antik çağda, gözün, bakılan cisme doğru ışık ışınları...
TRANSCRIPT
Antik çağda, gözün, bakılan cisme doğru ışık ışınları yaydığı düşünülürdü.
Görüntünün gözden kaynaklanan resimlerden oluştuğu ileri sürülmüş, Platon ise ışığın
bakılan cisimlerden göze geldiğini iddia etmişti. Daha garip düşünceler de mevcuttu;
bunlar arasında, gözden fırlayan parçacıklar ile görme sağlandığı düşüncesi de mevcuttu.
Bu düşünceler Antik çağdan 17. yy’a kadar uzanan düşünceleridir.
1675 yılında ilk kez Danimarkalı astronom Römer ışığın hızı konusuna eğildi.
Jüpiter’in bir uydusunun gezegen arkasında kalma süresini hesaplamakta olan Römer, bu
sürenin gezegenin dünyaya uzaklığı arttığında fazlalaştığını farketti ve bunun ışığın daha
çok yol katetmesi ile ilgili olduğunu düşünerek ışığın hızı konusuna dikkati çekti.
Newton 1704'de ışık deneyleri ile ilgili çalışmalarını yazdığı ‘Optics’ kitabını
yayımladı. Newton ışık ile ilgili olarak çalışırken, Hollanda'da Cristian Huygens bir teori
geliştiriyordu ve ilk bilimcilerin tersine ışığın parçalardan değil dalgalardan meydana
geldiğini öne sürüyordu. O da Decartes, Newton ve daha başkaları gibi çok ince ve
elastik nitelikte olan ve ışığın yayılmasını sağlayan bir ortamdan bahsediyordu, bu
madde tüm uzayı baştanbaşa dolduruyordu ve bu ortam ışık dalgalarının yayılmasını
sağlıyordu. Daha sonraları eter veya esir denen ve varlığı ile ilgili pek çok çalışma
yapılan, sonunda yokluğuna karar verilen daha doğrusu tespitinin mümkün olamayacağı
ispatlanan bir madde idi bu. Huygens'in çalışmaları her ne kadar Snell'in kırılma
yasalarını destekliyorsa da, ışık düz gidiyor ve köşeleri dönmüyordu.
Bu sıralarda ışık için kafa yoranlardan biri de Robert Hooke idi. O da ışığın eğri
dalgalardan olduğu gibi bir varsayım geliştirmişti. Newton'un parçacık teorisi ile
Huygens'in dalga teorisi arasındaki kavgayı o yıllarda tüm ağırlığınca hissedilen
Newton'un otoritesi kazandı. Öyle ki: Dönemin ünlü bir bilim adamı Newton için ‘Acaba
onun da bizim gibi yeme, içme, uyuma gibi ihtiyaçları var mı?’ diye sormaktan kendini
alamamıştır.
19. yüzyılda Thomas Young ortaya çıktı ve dalga teorisine ağırlık kazandırdı O güne
kadar dalga teorisi ile açıklanamayan kırınım ve keskin gölge olayına, yeteri kadar kısa
dalga uzunluklarında ışık hem düz gidebilir hem de keskin gölge yapabilir diyerek açıklık
getirdi, girişim yasalarını açıkladı ve ışığın dalga uzunluğunu öçtü. Bu arada Fresnel
adında bir Fransız bilim adamı kırınım olayını başarı ile açıkladı ve dalga teorisi
güçlendi.
Daha sonraları Fizeau, Foucault, Michelson ışık hızı ile ilgili deneyler yaptılar.
Michelson 299.770 km/sn olarak ışık hızını belirledi. (Boşlukta ışık yayılma hızı 299.793
km/sn'dir.) Boşluk ışık hızı, kırılma indisine bölünerek o ortamdaki ışık hızı bulunur.
Havanın kırılma indisi 1,0003'tür. O halde hava içinde ışık hızı 299.703 km/sn olarak
bulunur. Elmasın kırılma indisi 2. 42 dir. O halde ışık hızı elmas içinde 124 .000 km/sn
dir.
Clerk Maxwell 19. yüzyıl ortalarında elektromanyetik dalga kuramını geliştirdi ve
elektromanyetik dalgaların ışık hızında hareket ettiğini gösterdi, o halde ışık da bir
elektromanyetik dalga formunda olabilirdi. Ayrıca daha başka elektromanyetik radyasyon
formlarının da varlığı araştırılmalı idi.
Işığın dalga formu 20. yüzyıl başlarına kadar ön planda oldu. 1900 yılında Max Plank‘ın
kara cisim ışımasına ait kuramsal çalışması yayınlandı ve sonuçta Plank enerjinin, enerji
paketçikleri olarak yayıldığını ortaya koydu ve bu paketçiklere ‘Quanta‘ adını verdi.
Enerji quantumları E=hxf olarak formülize edilmekteydi. Bu teorideki ‘h’ ifadesi
doğanın değişmezlerinden biri olan Plank sabitini ifade etmektedir ve 6.62x10-34
joule/sn'dir. Quantum teorisi ile dalga teorisi sarsılmadı ama, doğanın sürekliliği yasası
yara aldı. 1905 yıllarına gelindiğinde Einstein‘ın Fotoelektrik Etki Teorisi, Quantum
teorisini doğruladı. Daha sonraları ‘Tanrı zar atmaz' diyerek quantum teorisini
kabullenmekte zorlanan Einstein’ın, özel rölativite kuramı ile; bizim evrenimiz için ışık
hızının sınır olması ve ışık hızına erişilememesi, evrenin sınırlarını ortaya koydu. Yine;
çekim alanından geçen ışığın sapması varsayımının deneylerle doğrulanması, ışığın
parçacık teorisini güçlendirdi. Planck’ın E=hxf olarak ortaya koyduğu formül, quantum
denen enerji paketi ile ışığın frekası arsındaki ilişkiyi ortaya koymakta idi. Işık artık
enerji paketçikleri idi. Einstein Foto-Elektrik Etki olayını açıklarken ışığın foton adı
verilen enerji parçacıkları olduğunu gösterdi.
Bu sıralar Niels Bohr adında bir Danimarkalı bilim adamı ortaya çıktı ve yeni bir atom
modeli ortaya koydu. Bu modelde elektronlar çekirdek etrafında belli yörünge
seviyelerinde olabilirdi, ara seviye söz konusu değildi. Elektronların bu seviyeler arasında
sıçraması söz konusu idi. Daha sonraları pek çok bilim adamının; dalga mekaniği,
istatiksel mekanik konularında yaptığı çalışmalarla quantum teorisi dev adımlarla ilerledi.
Bunlar arasında Heisenberg, Pauli, Landau, Born, Dirac gibi fizikçiler vardı.
1950 yıllarından sonra, elementer parçacıklar konusunda yapılan çalışmalar ve atomun
yapısı ile ilgili yeni buluşlar 4 çeşit madde etkileşimleri olduğunu ortaya koydu. Bunlar
Kütlesel Çekim, Elektromanyetik, Zayıf Etkileşim ve Güçlü Etkileşim olarak
tanımlandı. Elektromanyetik etkileşimle bağlantılı olan gluon'a foton adı verildi. Yani
1905 de Einstein'ın ortaya koyduğu ışık parçacığı.
Bu konu ile ilgilenen Quantum elektrodinamiği; elektromanyetik alanın yani ışığın
gluon'unun foton olduğunu söyler. Foton kütlesi '0' olan ve elektrik yükü '0' olan bir
gluon'dur. Özel Rölativite'nin ortaya koyduğu ışığın çekim alanında sapması olayı bize
foton adı verilen bu parçacığın bir kütlesinin olduğunu söylemektedir, keza ışık
basıncı'nın olması da fotonun bir kütlesi ve momentumu olduğunu gösterir. O halde ışık
hızında, foton'un bir kütlesi vardır. Her ne kadar rölativistik olarak düşünüldüğünde,
hiçbir kütle ışık hızına ulaşamaz, rölativistik kütle artış formülünde, bir kütlenin ışık
hızına ulaşması durumunda kütlesi sonsuz olur. Sonsuz bir kütle sonsuz enerji demektir,
bu da mümkün değildir. Peki o halde fotonlar nasıl olup da ışık hızında
gidebilmektedirler?
Rölativistik olarak bir kütlenin ışık hızına ulaştırılamaması fotonlar için geçerli değildir;
çünkü foton öncelikle sükünet kütlesi '0' olan bir quantadır. Sükünet kütlesinin '0' olması
da fotonun özel halini tam olarak açıklamamaktadır ve bir belirsizlik vardır ki bu kütle
artış formülünde v = c alındığında sükünet kütlesi '0' olan foton'un kütlesi belirsiz olarak
bulunur. Bu çelişki ancak şimdilik bu formülün fotonlara uygulanamaz demesi ile
unutulmaya çalışılmaktadır.
Pratikte biz ışık diye elektromanyetik tayfın görünen ışık kısmındaki, elekromanyetik
dalgaları içeren dar bir bölümününden bahsederiz; çünkü görsel olarak bu bölümün
algılanması göz sayesinde kolayca başarılır. Bunun dışında olan elektromanyetik dalgalar
çeşitli cihazlarla görülür hale getirilerek veya etkileri belirlenerek algılanır.
"Işık nedir?" sorusunun cevabı etrafındaki kavga artık sona ermiş durumdadır. Işık hem dalga hem parçacıktır yani kimilerinin deyimi ile ‘wavicle’ dır. Yani kimi zaman particle (parçacık) kimi zaman wave (dalga).