi vebirçok liderdenZeleya’ya destekaçıklamaları geldi.

Page 37: Ekim Gençligi

Kolombiya'da işçiler öldürülmeye devam ediyor!

Kolombiya'da Gustavo Gómez and MauricioAntonio Monsalve Vásquez adlı iki sendikacıdaha suikaste uğradı. Sendikal hareket iseyetkililerden dökülen kanın son bulması içingereken neyse yapılmasını istedi. Kolombiya’da2009’un Ocak ayından itibaren suikaste uğrayansendikacı sayısı 27’ye yükseldi.

21 Ağustos günü, kimliği belirsiz kişilerNestlé-Comestibles la Rosa S.A. işçisi veSinaltrainal Sendikası üyesi Gustovo Gómez’ievinde katletti. 10 el ateş edilerek vurulan Gómezbir kaç saat içerisinde hayatını kaybetti.

Yunanistan’da 10 bin kişihükümete karşı yürüdü

6 Eylül Pazar günü Yunanistan’ın kuzeyindekiSelanik kenti merkezinde 10 bini aşkın kişihükümeti “anti-sosyal” politikalarına karşıyürüdü.İki banka şubesi molotof kokteylleri ileateşe verilirken, 3 bankamatik de tahrip edildi.Polis 20 kadar genci gözaltına aldı.

Kentte Yunan Genel İşçi Konfederasyonu(GSSE) ve Memurlar Federasyonu (ADEDY) ileKomünist Parti’ye yakın Sendikal MücadeleCephesi (PAME) ve diğer aşırı sol gruplartarafından üç ayı yürüyüş yapıldı. Gösterilerde,“Hükümet ve bankalar ülkeyi ucuza eldençıkarıyor”, “Sermaye ödemeli” şeklinde sloganlaratıldı. Eylemciler, sabah saatlerinde BaşbakanCostas Caramanlis’in açılışını yaptığı Uluslararası Fuar binasının önüne kadar yürüdü. Fuarınaçılışı her yıl siyasi ve sosyal eylemlerle protestoediliyor.

Dünya Ticaret Örgütü’ne karşı çiftçiler sokağa çıktı

3 Eylül tarihinde, Hindistan’da çiftçiler ve işçisendikaları üyeleri Yeni Delhi’de, Dünya TicaretÖrgütü (WTO) ile Hindistan arasındakigörüşmeleri protesto etti. Protestolar sırasındaHindistan Sosyalist Birlik Merkezi (SUCI) üyeleriWTO’yu temsil eden bir kukla yaktı. WTOdirektörü General Pascal Lamy ve birçok ülkeninbakanının katılacağı toplantıda tarıma uygulanansübvansiyonlar ve vergi tarifeleri tartışılıyor.

Sağlık çalışanlarının grevi hastaneleri durdurdu

Nepal’de Eylül’ün başında ülke genelindeNepal Hastabakıcılar Sendikası’nın başlattığı grevnedeniyle hastanelerdeki hizmetler durmanoktasına geldi. Hükümet ile sendika arasındaimzalanan ve işçilerin işlerinin sürekliliğini içerensözleşmenin uygulanmasını talep eden çalışanlaracil servis dışındaki tüm birimleri durdurdu.Sağlık çalışanları ayrıca sağlık sektörüne politikmüdahalelerin durdurulmasını talep ediyor.

Oaxaca’da öğretmenler grevde

Meksika’nın Oaxaca eyaleti, aylarca süreneğitim grevlerinden üç yıl sonra, polisin eylemsırasında bir öğretmeni vurarak öldürmesi üzerineyeni bir genel greve sahne oldu.

Sendika üyesi öğretmenler, protesto içineyaletin merkezi olan Oaxaca şehrinde, üç farklınoktada yolu bloke ederek eylem düzenledi.Bölüm 22 sendikasının genel sekreteri AzaelChepi Santiago, grevlerin devletyetkililerine baskı yapmak için tekyol olduğunu belirtti. 37

Saldırı ve savaş örgütü NATO

katletmeye devam ediyor!

Afganistan halkı direndikçe katliamlar artıyor.Amerikan askerleri, sivil katliamlarına NATO şemsi-yesi altında devam ediyor. ABD ordusu, “düşmankarmaşık bir pusu kurdu, her yönden ateş açtı...” gibiizahlarla katliamı mazur göstermeye çalışırken, gerçekşudur: 40'ı sivil 90 kişi, Afganistan’ın Kunduz kentindekatledilmiştir. Bu arada, işbirlikçilerin ahlâkını tanı-mak, hangi “kutsal” amaçlarla olursa olsun işgalcilerleişbirliği yapanların nasıl kişilikler olduğunu, pragma-tizmin nasıl bir halk düşmanlığına yol açtığını görmekmümkün oldu. Devlet Başkanı Hamit Karzai'nin Kun-duz kentinde yapılan katliama dair tek kelimesöylememesi bunun en açık kanıtıdır.

İşbirlikçi Karzai emperyalist işgale karşı direnenle-rin eylemlerini ise anında kınıyor, siz eylemyapmasanız işgalci efendilerimiz de sivilleri katletmekzorunda kalmaz demeye getiriyordu. Bugün görülen veyarın herkesin kabul edeceği gerçek şudur ki, katliam-lar direnişin büyümesini engellemeyecektir. İşgalcilerinzafer naraları attıkları yerden şimdi direnişin silah ses-lerinin arasında NATO generallerinin “daha fazla silah,daha fazla asker” çığlıkları duyuluyor.

Son yaşanan katliam, başta ABD olmak üzereişgalci güçlerin giderek daha fazla sıkışan ve büyüyenkorkularının ifadesidir. Hem Amerikan rejimi adına peşpeşe yapılan açıklamalar hem ek asker gönderilmesiiçin “müttefikler”e yapılan yoğun baskılar, emperyalistzorbaların Afganistan’da yaşadıkları zorlanmanın açıkgöstergesidir. Afganistan işgalci güçler için giderek bü-yüyen bir bataklığa dönüşmektedir. Hamid Karzai’ninbaşını çektiği işbirlikçi soysuzların umutsuzluğu büyü-mektedir. Kabil’deki uşaklarına moral vermek içinABD adımlar atıyor. Bu adımların içinde yeni katliam-lar önemli yer tutuyor.

Kapitalist-emperyalist düzenin vurucu gücüNATO’nun bir fiyasko ile yüzyüze kalması ihtimaliemperyalistlerin uykularını kaçırıyor. ABD-İngiltereikilisi dışındaki devletler Afganistan’a ek kuvvetgöndermiyorlar. ABD ve suç ortakları, ek kuvvetgönderilse de başarıya ulaşma şanslarının çok düşükolması korkusunu yaşıyorlar. Son katliamda dagörüldüğü gibi, NATO komutasındaki işgalci güçlersivil halkın üzerine bomba yağdırıp toplu katliamlaryapmak dışında kayda değer bir başarıyaulşamamışlardır. Hal böyleyken, Afganistan’dan tabuttaşımanın yaratabileceği tepkilerden de çekinen gericirejimler, Pentagon-NATO merkezli basınçları rağmenAfganistan bataklığına girmek istemiyorlar.

Afganistan’ın Kunduz kentinde yaşanan sonkatliam, emperyalist ABD’nin zafer umudunuyitirmeye başladığının açık göstergesidir. ABD savaşaygıtı ile NATO’nun şefleri diğer devletlere askergöndermeleri için basınç uygularken, aynı zamandaTaliban güçleriyle anlaşmanın yollarını daaramaktadırlar. Kabil’deki uşak takımının yanısıra,yakın zamanda Pakistan’ın bir bölgesinde şeriatkurallarının geçerli olması konusunda Talibangüçleriyle anlaşan İslamabat’taki Amerikancı rejim deTaliban-Washington anlaşmasını sağlayabilmek içinuğraşıyor. NATO katliamı, emperyalistlerin pervasızlığıkadar direnen halklar karşısındaki çaresizliğinin birgöstergesidir.

Dünyadan gelişmeler...

Page 38: Ekim Gençligi

38

Kapitalizmin insanlığı yozlaştırıp, kendindenbaşkasını düşünmeyen bencil bireyler yaratırken, obu dizeleri yazmıştı. Çünkü o yaşamının her anınıinsanlığa, devrime ve sosyalizme adamıştı.Yaşamının son anına kadar buna uygun birpratiğin içinde oldu.

Bir yazar, şair ama en çok da sinemacıyönüyle tanınırdı. Sinemanın “Çirkin Kral”ıdiyorlardı ona. Evet, Yılmaz Güney’denbahsediyoruz. Doğduğu topraklarda ezilen,sürgüne gönderilen, onlarca filmi yasaklanan,sansüre uğrayan Yılmaz Güney’den... Senelercecezaevinde yatan, uzun yılların ardındancezaevinden kaçan, vatandaşlıktan çıkarılanYılmaz Güney’den... Çocukluğunun büyükbölümünü simit satarak geçiren, 13 yaşındasinemayla tanışan, komünizm propagandasıyaptığı gerekçesiyle hapse atılan Yılmaz Güney…

Kapitalist sistemin herşey gibi sanatı dametaya dönüştürdüğü günümüzde, onun için sanatkendi davasını insanlığa anlatmanın bir aracıydı.Herkes yaşamından bir parça bulabilirdi onunfilmlerinde… O ezilmişliği anlatmıştı, ezen ezilençelişkisini yansıtmıştı, bizim yaşamlarımızdanörnekler sunarak…

Onun için sanat siyasetten ayrılamazdı. Bunuşu sözlerle anlatmıştı:

“Sanat tek başına devrim yapmaz, fakat

doğru bir çizgiye, dünya hakkında doğru bir siyasigörüşe sahip olan bir sanatçı, eserleri yoluyla,halkla, kitlelerle çok güçlü ve geniş bağlarkurabilir.”

“Devrim ise, tek başına silahların çözeceğibir sorun değildir. Belirleyici olmasına karşın,hayatın her alanında sürdürmemiz gerekenkültürel, sanatsal ve bir dizi diğer çalışmalarlabirleşmesi gerekir. İşte filmimiz ve yaratacağısiyasal sonuçlar, bu anlamda mücadelenin birparçası olacaktır.”

Verdiği mücadeleyi her zaman yaşattı. İçeride,dışarıda, doğduğu topraklarda, sürgünde …“Ezilen sınıfların sınıf kardeşliği” için vereceğimücadeleyi, devrimi haykırdı.

“Sorunun esası şudur, ya devrim yolunuseçeceğiz ya da bu düzenin haksızlıklarına,baskılarına boyun eğerek şu ya da bu biçimdeteslim olarak yaşamayı seçeceğiz. Bu çeşit birseçiş yok olmanın bir biçimidir…”

O insanlığın yok olmaması için çabaladı.Bütün bir yaşamı boyunca direnmeyi seçti. Sonkonuşmasında da bunu haykırıyordu.

“Bir köle olarak yaşamaktansa bir özgürlüksavaşçısı olarak ölmek daha iyidir...”

O bir özgürlük savaşçısı olarak savaştı ve herzaman haykırdı düşmanının suratına“Kazanacağız, mutlaka kazanacağız!”

“Hayat bize mutluolma şansıvermediBiz kendimizdenbaşkaHerkesinüzüntüsünüÜzüntümüz,Acısını acımızyaptık.Çünkü dünyanınöbür ucunda,Hiç tanımadığımızbir insanınGözyaşı bile içimiziparçaladı...”

İkinci emperyalist paylaşım savaşı üzerineyazılan çoğu yazı, Nazilerin dünyaya hakim olmaisteği, Yahudilere yaptıkları ve toplamakamplarından bahseder. Birçok anı, birçok tarihkitabı bunları ayrıntılarıyla dile getirir.Almanya’nın dünya gücü haline gelme çabaları,Fransa’yı işgali, Sovyetler Birliği’nin savaşkarşısındaki tutumu, savaşa girmeyen ABD’ninsavaştan nemalanma çabaları, vb…

Savaş anılarının çoğunda ise toplama kamplarıele alınır. Bir odaya kapatılan insanların verilengazla öldürülmesi, yapılan işkenceler, üretilensabunlar…

Ancak tüm bu gerçekliklerin ve vahşetinyanında bu kez bunlar anlatılmayacak. Bu zorkoşullarda savaşın yaşandığı ülkelerden birinde,Bulgaristan’da geçenler konumuz. Savaş yılları,açlık, sefalet koşulları ve partizanlar…

Küçük yaşta evi terkederek çalışmayabaşlayan Mitka, genç yaşlarda Remsistlerle tanışır

ve bu yaşamının dönüm noktasıdır. Fabrikaiçerisindeki örgütlenme çalışmasından illegalyaşama geçmesi, buradan partizanların arasınakatılması ve gerçekleştirilen eylemler… Kendiyaşadıklarını anlatan Mitka Grıbçeva kitaptadönemin özelliklerini, fabrikaları ve çalışmakoşullarını, illegal partinin örgütlenmesini anlatır...

“Seni Halk Adına Ölüme Mahkum Ediyorum”her ne kadar otobiyografi gibi görünse de partiliyaşamı ayrıntılarıyla anlatan bir kitap.

Bir devrimcinin yaşamında büyük yer eden vekarşısına çıkan en büyük zorluk olan küçükburjuva alışkanlıkların nasıl yok edildiği, bunlarınakla dahi gelmediği, verilen mücadele ve bumücadeledeki azmi okurken, kendi yaşamınızdakibahaneleri yok edebilirsiniz.

İnsan iradesinin neler başarabildiğine bir kezdaha tanık olmak için…

İyi okumalar!T. Karanfil

Anısı önünde sayıyla eğiliyoruz…

Yılmaz Güney: Devrime adanmış bir yaşam!

Kitap: Seni Halk Adına Ölüme Mahkum Ediyorum

İnsan iradesi neler yapabilir?

Nazi Ordusu’nun

zulmünün doruğa

ulaştığı 1940’lı

yıllar...

Page 39: Ekim Gençligi
Page 40: Ekim Gençligi