son bulunan nian talarıdosya.toprakisveren.org.tr/makale/2011-91-sinasiacar.pdf · son bulunan...

13
Son Bulunan Nişan Taşları Şinasi ACAR (Y.Müh.İTÜ) Yapı dergisinin 278, 279 ve 292 no’lu sayılarında (1) Okmeydanı’nda ve Okmeydanı dışında bulunan nişan taşlarını -bulundukları yerlerde resimleyerek- ayrıntılı biçimde tanıtmıştık. Daha sonra bu yazılar taşların kitâbeleri de eklenerek kitaplaştırıldı (2). Bir süre sonra Yapı’nın 330 no’lu sayısında, o tarihe değin metrik sistemdeki karşılığı tam olarak bilinmeyen -uzaklık ölçüsü- “gez” değerinden söz eden yazımız yayımlandı (3). Zaman içinde -kitapta yer alan 48 taşın dışında- birkaç nişan taşı daha gün yüzüne çıktı. Bu yazımızda - serinin tamamlanması ve hepsinin kayda geçmesi açısından- daha sonra ulaşılan bu beş taşı da tanıtmayı amaçlıyoruz. Ancak, önceki yazıları okumamış okuyucular olabileceğini düşünerek Osmanlı’da spor, sportif okçuluk, sportif tüfek atıcılığı, uzaklık ölçüsü gez ve Okmeydanı’na ilişkin çok kısa bir özet yapmanın yararlı olacağını düşünüyoruz. Osmanlı’da Spor Genel olarak söylenebilir ki Osmanlı devletinde spor, teorik ve pratik yönleriyle bilimsel biçimde ele alınan bir tür “savaş eğitimi” olarak kabul görmüştür. Bu eğitim -saray okullarında- her spor türünün kendine özgü tekniğini öğretme, uygulatma ve birbiriyle kıyaslama yöntemine dayalı bir sistem çerçevesinde gerçekleştirilmektedir. Her eğitim dalının ayrı yönetmelikleri, çalışma alanları ve yarış meydanları vardır. Üstelik sportif alandaki bilgi, emek ve başarı, hak ettiği ölçüde ödüllendirilmektedir. Bu saray sporlarının başlıcaları güreş, cündîlik (binicilik), okçuluk, cirit atıcılığı, tüfekle atıcılık ve topuz atma olarak sıralanabilir. Padişahlar bu spor dallarıyla uğraşanları teşvik ettikleri gibi -kimileri- bunlardan birini yada birkaçını bizzat yapmaktadırlar. Sultan 3.Selim (1789-1807) -padişah olduğu- 1789 yılında okçuluğa, 1790’da tüfekle atıcılığa başlamıştır. Saltanatının -nisbeten sâkin geçen- ilk yıllarında sportif açıdan oldukça hareketlidir. Ok ve tüfek atışlarındaki başarılarını gösteren ve günümüze ulaşabilen pek çok nişan taşı vardır. Yeğeni Sultan 2.Mahmud (1808-1839) da okçuluk ve tüfekle atıcılığa heves etmiş, her iki dalda da üst üste rekorlar kırarak başarısını kanıtlamıştır. Sportif Okçuluk Sportif okçuluğun iki ana türü vardır : Hedef okçuluğu ve Menzil okçuluğu. Hedef okçuluğu ava ve düşmana isabetli atış hüneri kazandıran talimlerden doğmuştur. Bu dalda “nişangâh” (hedef yeri) olarak “ayna” denilen küçük madenî levhalar, sert ağaç kütükleri ve çoklukla “puta”lar kullanılmıştır. Puta bir yere asılan veya bir sırığa tutturulan -içi pamuk çekirdeği ve hızar talaşı dolu- deriden yapılmış -armut biçiminde- yassı bir torbadır. “Puta koşusu” denilen okçuluk yarışmalarında atışlar “puta oku”yla ve 250-350 gez uzağa dikilmiş hedeflere yapılmaktadır. Puta okçusu hem iyi nişancı hem de kuvvetli vurucu (darbzen) olmak gerekir.

Upload: others

Post on 14-Feb-2020

8 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Son Bulunan Nişan Taşları

Şinasi ACAR

(Y.Müh.İTÜ)

Yapı dergisinin 278, 279 ve 292 no’lu sayılarında (1) Okmeydanı’nda ve Okmeydanı dışında bulunan

nişan taşlarını -bulundukları yerlerde resimleyerek- ayrıntılı biçimde tanıtmıştık. Daha sonra bu yazılar taşların

kitâbeleri de eklenerek kitaplaştırıldı (2). Bir süre sonra Yapı’nın 330 no’lu sayısında, o tarihe değin metrik

sistemdeki karşılığı tam olarak bilinmeyen -uzaklık ölçüsü- “gez” değerinden söz eden yazımız yayımlandı

(3). Zaman içinde -kitapta yer alan 48 taşın dışında- birkaç nişan taşı daha gün yüzüne çıktı. Bu yazımızda -

serinin tamamlanması ve hepsinin kayda geçmesi açısından- daha sonra ulaşılan bu beş taşı da tanıtmayı

amaçlıyoruz. Ancak, önceki yazıları okumamış okuyucular olabileceğini düşünerek Osmanlı’da spor, sportif

okçuluk, sportif tüfek atıcılığı, uzaklık ölçüsü gez ve Okmeydanı’na ilişkin çok kısa bir özet yapmanın yararlı

olacağını düşünüyoruz.

Osmanlı’da Spor

Genel olarak söylenebilir ki Osmanlı devletinde spor, teorik ve pratik yönleriyle bilimsel biçimde ele

alınan bir tür “savaş eğitimi” olarak kabul görmüştür. Bu eğitim -saray okullarında- her spor türünün kendine

özgü tekniğini öğretme, uygulatma ve birbiriyle kıyaslama yöntemine dayalı bir sistem çerçevesinde

gerçekleştirilmektedir. Her eğitim dalının ayrı yönetmelikleri, çalışma alanları ve yarış meydanları vardır.

Üstelik sportif alandaki bilgi, emek ve başarı, hak ettiği ölçüde ödüllendirilmektedir. Bu saray sporlarının

başlıcaları güreş, cündîlik (binicilik), okçuluk, cirit atıcılığı, tüfekle atıcılık ve topuz atma olarak sıralanabilir.

Padişahlar bu spor dallarıyla uğraşanları teşvik ettikleri gibi -kimileri- bunlardan birini yada birkaçını bizzat

yapmaktadırlar.

Sultan 3.Selim (1789-1807) -padişah olduğu- 1789 yılında okçuluğa, 1790’da tüfekle atıcılığa

başlamıştır. Saltanatının -nisbeten sâkin geçen- ilk yıllarında sportif açıdan oldukça hareketlidir. Ok ve tüfek

atışlarındaki başarılarını gösteren ve günümüze ulaşabilen pek çok nişan taşı vardır. Yeğeni Sultan 2.Mahmud

(1808-1839) da okçuluk ve tüfekle atıcılığa heves etmiş, her iki dalda da üst üste rekorlar kırarak başarısını

kanıtlamıştır.

Sportif Okçuluk

Sportif okçuluğun iki ana türü vardır : Hedef okçuluğu ve Menzil okçuluğu.

Hedef okçuluğu ava ve düşmana isabetli atış hüneri kazandıran talimlerden doğmuştur. Bu dalda

“nişangâh” (hedef yeri) olarak “ayna” denilen küçük madenî levhalar, sert ağaç kütükleri ve çoklukla

“puta”lar kullanılmıştır. Puta bir yere asılan veya bir sırığa tutturulan -içi pamuk çekirdeği ve hızar talaşı dolu-

deriden yapılmış -armut biçiminde- yassı bir torbadır. “Puta koşusu” denilen okçuluk yarışmalarında atışlar

“puta oku”yla ve 250-350 gez uzağa dikilmiş hedeflere yapılmaktadır. Puta okçusu hem iyi nişancı hem de

kuvvetli vurucu (darbzen) olmak gerekir.

2

Menzil okçuluğunda ise, oku olabildiğince uzağa atmak esastır. Osmanlı sınırları içinde yalnızca bu

amaca ayrılmış -bir vakıf kurumu olarak çalışan- ok meydanları vardır. En eskileri Bursa ve Edirne’de olup

15.yüzyıl başlarında kuruldukları tahmin edilmektedir. İstanbul ok meydanının kuruluşundan sonra -özellikle

Sultan 2.Bâyezid (1481-1512) ve Kanûnî (1520-1566) dönemlerinde- menzil okçuluğuna duyulan ilgi giderek

artmış ve imparatorluğun belli başlı bütün kentlerinde -sayıları 38’e ulaşan- ok meydanları tesis olunmuştur.

İstanbul ok meydanı -fetihten hemen sonra- Fâtih’in (1451-1481) emriyle -gazilerin ve halkın ok atması ve

sefer zamanı toplu dua için- “müstakil vakıf” olarak kurulmuştur.

Menzil okçuluğuna heves eden kişinin -mutlaka- bir ustaya çırak olması gereklidir. Ustası nezaretinde

-sürekli çalışarak- gerekli eğitimi gören ve atış yöntemlerini kurallara uygun olarak öğrenen çırak en az 900

geze pişrev oku, 800 geze azmâyiş oku atar hale gelince, bu başarısını tanıklar önünde yineleyerek “kabza

alma”ya hak kazanır. Belli usullere göre yapılan icâzet (izin) töreni sonunda kabza alan pehlivan (sporcu),

sicil defterine kaydedilir ve defterli (lisanslı okçu) olur. Kabza alan okçu -o günden sonra- meydanda ok atma

olanağına kavuşur ve yaşamı boyunca bıkmadan sürdüreceği bir çalışmanın içine girer.

Menzil atışları rüzgârla aynı yönde yapılır. Bu nedenle menziller, atıldığı rüzgârın adıyla söylenir. Her

okçunun arzusu, meydanda -adının anılmasını sağlayacak- bir rekora ve nişana, bir “nişan taşı”na sahip

olmaktır. Ancak kabza alan okçunun menzil açabilmesi “Okçular Tekkesi”nin (O dönemin federasyonunun)

iznine bağlıdır; her 900 gez atana menzil açma izni verilmez. Böyle bir istek geldiğinde, mevcut menzillerde

mesafenin ulaşılamıyacak denli uzağa varmış olup olmadığına bakılır; atılmak istenen yönde yeni bir menzile

gerek bulunup bulunmadığı, başka menzillerle karışıp karışmayacağı, menzilin meydan sınırlarını aşıp

aşmayacağı araştırılır ve varılan karar istekliye bildirilir.

Menzil açma iznini alan okçu, öncelikle atış yapacağı noktaya bir “ayak taşı” diktirir. Nişan taşlarıyla

karışmasın diye bu taşlar çoklukla birkaç karış yükseklikte olur. İstekli -elverişli rüzgâr estikçe- buradan atış

yapar. Pişrev okunu 900 gezden (4), azmâyiş okunu 800 gezden aşırı atarsa, attığı yere bir “ana taşı” diktirir.

Ana taşı -açılan- menzilin esas yönünü belirler; bundan sonra ok atışı -daima- ana taşı doğrultusunda

yapılacaktır.

Daha önce dikilmiş bir nişan taşını aşarak (ondan daha uzağa atarak) rekor kırmaya “menzil almak”

yada “menzil bozmak” denir. Bunun için de istekli okçunun -Tekke’den- önceden izin alması gerekir. Aynı

menzil için izin alan okçular, belirlenen günde -yine usullere uygun olarak- ve kararlaştırılan tek sayıda ok

atarlar. Atışın yapıldığı ayak taşında en az iki “ayak şâhidi” bulunur. Atılan okun değerlendirilebilmesi için, ana

taşından sağa yada sola 30 gezden fazla sapmamış olması gerekir. Ana taşın yakınında, okun düşebileceği

yerde “havacı” denilen gözcüler yer alır. Menzil alınmış ise -yetkililer tarafından onaylandıktan sonra- okun

saplandığı yer biraz kazılıp içi çakıl doldurularak işaretlenir ve altı ay içinde taşı dikilir. Menzil taşları -çoğu

kez- mermerden sütun biçiminde yaptırılır; atış yönüne bakan kitâbesine okçunun kimliği, mesleği, atış

uzaklığı ve tarihi yazılır. Padişahlara, vezirlere ve ilerigelenlere ait nişan taşları, döneminin zevkini yansıtan

birer anıt görünümündedir.

3

Sportif Tüfek Atıcılığı

Tüfek atışlarında hedef olarak genellikle içi su dolu bir testi kullanılmakta, kimi zaman da tavuk veya

devekuşu yumurtasına atış yapılmaktadır. Bu atışlar -çevreye zarar verilmemesi için- Gülhane, Ihlamur, Yıldız,

Levent, Ayasağa (Maslak), Kâğıthane, Çamlıca, Göksu gibi bir zamanlar -meskûn olmayan- mesire yeri ve

kırlık alanlarda gerçekleştirilmiş ve -ok atışlarında olduğu gibi- rekor kıranlar için menzil taşları dikilmiştir. Bu

atışlar iki şekilde düzenlenmektedir: İlkinde atıcı, belirli uzak bir mesafeye hedefi koyup vurmaya çalışmakta,

başarabilirse taş dikmektedir. İkincisinde birden fazla atıcı vardır, aralarında bir yarış söz konusudur. İlkinde

olduğu gibi yine belirli bir uzaklığa hedef konulup vurulmaya çalışılmakta, vuranlar arasında -hedef giderek

daha uzağa çekilerek- yarış sürdürülmektedir. En uzaktan hedefi vurabilen kişi yarışı kazanmaktadır. Dikilen

taşın kitâbesinde bütün yarışmacılardan ve hedefi vurdukları mesafelerden söz edilmekte ve tarih

verilmektedir. Kitâbelerin içeriğinden -tüfek atışlarında rekor olarak- 454 gezden tavuk yumurtası, 1155

gezden devekuşu yumurtası ve 1361 gezden testi vurulduğu anlaşılmaktadır.

Uzaklık Ölçüsü Gez

Görüldüğü gibi -kısaca anlatmaya çalıştığımız- okçuluk ve tüfekle atıcılıkta tüm uzaklık ölçüleri gez

olarak belirlenmektedir. Osmanlı Türkçesi’nde Farsça gez sözcüğünün “ok boyu”, “okun çentiği” (okun çileye

takılan kertikli yeri), arazi ölçümlerinde kullanılmak üzere belirli boyda hazırlanmış “iki başı mühürlü urgan”

veya “iki başı damgalı zincir”, yapı işlerinde kullanılan “şakul (çekül) ipi”, talim için yapılmış “yeleksiz ok”,

“ılgın ağacı”, “arşın” ve “endâze” anlamlarında kullanıldığını biliyoruz.

Öte yandan açık arazide uzaklık ölçmenin birimi -pratikte- genellikle adımdır. Nitekim, pek çok

kitâbede menzil uzunluğu “hatve” (adım) sözcüğüyle verilmektedir. Birkaç kitâbede ise -yarışmacıların

menzil uzunlukları verilirken- şiirin vezni gereği kimi yerde adım, kimi yerde gez ve kimi yerde hatve

sözcükleri kullanılmıştır. Örneğin Sultan 3.Selim’in Ihlamur’daki nişan taşının -1205 tarihli- uzun manzum

kitâbesinin çeşitli yerlerinde

O dahî geldi yüzdoksandokuz gez”

“Bin ellidört adım yere uzatdı”

“Otuzyedi buçuk hatve geriye”

dizelerinde olduğu gibi -aynı ölçü birimi için- her üç sözcük de kullanılmaktadır. Buna dayanarak her üç

sözcüğün de aynı ölçü birimini ifade ettiği söylenebilir.

Kişiden kişiye değişen adım ölçüsü ortalama 70 cm kabul edilir. Menzil oklarının boyları 60-70 cm

kadardır. Arşının değeri ise en son resmen 75,77 cm olarak kabul edilmiştir (5).

Gezin değerine ilişkin bir başka değerlendirmeye Kâtip Abdullah Efendi’nin (Öl.1691) “Tezkire-tür

Rumât” (Okçular kitabı) adlı elyazması eserinin 7a sayfasında rastlıyoruz. İşgal ve tecavüzler yüzünden

İstanbul ok meydanı alanı sınırlarının yeniden tesbiti için -kendisinin- her sınır taşı arasını birkaç kez dikkatle

“pişrev gezi” hesabıyla ölçtüğünden söz etmektedir. Mustafa Kânî Efendi (Öl.1850) “Telhîs-i Resâil-ür

Rumât” (Okçuluk kitapları özeti) adlı eserinde (6) pişrev oku boyunun ortalama 20 parmak olduğunu

söylemektedir ki bu uzunluk 20x3,1572 = 63 cm demektir. Günümüze ulaşabilmiş pişrev oklarının %80’i de

62-63 cm boyundadır.

Ancak, bu yaklaşımların hiçbiri atış sporlarında -uzaklık ölçü birimi olarak- kullanılan gezin kesin

değerini vermemektedir. Bu nedenle -atıcılık çevrelerinde- yıllardır 1 gezin 66 cm (bir başka deyişle 1,5 gez =

1 metre) olduğu konusunda bir ittifak ve birleşme bulunmaktaydı. Kuşkusuz en

4

doğru yaklaşım, kaç gez olduğu bilinen bir menzilin ayak taşı ile ana taşı arasındaki uzaklığı ölçmektir. Yapı

dergisinin 330 no’lu sayısında yer alan yazımızda ayrıntılı olarak açıklandığı gibi, bu ölçüm tarafımızca

yapılmış ve 19.yüzyıl başlarında 1 gezin 60,74 cm’ye eşit olduğu saptanmıştır.

Okmeydanı

Fâtih (1451-1481) tarafından münhasıran okçuluk sporu için tahsis edilerek vakfedilmiş olan

Okmeydanı arazisi 110 hektar bir alana sahiptir. İstanbul genelinde 1950’li yıllarda başlayan gecekondulaşma

Okmeydanı arazisini de içine alır. 1964-65 yıllarında iyice hızlanan bu süreçte, Okmeydanı’ndaki -tarihsel

önemi yanında sanat değeri de taşıyan- menzil taşlarının pek çoğu kadir kıymet bilmeyen hoyrat insanların

elleriyle peş peşe tahrip edilir. Kimileri parçalanıp temel taşı olarak kullanılır, kimileri toprağa gömülür. 1980

sonrası dönemde bu talan ve yıkım tam bir kıyıma dönüşür ve bugünkü acıklı sona ulaşılır. Bir zamanlar 300’e

yaklaşan taş sayısı -azala azala- bugün 25 dolayına inmiştir. Nasılsa günümüze ulaşabilmiş taşlar da,

gecekonduların yerine dikilen kaçak apartmanların arka bahçelerinde, duvar diplerinde ve kömürlüklerin

içinde kalarak -mahzun ve kimsesiz- her an yok edilme korkusu içinde varlığını korumaya çalışmaktadır.

DİPNOTLAR :

(1) : “Osmanlı Yay ve Okları”, Yapı, Sayı 278, Ocak 2005, sayfa 87-94

“Okmeydanı ve Nişan Taşları”, Yapı, Sayı 279, Şubat 2005, sayfa 79-88

“Okmeydanı Dışındaki Nişan Taşları”, Yapı, Sayı 292, Mart 2006, sayfa 83-89

(2)

:

“İstanbul’un Son Nişan Taşları”, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul, 2006

(3)

:

“Gez Uzunluğu Ne Kadardı?”, Yapı, Sayı 330, Mayıs 2009, sayfa 60-64

(4)

:

Okçuluğa olan rağbetin ve 900 geze atan okçuların çok azaldığı görülerek, 18.yüzyılda -pişrev

okuyla- 800 geze atanlara menzil açma izni verilmeye başlanmıştır.

(5)

:

Bu konuda geniş bilgi için Bkz. Şinasi Acar, “Arşından Metreye, Dirhemden Grama”, Yapı, Sayı

267, Şubat 2004, s. 85-92

(6)

:

Matbaa-i Âmire, İstanbul, 1847

(7)

:

Bu mesafeyi günümüz okçularının hayal bile edemiyeceğini söylemek mümkündür. Oysa Sultan

2.Mahmud’un en az dört kez 1200 gezi geçtiğini biliyoruz. Ayrıca, Tozkoparan İskender’in

16.yüzyılın başlarında gerçekleştirdiği 1281,5 gezlik bir dünya rekoru bulunmaktadır.

Aynı durum hedef okçuluğu için de geçerlidir. Günümüzde yapılan yarışmalarda erkek okçular

-ayakta durarak- en fazla 90 metreden 122 cm çapındaki hedefe atış yapmaktadırlar. Osmanlı’da

atış mesafesi -metin içeriğinde söylendiği gibi- 250-350 gez (150-210 m) ve armut biçimindeki

“puta”nın (hedefin) eni 77 cm’dir. Görüldüğü gibi, mesafe daha uzun olduğu halde hedef daha

küçüktür.

Değerli katkıları için Metin Ateş, Hüseyin Irmak, Murat Özveri, Hayri Fehmi Yılmaz ve Adnan

Mehel’e içtenlikle teşekkür ederim.

5

KAYNAKÇA

Acar M.Şinasi

“İstanbul’un Son Nişan Taşları”, Arkeoloji ve Sanat Yayınları,

İstanbul, 2006

Dağdelen İrfan

“İstanbul-Rumeli Ciheti Haritaları - Cilt I”, İBB Kütüphaneler ve

Müzeler Müdürlüğü, İstanbul, 2005

Kânî Mustafa

“Telhîs-i Resâil-ür Rumât” (Okçuluk kitapları özeti), Matbaa-i Âmire,

İstanbul, 1847

Kâtip Abdullah Efendi

“Tezkire-tür Rumât” (Okçular kitabı), Topkapı Sarayı Müzesi

Kütüphanesi Y.Y. 36

Kunter Halim Baki

“Millî Spor Tarihimizde Okçuluk”, Tarih ve Edebiyat mecmuası, Sayı

12, Aralık 1978

Özveri Murat

“Okçuluk Hakkında Merak Ettiğiniz Her Şey”, İstanbul, 2006

Yücel Ünsal

“Türk Okçuluğu”, Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları,

Ankara, 1999

6

Sultan 2.Mahmud’un ayak taşı

Bu taş “Sultan 2.Mahmud Menzili”nin ayak taşıdır. Bu taşın bulunması 19.yüzyıl başlarında

İstanbul’da 1 gezin 60,74 cm’ye eşdeğer olduğunu ortaya koymamıza olanak sağlamıştır.

Sultan 2.Mahmud’un (1808-1839) -yeni bir menzil açmak isteyince- fıskıyeli havuza benzeyen özgün

bir ayak taşı diktirdiğini ve gündoğrusu havasıyla 1215,5 gezlik (7) bir atış yaparak resimdeki nişan taşını

diktirdiğini biliyoruz. Yakın zamana kadar bu ayak taşını arayıp bulamadığımız için -pek çokları gibi-

parçalanıp yok edildiğini sanıyorduk.

Ayak taşı Beyoğlu ilçesi “Piyalepaşa Mahallesi”nde Okçular Çeşme Sokağı ile Şenay Sokağı arasında

kalan adada 28 no’lu evin arka avlusunda olup 26, 28, 30, 32 no’lu dört binanın arasına sıkışmış durumdadır.

Taşın yüksekliği 1,40 m, çapı 33 cm ve dalgalı kenarlı dairesel mermer tabanın -dıştan dışa- çapı 3,80 m’dir.

Bu ayak taşına ait nişan taşı, Beyoğlu ilçesi “Kulaksız Mahallesi”nde Ufuk Sokağı üzerindeki 8 no’lu

apartmanın ön cephesine bitişik konumdadır.

Sultan 2.Mahmud okçuluk tarihimizin en büyük kemankeşlerinden biridir. Saltanatı zamanında

okçuluk son parlak dönemini yaşamıştır. Sultan 1817’de kabza almaya karar vermiş; altı aylık bir eğitimden

sonra 1818’de törenle kabza almış ve kısa sürede ilerleme kaydederek art arda önemli rekorlar kırmıştır.

Okçulukla ilgilenmeye başladığı 1817 yılından başlayarak menzil atışları yanında ok koşuları da düzenletmiş,

bunlara kendisi de katılmış ve çoğu kez birinci gelmiştir. Rekor kırıp taş diktirdiği yedi menzilden dördünde

mesafeler 1200 gezin üstündedir. Üstelik bu yedi menzilden beşinde padişahın kendi taşını bir veya birkaç

kez sürdüğünü görüyoruz. Kendi kendini aşmak, ancak büyük kemankeşlerde rastlanan bir başarıdır. Bu

sonuçlar padişahın okçuluk sporunu ne denli ciddiye aldığını ve bu alandaki olağanüstü başarımını

(performansını) göstermektedir.

Dörtköşe gövdeli taşın tepesi Barok üslupta, çok başarılı bir mermer işçiliğiyle yapılmış meş’ale ve ok

kuburlarıyla süslenmiştir. Hemen altında padişahın tuğrası ve kitâbe yer alır. Dahiliye nâzırı (İçişleri bakanı)

Pertev Paşa tarafından kaleme alınmış olan -celî ta’likle yazılmış- 7 beyitli kitâbenin beşinci dizesinde “Ok atdı

menzile bin ikiyüzonbeş buçuk hatve” denilerek menzil uzunluğu verilmektedir. Tarihi Hicrî 1247’dir (Milâdî

1831/32). 49x49 cm kare kesitli taşın yüksekliği 6,50 m’dir.

Resimlerde ayak taşının ve nişan taşının 20.yüzyıl başlarındaki ve bugünkü durumları görülmektedir.

7

Çuhadar Kara Hasan Paşa’nın menzil taşı

“Kaptanpaşa Mahallesi”nde Mezarlık Cami Sokağı

üzerindeki 12 no’lu evin kömürlüğü içinde bulunan ve

“İstanbul’un Son Nişan Taşları” adlı kitabın 80.sayfasında

sözü edilen nişan taşı, bir süre önce Metin Ateş

dostumuzun gayretleriyle fotoğraflanmıştır. Çuhadar Kara

Hasan Paşa’ya ait nişan taşının sülüs celîsiyle yazılmış

kitâbesi şöyledir :

Hazîne-i hümâyûn [ağalarından]

Çukadâr-i hazret-i [şehriyârî]

Hasan Ağa’nın

menzilidir

Sene 1203 (Milâdî 1789)

Köşeli parantez içinde yazılan sözcükler kömürlüğün duvarına bitişik olduğu için görülememektedir ve

Ünsal Yücel’in “Türk Okçuluğu” adlı kitabının 184.sayfasından yararlanarak yazılmıştır.

Hasan Ağa, Paşakapısı cündîlerinden olup Sultan 1.Abdülhamid (1774-1789) tarafından Enderun

Hazinesi çuhadarlığına getirilmiştir. Göreve getirildikten kısa süre sonra, bir oyun sırasında cirit isabetiyle

öldüğü bilinmektedir.

Çuhadar Kara Hasan Ağa Hicrî 1175 (Milâdî 1761/62) yılında kabza almış; Sultan 3.Selim’in (1789-

1807) kabza ziyafeti verdiği 5 Zilhıcce 1203 (Milâdî 27.8.1789) günü yıldız karayeli havasıyla atılan “Kiler

Kethüdası Menzili”nde 36 gez aşırı atarak 959 geze bu taşı diktirmiştir.

İkinci resimde taşın içinde bulunduğu kömürlük görülmektedir.

Çuhadar : Osmanlı’da padişah hizmetinde bulunan yüksek dereceli memur, maiyet memuru.

Silahdardan sonra gelen çuhadar ağaların esas görevi padişahın elbiselerini taşımak ve kaftan ve kürklerine

bakmaktı. Cündî : Atlı, binici, süvari bölüğü mensubu.

8

Baltacı Mehmed Paşa’nın menzil taşı

Kitabın yayımlandığı dönemde toprak altına

gömülü vaziyette bulunan bu taş Hüseyin Irmak

dostumuzun gayretleriyle gün yüzüne çıkarılmıştır.

Halen Kâğıthane Belediyesi binasının karşısındaki park

alanı içine dikili bulunan, Baltacı Mehmed Paşa’ya

(1660-1713) ait nişan taşının 9 beyitli celî ta’lik kitâbesi

:

Şeh-i Cem kevkebe, sultân-ı selâtîn-i

cihân * Ya’ni Han Ahmed, o hâkaan-ı hümâyûn-

sîmâ

Ol şehinşâh-ı hümâ-sâye ki ikbâlinden *

Eyledi âlemi müstağrak envâr-ı safâ

Bâhusûs âsaf-ı deryâ-dil ü sâfî güherin *

Nazar-ı pâkile etdi dürr-i yektâ hakkaa

Cümleden kat’-ı nazar fenn-i

kemânkeşlikde * Oldu şartınca sermed o vezîr-i

dânâ

Ezelî eyleyüp ârâste Okmeydânı’n * Eseri

oldu Kâğıdhâne’de de cilve-nümâ

Pişrev-i okla alup menzilin ol tîrendâz *

Oldu çün pişrev-i hayl-ı gürûh-i vüzerâ

Pehlivanlar görüp âsârını tahsîn etdi *

Fahr edüp emr-i şehinşâhile taş dikse n’ola

Bârekallah zehî hoş eser-i müstahsen *

Sânekallah zehî zât-ı se’âdet-pîrâ

Söyledi gayet imâyla Dürrî

târîh :

Dikdi taş menzil-i maksûda Mehemmed Pâşâ

Sene 1116 (Milâdî 1704/05)

Mehmed Paşa sarayda teberdâr ocağına girmiş, daha sonra mirâhur ve vezâret rütbesiyle kaptân-ı

deryâ olmuş, 1704-1706 yılları arasında sadrâzamlık yapmıştır. 1710’da yeniden sadrâzamlığa getirilmiş;

ancak serdâr-ı ekrem olarak katıldığı Prut seferi sırasında, Ruslarla yaptığı anlaşmada aldatılmış olduğu

anlaşılınca 1711’de azlolunarak Limni’ye sürgün edilmiş ve orada ölmüştür.

Okçuluğa meraklı olan Baltacı Mehmed Paşa, Hicrî 1097’de (Milâdî 1685/86) kabza almış; mirâhur

iken lodos havasıyla atılan “Büyük Yeksüvar Menzili”nde rekor kırıp taş dikmiştir. Menzilini bozduğu Kâtip

Ömer Efendi tekrar ondan ileri atıp taş dikmişse de, Mehmed Paşa sadrâzamlığı sırasında 992,5 geze atarak

bu menzili de yeniden bozmuştur. Aynı yıl Kâğıthane’deki bir ok koşusunda en uzağa atarak bu taşı

diktirmiştir.

Mermer taşın yüksekliği 2,20 m ve çapı 40,5 cm’dir. Kitâbenin şâiri Dürrî Ahmed Efendi’dir (Öl. 1723).

9

Şeh-i Cem kevkebe : Yıldızı Cem gibi olan hükümdar. Sultân-ı selâtîn-i cihân : Dünyadaki sultanların

sultanı. Hümâyûn-sîmâ : Mübarek yüzlü, temiz yüzlü. Şehinşâh-ı hümâ-sâye : Hümâ kuşunun gölgesi

gibi şerefli şahlar şahı. İkbâl : Baht açıklığı, uğur. Eyledi âlemi müstağrak envâr-ı safâ : Dünyayı safa

ışıklarına boğdu (İnsanlar huzur ve rahatlık içinde oldular). Bâhusûs : Özellikle, üstelik. Âsaf-ı deryâ-dil :

Hoşgörülü, kalender vezir. Sâfî güher : Has (temiz) cevher. Nazar-ı pâk : Temiz bakış. Dürr-i yektâ :

Eşsiz inci. Hakkaa : Gerçekten. Kat’-ı nazar : Dikkate almama, önem vermeme. Fenn-i kemankeşlik :

Okçuluk tekniği. Sermed : Ölümsüz. Vezîr-i dânâ : Zekî, bilgili vezir. Ezelî eyleyüp ârâste Okmeydânı’n

: Önce Okmeydanı’nı donatıp (süsleyip). Cilve-nümâ : Gösterişli. Pişrev-i ok : Okun önde gideni.

Tîrendâz : Okçu. Pişrev-i hayl-ı gürûh-ı vüzerâ : Vezir takımının (vezirlerin) önde gideni (sadrâzam).

Âsâr : Eserler. Tahsîn etmek : Beğenmek, takdir etmek. Fahr etmek : Övünmek, gururlanmak.

Bârekallah : Allah mübarek etsin, uğurlu olsun, mâşallah. Zehî : Ne güzel, ne iyi. Eser-i müstahsen :

Herkesin beğendiği eser. Sânekallah : Allah seni korusun. Se’âdet-pîrâ : Mutluluk veren.

10

Bilâl Ağa’nın menzil taşı

Beykoz ilçe merkezi Şahinkaya Caddesi üzerindeki “Şahinkaya Mezarlığı” içinde, Ada 1 giriş

kapısındaki güvenlik kulübesine yaklaşık 10 m uzaklıkta bulunan, Bilâl Ağa’ya (Öl.1807) ait nişan taşının ta’lik

celîsiyle yazılmış kitâbesi :

Kırıp binikiyüzbeş sâli destî bin adım yerde

Bilâl Ağa bu menzil taşını kıldı nasb-gerde

Sene 1205 (Milâdî 1790/91)

Hatve-i menzil

aded

1000

Bilâl Ağa -Sultan 3.Mustafa (1757-1774) zamanında- İvas Paşa’nın oğlu Musâhip Halil Paşa

tarafından ağalar zümresine alınmış, daha sonra Sultan 3.Selim’in (1789-1807) mâbeyincisi ve Hazine vekili

olmuştur. Zamanında Okmeydanı’nın hatırı sayılır okçularındandı. Güzel konuştuğu ve iyi şarkı okuduğu

söylenir.

Bu taşı 1000 adım (gez) mesafeden tüfekle testiyi vurarak diktirmiş olduğu anlaşılıyor. Taş -yeni

açılan mezarların talanına uğrayarak yerinden sökülmüş ve kırılarak 2 yada 3 parçaya ayrılmış olup- iki parça

halinde yeni mezarlar arasına atılmış durumdadır. Kitâbenin yer aldığı parçanın boyu yaklaşık 100 cm, çapı 45

cm’dir. İlk resimde kitâbenin yer aldığı parça, ikinci fotoğrafta mezarlar arasında yerde yatan iki parçası

görülüyor.

Bilâl Ağa’nın 1787’de poyraz havasıyla 954 geze ok atarak -menzil açıp- diktirdiği -dörtköşe kaideli,

burma gövdeli ve dörtköşe başlıklı- ana taşı, hâlen Aynalıkavak Kasrı’nın giriş kapısının sağında

bulunmaktadır.

Sâl : Yıl. Desti : Testi. Nasb-gerde : Dikilmiş. Hatve : Adım.

11

Kime ait olduğu saptanamayan bir nişan taşı

Beyoğlu ilçesi Hasköy Yayla Sokağı üzerindeki 33 ve 35 no’lu evlerin arasında bulunan nişan taşının

kitâbesi arkada kaldığı için görülememekte ve kime ait olduğu bilinmemektedir. Ancak, Sultan 2.Mahmud’un

kayıp nişan taşlarından birine benzemektedir.

Kare kesitli taşın tepesinde yer alan yontu kırılarak çalınmış ve bir “semt-i meçhul”e götürülmüştür.

Evlerin inşaat kalitesi ve aralarına sıkışıp kalmış taşın zavallı görüntüsü, utanılası bir perişanlık arz etmektedir.

12

Hasan Pehlivan’ın taşı

Topkapı Sarayı’nın eski Gülhane Meydanı yakınında,

Değirmenkapı yanında, sahil surlarına bitişik durumda bulunan taşın

sülüs celîsiyle yazılmış kitâbesi :

Merd-i meydan pehlivânları

Yediler târîhini dikdi

İ’lâmlı taşı Dolabcı

Hasan Pehlivân

Fî mâh-ı Safer, sene 997 (Milâdî 1588)

Hasan Pehlivan’ın kim olduğunu bilmiyoruz. Bu taşın, Gülhane

Meydanı’nda yapılan güreş müsabakalarında Hasan adlı pehlivanın

gösterdiği önemli bir başarı sonunda dikildiği düşünülebilir. Herhangi bir

uzaklıktan söz edilmediği için, okçulukla yada tüfekle atıcılıkla ilgili

olmadığı kanısındayız. Ancak, bu kısa metinden kesin bir sonuca

ulaşmak mümkün olamamaktadır. Taşın üst tarafı kırık olmakla birlikte,

metnin tam olduğu kanısındayız. Muhtemelen taşın üst tarafında

simgesel bir yontu yer almaktaydı. Taşın özgün yerinde olmadığı

muhakkaktır; hâlen eski demiryolu lojmanlarının bahçesinde

durmaktadır. Çapı 50 cm, boyu yaklaşık 110 cm’dir.

Merd-i meydan pehlivanları : Meydanın yiğit pehlivanları. Yediler : Tasavvufta kendilerine Allah

tarafından birtakım kutsallıklar bağışlanmış olduğuna inanılan ermişler (Hak erenler). İ’lâm : Bildirim,

anlatım. Dolabcı : Su çekmekte kullanılan dolabın işleticisi. Fî mâh-ı Safer : (Hicrî) Sefer ayında.

Okmeydanı’nın eski bir haritası ve günümüzde uydudan görünüşü

Harita ve uydu fotoğrafı üzerinde “ayak taşı” ve “nişan taşı” olarak işaretlenen noktalar, Sultan

2.Mahmud’un makale kapsamında sunulan taşlarının yerlerini göstermektedir.

Uydu fotoğrafında açıkça görüldüğü gibi, 110 hektarlık (1100 dönüm) bir alana yayılan Okmeydanı

arazisi -1964/65 yıllarında başlayan ve 1980 sonrasında hızlanarak süren- kaçak yapılaşma sonucu tamamen

işgal edilmiş durumdadır. Bu geniş alanda hepsi plansız ve kaçak olarak yedi büyük mahalle oluşmuş

bulunuyor : Fetihtepe (tamamen), Piyalepaşa (tamamen), Mahmutşevketpaşa (kısmen), Kaptanpaşa

(tamamen), Keçecipîri (kısmen), Kulaksız (kısmen) ve Pîrîpaşa (kısmen). Bu istilâ döneminde nişan taşları

yerlerinden sökülmüş, pek çoğu tahrip edilmiş, kimileri temel taşı olarak kullanılmış, kimileri de toprağa

gömülmüştür. Bir zamanlar sayıları 300’e ulaşan taşlardan, günümüze ancak 25 kadarı ulaşabilmiştir. Bu

hazin manzara, “Kültür başkenti” olma iddiasındaki İstanbul’a hiç yakışmamaktadır.